|
Artık kimse emin değil 24 Ocak 2025 sabahı, Kadıköy’de bir çocuk sadece elinde kaykayıyla yürüyordu. Ahmet Minguzzi 14 yaşındaydı. Bir arkadaşıyla Kadıköy Salı Pazarı’na gitmiş, kaykayı için vida ve yedek tekerlek arıyordu. O günü planlamış, arkadaşına hediye bir tişört bile almıştı. Ancak o sabah, bir anne ve babanın ömrü boyunca unutamayacakları bir kâbusa dönüşecekti. Ahmet’imiz, gücü, silahı, vurmayı, küfür etmeyi, bağırmayı maharet olarak kabul eden çeteleşmiş 4 çocuk tarafından sokak ortasında katledildi. Bir çocuk, akranları tarafından bıçaklanarak yaşamdan kopartıldı. Olaydan sonra Ahmet’in mezarı tahrip edildi, ailesine tehdit mesajları yağdı. Acılı bir anneye “şikâyetini geri çekmezsen seni de o veledin yanına gömeriz” mesajları atan hastalıklı bir çevre, bıçağı bu ülkenin vicdanına saplamaya devam ediyordu. Ve cinayet davası sonuçlandı. 21 Ekim salı günü görülen duruşmadan çıkan karar Minguzzi ailesi ve kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu. Mahkeme, iki sanığa 24 yıl hapis cezası verdi; iki sanık ise “delil yetersizliği” gerekçesiyle beraat ettirildi. Oysa savcı, iki sanık için “çocuğun ölümüne neden olma”, diğer iki sanık için ise “cinayete yardım” suçlarından en üst sınırdan ceza talep etmişti. Ayrıca mütalaada takdiri indirim ve haksız tahrik indirimi uygulanmaması da istenmişti. Görüntüler ortadaydı, tanıklar belliydi, bıçak aynıydı. Ortada bir çeteleşme vardı; birlikte bıçak almış, birlikte saldırmış, birlikte kaçmışlardı. Katiller cinayet sonrası “zafer pozu” bile vermişti. Buna rağmen iki kişi serbest kaldı, diğer iki sanık için de “suça sürüklenen çocuk” tanımıyla en düşük ceza uygulandı. Ahmet’i kendi evlatları gibi hisseden tüm anne ve babaların endişeleri arttı, toplum vicdanında bu karar kabul görmedi. O mahkeme salonunda sadece bir ailenin umudu değil, toplumun adalet inancı da zedelendi. Oysa çocuklarının sokakta güven içinde olmadıkları düşüncesinin toplumda yaygınlaşmasına izin verilmemeliydi. Ahmet’in annesi Yasemin hanımın, “Artık sadece ilahi adalete güveniyorum” sözleri de asında çok şey söylüyordu. Bir anne, sadece evladını değil, adalete olan inancını da toprağa vermişti. “Suça sürüklenen çocuk” ifadesi, cinayetlerin, gaspın, hırsızlıkların, uyuşturucu kullanımı ve satışı gibi suçların arkasına saklandığı bir tanımlama olarak kabul görmemeli. Bun nasıl bir “çocukluk” ki cinayet organize ediyor, delilleri yok ediyor, sonra da sosyal medyada lüks araçlardan tehdit mesajları yayımlıyor? Toplum olarak bir süredir her cinayeti aynı tepkilerle karşılıyoruz: Birkaç gün sosyal medya ayağa kalkıyor, “adalet istiyoruz” etiketleri dolaşıma giriyor, ekranlar öfke doluyor. Sonra sessizlik… Adeta bir sonraki cinayet bekleniyor. Bu sessizlik de, en az işlenen suçlar kadar korkunç. Çünkü sessizlik, suçu mümkün kılıyor. Ne ilginç ki bu dava, o sessizliğin bile kabul etmediği bir örnek oldu. Ne kamuoyu baskısı işe yaradı, ne vicdan çağrıları bir karşılık buldu. Artık mesele sadece Ahmet’in davası değil. Bu ülke, adalet duygusunu kaybediyor. Yasalar suçu önlemek yerine, suçu tanımlamakla yetiniyor. Mahkemeler, toplumun güven duygusunu onaracak kararlardan uzaklaşıyor. Bir çocuğun mezar taşına “adalet yerini buldu” yazdırılamıyor; adalet geciktiğinde de, aslında adaletin yıprandığı görülemiyor. Ahmet Minguzzi davasında verilen kararla, bu ülkenin her anne-babası şu soruyu sordu: “Yarın bizim de çocuğumuzun başına böyle bir felaket gelebilir mi? Gelirse eğer, adalet gerekeni yapabilecek mi?” Bu soru aslında bir ailenin değil, artık tüm ülkenin sorusu… Cevabı da hepimizin içinde yankılanıyor: “Artık kimse emin değil.” Ancak, böyle bir neslin yetişmesinde ilgisiz, sevgisiz anne ve babaların, pedagojiden uzak öğretmenlerin, sadece siyasi çıkarlarına, hesaplarına odaklanmış vakıfların, derneklerin, sorumluluklarını yerine getirmeyen akademisyenlerin, suçu öven, cazip gösteren ve reklamını yapan medyanın ve tabi ki aldıkları yetkiyi Allah korkusuyla yürütmeyen siyasilerin de suçlu olduğu unutulmamalı. HAMZA ER |
|
_____________________________
|




Yeni Kayıt

Konudaki Resimler

önceki
Hızlı






