Şimdi Ara

Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz... (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
61
Cevap
1
Favori
42.782
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • gerçekten faydalı bir bölüm. umarım devamı gelir.
  • IĞDIR SOYKIRIM ANITI VE MÜZESİ
     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


    01 AĞUSTOS - 1997 tarihinde yapımına başlanmış ve 05 EKİM 1999 tarihinde açılışı yapılmıştır. 1.3 Hektar alan üzerine oturtulmuştur. Yerden yüksekliği 43.50 metredir.

    Halen Türkiye’nin en yüksek Anıtıdır. Alt kısmı 350 m alanı ile Müze üst kısmı 5 kılıçtan oluşan Anıttan ibarettir.

    Anıtın kılıçlarının granitleri Çin’den, diğer mermer, granit, taş, seramik gibi malzemeler Türkiye’nin diğer bölgelerinden getirilmiştir.

    Çanakkale Deli Şehitlik Anıtı ile, paralellik arz eder. En eski Türk Devletinden Cumhuriyetimize kadar geçen evre kılıçların kabzalarında tunç döküm rölyeflerle anlatılmaya çalışılmıştır.

    Arkasındaki Ağrı Dağı ile bir tablo oluşturur. Müzede; 1915-1918 tarihleri arasında Bölgede yaşayan Ermeni vahşetinden geriye kalan ve toplu mezarlardan çıkarılan belgeler, fotoğraflar ve diğer materyaller sergilenmektedir.



    “Şehitlere, menkıbelerine layık kabirler yapmak için zaman olsaydı, imkan olsaydı, bu hamaset (kahramanlık) önünde insan mevcudiyeti, sanatkarıyla, heykeltıraşı ile, ressamı ile aciz ve biçare kalırdı. Bunu, ruhumuzda, irfanımızda hissederek, aciz şühedayı ensal-i atiyyenin (gelecek nesillerin) vefasına ve vicdanına tevdi ederek, üzerlerine birer avuç toprak serptik.” (Süleyman Paşa-Şıpka Kahramanı)



    Kaynak:http://www.igdir.gov.tr/soykirim%20anit%20muzesi.html



    24-26 Nisan 1995 tarihleri arasında Iğdır'da düzenlenen "Tarihi Gerçekler ve Ermeniler" konulu Uluslar arası Sempozyum'a çeşitli ülkelerden bilim ve siyaset adamları katılmıştır. Sempozyuma Azerbaycan'dan katılan Mimar Prof. Dr. Cafer Gayisi'nin, Ermeniler tarafından katledilen Türkler hatırasına hazırladığı anıt projesinin katılanlar tarafından beğenilmesi üzerine anıt projesinin inşa edilmesinin gerekliliği sempozyum sonuç bildirisinde şu şekilde vurgulanmıştır:

    "Doğu Anadolu'da geçmişte kaybettiğimiz bir milyondan fazla şehidimizin aziz hatırasını gelecek kuşaklara aktaracak ve 24 Nisan'ı Katliam günü olarak kabul edenlere ve onlarcası dünyanın birçok yerinde açılan sözde soykırım anıtlarına cevap verecek bir Şehitler Anıtı'nın Iğdır'da açılması ve Oba Köyü'nde bir şehitlik düzenlenmesiz kararlaştırılmıştır. Iğdır'da inşa edilecek bu anıt; geçmişteki kötü günleri ve bizleri düşman eden sömürgeci devletleri sürekli aklımızda tutmamızı sağlayacak, geleceğimize dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği temelinde ışık tutacaktır."

    Soykırım anıtı için seçilen yer, Iğdır şehrinin doğu girişinde yani Azerbaycan, İran ve Ermenistan'dan gelen yolların kavşağında seçilmiştir. Üçgen biçimli arazinin alanı 1.3 hektardır. Ayrıca seçilen araziye dikilen anıt Ağrı dağı fonunda yükselmektedir. Anıtın temeli 1 Ağustos 1997 yılında atılmıştır.

    Anıt, üçgen arazinin odak noktasında yükselmekte ve temelini 7.20 metre yüksekliğinde tepe-kurgan oluşturmaktadır. Türklerin yaşadığı geniş coğrafi mekanda-Avrasya bozkırlarında hükümdarlar ve ordu komutanlarının hatıralarına dikilmiş suni tepeler-kurganlar günümüze kadar yaşamaktadır. Kurganların iç kısmında defin odası bulunmaktadır. Bu eski gelenek Iğdır anıtında da korunmaktadır.

    Suni tepenin ortasında konuşlanan daire planlı salon içerisinde Ermenilerin katlettiği şehitlerin sembolik mezarı bulunmaktadır. Ortasında şehitlerin simgesel mezar taşı olan bu salon, tepe içerisinde yerleşen soykırım müzesinin de merkezi bölümüdür. Dairevi salonda Ermeni vahşeti açılan toplu mezarlara ait resim ve belgelerle sergilenmektedir. Bu salondan dışarıya uzanan koridorun sağ tarafındaki odada Ermenilerin yaptıkları katliamlara ait fotoğraflar, sol tarafında ise soykırım araştırmaları için bir kütüphane bulunmaktadır.

    Müzeye giriş kapısı Selçuklu-Türk mimarlık geleneklerine dayanan taç kapı şeklindedir. Taç kapının mekan tasarımında Kadavalı Osmanlı cami mihraplarına kompozisyon benzerliği de vardır. Bu şekilde kaç kapının, kutsal bir mekana açıldığı vurgulanmak istenmiştir. Müzeye giriş kapısı ve çevre şekillerindeki bordo ve siyah renkli granit kaplamada, sayıca az ve oldukça dar pencerelerinden de soykırım olayının ağırlığı ve faciası temsil edilmektedir.

    Suni tepe-kurganın ortasında yüksekliği 36 m. olan kılıç grubu yükselmektedir. Bunlar masum Müslüman halkı soykırımdan kurtarmış Türk ordusunun şerefine, onun şehit ve gazilerinin aziz hatırasına dikilmiştir. Sayısı beş olan kılıçlar, planda beş köşeli bir biçimde yatmaktadır. Üstten bakıldığında kılıç grubu Türkiye Devlet simgesi ve bayrağında olan beş köşeli yıldız görünümündedir.

    Eski Türk askerlerinin, savaştan önce kendi kılıçlarını rüzgar, yağmur ve yıldırımlar altında keskinleştirme töreni varmış. Ağrı dağı eteklerinde yükseltilen temsili kılıçlar da, böylece güneş, yağmur ve rüzgar altında sertleşecektir. Milli hedefleri "bir gün Ağrı dağı çevresini ile geçirmek" olan Ermen8iler, şimdi bu kutsal Türk dağının önünde yükselen Türk kılıçlarını görmektedirler.

    Beş devle kılıcın eğri uçları yukarıda birleşerek kubbe şeklini almaktadır. Bu haliyle de Selçuklu türbelerine benzeyen biçim ve silueti andırmaktadır. Türk-Oğuz hatıra mimarlığında sultanların, kahramanların, kumandanların, nüfuzlu şahısların mezarı üstünde kubbeye benzer türbeler dikiliyordu. Selçuklu türbeleri geleneksel olarak yer altı serdabe (mumyalık) katı ve yerüstü kule kısmından ibarettir. Iğdır Soykırım Anıtı da iki katlıdır. Alt kat suni tepe içerisinde olan simgesel serdabe-müze salonudur. Üst kat ise beş kılıç figürünün oluşturduğu kuledir.

    Böylece Iğdır Soykırım Anıtı'nın mimarlık mekan biçiminde, tarihin en eski çağlarından gelen Türk hatıra mimarlığının üç büyük geleneğini (kurgan, Selçuklu türbesi ve mezar taşları) birleştirip,y eni konuya ve çağdaş mimarlık inşaat taleplerine uygun bir kompozisyon oluşturulmaya çalışılmıştır.

    İnsan elindeki kılıç korkutucudur. Baş başa çatılmış kılıçlar sağlık, huzur ve barışın timsalidir. Ayrıca ülkenin, milletin savunma gücünü göstermektedir. Kılıçların keskin yerlerinin dışa yönelmesi, dışardan gelecek saldırılara karşı her zaman hazır olma anlamına gelmektedir.

    Dairevi müze salonu (temsili mezar), yukarıdan aydınlatan beş köşeli baca, kılıçlar arasındadır. Bacanın örtüsü küçük cam primat olup çadıra benzetilmiştir. Altın rengindeki çerçeveler ve renkli camlardan hazırlanmış bu çadır, Türk bozkır mimarisinin şaheseri olmuş Altın Çadırı simgelemektedir. Eski dönemlerde devlet hakimiyet simgesi olan Altın Çadır üzerinde, devlet bayrağı dalgalanırdı. Yürüyüşte olan ordu karargahının tam merkezinde dikilen Altın Çadır özel korunurdu. Antta da, tepesinde Türk Devleti'nin bayrağı dikilmiş Altın Çadırı beş kılıç korumaktadır.

    Kılıcın kutsallığı, onun güzel estetik yapısına da yansımaktadır. Oldukça kullanışlı olan Türk kılıcının kabzası, çoğu zaman değerli metal ve nakışlarla süslenir, onlara özel bir estetik verilirdi. Iğdır Anıtında da kılıç kabzalarını, granit çerçeve içerisine alınmış tunç rölyefler, kabartmalar süslemektedir. Her kılıç kabzasında bozkurt, at ve çift başlı kartal kabartma figürleri tekrar edilmektedir.

    Bozkurt, eski Türklerin baş totemi olup kutsal ve yol gösterici sayılmıştır. Hun İmparatorluğundan başlayarak Osmanlılara kadar bozkurt, milli sembol olmuştur. Türklerin İslamiyeti kabulünden önce bozkut başı, Türk bayrak ve tuğlarının ucuna alem olarak konurdu, sonraları alem hilal ve yıldız olmuştur.

    Güçlü, özgürlüğe düşkün ve akıllı hayvan olan bozkurta saygı ve sevgi, Altaylar'dan Anadolu'ya kadar bütün Türklerde vardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminde, paraların, pulların8, resmi binaların üzerine bozkurt tasviri basılmıştır. Kılıç kabzasında kurtuluş simgesi olan bozkurt rölyefinin olması milli değerlere saygı ve Atatürk ideallerine sadakat göstergesidir.

    "Kılıç devri" tarihte, aynı zamanda "at devri" olmuştur. Türk tarihçilerinin yazdıklarına göre "Türklerin yaptıkları büyük fütuhatta en mühim rol oynayan iki sanatları olmuştur: At yetiştirme ve madencilik, bilhassa demircilik." Demircilik silah yapmak özellikle kılıç düzeltmek için, at beslemek ise, uzak ve önü alınamayan askeri seferler için mecburi idi. Türk askeri uzak seferlere atı, kılıcı ve çadırı ile çıkıyordu.

    At eski Türklerin baş totemlerinden biri olup askerin ayrılmaz dostu ve yardımcısı idi. Savaş tarihinde kılıcı atsız, Türk'ü ise kılıçsız ve atsız tasavvur etmek olmaz. Bu sebeple kılıç kabzalarında, Türklerde yanı zamanda kahramanlık, mutluluk ve güneş sembolü olan şaha kalkmış çılgın at figürü kullanılmıştır. Bozkurt ve at rölyefleri kabzaların yan yüzlerine basılmıştır.

    Kabzaların iç yüzlerinde çift başlı kartal figürü basılmıştır. Yükseklik, ululuk timsali olan kartalın da Türklerde bir totem gibi kutsal sayılması, Altay kaya resimlerinden bellidir. Anadolu'da çift başlı kartal önce Hitti Devleti'nin sembolü olmuş, sonra Bizans İmparatorları da onu benimsemiştir. Daha sonra Anadolu Selçuklularının devlet simgesine dönüştürülen çift başlı kartal, bu çok asırlık geleneğin zirvesi, hem de Türklerin Anadolu topraklarında kökleşmesi ve Bizans İmparatorluğu'nu yıkılmasının sembolüdür.

    Kabzaların dış yüzlerinde,ş her kılıçta birer asker figürü ardır. Bozkurt, at, kartal kılıçlarda değişmez eski Türk sembolleri olarak tekrar olunmaktadır. Asker figürleri farklıdır. Her kılıç kabzasında bir tarihi devrin askeri tasvir edilmiştir. Bunlar, tarihçe sırasıyla, Hun, Göktürk, Selçuk, Osmanlı ve çağdaş Türkiye askerleridir.

    Zaman zaman birbirinden muhteşem devletler kuran ve şerefli tarih oluşturan Türk askerleri, en muazzam abideler layıktır. Anıt rölyeflerinde tunçlaşmış askerler, tarih boyu devletçiliğin, memleket içinde huzur ve barışın teminatı olan bütün Türk asker nesillerinin simgeleridir.

    Anıtın temeli 1 Ağustos 1997 tarihinde Iğdır Valisi Şemsettin Uzun tarafından atılmıştır. Anıt külliyesinin çevre duvarları Ahlat taşından örülmüş ve duvarları üzeri dövme demirlerle süslenmiştir. Müzenin kapı, pencere ve dolapları kestane ağacından hazırlanmıştır. Kılıçlar, İtalya'dan alınmış "Bianco Maris" adı ile tanınan boz Çin graniti, birkaç mimarlık detayı ise borda renkli "Afrikan Red" graniti ile kaplanmıştır.

    Anıt inşaatında Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden alınmış mermerler; Kayseri'den "Toros siyah", İzmir'den "Teos yeşili" ve "Ege füme", Diyarbakır'dan "Hazar pink", Muğla'dan "Ege bordo", Denizli ve Kütahya'dan "Traversin", Muğla'dan "Bodrum kayran" doğal taşı, İzmir'den "Bergama granit" parke taşı, Antalya'dan "Imyra" doğal taşı kullanılmıştır. Bu çeşitli malzemeler, kullanıldığı yere ve birbirine uygun şekle getirilmeye çalışılmıştır.

    Anıt ve Müze "Iğdır İli ve İlçelerini Kalkındırma Vakfı" tarafından yaptırılmıştır. Bu muhteşem anıt ve müze, öncelikle toplu şekilde katledilmiş, mezarları olmayan şehitlerimizin yüce türbesidir. Bu kutsal türbeyi ziyaret eden herkes, zaman zaman unuttuğumuz şehitleri hatırlayacak, soykırım seviyesine ulaşan faciamızın nedenlerini araştırmaya çalışacaktır.

    KAYNAK:
    Giyasi, Prof. Dr. Cafer A.-; Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2000, s. 5-9.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi feath -- 21 Temmuz 2008; 15:45:38 >




  • arkadaşlar foruma nasıl fotograf koyulur yardımcı olur musunuz?
  • Rize İkizdere yöre evleri
    Yöre evlerinin stili genelde aynıdır. Evler dağınıktır veya mahalle mahalledir. Genelde kişiler arazisinin çok olduğu yerde evini yapmıştır. Böylece fazla yük taşımadan ve zamandan tasarrufu sağlamıştır.

    Evlerin tamamı taştan yapıldığı gibi, zemin katı taştan olup diğer kısımları ahşap olan evler çoğunluktadır. Yöre evleri; ahır, hanbağı, oturulan kat (2) ve çatı katı olmak üzere dört veya beş katlıdır. Dağ köylerine çıkıldıkça evlerin kat sayıları doğal olarak azalır, yapım ve konum tarzları farklılık gösterir.

    Güneyce’de eski evler dört omuz (kare şeklinde), diğer köylerde semer (dikdörtgen) şeklindedir.

    Dış görünüşün güzelliği iç mimariye yansımamıştır. Evler kullanışsızdır ve ısı kaybı çok olur. Bu nedenle ocağın sönmemesin çok önem verilirdi. Kibrit yokluğundan ocakta pelit veya gürgen korlarının üzerleri külle örtülerek ateşi tüttürmek için korunurdu.

    Ev içine yanan ateşin dumanı tahtaları, sırıkları çürümeden ve rutubetten korurdu. Ayrıca haşerelerin artmasını engellerdi.

    Her evde hanbağı bulunur. Buraya hayvan yiyeceği konur. Böylece ahır kokusunun üst katlara çıkması önlenir. Bazı köylerde veya evlerde hanbağı özellikle alçak inşa edilirdi. Hırsızlar gece gelip burgu ile kilerin altını delerek unu çalmasınlar diye.

    Ahırlara pencere konmaz. Hatta kapı aralıkları iyice tıkanır ki hayvanlar üşümesin diye. Bizce bu da çok yanlış anlayışın ürünüdür. Çünkü hayvanların da diğer canlılar gibi bol oksijene ihtiyaçları vardır.

    Mezra evleri uzak yerlerdeki çayırlarda yapılırdı. Hava durumuna göre yayla çıkışından 1-2 ay öncesinde ve inimden hemen sonra bu evlere ineklerle beraber gidilir. Böylece fazla ot taşımada ve hayvan yiyeceğinden tasarruf sağlanırdı.

    Ahşap evin yapım zorluğu, yanma riski taşıması gibi nedenler; insanlarımızı beton bina yapımına yönlendirdi. Bu durum, yine bir parçamızın yok olmasına sebebiyet vermektedir.

    Köylerde ve yaylalarda yapılan yeni evlerin tamamına yakını betondan yapılmaktadır. Bir büyük yetkili! yaylalarda beton bina yapılmasının yasaklanması gerektiğini söyledi. Çözümü yasakta bulan dar ve eski kafa. Vatandaş, estetik görünümün artık farkındadır. O da betonlaşmadan mutlu değildir ama başka seçeneği yoktur. Orman idaresi müteahhide ağaç kesimini verdiği fiyattan hatta daha ucuza halka verse, çözüm sağlanmış olurdu. Böylece devlet, halk ve çevre kazanmış olur. Günümüzde araba yolu çıkıp da beton bina yapılmayan Çamlık yaylası Vaşa, Rüzgârlı yaylası, (bir istisna dışında), Tozköy’ün Lalaçi, Legiş, Zorkal, Suda ve Mehule’dir. Son dört yaylaya yol yeni çıkmıştır. (Demirkapı yaylası, bu konuda birkaç istisna ev dışında örnek teşkil eden yaylamızdır.)

    Ahşaptan yapılan evin uyumada sağladığı rahatlığı, diğer binalarda bulmak imkânsızdır.

    Bozkır kültürünün izleri ev inşasında da kendini hissettirir. Evlerimiz yüzyıllara uzanacak tarzda düşünülmemiş ve basite kaçılmıştır.
    kaynak ikizderemiz.com

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi muratgun -- 21 Temmuz 2008; 2:27:33 >




  • Taşköprü, Adana

    Taşköprü, Seyhan Nehri üzerinde, Adana şehir merkezinde, Batı (Seyhan) ve doğu (Yüreğir) yakalarını birleştiren, tarihi köprü.

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...

    Bir Roma dönemi eseridir. Seyhan Nehri üzerinde bulunan Taşköprü’nün, M.S. 384'de Mimar Auxentus tarafından yaptırıldığı belirtiliyor. Dünyanın şehiriçi trafikte kullanılan en eski köprüsüdür. Batı ucunda Türkiye'nin en büyük camii Sabancı Merkez Camii, doğu ucunda ise HiltonSA oteli bulunmaktadır. Orijinali 21 gözlü olan köprü, Seyhan Nehri'nin ıslahı sırasında 7 gözünün toprak altında kalmasıyla 14 gözlü olarak hizmet veriyor. Osmanlı döneminde birkaç kez onarılan Taşköprü, günümüzde de hizmet vermeye devam etmektedir.

    2006 yılı başında restorasyon çalışmalarına başlanmış ve 2007 başlarında çalışma sona ermiştir. Orijinalinden biraz farklı bir şekilde restore edilmiş olmasına rağmen hala ihtişamını korumaktadır. Çalışma sonrası köprü, araç trafiğine kapatılmış ve sadece yayaların hizmetine sunulmuştur.

    Taşköprü'nün güneyindeki elektrik üreten regülatör köprü; kapakları kapanınca ,Eski baraj önüne kadar büyük bir iç göl oluşmakadır. Özellikle yazın, oluşan gölün; sağ ve solundaki yayalar için yapılan parkurda yürümek müthiş zevkli oluyor.

    kaynak


    Fotoların devamı için tıklayın



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi ares_turk -- 21 Temmuz 2008; 11:26:11 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: feath


    [simage]http://img132.imageshack.us/my.php?image=anit9kq0.jpg[*image]




    quote:

    Orjinalden alıntı: feath

    arkadaşlar foruma nasıl fotograf koyulur yardımcı olur musunuz?


    Yıldız koyduğum yere bir ''taksim'' işareti ( '' / '' ) koyarsanız resimleriniz gözükecektir.

    Veya imageshack'ten direk link adresini fareniz ile tamamını seçerek yukarıdaki ''image'' butonuna basınca da resim gösterilebilir hale getirilebiliyor.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Red Kit


    quote:

    Orjinalden alıntı: feath


    [simage]http://img132.imageshack.us/my.php?image=anit9kq0.jpg[*image]




    quote:

    Orjinalden alıntı: feath

    arkadaşlar foruma nasıl fotograf koyulur yardımcı olur musunuz?


    Yıldız koyduğum yere bir ''taksim'' işareti ( '' / '' ) koyarsanız resimleriniz gözükecektir.

    Veya imageshack'ten direk link adresini fareniz ile tamamını seçerek yukarıdaki ''image'' butonuna basınca da resim gösterilebilir hale getirilebiliyor.



    teşekkürler red kit ilgin için




  • Benim en sevdiğim tarihi eserler Sultanahmet Meydanı'ndakilerdir.Çünkü aynı anda birçok kültürün özelliğini taşır.Sultan Ahmet Camii, Ayasofya, sarnıçlar ve tabi meydandaki 4 tarihi eser.Ayrıca milli miras değil belki ama Bizans yapıları da çok güzel bence.

    http://www.yeditepe.s5.com/a.jpg
  • Sveti Stefan Bulgar Kilisesi

    Sveti Stefan Bulgar Kilisesi neo-gotik üslupta, yeşilimsi gri bir binadır. Girişte, kilisenin Viyana'da yapıldığını anlatan küçük bir plaket vardır. Yapının bütün bu olağanüstülüğünün anahtarı da bu plakettedir. Kilisenin tamamı dökme demirdendir. İçi ve dışı, her parçası Viyana'da bir fabrikada dökülüp önce Tuna, sonra Karadeniz'den taşınarak İstanbul'a getirilmiş ve burada monte edilmiştir. İçeride mermer görünümlü sütunlar bile demirden yapılmıştır.
    Bu farklılığı açıklayan bir efsane vardır. Osmanlı padişahı Bulgarlar'ın bu kiliseyi yapmasını pek istemiyormuş. Israr sonunda, masal hükümdarları gibi işi zora koşarak, "bir şartla, kiliseyi bir ay içinde yaparsanız, izin veriyorum" demiş.Onun için de Bulgarlar dökme demiri tercih etmişler ve bir ayda kiliseyi monte etmişler.


    Çoğu masal gibi bu da tarihi gerçekliği kendine göre yansıtıyor. Zamanın Osmanlı Padişahı Abdülaziz ve sadrazamı Ali Paşa gerçekten de kiliseye izin vermek istememişlerdi. 1800'lerin sonunda milliyetçilik her yerde yayılıyor, her şeyi etkiliyordu.


    Milletleşme yolundaki Bulgarlar, Ortodoks oldukları halde, Fener'deki Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı kalmak istemiyor, bağımsız ve milli Bulgar Ortodoks Kilisesi istiyorlardı. Bu da Osmanlılar'ın fazla işine gelmiyordu. Fener'le geleneksel karşılıklı bağları, anlaşmaları vardı; ama bunun ötesinde, Bulgar milliyetçiliğinin gelişmesi durumunda, bu tepkilerin yalnız Fener'in dini otoritesine karşı çıkışla kalmayacağını, Osmanlı politik otoritesinin de sarsılacağını seziyorlardı. Ama çok fazla dayanamadılar ve izin verdiler.(1.Kaynak)
    +++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++++
    Sveti Stefan Bulgar Kilisesi Türkiye’nin en güzel kilisesi


    Yapılan bir araştırya göre, İstanbul’daki Sveti Stefan Bulgar kilisesi İstanbul’un en güzel kilisesi seçildi. Noel haftası dolayısıyla din adamları, sanat tarihçileri, heykeltıraş ve kültür turizmcilerinden

    oluşan jüri tarafından en güzel kilise araştırması yapıldı. Seçim yapılırken, ibadetin hala sürdüğü kiliseler göz önüne alındı. En iyi korundukları ve cemaatleri en kalabalık olduğu için İstanbul’daki kiliseler öne çıktı. Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin birinci olduğu sıralamada Ortodoks, Katolik, Ermeni, Süryani, Keldani kiliseleri de bulunuyor. Sonuçlara göre İstanbul’daki Saint Antoine Katolik Kilisesi ikinci ve yine İstanbul’daki Meryem Ana Ermeni Kilisesi üçüncü oldu.



    Sveti Stefan Bulgar kilisesi ( Dünyanın ilk ve tek demir kilisesi )

    Bulgar kilisesinin Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nden ayrılmasından sonra Bulgarlar, Patrikhane’nin 150 metre kuzeyinde bir kilise yaptırmaya karar verdi. 1890’da bir proje yarışması açıldı. Zeminin çürüklüğü nedeniyle, yığma kagir bir yapının temellerinin batacağı düşünülerek daha hafif ve dayanıklı olması için demir iskelet yöntemi seçildi. Proje yarışmasını İstanbullu Ermeni mimar Hovsep Aznavur kazandı. Kilisenin uygulama projesinin yapılması ve yapı parçalarının üretilmesi için 1892’de açılan uluslararası yarışmayı Avusturya firması R. Ph. Waagner kazandı. Parçalar tamamlanınca kilise önce firmanın Viyana’daki fabrikasının bahçesinde kuruldu. Sonra sökülen yapı elemanları, Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden bir tekneyle İstanbul’a taşındı. Bir buçuk yıllık bir çalışmayla şimdiki yerinde yeniden kuruldu ve 1898’de ibadete açıldı. İlk prefabrik yapılardan biri olarak dünya mimarlık tarihinde önemli bir yer tutuyor.(2.Kaynak)




     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...




  • Konu başlığını örneğin "Dünya Mimarisi: Resimli, Açıklamalı Mimari Eserler " şeklinde değiştirelim derim.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: feylesof

    Konu başlığını örneğin "Dünya Mimarisi: Resimli, Açıklamalı Mimari Eserler " şeklinde değiştirelim derim.


    Haklısınız.Ben sabırsızlanıyorum bunun olması için.Moskova'yı tanıtmam gerek sizlere.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi C.C.C.P. -- 22 Temmuz 2008; 0:42:14 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: feylesof

    Konu başlığını örneğin "Dünya Mimarisi: Resimli, Açıklamalı Mimari Eserler " şeklinde değiştirelim derim.


    Mesaj alınmıştır, ilginize teşekkür ediyorum.
  • KIZTAŞI

    Kıztaşı ya da Markianos Sütunu, 455 yılında İstanbul'da Bizans İmparatoru Markianos anısına dikilen bir anıt. İstanbul'da Fatih ilçesinde bulunmaktadır.
    Bizans devri İstanbul’unda 455 yılında dikilen bulunan Markianos Sütunu Fatih’te Kıztaşı olarak isimlendirilen küçük bir meydanın ortasında günümüze ulaşabilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk Türk mahalleleri arasında “Kıztaşı Mahallesi” olarak adı geçmiştir. Uzunca bir süre Saraçhanebaşı’nda Yeniçeri odalarında bir evin bahçesinde kalan bu anıt bütün bölgeyi yakan Çırçır yangınından (1908) sonra yeniden yapılan düzenleme sonunda ortaya çıkarılmıştır.
    Kızıl-gri Mısır granitinden iki parça olarak yapılmıştır. Kaidesi dört yüzlüdür ve beyaz mermerden yapılmıştır. her üç yüzündeki madalyonlar Yunan haçları ile bezenmiştir. Kaidesinde Nike heykelinin bulunuşundan ötürü halk arasında Kıztaşı olarak bilinmektedir. Kadesinin batı yüzünde bir de kitabe bulunmaktadır. Kitabede Latince olarak şu metin yazılıdır:

    “ PRINCIPIS HANC STATVAM MARCIANI
    CERNE TOVUQVE

    PRAEFECTVS VOVIT QVOD TATIANVS

    OPVS ”


    Metnin çevirisi şöyledir: "İşte bu imparator (birinci yurttaş) Marcianus'un anıtıdır / Ki Tatianus bu eseri adamıştır".

    Sütunun üzerinde ise bir Korint başlığı bulunmaktadır. Başlığın İmparator Markianos'un heykellerinden birinin kaidesi olması muhtemeldir. Sütunun üzerinde bulunan ve İmparator Marcanius'a ait bronz heykelin 13. yüzyılda Venedikliler tarafından İstanbul'dan Bari'ye götürüldüğü ve şu an orada bulunan Barletta heykeli olduğu söylenmektedir.

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...




  • Başlık değişmiş.Fırsat bilerek metrodan başlayayım.
    ++++++++++++++++++++++++++++++
     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


    Moskova Metrosu

    Moskova Metrosu Rusya Federasyonu'nun başkenti Moskova'da bulunan dünyanın en eski ve büyük metrolarından biridir.

    Metronun yapımı devrin komünist işçileri ve komsomol denilen gençlik kolları tarafından sürdürülmüştür. Tarih dokusu ve sanat içerikli yapısı ile turistlerin ilgisini çeken metronun yeni yerleşim bölgeleri için ilave inşaatları halen devam etmektedir.

    Josef Stalin tarafından 1931'de inşaası başlatılan Moskova Metrosu, günümüzde büyüklük bakımından New York, Paris veya Londra metroları ile karşılaştırılsa da iç mimari ve dekorasyon bakımından dünyanın en güzel metrosu olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Moskova Metrosu kuşkusuz dünyanın en çok yolcu taşıyan metrosudur. Herbiri sanat harikası olarak kabul edilen 172 istasyonda hergün yaklaşık 8 milyon kadar kişi yolculuk etmektedir. Moskova Metrosu devlet tarafından işletilmektedir.

    İlginç Bilgiler

    Metro başlı başına bir turizm kaynağı da sayılabilmektedir. Çünkü ülkeye gelen binlerce turist bu tarihi metroyu ziyaret etmektedirler. Ayrıca metronun haritasına bakıldığında başka sistemlerde olmayan ilginç bir harita yapısı vardır. Toplam 12 hattın bulundugu Moskova Metro'sunda her hattın kendine ait ismi ve rengi bulunmaktadır. Hatlar genellikle Moskova'nın dışından merkezine doğru yönlenmiştir. Sadece çember isimli -ring- hattı (20km) tüm diğer hatları keserek transfer hattı gibi kullanılmasını sağlamıştır. Ayrıca hattın ismi ve istasyonların isimleri yolculuk sırasında anons edilmektedir. Anonsu yapan kişi erkek ise bindiğiniz trenin yönü Moskova'nın merkezine doğru gidiyor, kadın ise merkezden dışarı doğru gidiyor anlamı taşımaktadır. Ring hattı için erkek anons sesi saat yönünde, kadın anons sesi saatin ters yönünde yol aldığınızı göstermektedir. Ayrıca tüm metro sisteminin neredeyse tamamı yeraltında kurulmuştur. Sadece 1 , 2 ve 4 numaralı hatlar Moskova nehrini köprüyle geçmektedir ve yeryüzüne çıkmaktadır. Saat sabah 05.30 ile gece 01.00 arasında toplam 19,5 saat aralıksız çalışan Moskova metrosu, yoğun saatlerde 90 saniye aralıklı seferler yapmaktadır.


    KaynaK




  • Sayın Bölüm Yetkilileri @M ve @Hare Rama;

    BU KONUNUN YENİDEN ''ÜST KONU'' OLMASINI TALEP EDİYORUM...
  • Divriği Ulu Cami: Mukaddes Emanetler gibi saklanmalı
    UNESCO’nun 1985’te Dünya Mimari Mirası’na dahil ettiği Sivas-Divriği Ulu Cami, 1228’de Mengücekoğulları hükümdarı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından yaptırıldı. Başmimarı Ahlatlı Hürremşah. Bitişiğindeki Darüşşifa (hastane) ise Ahmet Şah’ın eşi ve Behram Şah’ın kızı Melike Turan Melek tarafından yaptırıldı. Hastanede ruh hastalıkları müzik ve su sesiyle tedavi edilirdi. 16 sütunlu cami, 23 tonoz ve iki kubbe ile örtülü. Mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu’da başka örneği yok. Türkiye’nin restorasyon duayeni Doğan Kuban, Ulu Cami’ye 40 yılını vermiş. "Eşi yok. Heykel gözüyle bakmak lazım. Müzeye kaldırılması gerekiyor ama sığmaz. Topkapı Sarayı’ndaki Mukaddes Emanetler gibi saklanmalı."

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...




  • Divriği Ulu Camii detay resim..

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...
  • Divriği Ulu Camii detay resim..

     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...
  • Divriği Ulu Camii detay resim..


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...
  • DÜNYA MİRASI DİVRİĞİ ULU CAMİ

    Mengücekoğullarından Ahmet Şah ile eşi Melike Turan tarafından 1228 tarihinde tamamlanan Divriği Ulucami ve Şifahanesi, çevresindeki taş ocaklarından çıkarılmış bir cins tüften inşaa edilmiştir. Ulucami Iğımbat Dağının eteğinde olup Ulucamiye geniş bir görüntü kazandırmıştır. Caminin en güzel tarafı kapılarda ve sütunlarda işlenmiş olan motiflerdir. Bir çok araştırmacının dikkatini çekmiş ve görenler hayran kalmıştır. İçe bakışı hitap eden bu motifler caminin yapımında çalışan mimarların kendi geleneklerine sanatsal anlayışına göre, karışık motiflerle özgün ve harika bir şaheser ve ibadethane ortaya çıkarmışlardır. Sanat tarihçisi Doğan Divriği Mucizesi adlı eserinde, mimari bakımdan bir mucize olduğunu yazmaktadır.Eseri yapan mimarın başka bir eserine rastlanmaması ilginçtir. Son yıllarda UNESCO tarafından Dünya Mirasını Koruma kapsamına alınmıştır. Restorasyon çalışması için divriği halkı yıllardır beklemektedir. Devlet kurumlarının ilgisizliği büyük tepki ve eleştirilere neden olmaktadır.

    CAMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ :

    Caminin dikdörtgen bir planı vardır. Güneyinde bitişik olarak yapılmış Darüşşifa vardır. Uzaktan ve yakından bu iki yapı ayırt edilemediği gibi, ulucami deyimi genel isim olarak her ikisini de içine alır. Kuzeyindeki genel bir girişten (Kıble Kapısı) ve batıya bakan ikinci bir kapıdan (çıkıştan faydalanılır), doğuya açılan üçüncü kapı (Şah Kapısı), şimdi pencere durumundadır. Kıble Kapısı kuzey cephenin ortasında bütün Selçuklu eserleri nin kapılarında görüldüğü gibi, yapıya göre daha yüksek ve ondan taşıntılı şekilde kurulmuş, planlı, süslemeleri yönünden benzerine rastlanılmayan üstün bir sanat eseridir. Kıble kapısı (kuzey taçkapısı), Selçuklu yapılarının kapılarında olduğu gibi yapıya göre daha yüksek ve dışa taşıntılı biçimdedir. Barok stilde tasarlanmış olan bu taç kapı 14,5m. yükseklikte ve 11,5m. eninde,4,5m. derinliğindedir; portal duvar cephesinden ileriye doğru 1,6m. dışa doğru taşırılmıştır. Anıtsal bir giriş olan kıble kapısı büyük camiler için geçerli olan taç kapı deyimiyle adlandırılmıştır. Yanındaki duvar alanlarının düz olması, buna karşılık kapının üstün bir ustalıkla bir heybet ve sanat çoşkunluğuna bürünmesi, çatıyı da aşarak göklere doğru yükselen bir havaya sokulması dikkatleri bir anda çekmektedir. Caminin batı yönünde bulunan çarşı kapısında (çıkış kapısı) 9,5m. yükseklik, 6m. en, 2,6m. derinlik ve 1,4m .taşıntı vardır. Selçuklu sanatında rastlanamayan özellikteki bu kapı üzerinde, 1228 tarihine veren bir kitabe bulunmakta, kapının bütün yüzeyini ince ayrıntılarla, zengin bitkisel motifler örtmektedir. Bu süsleme, adeta bir halı ve eşsiz desenlerle bezeli bir kumaşa benzetildiğinden bazı bilim adamları tarafından tekstil kapı denilmiştir. Kapı çıkıntısının sağ ve solunda çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise tek başlı bir kartal bulunmaktadır; pek çok hanedan tarafından kudret ve egemenlik simgesi olarak bu sembol, hiçbir yerde buradaki kadar zarif işlenmemiştir. Doğu yönündeki Şah Kapısı fonksiyonuna uygun olarak ?Taht Kapısı? olarak bilinmektedir. Yüzeyi bitkisel, geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleri ile bezemelidir.
    Minare, caminin kuzeybatı köşesinde yer alır ve silindirik gövdeli bu minare caminin asıl minaresinin yıkılmasından sonra, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1523 yılında yenilenmiştir.

    CAMİ KAPILARI ÜZERİNDEKİ YAZITLARIN ANLAMI

    Şifa yurdunun kapısı üstündeki yazının anlamı: "El Melik Es Seyyid Fahrudden Bahram Şah?ın Kızı Allah?ın affına muhtaç adaletli Kraliçe Turan Melek Allah Rızası için bunun mübarek şifa yurdunun inşasını emretti."
    Batı Çarşı Kapısı üstündeki yazının anlamı: "Allah rızası için önce bu mübarek camii, Allah?ın rahmetine muhtaç zayıf kulu Ahmet Şah Bin Süleyman Şah, Bin Şahin Şah mü'minlerin yardımcısı tarafından tesis olunmuştur. Allah mülkünü daim ve kadrini yüce etsin." Kale Kuzey Kapısının üstündeki yazının anlamı: "Allah?ın rahmetine muhtaç zayıf kul Süleyman Şahın oğlu Ahmet bu mübarek camiinin inşasını emretti Allah mülkünü daim kılsın." Doğuda bulunan Şah Kapısının üstündeki yazının anlamı: "Mülk tek ve Kahhar olan Allah'ındır. Mimar Ahmet." Cami içindeki minberin sol köşesindeki yazının anlamı: "Müminlerin yardımcısı Ahmet Şah Bin Süleyman Şah Bin Şahin Şah (Allah mülkünü daim kılsın) mübarek minberin dikilmesini emretti. Mimar Tiflisli Ahmet Bin İbrahim."

    MİNBER:

    Ahşap olup 6-7 metre yüksekliği 4,2m. derinliği 103 cm. enidir. Bu minber ahşap geçme işlemeleri yönünden esaslı bir atılımın görülmediği bir çağda yapılmış çok iyi bir örnektir. Üzerinde ad ve kitabelerin yanı sıra çok sayıda kutsal söz bulunmaktadır. Hadis ve ayet yönünden Anadolunun öteki minberlerinden zengindir. Minberin 22 yazıcısından üçü yaptırıcı veya sanatkar imzaları, diğer 19?u kutsal sözlerdir. Üzerindeki yıldız ve levhacıklar 5 ve 12 köşelidir.
    MİHRAP : Biçimi ve dekorasyonu ile Anadolu?da tektir. Mihrap üstü kubbesi içten fevkalade süslü, istalaktikli konsallara dayanan 12 nervür taşı ile dilimlere ayrılmış ve kasnak silmesi de köşelerde birbirlerine çaprazlaşan kemerciklerle trompt şeklinde istinatgah vücuda getirilen dört büyük kemere oturtulmuştur. Mihrap çok sade, sivri kemerli bir niş olup kapılarda görülen baroklaşmış rumi şekillerin derin ve iri silmelerle iddialı bir hale sokulmuş ve fazlasıyla tebaruz edilmiştir. Mihrap kubbesinde dört küçük pencere vardır. Bunlardan üçü tan ağarışında günün ilk ışıklarını içeriye biraz sabah yıldızı şeklinde ulaştıran kubbeye gök boşluğu havası veren ustaca düşünülmüş yıldız biçimli deliklerdir.

    DARÜŞŞİFA

    Ulucamiye bitişik olarak yapılmış halk dilinde medrese diye de adlandırılmaktadır. Bu günkü hastanelerin görevini yapan Divriği Şifahanesi Anadoludaki darüşşifalarının en eski, en sağlam ve en bozulmamış olanıdır. Camiye güney yönünden bitişik olan darüşşifa (Turan Melek Darüşşifası), Erzincan Emiri Fahrettin Behram Şahın Kızı ve Ahmet Şahın eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 18.yy.da medrese haline getirildiği için Şifahiye Medresesi de denilmektedir. Görkemli ve zengin süslemelerle bezeli taş kapısı dört eyvanlı, orta avlusu kapalı plan şeması ile orta asya Türk yapı geleneğine bağlı, benzersiz bir Mengücek anıtıdır. 1206 Kayseri ve 1217 tarihli olan Sivas Darüşşifası gibi Divriği Darüşşifası da günümüze bozulmadan gelen en eski ve en sağlam Selçuklu Tıp Merkezlerinden biridir.


     Dünya Mimarisi;Resimli,Açıklamalı Mimari Eserler-imiz...




  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.