Şimdi Ara

FIFA:En başarılı takım Galatasaray (8. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
191
Cevap
3
Favori
11.041
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: El Cazador


    quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Different 1903

    Tebrikler bir tane kinder surprise kazandınız.


    Çikolatasını yedikten sonra oynaman için oyuncağı sana verebiliriz



     FIFA:En başarılı takım Galatasaray



    Bu çok fena yalnız.




  • keşke her sene Galatasaray böyle başarılı olsa. Galatasaraylılar için başarılı olmak ilk 10 a girmek veya ligde kalmak filan heralde
  • quote:

    Orijinalden alıntı: L4rry

    keşke her sene Galatasaray böyle başarılı olsa. Galatasaraylılar için başarılı olmak ilk 10 a girmek veya ligde kalmak filan heralde


    Türkiye'nin en başarılı klübü denmiş. Bu sıfat 1 sezon ile kazanılmaz. Fifa falan ''Turkish Giant'' diye de bahseder bizden, bilmiyorsan anlamını büyüklerine sor.
  • Galatasaray'ın başarısına laf söyleyenlerin ve buna yorum yapan GS'lilerin aklından şüphe ederim.Türkiye'nin en başarılı klubü Galatasaray'dır.

    Şampiyonluğumuzu kutlayıp,bir gün Galatasaray'ın sahip olduğu kupalara sahip olmayı umalım
  • Adamı fenerbahçeden soğuttunuz yapmayın.
  • Vurmayın öldü arkadaşlar
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Z.K

    Galatasaray'ın başarısına laf söyleyenlerin ve buna yorum yapan GS'lilerin aklından şüphe ederim.Türkiye'nin en başarılı klubü Galatasaray'dır.

    Şampiyonluğumuzu kutlayıp,bir gün Galatasaray'ın sahip olduğu kupalara sahip olmayı umalım


    İşte gerçek bir FB'li. Bravo hocam, her takımın senin gibi bir taraftara ihtiyacı var.

    (Not: GS'lıyım.)
  • Galatasaray Fransız takımı diye atıp tutanların şu an daha büyük problemi Selçuk İnan'ın alacağı ücret sanırım. 2 gündür cevap gelemedi yazıma.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Onder1911


    quote:

    Orijinalden alıntı: anfield0


    quote:

    Orijinalden alıntı: Onder1911
    futbolun kendinden zevk almak yerine niye büyüklük yarışına giriyorsunuzki? 3 büyük kim ne derse desin 3 büyük olarak kalacaktır sportif başarı büyüklük sırası kendi içinde sürekli değişecektir bu bu kadar basittir. sonuçta bu üç büyük kulüp 100 yıllarını devireli çok oldu ama ortada dünya çapında somut bir başarı yok denecek kadar az

    Arkadasim hiiiic samimi gozukerek avutma kendini hangi takimlisin bilmiyorum ama. Kimsede avrupa kupasi yokken bir uefa birde super kupa muthis bir buyukluktur 2-1falan olsa mesela tmm ama 1-0 cok farkli birsey

    arkadaşım beşiktaşlıyım öncelikle. sizin kupalarınızı küçümsemedim asla zaten şuanda galatasaray en başarılı futbol takımıdır bunu kimse inkar etmiyor ama 20 yıl sonrada bizim uefamız var diye mi avunacaksınız? nese benim dediğim çok farklı bişeydi


    Biz UEFA Kupası ve Süper Kupa'yla avunacağız. Siz neyle avunacaksınız?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Noir Désir

    Brooklyn denen şahıs, klübü şampiyon olduğu için forumda istediği gibi at gezdirebileceğini sanmış sanırım.

    Bi kere Ali Sami kişisi değil, Ali Sami Yen Bey diyeceksiniz. Ali Sami Yen sadece Galatasaray için değil Türk Sporu için çalışmış bir şahsiyettir, azıcık saygınız olsun.


    Ali Sami Yen'in bahsettiği Hasan Kamil, Hasan Kamil Sporel'dir.


    Fenerbahçe'lilerin yakından tanıdığı Zeki Rıza Sporel'in kardeşidir.
    Hasan Kamil Sporel, Fenerbahçe'nin Galatasaray'a gol atan ilk futbolcusudur. Galatasaray Lisesi mezunudur, ve Fenerbahçe Spor Klübü başkanlığı yapmıştır.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_K%C3%A2mil_Sporel

    Ali Sami Yen'in bahsettiği Galip, Galip Kulaksızoğlu'dur.


    Galip Kulaksızoğlu Galatasaray Lisesi'nde okuyup, liseyi Saint Joseph'te tamamlamıştır. Futbola Galatasaray'da başlayan Galip Kulaksızoğlu, Fenerbahçe'ye geçmiş ve Fenerbahçe Spor Klübü başkanlığı yapmıştır, Fenerbahçe'nin 10 kurucusu arasındadır.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Galip_Kulaks%C4%B1zo%C4%9Flu

    Ve maalesef Fenerbahçe Spor Klübü, Galip Kulaksızoğlu'nu Galatasaray Lisesi'nde okumuş olmasından utandığı için kurucu olarak göstermez. Kendi kurucusundan utanan bir klübün taraftarı olmak nasıl bir duygu acaba ?


    Ali Sami Yen'in bahsettiği Hamit Hüsnü, Hamit Hüsnü Kayacan'dır.


    Hamit Hüsnü Kayacan Galatasaray Lisesi mezunudur. Galatasaray Spor Klübü kurucularındandır, 1912 yılında Fenerbahçe Spor Klübüne idareci olarak geçmiştir. Fenerbahçe Spor Klübü başkanlığı yapmıştır.
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Hamit_H%C3%BCsn%C3%BC_Kayacan


    Ali Sami Yen'in bahsettiği İsmet, İsmet Uluğ'un ta kendisidir.


    İsmet Uluğ Galatasaray Lisesi mezunu, Galatasaray Spor Klübü'nde futbolculuk yapmıştır. Daha sonra Fenerbahçe'ye geçmiştir ve Fenerbahçe Spor Klübü başkanlığı yapmıştır.

    http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0smet_Ulu%C4%9F

    Ali Sami Yen'in bahsettiği Hikmet, Hikmet Topuzer'dir.


    Yukarıda kısa biyografilerini yazdığım kişilerin isimlerini, Fenerbahçe Spor Klübü'nün resmi sitesinde bulabilirsiniz. Tabii Galip Kulaksızoğlu dışında.
    bakınız :http://www.fenerbahce.org/kurumsal/detay.asp?ContentID=18

    Allah'a şükürler olsun ki, Galatasaray Spor Klübü'nün ne kurucularının ne de başkanlarının Fenerbahçe Spor Klübü ile alakası yoktur. Ama Fenerbahçe Spor Klübü'nün kuruluşunda ve ilk dönemlerindeki Galatasaray izleri inkar edilemez.

    ---

    Şimdi gelelim öteki mevzuya. Galatasaray Spor Klübü ve Galatasaray Lisesi işgal kuvvetleri yaltakçılığı yapmamıştır. Fenerbahçe Spor Klübü oyuncuları İngiliz Komutanı adına düzenlenen kupada kankiş kankiş maç yapıp kupa aldım diye sevinirken, Galatasaray Spor Klübü maçlara çıkaracak futbolcu bulamıyordu acaba neden ?

    Çünkü Galatasaray Lisesi, tıpkı ülkedeki diğer Türk okullarında olduğu gibi savaş dönemi öğrenci değil savaşa asker yetiştirmiştir. Galatasaray Lisesi'nden öğrenciler ve Galatasaray Spor Klübü'nün sporcular çeşitli savaşlarda şehit olmuştur.

    Şehit olanların listesi buradadır ;http://www.galatasaray.org/tarih/pages/tarih_sehitler.php

    Atatürk'ün Nutuk'taki satırlarına gelirsek. Kitabın gerçeğinde ''sultani mektepleri'' yazmaktadır. Osmanlıca, sultani kelimesi lise anlamına gelmektedir, mektep ise okul. Galatasaray Lisesi'nin o dönem aldığı isimlerden biri Mekteb-i Sultani'dir, fakat Türkiye'deki tek Mekteb-i Sultani Galatasaray Lisesi değildir. Mekteb-i Sultani adını alan birçok okul vardır. Bunların bir örneği İzmir Atatürk Lisesi'dir. Bu okulların da işgale uğradığını düşünürsek, kimse Atatürk'ün orda bahsettiği okulun Galatasaray Lisesi olduğunu söyleyemez.

    Biraz fotoğraflarlı örnekler verelim, İşgal kuvvetleri yaltakçısı Galatasaray Lisesi, savaşta yaralı düşen Türk askerlerini ağırlıyor.

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray


    Atatürk ile Galatasaray kelimelerini yan yana getirirsek :

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray

     FIFA:En başarılı takım Galatasaray


    Bunları hazmedebilirsen, Fenerbahçe Spor Klübü'nün siyasi tarihinden de bahsedeceğim. Hani şu Atatürk'e suikast düzenleyen başkanınız Doktor Nazım'dan, İttihat ve Terrakiciliğinizden, İstanbul Erkek Lisesi ile olan yakınlığınızın nedenlerinden, Muhsin Batur ve Fenerbahçe transferi için askeri uçak kaldırmasından, tarih boyunca süren iktidar yakınlığınızdan...

    Tarih, tarihi bilen için çok açıktır. Tarihi bilmeyip, antu.com'daki bir kaç holiganın zırvalıklarını kaynak olarak kabul edenler de senin gibi Galatasaray'a laf attığını sanır.

    Ben Doktor Nazım'ların tarafında değil de Tevfik Fikret'lerin tarafında olduğum için çok mutluyum. Hani şu Galatasaray'ı ittihat ve terakkinin oyuncağı durumuna gelmesini engelleyen, Galatasaray Lisesi müdürü, Atatürk'ün ''ben devrimci ruhumu ondan aldım'' dediği, en çok sevdiği şair Tevfik Fikret...

    Peki ya sen ?





    Brooklyn


     FIFA:En başarılı takım Galatasaray




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Noir Désir

    Galatasaray Fransız takımı diye atıp tutanların şu an daha büyük problemi Selçuk İnan'ın alacağı ücret sanırım. 2 gündür cevap gelemedi yazıma.


    Kolay değil anca hazmediyorlardır.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Noir Désir

    Galatasaray Fransız takımı diye atıp tutanların şu an daha büyük problemi Selçuk İnan'ın alacağı ücret sanırım. 2 gündür cevap gelemedi yazıma.


    yazıyı okuduktan sonra bir daha girmemiştir konuya :)
  • quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Noir Désir

    Galatasaray Fransız takımı diye atıp tutanların şu an daha büyük problemi Selçuk İnan'ın alacağı ücret sanırım. 2 gündür cevap gelemedi yazıma.


    yazıyı okuduktan sonra bir daha girmemiştir konuya :)


    Değil konuya, foruma bile girebileceğinden şüpheliyim
  • Bazı Arkadaşlar bana hitaben konuşuyorlar sanırım.

    Öncelikle biz ispatlı belgeleri koyunca şikayet ediyorlar tahrik var deyip sildiriyorlar sonra yok efendim cevap veremiyorsunuz.

    1.si koyduğunuz resimler yazılar belgeler milli mücadele bittikten sonra M.Kemal'in Galasaray Lisesi'ne yaptığı ziyaretlerdir. Bakınız Lisesi diyorum. M.Kemal Fenerbahçe spor klübünü ziyaret etmiştir. M.Kemal Milli mücadeleyi anlattığı Nutuk'ta ise Gs lisesi için kullandığı hitap açıktır nettir.

    quote:

    Tekrar ediyorum‚ aleyhimizde serdedilen mütalaat yanlıştır. Bu hakikat tarihen ve mantıkan sabittir. Bu hususu yalnız garba değil‚ hatta vatandaşlarımıza da ehemmiyetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nadirattan olmakla beraber teessüfle işitiyoruz ki‚ milletin tarihini okumamış veya hiss-i milliden mahrum kalmış olması lazım gelen bazı şahıslar‚ ecnebilerin aleyhimizde serdettikleri ithamatı reddetmedikten başka vatanlarını‚ milletlerini kabahatli göstermekten çekinmiyorlar. Hala bugün‚ sultani mektebinin(Galasaray Lisesi) salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için ecnebilere küşade bulunduranlar var‚ bu gibilere lanet olsun (Büyük Nutuk‚ 220. Vesika - Mustafa Kemal ATATÜRK)



    Şimdi bu lise olayını yazdıktan sonra birazda milli mücadele yıllardın Galatasaray lisesini icraatlarına göz atalım;

    Galatasaray Lisesi’ne göre büyük bir Komutan; Franchet D’Esperey kimdir?

    25 Kasım 1918 günü Karaköy Limanına yanaşan Fransız zırhlısından F.D’Esperey adında daha sonra İstanbul İşgal Komutanı olarak anılacak, Fransız İşgal Komutanı iner ve ertesi gün Mekteb-i Sultaniyi(Gs lisesi) ziyaret eder.

    Okul müdürü Salih Arif Bey, Fransız Müdür-i Sani ( Müdür Yardımcısı ) Mösyö Blanchong ve Türk Müdür-i Sani Nedim Bey, generali kapıda karşılarlar. Ardından öğretmen ve öğrencilerin alkışları arasında konferans salonuna gelirler Okul müdürü Salih Arif Bey, d’Esperey’e ve Fransız sefirine hitaben konferans salonunda bir konuşma yapar:

    ”Askeri meziyetleri bütün dünyaca tasdik edilmiş olan büyük bir komutanı selamlamak bizim için büyük bir bahtiyarlıktır. Vaktiyle Fransa’nın yardımlarıyla yapılan bu mektep memleketimize birçok önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Bu mektebin eski bir talebesi olmam hasebiyle müessesedeki uygulamaların izini takip etmeye çalıştık. Şu dakikada yanınızda bulunan sekiz Fransız öğretmen, bu müessesenin içinde kendilerini o güzel memleketinizde imiş gibi farzetmekte olduklarını müttefik olarak zat-ı alilerine beyan edeceklerdir.” (8 Fransız öğretmen konuda müttefiktir ama Fransa müttefik değil işgalcidir)

    Salih Arif Bey’in bu konuşmasından sonra öğrencilerden Hikmet Efendi de aynı mealde bir konuşma yapar. Daha sonra söz alan General d’Esperey şunları söyler:

    ”Mektebinizin müdürü Salih Arif Bey, Fransız öğretmenlere gösterdiği kolaylık ile minnettarlığımızı kazanmıştır. Fransızlar tarafından kurulan Mekteb-i Sultani, mevcudiyetini merhum Sultan Abdülaziz’e borçludur. Sultan Avrupa’daki dengeleri kollamak suretiyle nasıl tavır alacağını pek güzel takdir edebilmiş ve Almanya ve Avusturya yerine, Fransa ve İngiltere’nin yardımını kabul etmişti. Maalesef halefleri kendisi gibi olamadılar...

    Siz gençler, yeni padişahınızı takip ediniz.

    Binaen-aleyh mektebin ve bilhassa müdür Salih Arif Bey’in minnettar kaldığımız bu muamelesini ilelebet unutmayacağım gibi bunu memleketimde anlatmayı bir görev addedeceğim.”

    Sina Akşin’in ”İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele” isimli kitabının birinci cildinde d’Esperey’in konuşması ile ilgili şu satırlar yer almaktadır:

    ”İşin belki şaşırtıcı yönü, 25 Kasım’da Galatasaray Sultanisini ziyaret eden resmi bir kişinin, Doğu Ordusu Başkomutanı General Franchet d’Esperey’in öğrencilerin önünde yaptığı konuşmada İttihat ve Terakkiyi çekiştirdikten sonra ”¦ Türkiye’nin gördüğü padişahların en iyi ve en münevveri bulunan ve milletini seven” padişahın, ülkesini ‘’sulh ve selamete sevk etmeye çalıştığı şu sırada, onların da, daha çok çalışarak padişaha yardım etmelerini öğütlemesiydi” (Padişah'ın ne amaca hizmet ettiğin anlatma gerek yok sanrım)

    Bu konuşmalardan sonra hep beraber mektep binası gezilir. Bazı yerli ve yabancı gazetecilerinde hazır bulunduğu çay ziyareti tertip edilir. Ziyafetin bitiminde Salih Arif Bey’in elini sıkan d’Esperey kendisine yapılan nazik muameleyi hiçbir zaman unutmayacağını bir kez daha vurguladıktan sonra mektepten ayrılır. (1868′den 1923′ e Mekteb-i Sultani, Galatasaraylılar Derneği, Prof Dr Vahdettin Engin - 2003 Ofset Yapımevi)

    İstanbul İşgal Altında ve Acılar



    Bildiğiniz gibi, geçmiş dönemde, ”General Dumoli adında bir Fransız Komutan’ın ”Galatasaray’a işgal zamanında gösterdiği hoşgörüden ötürü teşekkür ettiği” konulu, elden ele dolaşan bir e-posta vardı. Ve haklı olarak Galatasaray Camiası bunu yalanlamıştı. Gerçekten öyle bir komutan yoktu.

    Peki d’Esperey kimdir? Yoksa böyle bir komutan da mı yok? Tarihe meraklı Galatasaray'lı arkadaşlara soruyoruz. Yukarıdaki metne baktığımızda da göreceğimiz gibi sadece isim karışmış ve biraz nüans farkları var. Komutanın adının Dumoli değil D’Esperey olması dışında her şey neredeyse aynı.

    Galatasaray’ın Büyük Komutanı d’Esperey’in Marifetleri (!)

    Yukarıda sorduğumuz sorulara cevabı olmayanlara biz yardımcı olalım. Herkes her şeyi bilmek zorunda değil elbet. Ancak öğrenmemek de ayıp.

    Franchet D’Esperey, 25 Kasımdaki girişini çok gösterişli bulmamış ve özellikle İngilizlere ve Türklere mesaj verecek olan 2. gelişi 8 Şubat 1919 yılında gerçekleşmiştir. 7 Şubatta Mısırdan kalkıp İstanbul’a gelen İngiliz Komutan Allenbyâ˜den sonra, 8 Şubatta ise Fransız Komutan Franchet D’Esperey şehre çok küstahça bir gösteri ile girmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in şehre girdiği kapıdan, surlar içerisinden beyaz bir atla, azınlıkların çılgın gösterileri arasında, Türk sancağını çiğneyerek şehre girmiştir. Fatih’in İstanbul’a girişine gönderme yaparak Türklere, Fatihten Pera’ya kadar düzenlenmiş zafer alayı ile de diğer işgal ordularına mesaj vermiştir. d’Esperey’in girişi, o denli gürültülü ve küstahça yapılmıştır ki Süleyman Nazif’in, Hadisat’da ünlü ”Kara Bir Gün” başlıklı yazısını yazmasına yol açar. Yazı üzerine General d’Esperey çok kızar. Süleyman Nazif’i kurşuna dizdirmeye kalkar. Fakat maiyetindekiler buna engel olur. ˜Kara Bir Gün” makalesi, sonradan hem basın hem de İstiklal Savaşı tarihimizin en meşhur makalelerinden biri olacaktır (Prof.Dr. Yaşar AKBIYIK, M.Mücadelede Güney Cephesi - Maraş, Atatürk Araştırmaları Merkezi, 1999 - Ankara, SİNA AKŞİN, İstanbul Hükümetleri Ve Milli Mücadele. Cem Yayınevi)


    Şimdi şunu belirtelim. Galatasray lisesi temelinde ve kültüründe Fransızların katkıları olan bir lisedir. Öncelikle siz bunu kabül etmedikten sonra ben sizinle bu konuyu tartışmam. Zira ülkede ilk fransızca eğitimi veren lisenin Gs olması da tesadüf olamaz değil mi? Ek olarak bu gün bile Gs üniversitesinden mezun olanların diplomasının Fransa da Fransız üniversiteleri ile denk kabül edildiğini de es geçmemek gerekir.

    Yine ek olarak belirtmek isterim ki :"Galatasaray Üniversitesi'ne her yıl 480 öğrenci kabul edilmektedir. Bu öğrencilerinin yüzde ellisi (yani 240 öğrenci) Türkiye'de Fransızca eğitim yapan 18 liseden alınır. Bu kontenjanın yarısı (yani toplam kontenjanın yüzde 25'ine denk düşen 120 kontenjan) Galatasaray Lisesi öğrencilerine ayrılmıştır. Diğer yarı ise Fransız Kolejleri (Saint Joseph Lisesi, Saint Benoit Fransız Lisesi, Notre Dame de Sion Lisesi, Sainte-Pulchérie Fransız Lisesi, Saint Michel Lisesi ve İzmir Saint Joseph Lisesi)" Diğer yarı kısmı da Fransızca eğitim veren okullardan gelir.

    Tüm bu bilgileri vermemdeki ama Gs nin Fransız-Türk sentezi bir lisenin spor klübü uzantısı olduğunu kabül etmenizdir.

    Bizim anlatmak istediğimiz işgal yıllarında Gs lisesinin tutumudur. Zaten bu tutumu yukarıda belirttiğim gibi M.Kemal Nutuk'ta yazmıştır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn

    Bazı Arkadaşlar bana hitaben konuşuyorlar sanırım.

    Öncelikle biz ispatlı belgeleri koyunca şikayet ediyorlar tahrik var deyip sildiriyorlar sonra yok efendim cevap veremiyorsunuz.

    1.si koyduğunuz resimler yazılar belgeler milli mücadele bittikten sonra M.Kemal'in Galasaray Lisesi'ne yaptığı ziyaretlerdir. Bakınız Lisesi diyorum. M.Kemal Fenerbahçe spor klübünü ziyaret etmiştir. M.Kemal Milli mücadeleyi anlattığı Nutuk'ta ise Gs lisesi için kullandığı hitap açıktır nettir.


    Farkında mısın bilmem de kimse Galatasaray Fenerbahçe olayına çekmiyor konuyu, Atatürkün size göre vatan haini olan bir okulu ziyaretinden bahsediliyor. İdrak edememişsin sanırım o kısmı ki, Kulubu değil Liseyi ziyaret etti kısmını belirginleştirmişsin.




  • Galatasaray Sultanisi Amerikalılar tarafından kurulmuş bir misyoner okuludur. Buradan çok büyük devlet adamları, sanatçılar çıkmıştır. Belki Amerikan ve batı hayranı kişiler olmuş olabilirler ancak bu onların vatan haini olduğunu göstermez. Kurtuluş savaşı sırasında Amerikan mandasını savunan çok olmuştur ama en sonunda herkes vatan için tek vücut olmuştur. İki takım taraftarı da birbirini vatan hainliği gibi bir nedenle suçlamamalıdır.

    Not: Burada misyoner okulu derken Amerikalıların kendi ideolojilerini yaymaları için yaptıkları çalışmaları kastediyorum.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn

    Bazı Arkadaşlar bana hitaben konuşuyorlar sanırım.

    Öncelikle biz ispatlı belgeleri koyunca şikayet ediyorlar tahrik var deyip sildiriyorlar sonra yok efendim cevap veremiyorsunuz.

    1.si koyduğunuz resimler yazılar belgeler milli mücadele bittikten sonra M.Kemal'in Galasaray Lisesi'ne yaptığı ziyaretlerdir. Bakınız Lisesi diyorum. M.Kemal Fenerbahçe spor klübünü ziyaret etmiştir. M.Kemal Milli mücadeleyi anlattığı Nutuk'ta ise Gs lisesi için kullandığı hitap açıktır nettir.


    Farkında mısın bilmem de kimse Galatasaray Fenerbahçe olayına çekmiyor konuyu, Atatürkün size göre vatan haini olan bir okulu ziyaretinden bahsediliyor. İdrak edememişsin sanırım o kısmı ki, Kulubu değil Liseyi ziyaret etti kısmını belirginleştirmişsin.

    Galatasaray Spor klübü Galatasray lisesinin bir uzantısıdır. Bu dönemde Spor Klübünün Lisenin önüne geçmesi bunu değiştirmez. Bu sebeptendir ki Klübün başkanı olacak kişide Gs lisesi patenti aranır. Galatasray Lisesi o dönemki adıyla Sultan Mektebi nin milli mücadeledeki tutumundan bahsettim yukarıda. Lise Milli mücadele kazanıldıktan sonra tabii kide Cumhuriyet yanlısı olmuştur. M.Kemal yanlısı oluştur. Doğrusu da bu. Ancak milli mücadele bittikten sonra cereyan eden olayların fotoları koyup hedef şaşırtıp duygu sömürüsü yapmayın. Tekrar ediyorum Milli mücadele dönemi için Atatürk'ün lise hakkında ki söylemleri Nutuk ta belirtilmiştir. Bundan büyük bir kanıt olamaz zaten.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn


    quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn

    Bazı Arkadaşlar bana hitaben konuşuyorlar sanırım.

    Öncelikle biz ispatlı belgeleri koyunca şikayet ediyorlar tahrik var deyip sildiriyorlar sonra yok efendim cevap veremiyorsunuz.

    1.si koyduğunuz resimler yazılar belgeler milli mücadele bittikten sonra M.Kemal'in Galasaray Lisesi'ne yaptığı ziyaretlerdir. Bakınız Lisesi diyorum. M.Kemal Fenerbahçe spor klübünü ziyaret etmiştir. M.Kemal Milli mücadeleyi anlattığı Nutuk'ta ise Gs lisesi için kullandığı hitap açıktır nettir.


    Farkında mısın bilmem de kimse Galatasaray Fenerbahçe olayına çekmiyor konuyu, Atatürkün size göre vatan haini olan bir okulu ziyaretinden bahsediliyor. İdrak edememişsin sanırım o kısmı ki, Kulubu değil Liseyi ziyaret etti kısmını belirginleştirmişsin.

    Galatasaray Spor klübü Galatasray lisesinin bir uzantısıdır. Bu dönemde Spor Klübünün Lisenin önüne geçmesi bunu değiştirmez. Bu sebeptendir ki Klübün başkanı olacak kişide Gs lisesi patenti aranır. Galatasray Lisesi o dönemki adıyla Sultan Mektebi nin milli mücadeledeki tutumundan bahsettim yukarıda. Lise Milli mücadele kazanıldıktan sonra tabii kide Cumhuriyet yanlısı olmuştur. M.Kemal yanlısı oluştur. Doğrusu da bu. Ancak milli mücadele bittikten sonra cereyan eden olayların fotoları koyup hedef şaşırtıp duygu sömürüsü yapmayın. Tekrar ediyorum Milli mücadele dönemi için Atatürk'ün lise hakkında ki söylemleri Nutuk ta belirtilmiştir. Bundan büyük bir kanıt olamaz zaten.



    adam yukarda mektebi sultani , sultai mektebi olayını açıklamış sana. ama pek o açıdan bakmak istemiyosun sanırım. Lise savaştan önce Atatürk düşmanı ya da vatan hainleri ile dolu olsaydı savaşa 1 kişi bile gitmezdi.

    Futbol dalındaki bir münakaşayı rakibi vatan haini göstermeye çalışarak kazanamazsın. Atatürke suikaste kalkışan Fenerbahçe başkanını görmezden gelmek işine geliyor ama dimi ?




  • Galatasaray Lisesi'nin temelinde Fransa falan yok. Galatasaray 1481 yılında Sultan 2.Bayezid Tarafından kurulmuş bir Türk kurumudur. 1868 yılında da, insanlar çocuklarını illa Fransız okuluna yollamak zorunda kalmasın diye II. Abdülhamit tarafından Galatasaray Sultanisine çevrilmiştir. Bu okulun çağdaş eğitim verebilmesi, ülkedeki yabancı okullar seviyesinde eğitim verebilmesi için Fransa'daki Collage de France örnek alınmıştır. Fransa Galatasaray'a öğretmen ve eğitim araç gereçleri temin etmiştir, bunların parası da bizzat Osmanlı Devleti kendi cebinden ödemiştir.

    İşgal yıllarına ait olarak ;

    quote:

    Öğrencilerin ve öğretmenlerin Balkan Savaşları'nda silah altına alınması, 1917'de sadece 5 öğrencinin mezun olabildiği gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır. Öte yandan, okul İstanbul'a gelen işgalci kuvvetlerin büyük binalara el koymaları tehditi altındadır. Ne varki, müdür Salih Arif Bey İngilizler'in okula el koyacağı haberini alınca Fransızlarla anlaşarak, okulun Fransızlar tarafından işgal edildiğini duyurur. Neticede İstiklal Caddesi üzerinde Galatasaray Karakolu ve postaneden başka tek Türk bayrağı çekebilen bina Mekteb-i Sultani olur.

    Galatasaray Lisesi Tarihçesi




    Tekrarlıyorum Atatürk'ün nutuğunda (Galatasaray Lisesi) geçmiyor, sultani mektebi yazıyor. Bu ismi alan tek okul Galatasaray Lisesi değil. Kaldı ki Atatürk Nutuk'ta hiçbir okula lanet etmemiştir, okulun içindeki vatan hainlerine lanet etmiştir. Fenerbahçeliler dışında Türkçe bilen herkes bunu anlayabilir diye umuyorum. Devlet okulları, devlete bağlı kurumlardır, okulun içindeki kurumların memur atamalarını da devlet yapar. İşgal altındaki bir devletin yaptığı atamaların sağlıklı olması düşünülemez. Bu sebeple zan altına kalmış Galatasaray Lisesi, İzmir Atatürk Lisesi veya başka sultani mektepleri vatan hainliği ile suçlanamaz.

    Galatasaray, şehit verdiği öğrencileri ve Atatürk'ün yanına yetiştirdiği insanlarla beraber işgal öncesi de işgal sonrası da tutumunu açıkça belli etmiştir.

    Galatasaray'ın kökenine dolaylı yoldan hakaret edenler, kendi kökenlerine hakaret etmiş oluyorlar. Yazık...

    Şimdi gelelim Fenerbahçe Spor Klübü'nün Galatasaray ve Galatasaray Lisesi'ne olan düşmanlığının sebeplerine.

    Gayin-sin.net'de yayınlanan yazı.

    quote:


    http://gayin-sin.net/wp-content/uploads/2009/01/2009-01-28_bursa3.jpg
    Duyduk ki Fenerbahçe Türkiye Fortis Kupası’nda Bursaspor’la oynadığı maça İstanbul Erkek Lisesi’nin 125’inci yılını kutlayan bir pankartla çıkmış. Gecikmiş, bir türlü söylenmemiş, söylenememiş, ancak cok ciddi bir itiraftır bu pankart. Fenerbahçe bu pankartla gören gözlere, bir kez daha “Ben İttihatçı’yım” mesajı vermiştir.

    Benzer bir olay 12 Eylül 1980’den sonra yaşanmıştı. Ülkede kuyrukların uzadığı, kurşunun sağcı veya solcu olup olmadığına bakmadan her gün ortalama 10 ülke gencinin canını aldığı 1979 kışında Türkiye Cumhuriyeti’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar önemli bir açıklama yapmıştı. “Bu kış komünizm gelecek” demişti Türkiye’ye.

    Komünizm gelmedi o kışı izleyen sonbaharda. Askerler geldi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğinde ülke yönetimine el koydu silahlı kuvvetler. Binlerce genç hapislere atıldı, işkencelerden geçirildi, yaşı küçük insanlar idam edildi.

    İşte, o darbenin lideri Kenan Evren bir gün yanına, “bu kış komünizm gelecek” uyarısı yapan Celal Bayar’ı almıştı. Yaşı çok geç olmasına karşın müthiş bir dimağa sahip olan o Celal Bayar da, Kenan Evren’in yanında müthiş bir söz daha söylemişti: “Ben İttihatçı’yım.” Kenan Evren gülümseyerek izlemişti aslında “sadece ben değil, ikimiz de İttihatçıyız” anlamına gelen bu sözleri.

    Oysa ki aynı Kenan Evren, il il gezip Atatürk’ün görüşlerini yaymaya çalışıyordu. Kendini Kemalist olarak takdim ediyor, işkenceden geçirilip idam edilen gençlere yönelik yaptırımları da şöyle meşrulaştırıyordu: “Asmayıp da beslese miydik!”

    Ne korkunç bir laftı bu. Ama elden ne gelirdi ki. Ülkenin hafızası denetim altına alınmıştı. Mustafa Kemal’le 1917’den sonra her geçen daha da artan dozda karşı karşıya gelen İttihatçılar’ın, aslında davalı olduğu ve 1926’da kanlı bir hesaplaşma içine girdikleri unutturulmaya çalışılmıştı.

    Bu yüzden Kenan Evren, meydanlarda, okullarda Kemalist kıyafetini giyip sureti haktan görünüyordu, en azından öyle olduğu izlenimi yaratmaya çalışıyordu. Ama o kadar işte. Ülkenin Üçüncü Cumhurbaşkanı, onun yanında aslında kim olduğunu ve ülkeyi Kemalistler’in değil, artık ve yeniden İttihatçılar’ın yönetmeye başladığını itiraf ediyordu: “Ben İttihatçı’yım.”

    Fenerbahçe’nin de İstanbul Erkek Lisesi’nin kuruluş yıldönümünü kutlaması aslında İttihatçı olduğunun itirafıdır. Açıklayalım.
    İttihatçılar’ın iktidara gelmesiyle kaderi değişen okul

    İstanbul Erkek Lisesi 1884’te kuruldu. Oldukça maceralı bir hayatı vardı ilk zamanlarında. Kurulduğunda özel bir okuldu aslında, adı “Numune-i Terakki” olan. Sonra devlete devredildi. Sürekli mekân değiştirdi, isim değiştirdi. Ne zaman ki İttihatçılar 1908’de örtük olarak, 1909’da açık olarak iktidara geldi okulun da kaderi değişti.

    Bilindiği gibi o dönemki adı Mekteb-i Sultani olan Galatasaray Lisesi, Osmanlı hanedanının özel olarak ilgilendiği bir okuldu. Saray’ın gözdesiydi. Çünkü 1868’de doğrudan Sultan Abdülaziz tarafından kurulmuştu ve açılmıştı. Padişah çocukları, şehzadeler, sultanzadeler hep Mekteb-i Sultani’de okurlardı.

    İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra hanedanlık biraz geriye itildi, İttihatçılar ön plana çıktılar. Bu toprakların gelmiş geçmiş en büyük örgütçüleri olan İttihatçılar nasıl ki futbola, spora el atmışlarsa, okullara da el attılar, iktidara geldikten sonra.

    Tıpkı spor kulüpleri arasında önce Galatasaray’ı ele geçirmek istemeleri gibi, okullar içinde de Mekteb-i Sultani’ye diktiler gözlerini evvela. Ancak mektebin müdürü, Osmanlıcılık akımının temsilcisi ve sıkı bir İttihatçı karşıtı olan Tevfik Fikret mektebi İttihatçılar’a teslim etmedi. Tıpkı fahri başkanı olduğu Galatasaray Spor Kulübü’nü de İttihatçılar’a teslim etmediği gibi.

    İttihatçılar futbolda ve sporda ilk olarak Galatasaray’ın kapısını çaldıktan sonra Fenerbahçe’ye yöneldiler. Ve bu kulübü 1912’de ele geçirdiler. Galatasaray Spor Kulübü’de yönetici olan Dr. Hamit Hüsnü Bey’i de doğrudan Fenerbahçe’ye Başkan yaptılar.

    Benzer bir operasyonu da İstanbul Erkek Lisesi’nde gerçekleştirdi İttihatçılar. Hanedanın denetiminde olan Mekteb-i Sultani’ye karşı İstanbul Lisesi’ni desteklediler. Çocuklarını Mekteb-i Sultani’ye değil, İstanbul Sultanisi’ne verdiler. Okulun eğitim kadrosunu ve müfredatını çok güçlendirdiler.

    Hatta modernist bir hamleyle İstanbul Lisesi’ne bile çevirdiler okulun adını. Üç yıl sonra da İstanbul Sultanisi’ne. Böylece tam bir rekabet başlamış oldu, Mekteb-i Sultani’yle İstanbul Sultanisi arasında. (Tuhaf biçimde buradaki “sultani” kelimesinin sultanlığa ait –İngilizce ve Fransızca’da “royal”, İspanyolca’daki “real” kelimesinin karşılığı- olduğunu sanan çok Galatasaraylı vardır. Halbuki “sultani” “lise” anlamındadır. İngilizce ve Fransızca’daki “royal” kelimesinin bizdeki karşılığı “şahane”dir. Şahane, şahlara ait, şahlara layık demektir.)

    Almanya yanlısı olan İttihatçılar’ın kararıyla 1917’ye kadar Fransızca olan İstanbul Sultanisi’ndeki yabancı dil Almanca’ya döndü . Bunda elbette Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’yla harp içinde olmanın da etkisi vardı. Ama aynı dönemde Mekteb-i Sultani Fransızca eğitimini sürdürmüştü, sürdürebilmişti. Mektepteki Fransız öğretmenlerin birçoğu Müslüman yapılmış, başlarına da birer fes takılarak hayat ve lisan eskiden olduğu gibi devam etmişti Mekteb-i Sultani’de.

    İstanbul Sultanisi’nin amblemi 1911 yılında tasarlandı, İstanbul’un ilk harfi “elif”le, sultani’nin ilk harfi olan “sin”den oluşuyordu bu amblem. Tasarımda “sin” bir aya benzetildi, “elif”in soluna da bir yıldız getirilerek İttihatçılar’ın Türklük vurgusu tamamlanmış oldu.

    İlk sırada yürüme kavgası

    O dönem önemli törenlere mektepler de katılırdı, adlarının yazılı olduğu pankartlarla. Mektep öğrencileri de bu pankartların arkasında yürürlerdi. Mekteb-i Sultanililer, yani Galatasaraylılar, hanedanın gözdesi ve memleketin ilk lisesi oldukları için ön sırada yürüdüler yıllar boyu. Ta ki İttihatçılar’ın iktidara gelmesine kadar. Ondan sonra Mekteb-i Sultani’yle İstanbul Sultanisi arasında ilk sırada yürüme kavgası başladı.

    Galatasaraylılar eski teamüle göre ilk sırada yürümeye devam etmek için mücadele ettiler. İstanbul Sultanililer ise harf sırasına göre yürünmesi gerektiği fikrini ortaya atarak birinci sırada yürümeye hakları olduğunu savundular. (Mekteb-i Sultani’nin ilk harfi “mim”di. İstanbul Sultanisi’nin ise alfabenin ilk harfi olan “elif.”) Bu ilk sırada yürüme tartışmaları yüzünden sürekli kavga dövüş çıktı bu iki mektep arasında. Hatta bu kavgalarda sopalar filan da kullanıldı. Aslında kavga ülkenin sahibi olma kavgasıydı, İttihatçılar’la İttihatçı olmayanlar arasındaki.

    Kolay değişmeyen İttihatçı genler

    Şimdi yıllar yıllar sonra, vaktinde İttihatçılar tarafından ele geçirilen bu iki kurumdan birisi, diğerinin doğumgünü kutlamış. Şaşırtıcı mı? Asla değil. Zira, ne yapılırsa yapılsın, kültürel kodlar kolay değişmiyor. Hele İttihatçılık çok zor değişir, inanılmaz inatçıdır. Her kılığa girer ama kendini kolay kolay açığa vurmaz. Çünkü sıradan bir dernek değildir İttihat ve Terakki Cemiyeti. Kutsal bir cemiyettir. Yeminle girilir, bayrak, silah ve Kuran üzerinde yemin edilir.

    Fenerbahçe Spor Kulübü’nün her fırsatta yaptığı “Atatürkçüyüz” vurgusunu da bu çerçevede okumak ve değerlendirmek gerekir. Bu vurgu, Kenan Evren’in meydanlarda söylediği “Atatürkçüyüm” vurgusundan farklı değildir. Kenan Evren’in aslında kim olduğunu vaktinde Celal Bayar ortaya koymuştu. Unutulmasın. 1980’de Kemalist görünümlü İttihatçılar tarafından yeniden formatlanan ülkenin bugün ne hale geldiği de.



    Tarihi Süreçte Fenerbahçe-İktidar ilişkisi

    Yrd. Doç. Dr. İlker Aktükün

    quote:

    - Fenerbahçe’nin, kurulduğu yıl olan 1907’de siyasi erkle ilişkileri nasıldı?
    Çok iyi olduğu söylenemez. Zaten bu yüzden kuruluşu gecikiyor, 1907’yi buluyor. En çok anlatılan hikâyelerden biridir; 1899’da Black Stockings kulübünün kurulması ve Sultan 2. Abdülhamit’in hafiyelerinin jurnallemesi sonucu kapatılması. Büyük oranda doğruluk payı var bu tür hikâyelerde. Buradaki ince çizgi şu; Abdülhamit aslında kendi denetimi dışındaki kalabalıklara karşı. Mesela Beşiktaş’ın kuruluşu, jimnastik kulübü olarak 1903. Doğrudan doğruya saraydan izinle kuruluyor. Hatta şehzadelerden biri yönetim kurulunda. Abdülhamit buna izin veriyor mesela, kendi denetimi altında olduğu için. Galatasaray’ın kuruluşu gene görece erken bir dönem, 1905. Avrupa’ya açılan insanlar tarafından getiriliyor futbol orada. Abdülhamit’in buna müdahale edememesinin sebebi Galatasaray’ın “Batı’ya açılan pencere” olması. Şimdi Fenerbahçe’de bu yok. Başlangıçta iktidarla doğrudan doğruya bir ilişki yok. Olmadığı için de Abdülhamit bunu bir denetimsizlik olarak görüyor ve açılmasına müsaade etmiyor. Ne zamana kadar? 1907’ye kadar. 1907 artık Abdülhamit’in etkisinin görece sınırlandığı, daha özgürlükçü bir döneme geçişe işaret ediyor. 1908 Devrimi’nden sonra çok daha rahat faaliyete geçiyorlar.

    - İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) 1913’ten 1918’e kadar ülkenin mutlak hakimiydi ve futbolu da toplumu biçimlendirmeye yönelik projelerinde bir enstrüman olarak kullandı. Bunu biraz detaylandırıp F.Bahçe’nin ne tür ilişkiler içinde yer aldığını anlatır mısınız?

    1908 Devrimi’nden sonra çıkan ilk yasalardan biridir Cemiyetler Kanunu. Memleketin her yanında bir anda pıtrak gibi dernekler açılıyor. Binlerce dernek kuruluyor. Bunların arasında hayırseverlik dernekleri de var, spor kulüpleri de, başka türlü dernekler de. İTC Jöntürkler’den geliyor ve Jöntürkler’in çoğu Abdülhamit döneminde Avrupa’da sürgündeler. Buralarda şunu gözlemliyorlar: Dernek faaliyetleri kitleyle bağ kurabilme açısından son derece önemli. O dönemde spora çok önem veriliyor, özellikle Avrupa’da. Kitle jimnastiğine önem veriliyor. Çünkü genç bir nüfus yetiştirmek zorundasınız, ordunuzun güçlü olması lazım ve bunların bir altyapısının olması lazım. Gençliği jimnastikle sürekli zinde tutmayı hedefleyen bir akım var.
    - “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” yani…
    Aynen.
    - Bu sözü Mustafa Kemal’e atfediyorlar.
    Mustafa Kemal’in sözü daha güzel: “Efendiler, sizlerden gürbüz ve yavuz evlatlar isterim”. 1 Ekim 1926 yaptığı konuşmada, tarihte cihanlar hâkimi olmuş Türk milletinin son nesillerinin “biraz zayıf, biraz hasta ve biraz cılız” olmasından şikâyet edip yeniden güçlü nesiller yetiştirmek için sporun önemli bir araç olduğunu vurguluyor. Kaynak; Yiğit Akın’ın İletişim Yayınları’nca basılan doktora tezi.
    - “Sağlam kafa”lı söz Naziler’den mi çıkma?
    Nazi önceli akımlardan çıkma. Mesela 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı… Aslında bunun kutlanışı Almanya’dan geliyor. Ve Osmanlı döneminde de bunun bir benzeri var. Mayıs’ın, baharın 3. haftasında kitle halinde sokağa çıkılıp jimnastik gösterileri yapılıyor. Cumhuriyet kurulunca bunu 19 Mayıs’a adapte etmek çok kolay oluyor. Kitle halinde yapılan sporun insanları birleştireceği ve bir yandan da gençlerin, ordunun gereksineceği güçlü insanlar olacağına dair bir fikriyat var. Bu İTC’nin spora gösterdiği ilginin birinci sebebi. İkinci olarak; yine aynı dönemde, ilginç bir şekilde, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde spor kulüpleri bir tür “merkeze muhalif” ve örgütlenmesi yasak olan kesimlerin örgütlenebildiği alanlar olarak ortaya çıkıyor.
    - İşçi sınıfı gibi mi?
    Kesinlikle. Yani mesela Almanya’da sosyal demokrat parti kurmak yasak, Alman sosyal demokratları, işçiler spor kulübü adı altında örgütlenip faaliyetlerini orada yürütüyorlar. İngiltere’de işçiler pub’larda ve spor kulüplerinde örgütleniyor. İttihatçılar bunu da gözlemliyorlar. Memlekete döndüklerinde, 1908 sonrasında bu dernek faaliyetlerini çok önemsemeye başlıyorlar. Ve İTC bütün derneklere sızıyor, yani bu sadece F.Bahçe’yle ilgili bir olay değil.
    Yani şöyle mi oluyor; Kadıköy’ün futbola meraklı gençleri F.Bahçe’yi kuruyor ve 1908’den sonra İTC buraya sızıyor…
    Sızıyor. Ama sadece sızma da değil. Bunların arasında İTC’ye gönül vermiş insanlar da bulunuyor. Futbol o dönemde genelde okullardan çıkıyor, aydın diye nitelenebilecek insanların arasından çıkıyor, ve o dönemdeki aydın kesimin büyük çoğunluğu da İTC sempatizanı.
    - F.Bahçe böylece İTC’nin güdümüne giriyor diyebilir miyiz?
    Bütün derneklerin içinde İttihatçıların etkisi var. Bunun F.Bahçe’den daha önemli iki örneği var: İzmir takımları. Altay’ın ve Karşıyaka’nın kuruluşu doğrudan doğruya İzmir Katib-i Umumi Reisi Celal Bey (Bayar) tarafından İTC merkezinde gerçekleşmiştir. Karşıyaka’nın renkleri Müslümanlığı ve Türklüğü sembolize eden yeşil ve kırmızıdır. O dönem Türkçülüğün ön plana çıkmaya başladığı bir dönem ve Altay bu bağlamda sembolik bir isimdir, Orta Asya’ya atıfta bulunur. Buralarda örgütlenen gençler o dönemde “gâvur İzmir”i azınlıklardan arındırma işlevi için de kullanıldı. Gençler buralarda örgütlendi, gerekçe olarak “azınlıklar örgütleniyor, biz niye örgütlenmiyoruz” dendi, ama gerçekte bu bölgeyi Rumlardan arındırmak için yapılan faaliyetlerin büyük bir çoğunluğu bu derneklerin içerisinde yürütüldü.
    Tekrar F.Bahçe’ye dönersek, bu kulübün 1. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında İttihatçı kadroların faaliyetlerinde oynadığı rolden bahsedebilir misiniz? Mesela hep anlatılan bir şey vardır; Kurtuluş Savaşı’nda kulüpten Anadolu’ya silah sevkiyatı…
    Onlarla ilgili belgeler bulmak çok zor. Sadece akıl yürütebiliyoruz. Dönemin başka olaylarına bakarak puzzle’ı birleştirebiliyoruz. Yani bir tarafta şehir efsaneleri var, her kulüp de bunu sahipleniyor. Şu tür kitaplar var mesela, bir örnek; Dr. Necati Karakaya’nın “Atatürk Beşiktaşlı” adlı çalışması. En son yine “Atatürk aslında Trabzonsporluydu” konulu bir kitap çıkmış, yine bir yardımcı doçentten, Karadeniz Teknik Üniversiteli.
    - Atatürk 1967’de kurulmuş bir kulübü nasıl tutuyor?
    Daha o kitabı alıp okuyamadım. Bahsettiğim diğer kitapta nasıl Beşiktaşlı olduğunu kanıtlıyorlar. İşte, F.Bahçeli olduğuyla ilgili de çeşitli anılardan yararlanılır. R. Eşref Ünaydın’ın anlatımına göre 1928’de Gazi Büstü Kupası maçı oynanmıştır. Akşam M. Kemal 5 konuğuyla birliktedir, bunlardan 3’ü G.Saray’lı, 2’si F.Bahçe’lidir. G.Saray Kulübü Başkanı Necmettin Sadak’a maçın sonucunu sorar. Sadak “3-3 bitti” der. Gazi de F.Bahçe’li konuklarına döner ve “zaten burada da 3-3 berabereyiz” der.
    Tüm bu hikâyeleri bir yana bıraktığımızda şu bir gerçek; 1911 sonrası dönemde artık Osmanlıcılık ve İslamcılık fikriyatları bitmiş durumda. İmparatorluğu bir arada tutacak esas harç olarak İTC’nin Türkçülük politikaları başlamış durumda ve İTC ciddi anlamda en önemli özelliği olan örgütlenmeyi kullanıyor. Bu konuda Zafer Toprak hocanın söz konusu derneklerin nasıl paramiliter örgütler olarak kullanıldığına dair önemli çalışmaları var. İttihatçılar İstanbul’daki birçok kulübün içinde örgütleniyor. F.Bahçe’ninse stratejik bir mekânı var; Dereağzı. Buranın Anadolu’ya geçişlerin sağlandığı yol olduğu biliniyor. Dolayısıyla burada örgütlenmemiş olmaları düşünülemez. İngiliz Kemal de ilginç bir örnektir. Milli Mücadele döneminin ünlü casusu, F.Bahçe’nin boks şubesinde boksör, aynı zamanda casusluk faaliyeti gösteriyor. Mustafa Kemal’in Samsun’a gitmeden evvel kulübü ziyaret etmesi, ki biliyorsunuz kulüp defterini imzalamıştır ve Mustafa Kemal’in aslında Fenerbahçeli olduğunun işareti olarak gösterilir bu, büyük oranda oradaki örgütlenmeyi görmek için bir paravan ziyarettir. Çünkü Mustafa Kemal her ne kadar İTC’nin üçüncü kuşağı olsa da, İTC’yle fazla bağlantısı yokmuş gibi gözükse de, Milli Mücadele’yi yürüten kadro, bu mücadeleyi İTC’nin zaten kurmuş olduğu örgütlenme ağı üzerinden yaptı. Dolayısıyla o ağın geçtiği yerlere yapılan ziyaretler paravan niteliktedir.

    - 1926’da Mustafa Kemal’e suikast tertibinin içinde yer aldığı iddiasıyla idam edilecek olan Dr. Nazım’ın 1916-18 arasında F.Bahçe başkanlığı var. Doktor Nazım da öyle sıradan bir adam değil. Ermeni kıyımının planlayıcısı mesela…

    Teorisyeni. İTC’nin Maarif Nazırı ve teorisyenlerinden. Onun döneminde F.Bahçe’nin, iktidar ilişkisinin dışına çıktığı bir nokta var. Galatasaray’dan ayrılan bir grup Progrès diye bir takım kuruyor. “Terakki”, “ilerleme” anlamına gelen bir ad. Bu takım daha sonra İttihatçı kadrolar tarafından ele geçiriliyor. Ve takımın adı Türkçeleştirilerek Altınordu yapılıyor.
    - Bu İzmir’deki Altınordu değil sanırım…
    İstanbul’daki Altınordu.
    - Yıl?
    1914. Kulübün yönetim kurulunda bulunan azınlıklar tasfiye ediliyor. Başına da Doktor Nazım’ın bir üstünü getiriyorlar; Talat Paşa. F.Bahçe’deyse 1911-12 yıllarında Şehzade Osman Fuad Efendi başkanlık yapıyor. Siyasal iktidarla ilk flört diyebileceğimiz şey bu. Saray ön planda o dönemde, Saray’dan başkan getiriyorlar. Daha sonra Nafıa (Bayındırlık) Nazırı Hulusi Bey başkan oluyor. 1915’te de Dr. Nazım’a devrediyor başkanlığı. Altınordu’nun başına ise 1915’te Talat Paşa geliyor. İTC’nin iki ünlü şefi 2 takıma başkanlık ediyor. Bu da şunu gösteriyor, çok fazla bakmadım ama, o dönemin G.Saray ve Beşiktaş gibi takımlarının yönetim kurullarını incelediğiniz zaman mutlaka her birinde İttihatçıları bulacaksınız.
    - Sanırım G.Saray’ın İttihatçıların fazla nüfuz edemediği, özerk bir yapısı var ama…
    O dönemin yönetim kurullarındaki isimlere bakmak lazım çünkü boş bırakma gibi bir alışkanlıkları yok.
    Boş bırakmamışlardır, mutlaka bir göz vardır diyorsunuz…
    Mutlaka orayı denetleyen, denetmen gibi biri vardır. Yani kulübü yönetme anlamında olmasa da mutlaka faaliyetleri denetleyen biri vardır. Çünkü bunu çok önemsiyorlar. Sadece spor kulüpleriyle de ilgili değil bu. Bütün cemiyetlerin içerisindeler. Şimdi Altınordu’ya dönersek orada F.Bahçe’nin iktidarla ilişkisi açısından ilginç bir şey var. Altınordu’yla önemli bir maç var. Maçın ortasında tokatlar atılmıştır F.Bahçeli futbolculara gol attıkları için. Bir yasa çıkarır Talat Paşa ve Altınordu dışındaki bütün İstanbul kulüplerinin “yaşı gelmiş” futbolcularını askere gönderir. Altınordu’ya ise muafiyet tanınır. Ve Altınordu 2 sene şampiyon olur İstanbul Ligi’nde. Bu Dr. Nazım’a rağmen yapılabilmiştir. Böylece F.Bahçe, ki bu söyleyeceğim şey de Yalçın Doğan’ın kitabından, iktidarla kurulan ilişkinin ne kadar önemli olduğunu görmüştür bu olaydan sonra ve sürekli olarak siyasal iktidarlarla ilişki içerisinde olmaya başlamıştır. Savaş sonrasında da en büyük öcünü Altınordu’yu yokedip bütün malvarlığını üstüne geçirerek almıştır. Altınordu vakası F.Bahçe’nin siyasal iktidarla ilişki içinde olmanın ne kadar önemli olduğunun farkına varmasını sağlayan olay olarak anlatılır.

    - Cumhuriyet dönemine gelelim…
    Cumhuriyet döneminde bir takım farklılıklar var. Özellikle ilk yıllarda futbol, daha doğrusu o dönemin deyişiyle “kulüpçülük” bir tür ötekileştirmeye tabi tutuluyor. “Kaynaşmış, imtiyazsız, sınıfsız bir toplum” deniyor bir taraftan, bir tarafta da kulüpler arasında büyük bir rekabet ortaya çıkıyor. Bunun önüne geçilmeye çalışılıyor, bir tür bölücü faaliyet olarak görüyor siyasal iktidar bunu uzun bir dönem boyunca. Ve futboldan ziyade beden eğitimi ve jimnastik ön plana çıkmaya başlıyor. Çünkü hâlâ ordu söz konusu. Ünlü bir laf vardır o dönemde CHP milletvekili O. Şevki Uludağ tarafından sarfedilmiş; “Milletin Arsenal'e gol atacak takımlara değil, karlı havada yirmi kg’lık bir yükü en az yirmi km taşıyacak yüz binlerce gence ihtiyacı vardır” diye.
    F.Bahçe açısından ilginç olan şeylerden bir tanesi; en çok tanınan ve sevilen kulüplerden biri hâline geliyor, özellikle işgal döneminde, işgal kuvvetlerinin takımlarıyla oynadığı maçlar sebebiyle. Gerçi o da çok mitleştirilerek anlatılan bir hikâyedir… Bu, F.Bahçe’nin adının çok fazla duyulmasını sağlıyor. Savaş sonrası ilk etkinliklerden bir tanesi F.Bahçe’nin memleket sathında çeşitli yerlere futbol gösterileri yapmaya gönderilmesidir. Bu da Batılılaşmanın bir simgesi gibi kullanılır ilk dönemlerde. Bir tarafta Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası çok önemlidir aynı bağlamda, yurdun dört bir tarafına gidip konserler verir. F.Bahçe de yurdun dört bir yanına gider, bir yandan forma falan dağıtır, diğer yandan da gösteri maçları yapar insanlara. Bu F.Bahçe’nin popülaritesini açıklayan ilk faktörlerden biridir, işte neden Anadolu’nun her yerinde F.Bahçe dernekleri var, bu kadar taraftarı var vesaire… Çünkü bu türden bir turneyi ilk yapan F.Bahçe. Bu aslında milli birliği simgelemek için yapılan bir şey. Trabzon’da mesela F.Bahçe renkleriyle ve F.Bahçe adını taşıyan amatör kulüpler kurulmaya başlıyor, başka yerlerde de…
    Fakat sonradan kulüpler arası rekabetin ortaya çıkması iktidarı rahatsız ediyor. Bir yandan kulüpçülük diye adlandırılan bu şeyden rahatsız oluyor, diğer yandan da, futboldan önce beden eğitimi ve jimnastiğin giderek ön plana çıkması söz konusu oluyor. Çünkü bir biyo-politika başlıyor artık cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte. Bütün bir dönem boyunca tüm Avrupa’da çok önemli bir şey oluyor bu. Güçlü ve sağlıklı bir nesil yetiştirilmesi aynı zamanda savaşa hazırlık olarak düşünülüyor. Çeşitli kanunlar bile çıkartılmaya başlanıyor, bütün halkın zorunlu olarak beden eğitimi yapmasına yönelik. Bu kanunlar 1960’larda filan kaldırılıyor. Kulüplere birleşme zorunluluğu getiriliyor. Mesela İzmir kulüpleri birleştiriliyor, sonra tabii ayrılıyorlar. G.Saray’la F.Bahçe’yi de birleştirmek istiyorlar aynı dönemde.
    - Hangi yıllar?
    20’lerin sonu, 30’ların başı. Bu birleşme furyasına bir tek F.Bahçe’yle G.Saray direnebiliyor zaten.
    - O dönemde bildiğim kadarıyla iki kulüp arasında düşmanca ilişkiler yok. 1934’teki olaylı derbide mi başlıyor “ezeli rekabet”?
    Onun öncesinde saha içinde kavgalar var. Futbolcular arasında çok kavga oluyor. Ama seyircilerin karıştığı kavgalar 1934’ten sonra. Bu aslında 1950’lere kadar dizginlenmeye çalışılıyor. F.Bahçe’yle G.Saray’ın katıldığı spor bayramları var mesela İstanbul’da. Ama kulüpçülük denilen şeyi bir türlü engelleyemiyorlar. Atatürk’ün ölümüne yakın esas kavga F.Bahçe’yle G.Saray arasında değil, sizin de bildiğiniz, Güneşspor’la G.Saray arasında çıkıyor. O da bir siyasal ayrılığa dayanıyor, Celal Bayarcılarla İsmet Paşacılar arasındaki bir ayrılığa.
    Kulüpçülük, top peşinde koşmak toplumu zehirleyen bir şey olarak görülüyor. Önüne geçilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla o dönemde iktidar bağlantısı açısından baktığınız zaman F.Bahçe güçlü kişiler tarafından yönetiliyor ama Cumhuriyet’in biyo-politikaları içerisinde çok da olumlu karşılanmıyor kulüpçülük.
    - Şükrü Saracoğlu bahsine geçelim isterseniz…
    Saracoğlu’yla beraber yeni bir dönem açılıyor. Bu artık kulüplerin siyasal iktidarla doğrudan ilişkiye geçtikleri ve iktidarın tüm nimetlerinin önlerine serildiği bir dönem. Saracoğlu 1934-50 arası başkanlık yapıyor. Bu 16 yıllık dönemin ilk yıllarında F.Bahçe’yi birleşmelerden koruyan Saracoğlu’nun etkisi. Ancak kulübün iktidarla ilişkisi 40’lı yıllarla beraber farklılaşmaya başlıyor.
    - Ne oluyor?
    Basit bir yasal değişiklikle bugünkü stadın alımı mesela. Altınordu’ya vurulan son darbedir bu. Bir stadın mülkiyetinin kime ait olacağını düzenleyen bir değişiklik. Bugünkü adıyla Saracoğlu Stadı’nı almak istiyorlar ama buna izin verecek bir yasa bulamıyorlar bir türlü. Sonunda çok basit bir yasa çıkıyor. Deniyor ki bir ilçede faaliyet gösteren kulüplerin arasında en kalabalık olan hangisiyse stadın mülkiyeti ona geçer. 1 lira gibi sembolik bir para karşılığında F.Bahçe, tabii Union Club’dan (Altınordu’nun sonradan aldığı ad) daha güçlü bir yapısı olduğu için, stadın mülkiyetini elde ediyor. Saracoğlu 40’lı yıllarda bir takım yasal düzenlemelerle kulübün güçlenmesini sağlıyor. Bir stada sahip olmasını sağlıyor.

    - Demokrat Parti (DP) iktidarında neler oluyor?
    Başkan değişiyor. Bu defa DP’li başkan geliyor. F.Bahçe, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesine paralel olarak güçlü işadamlarının ortaya çıkacağı döneme kadar doğrudan doğruya siyasal iktidarda kim varsa hep onun tarafından yönetiliyor.

    - Yani hangi yıllara kadar?
    70’lerin sonları, Emin Cankurtaran’ın başkanlığına kadar. Yani tabii ki işadamları F.Bahçe’nin içinde her zaman var. En bilineni Hacı Muhiddin Ali Bekir’dir. Ama gölgede kalıyorlar, başkan hep siyasal iktidardan seçiliyor. Mesela 27 Mayıs’tan sonra DP’li yönetim kurulu 1 sene kadar direniyor, görevde kalıyor. Bunun üzerine çeşitli olaylar çıkıyor ve direnemiyorlar artık, DP’li başkanı indirip yerine iktidarın istediği birini getiriyorlar.

    - Şu F.Bahçe -ordu ilişkileri nedir peki?
    Ordunun içinde F.Bahçe’nin müthiş bir yaygınlığı var, ama bu geleneklerle ilgili bir şey. Mesela ordunun okulları, geleneği en güçlü olan okullardır. Belli okullar vardır, o okulların birinde bir kuşak bir takımı tutar örneğin, daha sonra bu hep kendini yeniden-üretir. Ordunun içinde de böyle bir Fenerbahçelilik var. Zamanında bir maya atılmış ve o maya kendini sürekli olarak yeniden-üretmiş. Bugün dahi öyledir. Ordunun subay kadrosunun büyük bir çoğunluğu F.Bahçe sempatizanıdır. Ama şu da var; hem 27 Mayıs’ta hem de 12 Eylül’de orduyla ciddi problemler de çıkmıştır. 12 Eylül döneminde yaptığı bazı açıklamalardan sonra Ali Şen’e baskı yapılmıştır, Selimiye Kışlası’ndan albaylar aramışlardır Ali Şen’i…

    - Neden?
    İstanbul Sıkıyönetim Komutanı, F.Bahçe’nin tesislerinin kamuya ait bir arazide olduğunu söyleyip “bunları yıkacağım” diyor. Bunun üzerine de Ali Şen bir açıklama yapıyor “galiba bizim Kurtuluş Savaşı’ndan bugüne geçmişimizi bilmiyor, bizim tesisler yıkılamaz” gibilerden. Ertesi gün de Selimiye’den arıyorlar. Tam o sırada da Ali Şen tesislerin önüne bir Atatürk büstü yaptırmaya başlıyor, yani yıkmaya başlarlarsa Atatürk büstünden başlasınlar diye. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur devreye giriyor, o bir mektup yazıyor Sıkıyönetim Komutanı’na. Komutan da diyor ki “ben korkutmak için öyle söyledim, yıkmayacağım. Yalnız şu kadar borçları var, onu ödesinler devlete”. Bu türden bir çatışmalı durum hem 1960’da hem 1980’de oluyor. Ama ordu içerisindeki güçlü paşalar sayesinde bu tür sürtüşmeler engelleniyor.
    Türkiye’de kapitalizmin gelişmesiyle başlayan işadamı başkanlar dönemine gelirsek…
    Emin Cankurtaran ile başlıyor. Ali Şen, Tahsin Kaya, Güven Sazak gibi isimler bu dönemin figürleri. Türkiye spor tarihine kapitalizmin gelişmesiyle koşut baktığınız zaman ilginç açılımlar ortaya çıkabiliyor. Mesela işadamlarının ortaya çıktığı dönem tek parti devri ya da 50’li yıllardan farklı olarak, yavaş yavaş güçlü bir burjuva sınıfının siyasal elitin içinden çıkıp oluşmaya başladığı dönemde, iktidar ilişkilerinde de bir dönüşüm yaşanıyor. F.Bahçe de buna uyum sağlıyor ve işadamı kulübü oluyor. Ve o dönemde kulüp içinde grupçuluğun yoğun bir etkisi var. Bu Semih Bayülken’le özdeşleşmiştir. Bir tarafta Bayülken ve CHP fraksiyonu, diğer yanda DP-Adalet Partisi çizgisi var. Bu ikinci grubun farklı farklı temsilcileri var. Bunlardan biri Osman Kavrakoğlu’dur mesela. Esasen grupçuluk diye adlandırılan şey iktidar kurma mücadelesidir.
    Güven Sazak döneminde olanlara ise MHP tandanslı Fenerbahçeliler bile tepki gösterdiler. Diğer başkanlar şu veya bu şekilde sporla ilintili olarak bir şeyler yaparken, Sazak dönemi tam bir kadrolaşma dönemidir, kürek ve boks gibi şubelerde. Ya da tribünlere dışarıdan adamların getirilmesi… Kulübün çeşitli kademelerine yönetici olarak MHP ilçe başkanları ve dışarıda MHP’de görev yapan, kulüple hiç ilgisi olmayan insanların atanması… MHP’li Fenerbahçeliler bile Güven Sazak’ın F.Bahçe’yle ilgisi olmayan insanları kulübe sokması konusunda ciddi bir rahatsızlık duydular. Zaten Sazak dönemi bir güçbirliğiyle bitirildi.

    - Bu güçbirliğinin içinde kimler vardı?
    Herkes vardı. Ali Şen üzerinden yapıldı bütün muhalefet Güven Sazak’a. Zaten “Ali Şen başkan, F.Bahçe şampiyon” nidaları tribünlerde herkes tarafından atılıyordu ve Hasan Özaydınlı’nın kısa süren başkanlığının ardından Ali Şen’e güçlü bir baskı yapıldı, o da tekrar gelmek zorunda kaldı.
    Aziz Yıldırım dönemi tabii kayda değer bir dönem, halen de devam ediyor. Bu dönemde kulübün siyasal erkle ilişkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
    Daha da farklılaştı. Bir önceki işadamı dönemiydi, şimdi o da değil. “Küresel kapitalizm” dönemi gibi algılayabiliriz bugünü. Türkiye’de üst burjuvazinin yaşadığı değişim ve kurumsallaşmaya benzer bir şey burada da yaşanıyor. Dikkat ederseniz iktidar ilişkilerinde çok dengeli bir durum yaşanıyor F.Bahçe’de. Mesela ordu-AKP ilişkileri bağlamında çok dengeli bir siyaset var. Yani R.Tayyip Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt’ı aynı tribünde yan yana oturtmayı becerebilen bir kurum hâlinde şu anda. Genel olarak siyasal erkle son derece profesyonel bir ilişki sürdürülüyor ve o profesyonel ilişki içerisinde kiminle bir iş varsa o iş halledilebiliyor.

    - Somut örnek verebilir misiniz?
    Şimdi mesela Ataşehir’de 12 bin kişilik bir basketbol salonu yapılacak. Onunla ilgili yapılması gereken ne kadar iş varsa son derece profesyonelce ilişkiler içinde bu yapılabiliyor. Veya bir tür güç simgesi olarak emekli paşaların kulübe üye yapılmasına dikkat ediliyor. Ama yönetime çok fazla da karıştırılmıyorlar. Yani tam kapitalizmin gerektirdiği bir biçime döndü. En son Atilla Kıyat vardı, o da ilk ters düşmede devre dışı bırakıldı. Farklı iktidar erklerinin yönetime doğrudan karışmasına izin verilmiyor. Türkiye’de kapitalizmin dönüşümüne paralel bir şey. Yani eskiden şirketler devlete muhtaçtı ve devlet onları desteklemeden bir şey yapamazlardı. Şimdiyse devlet şirketlere muhtaç konuma gelmiş durumda. Aynı şey oldu F.Bahçe’de.
    Kulüp yönetimi kimseyle arasını bozmuyor. Çok önemli bir arada, Avrupa maçları varken ve Galatasaray’la şampiyonluk mücadelesi verilirken Başbakan Suriye’yle yakınlaşılması için F.Bahçe’den rica etti ve 2 maç arasında F.Bahçe sakatlanmaları göze alarak gitti Al İttihad’la bir maç yaptı. Ve taraftar çok eleştirdi bunu çünkü ufukta ciddi maçlar vardı, bir Alex’in sakatlanması herşeyi mahvederdi. Ama buna rağmen siyasi iktidarla arayı bozmak istemedi yönetim ve Suriye’ye gidildi.
    Şu anda F.Bahçe yönetim kuruluna baktığınız zaman Türkiye’nin yaşadığı değişimi görebiliyorsunuz. Bugünkü yöneticiler farklı türde bir kapitalist. Küresel kapitalizmin aktörleri. Size ilginç birşey söyleyeyim, başta çok bağırdılar ama F.Bahçe yönetimi aslında G.Saray’ın Seyrantepe projesini destekliyor. Çünkü G.Saray’ın erimesi demek F.Bahçe’nin varlığının yokolması demek. Rekabetin azalması demek. Bu da küresel kapitalizmin istediği birşey değil çünkü o rekabet sayesinde ikisi de kârlarını arttırabiliyorlar. Galatasaray ortadan kalksa, iflas edip küme düşse ne yapacak F.Bahçe? Seyrantepe projesine bas bas bağırdılar ama aslında bu “hadi siz de susun” denilerek Ataşehir’deki arazinin ve Kenan Evren Lisesi’nin siyasal iktidar tarafından kendilerine verilmesinden başka şey değil.





  • quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn


    quote:

    Orijinalden alıntı: SPaCeLoRD


    quote:

    Orijinalden alıntı: Brooklyn

    Bazı Arkadaşlar bana hitaben konuşuyorlar sanırım.

    Öncelikle biz ispatlı belgeleri koyunca şikayet ediyorlar tahrik var deyip sildiriyorlar sonra yok efendim cevap veremiyorsunuz.

    1.si koyduğunuz resimler yazılar belgeler milli mücadele bittikten sonra M.Kemal'in Galasaray Lisesi'ne yaptığı ziyaretlerdir. Bakınız Lisesi diyorum. M.Kemal Fenerbahçe spor klübünü ziyaret etmiştir. M.Kemal Milli mücadeleyi anlattığı Nutuk'ta ise Gs lisesi için kullandığı hitap açıktır nettir.


    Farkında mısın bilmem de kimse Galatasaray Fenerbahçe olayına çekmiyor konuyu, Atatürkün size göre vatan haini olan bir okulu ziyaretinden bahsediliyor. İdrak edememişsin sanırım o kısmı ki, Kulubu değil Liseyi ziyaret etti kısmını belirginleştirmişsin.

    Galatasaray Spor klübü Galatasray lisesinin bir uzantısıdır. Bu dönemde Spor Klübünün Lisenin önüne geçmesi bunu değiştirmez. Bu sebeptendir ki Klübün başkanı olacak kişide Gs lisesi patenti aranır. Galatasray Lisesi o dönemki adıyla Sultan Mektebi nin milli mücadeledeki tutumundan bahsettim yukarıda. Lise Milli mücadele kazanıldıktan sonra tabii kide Cumhuriyet yanlısı olmuştur. M.Kemal yanlısı oluştur. Doğrusu da bu. Ancak milli mücadele bittikten sonra cereyan eden olayların fotoları koyup hedef şaşırtıp duygu sömürüsü yapmayın. Tekrar ediyorum Milli mücadele dönemi için Atatürk'ün lise hakkında ki söylemleri Nutuk ta belirtilmiştir. Bundan büyük bir kanıt olamaz zaten.



    adam yukarda mektebi sultani , sultai mektebi olayını açıklamış sana. ama pek o açıdan bakmak istemiyosun sanırım. Lise savaştan önce Atatürk düşmanı ya da vatan hainleri ile dolu olsaydı savaşa 1 kişi bile gitmezdi.

    Futbol dalındaki bir münakaşayı rakibi vatan haini göstermeye çalışarak kazanamazsın. Atatürke suikaste kalkışan Fenerbahçe başkanını görmezden gelmek işine geliyor ama dimi ?


    Tarihi bilgin ne düzeyde bilmiyorum ama o dönemde istanbulda yaşan halkın çok büyük bir kısmı padişah yanlısıydı. Zira padişah işgal kuvvetlerinin oyuncağı konumundaydı. Padişah bile Wilson ilkelerini kabüllenmiş Türklerin çoğunlukta olacağı yerlerin Türklerin elinde kalacağına inanıyordu. Zira düşüncesi ve tavırlarıda bu yöndeydi. M.Kemal Anadoluya ilk çıktığında yaptığı havza mitinginge işgallerin hakısız olduğunu ve silahlı mücadelenin süreceğini bildirmiş ve hemen ardından Padişah ve sözde hükümeti M.Kemali istanbula çağırmıştı.bunları hatırlatmamın sebebi böyle bir tutuma sahip olan Padişahın arka bahçesi konumunda ki Gs lisesi nasıl olurda milli mücadelenin destekçisi olur? Ayrıca Galatasaray'ın Fransız tarihi Fransız tabanı Fransız apoleti ortadayken. Yine yukarıda belirttiğim gibi Gs lisesin vverilen konferanslar tarih sayfalarında yerini almışken?
    Ayrıca Gs klübü vatan hainidir diye bir söylemim yok. Bunu belirtmek isterim. Böyle birşeyde yazmadım. Sadece Milli mücadele dönemide Gsnin durumundan bahsettim. Kişilerin yaptıklarını klübün idolojisine mal edemem.
    M.Kemal'e suikast düzenleyen Fb başkanı vatan hainidir ve cezalandırılmıştır idam edilmişltir.. Bu olay 1926 da gerçekleşmiştir. Milli mücadele sora erdikten sonra. Bunu belirtmemin sebebi bu suikast olayı Fb nin milli mücadele dönemindeki tavrını değiştirmez. Ancak bir vatan haininin yaptığı da affedilmez. Affedilmemiştir.Ancak bunu yapan kişinin yaptığıda Fenerbahçeye mal edilemez.Bunu önümüze koyan Gslilere sorum şu? Gs milli mücadeledeki tavrını nasıl ve ne yaparak ödemiştir?


    Fenerbahçe'nin kuruluş Tüğüzü ise orjinal haliyle durmaktadır...
     FIFA:En başarılı takım Galatasaray


    Kulübün takip ettiği maksat ve gaye; memlekette terbiye-i bedeniye ve fikriyenin tamimine çalışmak ve şübbân-ı vatanı mübâreze-i hayata ve meşâkk ve esfâr-ı askeriyeye alıştırmaktır.(Kulübün takip ettiği amaç ve gaye; memlekette bedeni ve fikri terbiyenin yayılmasına çalışmak ve vatan gençlerini; vatanın korunmasına, zorluklara ve askeri seferberliklere alıştırmaktır.)




  • 
Sayfa: önceki 678910
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.