Şimdi Ara

Benim Topiğim :) (9. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2.322
Cevap
1
Favori
37.795
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • O kadar para bir kulaklığa verilmez arkadaşım. Millet gayet haklı.

    Tüketim çılgınlığı değil mi sizin ki?

    En kalitelisi olsa ne yazar, dinlediğin şey müzik sonuçta.
  • zevk meselesi
  • quote:

    Orijinalden alıntı: MinikYas

    O kadar para bir kulaklığa verilmez arkadaşım. Millet gayet haklı.

    Tüketim çılgınlığı değil mi sizin ki?

    En kalitelisi olsa ne yazar, dinlediğin şey müzik sonuçta.



    Sen müzik san.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ğ.


    quote:

    Orijinalden alıntı: MinikYas

    O kadar para bir kulaklığa verilmez arkadaşım. Millet gayet haklı.

    Tüketim çılgınlığı değil mi sizin ki?

    En kalitelisi olsa ne yazar, dinlediğin şey müzik sonuçta.



    Sen müzik san.


    Zannımızı düzelt o halde hacım.

    Sohbet dinleyip te almıyorsundur herhalde o kulaklığı.




  • Yok la ne alaka

    seni bu dünyadan alıp götürüyor, müziğin içine giriyorsun resmen... Bu sebep yeterli mi???
  • Uzun bir aradan sonra “yepyeni” bir CHP yazısıyla daha karşınızdayım.

    Küfürlerinizi hazırlayabilirsiniz.

    Kemal Bey, İsrailli gazetecilere, “rüşvet-i kelam” olarak da yorumlanabilecek teklifini yaptığında, “Türkiye-İsrail ilişkileri” henüz kopma noktasına gelmemişti.

    İsrail'den maksadını aşan sesler yükseliyordu, “alçak koltuk, yüksek koltuk” müsamereleri sergileniyordu, Türkiye'yi “van münüt” sürecine götürecek bilumum çocukluklar İsrail halkına “dış politika doğrusu” diye yutturuluyordu ama iki ülke arasındaki ilişkiler henüz soğumamıştı.

    Kemal Bey tuttu, İsrailli gazetecilere bir açıklama yaptı.

    Daha doğrusu, bir teklifte bulundu.

    Neden “teklif” diyorum?

    Çünkü yaptığı açıklama, daha çok teklife benziyordu, teklif değeri taşıyordu.

    Özetle şunları söyledi: “AK Parti ülkelerimiz arasındaki ilişkileri bozdu, dostluğumuzu zedeledi. Biz gelirsek bunu düzeltiriz, ilişkileri normal seyrine sokarız...”

    Öyle tuhaf bir açıklama ki...

    Bir, “AKP'yi almayın, bizi alın” demediği kaldı.

    Sanki iktidara gelmenin yolu İsrail'den, İsrail'in “olur”undan geçiyormuş gibi...

    Kimse de akledip sormadı: “İktidara gelmek istiyorsanız, seçim kazanacaksınız Kemal Bey... Seçim kazanmak için de İsrail'i değil, Türk halkını ikna edeceksiniz.”

    Kemal Bey, benzeri açıklamaları İngiliz gazetecilere de yaptı.

    Hatta, partisinden bazı isimleri Amerika'ya yolladı.

    Bu isimler, Amerika'da, Neo Con'larla görüştü.

    Bu görüşmede neler konuşuldu, hangi konular masaya yatırıldı, konuşulanlar arasında “teklif” anlamına gelebilecek bir söz var mıydı bilmiyorum.

    Bildiğim şu:

    Kemal Bey'den sonra CHP, İsrail konusunda daha “kırılgan” olmaya başladı. Bunun, bir “karar”dan sonra ortaya çıkmış tavır olduğunu söylemeye çalışmıyorum.

    Şunu söylemeye çalışıyorum:

    İsrail'in yapıp ettiklerine karşı CHP genelde sessiz...

    Mesela, bütün dünyanın lanetle andığı sistematik işgal politikaları ve Gazze ablukası, CHP'li vicdanlarda inikas bulmuyor.

    Hadi diyelim ki Gazze iç meselemiz değil ve CHP “yurtta sulh, cihanda sulh” düsturunca (daha doğrusu bu düsturu “kimse yurtta da, cihanda da rahatımı bozmasın” şeklinde yorumlayarak) dış meselelere duyarsız kalmayı tercih ediyor ve bunu da biricik dış politika doğrusu sanıyor.

    Peki, buz gibi “iç meselemiz” olan Mavi Marmara konusunda neden sessizliğini bozdu ve İsrail'in yanında hizalanma gereği duydu?

    Kemal Bey, Mavi Marmara sonrası Türkiye'nin dış politikasını çok başarısız buluyor... Palmer Raporu'nun da, Türkiye adına “kesin bir yenilgi” olduğunu ve Gazze ablukasını “uluslararası düzeyde meşrulaştırdığını” söylüyor.

    Fakat, Palmer raporunun bir konferans tutanağı olduğunu, asla bir yaptığım içermediğini, dolayısıyla BM nezdinde ablukayı meşrulaştırmak gibi bir işlev göremeyeceğini bilmiyor.

    Hem bilmiyor, hem konuşuyor...

    Madem her işin başı “yurtta sulh, cihanda sulh”tur ve bazı meselelerimizi yurda kapanarak, cihanla hiç ilgilenmeyerek çözebiliriz...

    Halkın “yurtta” vermediği iktidar yetkisini “cihanda” aramak da ne oluyor o zaman?

    Bu “tavırsızlık” (daha doğrusu bu “tuhaf tavırlar”), İsrail'i rüşvete boğmak değilse, nedir?

    AHMET KEKEÇ-STAR




  • (ğ)
  • Yazilar harika ğ
  • quote:

    Orijinalden alıntı: ercuezel

    Yazilar harika ğ



    Teşekkür ederim.
  •  Benim Topiğim :)


     Benim Topiğim :)

    *******************************************************


     Benim Topiğim :)


    Resim Bize Çok Şeyler Anlatıyor Aslında.

    Türkiye‘de Çok Büyük Bir Sorun Var Kanımca.

    Bu Sorun Örtünme Sorunu Değil,

    Örtme Sorunu.

    Bu Sorun Başı Kapatma Sorunu Değil,

    Gerçeklerin Üzerini Kapatma Sorunu.

    Kısacası Asıl Sorun:

    Gerçek Dışı Bahanelerle Dikkatleri Örtüye Çekmek,

    ve Gerçeklerin Üzerini Sessizce Örtmek.




  • Laiklik Tartışmalarıyla 74 Sene Geçmiş

    06 Şubat önemli bir tarihti.
    Çünkü değiştirilmesi şöyle dursun, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ilkelerden laiklik, 06 Şubat 1937’de Anayasa’ya girmişti.
    Hay huy arasında ıskaladık.
    Ancak laiklik tüm zamanların en ıskalanmaması gereken birkaç konusundan biridir. Bu yüzden, günü biraz geçmiş de olsa, değinmemiz gerekiyor.
    Kaldırılmasını istediğimden değil, ancak bunun teklif dahi edilememesi beni tedirgin ediyor.
    Düşünsenize: Milletin yüzde 99’u Anayasa’nın değişmez maddelerini değiştirmek istese bile, avucunu yalıyor!
    O zaman Yeni Anayasa yapsanız ne, yapmasanız ne? Yeni Anayasayı yüzde 99 evetle geçirseniz ne, geçirmeseniz ne?
    Bir kere özüne dokunamıyorsunuz. “Çünkü” diyorlar, “Laiklik cumhuriyetin özüdür, o giderse cumhuriyet de gider.”
    Sadece merak ettiğim için soracağım: Laiklik Anayasa’ya girdiğinde Cumhuriyet tam 14 yaşındaydı. Biri olmadan diğeri olamıyorsa, Cumhuriyetimiz 14 sene nasıl yaşadı?

     Benim Topiğim :)


    Malum: 1921 ve 1924 Anayasalarında laiklik yok.
    23 Nisan 1920’de ilâhilerle, dualarla, tekbirlerle açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anayasanın 2. maddesine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini, Din-î İslâm’dır” maddesini koydu.
    Hüküm, 1928 yılına kadar aynen kaldı. 1928’de “Dini İslâm” hükmünün Anayasa’dan çıkarılması teklifi TBMM’ye getirildi.
    Tartışmalı celseler, cılız itirazlar, sert karşılıklar ve enteresan bir savunma: “Müslüman bir milletin, kendinden şüphelenircesine, Müslüman olduğunu Anayasasına koymasına ne lüzum var?”
    Peki o zaman, Türk yurduna “Türkiye” demeye ne lüzum var?
    Bazen “malumu ilân” etmek maslahata daha uygun düşüyor.
    Sonuçta “Devletin dini, Din-î İslâm’dır” hükmü Anayasa’dan çıkarıldı. Ama yerine, 1937’ye kadar hiçbir hüküm konmadı.
    Derken, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 06 Şubat 1937 günkü toplantısında, 3115 sayılı kanunu çıkardı. Böylece “laiklik ilkesi” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na girdi. Artık Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıydı.
    Bunlar daha önce Halk Fırkası’nın (CHP) parti ilkeleriydi. Partinin amblemini teşkil eden altı okta simgelenmişti. Yani 3115 sayılı kanunla, CHP’nin siyasal ilkeleri, devletin vazgeçilmez ilkeleri haline dönüştü. Böylece “Parti=Devlet” formülü de yürürlüğe girdi ve CHP ile mücadele, devletle mücadele anlamına gelmeye başladı.
    Hâlâ aynı anlama geliyor.
    Bu yüzden çok kişinin canı yandı ve yanıyor.
    Bu ilkeleri değiştirmek şöyle dursun, Anayasamıza göre değiştirilmesi teklif dahi edilemezdi. Devletçilik gibi çoktan zaman aşımına uğramış olanlar bile, Anayasanın koruyucu kanatları altında tutulacaktı.
    Her neyse; Türkiye Cumhuriyeti, 1937 yılının 06 Şubat’ında (74. yıldönümü) laik devlet oldu, ama o gün bugündür kanunlarda laikliğin bir tarifi yapılmadı. Nerede başlayıp nerede bittiğini bilen yok. Bu alacakaranlık sebebiyle zaman zaman can yakıcı uygulamalara dayanak yapılıyor.
    Düşünün ki, Birleşmiş Milletler’e üye 200’ü aşkın devletten sadece ikisinin anayasasında laiklik ilkesi var: Biri Fransa, diğeri Türkiye.
    “Değiştirilemez”, hattâ, “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmü ise sadece Türkiye Anayasası’nda mevcut.
    “Nasıl yani?” demeyin, öyle işte! Partiniz (hangisi olursa olsun) 450 milletvekili ile iktidara gelse dahi fark etmez.
    Diktatörlükle yönetildikleri için eleştirdiğimiz Araplardan elbette daha iyiyiz, ama acaba ne kadar?

    (Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit, 2011-02-09)

    Şahsen hâlâ "Lâiklik" tam olarak ne demek bilmiyorum...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ğ.


    Yok la ne alaka

    seni bu dünyadan alıp götürüyor, müziğin içine giriyorsun resmen... Bu sebep yeterli mi???


    Benim için değil, bence senin içinde olmamalı ama neyse. Seviyorum seni.. İlerde bu nasıl sevmek dersen bozuşuruz ama.

    Bir de madem böyle bir paylaşımda bulunuyorsun bir blog açsana, "blog" işi benden daha uygun demek sana.

    Bir de tavsiye versem..
    [hr]
    ya da buna benzer birşey kullansan da hangisi alıntı, hangisi senin yazıya eklediklerin; düşüncelerin, eleştirilerin vs. daha net ayrılsın, olmaz mı?




  • "Uzun bir aradan sonra yepyeni bir CHP yazısıyla daha karşınızdayım" şeklinde başlayan yazıya dair bir iki bişey yazmak istiyorum. Fakat öncelikle bir girizgâh yapmak istiyorum müsadelerinizle...

    1- Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    “Müminin firâsetinden korkunuz; çünkü o, Allah’ın nûru ile bakar.”

    2- “Şüphesiz bunda anlayışlı (firâsetli) olanlar için (nice) ibretler vardır.” (Tirmizî, Tefsir 15.)

    "Ey iman edenler, eğer size bir fasık bir haber getirirse onu iyice araştırın, sonra bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz." Hucurat 6


    Biz müslümanlar olarak dünyaya bakarken dinimizi temel alırız, almaya mecburuz. Bu hem dünyayı Allah'ın muradına uygun görmemizi sağlar hem de bizim müslümanlığımız açısından bir ölçüdür. Müslüman olmayanlar yahut olsa bile islamın herşey karışamayacağını düşünenler ise bu konuda farklı referans noktaları alabilirler. İsmini şimdi hatırlamatığım ( nivton olabilir) bir fizikçi bana uzayda sabit bir nokta verin dünyayı yerinden kaldırayım gibi bi söz etmişti. Sevdiğim bir sözdür. İşte o sabit nokta biza Allah ve Resulu tarafından bildirilmiştir. Biz bununla herşeyi kaldırabiliriz. Ama önemli olan buna riayet etmeyi bilmektir. Bugün müslümanların hiç yapmadıkları birşeyden bahsetmiş olduk böylece. Şimdi de pek yapmadıkları birşey yapacağımı sanıyorum.

    Yukarıdaki bir adet hadisi şerif ve iki adet ayeti kerime bizim dünyamız açısından çok önemli. Özellikle hucurat suresinin 6. ayeti bugün müslümanların avuçlarına yazıp gezmesi gereken bir ayet mealidir. Çünkü fasık o kadar çok ki her an bozuk haberlerle zihin dünyamız bulandırılmaya çalışılıyor. Bu yüzden ben "ben herşeyden önce müslümanım" diyen herkese aldığı haberi nereden aldığna iyi bakmasını ve onu araştırabiliyorsa sağlam kaynaklardan araştırmasını yapamıyorsa ( ki şu ortamda yapamaz ) o zaman onu kesin doğru kabul etmeyip onunla amel etmekte acele etmemesini, özellikle de bir din kardeşi hakkında kötü düşünmesine sebep olacaksa kesinlikle amel etmemesni salık veriyorum.

    Özetle şunları söyledi: AK Parti ülkelerimiz arasındaki ilişkileri bozdu, dostluğumuzu zedeledi. Biz gelirsek bunu düzeltiriz, ilişkileri normal seyrine sokarız...
    Öyle tuhaf bir açıklama ki...
    Bir, AKP'yi almayın, bizi alın demediği kaldı.
    Sanki iktidara gelmenin yolu İsrail'den, İsrail'in olurundan geçiyormuş gibi...


    Chp liderinin bu işe girişmesi boşa değildir. Bir çok insan bunu görmezden gelmeye çalışsa ve Erdoğan'ı kendi hür iradeleri ile seçtiklerini sansa da durum kesinlikle öyle değildir. Chp'nin ve bilmem ne oğlunun çabası doğru yere yanlış zamanda yapılmış bir müracaattır. Şu anda islami eğilimlerin tam olarak körelmediği bir ortamda ve herşey de tam siyonistlerin istediği gibi giderken kimse Akp'yi tahttan indirmeye çalışmaz. Çünkü Akp iktidarda oldukça ılımlı islam projesi yürürlüktedir. çünkü Akp iktidarda olduça müslümanlar savunma kalkanlarını indirmiştir ve kendini rahat hissediyordur. Siyonistler medya aracılığı ile bir konuya yüklenmeye başladılarsa onu değiştirmek istiyorlar demektir. Bugün olanlar da budur. Yani medyaları bile hükümetlerini eleştirdiğine göre siyonizm yeni bir değişim hedefliyordur. Bu arada kalkanlarda fazla tepki çekmeden yerleştiriliyor. Çünkü Erdoğan sanki bir islam halifesi gibi Filistini savunuyor. Öyle olmasa bile şu anda herkes böyle düşünüyor. Bu konuda biraz daha fikir sahibi olmak isteyen siyonizm protokolleri adlı kitabı okuyabilir.
    Buraya kadar söylediklerimi kabul etmeyenler bunları bırakıp yukarıdaki ayet ve hadisler eşliğinde bilgilerini bir süzgeçten geçirip iktidara Türkiyeye ve yaşananlara bir daha baksınlar derim. Çünkü şu andaki düşünceleriniz sevdiğiniz kişiler size medyanın empozesi. Ve siz onların nasıl kişiler olduğunu hiç araştırmadınız. Verileri keyfinize göre aldınız.

    Hatta, partisinden bazı isimleri Amerika'ya yolladı.
    Bu isimler, Amerika'da, Neo Con'larla görüştü.
    Bu görüşmede neler konuşuldu, hangi konular masaya yatırıldı, konuşulanlar arasında teklif anlamına gelebilecek bir söz var mıydı bilmiyorum.



    Sayın Başbakanımız başbakan hatta milletvekili bile değilken Abd'ye gitmiş ve bizim ne olduğunu bilmediğimiz görüşmeler yapmıştır. Maalesef bizim tahta giden yol oradan geçiyor. Ama bunu halka anlatamazsınız.

    Mesela, bütün dünyanın lanetle andığı sistematik işgal politikaları ve Gazze ablukası, CHP'li vicdanlarda inikas bulmuyor.

    İnanın bana chp mhp vs partiler için orada ölenlerin zerre kadar önemi yok. Çünkü onlar müslümandı. Mhp'liler açıkça söylemeseler bile onları şehit olarak bile görmüyorlar. Çünkü onlar asker üniforması giymiyorlardı. Ben bunu pek çok mhpli ağızdan duydum. Eğer bahçeli vs tepkilerden çekinmese onlar da aynı şeyi söylerlerdi. Zaten filistin için gösterilen hassasiyet pkk için de gösterilsin derken ( aslında haklı ama söylediği ile niyeti farklı olduğundan hatalı ) onları bırakın, o bizim meselemiz değil içeriye bakın demek istiyor. Onların zihniyeti bu. Kılıçdaroğlu ve onun zihniyetindekiler ise kaç müslüman ölürse o kadar sevinir. Bunun genel konuşmalarda inkar edilmesi normal ama içlerinde olanları Allah biliyor. Biz de genel tavırlarından tahmin ediyoruz.

    Fakat, Palmer raporunun bir konferans tutanağı olduğunu, asla bir yaptığım içermediğini, dolayısıyla BM nezdinde ablukayı meşrulaştırmak gibi bir işlev göremeyeceğini bilmiyor.

    Hem bilmiyor, hem konuşuyor...

    Keşke bilmeyenler gerçekten susabilse. Siz acaba avrupa insanının star mtar alıp onu okuyup onda yazanlara mı inandığını sanıyorsunuz. Pek çoğu durumu takip bile etmiyor. Edenler de kendi gazetelerine ve Bm raporuna bakıyor. Senin burada ne düşündüğün çok da önemli değil onlar kendi halkları karşısında katil siyonistleri masum ve ezilen yahudilerin kendilerini koruma çalışması olarak o olayı lanse ettilerse işleri bitmiştir. Şimdi sen gidip yahudilere düşmanlık etsen bu yapılanlar yüzünden gene sen ırkçı olacaksın onlar zavallı ezilen yahudiler olacaklar.

    Şimdilik benden bu kadar.




  • Onla mı uğraşcam canım benim ya

    Tamam sırf senin için benim düşüncem/yazım olanları başka fontla yazcam... Ya da parantez açcam benim düşüncen diye.

    Ama bir konuda yanılıyorsun, blog bana göre de değil.
  • Etusch ne de güzel konuştun.

    Yalnız benim hakkımda şunu bilmeni isterim; kesinlikle parti tutmam. Şimdiye kadar oy da kullanmadım bilerek. Sonra beni yanlış anlama diye bilmeni istedim.

    Ama Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir adam daha görmedim. Arkadaş herşeye muhalefet edilir mi ya? Biraz da yapıcı olun... Atatürkçülük arkasına, parti adı arkasına saklanarak, iki yüzlülük yaparak, herşeyden hemen çark ederek ne yapmaya çalışıyorlar anlamış değilim... Nedense bizim milletimiz sanki olanları ve dediklerini görmüyormuş gibi bir de adama destek çıkıyorlar. Neymiş efendim; O adam Atatürk ilkelerinin destekçisiymiş... Hayır, tamamen o kalkan arkasında saklanan ve her türlü ters hareketi yapan, bu ülkenin gelişmemesi için elinden geleni yapan, darbecileri "adalet" adı altında korumaya çalışan adamın teki.

    Tayyip'e gelince; Beğendiğim yanları var. Mesela, Türkiye'de karayolları muazzam derecede gelişti. Geçen gün Siirt'e memleketime gittim. İzmir'den Adana çıkışına kadar yollar kaymak gibi. 3 şeritli neredeyse tüm yollar gidiş-geliş üstelik. Şuanda da Diyarbakır-Van arasını yenileyip düzenliyorlar.

    Bir diğer beğendiğim şey ise sağlık sektörü... Hatırlarım ben orta okulda iken hastaneye gitmek tam bir işkence idi. Sabah 4'te kalkardık sıra kapabilmek için. Şimdi öyle mi? İstediğin zaman git, muayaneni ol, gel. Üstelik doktor bile seçebiliyorsun.,

    Öğrencilere çok destek çıktılar. 2002'de 45 lira olan burs şuanda 240 lira ve yılbaşında tekrar artış olcak. Lise ve ortaokulda kitaplar bedava. (Her ne kadar bana nasip olmasa da)

    Türkiye'nin şuanda geldiği nokta ile 2002'deki hali arasında dağlar kadar fark var. Bunu aslında en iyi 45-60 yaş aralığı anlar. Çünkü açlığı, sefaleti, darbeyi gören onlar. Biz daha birşey göremediğimiz için bu gelişim bize küçük geliyor.

    Tabii ki desteklemediğim tarafları da var. Öncelikle Füze Kalkanı meselesi... Neden kabul etti hâlâ anlamadım. Dış politikaları... Amerika ve İsrail yaltakçısı gibi görünüyor şuanda, her ne kadar bizim milletimiz uyusa da...

    Şimdilik benim de aklıma gelen bunlar. Bakalım Hüseyin Besli-Ömer Özbay 'ın "Recep Tayyip Erdoğan-Bir Liderin Doğuşu" kitabini aldım. Danışmanının ağzından dinlicez nasıl biriymiş, ne yapmış...

    Bu arada benden tavsiye; Gürkan Zengin'in Hoca kitabını mutlaka okumalısın. Dünyaya bakışın değişecek emin ol.




  • Yalnız benim hakkımda şunu bilmeni isterim; kesinlikle parti tutmam. Şimdiye kadar oy da kullanmadım bilerek. Sonra beni yanlış anlama diye bilmeni istedim.

    "Parti tutmam" çok yanlış bir kullanım olmasına rağmen ülkemiz şartları açısından gayet doğru. Ama yanlış şartlarda oluşmuş ve o şartlara göre olan bir doğru, doğru olamaz. Milletimizin anlamadığı bir nokta daha....

    Biz müslümanlar olarak dünyada iki millet olduğuna inanıyoruz. Biri şu anda çok az sayıda olan müslüman milleti. Diğeri de küfür milleti. Bu ikinci ve batıl olan kısımda bir kısım ben müslümanım diyenler de var. Çünkü hakkı olduğu gibi kabul edip ona bağlanmayan, onun dışındaki bütün ideolojileri vs reddetmeyen hak tarafında sayılamaz, hak tarafında olmayan da addına ne derse desin batıl tarafındadır. Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere bir partiye destek vermiyor olmak batıla destek vermektir. Bu yüzden hak olanı bulup ona destek olmak herkesin asli görevidir.

    Kemal Kılıçdaroğlu
    Kılıçdaroğlu da bahsettiğim hak yoldan ayrı olan herkes gibi bu milletin evladı olmak bahtiyarlığından mahrumdur. Uçabilse, ölüleri diriltse yine beş para etmez biri olmaktan kurtulamaz.

    Geçen gün Siirt'e memleketime gittim

    Siirtli misin ? Ben de şu an Kayseri'de izindeyim ama görev yerim Siirt.

    Tayyip'e gelince;

    O söylediklerini yapmasa idi kim ona hala oy veriyor olurdu. Milletimizin , ki eski milletimizden tamamen farklı olarak materyalisttirler, istikrar sevgisini karşılıklı bir sevgi haline getirebildiği için biraz da ayakta. Ama yapılan iyi şeyler olduğu tabiki görmezden gelinemez. Burada saymadığın şeyler de var iyi olan iyi yapılan. Fakat saydıklarından da iyi olmayan sadece iyi görüntüsü veren var. Mesela burslar artırıldı ama sonuçta bunlar borç ve faiziyle geri alınıyor. İlk okul vs kitapları konusu iyi. Ama eğitim de beş para etmez bir hale geldi. Daha doğrusu eğitim diye bir şey yok. Öğretmenler cahil öğrencler daha cahil. Üniversite sayısı artırıldı ama eski lise mezunu seviyesinin bile altında adamlar üniversite diploması alıyor. Önemli olan üni diplomalı insan sayısı değil. Üniverstenin bir değeri olmalı. İşte o değer kayboldu. Ayrıca çıkanların yapabileceği bir iş yok. Bu cümle iki anlamı ile de doğrudur. Bu anlamlar şunlar; kalitesiz oldukları için bir iş yapamazlar, yapacak olsalar da alanlarında iş kolu yok ya da çok az.


    Gürkan Zengin'in kitabını kitap yurdundan favorilerime ekledim. Alır mıyım ? Onu bilemem tabi. Şu anda elimde Davutoğlu'nun ( Akp'deki en sevdiğim adam desem yeridir ) stratejik dernlik adlı kitabı elimde var. Onu okumaya çalışacağım. Ama şunu bilmeni isterim. Benim dünyaya bakışımın temelini Allah'ın dilemesi başka kimse değiştiremez. Sadece rötuşlanabilir. Onu da dini bilgisi öncelikli olmak üzere benden daha bilgili ve dinine sımsıkı bağlı biri başarabilir ancak. Her okuduğum kitabın peşine takılıp gitmem.




  • Evet Siirtliyim ama Aydın'da doğup büyüdüm.


    Ama şunu bilmeni isterim. Benim dünyaya bakışımın temelini Allah'ın dilemesi başka kimse değiştiremez. Sadece rötuşlanabilir. Onu da dini bilgisi öncelikli olmak üzere benden daha bilgili ve dinine sımsıkı bağlı biri başarabilir ancak. Her okuduğum kitabın peşine takılıp gitmem.

    Burda beni yanlış anladın galiba. Dünyaya bakıştan kastım, olaylara bakış. Yoksa dediğinde haklısın, Amennâ.

    Ahmet Davutoğlu'nun hayranıyımdır ben. Muhteşem bir siyaseti var ve olayları çok iyi yorumlayıp olacakları sezebiliyor. O kitaptan sonra ben çoğu şeyin farkına vardım. Bu dediğimden o kitabın arkasından bağlanıp gittiğim de anlaşılmasın. Ama gerçekten Tayyip'in, daha doğrusu Davutoğlu'nun yaptğı şeyleri en iyi görebilmenin yolu bence o kitaptan geçiyor.

    Görüşten kastım bu idi. Bazı kitaplar vardır ya, bildiğini sandığın bir şeyi farklı bir pencereden anlatınca senin de bakışın genişer ve daha doğru görmeye başlarsın, öyle bişey işte.

    Parti tutmama konusuna gelince; dediğinde haklısın. Hakk'ı desteklemediğimiz zaman otomatikman bâtılı desteklemiş oluruz, her ne kadar oy kullanmayınca bir etkimizin olmadığını zannetsek de. Bunun farkındayım. Ama ne bileyim; elim gitmiyor oy vermeye. Özellikle şu Amerika ve İsrail ile çevirilen olaylardan sonra...




  • Zaman daralıyor

    Türkiye’nin terörle mücadelede ilk defa gerçek anlamda güç kullanabileceğinin ortaya çıkması PKK ve BDP’yi strateji değiştirmeye itti.

    Daha uzun vadeye yayılmış planda hızlandırılmış döneme geçildi.
    Onlara göre “Kürt halkının özerklikten başka seçenek olmadığına inandırılması” hayati önem taşıyor.
    BDP’ye bu noktada düşen yol kendini kapattırmak.
    Parti bu amaçla elinden gelen her şeyi yapıyor.
    Son kongresinin PKK kampı manzaralarına dönüştürülmesi bu nedenle.
    Partinin il örgütleri bilinçli olarak düşük cezalar alabilecekleri teşebbüs seviyesinde kalan terör eylemlerine bulaşıyor.
    Başsavcılığın eline terörle ilişkiyi sağlayabilmesi için gerekli bütün malzemeyi veriyorlar.
    BDP kendini kapattırmayı başarabilirse, Kürt halkına “Defalarca denedik Türkiye’de bize siyaset yaptırılmıyor. Siyaset yolu bize kapalı, siyasetle bu iş olmayacak. Özerklikten başka çare yok” propagandası yapacak.
    Bölge halkının bu propagandaya hak vermesi hayati önemde çünkü özerklik yolunda kritik adım “halk ayaklanması”...
    KCK’nın belinin kırılmasıyla BDP, halk ayaklanmasını kolayca sağlayamayacağının farkına vardı.
    Ama bölge halkı başka seçenek kalmadığına inandırılırsa, “halk isyanı için” yeterli oranda insan bulunabilecek.
    Yeterli insan, yeterli kan demek...
    İki aşamalı özerklik planını PKK-BDP’nin öne çekme sebebi dediğim gibi hava operasyonlarının bu seferki tarzının kendilerini ürkütmüş olması.
    İlk defa PKK’nın gerçekten canı yandı. Çünkü ilk defa Türkiye PKK’yı gerçekten bir devlet gibi teknik, düşük maliyet, sıfır kayıpla vurdu.
    Kandil’de eğitimler durmuş, örgüt lojistik sıkıntısı yaşamaya başlamış durumda.
    Mağaralarda saklanmanın bir sınırı var.
    Dağılma başlamadan önce halk isyanı ve özerkliği realize etmeye çalışıyorlar.
    PKK elini hızlı tutarken Türkiye’de aynı hızı maalesef göremiyoruz.
    PKK’nın şehir karışıklıklarını başlatması süreç açısından çok sıkıntılı olur. İkinci büyük tehlike ise: İsrail…
    Heron sistemimiz maalesef İsrail patentli.
    Elde edilen Heron görüntüleri ile hedef olacak terör örgütü unsurlarının önceden PKK’ya haber verilerek hedef olmaktan çıkarılması.
    Bunun dışında da İsrail, PKK’ya her türlü desteği vermeye ve Türkiye’yi kendi iç işleriyle uğraşmaktan başını kaldıramaz hale getirmeye çalışacaktır.
    Hem PKK-BDP’ye hem İsrail’e fırsat verilmemesi için kışa kadar geçecek zaman çok değerli.
    Kısa vadede terör örgütüne karşı iç ve dışta etkin mücadeleyi pür dikkat sürdürürken, uzun vadede ise açıklanan ama henüz hiçbir somut adımın atılmadığı yapısal değişikliklerin hayata geçirilmesi çok önemli.
    Sadece hava harekatı ve top atışlarıyla sınır dışındaki terör hedeflerine yönelik yapılan operasyonlarla bu iş olmaz.
    Jandarma’nın İçişlerine bağlanması ve Polis Özel Harekat için gerekli yasal düzenlemeler ve malzeme alımlarının yapılması gerekiyor.
    Düşmana düşman ekleniyor.
    İsrail’le kapışmak demek her türlü kalleşliğe hazır olmayı gerektirir.
    PKK’ya teknolojik destek sağlanabilir. Heronlarımızın elektronik kilitlenme, hatalı koordinat bildirme riski ortaya çıkabilir. Yazılımlarına müdahale edilebilir.
    Yerli Heronlarımızın acilen yapılması, yerli yazılımla uçaklarımızın donatılması için bize zaman lazım.
    Bu süreçte saha hakimiyeti için sözkonusu iki yapısal adıma ihtiyacımız var. Hükümetin önündeki en acil konu bu olmalı ve aynı aciliyetle çözülmeli.

    Yener Dönmez - Yeni Akit

    Adam haklı gibi sanki




  • Füze kalkanı(1)

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun günübirlik Rusya Federasyonu gezisinin en önemli ayrıntısı "Füze kalkanı" konusundaki gelişmelerde gizliydi.
    Benim de katıldığım gezide gerek Gül, gerekse Davutoğlu gidiş yolculuğunda bu konudaki ısrarlı sorularımıza rağmen "Ketum" tavırlarını bozmadılar.
    Gidişte olduğu gibi dönüş yolculuğunda, 4 gazeteci olarak Gül'le yaptığımız, Davutoğlu'nun da katıldığı "Enformel", yani "Off the record" sohbette, konuyu yeniden ısıttık. Çünkü Gül, forumun açılışından sonra Rusya Federasyonu Başkanı Dimitri Medvedev'le bir araya gelmişti ve o yemekli toplantıda "Füze kalkanı"nın konuşulmaması imkânsızdı.
    Gül sorularımıza, "Hiçbir sıkıntı olmadı" yanıtını verdi gülerek ve ekledi: "Ruslar bizi anlayışla karşılıyorlar. Çünkü füze kalkanı projesinin kendilerini hedef almadığını biliyorlar."
    Doğru. Gerçekten de ABD'nin geliştirdiği, daha sonra NATO'nun sahiplendiği "Füze kalkanı" projesinin hedefi, en azından bugün için Rusya değil.
    ***

    Konuyu en baştan ele alalım.
    Aslında, Türkiye'ye, çok büyük olasılıkla Diyarbakır'daki Pirinçlik Üssü'ne yerleştirilecek sisteme "Füze kalkanı" demek yanlış.
    Belki projenin tümü için bu tanımlama kullanılabilir ama o da maksadı tam ifade etmez. Projenin doğru adı: "Füzesavar kalkan".
    Bir entegre proje bu. Entegre deyince, birçok bölümden oluştuğu ve bu bölümlerin ya da birimlerin koordinasyon içinde hareket ettikleri anlamına vurgu yapılmış oluyor.
    Sistemin amacı: Asya'dan bir taraflardan ateşlenecek ve NATO ülkelerini hedef alacak füzeleri havada imha etmek.
    Sistemi oluşturan parçalar da şöyle: Komuta merkezi Almanya'daki üs olacak. Romanya'da düşman füzesini imha edecek füzesavarların yerleştirileceği bir tesis kurulacak. Türkiye'ye ise düşman füzesinin ateşlendiğini haber verecek bir erken uyarı sistemi konuşlandırılacak. Türkiye'deki sistemin bir işlevi daha olacak: Gözlemevi gibi çalışacak. Yani bir füze ateşlenirken "Alarm" vermesinin yanı sıra potansiyel düşmanın balistik faaliyetlerini izleme görevini de üstlenecek.
    Türkiye ile ABD, dolayısıyla NATO arasında bu konudaki görüşmeler iki yıldan fazla sürdü. Türkiye başta topraklarına bir "Füzesavar erken uyarı sistemi" yerleştirilmesine pek sıcak bakmıyordu. Bu çekincelerinde komşularıyla iyi ilişkilerini bozmama, sorun yaratmama kaygısı başlıca faktördü. Komşuları? Elbette Rusya. Ama ondan da önemlisi İran ve Suriye.
    Tahran ve Şam'la iki yıl önce ilişkilerimizin sorunsuz gelişip neredeyse bölgesel entegrasyona doğru yelken açtığını düşünürseniz; Ankara'nın o dönemdeki kaygılarının pek de yersiz olmadığını kabul edersiniz.
    ***

    "Füzesavar kalkan" projesinin hedefinin en azından bugün için Rusya olmadığını belirttim.
    Evet, başta, yani eski Başkan George Bush döneminde ABD bu projenin ambalajını açtığında, ortaya çıkan "Eser", hedefin Rusya olduğunu gösteriyordu.
    Çünkü, "Erken uyarı sistemi"nin Çek Cumhuriyeti'ne, düşman füzesine gönderilecek füzesavar füze sisteminin de Polonya'da kurulması öngörülüyordu.
    Eh, sistem kısa ve orta menzilli düşman hedeflerinin yok edilmesini amaçladığına göre, Orta ve Batı Avrupa'yı vurabilecek menzilde füze nereden gönderilebilirdi? Cevap: Sadece Rusya'dan.
    Neden sadece Rusya'dan? Cevaplar: 1- İran'ın nükleer füze teknolojisi o zaman bugünkü kadar gelişmemişti. 2- İran'ın tümü de kısa ve orta menzilli olan füzelerinin Anadolu'yu, Balkanlar'ı geçip Orta ve Batı Avrupa'yı vurması imkânsızdı.
    Ancak... Barack Obama'nın Beyaz Saray'a yerleşmesinden sonra "Füzesavar kalkan" projesinin hem konsepti değiştirildi, hem de üsleri.
    Erken uyarı ve füze ateşleme üsleri, Orta ve Batı Avrupa'dan Doğu Avrupa'ya ve NATO'nun doğu sınırına kaydırıldı.
    Böylece hem "Düşman" kavramıyla kastedilen ülke değişti; Rusya'nın yerini açıkça ilk planda İran, ikinci planda, yani sistemin son aşamasının da tamamlanacağı tarihte (2015-2020 yılları arası) daha uzaklardaki potansiyel düşmanlar aldı. Kim onlar? Kuzey Kore ve Çin!.
    Hem de ilk halinde Avrupa'nın yarısını (Türkiye'den Doğu Balkanlar'a kadar) koruma alanı dışında bırakan projenin yeni versiyonuyla İttifak'ın tümü kapsama alanına girmiş oldu.
    Sistemin aşamalarını, silahlarını ve Türkiye'nin "Evet" karşılığı kabul ettirdiği koşulları da yarın anlatayım.

    Hiçbir yerde adam gibi bir bilgi yoktu füze kalkanı nedir ne değildir diye. Bu iyi oldu. Azbuçuk öğrenmiş oldum.


    Benim düşüncelerimi okuyabiliyorsun şimdi di mi MinikYas???




  • 
Sayfa: önceki 7891011
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.