Şimdi Ara

Demir Demirkan Röportajı (Ayşe Arman)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir (1 Mobil) - 1 Masaüstü1 Mobil
5 sn
10
Cevap
0
Favori
4.379
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • 27 Ocak 2008 - Hürriyet Gazetesi

    #Ayşe Arman
     Demir Demirkan Röportajı (Ayşe Arman)



    Evim Bodrum'da işim İstanbul'da


    Son albümü Ateş Yağmurunda Çırılçıplak. Ata Demirer'le birlikte bu albümün ikinci klibini çekti. Komik ve eğlenceli. Demir Demirkan da öyle.

    Son derece sıcakkanlı bir adam. Kafası çalışan, mantıklı, ayağı yere basan, hedefleri olan ve iç dünyası zengin biri. İyi bir müzisyen. Ve ben size söyleyeyim, iyi bir sevgili. Bakın Sertab Erener'le 11 yıllık ilişkisini ne güzel anlatıyor. Birlikte yakaladıkları uyum müthiş. Ama Bodrum'da yaşayıp İstanbul'daki işlerine gitmelerine taktım. Şehirlerdeki koşuşturmacanın altında canı çıkan, kim bilir kaç kişinin hayalidir. İşte Demir Demirkan'la Sertab bunu gerçekleştirmiş. Bizi de özendiriyorlar!




    Eviniz Bodrum'da, işiniz İstanbul'da. Bir süredir böyle yaşıyorsunuz. Nasıl bir hayat bu?

    - Şahane. Allah herkesi kurtarsın. İstanbul'da Kavacık'ta oturuyorduk, plak şirketi ve menajerlik ofisi de Taksim'deydi. Evden işe 1.5 saatte gidiyordum, trafik varsa iki saat. Düşün, bir de dönüşü var. Şimdi durum şu: Bodrum'daki evden sabah çıkıyorum, tam 4 saat sonra Taksim'de işimdeyim. Hayatım kolaylaştı. Üstelik daha konforlu bir seyahat.

    Nesi güzel? Kolaya kaçmayın bizi ikna edin...

    - Hangisini sayayım? Evimiz Bodrum'un dışında. Müthiş bir manzarası var. Dağa bakıyor, yanından dere akıyor, zeytin ağaçları var... Sadece iki ev var, ev sahibimizinki ve bizimki. Otel gibi aslında. Çamaşır, temizlik onlara ait. Müthiş bir doğa ve sen.

    Kurtlar inmiyor mu?


    - Kurtlar değil ama domuzlar iniyor. 6-7 üyeli bir domuz ailesi var. Biz rahatsız değiliz. Sabahları da sincaplarla merhabalaşıyoruz. Kocaman gözlerle bize bakıyorlar. Kedimiz Fıstık ve köpeğimiz Can ile hep birlikte çok mutluyuz.

    Gece gökyüzü...

    - Ooooooo, o başka bir güzellik. Milyonlarca yıldız. Sıfır ışık kirliliği var. Şehirde bu kadar net bir gökyüzü göremiyorsun. Büyülü bir gökyüzü. Bir ben erken kalkarım, 6.30-7 gibi ayaktayım. Güneş öyle bir doğuyor ki, gücüm yetmez anlatamam. Renkten renge giriyor, her seferinde ağlamak istiyorum, o kadar duygulanıyorum. 35 yaşındayım böyle güneş doğuşu görmedim. Bu güneş hep mi böyle doğardı? Sonra hava ısınmaya başlıyor, bahçede tişörtle oturuyorsun. Açık hava ofisim orası, binlerce fikir, binlerce proje geliyor aklıma. Yeni besteler çıkıveriyor, hiç zorlanmadan.


    Sürekli Bodrum'da yaşama kararını nasıl verdiniz?

    - Bir proje üzerinde çalışıyorduk. Haziran başında gittik oraya, bu evi kiraladık. İki üç ay kaldıktan sonra geri dönecektik. Sonra baktık ki, işleri buradan da kotarıyoruz, ee o zaman niye dönelim? İstanbul'daki evi boşalttık. Ve Bodrumlu olduk.

    Orada her türlü teknoloji var mı?

    - Olmaz mı? Her şey var. Ofisteymişim gibi. Hayal ettiğimiz yeri bulduk. Doğanın ortasında her türlü konforumuz var. Şimdilik İstanbul'a dönmek istemiyoruz.

    Peki İstanbul'dan neden sıkıldınız?

    - Aslında hepimizin İstanbul'dan kaçma nedenleri ayrı. Şimdi tabii her gün işe giden birinin tabii ki bunu yapabilmesi mümkün değil. Ama benim işim öyle değil. Haftada iki geliş yetiyor, bazen ona bile gerek kalmıyor. Kavacık'taki evimiz de süperdi. Çok güzel bir bahçesi vardı, kuşlar cıvıl cıvıldı. Ama bir sokağa çıkıyorsun, şamar gibi trafiği suratına yiyorsun. Kötü bir şey bu. O kadar zamanı trafikte kaybetmek beni depresif yapıyor, enerjimi alıyor. Eve dönmek için de aynı şey: Saatlerce yoldasın, köprüleri filan aşacaksın. Bir an geliyor, "Yeter be!" diyorsun, gına geliyor. Bize öyle oldu. Bir de fikir üretmek, bir şeyler yazmak için konsantrasyon gerekiyor. Zihninin bir yere odaklanması icap ediyor. Onu da bu karmaşada yapmak zor. Sürekli kendine akvaryumlar yaratmak zorundasın. Radikal bir çözüm bulduk, Bodrum'a geldik.

    Taş evde üşümüyor mu insan...

    - Yok canım. Klimayla ısınıyoruz. Bir de şömine aldık. Tamamdır. İnanamazsın. Gündüz zaten ısınmaya gerek yok. Bahçede oturuyorum, güneş batıp da hava soğuyunca içeri girip şömineyi yakıyoruz. Ve ışıkları söndürüyoruz. Cennet bu...

    Sertab'dan başka kimin yüzünü görüyorsunuz?


    - En çok onun yüzünü görüyorum. Ama hiç şikayetim yok. Orada arkadaşlarımız da var. İstanbul'dan kaçma bir komünote var. Çok düzgün kişiler. İnsanlara karışmak istiyorsak karışıyoruz.

    Uzun süre birbirinizle konuşmadığınız oluyor mu?

    - Oluyor. Bir şeylere konsantre olmuşsak, kendimizi kaptırmışsak, konuşmadığımız da oluyor. Genellikle sabahları hayat üzerine felsefi sohbetler yapıyoruz. "Hadi biraz ruhsal takılalım" gibi değil ama kendiliğinden öyle oluyor. Ben de buna bayılıyorum. Birbirini anlayan aynı frekanstaki iki kişinin, doğru ilişki kurup konuşması kadar keyifli bir şey olamaz.

    Bu hayat tarzı, ilişkinize çok iyi geldi yani...


    - Sadece Bodrum ve bu hayat tarzı değil, uzun bir yoldan geldik biz. Birlikte üç ay süren bir Uzakdoğu seyahati yaptık mesela. Uzakdoğu felsefesi hakkında bütün görüşlerimiz değişti. Yoga dahil hiçbir şeyin bize Batı'nın pazarladığı şey olmadığını anladık. Sertab'la bir sürü şeyi birlikte keşfettik, birlikte geliştik.

    Biraz yavaş, çok hızlı gidiyorsunuz...

    - İnsanların birbiriyle iyi ilişki kurması... Öyle kolay olmuyor, ha deyince olmuyor. Zaman gerekiyor. Çünkü biz aslında kendimizle bile doğru dürüst ilişki kuramıyoruz. Daha bunu beceremeden, yanımızdakiyle nasıl ilişki kuracağız? Haliyle çatışıyoruz. Biz de çok çatıştık. Hatta bir yıl ayrıldık. Sonra baktık ki öyle de olmuyor, madem aşk duyuyoruz birbirimize dedik, karşımızdakini değiştirmeye çalışmadan, kendimiz de değişmeden bu ilişkiyi yürütmenin bir yolunu bulalım...

    Buldunuz mu?

    - Bulduk. Kendimize döndük. Bir başkasını tanıyabilmek için önce kendini daha iyi tanıman gerekiyor. Bunun için uğraştık. Tabii Bodrum da iyi geldi. Her kafadan bir ses çıkmıyor. Etrafta gürültü olmadığı için, kendi kafanın içindeki sesi duyabiliyorsun burada.

    Ruhsal faydanın yanında başka neler var?

    - Çok daha sağlıklıyım. Kilo verdim. Artık hasta olmuyorum. Burnum bile akmıyor. Bunda tabii vegan olmamın da etkisi var.


    O hiçbir şeyi yemeyen vejetaryenlerden mı oldunuz?

    - Evet. 29 Ekim'de Brüksel'de konserimiz vardı. Sertab bir kitap bulmuş, adı "Skinny Bitch". Çok meşhur. Onu okuyunca tuhaf olduk. Yediğimiz etlerin nasıl üretildiğini, hayvanların nasıl hormonla beslendiğini ve ne kadar acı çektiklerini öğrenince, zaten içinden et yemek gelmiyor. Ben hayvansal gıda da almıyorum. Süt görmeye de tahammülüm yok. Tereyağı da yemiyorum, tavuk da, yumurta da, balık da.


    E ne yiyorsunuz!

    - Tahıl, meyve, sebze. Proteini de soya ve mantardan alıyorum. Ve kendimi çok iyi hissediyorum.


    Sertab'la teferruatsız bir ilişkimiz var


    Sıkılmadınız mı 10 yıldır birbirinizi görmekten?

    - 10 değil, 11 yıl. İnsan birbirinden değil, kendinden bile sıkılır. Ben de sıkılgan bir adamım. Elbette sıkıldığımız, tartıştığımız, kavga ettiğimiz, sonra tekrar barıştığımız olmuştur. Oluyor. İlişki de böyle bir şey zaten. İçe dönmeler, meditasyonlar, yogalar, ortak okuduğumuz kitaplar, bir sürü şeyi birbirimizle paylaşmaya yönlendirdi. Böylece de birlikte geliştik. Bence bir insanın hayatta karşılaşabileceği en acı şey, kafasındakileri paylaşacak bir "eş"inin olmaması. İstersen dünyanın en büyük kariyerini yapmış ol, yüz binlerce kişiye konser ver kaç yazar? Yüreğindekileri, aklındakileri paylaşabileceğin biri yoksa, sen bitmişsin. Bu anlamda, ruh ikizi kadar birbirini tamamlayın bir çiftiz. Zaman, lehimize işledi.

    Vayyyyyy. Müthiş anlattınız. Sizinki yanılmıyorsam, kıskançlığın da kol gezmediği bir ilişki... Bunu nasıl beceriyorsunuz?

    - O önemli, aşılması gereken bir konu. Çok uzun zamandır böyle bir şey hissetmediğim için çok mutluyum. Şuna inanıyorum: Kıskanç adam, sadece karısını değil herkesi kıskanır. Daha iyi bir seviyedeki iş arkadaşını, rakibini... Anlatabiliyor muyum? Kıskanç kadın da öyle. Kıskançlık, kişisel bir sorun. "Benim hatunu başkaları götürmeye çalışıyor" falan gibi bir şey değil yalnızca. Bence kıskançlık, kendi içinde eksikliği tamamlamak için, dışarıya bir tür tırnaklarını çıkarıp bir yerlere tutunma isteği...

    Peki Sertab sizi kıskanmıyor mu?

    - Başlangıçta kıskanıyordu. Artık öyle bir sorunumuz yok. Ha bak şimdi aklıma geldi, bir "İnsan seviyorsa kıskanır" denir, külliyen yalan! Yıkıcı ve yıpratıcı bir şey. Bunlar bize verilmiş roller, çözmemiz lazım. Tabii ki sevdiğim kadın, durduk yerde başka erkekle bir şey yaşarsa, bu bana acı verir. Kahrolurum. Ama bunun tezahürü bende kıskançlık değil.

    Çocuk?

    - Hiç düşünmedik, düşünmüyoruz. Hayat bize böyle yetiyor. Ben eksikliğini hissetmedim, Sertab da hissetmediğini söylüyor.

    Sertab kaç yaşında?

    - 1964'lü. Zaten aştı o. Kadınların bir yaşı vardır çocuk çocuk diye tuttururlar, orayı geçti. 5 kardeşiz, üçünün çocuğu var. Üzerimde soyadını devam ettirme baskısı da yok.

    İlişkinizde başkalarına benzemeyen farklılık ne?

    - Sadelik. Teferruatsız bir ilişki bizimki. Birbirimize sevgimizi göstermek için çiçekler, böcekler, yüzükler vesaireler olayına hiç girmedik.

    Hiç mi yüzük almazsınız?..

    - Yok ya. Alsam da Sertab yüzük mü takacak? Sertab takmaz, çok az makyaj yapar. Oraları geçmiş gibi geliyor. Bazen liseden kız arkadaşlarımı görüyorum. "Geçen gün bir yüzük gördüm, gittim ayırttım. Sevgilime söyleyeceğim alsın" diyor mesela. Bana Japonca gibi geliyor. Bizim ilişkimizde bu tür şeyler yok.

    Yoksa ayakkabı, çanta falan da mı sevmez Sertab?

    - Yok, ayakkabı sever...

    Siz Roma'dayken filan alışveriş yapmaz mısınız mesela?


    - En son Los Angeles ve New York'ta iki "outlet center"a gittik. Kafayı yedik. Senede iki kere bu tür alışverişler yapıyoruz. Banka soygunu gibi oluyor, iyi geliyor. Onun dışında alışveriş manyağı değiliz.

    Kendinizden çok Sertab için ürettiniz sanki...


    - Dışarıdan öyle algılanıyor. Çünkü Sertab'ın popülaritesi daha fazla. Sertab için yaptığım şarkıları da ben yaptım, Sertab söyledi. Onlar da benim şarkılarım. "Neden o söylüyor, ben söylemedim" tribine asla girmedim. Bir de aslına bakarsanız çok şanslı adamım. Elimde Sertab gibi bir enstrüman var. İtiraf ediyorum bir tek ilk albümüm çıktığında sinir oldum.

    Hayırdır ne oldu?

    - İlk albümün tanıtım partisinden telefonla konuşan bir gazeteciyi duydum. "Demir Demirkan'ın partisindeyim" dedi. Karşısındaki "O da kim?" diye sormuş olacak ki, "Ya işte Sertab'ın sevgilisi" dedi. Bu lafı duyduğumda acayip gıcık oldum. Ama sonra geçti. Aslına bakarsanız sadece bu değil, bir sürü arkadaşım bana "Abi sen ayrıl, yoksa onun gölgesinde kalırsın" dediler. Takmadım. İyi ki de takmamışım. Üst üste gelen başarılardan sonra, insanlar beni Demir Demirkan olarak kabul etti...








    Ayşe Arman bu köşesinde yer kalmasa da bitirmeden rahat edermi
    Sonraki gün yeniden köşesini Demir Demirkan'a ayırıyor...

    28 Ocak 2008 - Hürriyet Gazetesi


    Demir Demirkan 2



    Biliyorsunuz, sığmayanları atmaya kıyamıyorum. Dün başlayan Demir Demirkan röportajı bugün de devam ediyor.

    Adana doğumlusunuz. Adana'dan kalmış neyiniz var?


    - Bazı akrabalar ve kebap sevgisi. Ama artık vegan olduğum için, kebap mebap yiyemiyorum tabii. Büyük bir eksiklik ama alışacağız artık...


    Adana'dan sonra maaile (ailecek) İzmir-Ankara dolaşmışsınız...

    - Evet. Babamın müteahhitlik yaptığı bir dönem oldu, o yüzden bir sürü şehir değiştirdik. Bizimkiler aslen Afyon Dinarlı. Fakat biz 5 kardeş Adana'da doğduk. Liseyi İzmir'de, üniversiteyi de Ankara'da okudum.


    İngiliz dili ve edebiyatı ne alaka? Genelde erkekler bu bölümü tercih etmez...

    - Üniversiteyi Amerika'da okumak istiyordum vize vermediler, kaldım. Apar topar sınava girince puanım orayı tuttu. Gerçi Shakespeare filan hoşuma gitti. Söz yazarlığında aldığım eğitimin bayağı faydasını gördüm. Benim hayalim işadamı olmaktı, işletme master'ı yapacaktım, fakat üniversitede Cenk Eroğlu ve Tarkan Gözübüyük'le tanışınca Pentagram'da çalmaya başladım. Babama müzisyen olmak istediğimi söyledim. Hiç hoşuna gitmedi. Benden önce kötü bir örnek vardı: Abim. Müzisyen olmak amacıyla Amerika'ya gitti, üniversiteden ayrıldı, sonra da dağıldı gitti. Şimdi nerede olduğunu bilmiyoruz.

    Nasıl yani?..

    - Bayağı bilmiyoruz. Bir e-mail adresi var, o kadar. Her seferinde Amerika'da farklı bir eyaletten çıkıyor.

    Hiçbir bağlantınız yok mu?


    - Diyorum ya, bir tek e-mail adresi var elimizde. Böyle üzücü bir durum var ailede. O benden daha iyi bir müzisyendi aslında. Kulağı çok iyidir mesela, "absolute kulak" denilenden, duyduğu notayı hemen söyler, inanılmaz bir yetenek, acayip besteleri var ama bir disiplini yok. Hayatta form anlayışın olmadığı zaman, dağılıp gidiyorsun.

    Sizin iyi bir müzik adamı olmanız da onun üzerinde bir baskı oluşturmuştur belki...

    - Zannetmiyorum. En son Amerika'ya gittiğimde zar zor bir gün görüştük. "Benim hayalimi sen gerçekleştirdin" dedi. "Kızgın mısın" dedim. "Yok hayır, ben zaten yapamazdım" dedi. Tuhaf hissettim kendimi. Bana acı veren bir hadisedir.

    Babanızın onaylamamasına rağmen, siz de Amerika'ya gidip müzik eğitimi aldınız?

    - Evet ama ben 4 sene sonra döndüm. Los Angeles'de "Musicans Institute" diye ünlü rock gitarcılarının ders verdiği bir yer var. Sınavına girdim kazandım, cebimde 500 dolar Amerika'ya gittim. Daha doğrusu o 500 dolar, ayakkabımın içindeydi. Orada gruplarla çaldım ve sonra Türkiye'ye döndüm.

    Ne kadar hırslı bir adamsınız?

    - Bayağı hırslıyım. Hedef koymayı iyi bilen, amaçlı bir adamım. Amacı koyana kadar 50 bin kere tartıyorum, o ayrı. Yanlış hedefler koymak, insanın en az iki üç senesini götürüyor. Bir de hedeflerin, temelini, yıkıcı değil, yapıcı arzulardan almalı. "O yapıyor da, ben niye yapamıyorum" mesela, yıkıcı bir arzu. Böyle yola çıkarsan bir yere varamıyorsun.


    Kişilik olarak ne kadar Aslansınız?

    - Yüzde 100. Bana mesela "Hangisi ağır basıyor" diye soruyorlar, "Solistlik mi, prodüktörlük mü?" Zannediyorlar ki, prodüktörlük diyeceğim. Yanlış. Ben ön planda olmaktan çok hoşlanan bir adamım, tabii ki sahneyi tercih ediyorum. İyi prodüktör filan da değilim, insanın elinde Sertab gibi yetenekli ve değişik müzikler yapmaya istekli biri varsa, iyi prodüktör bile oluyorsunuz.


    Son soru, dünyanın en samimi ve içten adamısınız, ama soğuk ve mesafeli bir görüntünüz var...

    - Ya evet. Bir şeyleri yanlış yaptık ama ne? Belki de daha önce çektiğim klipler ve fotoğraflar yanlış oldu. Şimdi bu imajı düzeltmek için bir ekiple çalışıyorum.


    ATA DEMİRER'Lİ KLİP

    Hep içeriği olan klipler çektim. Son klibimde gevşemek ve eğlenmek istedim. Ata Demirer'i aradım, menejerimle o kadar benziyorlar ki, inanılmaz, yan yana geldiklerinde kardeş zannedebilirsin. Senaryo da komik: Ben konsere yetişemiyorum, menajerim konsere çıkmak zorunda kalıyor. Ata Demirer'e "Bir menajerin, sahnede rock star olma halini canlandırmak ister misin" dedim. Hiçbir tanışıklığımız da yok. "Ne zaman çekiyoruz abi" dedi. Çok keyifli bir adam. Ortaya da keyifli bir iş çıktı...







  • Saygı duyduğum müzisyenlerin başında gelir Demir Demirkan
  • Kesinlikle...
    Sevgim saygım sonsuzdur Demir Demirkan'a...

    Yalnız unuttuğum bişi var ki forumda uzun yazıları okumama alışkanlığı var

    Giren 20 kişiden kaç tanesi okudu cok merak ediyorum...
  • Demir Demirkan'ı severim.İşini iyi yapan nadir isimlerden.Adamın samimiyeti bile yeter.Havalı değil en başta.
  • Üç hemşo olarak ben Ayşe ve Demir çok keyif aldık. Şaka bi yana abisi tam benim istediğim hayat tarzında yaşıyormuş. Sertab'ında 64'lü olduğunu bilmiyordum, nerdeyse annem yaşında ama pek göstermiyor. Güzel röportaj, güzel topic Ryo Ishizaki...
  • Hayatta verdiği kararlar ve gösterdiği davranışlar da çok sağlamdır Demir Demirkan'ın

    Aldığı en olgun kararlardan biri bence Sertab Erener gibi kaliteli bir müzisyenle evlenmesi..

    Ayrıca Hayatımda hiç bir magazin programında Demir Demirkan ve Sertab Erener'i görmedim..

    Piyasada müzik yaptığını sanan ve ''sanatçı'' diye anılan boş insanları her gün TV de görüyoruz...Ama bu ikiliyi hiç bi zaman apuk supuk programlarda görmüyoruz

    Geçen sene Makina'da Okan Bayülgen'in konuğu olmuştu ve grubuyla canlı performansını sergilemişti...

    O günden beri bu adamın solo tekniğine hastayım




  • İlgi gösteren arkadaşlara sonsuz teşekkürler...
    Beğenmeniz beni cok mutlu etti...

    VGroove söylediğin gibi Demir Demirkan ve Sertab Erener hem kaliteli müzikten taviz vermiyorlar, hem de bir çok ünlü, sözde sanatçılar gibi ilişkileriyle gündeme gelmiyorlar...
    Bir kez bile ilişkileriyle gündem yapmadılar...

    Böyle gerçek sanatcılara ihtiyacı var Türkiye'nin...

    Bu arada VGroove, Makina performansı harbiden cok babaydı...
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Cem Garipoğlu'nun mezar taşı
    11 yıl önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • Ben hala ilk çıkardığı albümü severek dinliyorum.Diğerleri de var ama ilk albüm bana göre bambaşka.(Solo albümden bahsediyorum bu arada)

    Adama helal olsun.Sağda solda gereksiz yerlerde hiç görünmüyor.İsim yapma peşinde de değil zaten bilen biliyor.Bu piyasada bu tip adamlara çok nadir rastlanıyor malesef.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Midgardian -- 30 Ocak 2008; 0:15:01 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ryo Ishizaki

    Kesinlikle...
    Sevgim saygım sonsuzdur Demir Demirkan'a...

    Yalnız unuttuğum bişi var ki forumda uzun yazıları okumama alışkanlığı var

    Giren 20 kişiden kaç tanesi okudu cok merak ediyorum...


    ben okumadım valla uzun yazılara karşı bi fobim varda

  • quote:

    Orjinalden alıntı: lasts0ul

    ben okumadım valla uzun yazılara karşı bi fobim varda

    Şekil 1.a

    Standart Türk davranışı
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.