Şimdi Ara

GAZETE YAZARLARI (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
25
Cevap
1
Favori
339
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • Osmanlı’dan alınacak ders: Barış iddiasıyla teslime zorlanmak…



    Trump-Netanyahu ikilisinin Gazze için ilan ettikleri ‘barış getirme’ iddialı 20 maddelik plan, genel kabul görmedi. Özellikle Trump’ın da katılımcılarından olduğu BM Zirvesi’ne ek olarak gerçekleştirilmiş New York’taki Gazze toplantısında liderleri bulunan sekiz Müslüman ülkeden gelen tepkiler bunu gösteriyor.

    En şiddetli tepkinin ülkemizden gelmesi doğal. Tepkileri bir anlam taşıyacak kesimler -muhalefetin bir bölümü- sessiz kalmayı yeğlemekte…

    Oysa, 1600’lü yıllarda toprakları dört kıtada 6 milyon kilometre kareye ulaşmış olduğu halde, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tarihe karışmış Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayanlar olarak tarih bilincimiz bulunması gerekiyor.

    Soru: Nasıl oldu da Osmanlı Devleti o büyüklükten izmihlale yürüdü?


    Cevap: Savaşlar ve ardından dayatılan barış anlaşmaları ile…

    Avrupa’dan Asya’ya, Ortadoğu’ya, Kafkasya’ya, Afrika’ya uzanan bir imparatorluk, son 200 yılında, her birinde topraklarının bir bölümünü kaybedeceği anlaşmalara taraf haline geldi.

    Karlofça (1699), Pasarofça (1718), Küçük Kaynarca (1774), Yaş (1792), Bükreş (1812), Edirne (1829), Hünkar İskelesi (1833), Londra (1841), Paris (1856), Berlin (1878 ve Londra (1912-1913) anlaşmaları ile…

    Yukarıda isimlerini okuduğunuz anlaşmalarla, sadece topraklarını birer birer kaybetmekle kalmadı Osmanlı Devleti, sistemi içerisinde yabancı devletlere imtiyazlar -kapitülasyonlar- tanımak, borçlarını ödeyebilmek için vergi toplama ve üretilen değerli ürünleri teslim etme amacıyla oluşmuş bir idarenin -Duyun-u Umumiye- insafına sığınmak zorunda da kaldı.

    En sonunda, Sevr Anlaşması (1920) ile de, az kalsın, bugün sahip olunan topraklarının önemli bir bölümünden de mahrum kalabilecekti.

    Hani bazıları “En kötü ba rış bile savaştan iyidir” diyorlar ya, kendi tarihimiz bu iddiayı tekzip ediyor.

    İki yıl boyunca Gazze’de sürdürdüğü saldırılarla 70 bine yakın Filistinli’nin hayatlarını sonlandıran bir devlet İsrail. Yaptığının ‘soykırım’ olduğu uluslararası mahkemelerin kararlarına geçmiş bir devlet. Nihai hedefinin “Filistinlilerden arındırılmış bir Gazze” olduğunu saklama ihtiyacı da duyulmuyor.

    Filistinlilerin binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan kovulmasıyla, yalnızca belli bir ırka vatandaşlık tanıyan bir devlet olma idealine erişme hesabı var İsrail’in…

    Eline geçen fırsatı yalnızca Gazze’yi yerle bir etmek amacıyla kullanmıyordu İsrail; yarım asırdan fazla süredir işgal altında tuttuğu Batı Şeria’da da, orada yaşayan Filistinlileri yaşayamaz hale getirmek için de baskılarını artırmıştı.

    Gazzelilere Mısır, Batı Şeria’daki Filistinlilere de Ürdün istikameti gösteriyordu eylemleriyle İsrail…

    ‘Barış’ iddiasıyla ortaya atılan 20 maddelik metin İsrail’in nihai hedefinden vazgeçtiği izlenimi veriyor mu?

    Kendi tarihimizdeki örnekler açısından Türkiye Cumhuriyeti’ne nefes alma imkanı sağlayan Lozan gibi mi o metinle erişilmek istenen anlaşma, yoksa Türklerin tarih sahnesinden bütünüyle çekilmesi sonucunu getirme amacıyla kaleme alınmış Sevr gibi mi?

    Savaşarak erişmeyi amaçladıkları sonucun bu anlaşmayla sağlanacağını Netanyahu’nun kendisi de maddelerin ilanından sonra her fırsatta ifade ediyor.

    O nihai hedefin ne olduğu meçhul bir şey değil.

    İyi niyeti var mı İsrail’in?

    Olsaydı, hiç vakit kaybetmeden o iyi niyetini göstermenin yollarını arardı.

    Saldırılarını durdurur, askerlerini plana eklenmiş haritadaki geri hatlara çekerdi.

    Açlık ve susuzluk altında perişan olsunlar diye uzun süredir uygulamakta olduğu ablukayı kaldırır, aylardan beri sınırda bekleyen yardım konvoylarının girişini engellemekten vazgeçerdi.


    Ablukayı geçersiz kılabilmek amacıyla yola çıkmış, uluslararası aktivistlerin de içlerinde yer aldığı, yardım malzemeleri getiren gemilerin Gazze’ye demir atmalarına itiraz etmez, özellikle de New York’ta planın görüşüldüğü toplantıya Trump’la birlikte Cumhurbaşkanı’nın başkanlık ettiği ülkenin -Türkiye’nin- çok sayıda aktivistini rehin almazdı.

    Karşı tarafın elindeki rehineleri bırakmasını beklerken, yıllardır cezaevlerinde rehin tutmakta olduğu Filistinlilerden en bilinenleri kendisi önceden serbest bırakırdı.

    İki yıldır sürdüregeldikleri kışkırtıcı dilin yerine, İsrailli politikacıların -başta Netanyahu olmak üzere- insancıl bir dil kullandıklarına tanıklık edilirdi.

    Bunların ve beklenebilecek daha nicelerinin hiçbiri gerçekleşmedi; tam tersine diller daha sertleşti, eylemler de.

    Savaşla kazanamadığını ‘barış’ görüntülü bir vodville elde etmek amacında Netanyahu ve kadrosu.

    Trump da bu yeni sürecin taraflı komiseri gibi…

    İzletilenin vodvil olduğunun farkına varılması ve tepkilerin yükselmesi doğal.

    En anlamlı tepkilerin, bir zamanlar 6 milyon kilometre karelik topraklara sahip bir büyük devletin mirasçısı olan Türkiye’den gelmesi de…

    FEHMİ KORU

    _____________________________




  • Yalan motoru




    Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Beyaz Saray’daki tarihî görüşmenin ardından ABD’de düzenlediği basın toplantısında, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı CAATSA yaptırımları ve Millî Muharip Uçağımız KAAN’ın ilk seri üretiminde kullanılacak motor alımı konusunda aslında herkesin bildiği bir meseleyi dillendirdi.

     

    Söylediği şuydu;

     

    "CAATSA bizim açımızdan şöyle bir sıkıntı; iki NATO müttefiki arasında birbirlerinden bir şey almayı engelleyen bir yasal kısıtlamanın olması sistemik olarak büyük bir problem.

     

    Mesela almayı beklediğimiz KAAN’ın motorları… Şu anda ABD Kongresi’nde bekliyor, lisansı durmuş durumda. Onların lisansının hayata geçip motorların gelmesi lazım ki KAAN’ların üretimi başlayabilsin. Bütün bunların halli teknik bir konu iken, aslında bizim ABD ile ilişkimizde sınırlamaların olması, bizi ister istemez uluslararası sistemde daha farklı arayışlar içerisine itecek. Kendi niteliklerimizi zaten geliştiriyoruz, onda hiçbir problem yok… Ama hiçbir ülke kendi geliştirdiği yeteneği ile kendi kendine yeterli olmuyor.”

     

    Fidan’ın söylediği yeni hiçbir şey yok.

     

    Nitekim KAAN’ın piste çıktığı ilk günden bu yana, ilk seri üretimin ithal motorlarla yapılacağı, TEI’nin geliştirdiği yerli motor TF35000’in ise test aşaması tamamlandıktan sonra 2032 yılından itibaren KAAN’da kullanılacağı, en azından bu işlere az çok merakı olan herkesçe bilinmekte.

     

    -Ki, bu takvimin de geri çekilmesi için geceli-gündüzlü çalışılıyor.

     

    Şunu da ilave edelim, bu motorları başkaları en az 15 yılda geliştirirken, bizimkiler 7,5 yıllık takvimden daha da aşağı çekmeye uğraşıyor.

     

         ***

     

    Sayın Hakan Fidan, konuşmasında özellikle “lisans” talebine dikkat çekiyor ki, bu özellikle ithalat için çok önemli.

     

    Hatırlarsanız Pakistan’la anlaştığımız ATAK helikopterlerini sırf bu yüzden iptal etmek zorunda kalmıştık.

     

    Kendi motorumuz hazır olana kadar ABD’den, F-16’larda da kullanılan General Electric’in F110 motorunu kullanmak için lisans izni talep ediyoruz.

     

    Fidan, ABD bu izni vermezse uluslararası sistemde başka arayışlarımızın olacağına da özellikle dikkat çekiyor.

     

    Yakın zamanda F-16 alamama sıkıntısından dolayı Eurofighter’a yöneldiğimizi hatırlayın…

     

    Bakan Fidan, benzer bir sıkıntı olmaması için ABD’ye peşin peşin çağrıda bulunuyor, hepsi bu.

     

         ***

     

    Peki ABD bize bu motor için lisans vermezse ne olacak?

     

    Çin, KAAN’ın rakibi olan beşinci nesil J-20 savaş uçaklarında ilk prototipleri Rusya’dan aldığı Saturn/Lyulka 117S/AL-41F motoruyla yapmış.

     

    Bizim prototip için buna da ihtiyacımız yok…

     

    Çünkü prototip ilk 10 KAAN için biz F-16’larda kullanılan F110 motorunu temin etmişiz zaten.

     

    İlk iki KAAN şu an bu motorla uçuyor.

     

    Bize, kendi motorumuz TF35000 hazır hâle gelene kadar, 2028’de seri üretime başladığımızda gerekecek.

     

    Onu da Çin’in yaptığı gibi Rusya’dan talep edebiliriz.

     

    Şayet ABD’den alabilirsek, KAAN’ı bizden talep eden ülkelere daha erken teslim etmek için geçici bir çözüm olacak.

     

    Yani, ABD bize motor vermezse KAAN projesinin çöp olduğu falan yok.

     

    Ama muhalif zevata bakarsanız, böylesine bir tablo varmış, ABD’nin motoruna güvenerek böylesine devasa bir projeye girişmişiz gibi saçma sapan yorumlarla günlerdir gündemi meşgul ediyorlar.

     

         ***

     

    Daha geçen sene bile ABD’den motor konusunda lisans istendiği haberlere konu olmuşken, bu konuyu Bakan Fidan dillendirir dillendirmez sanki ilk defa açıklanmış gibi davranmak akıl alır gibi değil.

     

    Buna ya cehalet denir yahut kötü niyet.

     

    En nihayetinde aynı zevat, KAAN görücüye ilk çıktığında da kabini tutan çubuğa ‘süpürge sapı’, üretilen en kritik parçasına ‘kalorifer peteği’ yakıştırması yapmamış mıydı?

     

    “Motoru çalışmıyor kardeşim, tekerleklerine elektrikli motor takmışlar, bununla yürüyor” yalanını yaymamışlar mıydı?

     

    Bunlar İHA ve SİHA’larımızı “Ne var bunda kardeşim? Markette bile bunlardan satılıyor” diye aşağılamaya kalkmamış mıydı?

     

         ***

     

    Hülasa dertleri millî ve yerli üretimi teşvik etmek falan değil, aksine baltalamak. Bunun için de her türlü çarpıtma ve karalamayı kendilerine vazife biliyorlar.

     

    Ama unutmasınlar; dünyada sadece 4 ülkenin üretebildiği beşinci nesil KAAN, en geç 2029’da onlara rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim edilmeye başlanacak.

     

    Belki de 2032’den çok önce, yerli motorumuz TF35000 ile hava sahamızı koruyacak.

     

    Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, “KAAN seri üretimi yabancı değil, yerli motor üzerinden planlandı. KAAN savaş uçağının ana motoru TF35000 ve yardımcı güç ünitesi APU60 için geliştirme faaliyetleri başarıyla devam etmektedir. Savunma sanayisinde süreç daima bu şekilde işler. Önce mevcut motorlarla başlanır, ardından millî motor projeleri devreye alınır. Biz de KAAN’ı blok yaklaşımıyla üretiyoruz” dedi.

     

    Aynı şekilde KAAN’ın teslimat takviminde bir gecikme olmadığını, sadece seri üretimi riske atmamak için farklı tedarik kanallarıyla çalışıldığını, alternatifleri eş zamanlı olarak değerlendirdiklerini söyledi.

     

    İşte bu gerçek, bir İsrail’i titretiyor, bir de FETÖ güdümlü bu yalan motorlarını!..

    YÜCEL KOÇ

    _____________________________




  • TUZAK!..




    Daha düne kadar ABD Başkanı bu Trump değil miydi Gazze halkını vatanlarından sürmek isteyen? Biden’dan sonra bu defa da Trump değil miydi ABD-İsrail arasında hava köprüsü kurup katil Siyonistlere silah ve mühimmat yardımı yapan?

     

    Ağızlarda bir “savaş” lakırdısıdır çiğnenmekte. Ortada karşılıklı ve yakın güçler arasında cereyan eden bir harp, darp, savaş, muharebe yok! İsrail’le Gazze arasında 7 Ekim 2023’ten beri yaşanan vahşet savaş değil, jenosittir, soykırımdır, bir milleti yeryüzünden kazıma katliamıdır. İsrail, Gazze’de iki yıldır, vicdansız, duyarsız ve tasasız dünyanın gözleri önünde korkunç bir soykırım yapıyor. Kassam Tugayları, işgalci teröristlere karşı vatanını koruyor. Bir yerde Soykırım varsa orada “ateşkes” lafı edilerek hedef saptırılmaz, vakit kaybedilmez, soykırım yapan katilin eli tutulur. Gazze’de bu iki yıl içinde her yaştan yüz binlerce insan katledildi, insanlar korkunç şekilde sakat bırakıldı. Açlık, silah olarak kullanıldı. Her bina, her câmi, her hastane, her mektep ve her ne varsa yerle bir edildi. Bunlar yapılırken katil İsrail askerleri, sömürgeci cephenin silah ve mühimmatını kullandılar. Gazze mücahidleri, destâni bir azîm ve îmânla direndi. İsrail, “rehine” dediği aslındaysa orada ağırlanan askerlerinin olduğu tünellere giremedi.

     

    İsrail’in hüsrana uğramasına, mağlubiyetine ramak kalmışken Gazze Celladı Netanyahu, hâmisi Trump’ın kapısını çaldı. Bu ikili Beyaz Saray’da oturup kendilerince bir taktik geliştirerek adına da “ateşkes” ve “barış planı” dediler. 20 maddelik bu metin, şâyet bir ateşkesse Gazze’ye verilmesi gereken tazminat nerede? Yıkılan Gazze’nin, ölen Gazzelilerin, tahrip edilen ailelerin, maddî ve mânevî karşılığı, kan bedeli, can bedeli hani? Ne yazık ki Trump 20 İsrailli rehineyi, 3 milyon Gazzeliden kıymetli sayıyor.

     

    Sorular zincirlemedir:

     

    -Âniden ne oldu ki Evanjelist Trump, Gazze halkını, topraklarından sürmekten, Gazze’yi eğlence ve kumarhâne bölgesi yapmaktan vazgeçti?

     

    -Gazze’yi yâni vatanlarını koruyan, meşrû müdafaa hakkını kullanan yiğidler, neden terörist muamelesi görerek sınır dışı edilmek isteniyor?

     

    -Böyle bir adalet ve böyle bir tarafsızlık olabilir mi?

     

    -Gazze’de neden Trump ve Blair idaresinde yeni bir idare kurulmak isteniyor?

     

    -Donald Trump ve eski İngiliz Başvekili Tony Blair riyâsetinde yeni bir idare kurulmak istenirken neden Batı Şeria’daki Filistin Hükûmeti, kaale alınmıyor, Ankara’nın fikri sorulmuyor da yalnızca Amerika meftunu Körfez nâhiyeleriyle irtibat kuruluyor?

     

    -Trump ve Netanyahu’nun Gazze’de kurmak istedikleri Garnizon, Gazze’yi zabturapt altında tutacak bir İsrail kışlası olmayacak mıdır?

     

    Bölgeye barış gönüllüsüvâri bir adla bâzı İslam ülkelerinden gelecek askerler, İsrail karargâh ve komutasına mı tâbi olmaktan öte bir varlık göstereceklerini sanmıyoruz.

     

    Bu ihtilafın çözümü, Washington veya Londra’dan değil, Ankara’dan geçer. İhtilaf yaşanan bir yerde Mehmetçik yoksa orada zulüm vardır.

     

    Donald Trump, hayrettir ki basit bir Nobel Barış Ödülü için tutuşmaktadır. Onun gâyesi ödül almak. Gazze’yi, barışı, bu arzusuna âlet ediyor. Bütün bunları yaparken de çıkacak masrafı, Orta Doğu devletlerinin parası çok aklı kıt liderlerinden alma peşinde!..

     

    Amerikan derin siyâseti, Netanyahu’ya toparlanmak için zaman kazandırma peşinde. Gazze Celladı, Siyonist Katil de “Trump Barış Planı”na bundan dolayı postal yalayan bir yaltaklıkla dört elle sarıldı. İkilinin gizli kurnazlığının bir yanı da Ankara’yı devre dışı bırakma ve Sumud Seferini anlamsızlaştırmaktır. Oysa; Sumud aktivistleri vicdanlı dünyanın sesidir.

     

    Netanyahu-Trump ikilisi ve bu ikiliye destek olanlar, yeni bir taktik peşindeler. Bunun diğer türlü yorumları, havanda su dövmektir. Siyonist İsrail, “arz-ı mev’ud”dan yâni “vadedilmiş topraklar” ideolojik yobazlığından asla vazgeçmez. Gerekirse Netanyahu harcanır fakat “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” hedefi terk edilmez.

     

    Ankara, baştan beri yüksek bir muvaffakiyetle götürdüğü Gazze dâvâmızda tuzağa düşmekten, oyuna gelmekten hassasiyetle sakınmalıdır.

     

    GAZZE’nin mazlum, mağdur fakat vakur insanlarının gözü de kalbi de başka yerde değil, Türkiye’dedir, Türk Hükûmetindedir. Küçük bir hatamız, onları yaralar ve zaman içinde Gazze’nin de Kudüs’ün de kaybına yol açabilir. “Dış politikada ebedî düşmanlık yoktur” sözü, Siyonist İsrail için geçerli değildir. Arz-ı mev’ud diye kendine bir Yahudi inancı ihdas edip bu dogma yolunda vahşetle ilerleyen bir örgüt de onu tavizsiz şekilde destekleyenler de Türk milletimizin dostu olamazlar.

     

    Allah, için olmayan dostluk, dostluk değildir!..

     

    Bir kez daha söylüyoruz:

     

    Gazze, bu defa da silahla değil “barış” denerek gasbedilmek istenmekte. Kıbrıs da 1878’de imzalanan bir icâr mukavele başlangıcıyla 1914/1923 aralığında İngiliz krallığı ihanetiyle böylece elimizden çıkmıştı. Aynı devlet, şimdi de takvimler 7 Ekim 2025’i göstermeye hazırlanırken garip bir şekilde Tony Blair’in ortaya çıkmasıyla 1917’deki gibi yine devrede. Üstelik bu defa Amerika’yla beraberler. Gazze, bu ittifakla düşebilir. Öyleyse sözümüzü tekrar edebiliriz:

     

    -Gazze, düşerse; Ankara düşer!..

     

    Şu gerçeği seslenmezsek olmaz:

     

    -Nobel Barış Ödülü, eğer, siyâsî nüfuz veya para yahut şöhret sahiplerine değil de hak edenlere veriliyorsa bu mükâfata lâyık olan, Sumud Barış Gönüllüleri Aktivistleridir. Onlar, vicdanlı insanlığın ortak sesidir. Bu itibarla Nobel Barış Kurulu, imtihandadır. Aksi hâlde kendilerini lekelemiş, ödülü teneke parçasına çevirmiş olurlar…

     

    Sevgili Peygamberimiz -aleyh’s selâm- “el sulhü Seyyid’ül ahkâm!” Barış, en üstün hükümdür, buyurmaktalar. İslâm, barış demek. Müslüman, barışı, huzuru ve fakat aynı zamanda insaf ve adaleti temsil eder. Bu inanç ve dünya görüşünün sahibi olarak bir ân evvel, hemen, derhâl, şimdi silahların susmasını, canların yanmamasını, anaların gözyaşının dinmesini ve açların doymasını istiyoruz.

     

    Elbette ve elbette barış!

     

    Şu var ki barış, barış ve ateşkes kılıfıyla göz boyama, yeni bir Siyonist hamle, tuzak, ihânet ve oyun, Netanyahu’ya zaman, İsrail’e güç kazandırmak için kasaba politikacısı üslubuyla sahne almak değildir!..

     

    İhtiyaç olan âdil, insaflı ve namuslu barıştır!..

     

    Çok zor şartlara, inanılmaz imkânsızlıklara rağmen vatanlarını kahramanca müdafaa eden Gazze Kuvay-ı Milliyesini teröristlikle suçlayıp vatansız bırakmaya çalışma, ne sulh, ne barış ve ne de adalettir!..

     

    Dağıtılan mavi boncuklarla Soykırımcı siyonistlere destek olunurken mazlum ve mağdurlara tuzak kurulmakta.

     

    Ankara, aman ha; sakın ha; oyuna gelmemeli!..

    RAHİM ER

    _____________________________




  • Her yer İsrail’di! Dünyayı köleleştirmişlerdi. Artık her yer Gazze olacak, Gazze dünyayı özgürleştirecek…




    Sumud Filosu, nefes kesen bir yolculukla hedefine ulaştı: Zihinlerdeki abluka yarıldı, yeni gemiler yola koyuldu…

    Hatay’dan 45 yelkenli “yelkenler fora…” dedi hemen.



    Demek ki, uluslararası bir nitelik ve boyut katıldığı zaman, bütün duvarlar yıkılabiliyor… Sumud Filosu, küresel bir intifadaya dönüştü: Ve devletlerin yapmadığını sivil halkların yapabileceğini dünya âleme ispat etti.

    Devletler köleleştirebilir ama halkların her bir insanın zihnine zincir vurulamaz, dünya halkları, insanlık köleleştirilemez.

    Bugün size Sumud Filosu’nun anlamını anlatan nefis bir metin sunuyorum. Azebaycan’dan MTO temsilcimiz ve talebemiz Vuqar Azizov kardeşimin nefis metni… Bu kadar lezzetli, bu kadar dokunaklı ve bu kadar sarıp sarmalayıcı olabilir bir metin…

    Gazze, milat oldu demiştim 7 Ekim yazımda 2 yıl önce. Gerçekten de öyle oldu. Bir Gazze’den öncesi var, bir de Gazze’den sonrası. Gazze’den sonra tarih yeniden yazılacak. İşte bu yazıda bunun şifreleri ve ipuçları gizli…



    TARİHİN ÖZSÜZLEŞME SERÜVENİ

    Bugün İsrail’ in Gazze’de işlediği soykırım herkesin malumu. Fakat biz, bu savaşı yalnızca mekân ve zamanla sınırlı biliyoruz. Oysa bu savaş, bütün dünyayı ikiye ayırdı: ya Gazze’siniz; ya İsrail. Nerede olursanız olun, bu iki çizgiden birindesiniz

    Peki fark nerede? Fark şurada: Batı’nın kurduğu düşünce dünyası, en somut hâlini orada açığa çıkardı. İsrail, Batı merkezli modernitenin zirvesidir; olgunlaşmış, kendini bütün çıplaklığıyla göstermiş hâli.

    Ama bizler? Bizler de bundan münezzeh değiliz. Eğer modernitenin ürettiği fikrî normlarla yaşıyor ve bu paradigmayı temel kabul ediyorsak, biz de aynı çizginin üzerindeyiz. O hâlde İsrail, sadece orada değil; bizde de var. Yani Yusuf Kaplan hocamızın dediği “biz” yokuz. 


    Bu katliam, 2023’te başlamadı. Kökleri çok daha derinlere, tarihin özsüzleşme serüvenine dayanıyor. Dünyada bugün tek bir “öz” hâkim: Batı’nın “özsüz”lüğü. İsrail, bu özsüzlüğün olgun meyvesi; diğerleri ise kendi halleriyle bu sürecin destekçisi.

    Gazze ise, bu özsüzlüğün doğurduğu “öksüzlük»tür. Özünü kaybedenlerin öksüzü. Bizim “yok” dediğimiz “biz”in, öksüz ruhun haykırışı. Katılaşmış dünyada açılan bir çatlak. İşte Gazze, o çatlaktan yükselen son nefesin sesi.

    Bedenin kaynağı güçtür, iktidardır, maddiyattır. Ruhun kaynağı ise merhamettir. İsrail, bedene hapsolmuş dünyanın son kudreti ve iktidarıdır. Bu kudretin altında ruh sürekli patlama yaşıyor; Gazze’de işte bu patlamanın, dünyevileşmenin zirvesinde sıkışan ruhun ıstırabı yankılanıyor…



    İLÂHİ RÜZGÂRIN SÜRÜKLEDİĞİ NUH'UN GEMİSİ

    Bu ses, bir çığlık gibi dünyaya yayılıyor... 

    Katılaşmamış kalplere dokunuyor... 

    Ve bugün, dünyanın her köşesinden sivil gemiler Gazze’ye doğru akıyor... Bu akış, kalplerden esen merhamet nefesidir. İlahî rüzgârın sürüklediği Nuh’un gemisi...

    Sumud Filosu, bu hakikatin sembolüdür: merhametin zalime karşı dimdik duruşu, yer ve göklerden açılacak ilâhi intikamın habercisi.

    O hâlde soru bize yöneliyor: Gemide misiniz, yoksa dünyada mı?

    Gazze, bu anlamda modernitenin çöktüğü; merhametin diriliş noktasına dönüştüğü yerdir. Dünyanın bize gebe olduğunu söyleyen Yusuf Kaplan hocamızın işaret ettiği “biz”, Gazze’nin gözyaşlarında bize mesaj vermekte.



    Ama biz kimiz? Dünya dertlerinden, dünya hedeflerinden sıyrıldık mı? Yoksa yalnızca İsrail’e sövüp aynı zihniyetin içinde mi kalıyoruz

    Çünkü çoğu kez biz de aynı “ilerleme”, “iktidar” ve “maddiyat” psikolojisine kapılmışız. Sadece kimlik ve etiketimiz farklı. Gücü ele geçirip İsrail’i ezmek istiyoruz; peki sonra? Gücü korumak için aynı mantıkla yeni düşman yaratmayacak mıyız? Böyle olursa, aslında biz de yeni bir İsrail olmaktan öteye geçebilir miyiz?

    Oysa hakikat merhametin iktidarında saklıdır. Sen neden merhameti, nezaketi ve maneviyatı iktidarın temeli yapmıyorsun? Neden çıkış noktan hep güç ve ilerleme oluyor?


    HER YER İSRAİL’Dİ… ŞİMDİ, HER YER GAZZE, OLACAK…

    Bugün ellerimizde tuttuğumuz telefonlardaki hız, haz ve ayartı da İsrail’in bombasıdır. Çünkü bu da ruhumuzu vuruyor. Ve bilinenİsrail’den öte, aslında her yer İsrail, her yer Gazze olmuştur. Modernitenin zehri bütün hayatımıza sızmıştır. TikTok’ta, Instagram’da iktidar arıyoruz; ama orada iktidar olan yalnızca hızdır, hazdır, ayartıdır. Biz, başkasının kavramlarında iktidar olamayız. Sadece köle oluruz. Yusuf Kaplan hocamızın “epistemik köleler” dediği hâl işte budur.

    En kötüsü ise bunun farkında bile olmamaktır.

    Evet… Her yer İsrail, her yer Gazze. Zaman ve mekân kavramları aşılmıştır. Dünya, aynı anlayışın tersine dönmüş yansımasına dönüşmüştür.

    Sumud, bu hakikatin sembolik gemisidir. Gazze’den yükselen “ses”tir; ona yönelen merhametin “nefesi”dir. Merhamet harekete geçmişse, tufan yakındır. Ve bu tufandan doğacak olan, hakikate gebe yeni bir “biz”dir.

    YUSUF KAPLAN

    _____________________________




  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.