Kimdi cesaretimi kıran,üstelik Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi Sesimi cılız,rüzgarımı yelkensiz Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip Doruklara çekilen büyülü doruklara Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım, Anamdı belki, ama o çoktandır Üç bin metrenin altına inmiyor artık
İçimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara Kim demiyorum kim olursa olsun
Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın Bir çocuğun elinde, ki celladım Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken Yine de özlüyorum onu, niyetçi Tavşanlara dönerken beklediklerim
Aynı soruyu sormaktan, minör Ağrılardan yoruldum,gitmeliyim buralardan İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık Yoruldum yoruldum yoruldum Gereklilik kipinde yaşamaktan.
Kişneyen bir tayın sevincini anlat öfkeyi ve sağırındaki mahmuz yarasını Masallardaki şehzadeleri anlat bize
Avradın ve silahın kardeşisin ya feodalın töresini anlat biraz da ve terkinde kaçırdığın kızları
Dağları anlat bize, eşkiya gecelerini ölümleri ölümsüzlükleri anlat bize sonra tahta´dan tunca dönüşünü
Sen ki hepsini görüp yaşayansın
Ahmet Telli
AYLAKLAR
Bütün bir gün sırtüstü uzanıp dere kıyısında dinledik suyun akışıyla kavakların hışırtısını
Mor incirler kopardık kuşluk vakti dallardan soğuttuk soğuk sularda ürküterek kurbağaları
Öğleye doğru köylüler bir sepet kehribar üzüm ve domates getirdiler bir topak da peynir
Onlar işlerine döndüler biz yalnız kaldık yine umursamaz tarlakuşları uçuşup durdu üstümüzde
İkindiye doğru derede taş sektirdik, yüzümüzü yıkadık bir taş atımı ötede sıçrayıp kaçtı bir dağ tavşanı
Akşamın bir vaktinde köylüler sepetleriyle ve türküleriyle gelip kondular dere kıyısına
Meşe dalları toplanıp ateş yakıldı orta yere çevirdik erafını hepimiz konuştuk şundan bundan
Sonra kıvrılıp yattılar uyuyakaldılar hemencecik Ortada küllenen ateş gökte yürüyen ay kaldı
Uyuyamadık biz bir zaman Çobanların çok ötelerden gelen türkülerini dinledik bir de kendi nefeslerimizi
Sabah erkenden gittiler biz kaldık yine orada ve yine sırtüstü uzanıp dinledik kendimizi bir süre
Ne köylüler yüz verdi bize ne de bütün bir gün dere kıyısında düdüğünü öttüren çocuk
Ahmet Telli
AYRILIK AYRACI
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor Ya da erteletiyorum biletimi son anda
Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını
Ahmet Telli
AŞK BİTTİ
aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da Uzun bir hastalık gibi Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim Belki bir yağmur yağar akşama doğru Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair Aşk bitti işte tam da öyle
Ahmet Telli
AŞK İSE DONUK..
Aşk donuklaşmış, Pencereler yağmura hapsolmuş, Uzaklardaki sesin, ya da yanıbaşımdaki sesin Yağmuru bölüyor, Belki beni çağırıyor, belki katı ruhumu, Sarhoşluk bu olsa gerek, Ya da okyanusun dibi gibi birşey, Tek fark aşk donuklaşmış...
Ahmet Telli
AŞKLAR MI?
Aşklar mı diyordun, anladım Senin incindiğin, benimse Yollara düştüğümdür yeniden
I Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni
Bahar geldiğinde kırlara çıkacaksın dizboyu otlar üstünde koş koşabildiğince ve sakın yitirme neşeyi
Kırların sessizliğinde yüreğinin sesini dinle ve orada benim için küçücük bir yer ayır ve bekle beni küçüğüm
Doğa pervasızdır biraz bakarsın en olmaz yerde masmavi bir su fışkırır ve suyun ışıldayan göğsünde sevincin nilüferleri
Bahar şaşırtmasın seni sırtüstü uzan bir gölgeye suların, kuşların sesini dinle ve bekle beni orada döneceğim küçüğüm
II Mapusane türküleri hüzünlüdür biraz belki her dinleyişinde yüreğin burkulmakta için sızlamaktadır
Ama acılara alışılmaz birşeyler var değişecek birşeyler var değiştirmemiz gereken önce acılardan başlanacak
Beş on yıl dediğin pek kolay geçmeyebilir üstelik bu savaş bu kahredici kıyım bitmeyebilir daha uzun süre
Ama sen sahip çıkarak yaşama ve sevince bekle beni küçüğüm acılar bitecek bir gün sevgiler çiçek açacak
Mapusane türküleri hüzünlüyse de biraz yüreğin burkulmasın için sızlamasın sakın ve bekle beni küçüğüm
III Kış kıyamet bir gün bakarsın çıkıp gelmişim varsın azgınlaşsın tipi ve uğuldayadursun dışardaki rüzgâr
Sakın şaşırma küçüğüm üşümüş bir serçe gibi titremesin ellerin apansız çıkıp geleceğim kış kıyamet de olsa bir gün
Uğuldayan bu rüzgâr bu delice yağan kar ürkütmesin seni direnmektir artık bekleyişin öbür adı
Sen türküler söyle ve gülümse küçüğüm çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları
Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni küçüğüm
Ahmet Telli
BEKLESEM
Biri var, nasıl konuşursa, herkesin öyle düşünmesini ister Sfenks demiştim daha önce yanıldım bir soytarıydı her nasılsa tarihe sızan
Beklesem unuturdum uçurumların dilini ve ömrümün bütün karşılığı ödünç alınan bir umut olurdu ki şimdi onu da yitirmiş kurtuluş parkında bekleyen biri ......................................
Biri var, kurtuluş parkında ordadır akşamları birini bekler gibi durur, üşümüş gibi biraz da Acemidir, ikide bir kaçırır bakışlarını ve korkuyla harelenen gözleri haylaz çocukların kırdığı sokak lambasıdır Tedirgin, solgun, ikircikli sesiyle ses verir -Yerin varsa iyi olur, bir de çok hırpalamazsan
Suyu kurumuştur kuyunun çıkrık boşuna dönüp durur unutmuş sevinebilmeyi, gülümsemeyi unutmuş biliyor seçtiği adın kendine hiç yakışmadığını sımsıcak sarılmayı unutmuş, bilmiyor öpmeyi Kenti bir uçtan bir uca yürüyebilmek sevdiğinin kolunda bulutlara bakarak -Boşver bunları diyor, karşılığı yok yaşamda
Biri var, kurtuluş parkının oradadır akşamları bir söz bulunsa eskimemiş, sessiz bir söz sabaha kadar konuşulsa yine de hiç bitmese yalnızlığını unuturdu belki, üşümeyi unuturdu bir yıldız gibi gülerdi şafak sökerken söylediği türkünün kıvrımlarında bir yangın tutuştururdu bütün kenti, kül ederdi
Beklesem bütün öyküsünü alırdım eskimemiş bir sözün gülümseyişiyle
Biri var bütün gün lunaparktadır ve kenti götürüp koyar aynaların karşısına
Beklesem bütün soytarıları görürdüm her nasılsa tarihe sızan
Ahmet Telli
BELKİ YİNE GELİRİM
(Cemile Çakır hocaya)
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü
Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan kadınları güzelleştiren herhalde onlardı "Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisi tükürsek cinayet sayılıyor artık ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların
Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara tek yaprak bile kımıldamıyor nedense ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor kanımın pıhtılarında güllerin serinliği ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum okuduğum bütün kitaplar paramparça çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma
Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği dizginlerini koparan bir at sanki bu soluksoluğa kalıyorum her sonbahar ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum bütün gençliğim böylece geçip gitti işte ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim
Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün
Ahmet Telli
BU KENT ÖLDÜRÜLDÜ DİYORLAR
Bu kent öldürüldü diyorlar Kurşuna dizildi bir gece yarısı Hayaletler geziniyormuş şimdi Sokak aralarında ve caddelerde Baykuş tüneği olmuş alanlar Ve yarasalar uçuşuyormuş... Silah ve esrar kaçakçıları Altın çağını yaşarlarken Artıyormuş bir yandan da Kumarhaneler,meyhaneler Borsa oyunları hileli iflaslar Birbirini kovalayıp dururken Nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor Yaygınmış şimdilerde rus ruleti İntiharların sayısı bilinmiyor Çoğalıp duruyormuş fahişeler Ve artık bunların hiç biri Olay bile sayılmıyormuş şimdi Bu kent öldürüldü diyorlar Bahar gelmez artık buraya Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı Yaşanan bir başka tarih şimdi Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak Duyacağiz belki tarihin akışını Baharda gecikebilir unutmayalım Böyle okuduk tarihin kitaplarından Hele vakit gelsin,sevda dal versin Uzanacağiz bir sabah çiçekli bir ağaca Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını Suskun bekleyişlerini varoşların Kitapları,fabrikaları unutmayalım Unutmayalım dağların öyküsünü Zincirlerini kırmasını bilir bir kent Aovrayı unutmayalım Kışlık saray ne kadar dayanabilir Hayatı kollamasını bilenlere Ölüm suretini gezdiren serseriler Sızıp kalacaklar birazdan Ve bir tül gibi yırtılırken çevren Bu kent yeniden yaşanacaktır Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin.
Ahmet Telli
BUNCA AYRILIKTAN SONRA
O yorgunluğun kitaplarındaki umutsuz sevgiler miydi düşleri eskiten bir kez miydi tam yüreğimize saplanışı o kemirgen kuşkuların o yabanıl uğultuların
Ömürboyu yalnızlık yargılısının buluvermek birden kerem sevdasını canımızın çekirdeğinde üstelik bunca ayrılıktan sonra
Soyunup bütün kitaplardan hüzünden ayrılıklardan aşmak istesek de masal dağlarını tutabilir miyiz yelesini o tanrısal atların
Dinlenirken sevginin billur ırmağında güneş kararıyor apansız çatlıyor yüreğimizde yalnızlık tohumu ve gurbet batırıyor dişlerini etimize.
Ahmet Telli
BURDAYIM SÖZÜMDE
...Düşüyorum Karıncanın peşine minik depremler oluyor Yabanıl ot kokuları,sonra düşler,düşüyorum... Puslu bir görüntü tarih dediğimiz ve kirli Sular buharlaşıyor buluşalım dediğin denizde
Burdayım sözümde,yanlışsa da bu istasyon Bir ben yitirmedim galiba belleğimi bir de Şiir yazanlar, ne kadardılar ve nerdeydiler Hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden Akşamüstleri fesleğenleri suluyorum Bekle demiyorum kimseye,unutma demiyorum
Acı soysuzlaşınca tiranlaşıyor belleksizlik İnat ve öfke,kaybediş ve kayboluş oluyoruz Komikti dıştan bakınca dünya ama hırçın Ayışığı,telgraf direkleri ve fesleğenler Burdayız işte durgun bir sessizlikteyiz şimdi
Unutulan bir şey kaldı mı diye soruyor tiran Kampana çalarken çöldeyiz o geniş çevrende Mısır´ı soyun diyordu Musa belleksizdir firavun Babil ve burası iki istasyon iki uzak nokta Belki bir imgede düzlem olabilen iki grilik
Düşler ve tarih inilecek son istasyon Burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi Beklemesini bilmiyor acelesi olan ve nedense Çekip gidiyorlar, kalanlar o kadar azız ki O kadar azız ki mutluluk bile bizden çok
Ahmet Telli
BİTEN BİR AŞKTAN SONRA
Hiçbir şey daha kötü olamaz Kötü biten bir aşk sonrasından Ahrazlaşırsın, gölgelenir nesneler Her telaş ıssızlık taşır biraz Kabahatli bir çocuk gibi çıkarsın Sokağa, ki sokak puslu, alıngan Kalbinden daha tenhadır dünya
Tenhadır sığındığın bütün kıyılar
Odan dağınıktır, tütün kokuyordur Okusan da dilsizdir kitaplar Bir fotoğraf düşer ansızın Cam kesiği gülüşlerdir kanayan Pencerende solgun bir ayışığı Mahçup bir duruşla bakarsın Susarsın. Sükût iyi gelir belki.
Ahmet Telli
BÖCEK
Garip bir cesaretle konuyor kalemimin ucuna Ve gittikce böcekleşiyor, kemiriyor şiirimi de Sözcüğün birine biraz böceköldürücü ekliyorum Çılgına dönüyor sokakta böcek gibi böcek
Ahmet Telli
ÇOCUKSUN SEN
Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
Ahmet Telli
ÇİNGENELER
Gün biterken çingeneler inecek ovaya çengilerle Ateş yakılacak ve birer yalım düşecek kızların yüzüne
Dinle ve sorular sor kendine Doğayı, insanı ve geceyi neydi güzelleştiren böyle Yolculukları güzelleştiren neydi
Tan atımına gelince vakit istersen bir kolunu dağların omuzuna at Unutma geceyi bütün bir ömür
Buruşturulup atılıvermiş uzak ve ansız bir bakış uzak bir buluttur şimdi keder
Ahmet Telli
DELİ KUŞ
Deli kuş bilir misin nedir türküler kadar sevdalanmak duyabilmek yüreğinde bir depremin uğultusunu
Suya düşen bir karanfilse yüreğin bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm vursun seni o taştan bu taşa o çağlayandan bu çağlayana sürüklesin
Kavgadan uzak kalmışsan sevdadan da uzaksın demektir devinmez yüreğinin mağması çatlamaz sabrın kara taşı unutma
Ahmet Telli
DÜŞ YOLLARA
-I-
Söğüt ağaçlarının Bulutsu serinliği Gümüşsü bir renge Çevirirken akşamı Uzak dağ başlarını düşürür aklına
Çıkar sedef kakmalı Gümüş çakını o zaman Bir dal kes ışkınlardan Ve usulca yaslan Yaşlı bir çınarın yorgun göğsüne
Çınarlar ki ağırbaşlı Ve biraz bilgedirler Yorgun ve kederli Gövdeleriyle onlar Nice öyküler dinlemiş Çok umur görmüşlerdir
Nice aşkların tanığı Nice gizlerin suskun Taşıyıcısıdır çınarlar Ve bu yüzden saygın Bir yerleri vardır Halk duyarlığında
Ve derler ki onlar için Kendilerinden başkasını ele vermemişlerdir
-II-
Uzak dağ başları Yalnızlıkları getirir aklına Bir de efkarlı türküleri Ve senin yalnızlığın Ancak dağlara sığabilir Bir de türkülere
Belki bir zaman Geçitler kapanmış Koyaklar tutulmuş olabilir Yabanıl sesler, ateşböcekleri Kıpırdayıp durur çevrende Bir de sessizlik
O zaman Bir tutam kekik Bir tutam dağlalesi kopar Ve usuldan usuldan Söylemeye dur Eşkiya türkülerini
O türküler ki biraz kederlidir Ama kendilerinden başkasını Ele vermemişlerdir Göreceksin önce çobanlar Ses verecek sana Sonra bütün bir doğa
Doğayı aldın mı yanına Gürül gürül akan kalabalıksın Üstelik eşkiya türküleri Ve çınarlar seninledir O zaman çekinme Düş yollara
Ahmet Telli
ESKİ BİR HÜZÜNLE
Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya (kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum) Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara
O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma tecrit´teki yine bir türkü tutturuyor Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor
Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına
Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen unutup gitmişim bütün türküleri artık (kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum)
Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu resmini asıyorum ranzamın başucuna yine ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında -Teslim olmayalım halilim kurşun atalım!