Şimdi Ara

FILOZOFLAR (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
34
Cevap
2
Favori
2.562
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orjinalden alıntı: BİLİNÇLİ DİZAYN

    İslam ahlakının inananlara kazandırdığı önemli bir özellik de yüksek sanat ve estetik anlayışıdır.

    Kuran'da bildirilen cennet tasvirleri, olabilecek en yüksek kaliteyi, ince bir zevki ve göz kamaştırıcı bir ihtişamı tarif etmektedir.

    Bu anlayışı kalplerine yerleştiren Müslümanlar, eşsiz eserler ortaya koydular, yönettikleri ülkeler dünyanın en seçkin ve "modern" mekanları oldu.

    İslam, Arap Yarımadasından dört bir yana doğru yayılırken, beraberinde büyük bir kalkınma ve zenginleşme de getirdi. .


    İslam medeniyetini dünyanın dört bir yanına ulaştıran Müslümanlar, bu topraklarda görkemli eserler inşa ettiler.

    Müslümanlar, her gittikleri yere medeniyet götürdüler.

    Örneğin Tunus'ta kente temiz su sağlamak için dahiyane bir arıtma sistemi kurdular. Birbirine bağlı olan iki büyük havuzda dinlendirilen su, tüm tortulardan arındırılıyor, sonra da kapalı borularla şehre dağıtılıyordu.

    Avrupalıların böyle bir şeyi düşünmeleri bile, ancak yüzyıllar sonra olacaktı.

    Suriye'deki Müslüman mühendisler suyu şehre taşımak için tasarım harikası değirmenler kurdular.

    Başkent Bağdat ise, dünyanın en görkemli ve en modern kentiydi. Mimari ve şehir düzenlemesi yönünden göz kamaştırıcıydı. Bağdat'a yolu düşen bir gezgin, şunları yazmıştı:

    Bağdat'ın tüm mahalleleri, parklarla, bahçelerle, villalarla ve meydanlarla, görkemli çarşılar, harikulade camiler ve hamamlarla dolu. Ve bu harika şehir nehrin her iki yanında kilometreler boyunca bu güzellikte uzanıyor.

    Müslümanlar tarafından Granada'da inşa ettirilen el-Hamra Sarayı, Endülüs'ün en ünlü eserlerindendir. İslam dünyasının bir başka görkemli merkezi ise İspanya'ydı. Burada kurulan Müslüman Endülüs devleti, tüm Avrupa'nın en modern ve gelişmiş ülkesiydi. Başkent Kordoba, olağanüstü mimarisi, bakımlı ve ışıklı sokakları, kütüphaneleri, hastaneleri ve saraylarıyla göz kamaştırıcıydı.

    O sıralarda Paris, Londra gibi büyük Avrupa kentleri, pis, karanlık ve bakımsızdı. Bu nedenle, Kordoba'ya gelen Avrupalı Hıristiyanlar, şehirde gördükleri büyük ihtişam, kültür ve sanat karşısında şaşkınlığa kapılıyorlardı. Boston Üniversitesi'nde görevli tarihçi Sheila Blair Kordoba'nın ihtişamını şu sözlerle tarif etmektedir:

    9. ve 10. yüzyılda Kordoba kenti Avrupa'daki en büyük kentlerden biri ve en çekicisiydi. Şehre gelen insanların bu konudaki tasvirleri var elimizde. Bütün bu çiçekler, bu açık caddeler, bu harika ışıklandırma... Kuzeydeki (Hıristiyan) şehirleri ise karanlıktı. Sadece Kordoba'da temiz içme suyu vardı, insanlar büyük evlerde yaşıyordu. Paris'te ise insanlar nehir kenarındaki küçük kulübelerde yaşamaktaydı.

    Kordoba'nın ihtişamından günümüze kalan çok az eserden biri, bugün kentin merkezinde yer alan Katolik katedralidir.

    Bu katedral gerçekte bir camiydi, sonradan kiliseye çevrildi. Caminin içi ise gelenleri büyüleyen bir estetiğe sahipti.

    Kordoba'ya gelen Hıristiyan gezginler, bu ihtişamdan çok etkileniyorlardı. 10. yüzyılda Horotzwither isimli Sakson kökenli bir rahibe, Kordoba'yı "dünyanın süsü" olarak tanımlamıştı.

    Endülüs'ün en görkemli yapılarından biri de, İslam sanatının ve estetiğinin harikulade örneklerini barındıran el-Hamra Sarayı'ydı. Sarayın her detayında, İslam'ın insanlara kazandırdığı yüksek ruhun ince zevki okunuyordu. El-Hamra'nın bahçeleri, yer çekiminden yararlanılarak yapılan kompleks fıskiye sistemleri ile doluydu.


    Amacımız maziyle övünmekse varın övünün...İhtişam görkem!!!??yaşadığımız dünya da hangi islam ülkesiyle örtüşüyor?Terör,canlı bomba, kutsal amaç uğruna insan öldürmeyi kendine hak gören bir inanç!!!Neyin ihtişamı? öldürmenin çeşitli yollarının gösterildiği bir inanç mı?Domuz bağı!boğazı kesilen insanlar, suçu günahı olmayan insanların canlı bombalar eliyle öldürülmesi!Bu mu ihtişam.

    Diyelim bunlar sıradışı!Nerde sizin bahsettiğiniz islam ve islam ülkeleri?hala 1000 yıl öncesindemiler?Şu bahsedilen ihtişam nerde?eğer geri kalmışlık ihtişam ise;çoğu islam ülkesi ihtişam içinde!

    Saygılarımla,



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Massaimassai -- 29 Haziran 2008; 2:06:07 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: _TurkmenBoy_

    BİLİM=AMERİKA DİYENLER...........

    TÜM DÜNYANIN KULLANDIĞI RAKAMLAR ARAP RAKAMLARI DEĞİLMİ??



    Ya hakkaten ARaplar felsefede acayip gelişikti bir aralar. Farabi İbni sina İbni Rüşd vs vs. Ne zaman ki İslam saçma ve yanlış anlaşıldı her şeyini çine din sokuldu o zaman felsefede yıkıldı. İslamı, dini içinde barındırmayan, dinle ilgisi olmayan her görüş yıkıldı. Yani anlıyacağın bu kişilerin İslamı benimsemelerinin aslında sadece Arap felsefesini yıkmakta etkisi oldu. Ama suç tabiki İslamda değildir. Suç İslamı kötüyek ullanan Araplardadır. (Tabi sadece Araplar değil ya neyse)
  • @Arukard,
    İslamında enine boyuna sonuna bakarsanız oda bir felsefedir. Kendi içersinde bir mantığı ve önermeleri vardır.

    Her konuyu ısrarla dine veya İslama çekmek bence pek hoş değil. Bir yerden sonra sürekli kendini tekrar etmeye başlıyor bu olay.

    Neyse 3 sene önce açılmış bir topikte tartışıp sakinleşen tozu dumanı tekrar kaldırmak bana göre değil.

    Bu arada @Arukard 20 günden sonra bu ilk mesajınız(K.b.de) özlettiniz kendinizi
  • çok güzel topic te gözlerim yoruld bea..
    ama bilim için buna değer


    HANİ NEREDE HORATİUS?
  • bu topici akıl edip açan arkadaşa teşekkür ederim ellerine sağlık

    benim favorilerim(hegel,karl marx,i.kant ve descartes) olmasa da eskileri(bu işin temelini atanları) güzel bir biçimde aktarmış..

    vakit ayırabilirsem bu dediklerimi(sevdiğim filozoflar) eklemeye gayret edicem

    @metalgardiyan

    evet değer
  • El-Cezeri

    Aslında bakılırsa sadece İslam değil bütün dinler felsefedir. Hatta din zaten felsefedir. Dinin kanıtlanamamış olması onun felsefi olduğunun da göstergesidir. Din felsefeside dinin doğru akılsal yerlerini bulup gerçek olduğunu kanıtlamaya ya da olmadığını kanıtlamaya çalışır. Ancak Din felsefesi tüm dinleri dışarıda bırakır. Din, Tanrı ruh vs kavramları Dinlere bağlı kalmadan açıklamaya çalışır. Ancak İslam felsefesinin çöküşünün nedeni insanların dini her şeyin içine sokup dinle ilgisiz her şeyi kaldırmalarıdır. Felsefe böyle olmaz.

    İslam kendi içinde felsefedir. Doğrudur, ancak bunu kelamcılar tasavvufçular vsler araştırır.
    Din felsefesi bence gereksizdir çünkü hiçbir zaman bir sonuca ulaşılmayacktır o yüzden pek ilgilenmiyorum o konuyla.

    Evet bayadır uğrayamıyorum. Tatilde pek uğrayabileceğimide sanmıyorum ara sıra fırsat buldukça bakıcam foruma.




  • fiziksel sadizmine ve çıkarcılıgına katılmasamda özürgürlük savaşı taktir edilesi filozof

    Marquis de Sade 1740 - 1814

    Fransız aristokrat ve felsefe yazarı. Yaklaşık 29 yılını hapisanede, 3 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Bir diğer önemli eseri de Justine'dir. Sadizm'in kökeninin onun yazdıklarına dayandığı bilinir.

    Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde hapsedildi; onbir yıl Paris'te (on yılı Bastille'de geçti), bir ay Conciergerie'de, iki yıl kalede, bir yıl Madelonnettes'de, üç yıl Bicêtre'de, bir yıl Sainte-Pélagie'de ve 13 yıl Charenton akıl hastanesinde. Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm" kavramı adından türetilmiştir.

    Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişilerarası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizm"e varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır. Eserlerinde ahlaksal eylemin belirleyicisi olarak etik değerler değil de, içgüdüler ya da "koşullu buyruklar" eylemin "ilkesi" yapılırsa neler olacağını anlatır.

    Olaylar ve tutuklanma

    Sade’nin olaylı ve ahlaksız bir yaşam sürdüğü ve fahişelere olduğu kadar Lacoste kalesindeki kadın ve erkek çalışanlara da kötü muamelede bulunduğu söylenir. Sade’nin bu davranışları arasında Lacoste kalesine gelen karısın kız kardeşi olan Anne-Prospere olayı da vardır.

    Sade’nin en önemli skandallarından biri Rose Keller adındaki bir kadını kendisine cinsel anlamda hizmet ettirmeye zorladığı 1768 yılı Paskalya Yortusu gününde meydana geldi. Kadını Arcueil’deki şatosunda zorla tutmasından, fiziksel ve cinsel yönden kötü muamele göstermesinden dolayı suçlandı. Ayrıca bu dönemde önemli bir suç olan hakaretten de yargılandı. Kadın ikinci kat penceresinden tırmanarak kaçtı ve gördüğü kötü muamelenin karşılığını alamadı. Sade’nin kayın validesi la Presidente, Sade’yi mahkemeye çıkarmamak için Kral’dan bir belge aldı (lettre de cachet). Bu belge (lettre de cachet) daha sonra marquis için felaket olacaktı.

    1763 yılında Sade Paris yakınlarında yaşamaya başladı. Birçok fahişe onun kötü davranışlarından şikâyetçiydi ve polis tarafından gözaltına alındı, yaşanan olaylar hakkında detaylı raporlar tutuldu. Birçok kısa tutuklamadan sonra serbest bırakıldı ve 1768’de Lacoste kalesine geri döndü.

    1772 yılında Marseille’de, uşağı Latour ile birlikte öldürücü olmayan, afrodizyak olarak kullanılan kurutulmuş kuduzböceği tozu ile zehirlemekten ve sodomi suçlarından yargılandı. Bu yıl içerisinde ölüm cezasına çarptırıldı. Karısının kız kardeşini de alarak İtalya’ya kaçtı ve kayınvalidesi bu suçu yüzünden onu asla affetmedi. Bu sefer lettre de cachet belgesini onu tutuklatmak için aldı.

    Sade ve uşağı 1772 yılının sonlarına doğru Latour Miolans kalesinde yakalanıp tutuklandı ancak dört ay sonra kaçtılar.

    Sade daha sonra suç ortağı olacak olan karısının yanına Lacoste kalesinde saklandı. Bir grup genç işçiyi burada hapsetti ve işçiler cinsel tacizlerinden şikâyet edip kaleyi terk ettiler. Sade tekrar İtalya’ya kaçmak zorundaydı. Bu süre içinde İngilizce'ye çevrilmemiş olan yolculuk maceralarını anlatan Voyage d'Italie adlı romanını yazdı. 1776’de Lacoste kalesine geri döndü ve yine çok sayıda hizmetçi kızı zapt etti ve birçoğu kaleden kaçtı. 1777’de hizmetçi kızlardan birisinin babası, kızına sahip çıkmak ve Sade’yi öldürmek için Lacoste kalesine geldi, silahın ateşlenmemesi Sade için büyük şans oldu.

    Sonraki yıl aslında bir yıl önce ölmüş olan annesini ziyaret etmek için Paris’e gitti. Burada tutuklandı ve Château de Vincennes’de hapsedildi. 1778’de ölüm cezasının verilmesi için başvurdu ancak tutuklu kaldı. Buradan da kaçtı ancak kısa bir süre sonra yakalandı. Yazmaya tekrar başladı ve burada kendisi gibi erotik yazılar yazan Comte de Mirabeau ile tanıştı ama birbirlerini hiç sevmediler. 1784’de Vincennes hapishanesi kapatıldı ve Sade Bastille’ye gönderildi. 2 Temmuz 1789 hücresinden dışarıdaki kalabalığa doğru yüksek sesle ‘burada tutukluları öldürüyorlar’ diye haykırdı. İki gün sonra Paris yakınlarındaki Charenton akıl hastanesine gönderildi. (Fransız İhtilali’nin başlangıcı sayılan Bastille Buhranı 14 Temmuz’da meydana geldi.)

    Sade başyapıtı Les 120 Journées de Sodome (Sodom’un 120 günü) için çalışıyordu. Nakil sırasında eserin müsveddesi kayboldu ancak yazmaya devam etti. Yeni Kurucu Meclis lettre de cachet(kraldan alınan belge) uygulamasını kaldırdıktan sonra 1790’da Charenton hapishanesinden salındı. Kısa bir süre sonra karısı Sade’den boşandı.

    Unvanı

    Ailesi comte ve marquis unvanlarını seçti. Büyükbabası, Gaspard François de Sade, ailede marquis unavını kullanan ilk kişiydi. Genellikle marquis de Sade olarak bilindi ancak bazı belgelerde marquis de Mazan olarak da bilinir. Ancak Donatien de Sade’nin yaşadığı yerde ne onun ne de atalarının hakkında bir belge bulunamadı ayrıca Provence parlamentosu tarafından marquis ya da comte unvanlarını onaylayan yasal bir belgeye ulaşılmadı. Soyluluk unvanını kullanabilmek için böyle legal bir onaylama gerekliydi. Noblesse d'épée’nin yani eski Fransız soylularının üyesi olan Sade ailesi soyluluklarının eski Avrupalılardan geldiğini iddia ediyordu. Aslında ailenin atası Laura de Noves’di. Verilen mağrur unvanların kral tarafından onaylanması gelenekseldi. Ailenin marquis ve comte unvanlarını farklı şekillerde kullanması Fransızların unvan hiyerarşisinin göreceli olduğunu yansıtır. Teoride marquis unvanı birkaç gemiye sahip olan soylular için uygundur. Ancak bu unvanın belirsiz kişilerce kullanılması itibardan düşmesine neden oldu. Mahkemede öncülük unvana değil soyluluğun kıdemine ve kraliyet onayına bağlıydı. Evliliğinden önceki yazışmalarda Sade, babası tarafından marquis şeklinde ifade edildi. Ancak ondan sonraki nesiller bu şerefli ama gayri resmi unvanı kullanmayı reddederek kendilerine comtes de Sade dediler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kargaşa -- 1 Temmuz 2008; 15:48:01 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: thy majesty

    bu topici akıl edip açan arkadaşa teşekkür ederim ellerine sağlık

    benim favorilerim(hegel,karl marx,i.kant ve descartes) olmasa da eskileri(bu işin temelini atanları) güzel bir biçimde aktarmış..

    vakit ayırabilirsem bu dediklerimi(sevdiğim filozoflar) eklemeye gayret edicem

    @metalgardiyan

    evet değer





    ben tesekkur ederım.




  • bunları okuyan varsa helal
  • OKUYORUM ARKAŞDM TEKER TEKER
  • Hepsini okumayın yav. Akla, göze zarar.

    Yada aradığınız bir bilgi varsa CTRL+f tuşuna basın aratın, bulun
  • (19 Mayıs 1798'de) Birkaç gün sonra filosunda onunla (Napoleo'la) birlikte astronomlar ve mesahacılar, kimyagerler ve mineraloglar, teknikçiler veressamlar ve şairler bulunuyordu!

    Çünkü FRANSIZ ve İNGİLİZ filosunda (yakıp, yıkmak için) yalnız İKİ BİN TOP değil, aynı zamanda FRANSIZ gemicilerinin ve askerlerinin <<EŞEKLER>> dedikleri YÜZ YETMİŞ BEŞ (sözde) <<SİVİL BİLGİN>>de bulunuyordu!

    (Ermeni) DENON sayısız KAĞITLARDA (sözde ressamların İskenderiye'deki tablolardan kopyaladıkları tablolar), MEMLUK <<Ed Devletu't Türkiye>> (Türk Devleti) MÜCEVHELERİYLE ZENGİNLEŞMİŞ OLAN (Fransız ve İngiliz) askerlerinkinden daha değerli bir ganimet (Tabloların kopyalarını) getiriyordu!

    Ama o zaman PARİS'e kadar varabilenlerin BİR BİLGİNLER KUŞAĞINA YETECEĞİ MEYDANA ÇIKTI; (İskenderiye kütüphansinde) HİÇ BİR PARÇA
    kopya EDİLMEDEN BIRAKILMAMIŞ OLDUĞU GÖRÜLDÜ!

    BONAPARTE'ın elegeçirdiği bütün Mısır, Ed Devletu't Türkiye eserlerini (kopyaladıktan sonra) İNGİLTERE'ye TESLİM ETMEK ZORUNDA kaldı! Bunların TAŞIMA İŞİNİ General Hutchinson yaptı!

    Bu olaya imza koyanlar: Alman profesörleri Dr. Eugen von Mercklin, Dr. Carl Rathjens, Dr. Franz Temer, Dr. Kurt Erdmann, Dr. HARTMUT SCHMÖKEL ve SEHLİEMANN, Dr. Ernst Meyerve Dr. Walter Hagemann'dır!

    --------------------------------------

    FRANSIZ DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI'nın Türkiye'deki FRANSIZ Büyükelçiliği'nin ve İstanbul FRANSIZ Kültür Merkezinin DESTEĞİYLE hazırlanmıştır'

    TÜRK ARŞVLERİ gerçekten ŞAŞKINLIK VERİCİ nitelik ve niceliklerini kavramak güçtür. Bunları HER YERDE, işgal ettikleri TÜM BÜYÜK KENTLERDE rastlanır, çünkü TÜRKLER HER ŞEYİ (yok edilmekten korumak için) KAYDETMİŞLERDİR ve MUHAFAZA ETMİŞLERDİR!

    -Bu belgelerin hepsi günümüzde mevcuttur (Ey Uşaklar!)! Avcrupalılar girdikleri ülkelerde ve şehirlerde yağmanın önünegeçmek için böyle belgeleri var mıdır?

    1400 yılı, sözde Avrupanın Rönesans ve Reforum dönemi mi?!

    Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü arşivlerinde YÜZ MİLYONDAN FAZLA BELGE BULUNDUĞU ve bu BELGELERDEN BAZILARININ yüzlerce sayfalık BİR KÜTÜK de olabildiği BİLİNMEKTEDİR. İsanbul'da 20 kadar kütüphane vardır ve bunların başlıcaları TOPKAPI KÜTÜPHANESİ ile SÜLEYMANİYE CAMİİ KÜTÜPHANESİ'DİR! Süleymaniye Camii Kütüphanesindeki ELYAZMASI SAYISI 56.483 olduğu düşünülmektedir. Bu durumda (Paris ile) İNSAN (olan!) ister istemez bir KARŞILAŞTIRMA YAPMAK zorunda kalıyor (Avrupa veya Fransa, rönesansı, reforum'u ve 1789 devrimini yapmış olabilirler mi?! Tabiki, kılavuzu EŞEKLER olmuyanlar için!) biz burada sadece FRANSIZ KRALI V. CHARLES'in ÖLÜMÜN (1480)'de KİTAPLIUĞINDA 1200 elyazması OLDUĞUNU (Fransız Engizisyonunca), bunun SON DERECE YÜKSEK BİR MİKTAR SAYILDIĞINI (Fransa'ya dışarıdan 1798 öncesi kitap bilesokulamadığı!!), bu nedenle de "KİTAPLIĞA" o dönemin (Engizisyoncularının seçtikleri sözde) SEÇKİN AYDINLARINI ÇEKEN bir yer durumuna geldiğini (bilgiden, bilimden habersiz olanlara) ANIMSATLATMAKLA YETİNELİM (diyor! Jean-Paul Roux)

    Nizamülmülk, MÜSLÜMAN ORTODOKSLUĞUNU (Sözde doğru yol SÜNNÜLÜK) güclendirmek ve YAYMAK amacıyla bir KURAN OKULU ya da daha doğrusu BİR DİN ÜNİVERSİTESİ SAYILAN MEDRESE2yi yarattı. Bu KURAN OKULUNDAN ya da DİN üniversitesinden ibaret sayılmıştır. Aslında daha çok İNGİLİZ "KOLEJ"ine veya EĞİTİM ve araştırma kurumuna benziyordu!

    -İslem dini kurallarını koyan, MUHAMMED mi, Nizmülmük mü?

    MÜSLÜMAN ORTODOKSLUK (sözde doğru yol- SÜNNÜLİK) ile MÜSLÜMAN PROTESTANLIK (Alevilik değil, Kızıl başlıklılar) arasında böylece BİR DİN SAVAŞI PATLAK VERİR!

    -Dikkat ederseniz, SÜNNÜLER bu savaşı başlatabilmek için uğraşıp dururlar!

    İSLAMIN AMENTÜSÜ (mü, Amen'i mi, yoksa Amin'i mi?)

    PROTESTAN: Önceleri Luther'ci parti tarafından, İKİNCİ SPEYER DİYETİNDE (19 Nisan 1529) sunulan <<PROTESTO>> yu imzalayanları (Kızıl başlıklıları) belirleyen kelime. (Bu terim daha sonra ROMA KİLİSESİNDEN ayrılarak (İstanbu ve İZNİK'te), BÜTÜN REFORMU benimseyenler için kullanıldı.

    PROTESTANLIK: Reforum hareketinden doğan DİNİ DOKTRİN ve kiliselerin (camiler de dahil) tümü.

    ANSİKL.- (İznik, Amen-tüsü: 325!) Dört yüzyıldan beri <<REFORMCU>> veya <<LUTHER'ci>> veya <<ANGLİKAN>> bir DOĞMA kurmak isteyen her <<<PROTESTAN "protestacı">> İLAHİYATI, insanoğlunun kurtuluşunu DOĞRUDAN doğruya (Hıristiyan ve Müslümanlardaki aracı DİN ve tarikat adamları olmadan) ve sadece TANRININ İNAYETİ ve RAHMETİNE bağlar!

    Mesela bütün REFORMCU KİLİSELER ilmihallerinde havariler (AMENTÜ)sünü açıklamasına yer verirler!

    -Sizi ilmihallerinizde yok mu?!




  • Bence bulabildiğin her filozofun üstüne resmini ekleseydin daha çok ilgi olurdu ama emeğe saygı olsun diye 5-6 tanesini okudum...
  • Konuyu saptırmak gibi olmasın ama o yıllarda milet bir Anadolu yerleşimi idi o halde miletli filozoflar nasıl yunan düşünürü oluyo ??
  • 
Sayfa: önceki 12
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.