Mehmet Akif Ersoy'un "Çanakkale Şehitlerine" şiirini günümüz türkçesiyle açıklayacak biri olursa çok makbule geçer. Ezbere bildiğim bir şiir fakat çoğu kelimenin anlamını bilmediğim gibi sözlüklerde de bulamadım.
KALBİM UNUT BU ŞİİRİ
Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgarlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık
Su ve ses kadar beklediğim ne kaldı geride,bilmiyorum uzanıp uyumak istiyorum gölgeme ve sarınmak o kocaman gözlerin uğuldayan rüzgarlarına
Bir acıyı yaşarım ben zehirden çiçekler üretirim kömür karası uçurum kadar bir yalnızlık yaratırım kendime,atlarım Anısı yoktur küçük rüzgarların
Yapraklarım yok artık kuşlarım yok büsbütün viran oldu dağlarım ezberimdeki türküler de savrulup gitti ömrümün karşılığı kalmadı sesimde sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü
Yanlış.. daha baştan yanlış bir şiirdi bu, biliyorum ve belki ömrümüzün yakın geçmişi bu kadar doğruydu ancak, kimbilir Kalbim unut bu şiiri
Ahmet Telli
quote:
Orjinalden alıntı: faruk
Mehmet Akif Ersoy'un "Çanakkale Şehitlerine" şiirini günümüz türkçesiyle açıklayacak biri olursa çok makbule geçer. Ezbere bildiğim bir şiir fakat çoğu kelimenin anlamını bilmediğim gibi sözlüklerde de bulamadım.
Hocam açıklayan siteler vardı. Lisedeyken bizim de ödevimizdi internette rastlamıştım. Rastlamasanız bile kendiniz yapmanızı tavsiye ederim. Çok anlamlı bir şiir çünkü. Ya da Etush la irtibata geçin
KAOS
Ay inceldi ve orman bir tortu gibi çöktü dibe Buğusu yoktu toprağın büsbütün balçıktı yeryüzü
Irmaklar sağırdı ve dağlar birer aptaldı o hantal gövdeleriyle Gittikçe büyüyordu rüzgarın beynindeki ur Öfkemizden şimşeği yarattık
İnsanı yarattık (hayır, balçıktan değil) O gün bugün arayıp dururuz onu hangi cehenneme gitti, bilmeyiz
Ahmet Telli
KARDA İZLER
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından
Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan
Şairler vurulmalıdır,hayat yakışmıyor onlara
Ahmet Telli
KARŞILIK
Ömrümün karşılığı olsun diyor bir değeri, bir üstünlüğü olsun Çılgın bir aşkın tarihi yolculukların günlüğü olsun ama kavgalarda geçsin ömür
Deli ırmak gibi akmalı adına yaşamak dediğimiz sarsıntılar kalmalı anılar diye ve ölüm bir gökgürültüsü gibi gelmeli gelecekse
Bir bedeli olmalı her aşkın Her öpüşün ayrı bir yanı bir sarsıntı kalmalı tende ve kaçak sevişmelerin ürpertisi bir sağanak gibi patlamalı
Yangınlar kuşatmışsa bizi gözlerimiz bağlı ve tırnaklarımız sökülüyorsa elektrik şoklarıyla yasak bir kavgada olunmalı yoksa ne değeri kalır ölümün
Aşk dediğin hırçın bir deniz gibi çarpar yüreğin bordasına ve yasak bir kitabı okumanın sevincine benzer biraz ki onun her sayfasında bulunur ömrün karşılığı
Ahmet Telli
KAYIP ADRESTEKİ -1
Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açardı Su gibi azizdin, yurdumdun, alnında ateşler yanan Işıklı bir ırmak gibi aktığımız o uzun yürüyüş Daha dündü sanki, her patlayan sağanak bunu anlatır Fabrika düdükleri bunu anlatır bana her vardiyada
Hazırladığımız ilk taş baskısı afişi anımsar mısın Bükülüp giden kent sokaklarını, fabrika önlerini Sonra kitapları (kokuları hala burnumda onların) Hangi mayısta taşıdık kentlere küllerin rengini Gerçi gülistan olmadı ömrümüz, gam değil
Belki tanırdın ilk vurulanı, o gün hiç ağlamadık Hayır ağlamadık, çıldırdık o gün çıldırasıya Adını çocuklarımıza verdik onun, çoğaldı Mezarlar çoğaldı o günden sonra, yetişmedi bize Öldürülecek kadar büyümüştük, öyle demişlerdi
Ve hayat öylece akıp durdu işte, akıp duruyor Kimilerinin bakışlarına yine karlar yağmış Saçları dumanlı bir geçit sanki, dudakları lâl Kitap yakanlar eksilmiyor, şu uçuşup duran Kırlangıç ölülerini görüyor musun kentin üstünde
Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim.
Ahmet Telli
KAİNAT-I EVREN
evren yalnızlıktan da küçükmüş düşlermiş asıl sonsuz olan.
evren umutlardan da küçükmüş mutsuzluk daha büyükmüş meğer.
evren hiçlikten de küçükmüş meğer yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış
evren küçük bir okyanusmuş meğer kıyısında yelkenliler batan.
Ahmet Telli
KONUĞUM OL
Bir akşam konuğum ol oturup konuşalım biz bize Anıların çubuğunu yakıp uzatalım geceyi biraz Geçmişe bir el sallayıp yaşanan günleri konuşalım ve günlerin üstüne çöken dumanlı, isli havaları Kendimize daha az zaman ayırsak da olur geceden Çünkü boğulabilir insan yalnız kendini düşünmekten Kapağı açılmayan kitaplar unutulmuş aşklar gibidir Kitaplardan söz edelim ve onların gizli kalmış sessiz tadlarından Sabaha doğru perdeyi aralayıp ufka bakalım ve bir çocuk gibi hayretle seyredelim güneşin kızıllığını Konuşulmadan kalan daha çok şey vardı diye düşünerek çıkalım güneşle kucaklaşan balkona — Üşütmesin sabah serinliği Bir bardak demli çay burukluğu gibi kalsın gecenin ve sabahın tadı yaşasın anılarımızda Konuğum ol, oturup konuşalım bir akşam ve uzatalım geceyi sözün çubuğunu yakarak
Ahmet Telli
KUŞ ÖLÜMLERİ
Gittikçe yalnızlaşıyorum bir sen varsın karşılığı olmayan sorular düşüyor aklıma ve kuşların intihar tasarısından söz ediliyor kentte soğuyan ellerinde kalıyorum bir kırlangıç gibi Ellerin bir mecnun yurdu, upuzun bir sessizlik birlikte okuduğumuz kitaplar kadar sımsıcak
Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına Dünya upuzun bir çöl sanki, bir buzul kütlesi karşılık bulamıyorsun aklıma düşen sorulara ve düşüp duruyor kırlangıçlar, üşüyorum bir yolcu hüznüyle geçip gidiyor ömrümüz
Sesine bir esmerlik düşüyor parçalanıyor yüzün kayıp gidiyor parmaklarımın arasından bir aşkı anlatmak için seçtiğim sözcükler hep yanlış numaralar düşüyor telefonlarda kaçırıyor korku bakışlarını eski tanıdıklar Bir sen varsın kurtulursam bu aşkla kurtulurum
Gülüşü süt mavisi insanlar vardı/ nerede şimdi çoğunun adını unuttum çoğunun kimliğinde kazınmış adresler Nevin canına kıydı geçen gün, şiir gibi bir kızdı bilirsin Öner enfaktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık Üşüyorum, ama sen anılarla sarma beni ve anlat yanlızlığımızı
Gizimizi bildiler de ihanetlerini görmedik hiç ılık bir öpüştü türküleri
Kuşlar mı ki şimdi çok uzak yüksekte öpsen büyüyemezsin ki
ihanet ettik türkülerine baharın
Ahmet Telli
KÜL OLAN
Bu kentte sorular yasaklanmıştır böyle diyorlar fısıldarcasına ve ürkek ve diyorlar ki gidip anlatılsın bir kez çare düşünsün tarih denilen bilici
Gidip anlatılsın beklenen yolculara aşklar küllenmeden ve beynimizi büsbütün kemirmeden veba yetişsin durmadan yolu gözlenen
Bu kentin sorusunu yanıtla ey yanılmaz olan kahret ya da ışıklandır ve de ki: -Siz ki yangın yıllarından geliyorsunuz umuda bağlanmak umutsuzluktur ancak
Ve sen ey bilici, de ki: -Bu masal çok anlatıldı önceleri çocuklar da susturuldu her defa karartıldı evlerin bütün ışıkları
-Ve direnmeyi bilmiyorsanız kül olun savrulun dağlara taşlara belki hayat yeniden fışkıracaktır o zaman bu kentin ışıksız varoşlarından
Bir sfenksten söz ediliyor durmadan yakınmış kahredilmesi
Ahmet Telli
OZAN...
Bir kez olsun dönüp bakmadı Hoşça kalın da demedi giderken Sustu ve yanlızca elinden yine de sazını elinden bırakmadı
Sonra hiçbir haber çıkmadı Çıkıp gelmedi apansız bir gün Gerçi yoktu yolunu bekleyen ve hiç kimse göz yaşı dökmedi
Ahmet Telli
PASAPORT KAHVESİ
Kıyıda, taşın üstünde oturmuş denize bakıyor Kimse konuşmuyor onunla ne rüzgâr ne de izmir
Gün bitiyor ve lacivert sözcükler çekiliyor susuşların ipek ağıyla
Az ötede pasaport kahvesi - Gel, bir bardak çay içelim diyor bütün gün beklenen
Bulut suya değiyor su zamana ve yalnız çakıltaşları değil aşınmakta olan
Batık bir gemi gibi uzaklaşırken ordan yakamozlar kalıyor geride balkıyan acılar gibi
Eskiyen neydi günboyu yaşanan neydi hangi bıçağı biledi deniz
Işıklar sönüyor kıyıda ve burkulan bir yürekle çekip gidiyor bu kentten
Ahmet Telli
RESİM VE RESİM TARİHİ
Birisi kitap okuyor otobüste İlk durakta vuracaklar onu Dizlerinin üstüne çöken Bir zürafa gibi kalakalacak o Ve bu kent çapraz ateşler altında yazarken kendi tarihini zürafaların nesli nasıl tükendi Diye bir sayfa açacak
Birisi kitap okuyor otobüste ilk durakta vuracaklar onu
Ahmet Telli
SAKLI KALAN
günlüğü eksik tutulan güz usulca çekilmiş de kıyıya bütün gürültülerden uzakta eğiriyor suların köpüğünü belli ki duymuyor dağların uğuldayan yalnızlığını
bekleyişin ve acıların uğultusudur yalnızlıklar kimi kez kuşatabilir büsbütün doğayı, aşkı ve yaşamı ama kayalıkların karanlıklarına hiç sığar mı bir dağın yalnızlığı
bir çiçek bile doldurabilir uçurumların derin oyuklarını oysa o bir çatlaktan fışkırıp bir yangın gibi büyüyendir belli ki duymaktadır kalbinde aşkın saklı yalnızlığını
anımsanan ne varsa şimdi biraz acıya dönüktür yüzü ve solgun bir gülümseyiş gibi sararken sessizliği taşır bekleyişin gizinde aşkın saklı yalnızlığını
günlüğü eksik tutulan güz eğirirken suların köpüğünü ey alıngan susuşundan üzünç gibi öfkesinden kan sızan kalbini suların göğsüne bastır duyacaksın kalbimizin atışlarını
Ahmet Telli
SAVRULAN KÜLLERİ ÖMRÜMÜZÜN
Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm bulutların dağlara sessizce çöküşünü Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda Harelenen sularda bir yanık kokusu ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi Işık zamana bağlı zamansa onun kocaman gözleridir artık Anladım tarih de yazılmaz bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep Sesimde bir yanma bir kekrelik uzayıp giden bir çöl yalnızlığı Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor gidip de gelmemek üzere bütün yüzler Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum savrulan küllerini ömrümüzün Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor Acılar dehşetli kinlendiriyor beni Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
Ahmet Telli
SAVRULUP DURURKEN HAYAT
Kekremsi bir hayat dilimindeyiz Bakır tadında geçiyor günler Tutmuş yolları bir sürü harami Geleni geçeni sigaya çekmekte
Şüphesiz onlar ölüm getiricilerdir Ve sevincin düşmanı olarak bilinirler Yoktur gözlerinde sevgilerin ışıltısı Aşk yoktur, duman bürümüştür büsbütün
Onlar yalnızca ölümü bağışlayabilir Yalnız kederi, kahrı ve zulümleri Ve tarih onlarla bizim kavgamızın Sürüp duran hadisatından ibarettir.
Ne yazılmışsa bize ve onlara dair Işıklı sularındadır bilincimizin Hükmünü yerine getirse de acılar Biz yine neşeli türküler söylemekteyiz
Savrulup duran bir zaman diliminde Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür.
Ahmet Telli
SEN TÜRKÜ SÖYLE VE GÜLÜMSE
sen türkü söyle ve gülümse küçüğüm, çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları
Ahmet Telli
SESSİZLİĞİN ÇANLARI
1
Bir çığlığın sessizliğidir derin suların dinginliği ki çınlar yüreğin kararan kayalarında
Derin suların dinginliği çatlatır yüreğinde korkunun tohumunu çünkü sessizlik en büyük ustadır düşü gerçeğe dönüştürüverir apansız
Isırır bir hançerin yılan dili gibi çatallaşan çeliği Sonra yalnızca öyküler kalır ve sen onu yaşarsın çaresiz
2
Dirhem dirhem tartılmaz ki dostluk yaşanmaz ki vermesini bilmeden damla damla biriken bir şeyler boş bir tapınakta birden çalar gibi olur çanlar
Ve yaşamın hesabını veremezsin bir türlü kendine Sonra boğuntular sessiz haykırışlar karanlık sokaklara çeker seni
Çanlar beyninde asılı duran madeni bir gökkubbedir artık kulaklarına balmumu da akıtsan delecek beynini bu çığlığımsı sessizlik ve bu katran gibi yalnızlık