Şimdi Ara

BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
29
Cevap
0
Favori
968
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )



    "Beşiktaş Jimnastik Kulübü" 1903 yılının Mart ayı içinde ekserisi saraya mahsup 26 genç tarafından, Serencebey’deki "Osman Paşa Konağı"’ında kuruldu... Başlangıçta, "İstibdat Rejimi’nin baskısından kurtulamayan Beşiktaş’lı kurucu ve sporcuları, sarayın bireyleri olarak, sadece spor yapmak amacıyla bir kulüp kurma teşebbüsünde bulunduklarını Seryaver Mehmet Paşa kanalıyla Padişah II.Abdülhamid’e kanıtladıktan sonradır ki, O’nun özel izniyle faaliyetini sürdürme imkanı buldu... Padişahın tek şartı, "İngilizlerin icadı ayak topunu oynamayacaksınız" sözleriyle belirlenmişti... Bu yüzden Beşiktaş’ın futbol faaliyeti, II.Meşrutiyet - Hürriyet Rejimi’nin ilanını takip eden yıllarda, yani ancak 1911’de hayata geçebilmişti... İlk adı "Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü" olan kulüp, faaliyetinin daha net bir şekilde anlaşılması için, isminde bir değişiklik yapmış ve "OSMANLI BEŞİKTAŞ TERBİYE-İ BEDENİYE MEKTEBİ" adını alarak, Saray Emniyet Teşkilatı’na gerçek amacının sadece "gençlere spor yaptırmak" olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı...

    1908’de ilan edilen "İkinci Meşrutiyet"in arkasından, "Cemiyetler Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle spor kulüplerinin bağlı oldukları kaymakamlıklarda tescil işlemlerini yaptırmaları sonucunda, siyah-beyazlı kulübün adı bu defa da "OSMANLI BEŞİKTAŞ JİMNASTİK KULÜBÜ" oldu. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte "Osmanlı" sözcüğü kaldırtılarak isim, bugünkü son şeklini aldı... Beşiktaş’ın ilk renkleri Kırmızı-Beyaz’dı... "Balkan Harbi" sırasında binlerce vatan evladının şehit düşmesi ve Balkanlar’ın önemli bir bölümünün kaybı üzerine teessüre kapılan Beşiktaş Kulübü, fevkalade kongreye başvurmuş, ittifakla aldığı kararla: "Balkan topraklarının tamamı, tekrar Türk milletinin oluncaya kadar, Kırmızı-Beyaz olan renklerini "Siyah-Beyaz"a çevirmiştir... Beşiktaş’a "KARAKARTAL" lakabı ise, 1932-1933 sezonunda Fenerbahçe ile oynanan "Lig Şampiyonluğu Finali’nde verilmiştir. Şeref Bey’in ölümü münasebetiyle simsiyah formalarla maça çıkan Beşiktaş Takımı, 90 dakika tek kale oynadığı oyunda, ezeli rakibinin kalesine tam 66 akın yapınca, seyirciler; "Karakartallar gibi saldırıyor" haykırışlarıyla, ona yepyeni bir ünvan bahsetmişlerdir...

    O gün, beraberlik halinde dahi Fener’in şampiyon olacağı bu kritik maçta, Beşiktaş’ın nizami golünü iptal eden hakem Kemal Halim’in taraflı tutumu, Siyah-Beyazlı Takım’ı hakettiği bir başarıdan men etmiştir. Çok değil bir sezon sonraki karşılaşmalarda ise Beşiktaş hem İstanbul Ligi’ni hem de Türkiye Futbol Şampiyonluğu’nun kazanarak, bir yıl evvel kendisine yapılan haksızlığa en anlamlı cevabı vermiştir.

    Beşiktaş Jimnastik Kulübü, Osmanlı Sarayı’na mensup ailelerin fertleri tarafından bir spor teşekkülüdür. Kurucuları, yöneticileri ve sporcuları arasında, "müşir"ler, "seryaver"ler, "elçi"ler kara, hava, deniz subayları, çok iyi eğitim görmüş meslek sahipleri daima çoğunluğu teşkil etmişlerdir.... Bununla beraber, bu "saray kulübü" zamanla kapılarını halk kesimlerine de açmakta sakınca görmemiş ve iyi ahlaklı olması şartıyla, işçi, esnaf gibi küçük işlerle uğraşan sporculara da bünyesinde "spor yapma imkanı" vermiştir. Üstelik her dönemde.... İş ve göreve bağlılık, cemiyetlerin bünyesinde önemle üzerinde durulan bir husustur. Eskiler buna "vazife mukaddesatı" derler...

    Bu özelliklerden uzak kalan fertler, takdir ve tasvip göremez, tenkit konusu olurlar. Ferdin cemiyetle bu en yakın ilişkisi, meslek gruplarının doğmasına ve çeşitlenmesine sebebiyet vermiştir. Fertler de şahsi yeteneklerine, yetişme olanaklarına göre bu meslek gruplarına katılarak, gerek kitleye karşı sorumluluklarını ve gerekse yaşamlarını sürdürme yollarını sağlarlar... Uzun tahsilin, geniş kültürün getirdiği meslekler yanında, basit metodlarla elde edilen iş ve görevlere de rastlanır toplumumuzda... Böylece gruplarda kademe, kademe bir irtifa görülür. İleri cemiyetlerde insanlar, jüri durumundaki toplum, her çeşit meslek grubuna layık olduğu değeri verdiği gibi, dürüstlük çerçevesi içinde yapılan her işi, mukaddes ve muteber sayar...Zaten "zirvesiz bir piramit olamayacağı gibi, tabansız bir zirveye de rastlayabilmek mümkün değildir" dünyamızda.... Nedense bu gerçeğin maddi cephesindeki fizik kaidesi, mukaddesatta eşitliğe ulaştığa halde, aynı değerlendirme, manevi cephesinde müşahade edilemiyor.... Beşiktaş’a rekabetin en fazla görüldü spor sahalarında tahkir edercesine ve çalışma hayatımızı manalandıran iş, meslek piramidinin bir seviyesine tecavüze yeltenerek "ARABACILAR" diye bağıranlara şu suali sormak lazım: Acaba mühendisler, avukatlar, doktorlar, diplomatlar ya da bakkallar, ameleler köfteciler yakıştırmaları şeklinde bağırsalardı. Siyah-Beyaz renkler için ne farkederdi?

    Ne gibi bir hissiyatın tesiri altında kalırlardı Siyah-Beyazlılar. Şüphesiz ki hiç... Ancak, yıllardır Beşiktaş’ın tarihi ile iç içe olmuş bir araştırmacı olarak bu camianın bilinmeyen yönlerini spor kamuoyuna anlatmak, öğretmek ve bazı kendini bilmezleri biraz olsun aydınlatmak, meslek ilkemizdir.... Açıklayalım: Beşiktaş Jimnastik Kulübü spor tarihini tetkik edenler bilirler. Osmanlı Sarayı bünyesinde oluşmuş olan bu gençlik teşekkülü "İstibdat Dönemi" nin zor şartlarına rağmen, bir spor akademisi hüviyeti taşıdığı içindir ki, Padişah II.Abdülhamit’in özel izniyle faaliyetlerini sürdürebilmiştir. Başlangıçta onlar bile meşhur "Hasan Paşa Karakolu" na davet edilip sorguya çekilmiştir, Seryaver Mehmet Paşa’nın müdahalesiyle, zindana atılmaktan, Fizan’a sürülmekten son anda kurtulmuşlardı... Her birinin saraya mahsup aile fertleri oluşları, amaçlarının sadece spor yapmak ve yeni sporcular yetiştirmek üzere planladığı açıklık kazandığı içindir ki, bir ayrıcalığa sahip olabilirmiştir.

    Beşiktaş’lı sporcular, İstabli Amire (Has Ahır) Müdürü’nün de Beşiktaş’a katılmasından faydalanarak, Serencebey’deki idman mahalli olan "Osman Paşa Konağı"na gidip, gelirlerken, Dolmabahçe Saray Arabaları’ndan istifade etmeye başlamışlardı. Her hareketin göze battığı ve dedikodu mevzuu olduğu o günlerde, saray arabalarıyla haftanın muayyen günlerinde yapılan bu seyahatler, halkın Beşiktaş’lı gençlere: "SARAY ARABALARIYLA GEZEN GENÇLER" ya da "SARAY ARABALILAR" şeklinde isimler takmalarına sebep olmuştur.... O zamanlar, samimi ve sıcak bir ifadenin mahsulü olan bu tabirler, herhalde zaman geçtikçe Beşiktaş’ın ihtişamı karşısında tedirgen olan rakip taraftarlarca istismar edilerek, "ARABACILAR" olarak değiştirilmiştir. Konumuzun başında da ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde saraydan doğup serpilen, yaşamını Cumhuriyet Türkiye’sine taşıyarak asırlık bir çınar ağacı gibi, sportif ve sosyal etkinlikleriyle "dev bir görüntü" arzeden Beşiktaş Jimnastik Kulübü, üst düzey her meslek grubuyla olduğu kadar, işçisi, esnafı ile de ifthar eden bir cemiyettir...

    BİR KISIM AZINLIKLARIN TEŞVİKİ İLE YUNANLI SUBAYLAR BEŞİKTAŞ KULÜBÜ LOKALİNİ YAĞMA ETMİŞLERDİ.

    1918 yılında "1.Cihan Harbi" sona ermiş ve "Mondros Mütarekesinin" tabii sonucu olarak 13 Kasım 1918 günü müttefikler İstanbul’u işgal etmişlerdir. O günlerde Beşiktaş Jimnastik Kulübü Akaretler’deki lokali elinden alındığı için Beşiktaş Çarşısı bir kilise binasında ikamet etmek mecburiyetinde kalmıştı. Siyah-Beyazlılar burada çok acı bir felakete uğradılar ve 1903 ile 1918 yılları arasında elde ettikleri tüm şild, kupa, madalya, flama gibi şampiyonluk göstergelerini, çok önemli belgelerle, fotoğraflarını kaybettiler. İstanbul’un işgalini takip eden günlerde, kulübün bu son lokali rumlar tarafından ele geçirilmişti.

    Beşiktaş Jimnastik Kulübünün faaliyetlerini ve parlak başarılarını çekemeyen bu kimseler, Yunan Subaylarını da aralarına alıp, tecavüz planlarını fiiliyata dökmekten çekinmediler. Azınlıklar arasında Fısıltı Gazetesi’yle yayılmış olan "Beşiktaş Kulübü, Mustafa Kemal Paşa ile gizli işbirliği yapıyor" söylentileri şüphesiz yağmalamanın asıl sebebi olarak gösterilebilir. Ata’nın Beşiktaş Kulübü’ne yaptığı ziyaretleri ve 56 sahasında gerçekleştirdiği sohbetleri gören (Fuat Balkan tarafından çekilmiş) fotoğraflarda maalesef bu yağma sırasında telef oldular.

    BU ACININ NE DEMEK OLDUĞUNU FENERBAHÇE’DE ÇOK İYİ BİLİR VE AÇTIĞI YARAYI HİSSEDER

    Fenerbahçe Kulübü 94 yıllık tarihinde birçok acılar çekti ve felaketler yaşadı. Bunların en talihsizi şüphesiz 1932 yangınıdır. Sarı-lacivertlerin 1914 yılında yerleştiği Kuşdili Semti’nin o dönemdeki en gösterişli binası 5-6 Haziran 1932 gecesi birkaç saat içinde 25 yıllık varlığının bütün şerefli anılarıyla birlikte yanıp küloldu. Tıpkı Beşiktaş’ta olduğu gibi, Şampiyonluk kupaları şildler, birincilik madalyaları, flamalar ve en acı olanı önemli evraklar, fotoğraflar alevler arasında birer birer yokoldular. 1918’de Atatürk’ün imzaladığı "Şeref Defteri" de tesadüfen yöneticilerden birinde olduğu için bu önemli belgenin yok olması önlenmiş oldu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün Beşiktaşla ilgisi "Yıldırım Orduları Kumandanlığı" görevine başlamadan önce ve 1915’te "Çanakkale Müdafihi" olarak adını dünya tarihine yazdırdığı günlerde başlamıştır. Bunu kanıtlayan belgelerden biri olarak Akaretler Yokuşu üzerinde oturduğu 76 nolu binanın dış kapısı yanındaki "Mermer Kitabe’"de şu satırlar yer almaktadır: "Atatürk, 1.Dünya Savaşı’ndan düşmana karşı İstanbul’u koruyup kurtaran, Çanakkale Müdafihi Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal Paşa iken bu evde kiracı olarak kalmıştır." Çanakkale Savaşı 19 Şubat-1 Aralık 1915 tarihleri arasında cereyan ettiğine göre Atatürk-Beşiktaş diyaloğunun 1915 yılında başladığı bu belgeyle açık seçik ortadadır. Uzun lafın kısası, bu belge de göstermektedir ki, Ulu Önder Atatürk’ün ilk gözağrısı başka bir deyişle gençlik ateşini yaktığı ilk spor kulübü BEŞİKTAŞ’tır. Beşiktaş kurucularından eskrimci Fuat Balkan Mustafa Kemal Atatürk’ün yakınlık duyduğu asker sporculardan biriydi. Milli mücadele yıllarında Makedonya ve Batı Trakya’daki kahramanlıklarından sonra emrindeki üç melis taburunu 17 Eylül 1917 günü Drama’dan hareketle Türkiye’ye getiren Fuat Balkan’ın umumi karargahı paha biçilmez bir hediye şeklinde Türk ordusuna kavuşturduğundan kendisini nasıl tebrik edeceğini bilememişti. Mustafa Kemal Atatürk, Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı görevine başlamadan önce 1916’nın ilk günlerinde, Akaretler’deki evinin arka kapısından Beşiktaş Jimnastik Kulübü idman sahasına inmiş (Şimdiki Plazaların bulunduğu alan) Ahmet Fetgeri ile Fuat Balkan Beyleri yanına çağırıp, kendileriyle şu konuşmayı yapmıştır:


    "EFENDİLER, SİZLERİN VE SPORCULARINIZIN CİDDİ ÇALIŞMALARINI, ÇEVİKLİK VE MAHARETLERİNİ UZUN ZAMANDAN BERİ BÜYÜK BİR ZEVKLE, DİKKATLE İZLİYORUM. SPORDAN YOKSUN BİR GENÇLİK NASIL Kİ VATAN MÜDAFASI SIRASINDA ETKİLİ OLAMIYORSA İNSAN DENEN VARLIĞIN KAFA YAPISI DA NE DERECE TEKAÜL EDERSE ETSİN, BEDENİ İKİŞAFI NOKSAN VE YETERSİZ OLURSA O VÜCUT O KAFAYI İLERİYE GÖTÜREMEZ, TAŞIYAMAZ. BUGÜN BÜNYENİZDE TOPLAYIP, İBNİ METODLARLA YETİŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞINIZ BU GENÇLER, TAM ANLAMDA BEDENEN VE FİKREN GELİŞTİKLERİ ZAMAN VATAN MÜDAFASINDA İLMİ SAHALARDA OLDUĞU GİBİ SPOR ALANLARINDA DA AVRUPALI HASIMLARINA TÜRK’ÜN ÖLMEZ GÜCÜNÜ İSPAT EDECEKLERDİR. SİZİ CANDAN KUTLAR, BAŞARILARINIZI HER ZAMAN DUYMAK İSTERİM"....

    1961 yılında kendisiyle Beşiktaş Tarihi adına yaptığım bir söyleşide Beşiktaş Kurucusu, Türkiye’nin ilk Güreş Federasyonu Başkanı ve Yazar Ahmet Fetgeri’den aldığım bu Ata’ya ait söylev gerçekte siyah-beyazlı camiaya Atatürk’ün bir vasiyeti olmuştur.

    Atatürk’ün Samsun’da milli mücadeleyi başlatarak Türk Milletine istikbali için yeşil ışık yaktığı önemli gündür.Bu bayramın mucidi ise Beşiktaş Kulübüdür. Cumhuriyetin onuncu yılını takip eden yıllarda Beşiktaş Kulübünün büyükleri ebedi şef Atatürk’e gençliğin beslediği sevgi ve saygıyı dile getirebilmek amacıyla "Atatürk Spor Günü" tertip etmeyi planlamışilardı. Sonuçta kardeş kulüpler Galatasaray, Fenerbahçe ve Güneş ile de dayanışma içine giren Beşiktaş Jimnastik Kulübü 24 Mayıs 1935 günü 20.000 sporseverin doldurduğu Fenerbahçe Stadı’nda bu organizasyonu gerçekleştirmiş ve büyük sansasyon yaratmıştı. Türk spor teşkilatının 1937 kongresinde Beşiktaş kadar Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakının kurulmasında en önemli rol oynayan yöneticilerden biri olan Ahmet Fetgeri ilk gün kürsüye çıkmış ve 19 Mayıs’ın bir gençlik ve spor bayramı olarak her yıl kutlanmasını teklif etmiştir. Bu güzel ve anlamlı tasarı alkışlarla hemen kabul edilmiş ve Atatürk’ün de onayı alındıktan sonra 20 haziran 1938 günü 3466 sayılı kanunla yürülüğe girmiştir spor yaşamımızda. İşte Atatürk ve Beşiktaş birlikteliği bu boyutlara kadar tırmanmış, Türk spor tarihinin en anlamlı en gerçek olaylarından biridir



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi LiLpLayBoi -- 28 Eylül 2005, 21:37:25 >







  • Bu kadar mı?
  •  BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Nihonjin

    Bu kadar mı?


     BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )

    bjk inönü sdatyumu

    Besiktas ilk kuruldugu yillarda, ilk Istanbul Resmi Lig Sampiyonu olmasina ragmen herhangi bir stada sahip degildi. 1929 yili'nin Agustos ayinda Besiktas, Galatasaray ile birlikte Taksim Stadi 'ni aldi. Besiktas bu stadi 1933 yilina kadar kullandi.
    Besiktas'a futbolu getiren Seref Bey, Besiktas'in kendi sahasinin olmasini dusundu ve Çiragan Sarayi ile bahçesinin Besiktas'in kendi stadi icin ideal bir yer olduguna karar verdi.
    Zamanin Besiktas Kulübü Baskani Fuat Balkan Bey, zamanin Istanbul Valisi Recep Peker (sonrada bir süre Besiktas Kulübü Baskanliginda bulunmustur) ile "Çiragan Sarayi"ni hükümetten almak için çok çalistilar. En sonunda stadi 99 yilligina 10 TL'si karsiliginda kiraladilar.
    Çiragan Sarayi zamaninda yanmisti, durumu cok kötüydü. Tamirat bittiginde Besiktas maçlarini bu statda oynamaya basladi, bu yeni stadin adi: SEREF STADI 'ydi.
    SEREF STADI
    Satin alis tarihi: 1932
    Onarimin bitmesi: 1940
    Kapasite: 10,000 (6000 Kapali, 4000 Acik)
    Maliyet: 42,000 T.L
    Son kullanilis tarihi: 1947
    1947'den sonra: Besiktas tarafindan 1947 yilina, yani Inönü Stadi açilana kadar kullanildi. 1947 yilindan, 1970 yilina kadar Türkiye 2. Lig ve Amatör maçlari için kullanildi.
    Simdiki hali: Besiktas Seref Stadini 2031 yilina kadar kullanma hakkina sahipti, ancak birkaç sene önce Besiktas'a herhangi bir para vermeden, stadi Besiktasin elinden aldilar ve bu dünyanin belkide denize sifir tek stadini Otel yapimi icin yiktilar.


    1948 yilinda, su anda Besiktas'in kendi sahasindaki maçlarini oynadigi, yeni bir stad açildi, Besiktas bu stadi her yil B. T. G. M ( Beden Terbiyesi Genel Müdürlügü)'den kiraladi. Bu stadin adi INÖNÜ STADYUMU'dur.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi LiLpLayBoi -- 26 Eylül 2005, 2:10:12 >




  •  BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )




    konunun yeri Spor bölümü
  •  BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )






  • SöyLedim ve taşıttım...
  • Hoşgeldin LilyLayBoi
  • O gün, beraberlik halinde dahi Fener’in şampiyon olacağı bu kritik maçta, Beşiktaş’ın nizami golünü iptal eden hakem Kemal Halim’in taraflı tutumu, Siyah-Beyazlı Takım’ı hakettiği bir başarıdan men etmiştir.





    aziz yıldırım hakemi bağlamıştır



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi kfysayk -- 26 Eylül 2005, 9:15:11 >
  • Aziz abLa hep öyLe yapmıormuı zaten.. PArayula kazanıor maçları :D
  • e tabi lazım böyle çalışmalarda.. tebrik



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Technics -- 26 Eylül 2005, 19:09:03 >
  • daha yeny basLadım :D az işimv ar donatıcam :D
  • ozaman hoş geldin sende aramıza diyelim...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: LiLpLayBoi

    daha yeny basLadım :D az işimv ar donatıcam :D


    hosgeldin birader
    ellerine saglik
  •  BEŞİKTAŞ HAKKINDA HERŞEY ( Güncelleniyor Yeni haberLerLe )



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi LiLpLayBoi -- 27 Eylül 2005, 0:08:04 >
  • "Beşiktaş Şeref Stadyumu"na Doğru...


    Yayın Hayatına 2005 yılının Mart ayında başlayan Serencebey Dergisinin Temmuz sayısında, BJK Seref Stad'ına giden surecte İnönü Stadyumunun tarih derslerine konu olacak hikayesi Syn.Tuğrul Yenidoğan tarafından anlatılıyor...

    DOLMABAHCE’DEKI STADYUMUN HIC YAZILMAMIS OYKUSU

    Dunyada baska bir stadyum yoktur ki, boylesine tarihi dokuyu barindiran bir arazi uzerine insa edilsin. Ustelik bir Milli sarayin bu kadar yakinina konumlandirilsin…

    Dunyada baska bir stadyum yoktur ki, projelendirilmesiyle tamamlanip bitirilmesi arasinda ceyrek asirdan fazla bir zaman dilimi akip gitsin… Temeli 2 kez atilsin... Birbirinden cok farkli birkac siyasi doneme birden taniklik etsin…

    Dunyada baska bir stadyum yoktur ki, 1 hafta icerisinde 10 mac bile oynanmak zorunda kalinan donemler yasamis olsun…

    Dunyada baska bir stadyum yoktur ki, adi tam 5 kez degistirilsin. Politik ihtiraslarla, siyasi hesaplarla, entrikalarla dolu yillar eskitsin…

    Spor tarihi yazmayi, mac sonuclari ve istatistiki bilgilerden ibaret sananlar nedense atlamislar, belki de bilerek kacinmislar Dolmabahce’deki stadyumun ibret verici oykusunu anlatmaktan…

    Iste Dolmabahce’deki stadyumun hic yazilmamis, belki de uzeri kapatilmis hazin oykusu:


    OSMANLI DONEMINDE DOLMABAHCE

    Dolmabahce, adindan da anlasilacagi gibi padisah I. Ahmed’in tahta bulundugu yillarda, veziri Nasuh Pasa’nin vezareti sirasinda (1611-1614) deniz doldurularak elde edilen bir alandir. Inonu stadyumunun kapladigi duzlugun yerinde, 17. yy’a kadar kucuk bir korfezin var oldugu bilinmektedir. Vadideki kucuk derelerin ve sel yataklarinin tasidigi toprakla zaman icinde dolarak batakliga donusen bu korfez, doldurulma isleminden sonra bir sure cesitli kir eglencelerinin, gures ve cirit musabakalarinin, zaman zaman saray erkaninin dugunlerinin yapildigi bir alan olarak kullanilir. 1748 yilinda,bu alani tepeden gorur konumdaki yamacta I. Mahmud tarafindan gorkemli bir kosk insa ettirilir. (Bu gun Swissotel’in bulundugu alan) Rivayete gore, donemin hanimlarinin kosku gorduklerinde ‘’bayildim…’’ sozuyle begenilerini dile getirmeleri uzerine kosk ‘’Bayildim Kosku’’ olarak adlandirilir. (Gunumuzde Inonu stadinin arkasindaki caddenin adi, bu koskten dolayi Bayildim Caddesi’dir.)

    Padisah Abdulmecid (1839-1861) saltanatinin ilk yillarini ahsap Ciragan sarayinda gecirdikten sonra, hayranlik besledigi bati tipi yasama gecebilmek amaciyla Dolmabahce kiyilarinda yepyeni bir saray insaati baslatir.(1846) Insaat 10 yila yakin surer ve 1855 yilinda tamamlanir. (Rus Carligi ile savas surerken, Avrupa’dan onemli miktarda borc alinarak boylesine ihtisamli bir sarayin insa edilmis olmasi dusundurucudur.)

    Sultan Abdulmecid, Osmanli yasamina yapmaya kalkistigi bati makyajinin yani sira, kendisi de Avrupa’da hukum suren hanedanlarin yasantisina uygun tarzda bir hayat surmek ister. Atalarinin hoslandigi gures-cirit musabakalari, orta oyunu gibi gosteriler ilgisini cekmekten uzaktir. Viyana’nin Paris’in unlu sanatcilarinin sahne alacagi bir tiyatro binasi insa ettirmeyi planlar. Bu binayi Dolmabahce sarayinin tam karsisina yaptirir. Iste Dolmabahce’de stat insaatina baslanirken yikilan binalar, Abdulmecid’in Avrupa’dan davet edecegi sanatcilari hayal ederek yaptirdigi, Abdulmecid’den sonra sultanlarin degerli binek atlarinin barindigi ahirlara ve bazi saray calisanlarinin yasadigi mustemilata donusturulen bu binalardir. (1947 yilinda tamamlanan Inonu stadini, bazilarinin one surdugu gibi civi cakilamayacak bir tarihi eser olarak kabul etmek mumkun degildir. Aci gercek, Inonu stadinin bir tarihi eser yok edilerek insa edilmis olmasidir.)

    ---



    CUMHURIYET DONEMI


    1930 yilinda 1580 sayili Belediyeler Kanunu ile butun belediyeler icin imar plani yaptirma zorunlulugu konur. 1933 yilinda cikartilan 2290 sayili yasayla da her belediyenin gelecek 50 yillik kent planini 5 yil icinde hazirlatmasi sart kosulur. 1936’da Istanbul vali ve belediye baskani Muhittin Ustundag, Paris Sehircilik Enstitusu profesorlerinden Henry Prost’u Istanbul’a davet ederek kendisiyle Istanbul Imar Plani yapimi icin bir anlasma imzalar .Prost, Istanbul kentinin yeniden imari uzerine tam yetkili kilinir. (Prost plani olarak adlandirilan plan tek parti doneminin son bulacagi 1950 yilina kadar Istanbul’da titizlikle uygulanir)

    30 yillar, ekonomik buhranin dalga dalga yayilarak buyuk kucuk tum ulkeleri etkisi altina aldigi yillardir. Avrupa’da imparatorluklar, kralliklar bir bir catirdarken, 20. yuzyila ozgu yeni rejimler gittikce guclenmektedir. Hitler Almanya’si, ve Musolini’nin Italya’sinin guclu dikta rejimlerinin, cagin yukselen degeri olarak kabullenilmesine neden olan yogun propagandanin etkileri genc Turkiye Cumhuriyeti’ne de ulasmakta gecikmez.

    Hitler Almanya’si 1936 Berlin Olimpiyatlari’ni tam bir govde gosterisine donusturur. Berlin Olimpiyat stadinin muhtesem atmosferinde duzenlenen gorkemli gosteriler ve torenler tum dunya ulkelerini etkiler. Gosterisli, modern statlar insa etmek, bu statlarda torenler, yarismalar, gosteriler duzenlemek , ulke iktidarlarinin uluslararasi arenada guclerini sergilemesinin etkili bir yontemi olarak kabul edilir.


    1936 yilinda Istanbul’a gelerek sehrin imar planlarini hazirlayamaya baslayan Henry Prost’a, hazirlanan plan icerisinde bir de sehir stadyumunun yer almasi gerektigi soylenir. 1938 yilina gelindiginde Prost hazirladigi raporlari belediye baskanligina sunar. Bu raporlarda, binalasmanin son buldugu Sisli disindaki veya Harbiye mektebinin arkasindaki alanlarin, ulasim guclugune karsi onlem dusunuldugu taktirde de Yenibahce civarindaki alanin sehir stadyumunun insasi icin uygun oldugunu belirtir.

    4 Mayis 1938 gunu, Istanbul valisi ve belediye baskani Muhittin Ustundag sehir stadyumunun yerinin belirlendigini aciklar. Karar son derece sasirticidir. Istanbul sehir stadyumu Henry Prost’un uygun gordugu alanlarin disinda bir baska yere insa edilecektir. Bu yer, Buyuk Sef Ataturk’un ikamet ettigi Dolmabahce sarayinin karsisinda, eski Istabl-iamire (Has Agirlar) binalari ile Dolmabahce Gazhanesinin bulundugu alandir.

    Belki de o an icin Dolmabahce sarayi ve yeniden duzenlenecek Dolmabahce meydaninin olusturacagi kompleksin icinde bir de stadyumun yer almasiyla Cumhuriyet rejiminin gucunun gerektigince sergilenebilecegi dusunulur. Boylece, milli bir saray kompleksi icinde bulunacak ve bir sarayin tam karsisina insa edilecek Dunya uzerindeki ilk ve tek (!) stadyumun ilginc oykusu de baslamis olur. Ustelik planin uygulanabilmesi icin, Istabl-i amire’nin (Has Agirlar) bulundugu alanin ve hemen arkasindaki Dolmabahce Gazhanesi’nin bulundugu alanin derhal belediyeye devri gerekmektedir. Gelgelelim Dolmabahce Havagazi sirketi bir Fransiz isletmesidir. Gazhanenin bulundugu alanin belediyeye devri o an icin mumkun degildir. Fransiz sirketi hic bir zorluk cikarmasa bile, tasinip bir baska yerde faaliyete gecmeden bulundugu alani bosaltmasi, sehrin havagazi gereksiniminde ciddi problemler yasanmasi sonucunu doguracaktir. Boyle bir tasinma da, en iyimser tahminle birkac yilda gerceklesebilecektir. Has Ahirlarin bulundugu alan hemen imara uygun hale getirilse bile, planlanan stadyumun yapimina tek basina yeterli olmayacaktir. Ancak karar kesindir. Stadyum er veya gec sarayin karsisindaki bu alana insa ettirilecektir.

    10 Kasim 1938 gunu Cumhuriyetimizin kurucusu Kemal Ataturk Dolmabahce Sarayi’nda hayata gozlerini yumar. 11 Kasim gunu TBMM Ismet Inonu’yu oy birligiyle Cumhurbaskanligina secer. Artik ulkede Buyuk Sef donemi son bulmus, Milli Sef donemi baslamistir. Kendisine sehir mezarligi arsasinin istimlaki ve otobus alimi sirasinda yolsuzluk yaptigi suclamalari isnat edilen Istanbul’un Ataturk donemi vali-belediye baskani Muhittin Ustundag’in gorevine son verilir. Yerine genis yetkilerle donatilarak eski Manisa Valisi Lutfi Kirdar atanir. 8 Aralik 1938 gunu yeni vali, 11 yil boyunca tek adam olarak yonetecegi Istanbul’da gorevine baslar. (Lutfi Kirdar vali ve belediye baskani olmasinin yaninda, savas yillarinda Sikiyonetim Komutanligi ve Varlik Vergisi Tespit Komisyonu Baskanligi gorevlerini de ustlenecektir.)


    BUYUK SEF’TEN MILLI SEF’E…


    Dr. Lutfi Kirdar, sehir stadyumunu en modern bicimde insa etmek amaciyla uluslarasi bir yarisma duzenleyeceklerini duyurur. Istanbul sehrine kazandirilacak bu modern stadin haberleri de gazetelerde daha sik yer bulmaya baslamistir. Ve gerek gazete haberlerinde gerek halkin agzinda stadin adi konulmustur sanki: Dolmabahce Stadyumu...

    Dunya sikintilar ve buhranlar icerisinde 1939 yilina merhaba der. Kahredici bir savasin ayak sesleri daha da yakindan duyulur olmustur. Savas, ekonominin degisimi, gelecege yonelik planlarin ertelenmesi anlami tasimaktadir. Ancak stadyum projesi ertelenmez. Birakin ertelemeyi, Harbiye mektebinin arkasindaki alana modern bir Spor ve Sergi binasi, hemen yamacinda bulunan bostanin da istimlak edilerek buraya da 3000 kisilik bir acik hava tiyatrosu insa edilecegi mujdesini vermektedir vali Kirdar. Stadyum projesi icin dusunulen uluslararasi yarisma masrafli olacagi ve zaman kaybi yaratacagi one surulerek iptal edilir. Daha once Ankara ve Manisa statlarinin mimari planlarini hazirlamis, Turkiye ile yakin iliskiler icerisinde bulunan Italyan mimar Vietti Violi’nin projeyi hazirlayacagi ilan edilir. (Violi, aslinda bir yil once, iki ayri stat projesi hazirlayarak belediyeye teklif etmistir. Alinan bu karar, zaten var olan projelerin degerlendirilmesi anlamina gelmektedir.Ancak projenin Turk spor kamuoyunun onde gelen isimlerden olusan bir komisyon tarafindan karara baglanacagi duyurulur. Belki de boyle bir komisyon kurulmasinin yegane nedeni projeye milli bir kimlik kazandirmaktir. )

    Spor adamlari Ali Sami Yen, Burhan Felek, Taip Servet, Fethi Tahsin Basaran’dan olusan danisma kurulu birkac toplantinin ardindan, Beden Terbiyesi Genel Muduru general Cemil Tahir Taner baskanliginda stadyumla ilgili raporlarini hazirlarlar. Projenin uygulama safhasinda mimar Violi’ye genc Turk mimarlar Fazil Aysu ve Sinasi Sahingiray eslik edecektir.

    1939 yilinin yaz aylarina gelinir. Turk ulusu Kemal Ataturk’u kaybedeli 8 ay olmustur. Bir kac ay sonra onun kurdugu Cumhuriyet 16. yasina basacaktir. Ulkede bir suredir usulca gerceklestirilen bazi degisiklikler artik iyiden iyiye goze carpmaya baslamistir.. Ataturk fotograflari devlet dairelerinin, kamu binalarının duvarlarından birer ikişer indirilirken, Milli Şef İnönü’nün fotoğrafları yerlerine asılmaktadır. Posta pullarının da üzerini artık Atatürk’ün değil, Milli Şef’in portreleri süslemektedir. Mart ayında TBMM’de görev yapacak yeni milletvekillerini belirleyen Milli Şef, tesadüf müdür bilinmez, Atatürk zamanında önemli görevler üstlenmiş 102 milletvekilini listenin dışına itivermiştir.

    Milli Şef’in resimleri artık cüzdanlara da girmiştir. İkinci emisyon grubu içinde tedavüle sürülen banknotlarda Atatürk’le birlikte İsmet İnönü’n de portreleri bulunmaktadır. ( İngiltere’ye sipariş verilen İnönü portreli 50 kuruş ve 100 liralık banknotlar, 2. Dünya savaşı patlak verince tedavüle sürülemez. Banknotları Türkiye’ye taşıyan gemi Pire limanında hücuma uğrar. Batan gemiyle birlikte Milli Şef portreli yeni banknotlar da denize dökülür. 50 liralık banknotlarda, Londra’da basımı gerçekleştiren matbaanın bir hava saldırısında isabet alması sonucu kül olur. Ancak merkez bankamızı bu aksilikler asla yıldırmaz. Dünya büyük bir savaşın pençesinde yangın yerine dönmüş de olsa, ülkede hemen tüm temel ihtiyaç maddeleri karneyle dağıtılıyor, yokluk ve karaborsa Türk halkını inim inim inletiyor da olsa, vatandaşı yeni banknotlarına kavuşturacaklardır. 3. emisyon grubu içerisinde dolaşıma sürülecek banknotlar 1942-47 yılları arasında İngiltere, ABD ve Almanya’ da tamamı Milli Şef İsmet İnönü portreli bastırılır. Tıpkı devlet dairelerinde olduğu gibi Türk parasından da Atatürk fotoğrafları kaldırılmıştır. Yeniden Atatürk portreli banknotlara dönüş ancak 1951 yılında, Demokrat Parti iktidarı zamanında mümkün olacaktır.)

    Daha bir yıl öncesine kadar Büyük Şef Atatürk’ün yurt gezilerini manşetten veren basın, artık Milli Şef İnönü’nün Ankara’dan İstanbul’a gelişini bile tam sayfa haber yapmaktadır. (Halbuki 1938 yılı içerisinde 11 Kasım tarihine kadar aynı gazetelerde, İsmet İnönü ile ilgili tek satır habere rastlamak mümkün değildir.) Artık bir çok gazete Cumhuriyet bayramlarında da İnönü fotoğraflarını Atatürk fotoğraflarına tercih etmektedir. 1 Nisan günleri, ‘’Milli Şef’in milletin makus talihini yendiği’’ İnönü zaferi günü olarak törenlerle kutlanırken, 18 Mart Çanakkale Zaferi yıldönümleri adeta unutulur. Öyle ya, Milli Şef Çanakkale cephesinde bulunmamıştır ki… Önemi yeni keşfedilen başka günler de vardır elbette. Lozan antlaşmasının imzalandığı 24 Temmuz günleri de, bir zafer günü olarak kutlanmaktadır bundan böyle. Devletimiz, uluslararası bir antlaşmayı, bir zafer günü olarak kutlamaya başlayan ilk ve tek devlet olma onuruna da erişir böylece…

    Milli Şef’in özlü sözleri de vardır elbette. Günümüzde bu sözler kimse tarafından hatırlanmıyor da olsa, o dönemde, açılışlarda, temel atma törenlerinde devlet büyüklerimizin ağızlarından eksik olmazlar. Gazetelerde sık sık yer alır, kimi yerde duvarları, kimi yerlerde de Milli Şef’in büstlerini taşıyan kaideleri süslerler. Ülke tarihi adeta yeniden şekillendirilmektedir. Yakın gelecekte Dolmabahçe Stadyumu projesi de işte böylesine bir ortamda isim değişikliğine uğrayacaktır.


    SAVAŞ YILLARI

    1 Eylül 1939 Cuma günü Alman birlikleri Polonya’ya girer.. Bu işgal karşısında 3 Eylül günü İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş ilan ederler. Avrupa’dan başlayarak neredeyse tüm Dünya’ya yayılacak, milyonlarca cana mal olacak beklenen savaş başlamıştır...


    Ankara hükümeti bu savaşta tarafsızlık siyasetini gütmekte ilk günden itibaren kararlı bir tutum sergiler. Buna rağmen savaşın etkileri ülkede her geçen gün daha da hissedilmektedir. Yasaklar ve önlemler birbiri ardına ilan edilir. Her türlü yiyecek ihracı ve Türk gemilerinin yabancı limanlara yapacağı seferler durdurulur. Ekmek haricinde pasta, çörek, börek hatta simit gibi tüm unlu yiyeceklerin yapımı yasaklanır. Pastaneler kapatılır. Gazetelerin sayfa sayıları önce 6, sonra 4 sayfayla sınırlandırılır. Büyük şehirlerden başlatılarak kısa sürede tüm yurtta geceleri karartma uygulanmaya başlanır.Vergiler yükseltilir, gelir vergisi %50 arttırılır.Ekmek, kişi başına günde 375 gram, ağır işçiye 750 gram verilmek üzere karneye bağlanır. Ardından bu miktar önce 300 grama, birkaç ay sonra da 150 grama düşürülür...

    Özel otomobillerin trafiğe çıkması yasaklanır. Taksilerde tek ve çift plaka uygulamasına geçilir. Öncelik emekli, dul ve yetimlerde olmak üzere beyanname dolduran İstanbul halkı devlet tarafından ücretsiz olarak Anadolu’ya nakledilmektedir. Gazeteler yaptıkları yayınlarla bu göçü teşvik ederler. Bir çok aile İstanbul’dan ayrılmaya başlar. Vatandaşlar boş arsalarda ve parklarda siperler kazmaya mecbur tutulur. Temel besin maddelerinin neredeyse tamamı karneye bağlanır. Karaborsa yaptıkları ve fahiş fiyatla mal sattıkları gerekçesiyle ilk 6 ay içinde 40 bin tüccar hüküm giyer. Türk devleti henüz savaşa girmemiştir ama; Türk halkı, yokluklar, kuyruklar, peş peşe açıklanan zamlar, ağırlaştırılan vergiler ve iliklerini kemiren karaborsayla çaresizce savaşmaya çoktan başlamıştır.

    İşte böylesine bir ortamda Dolmabahçe’de inşa edilecek stadyumun temelinin 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramında atılacağı açıklanır. İtalyan mimar Violi tam istenildiği gibi, rejimin gücünü temsil edebilecek, antik Roma mimarisini anımsatan bir proje hazırlamıştır. Stadın Dolmabahçe Sarayı’na bakan yüzünde (günümüzdeki eski açık tribün) büyük bir demir kapı yapılacak, bu kapının her iki yanındaki duvarlar tunç rölyeflerle süslenecektir. Bu demir kapı iki yana açıldığında, sağ ve sol tarafta Milli Şef’in Türk gençliğine hitabeleri yer alacaktır. Tunç rölyeflerle süslenen duvarlarla, üzeri kapalı olacak iki tribünün birleştiği noktalara, iki kule inşa edilecek ve bu kulelerin üzerinde de disk ve cirit atan sporcu heykelleri yer alacaktır. Ayrıca stadın gaz şirketi tarafında kalan tribünün arkasındaki alan yeniden düzenlenecek (günümüzdeki yeni açık tribünün arkasındaki alan) burada tenis kortları yapılacaktır.


    19 Mayıs 1940 Pazar günü saat 17:00’de stadyum temeli atılır. (İstanbul ansiklopedisi bir yanlışlık yaparak temel atılan yılı 1939 olarak yazmış. Tarihi araştırma yaparken kaynağa inme alışkınlığından uzak yazarlarımız da aynı yanlışı tekrarlayıp durmuş. Üstelik ‘’1939’da temeli atılan İnönü stadının yapımı, 2. Dünya savaşının başlamasıyla gecikti.’’ söylemini İnönü stadıyla ilgili yazılan tüm bu yüzeysel tarihçelerde kullanmak moda olmuş. İnönü stadının temeli 1940 yılında, 2. Dünya savaşının başlamasından 9.5 ay sonra atılmıştır.) Temel atma töreni günümüzde Beşiktaş müzesine girilen kapının bulunduğu mevkide gerçekleştirilir. Halk partisi ileri gelenleri, üniversite üyeleri, spor teşkilatının önde gelen isimleri törende hazır bulunurlar. Temele ilk harcı, İstiklal harbinde Yunan işgali altındaki İzmir’e ilk giren kuvvetlerin komutanı Fahrettin Altay Paşa atar. Tören vali-belediye başkanı Lütfi Kırdar’ın nutkuyla başlar:

    ‘’ Aziz Türk genci; senin isminle anılan bu büyük bayramımızda, bu şerefli yıldönümünde, sana mahsus en kıymetli mekteplerden birinin temelini atmakla derin bir inşirah (ferahlık) hissediyorum. Milli şefimiz stadyumların nasıl telakki ve tarif lazım geldiğini şu veciz cümle ile ifade buyurmuşlardır: ‘’ Türkiye’yi idare edenler; stadyumu en kıymetli mektep gibi her yerde kurmaya çalışacaklardır. Türkiye’nin istikbalini idare edecek olan genç nesil açık havada, açık meydanlarda yetişecektir.’’ İşte ben de Milli Şefimiz Büyük İnönü’nün stadyumlar hakkındaki bu irşadlarından (doğru yolu göstermek, uyarmak) ilham alarak şehrin asri (modern) bir stada ihtiyacı olduğunu anladım. Milli Şefimiz Büyük İnönü memleket müdafaasının (savunmasının) sportif bir gençlikle daha mükemmel yapılabileceğine, gençliğin bu statta kabiliyetlerini daha müsait şartlarla ispat edeceğine emindir. Sizlere müjdeliyorum ki, Milli Şefimizden yapılacak bu şehir stadımıza ‘’İnönü Stadyumu’’ ismi verilmesine müsaade verilmesini şehir namına rica ettim. Milli Şefimiz Büyük İnönü’nün bu ricayı kabul buyurmaları dolayısıyla stada ‘’İnönü Stadyumu’’ ismi veriyorum. Hayırlı olmasını dilerim’’

    Böylece, şehir meclisinin veya herhangi bir komisyonun fikri alınmaksızın, Vali Lütfi Kırdar’ın iki dudağı arasından çıkan ‘’İnönü Stadyumu ismi veriyorum’’ sözleriyle, stadyumun ismi konulmuş olur. 1936 yılında inşa edileceği duyurulan bu stadyumun yapımının bütünüyle tamamlanması çeyrek asırdan fazla bir zaman tutacak ve adının artık ‘’İnönü stadyumu’’ olmadığı ve Lütfi Kırdar’ın yaşama veda etmiş olduğu bir dönemde ancak tamamlanabilecektir.

    1940 yılı 19 Mayıs’ında temel atılır atılmasına da, inşaata bir türlü başlanamaz. Temel, inşaatın yapılacağı arazi bütünüyle istimlak edilmeden atılmıştır ve 70’li yılların MC hükümetleri sırasında birbiri ardına atılan ‘’Erbakan-Ağır sanayi hamlesi’’ temellerinin benzeri bir durum yaşanmaktadır. Örneğin, inşaat için gereken betonarme demirin Belçika’dan ithali kararlaştırılmıştır. Kısa bir süre sonra Alman orduları Belçika’yı işgal edince iş suya düşer. Stadın inşası için ayrılan 1.5 milyon liralık istihkak ise harbin neden olduğu iktisadi dalgalanmalar arasında eriyip gider. Daha önceki açıklamalarda, stadyumun 1940 yılı sonbaharında tamamlanacağı duyurulmuştur. 1940 Eylül ayına gelindiğinde Dolmabahçe’de henüz tek bir kazma vurulmamışsa da, vali Kırdar yapmak için değil ama yıkmak için bir başka yere kazma vurdurmayı başarır. Son derece zarif bir tarihi yapı olan Taksim Topçu Kışlası’nın ve avlusundaki Taksim Stadı’nın yıkım emrini verir. Türk futbolunun ilk çeyrek asrının hatıraları da tarihi binayla birlikte yıkılıp yok olur.

    Geniş halk kitleleri futbolla bu statta tanışmış, futbolu bu statta sevmiştir. 31 Mart hareketinin ardından kışlanın hasar gören avlusu, Çelebizade Sait Tevfik Bey (Sait Çelebi) tarafından kiralanır. İşletmesini Bork adında Malta’lı bir tüccar üstlenir. Bork’un amacı bu alanı sirk gösterileri, at yarışları düzenleyebileceği bir alan haline getirmektir. Kısa bir süre sonra İstanbul’un Avrupa yakasında futbol maçları oynamaya uygun bir alan arayan Beşiktaş’tan Şeref Bey, Fenerbahçe’den Zeki Rıza (Sporel) ve Galatasaray’dan Yusuf Ziya (Öniş) kışla avlusunu Malta’lı tacirden kiralarlar. Şeref Bey ve Zeki Rıza Bey’in birer, Yusuf Ziya Bey’in iki hisseye sahip olduğu ortaklık, 40 Bin lira harcayarak kışla avlusunu günün şartlarına göre güzel bir stadyum haline getirir. Türk Milli Takımı, tarihindeki ilk maçı bu statta 26 Ekim 1923 günü Romanya ile yapar. Donanma ampulleri kullanılarak ilk gece maçı yine bu statta oynanır. İlk radyo naklen yayını Sait Çelebi tarafından yine bu stattan gerçekleştirilir. Fenerbahçe işgal yıllarında İngilizlerle bu statta karşılaşır. Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray bu statta büyük olurlar. Hüsnü’ler, Hakkı’lar, Şeref’ler siyah beyazlı formayı ilk kez bu statta taşırlar.

    Günümüzde ayakta kalsa, zarif mimarisi, Kremlin sarayını anımsatan kuleleriyle İstanbul’a muhteşem bir kültür merkezi olabilecek Taksim Kışlası vali Lütfi Kırdar’ın yıkım emriyle tarihin derinliklerine gömülüverir. Bu alan İnönü Gezisi adı verilecek park haline dönüştürülür. (‘’İnönü stadı tarihi eserdir, çivi çakılamaz’’ diyerek kıyametleri koparan şehir uzmanları, çevre aşıkları; tarihi eserlerin adeta kıyıma uğradığı bu dönemden neden bahsetmezler acaba? Üstelik vali Kırdar’ın şehirciliğini pek bir överler, yere göğe koyamazlar.)

    (30 Ağustos 1942 Zafer Bayramı günü, Taksim Stadı yıktırılarak yerine yaptırılan İnönü Gezisi’nin açılışıyla ilgili gazetelere gönderilen ve 29.08.1942 tarihli gazetelerde yayınlanan valilik duyurusunu yorumsuz olarak aktarmak istiyorum:

    ‘’ İstanbul halkının Milli Şefimiz İsmet İnönü’ye derin bağlılık ve minnet duygularının bir nişanesi olmak üzere inşa edilen İnönü Gezisi yarın saat 12:30’da Vali ve belediye Reisi Dr. Lütfi Kırdar’ın bir nutku ile açılacaktır.

    İstanbul şehir meclisi geçen sene iki karar vermişti. Bunlardan biri istanbul’un imarı yolunda sarfedilen gayretler arasında şehrin en mühim (önemli) meydanlarından biri olan Taksim’de İnönü Gezisi vücuda getirilmesine, diğeri de gene burada Milli Şef’in yüksek sanat kıymetini haiz bir heykelinin dikilmesine dairdir.

    Dr. Lütfi Kırdar yarın İnönü Gezisi’nin açılış töreni münasebetiyle söyleyeceği nutukta belediye meclisinin şehir halkını temsilen, ittifakla ve alkışlarla vermiş olduğu kararlardan birincisinin tatbik sahasına konulduğunu anlatacak ve İstanbul’un Milli Şef’imize karşı ebedi bağlılık ve minnet duygularına tercüman olacaktır.’’)

    Taksim stadyumu yıktırılmıştır. Ancak aradan birkaç sonbahar geçtiği halde Dolmabahçe’de henüz hafriyat bile yapılamamıştır. Bırakın Türk gençliğine yeni stadyumlar kazandırmayı, Dimyat’a pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunmuştur. Vali Kırdar, 19 mayıs 1943 günü yeniden bir temel atma merasimi düzenler. Böylece stadyum diğer tuhaf özelliklerinin yanı sıra, 2 yıl arayla 2 kez temeli atılan bir stadyum olma özelliğine de kavuşur.

    Sağlanan 2 Milyon lira ek tahsisatla Has Ağılar’ın bulunduğu alan inşaata hazırlanır. Hafriyat başlar. Gazhanenin bulunduğu alana inşaatın başlatılması ise çok uzun yıllar sonra mümkün olacaktır. Dönem tek parti iktidarı, Milli Şef dönemidir. Birkaç gazeteci şehrin stadyum sıkıntısını sorgulamaya kalkışsa da, onlar da kolayca susturulur. Pek bir şey yapılmadan 3 yıl daha geçer. 1946 yılının ikinci yarısında Türk mimarlar Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray’ın üstün gayretleriyle 1947 yılının 19 Mayıs’ına yetiştirilmek hedefiyle stadyum inşaatına hız verilir. Tunçtan rölyeflerden, disk atan, cirit atan sporcu heykellerinden, tenis kortlarından çoktan vazgeçilmiştir. Gazhane binası da yerinden milim kıpırdatılamamıştır. Mecburen plandaki en büyük seyirci kapasitesine sahip olacak tribünden de o an için vazgeçilir. Kaçak inşaat yapılan yerleşim birimlerinde nasıl ki evlerin çatıları, kiremitleri olmaz, her an bir kat daha çıkılabilmenin yolları kollanarak çatılar açık bırakılır, Bitişikteki gazhane binasının da bir gün istimlak edileceği umuduyla, aradaki sınır, tribün inşaatına hemen başlanabilecek şekilde taş bir duvar örülerek kapatılır.

    19 Mayıs 1947 Pazartesi günü Milli Şef İnönü’nün katılımlarıyla adını taşıyan stadyumun açılışı yapılır. Futbol sahası, koşu pistleri henüz hazır değildir. Stadyumun 3 tribününü dolduran İstanbullular şimdilik Gençlik ve Spor bayramı törenlerini izlemekle yetinirler. Stadyumda ilk futbol maçı, yaklaşık 6 ay sonra 23 Kasım 1947 günü Beşiktaş’la Isveç’in AIK takımları arasında oynanabilir.İlk golü atmak şerefi de, Beşiktaş’ın sağ kanat oyuncusu Süleyman (Seba)’ya nasip olur. Maçın 40. dakikasında deniz tarafındaki kaleye geliştirdikleri atakta, soldan Hikmet’in (Alpaslan) ortasına Süleyman’ın (Seba) plasesi Beşiktaşlılara ilk gollerini kazandırır. (Savaş yılları da olsa, stadyumlara, açık hava tiyatrolarına, Spor Sergi saraylarına kaynak yaratabilen tek parti iktidarının, Cumhuriyetin’in kurucusu Atatürk naşının müzede bekletilmesine çare bulamaması ve temeli 10 Ocak 1944’de atılan Anıtkabir inşaatını bir türlü gerçekleştirememesi düşündürücüdür. Anıtkabir inşaatı ancak Demokrat Parti döneminde gerçekleştirilecek ve Ata’nın aziz naşı 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgahına nakledilebilecektir.)

    Vali Lütfi Kırdar, 1949 yılı yaz aylarında tek parti iktidarıyla ters düşer. Bayındırlık bakanlığıyla sürtüşmeye girer. İktidarın sesi konumundaki Ulus gazetesinde Kırdar’ın görevinden alınarak Suriye elçiliğine atanacağı haberinin yer alması gecikmez. İstanbul’a atanacak yeni valinin de Fahrettin Kerim Gökay olacağı konuşulmaktadır. Yaklaşık 10 yıl ülkenin en büyük kentini tek adam olarak idare eden Kırdar, basit bir elçilik görevini kabul etmeye yanaşmaz. İstanbul’dan önce vali olduğu Manisa ilinin Halk Partisi teşkilatı Kırdar’a sahip çıkar. Ekim ayında gerçekleştirilecek ara seçimlerde kendisini Manisa ili milletvekili aday listesinde baş sıraya yazarlar.

    Kırdar’ın milletvekilliği anacak 7 ay sürer. 1950 Mayıs’ında gerçekleştirilen genel seçimde muhalefetteki Demokrat Parti ezici bir çoğunlukla iktidara gelir. Milli Şef dönemi son bulmuştur. Kırdar, inşa ettirdiği stadyuma ismini verdiği Milli Şef’ine kırgın bir şekilde meclis dışında kalır. Ülkede 11 Kasım 1938 günü yaşanmaya başlayan sürecin tam tersi bir süreç işlemeye başlar. Duvarlardan indirilen, banknotlardan kaldırılan fotoğraflar bu kez Milli Şef’in fotoğraflarıdır. Atatürk’ü koruma kanunu bu dönemde yürürlüğe konur.(25 Temmuz 1951) Lozan’ın zafer mi, hatalarla dolu bir anlaşma mı olduğu bu dönemde tartışmaya açılır. Halk Partisine ait mallara el konulmasını içeren yasa bu dönemde yürürlüğe girer. 1. İnönü savaşı diye bir savaşın olup olmadığı bile sorgulanmaya başlanılır…


    İNÖNÜ’DEN MİTHATPAŞA’YA…

    1951’in yaz aylarına girilirken, ölümünden 67 sene sonra birdenbire Mithat Paşa’nın hürriyet kahramanı olduğu hatırlanıverir. Suudi Arabistan yönetimiyle gerekli görüşmeler yapılır. Mithat Paşa’nın kemikleri Taif’deki mezarından çıkarılarak Türkiye’ye getirilmek üzere yola çıkarılır. İstanbul Mithat Paşa’nın naşını karşılamaya hazırlanırken , şehrin Belediye Meclisi de verilen bir önergeyi oy birliğiyle yasallaştırmaktadır. Yaşayan siyaset adamlarının adlarının, sokak, meydan, spor sahası, okul ve benzeri alanlardan kaldırılması teklifi kabul edilir. Bunların tespiti için mülki encümene yazı çıkarılır. Aslında kabul edilen bu kanun, Milli Şef döneminden arda kalan son kalan izlerin de kazınması anlamını taşımaktadır. Meclis üyesi Saim Nuri Uray kürsüye çıkar ve şu konuşmayı yapar: ‘’ Hepinizin bildiği gibi Mithat Paşa hürriyet şehidi ve hürriyet kahramanıdır. Şehir stadımızın Dolmabahçe sarayı karşısında bulunması, Türk gençlerine her spor karşılaşmasında Mithat Paşa’yı ve onun mücadelesini hatırlatacak, hürriyet idealinin bekçileri olan gençlere istibdatla (baskı rejimi) hürriyetin mukayesesi imkanlarını verebilecektir. Mithat Paşa’nın kemiklerinin İstanbul’a doğru yol aldığı şu dakikalarda stadyuma verilecek ‘’Mithat Paşa’’ ismi İstanbullu hemşerilerinin büyük ölüye bir hürmet nişanesi olacaktır. Stadyumun isminin Mithat Paşa Stadyumu olarak değiştirilmesini teklif ediyorum’’

    Saim Nuri Uray’ın konuşmasının ardından söz alan tüm üyeler teklif lehine görüş bildirirler. Önerge, Mithat Paşa’nın hatırasına saygı duruşu yapılarak oy birliğiyle kabul edilir. Böylece, 22 Haziran 1951 günü, açılışından 4 yıl 1 ay 3 gün sonra Dolmabahçe’deki stadyumun ismi ‘’Mithat Paşa Stadyumu’’ olarak değiştirilir. Başkanlık Divanı üyelerinden Necla Akmoran söz alarak, İnönü Stadyumu isminin Mithat paşa Stadyumu olarak değiştirilmesinin yeterli olmayacağını, stat içerisindeki yazı ve kitabelerin de kaldırılması gerektiğini savunur. Bu teklif de incelenmek üzere komisyona havale edilir.

    Stadyuma İnönü adını koyan eski vali Lütfi Kırdar, bu isim değişikliğini nasıl karşılamıştır, bilinmez. Ancak iktidar değişikliğinin ardından Demokrat Parti’ye gittikçe yakınlaştığı ve kısa bir süre sonra Türkiye Turizm Kurumu’nun başkanlığını üstlendiği bilinmektedir. İstanbul valisiyken, savaş sonrası yıllarda Amerikalılarla da sıcak ilişkiler kurmuştur. Amiral Jennings komutasında İstanbul’u ziyaret eden ABD filosunu son derece iyi ağırlamıştır. Yine birbiri peşin sıra İstanbul ziyaretleri yapan Eisenhower Vakfı üyelerine büyük kolaylıklar göstermiş, bu vakıf tarafından ABD’ye davet edilerek, incelemelerde bulunması sağlanmıştır. Türkiye Turizm Kurumu başkanlığı görevini yürütürken ABD ile ilişkilerini daha da güçlendirecektir.

    Kırdar, 1954 genel seçimlerinde Demokrat Parti listesinden İstanbul Milletvekili seçilir. 1957 seçimlerinde yeniden milletvekili seçilen Kırdar, bu kez Menderes hükümetinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına getirilir. 3 yıl bakanlık görevini sürdürür. 27 Mayıs 1960’da, diğer Demokrat Partililerle aynı kaderi paylaşır, ihtilali gerçekleştirenlerce tutuklanır. Yassıada ‘da fena şekilde tartaklananlar arasındadır. 17 Şubat 1961 günü İstanbul ve Ankara üniversite olaylarıyla ilgili yargılanmak üzere Yüksek Adalet Divanı’nın önüne çıkarıldığında şu ifadeyi verir:

    ‘’ Kazayı kaderle huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Olaylar sırasında tedavi maksadıyla Avrupa’ya gitmiş bulunmaktaydım. Yurda döndüğüm vakit üniversite olaylarını öğrendim. Üzüntüden ikinci kez kalp krizi geçirdim. Yaşım 71’i geçmişti. Siyasetten çekilmeye karar verdim. İstifa mektubumu 24 Mayıs günü başvekalete sundum. Adnan Menderes bana iltifat etti. Yanından ayrılırken yerime bir başka arkadaş buluncaya kadar istifamı ifşa etmememi (açıklamamamı) söyledi. Yerime bir başka arkadaş getirilmesini beklerken 27 Mayıs inkılabı oldu ve beni buraya yolladılar. Halbuki ben istifa etmiştim…

    Kararnamedeki olaylarla maddi ve manevi bir alakam yoktur. Buraya getirilişimi kaza ve kader cilvesi olarak görüyorum. Bütün bunları şunun için söylüyorum; huzurunuza ikinci bir defa ya gelirim ya gelmem. Zira hastayım ve doktorların tedavisiyle ayakta durabiliyorum.’’

    Bu sözler, Kırdar’ın son sözleri olur. ‘’Müsaade buyurursanız oturayım’’ diyen Kırdar parmaklığa tutunmak isterken yanında bulunan iskemleye çarparak yere yığılır. Son nefesini verir. 2 gün sonra Zincirlikuyu mezarlığına defnedilirken olaylar çıkar. Otomobiliyle törenden ayrılan İstanbul valisi General Refik Tulga’yı bir grup gösterici protesto etmeye kalkışır. 18 kişi tutuklanır, 13’ü hüküm giyer. Hükümet, olaylar üzerine çok sert tedbirler alınacağını duyuran bir tebliğ yayınlar.

    1887'de Kerkük'te dünyaya gelen Lütfi Kırdar, ilk ve orta öğrenimini Kerkük'te, lise öğrenimini de Bağdat'ta tamamlar. İyi derecede Arapça ve İbranice bilmektedir. İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1913 yılında bitiren Kırdar, Necef ve Musul'da doktorluk yapar. İstiklâl Savaşı sırasında Kızılay Sağlık ve Sıhhi İmdat Ekibi Başkanı olur. Savaş sonrası İzmir Sağlık Müdürlüğüne getirilir. 10 yılı aşkın bir süre görev yaptığı İzmir’de, şehrin ileri gelen ailelerine kendini sevdirir. Onlardan aldığı destekle politik şansı açılır. Manisa valiliğine atanır. Ardından da İstanbul valisi olur.

    Kırdar’ın yeğenlerinden biri (kız kardeşinin oğlu) Prof. Dr. İhsan Doğramacı’dır. Bir diğer yeğeni (erkek kardeşinin çocuğu) Nemir Kırdar’dır. ABD’de Saks Fifth Avenue mağazalarının sahibidir. Boss, Tiffany gibi markaları satın alıp, şirketleri büyüttükten sonra satmasıyla ünlüdür. Bazı başbakanlarımızı ve politikacılarımızı Amerikan iş dünyasına lanse eden kişi olarak tanınır. Kardeşi Nezir Kırdar, Eisenhower Vakfı başkanlığı yapmıştır.




    YILAN HİKAYESİNE DÖNEN TRİBÜN İNŞAATI

    1951 yılında İstanbul Şehir Meclisi, Dolmabahçe Gazhanesi’nin Eyüp Silahtarağa’daki poligona taşınmasını kararlaştırır. Ancak istimlak bir türlü gerçekleştirilemez. Yıllar sürecek bir sessizlik dönemine girilir.

    1958 yılında, 12 bin kişi kapasiteli tribünün inşaatına yakında başlanacağı açıklanır. Yine bir sessizlik dönemine girilir. 27 Mayıs ihtilali olur. 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı dönemi de tamamlanmış, ancak stadyum hala tamamlanamamıştır. Askeri yönetim Gazhaneyi taşımayı başarır. Mimar Muzaffer Bil ve mimar Tarık Gülerman tarafından inşa edilecek tribün yeniden projelendirilir. Ancak ilk projenin mimarları Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray, Muzaffer Bil ve Tarık Gülerman’a, telif haklarına tecavüz etmiş oldukları gerekçesiyle dava açarlar. Mimarlar odası da, konuyu mesleki yönden incelemek üzere bir soruşturma başlatır. Tribün inşaatına yine başlanamamaktadır.

    1961 yılında taraflar arasında uzlaşma sağlanır. İnşa edilecek yeni tribün ve stadın ışıklandırılması projesi onaylanır. Temmuz ayında inşaat başlar. 28 Mart 1962 tarihinde Mithat Paşa stadyumunda ilk gece maçı Vefa – Yeşildirek takımları arasında oynanır. Işıklandırma tamamlanmıştır. Ancak tribün inşaatı bürokratik nedenlerle bir türlü tamamlanamamaktadır. İnşaat birkaç kez durdurulur. Projede değişiklikler yapılır. 1962-63 sezonunda, halkın yeni açık olarak isimlendireceği tribüne inşaat tamamlanmadan seyirci alınmaya başlanır. Bu sezon boyunca, İstanbullu futbolseverler sadece ilk iki katı tamamlanabilmiş yeni açık tribünde takımlarını desteklerler. Neredeyse çeyrek asır süren bu garip inşaat hikayesi nihayet 1963-64 futbol sezonunda son bulur. Stadyum projesi bütünüyle bitirilebilir.


    MİTHATPAŞA’DAN İNÖNÜ’YE…

    1972 yılına gelinmiştir. Bir zamanların Milli Şef’i İsmet İnönü 88 yaşındadır. 34 yıldır başkanlığını yürüttüğü partisinin 5. kurultayında, parti meclisi üyeleri belirlenirken, genel sekreteri Bülent Ecevit karşısında ağır bir yenilgiye uğrar. Partisinden istifa ettiğini, siyaseti bıraktığını açıklar. 14 Mayıs 1972 günü gerçekleştirilen olağanüstü kurultayla Atatürk’ün partisinin 3. genel başkanı Bülent Ecevit olur. İnönü kırgındır. Bir ara kendisine yakında görev süresi dolacak Cevdet Sunay’ın ardından Cumhurbaşkanı olmasını teklif edenler olur. Ancak meclisteki genç politikacılar bu teklifin önünü tıkarlar. Yine de 5 Nisan 1973’de Fahri Korutürk’ün Cumhurbaşkanı seçildiği oylamada paşaya da 3 oy çıkar.

    Aralık ayında peş peşe kalp krizleri geçiren İsmet İnönü, 25 Aralık 1973 Salı günü vefat eder. Düzenlenen devlet töreniyle, Milli Şefliği döneminde inşaatını tamamlatamadığı Anıtkabir’e defnedilir. O dönemde Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi’ne yakın bir yayın politikası sürdüren Tercüman gazetesinde, stadyumun isminin İnönü Stadyumu olarak değiştirilmesi yönünde yazılar yayınlanır. Zaten bir süredir bu gazetede yayınlanan bir çok yazıda İsmet Paşa’ya karşı verdiği politik mücadele bahane edilerek Bülent Ecevit eleştirilmektedir. İnönü ismini yeniden gündeme taşımanın tam zamanıdır.

    14 Ocak 1974 Pazartesi günü İstanbul İl Genel Meclisi toplantısında CHP’li üyeler Mithat Paşa stadyumunun isminin İnönü olarak değiştirilmesini içeren bir önerge sunarlar. 128 üyeden 88’inin kabul oyuyla teklif yasallaşır. İlgili müdürlüğe yazı yazılarak değişikliğin gerçekleştirilmesi istenir. 22 yıl 7 ay süresince Şeref Tribünü girişinde asılı duran ‘’Mithat Paşa Stadyumu’’ levhası indirilir, ‘’İnönü Stadyumu’’ levhası asılır.

    1998 yılında Dolmabahçe’deki stadın ismi bir kez daha değişikliğe uğrar. Süleyman Seba başkanlığındaki Beşiktaş yönetim kurulu, 50 yıllık stadyumu 49 yıllığına kiralanmasını öngören protokolü GSGM ile karşılıklı imzalar. Şeref tribünü kapısındaki kabartma yazı bu kez ‘’Beşiktaş İnönü Stadyumu’’ olarak değiştirilir…


    Beşiktaş İNÖNÜ STADYUMU’NDAN, Beşiktaş ŞEREF STADYUMU’NA…

    Düşünüyorum da, Dolmabahçe’deki stadyumun temeli 19 Mayıs 1940’da değil de, örneğin 19 Mayıs 1938’de atılmış olsa, stadyuma ne ad verilirdi? Fotoğrafların indirilip, yerlerine fotoğraflar asılan 40’lı yıllarda bu ad da değiştirilir miydi? Ardından daha kaç kez tabelalar indirilir, yerlerine yenileri asılırdı?

    Düşünüyorum da, Galatasaray’ın stadyumuna kurucuları Ali Sami Yen’in adı verilirken, Fenerbahçeliler stadyumlarına eski başkanları Şükrü Saraçoğlu’nun adını cesaretle koyabilirken, Trabzonsporlular statlarına Trabzon’un spor geçmişine büyük hizmetler vermiş, stadyum inşaatı için büyük emek harcamış beden eğitimi öğretmeni ve BTGM il temsilcisi Trabzonlu Hüseyin Avni Aker’in ismini vermişken, stadyumlarına ‘’Beşiktaş Şeref Stadyumu’’ adını verebilmeleri Beşiktaşlıların en doğal hakları değil mi?

    Dolmabahçe’deki stadyumun anlatmaya çalıştığım o çok farklı öyküsünü şöyle bir kez daha hatırlayın… Şeref Bey’i hatırlayın…Siyah beyaz renk sevgisi uğruna tükenmiş, vaktinden önce yitirilmiş bir hayatı hatırlayın… O tarifi zor Beşiktaş aşkını anımsayın…Beşiktaş’ın stadına o Şerefli isim ne de çok yakışır değil mi?




  • quote:

    Orjinalden alıntı: LiLpLayBoi

    daha yeniy basLadım :D az işimv ar donatıcam :D


    donat kardeş!
  • çok şık oldu burası
  • GÜN DOĞDU HEP UYANDIK STADLARA DAYANDIK
    BEŞiKTASIN UĞRUNADA BAYRAKLARA DONANDIK
    SEMTiMiZ ERKEK SEMTi ASIK EDER HERKESi
    ÜZERiMDE EKSiLMESiN BAYRAGIMIN GÖLGESi
    iSTE BiZ KÖTU GÜNDE HEP OMUZ OMUZAYIZ
    OVUNMEK GiBi OLMASIN BiZ KARAKARTALLIYIZ.!!!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi LiLpLayBoi -- 27 Eylül 2005, 20:23:59 >
  • 
Sayfa: 12
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.