Şimdi Ara

en güzel şiirleri burada toplayalım... (9. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
462
Cevap
1
Favori
94.916
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Japon Balıkçısı

    Denizde bir bulutun öldürdüğü
    Japon balıkçısı genç bir adamdı.
    Dostlarından dinledim bu türküyü
    Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.

    Balık tuttuk yiyen ölür.
    Elimize değen ölür.
    Bu gemi bir kara tabut,
    lumbarından giren ölür.

    Balık tuttuk yiyen ölür,
    birden değil, ağır ağır,
    etleri çürür, dağılır.
    Balık tuttuk yiyen ölür.

    Elimize değen ölür.
    Tuzla, güneşle yıkanan
    bu vefalı, bu çalışkan
    elimize değen ölür.
    Birden değil, ağır ağır,
    etleri çürür, dağılır.
    Elimize değen ölür...

    Badem gözlüm, beni unut.
    Bu gemi bir kara tabut,
    lumbarından giren ölür.
    Üstümüzden geçti bulut.

    Badem gözlüm beni unut.
    Boynuma sarılma, gülüm,
    benden sana geçer ölüm.
    Badem gözlüm beni unut.

    Bu gemi bir kara tabut.
    Badem gözlüm beni unut.
    Çürük yumurtadan çürük,
    benden yapacağın çocuk.
    Bu gemi bir kara tabut.
    Bu deniz bir ölü deniz.
    İnsanlar ey, nerdesiniz?
    Nerdesiniz?
    Şair : Nazım Hikmet Ran




  • Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev.

    Bir dev gibi seviyordu dev.
    Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan evin.

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Mini minnacıktı kadın.
    Rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliiii
    hanımeli
    açan eve.

    Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
    dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
    bahçesinde ebruliiiii
    hanımeli
    açan ev..


    Şair : Nazım Hikmet Ran





  • Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?

    "İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?"
    (A’râf Suresi 155. Ayetin bir kısmı)

    Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
    Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
    Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
    diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
    Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
    Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
    Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
    Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
    Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
    En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...
    Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
    Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
    Emvâci hurûş-âver olurken melekûta?
    Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
    Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
    Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
    Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
    Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
    Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
    İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
    Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
    Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
    Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
    Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
    Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
    Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân;
    İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!

    Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
    Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
    Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
    Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
    Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
    Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!
    Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
    Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
    Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
    Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
    En kanlı senâatle kovulmuş vatanından,
    Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
    İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
    Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
    Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
    Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!


    Şair : Mehmet Akif Ersoy



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi felsefika -- 27 Eylül 2005, 21:00:54 >




  • İstiklâl Marşı

    - Kahraman Ordumuza -

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak.

    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
    Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
    "Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?

    Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
    Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
    Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
    Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

    Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli:
    Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
    Bu ezanlar - ki şahâdetleri dinin temeli -
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım,
    Her cerîhamdan, İlâhi, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
    O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!


    Şair : Mehmet Akif Ersoy


    HAYATIMDA BUNDAN DAHA GUZELINI OKUMADIM!




  • "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Yaşarsın çünkü.
    Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
    Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
    Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
    Senin o'nu sevdiğinden.

    Cok sevmezsen, çok acımazsın.
    Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
    Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
    Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Senin değillermiş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
    Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
    Paldır küldür yürüyebileceksin.
    İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
    Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
    Gökyüzünü sahipleneceksin,
    Güneşi, ayı, yıldızları...
    Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
    "O benim." diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin...
    Mesela gökkuşağı senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
    Mesela turuncuya, yada pembeye.
    Ya da cennete ait olacaksın.
    Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
    Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de
    hep senin kalacakmış gibi hayat.
    İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

    CAN YÜCEL






  • Yak Sevdanin Çirasini
    .
    Ne hüzünler kurtarir seni
    ne çeyiz sandiginin ceviz gölgesi
    ve ne de acinin ses duvarindaki
    yorgun ve bikkin bekleyisler

    Acilar karartmissa bile günlerin duvagini
    düsürmüsse de ilkyazin tomurcuklarini firtinalar
    hayat kendini yeniden yaratan bir bahardir
    verecektir en olgun meyvelerini mutlaka
    yeter ki hüzünler sarartmasin yüzünü

    Yak sevdanin çirasini türkülerle
    barajini yikan bir irmak gibi katil hayata
    Hüznün isyana dönsün artik
    bitsin bezginligin ölümcül suskunlugu
    evde kalmis bir cinsellik degildir çünkü dünya.
    .
    Ahmet Telli
  • Ben Hiç Rüya Görmedim

    Çıktım, denize uzanan ırmaklardan
    Nasıl çıktıysam rüzgâra
    Bitti, ilmihali hayatın
    Hayal kurdurmadı bana
    Kirli tezgâhını taşıdığım
    Aşk da yaşamadım

    Bildimse eğer öfkeyi bildim
    Hırsı öğrettiler bana, insan silmeyi
    Çizdirmediler bir saksıda çiçek resmi

    Acı kızıl, suskun kızıl, kirli kızıl
    Ne çok renk taşırmış öfke
    Ve yığarmış kuru gözlere anladım

    Çalmıştım kapısını sevdanın bir kere
    Nasıl çaldıysam kendimi
    Bin tövbeyle uzaklaştım

    Çok yoruldum, ıslak tenime tuz atmaktan
    Toprağı solumaktan, çağırmaktan sesi
    Çekilmez oldu adım

    Hiç sakin yaşamadım
    Ağrıyan yanlarım tutardı başımı
    Sarkardı gece durmuş saat gibi
    Boğulurdum karanlıktan

    Ben hiç rüya görmedim
    Bir yaz daha bitti.

    Türk Edebiyatı Dergisi, Eylül 2005

    Nazım Payam




  • Ayna

    Kum ateşe râm olur alınarak cam olur
    Sırla dost olduğunda aynalaşır tam olur

    Aynaya misâl beşer edilince buldu yer
    Arştan arza yolculuk asîl dert sonsuz değer

    Haddeden geçen insan pek çok sırla bulur can
    Can ve cam akis verir kalkınca perde olan

    Her bir zevk ayrı perde sebeptir türlü derde
    Marazdan korunmanın çaresi tek bir yerde

    Edinmezsen vesîle yaslanmazsan kefile
    Sikletinde varlığın o yerde sonsuz çile

    Gönül aynasında ki azar azar birikir
    Hâkim olur bedene kanıksanıp ham fikir

    Ne zaman her şey dene zarar vere diyene
    Kim insan olmak ister aklı dilini yene

    Tıpkı öyle her işi hemen yapamaz kişi
    Maksat arınmak ise düzeltmeli gidişi

    Hamlık pişedurmalı sevgi başadurmalı
    Durulmalı her fiil yürek taşadurmalı

    Berceste Dergisi, Haziran 2003

    Mustafa Erkan




  • Sen Söylemeden De Biliyorum

    Seziyorum ki kaçacaksın..
    Yalvaramam koşamam
    Ama sesini bırak bende

    Biliyorum ki kopacaksın
    Tutamam saçlarından
    Ama kokunu bırak bende

    Anlıyorum ki ayrılacaksın
    Çok yıkkınım yıkılamam
    Ama rengini bırak bende

    Duyumsuyorum ki yiteceksin
    En büyük acım olacak
    Ama isini bırak bende

    Ayrımsıyorum ki unutacaksın
    Acı kurşun bir okyanus
    Ama tadını bırak bende

    Nasıl olsa gideceksin
    Hakkım yok durdurmaya
    AMA KENDİNİ BIRAK BENDE


    Şair : Aziz Nesin
  • sevda derinlerdedir,oysa ferhad
    üstünü kazmada dağın

    kalbimin,yani o yağmur
    ve acıdan ocağın madenini,
    laciverdi ve mahmur
    bir ağrıyla delmede
    şirin

    ve en anlaşılmaz,en derin
    bir şiirin yurt edindiği
    billur bir köşke girmede
    leyla

    ve mecnun un yani o çölden
    ve ağıttan otağın
    önünde,bir adak gibi
    ölüme diz çöktürmede
    leyla

    ve yakut
    şafak ve irin
    ile emzirdiği bir güzün
    boynunu vurmada
    şirin

    sevda derinlerdedir,oysa ferhad
    üstünü kazmada dağın


    hilmi yavuz
  • Haziranda Ölmek Zor

    orhan kemal'in güzel anısına

    işten çıktım
    sokaktayım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete

    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sokakta tomson
    sokağa çıkmak yasak

    sokaktayım
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    yaralı bir şahin olmuş yüreğim
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    havada tüy
    havada kuş
    havada kuş soluğu kokusu
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    ne anlar acılardan/güzel haziran
    ne anlar güzel bahar!
    kopuk bir kol sokakta
    çırpınıp durur

    çalışmışım onbeş saat
    tükenmişim onbeş saat
    acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
    anama sövmüş patron
    ter döktüğüm gazetede
    sıkmışım dişlerimi
    ıslıkla söylemişim umutlarımı
    susarak söylemişim
    sıcak bir ev özlemişim
    sıcak bir yemek
    ve sıcacık bir yatakta
    unutturan öpücükler
    çıkmışım bir kavgadan
    vurmuşum sokaklara

    sokakta tank paleti
    sokakta düdük sesi
    sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
    dallarda insan iskeletleri

    asacaklar aydemir'i
    asacaklar gürcan'ı
    belki başkalarını
    pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
    dökülüyor etlerim
    sarı yapraklar gibi

    asmak neyi kurtarır
    sarı sarı yaprakları kuru dallara?
    yolunmuş yaprakları
    kırılmış dallarıyla
    ne anlatır bir ağaç
    hani rüzgâr
    hani kuş
    hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

    asılmak sorun değil
    asılmamak da değil
    kimin kimi astığı
    kimin kimi neden niçin astığı
    budur işte asıl sorun!

    sevdim gelin morunu
    sevdim şiir morunu
    moru sevdim tomurcukta
    moru sevdim memede
    ve öptüğüm dudakta
    ama sevmedim, hayır
    iğrendim insanoğlunun
    yağlı ipte sallanan morluğundan!

    neden böyle acılıyım
    neden böyle ağrılı
    neden niçin bu sokaklar böyle boş
    niçin neden bu evler böyle dolu?
    sokaklarla solur evler
    sokaklarla atar nabzı
    kentlerin
    sokaksız kent
    kentsiz ülke
    kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

    işten çıktım
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    karanlıkta akan bir su
    gibi vurdum kendimi caddelere
    hava leylâk
    ve tomurcuk kokusu
    havada köryoluna
    havada suçsuz günahsız
    gitme korkusu
    ah desem
    eriyecek demirleri bu korkuluğun
    oh desem
    tutuşacak soluğum

    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi
    yaşatmaktır önemlisi
    güzel yaşatmak
    abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
    ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

    ah yavrum
    ah güzelim
    canım benim / sevdiceğim
    bitanem
    kısa sürdü bu yolculuk
    n'eylersin ki sonu yok!
    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    nerdeyim ben
    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz siz
    kimsiniz?
    ne söyler bu radyolar
    gazeteler ne yazar
    kim ölmüş uzaklarda
    göçen kim dünyamızdan?

    asmak neyi kurtarır
    öldürmek neyi?
    yolunmuş yaprakları
    ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
    söyler hangi güzelliği?

    kökü burda
    yüreğimde
    yaprakları uzaklarda bir çınar
    ıslık çala çala göçtü bir çınar
    göçtü memet diye diye
    şafak vakti bir çınar
    silkeledi kuşlarını
    güneşlerini:
    «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
    memet!»

    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    üstümbaşım elim yüzüm gazete
    vurmuşum sokaklara
    vurmuşum karanlığa
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!

    bu acılar
    bu ağrılar
    bu yürek
    neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
    bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
    bu geceler niçin böyle insansız
    bu insanlar niçin böyle yarınsız
    bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

    kim bu korku
    kim bu umut
    ne adına
    kim için?

    «uyarına gelirse
    tepemde bir de çınar»
    demişti on yıl önce
    demek ki on yıl sonra
    demek ki sabah sabah
    demek ki «manda gönü»
    demek ki «şile bezi»
    demek ki «yeşil biber»
    bir de memet'in yüzü
    bir de güzel istanbul
    bir de «saman sarısı»
    bir de özlem kırmızısı
    demek ki göçtü usta
    kaldı yürek sızısı
    geride kalanlara

    nerdeyim ben
    nerdeyim?
    kimsiniz siz
    kimsiniz?

    yıllar var ki ter içinde
    taşıdım ben bu yükü
    bıraktım acının alkışlarına
    3 haziran '63'ü

    bir kırmızı gül dalı
    şimdi uzakta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    yatıyor oralarda
    bir eski gömütlükte
    yatıyor usta
    bir kırmızı gül dalı
    iğilmiş üzerine
    okşar yanan alnını
    bir kırmızı gül dalı
    nâzım ustanın

    gece leylâk
    ve tomurcuk kokuyor
    bir basın işçisiyim
    elim yüzüm üstümbaşım gazete
    geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
    şuramda bir çalıkuşu ötüyor
    uy anam anam
    haziranda ölmek zor!




  • GENEL KÜLTÜLTÜR ANSİKLOBEDİSİNDE
    BİR MADDE BİLE DEYİLSİN

    Eski kırbeşliklere arajman bile olamayan
    şairler okudun sen;ondan bu ukalalıgın
    Yazık sana çocuk sevgli
    Oysa yatıp bir kadının eteyi altına
    kokusunu seyreder gibi,
    uzanıp bir binanın her tavrı masum terasına
    gökyüzünün çok tazzikli meşkine dalardın
    geceleri.Kaç yıldız bir saplantı eder,
    kaç güneş tutulmasıdır bir ayrırlık...
    Hatıralralarınla bunu heseplardın.Kendince.
    Kaç ihanet toplam bir vesvese...



    Bir made bile deyilsin artık
    genel kültür ansiklobedisinde.
    Yüzün yok,cismin yok,hükmün yok bu sersenişte
    Adının jeneriklere yazılmaya degmedigi
    kalitesiz porno filmlerde
    oynadın hep.Daha da oynarsın,oyna çocuk!
    Eski kırkbeşlikler izin verdikçe




    KÜÇÜK iskender



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kargaşa -- 1 Ekim 2005, 15:35:57 >




  • Yaşayabilme İhtimali

    soğuk ve şehirlerarası
    otobüslerde vazgeçtim
    çocuk olmaktan
    ve beslenme çantamda
    otlu peynir kokusuydu babam...

    Ben seninle bir gün Veyselkarani`de haşlama yeme ihtimalini sevdim.

    İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
    (ankara`da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
    özlemeye başladım herkesi...
    Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
    adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra...

    Bizim Kemalettin Tuğcu`larımız vardı...
    Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
    Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
    kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
    Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
    Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara
    ve Türk Dil Kurumu`na inat bir Türkçeyle...
    Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi...

    Ankara`ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
    Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
    Oysa Ankara`da hiç sevişmedim ben.
    Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
    (Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...)
    Ankara`ya usul usul kurşun yağıyordu...
    Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri...
    Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
    Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım...
    çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece...

    sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde
    ama sen yoktun...
    Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni tenefüs saatlerinde...
    Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu...
    Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum...

    Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
    yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini...
    Sonra otobüs oluyordum,
    kırık yarık yoların çare bilmez sürgünü...
    Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliği...
    Otobüs oluyordum bir süre...
    Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
    yanağım otobüs camının garantisinde...
    Otobüs oluyordum...
    Bir ülkeden bir iç ülkeye...
    Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...

    Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin...
    Korkuyordum...
    Sonra iniyordum otobüsten...
    Çarşıdan bizim eve giden,
    ömrümün en uzun,
    ömrümün en kısa,
    ömrümün en çocuk,
    ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum...
    Çünkü sonunda annem oluyordum
    babam kokuyordum sonunda...

    Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan...
    Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...

    Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda...
    Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
    Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında...
    Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...

    Ben senin,
    beni sevebilme ihtimalini sevdim!

    Kuzguncuk - 1996

    Yılmaz Erdoğan




  • quote:

    Orjinalden alıntı: halilgulen

    .
    .
    Seni Yagmurdan Sonra Sevecegim
    .
    Simdi git..
    Say ki, seninle içinden sevda geçen bir türkü söylemedik.. Say ki, gece mektuplarini, en güzel ask siirlerini beraber ezberlemedik..
    Say ki, sevda trenini kaçirdigim durakta bir süre beraber beklemedik..
    Sen git..
    Ben gelemem bu yürekle..
    Ya da kal..
    Eylül yagmurlarini bekle..

    Seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Saçlarima ak düsmemis halimle..
    Sen yaslardayken..
    Onsekizimde, yirmimde..
    Seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Kaldirimlarin islak ve temiz haliyle..
    Yasli yüzüm delikanli yüregimle..
    Seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Asksiz geçen onca yili yakacagim..
    Sevda alevinde kendi ellerimle...

    Simdi git..
    Say ki, seninle sahildeki çardakta hiç dondurma yemedik..
    Say ki, oturup konustugun yasli ve yabanci bir adamdi..
    Ve sevdadan hiç söz etmedik..
    Say ki, hiç gülmedik..
    Ayni seyleri sevmedik..
    Ve yagmurdan sonra beraber yürümedik..
    Seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Kimse bilmeyecek, herkesten gizleyecegim..
    Yagmurdan sonraki toprak kokusu olacak havada..
    Seninle gökkusaginin altindan geçecegim..
    Seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Ve seni sevdigimi kimseye söylemeyecegim..
    Belki bu dünya gözüyle gördügüm son yagmur olacak..
    Islak kaldirimlarda sirilsiklam yürüyecegim..
    Ben seni yagmurdan sonra sevecegim..
    Ve bir gün ölürsem yesil gözlerinde ölecegim.....
    .
    Ugur Arslan






  • Merdiven

    Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
    Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
    Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

    Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

    Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
    Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
    Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

    Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

    Ahmet HAŞİM
  • quote:

    Orjinalden alıntı: reosun arkadaşı

    Yaşayabilme İhtimali

    soğuk ve şehirlerarası
    otobüslerde vazgeçtim
    çocuk olmaktan
    ve beslenme çantamda
    otlu peynir kokusuydu babam...

    Ben seninle bir gün Veyselkarani`de haşlama yeme ihtimalini sevdim.

    İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
    (ankara`da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
    özlemeye başladım herkesi...
    Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
    adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra...

    Bizim Kemalettin Tuğcu`larımız vardı...
    Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
    Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
    kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
    Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
    Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara
    ve Türk Dil Kurumu`na inat bir Türkçeyle...
    Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi...

    Ankara`ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
    Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
    Oysa Ankara`da hiç sevişmedim ben.
    Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
    (Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...)
    Ankara`ya usul usul kurşun yağıyordu...
    Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri...
    Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
    Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım...
    çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece...

    sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde
    ama sen yoktun...
    Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni tenefüs saatlerinde...
    Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu...
    Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum...

    Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
    yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini...
    Sonra otobüs oluyordum,
    kırık yarık yoların çare bilmez sürgünü...
    Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliği...
    Otobüs oluyordum bir süre...
    Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
    yanağım otobüs camının garantisinde...
    Otobüs oluyordum...
    Bir ülkeden bir iç ülkeye...
    Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...

    Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin...
    Korkuyordum...
    Sonra iniyordum otobüsten...
    Çarşıdan bizim eve giden,
    ömrümün en uzun,
    ömrümün en kısa,
    ömrümün en çocuk,
    ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum...
    Çünkü sonunda annem oluyordum
    babam kokuyordum sonunda...

    Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan...
    Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...

    Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda...
    Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
    Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında...
    Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...

    Ben senin,
    beni sevebilme ihtimalini sevdim!

    Kuzguncuk - 1996

    Yılmaz Erdoğan




    +1




  • ölüm şairinden bir inci manzumesi daha
    quote:

    Orjinalden alıntı: mgveli

    Ölüm

    Sözünde durmadı mavi gökler;
    Gün kararıyor gitgide ölüm.
    Akşam yeli nedameti söyler;
    Nedamet yer etti bende ölüm.

    Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce;
    Sudur akar kendi bildiğince,
    Hangi pencereye koşsam gece;
    Gitmiyor bu can bu tende ölüm.

    Ne vefasız geçmişten hayır var,
    Ne gelecekler imdada koşar,
    Çoktandır tekneyi aldı sular;
    Çoktandır ümitler sende ölüm.


    Cahit Sıtkı Tarancı




  • Seni Yasamak
    .
    Seni her özledigimde sevgilim,
    Gökyüzüne bakiyorum;
    Gögün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
    Seni her özledigimde bir tanem,
    Denizlere bakiyorum.
    Ufuga bakinca mucizeni görüyorum çünkü.
    Seni her özledigimde bir tanem,
    Kuslara bakiyorum.
    O kanatlardaki özgürlügünü görüyorum çünkü.
    Ve askim, seni her özledigimde,
    Adinda isyan ediyorum.
    Seni özlemek istemiyorum ben,
    Ben seni yasamak istiyorum,
    Seni her özledigimde sana bakmak istiyorum
    Ve seni sende görmek sadece
    .
    Behçet Necatigil
  • RÜVEYDA
    fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
    bir güvercin uçurup kıtalar arasından
    çağırdın beni
    geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
    derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
    yarim koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
    yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
    yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
    koşup geldim ; iliştir beni memnu bahtıma

    adini söylemek istemiyorum
    her hecesi amansiz bir kor dudaklarimda
    her harfine yillardir simseklerle yaristim
    zindanlara karistim , ölümlerle tanistim
    adini söylemek istemiyorum
    rüveyda dedigim zaman
    anla ki, senin için yürüyor kelimeler
    çigligmin atardamarlarindan

    hangi yildizdir bilmem, gözlerin
    kayar da üzerime rüveyda
    önce tuhaf bir deprem yayilir bedenime
    sonra açilir önümde istirab vadileri
    silik renkleriyle adimlarima
    çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
    hayalin bittigi menfeze dogru
    alaca bir at kosar içimde
    zamansiz , mekansiz nefese dogru

    uslanmaz bir yürek tasidigima dair
    yaygin bir kanaat dolasir aynalarda
    oysa rüveyda
    bastanbasa ben
    kevser akan , gül kokan bir kalbin filiziyim.

    kitaplara sürdügüm kapkara lekelerden
    bir anlatsam nasil utandigimi
    bir dogrulsam egildigim yerlerden
    agarir tanyeri nilüferlerin
    alaca bir kosar içimde
    ezer toynaklari ile anilarimi

    sular köpürmemeliydi rüveyda
    kirilamamaliydi islak dallari hasret selvilerinin
    ben zehire aliskinim , serbete degil
    rüyalar hefret eder avare durusumdan
    kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
    sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
    ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekes
    yargilamak için zeval kayitlarini
    inkilab bekliyorum

    hangi umut çiçegidir bilmem , ellerin
    uzanir da gönlüme rüveyda
    derinden bir ok saplanir bagrima
    beynimi çagiran bir sese dogru
    alaca bir at kosar içimde
    zamansiz , mekansiz nefese dogru

    varligin cinayettir memleketimde islenen
    akitir kanini en asil pehlivanlarin
    yoklugun sükunettir kusatir evrenimi
    varligin ve yoklugun ölümüdür baharin

    artik eskisi gibi bakamiyorsun
    göklerinde bir belkis otururdu rüveyda
    binlerce gökkusagi olurdu kirpiklerin
    günes bir anne gibi dururdu basucunda
    artik dokunamiyor kakülün bulutlara
    karalara bürünmüs saçlarinda dolunay
    ben bu kadar zulme layik miyim rüveyda

    hangi ressami vurur bilmem , nedamin
    sarar da benligimi
    ben beni tanimam kaldirimlarda
    kafesleri yutan kafese dogru
    alaca bir at kosar içimde
    zamansiz , mekansiz nefese dogru

    kirmizi bir kurdela baglayarak alnina
    duydun mu orkideye dua eden birini
    bu ismarlama yüzler yok mu rüveyda
    bu yapmacik bebekler
    gözyasi akitirken gülenler yok mu
    beni kahrediyor geceler boyu

    hangi çagin gelisidir bilmem , gülüsün
    soluk bir dünyanin mezarlarina
    gömerek gurbetimi
    kapadi karanliga Yesrip , kapilarini
    meydan okuyusun çagin ordularina
    bilmem hangi mevsimin baslangicidir
    doruklardan öte hevese dogru
    alaca bir at kosar içimde
    zamansiz, mekansiz nefese dogru

    yasini tutuyorum yarattigim düslerin
    yipranmis divaneler gibiyim sokaklarda
    amansiz bir ütopya üfleyen pencereler
    lif lif yoluyor dram seyyahi bedenimi
    önümde , haksizligin hesaba çekildigi
    hiç kimsenin kimseyi tanimadigi mahser
    arkamda , kare kare ömrümü belirleyen
    hatirladikça yanip tutustugum resimler

    söyle, nasil asarim pismanlik daglarini
    yeniden bir nil olup tasar miyim çöllere
    kim giydirir basima tacini nihayetin
    kim takar bilegime hürriyet künyesini
    karada balik gibi nasil yasarim , söyle

    rüveyda , seziyorum ; tahammülün kalmadi
    ama dur , bosaltayim bütün çigliklarimi
    asirlardir köhne barinaklarda
    küflenen , çürüyen çigliklarimi

    at vuruldu ; içim paramparça rüveyda
    gölgelerin ardina sakladim kusurumu
    sen orda kayitsizca gülümsüyor gibisin
    ben burda damla damla eriyip akiyorum
    yine de , çignetemem kimseye gururumu
    istenmedigim yeri sessizce terkederim
    hatira kalsin diye birakir da ruhumu
    mahzun bir dervis gibi boyun büker, giderim







  • RÜVEYDA'YA AĞIT
    Merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim.
    Ben bir aziz değilim, hele gündüz değilim
    Attığı her adımda siyah bir iz bırakan
    Bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi

    Bir yanında kederi özümleyen bir lale


    Bırak da böyle bitsin bu günahkar serüven
    Bırak da kurtarayım bu emanet sarayı
    Yeter intiharınla oyduğun yüreğimi
    Umutsuz şarkılarla avutulduğum yeter
    Göğsümde bir yanardağ kıvranıyor Rüveyda
    Yaraları kapandıkça kanıyor Rüveyda
    Duman çöktü güneşin siten aynalarına
    Aralandı perdeler şimdi sessiz değilim
    Dertliyim, viraneyim ben bir aziz değilim
    Azizler tohum eker sevgi tarlalarına

    Senin gözlerin dram; oysa ağlatan benim
    Ben dilenci sen sultan; sevgi dağıtan benim
    Sen ışık ben karanlık ve aydınlatan benim
    Ben ölümüm sen hayat can can katan benim
    Sabah sende oluyor; güneşi tutan benim
    Soran ben sorulan sen hüznü damıtan benim
    Öldüren ben ölen sen kabirde yatan benim
    Sen sevda yüklü bulut, göklerimin sahibi
    Saklıyorum içimde seni bir tufan gibi.

    Nerde uğruna ömür verdiğim bela nerde
    Her hatıra bir demet zehir meyhanelerde
    Düşlerim esrarınla çoğalan pervanedir
    Götür benden ahzanı bana ihsanı getir
    Yalanı reddederken düşüyorum yalana
    Ben bir aziz değilim Rüveyda anlasana.

    Bu ağıtı sen öldüğün için söylemiyorum
    Sen ölmedin Rüveyda at vuruldu ben öldüm
    Her hamlesi bir tabut şimdi bakışlarının
    Yıkayıp kefenledin mehtabına gömüldüm.
    Her iklime kanatlı bir haberci salsınlar
    Çağır aşıklarını namazımı kılsınlar
    Duysun alem ateşin dağı erittiğini
    Bu illetin taşları bile çürüttüğünü.

    Gün olurda ayrılık yumağı çözülür mü
    Bergüzarım ayaklar altında ezilir mi
    Rüveyda, görür müyüm yeşil ufuklarını
    Seninle bir sonsuzluk bulur muyum Rüveyda
    Yoksa hep bu kabirde kalır mıyım Rüveyda.
    Nurullah GENÇ




  • 
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.