Şimdi Ara

Çin ve Asya (Sinitik Ülkeler) Stabilken Avrupa Neden Bu Kadar Çeşitli ve Girift

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
5 Misafir - 5 Masaüstü
5 sn
3
Cevap
0
Favori
151
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Mesela Asya ve Çin'e baktığımızda Japonya, Moğolistan, Kore gibi Altay dili konuşuru olduğu tahmin edilen ülkeleri saymazsak tek bir ülke varken neden Avrupa bu kadar çeşitli, neden Hristiyanlığı benimsediler, neden din temelli yaşadılar belli bir süre ve bilimi üretirken, nasıl Avrupa'nın kültür hegemonyasını üst yerde görebiliyorlar, mesela Çin'in, Japonya'nın ya da Rusya'nın da çok yerleşik sağlam kültürleri var. Veya Hindistan'ın kültürü -tamam belki en mükemmel kültür olmasa da- vedalar, maytrisimit, Altın Yaruk, Tripitaka gibi eserlerle Hindistan Sanskritçe köklü kitaplara sahip.


    Avrupa'nın ise çok ilginç bir hikâyesi var. Sürekli göç etmişler. Mesela ilk başta Avrupa dillerinin kökünü İbranice sanıyorlarmış, ta ki Avrupalı bir bilgin Sanskritçe ve Farsça kelimelerin Avrupa dilleriyle benzeştiğini fark edene kadar. Sonra Avrupa içindeki Finliler ve Basklar ve İlliryalılar yani günümüzdeki Arnavutlar gibi özel kavimlerden bahsetmek gerekir.


    Yani Avrupa hem coğrafi olarak hem kültürel olarak konsolide değil daha çok yöresel gibi, mesela Almanya ve İtalya birliklerini geç tamamlamışlar ve şehir devletleri halindedir.


    Başlıktaki soru hakkında fikirleriniz nelerdir?








  • Asya'nın Avrupa'ya nazarla tarihte daha stabil olduğu düşüncesi bence pek doğru değil. Bu bence Giovanni Arrighi gibi bazı akademisyenlerin düştüğü ve piyasaya pompaladığı bir önyargı. Çünkü Asyalılar kendi aralarında sanki daha az savaşır görünseler de - ki bu da tartışılır - sık sık kendi içlerinde savaşıyorlar. Çin tarihi mesela bir hanedan imparatorluğu kurulana kadar ve bazen de bu imparatorluklar bile daha çökmemişken çeşitli krallıkların ve beyliklerin kendi aralarında mücadeleleriyle ve bu çekişmeye dış aktörlerin de dahil olmasıyla bir istikrarsızlık manzarası sergiler. Yüzeysel bir bakışta homojenmiş gibi görünen Çin'de tarihsel olarak bir sürü alt kültür ve farklı farklı lehçe bulunur. Çin'den başını kaldırıp çevresine bakınca mesela Japonya'ya bakınca da çeşitli klanların, çetelerin ve derebeyliklerin birbiriyle olan mücadelelerini görürsün. Asya tarihinde adeta kronik salgın gibi kol gezen Türk-Moğol istilaları, göçebe imparatorluklar içinde ve arasındaki savaşlar da cabası. Sık sık göçebe imparatorluklarla sentezlenmiş veya savaşmış İslam devletleri arasındaki ve içindeki manzaradan bahsetmeye bile gerek yok. Onun için Asya Avrupa'dan daha stabil diyemem. Fransa veya Kutsal Roma ya da İngiltere ne kadar stabilse Çin veya Japonya da o kadar stabil idi. Keza gene bu bağlamda önemli bir yer işgal eden Hindistan da Hindu İslam Fars Moğol Türk keşmekeşiyle çok farklı değil. Hindiçin'i o kadar iyi bilmiyorum. O konuda yorum yapmayayım. Ama Asya'yı Batı'ya nazarla ve tezatla istikrar kutbu olarak tanımlayan Arrighi gibi kimselerin yanıldığına ve ciddi bir önyargı (bias) yerleştirdiklerine eminim. Bu görüş Uzak Asya kültürüne karşı duyulan bir hayranlıktan kaynaklanıyor olabilir. Asya'nın hiyerarşileri ve sosyal normlarının perdelemelerine, şeref ve nezaket kalıplarına kanılmamalı.

    Henry Kissinger'ın Çin hakkındaki kitabında merkezi bir fikir olarak işlediği gibi, Asyalıların Avrupalılardan daha farklı stratejiler, anlayışlar ve politikalar uyguladığı doğru olabilir ama istikrar ve istikrarsızlık söz konusu olduğunda onlar da herkes gibi insan. Belirli mevzular üzerinde ihtilafa düşüyorlar. Varoluş ve beka kavgası veriyorlar. Durumlarını iyileştirmek veya düşman bellediklerini harcamak için acımasızca savaşmaya hazırlar. Büyük seferler tertipleyip utku ve prestij kazanmak istiyorlar. Askeri çözümlere başvurmaktan sakınmıyorlar. En azından tarihin genelinde.

    Batılı normları benimseyip Asya'da bir sömürge imparatorluğu kuran ve Asya'daki Batılı güç muamelesi gören modern Japon İmparatorluğu'na Arrighi'nin yaptığı gibi Asya normlarına uymayan bir anomali muamelesi göstermek, sapına kadar Asyatik - ve gene dehşet saçan - Cengiz ve Timur imparatorluklarından ayrı algılamak pek de sağlıklı değil. Uzak Asya'nın - "savaşma ve istikrarsızlaşma meraklısı" Batılılara nazaran - istikrarı tezinin bir benzeri Doğu Roma/Bizans ekümenik dünyası (oikoumene) için kullanılır. Ama bu tez de Bizans'ın gayet saldırganlaşabilen ve genelde gözden kaçan emperyalizmini, Bizans Rumlarının tarihte sık sık bir yerleri işgal edip yayıldığını ve kendi hegemonilerini yerleştirmek için potansiyel olarak savaş yoluyla istikrarsızlıkları beslediklerini hesaba katmaz. Anna Komnene'nin ünlü eseri Alexiad mesela muzaffer bir imparatorun her bir cephede barbarlarla nasıl başa çıktığını ve alt ettiğini anlatan destanıdır. Roma'nın muhtemelen en saldırgan imparatorlarından biri olan II.Basileios Rumlarca "Bulgar Doğrayan" namıyla anılmıştır. Rum / Bizans bugünkü Ortodoks Doğu ülkelerine bu konuda ilham olan bir savaşçı azizler kültü geliştirmiştir. Bizans destan kahramanı Digenis Akritas adeta ilgili literatürde yaşayan bir Rum Cüneyt Arkını'dır. Yahu, aslında zaten anakronistik şekilde "Bizans" diyerek Roma'dan söz ediyoruz. Saldırmayan ve yayılmaya çalışmayan bir Roma olabilir mi?

    Onun için böyle Batılı ve Batılı olmayan halkları ve tarihleri ayrıştırmak, bir tarafa yalancı veya şişirilmiş bir erdem yükleyip öbürünün istikrarsızlığa yol açabilecek olumsuzluğunu gereğinden fazla abartmamak gerek. Bilinen tüm kültür ve toplumlarda istikrar ve istikrarsızlığı besleyen unsurlar bulunur. Bu unsurlar arasında evrilen karmaşık ilişki ve denge o anki istikrarı-sızlığı tayin eder.
    < Bu mesaj bir yönetici tarafından değiştirilmiştir >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.