Şimdi Ara

Benim Topiğim :) (7. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
2.322
Cevap
1
Favori
37.795
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  •  Benim Topiğim :)

    Bu Camide Meydana Gelen Patlamada 30 Kişi Öldü – Bağdat – Irak – 29 Ağustos 2011



     Benim Topiğim :)




  • ALLAH'A GİDEN YOLLAR

    Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Allah’a giden yolların nefesler sayısı kadar fazla olduğunu kabul etmekle beraber meslek olarak üç temel mesleğe bağlı olduğunu ifade eder.

    Bu mesleklerin başında Din Yolu gelir ki bu yol Cadde-i Kübradır. Vahiy, akıl ve kalbi birleştiren bu geniş yolda bütün insanlar rahatlıkla ve hiçbir tehlikeye maruz kalmadan gidebilirler.

    İkinci yol İlim Yoludur. Bu yolda ise akıl, zekâ ve ilimle gidilebilir. İlimler insanlara Marifetullah yolunu açtığı için Allah’tan gerçek manada âlimler korkarlar. Bununla beraber ilmi gerçeği bulma vasıtası ve hak ve hakikate hizmet aracı olarak değil de insanın arzularına ve dünya hayatını kazanmaya vasıta yapanlar pek büyük gaflet perdesi altına girdikleri için bu yolda tehlike ihtimali büyüktür. Bu yolda giden ve aklına, zekâsına ilmine güvenenler dinini gösterdiği istikameti korumadıkları zaman bu ilim kendilerini Allah’a yaklaştırmak yerine Allah’tan uzaklaştıran zararlı bir meslek haline getirmiş olurlar. Bunun için peygamberimiz (sav) bizlere “Fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım” buyurarak faydasız ilim yoktur ama insanı Allah’tan uzaklaştıran her ilim zararlıdır, sizi Allah’tan uzaklaştıran ilimden Allah’a sığının buyurmuşlardır. Bu yol çok uzun olmakla beraber güzelliği ve cazibesi çoktur ve bu yolda gidenlerin çoğu kurtuluşa erer.

    Üçüncü yol ise Felsefe yoludur. Felsefe yolunda akla güvenmek ve akıl ile Allah’a ulaşmak söz konusudur. Bu yol ise Bediüzzaman’ın ifadesi ile Yer altından tünel kazarak gitmeye benzer.




  • Cennette Zaman

    Cennette Cenab-ı Hakk'ın her Cuma günü kullarına kendini göstereceği rivayet ediliyor. Cennette zaman var mı?
    Allah (cc) Cennet ehline her cuma cemalini gösterecektir

    “Cennet ehli her cuma iki defa inci, yakut ve yeşil zümrüt işlemeli altın sandalyelere oturur Allah'ın cemalini seyrederler. O da kendilerine bakar, tecelli eder. Oradan kalkınca herkes evine döner. Evlerinin yakut ve yeşil zümrüt işlemeli yetmiş kapısı vardır.” (İbn-i Ebi’d-Dünya)
    Herkes Cemalullah’ı farklı sıklıklarda görecektir

    “Cennet ehlinin en efdali, günde iki defa Allah'ın cemalini görür.” (İbn-i Ebi’d-Dünya)

    Zaman göreceli bir kavramdır

    Öncelikle zaman kavramını iyi anlamak gerekir. Zaman, -hayatı kolaylaştırmak gibi- çok hikmetlere binaen kâinata konulmuş bir kanundur. Diğer yaratılmışlar gibi zaman da bir mahlûktur (yaratılmıştır). Ayrıca göreceli bir kavram olup; kişilere, olaylara, mekâna ve duruma göre değişkenlik gösterir.
    Mesela bir pil, saate takıldığında ortalama bir yıl kadar, bir radyoya takıldığında ise yaklaşık bir gün kadar çalışabildiğini düşünelim. Yani elektriğin akışı, girdiği alete göre değişip, bazen hızlanır, bazen de yavaşlar. Elektrik gibi suyun, havanın, ışığın, hatta trafiğin akış hızı bile buna örnek gösterilebilir.
    Aynen bunlar gibi zamanın akış hızı da değişkendir. Mesela eski zamanlarda yine 24 saat olduğu halde daha yavaş seyreden ve daha bereketli olan zaman, asrımızda çok fazla hızlı ilerlemektedir.

    “Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki; bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur.” (Tirmizî) hadisi de buna işaret etmektedir.
    Ahiretteki zaman dünyadaki zaman ile aynı değildir

    Dünya ahiretin bir numunesi olduğuna göre, dünyada zaman varsa ahirette de olacaktır. Fakat oradaki zaman kavramı dünyadakiyle kıyaslanmayacak kadar farklı bir şekilde ve hızda (ışık hızının bile çok üstünde) olacaktır.
    Işık, dünyanın etrafını saniyede 7 defa dolaşır. Dünya ise bu uzun mesafeyi ancak 24 saatte kat eder.
    Dünyanın hızıyla ışığın hızı arasında bu kadar fark olduğu gibi, bedenle ruhun hızı da birbirinden oldukça farklıdır. Mesela rüyada ruh, bedenin bir ayda gidebileceği bir mesafeye bir anda ulaşır.

    Bunun gibi miraç hadisesinde de Peygamber Efendimiz (asm) ışık hızından defalarca üstün bir süratle yol alarak, bize göre en kısa zaman dilimi olan bir “an” da on sekiz bin âlemi dolaşmıştır.

    "Sizin saymakta olduklarınıza göre bin yıl tutan bir günde.." (Secde, 5)

    “Melekler ve Rûh (Cebrâîl), miktârı (sizce) elli bin sene olan bir günde O’na (arşına) çıkarlar.” (Meâric, 4) ayetleri de dünya günüyle ahiret günü arasındaki farka ışık tutmaktadır.

    Netice olarak; dünyadaki günler gibi değil ama ahirette gün ve zaman kavramı olacaktır. Ahiretin bir günü bazen binlerce, milyonlarca dünya senesine karşılık gelecektir. Hadislerde geçen "cuma günü" tabiri de, bildiğimiz 24 saatlik bir zaman dilimi değildir. Bunun tam hakikatini ancak Allah (cc) bilir.
    Çünkü cennetteki hiçbir şey dünyadakine benzemez. Yani cennet nimetleri dünyadakilerle sadece ismen benzediği gibi, cenneteki zaman da dünyadakine ismen benzeyecektir. Şu durumda cenneti ve cennete var olan zamanın hakikatini elbette ancak Allah (cc) bilir.

    Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:
    “Allah Teâlâ, ‘Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın hatır ve hayal edemediği nimetler hazırladım.”
    Ebû Hüreyre, bu hadis-i şerifi rivayet ettikten sonra; "isterseniz şu âyeti okuyunuz" dedi:
    “Mü’minlerin yaptıkları ibadet ve iyiliklere karşılık olarak onlara ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez” (Secde, 17)




  •  Benim Topiğim :)
  •  Benim Topiğim :)
  • Yukarıda yazılanlar tamamen hayal ürünüdür, gerçek kişi yada kurumlar ile hiçbir şekilde alâkâsı yoktur.

    <<<| Anti-Liseli ; Anti-ŞakirT |>>>

    _____| Müzik ve biraz da Limonata |_____
  •  Benim Topiğim :)


    --------------------------------------------------------------------------------


     Benim Topiğim :)


    --------------------------------------------------------------------------------


     Benim Topiğim :)




  • Doğu Akdeniz'de Türk-İsrail savaşı

    Türkiye, Doğu Akdeniz'de askeri etkinliğini artırırsa ne olur? Mavi Marmara Raporu, ardından Türkiye'nin İsrail'le ilişkileri kesmeye varacak nitelikteki beş maddelik sert tepkisi, bunların içinde özellikle Doğu Akdeniz'de artık yoğun bir güç mücadelesi yaşanacağına dair olan güvenlik eksenli tedbir, aslında uzunca bir süredir devam eden restleşmenin son göstergeleri oldu.

    Türkiye'nin önlemleri sadece rapora yönelik değil. Hep söyledik; iki ülke arasındaki krizin sebebi sadece Gazze değil, sadece Mavi Marmara ve diğer gerilimler değil. İki ülke, bir süredir farklı hedeflere yelken açmış durumda ve bunlar olmasaydı bile ilişkiler gerilecekti. Bundan sonra yeni krizler çıkmasa bile eskiye dönüş hiçbir şekilde mümkün olmayacak anlamına da geliyor bu.

    Doğu Akdeniz, bu yüzyılın en çekişmeli bölgelerinden biri ve biz bunun daha yeni farkına varıyoruz. Kıbrıs'ta çözüm tartışmaları devam ederken "stratejik önem de neymiş, o Soğuk Savaş'ta kaldı" diyenlerin kulaklarını çınlatmak lazım şimdi. Kıbrıs işte bu bölgedeki güçler çatışmasının merkezi oluyor. Sanıldığı gibi çatışma sadece Türkiye-Yunanistan arasında değil. Türkiye ile Almanya, Fransa, Yunanistan, Rum Yönetimi ve İsrail arasında.

    "Ege adalarında İsrail füzeleri.. Kime karşı?", "Komşuyu İsrail'in elinden kurtarmak", "Akdeniz'de müthiş kapışma" gibi değişik başlıklar altında uzun süredir gelmekte olan bu krizi tartışıyoruz. İşte şimdi kapımıza geldi. Türkiye-İsrail geriliminin kaynaklarını, son tedbirlerin anlamını kavramak için bunları hatırlatmakta fayda var.

    Türkiye ve İsrail, bulundukları coğrafyanın en merkezinden kenar uçlarına kadar her alanda müthiş bir güç gösterisi yapıyor. Türkiye'nin Orta Asya'dan Balkanlara, Basra Körfezi'nden Kızıldeniz'e, hatta Pakistan'dan Kuzey Afrika'ya kadar bölgesel çekim merkezi oluşturma, siyasi yakınlık ve güvenlik paylaşımı esasına dayanan yakınlaşma çabalarına Tel Aviv kendi eksen arayışı ile cevap veriyor.

    İsrail ile Gürcistan arasındaki askeri ortaklığa, Azerbaycan arasındaki yakınlığa, Balkan ülkeleri arasında son birkaç yılda imzalanan askeri anlaşmalara bakılırsa, benzer bir tecrit stratejisinin İsrail tarafından da Türkiye'ye karşı geliştirildiği ortaya çıkacaktır. İki ülkenin girişimleri bölge ölçekli jeopolitik sarsıntılara yol açacak, güç dengelerini temelden değiştirecek boyutta.

    İsrail ile Yunanistan arasındaki askeri ortaklık anlaşmalarını birkaç yıldır izliyoruz. Türk hava sahası kendisine kapatılan İsrail, şimdi Yunan hava sahasını kullanıyor. Yunan hava kuvvetlerinin ihtiyaçlarını artık İsrail savunma sanayisi karşılayacak. F-16 silah sistemleri dahil, geniş bir alanda askeri tedarik söz konusu. Daha önce yapılan askeri anlaşmalar pekiştiriliyor. Yunanistan altmış yıldır devam eden Arap dünyasına yakın duruşunu terk ediyor.

    Geçtiğimiz yıl Ekim ayında iki ülke ortak hava tatbikatı düzenledi. Girit açıklarında yapılan, yüzden fazla İsrail savaş uçağının katıldığı tatbikatta S-300 füzeleri de test edildi. İsrail uçakları bin dokuz yüz kilometre menzil denedi. İsrail, aynı dönemde Kıbrıs Rum Kesimi'yle de askeri anlaşmalar yaptı. Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ile Rum Kesimi Dışişleri Bakanı defalarca görüştü.

    Ortaklık anlaşmaları Yunanistan'la sınırlı değildi. Savunma, hava sahası, istihbarat, askeri teknoloji gibi anlaşmalar daha bir çok ülkeyle yapıldı. Bu ülkelerin Akdeniz ve Balkan ülkeleri olması dikkat çekiciydi. Türkiye'nin etrafını daraltmaya yönelik bir girişim söz konusuydu. İtalya ile tatbikatlar.. Romanya ile on gün süren tatbikatlar dikkat çekiydi. Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Sırbistan'la derinlikli askeri anlaşmalar yapıldı. Bütün bu ülkelerin hava sahaları İsrail savaş uçaklarına açıldı.

    Doğu Akdeniz'de; İsrail-Rum Kesimi-Yunanistan arasında askeri ittifak, "Akdeniz ekseni" oluşturuluyordu. Balkanlar'da; İsrail, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan hatta Sırbistan ve Makedonya arasında benzer anlaşmalarla askeri bir alan, eksen oluşturuluyordu. Türkiye'nin Kuzey Doğu'sunda Gürcistan adeta bir garnizon ülkeye dönüştürülüyor, aynı etki Azerbaycan'da da kendini hissettiriyordu. Artık Ege adalarında yönünü Türkiye'ye çevirmiş İsrail füzeleri vardı... Devam edelim:

    Almanya ve Fransa'nın İsrail'le birlikte yürüttüğü Türkiye karşıtı operasyonları maalesef Türkiye'de pek yankı bulamadı, dikkat çekmedi. Bu ülkeler, Yunanistan ve Rum Kesimi ile birlikte yeni ortaklıklar inşa ediyor, ortak bakanlar kurulları topluyor, Angela Merkel ne yaparsa Nicolas Sarkozy aynısını yapıyordu. Merkel ve Sarkozy, Yunanistan-İsrail ve Rum kesimi arasında mekik dokuyorlardı. Akdeniz'de yeni bir şeyler oluyordu. Askeri ortaklıklar ve İsrail'in öncülük ettiği, Akdeniz'in enerji kaynakları üzerine müthiş pazarlıklar ve anlaşmalar yapılıyordu. Anlaşmaların askeri ve siyasi açıdan ortaya çıkacak muhtemel sonuçları maalesef Türk entelijansiyasını hiç ilgilendirmiyordu. Öyle ki, bu girişimler, Kuzey Kıbrıs Türki Cumhuriyeti'nde Türkiye karşıtı protesto yaptırtacak noktaya varabiliyordu.

    İsrail'in Doğu Akdeniz'de keşfettiği doğalgaz kaynakları, yüzyıllık ihtiyacını karşılayacak zenginlikte ve onu bir anda enerji aktörlerinden biri yapacaktı. Mısır, Rum kesimi ve Lübnan arasında, bölgedeki kaynakların işletilmesi için bir anlaşma yapıldı. Türkiye'nin sert tepkisiyle anlaşma suya düştü. Ardından İsrail, aslında Gazze ve Lübnan'a ait bölgelerde ve açıklarında keşfettiği doğalgaz kaynaklarının işletilmesi için ABD'li şirketlerle anlaşma yaptı, sondajlara başladı. Yine İsrail, Rum Kesimi ve Yunanistan'la da anlaşarak Kıbrıs açıklarındaki kaynaklar için arama çalışmaları başlattı. Aynı İsrail, Almanya ve Fransa ile Akdeniz merkezli ekonomik-güvenlik projeleri ile bölgedeki zengin kaynaklar üzerine masaya oturdu.

    Önümüzdeki günlerde patlayacak olan kriz, işte bu enerji kaynakları krizidir. Türkiye'nin İsrail'e, Rum Kesimi'ne ve Yunanistan'a karşı sertleşmesinin altında yatan sebeplerden biri budur. Türk askeri varlığının Doğu Akdeniz'deki etki alanını genişletme mücadelesinin sebebi budur. Aslında İsrail'in Gazze'ye saldırı sebeplerinden biri budur. Hatta Lübnan savaşının arkasında da bu niyetler vardır.

    Bu ülkeler, Türkiye ve KKTC, Suriye, Lübnan, Filistin gibi ülkeleri bu zenginlik paylaşımında devre dışı bırakmakla kalmıyor, ekonomik ortaklıklarını askeri ve siyasi dayanışmaya dönüştürüp Türkiye karşıtı pozisyon alıyor, Ankara'nın elini zayıflatmak için operasyon üzerine operasyon yürütüyor. Almanya ve Fransa, bir taraftan Türkiye'nin AB sürecini sona erdirmeye çalışırken diğer taraftan Akdeniz'de ve Ortadoğu'da elini kesmeye dönük kararlı bir strateji izliyor. Tabii bu operasyonun merkez ülkeleri İsrail, Rum Yönetimi ve Yunanistan.

    Patlayan krizlerin ötesine bakalım. O zaman Türkiye ile İsrail'in arasının düzelmeyeceğini göreceğiz. Türkiye bölgede ne kadar etkinliğini artırırsa, karşısında o kadar sert bir blok oluşuyor. Akdeniz'deki müthiş kapışma ve Ortadoğu denklemi arasındaki birebir ilişkiyi sorgulamak için daha çok şey söylenecek.

    Durun, daha yeni başladık...




  • Batı ilminin altından bakın ne çıktı

    İlerici geçinen yazar-çizer ve aydın takımı tarafından evvelden beri dillendirilen “İHL'liler gitsinler imam olsunlar, ne işleri var hukukta, tıpta, siyasalda, eğitimde. Eğitimin temeli Batı'da da olduğu gibi dine değil; akla, bilime oturtulmalıdır” görüşünün bilgisizlik ve art niyet ürünü olduğu tescillendi…

    Din eğitimi gördükten sonra başka bir branşa geçip farklı bir hizmet sahasında yürümek, hekim-iktisatçı-hukukçu-devlet adamı vs. olmak Batı'da binlerce örneği gösterilebilen bir durum.

    Eğitimci Yazar Yaşar Değirmenci'ye göre, Batı tarihinde, ilahiyat tahsili yapanların tamamı kilisedeki görevlerinin sınırları dahilinde kalmaya mecbur edilseydiler; Batı Düşünce ve İlim Tarihi diye bir şey olmazdı. Bizim ilericiler bu gerçeği acaba bilmiyorlar mı? Değirmenci'nin Habervaktim.com için kaleme aldığı yazı şöyle:

    Sizinle hangi dilden konuşalım?

    Evvelden beri söylüyorlardı, şu sıralar yine hassasiyetleri depreşti.

    İmam-Hatip Okulu mezunlarının sayısı çok artmış, kat sayı uygulamasının kalkması ile bunların önünü açılmış, orduya girmeleri için çalışılıyormuş, liselerde okuyanların kazanılmış hakları gasp edilmiş, bu kararla, Atatürk'ün ‘Tevhidi Tedrisat' devrimi yıkılmış, demokrasinin ve uygarlığın mezarı kazılmış vs.

    Bunları, ilerici geçinen yazar-çizerler, aydın geçinenler ileri sürüyor.

    Bu iddiaları ileri sürüp, öncülüğünü yapanlar da; “Batı, eğitimin temelini, inanca değil, akla ve bilime oturtmak için 500 yıl kendi içinde kavgalaşmış; demokrasi bu oluşumda soluk alıp vermeye başlamış… İnanç kutsal mekanında ve vicdan kapsamında kalmalı, ne işleri var üniversitede!” diyerek slogan haline getirdikleri, bildik sözlerini tekrarlamaktan bıkmamış, usanmamışlar.

    Tabii “Devletin ve laikliğin tehlikede” olduğuna dikkat çekmekten de geri durmamışlar.

    Bu kadar akıl dışı, böylesine insaf fukarası bir suçlama yapılamaz. Bilhassa “sol sendikalar”ın, sol aydınların, soldan gelen liberallerin, müzmin hastalığıdır bu!

    Hep gündemde tuttukları mesele İHL(İmam Hatip Liseleri) meselesidir.

    “Gitsin İmam olsunlar. Ne işleri var Hukukta, Siyasalda, Eğitim Fakültelerinde!” değişmeyen söylemleridir.

    Anlama kabiliyetleri dumura uğramamışsa Batı'dan da örnekler vererek bunun böyle olmadığını göstermeye çalışacağım.

    Din eğitimi gördükten sonra başka bir branşa geçip farklı bir hizmet sahasında yürümek, hekim-iktisatçı-hukukçu-devlet adamı vs. olmak Batı'da binlerce örneği gösterilebilen bir durumdur.

    Gelişi güzel birkaç tanesini hatırlatalım.

    *Albert Scchwiezer ilahiyat doktoruydu, sonra tıp fakültesine gitti, tıp doktoru oldu.

    *Prof. Ferguson papaz okulunda ve ilahiyat fakültesinde okudu, sonra papazlığı bırakıp felsefe-sosyoloji profesörü oldu.

    *James Madison, ilahiyat tahsil etti. Rahip olacaktı. Sonradan siyasete atıldı ABD'ye başkan oldu.

    *Prof. Stanley Holl, hem de koleji bitirdikten sonra ilahiyat okudu, müteakiben psikoloji profesörü ve rektör oldu.

    *Prof. William Hunter, önce ilahiyat öğrenimi gördü, sonra da tıbbı bitirdi.

    *Joseph Sieyes, Sorbon'da ilahiyat öğrendi, sonra devlet adamı oldu.

    *Adenaver koyu bir Katolik olarak yetişmişti.

    *De Gaulle, Cizvit kolejinde öğretmenlik yapan bir babanın oğluydu…

    *İktisat ilminin kurucusu olan Adam Simith, Oxsford'da ilahiyat okudu.

    *Montequeu, keşiş okulundan mezundu. Yüzlerce binlerce örnek verilebilir.

    Pascal'dan Descartes'e, Leipniz'e, Montesquieu'ye, Hugo'ya, Blondel'e, Einstein'a kadar dine ilgi duymayan, din eğitimi almış bir tane “cins kafa” gösteremezsiniz.

    “Bugünün insanı dünden daha az zeki” diyen Emerson acaba bizim bu malum zevatı görseydi ne derdi?

    Batı tarihinde, ilahiyat tahsili yapanların tamamı kilisedeki görevlerinin sınırları dahilinde kalmaya mecbur edilseydiler; Batı Düşünce ve İlim Tarihi diye bir şey olmazdı. Bizim ilericiler bu gerçeği acaba bilmiyorlar mı? Bilmiyorlarsa hemen öğrenmeye başlasınlar!

    Bizim ilericilerin tavrı anlaşılır gibi değil. Âdeta din eğitimini asgari zaruret ölçüsünde katlanılması gereken ve sonrasında hemen def'i icap eden bir musibet olarak görüyorlar!

    Neredeyse dinî tahsil yapanların zehirlenmiş sayılması gerektiğine hükmedecekler! Yahut onlara belli bir saha dışında, sabıkalıymış işlemi yapılmasını talep edecekler!

    Sırası gelince din üstüne yazılar döşenip tahliller yaparlar. Dinî kavramlara aşina olmadıkları halde. Onun için de Cuma Namazını evde kılarlar, Hac mevsimi Kurban Bayramına gelir, İmam mihrabta hutbe okur, minberde namaz kıldırır, Peygamber ayette şöyle buyurur, Allah hadiste şundan bahseder, vs. (Sinirlerinizi bozmamak için daha fazlasını yazamıyorum. Yazdıklarım aynen varit olmuştur.) Hiç değilse hatırı sayılır faydaları olacağı için, böylesi meşguliyetlere heveslenen yazarlar dinî eğitim kurumlarından birini açıktan bitirmeye çalışsalar çok iyi yaparlar! Dillerine pelesenk ettikleri felsefeyi de din bilgisi olmadan anlayamazlar. Tehlike gibi gördükleri şeye ne kadar muhtaç olduklarının farkında değiller.

    Niçin din eğitimi Batı'da toplum için, devlet için, düşünce için faydalı görülür de, bizim ilericiler nezdinde tehlike olarak vasıflandırılır? Niçin?

    Tarih şahittir ki, bütün olumsuzluklar inançsızlıktan, bilgisizlikten; buna mukabil bütün gelişmeler, “ iman-akıl”, “din-ilim”, “kültür-medeniyet” dengesini koruyan düşünce bilincinden doğmuştur.

    Din'i ve din eğitimini tehlike olarak gören bir tek ciddi düşünce adamı yoktur.

    Yeni bilgilere yükselme yolunda bir küçük katkısı bulunsun isteyen adam, hukukta da, fizikte de düşünceye muhtaçtır ve ilahiyatla uğraşmak zorundadır.

    “Olur muuu!” diye itiraz edeceklerini biliyorum, ama işte tarih, işte literatür, işte gerçekler… Manasız itirazların kimseye faydası yoktur.

    Birkaç misali de onların en çok sever göründüklerinden verelim:

    *J. J. Rousseau, “Hakkaniyetin kaynağı Yaradan'dır” der.

    *Spinoza, “Ateist güçle sözleşme yapılmaz” demiştir.

    *John Locke, “İnsanların hepsi kadiri mutlak ve sonsuz-bilen bir Yaradan'ın eseridir” diyor. (Çeviren Mete TUNÇAY)

    Bunlar siyasî doktrin izahlarından alınmış sözlerdir. Teferruatı nakletsem, aradaki tezatın büyüklüğünden hayrete düşersiniz.

    Hem devlet eliyle ve kontrolü altında din eğitimi yapılıyor, onu bile mahzurlu görüyorlar. Aslında istedikleri, 12 Mart'tan önce teşebbüs edilip de başarısızlığa uğrayan sol hareketin, “Devrim Anayasası” olarak adlandırılan metnindeki durumdur. “Devlet din eğitimi yaptıramaz. Özel olarak da din eğitimi yapılamaz.” Yani kökünü kurutmak lazım! (O Anayasa taslağını Hasan CEMAL çok iyi bilir.)

    Arzu ediyoruz ki; sol, yanlış da olsa, ciddi şeyler söylesin de tartışalım, Fakat bilhassa “Cumhuriyet Gazetesi” ekolünden gelenlerin jakoben tavırları devam ediyor. Bu tepeden inmeci yazarların zerre kadar bir fikrî zahmet eğilimine niyetleri ve tahammülleri de yok!

    Oxford'a, Cambridge'e, Sorbon'a, Harvard'a yazılar gönderip sormalı:

    “Başörtüsü ile laikliğin münasebeti var mıdır? Din eğitimi yapıp da başka fakülteye gidenlerin arz ettiği tehlike nedir?” İbret-i alem için sormalı da, cevabını almalı!

    Kendini bilmeyen Batı'yı bilmez. Bilmiyorsunuz. Nitekim, ne ortaçağ'dan, ne rönesans'tan, ne 17. Asırdaki “rönesansı aşma” hamlesinin nasıl gerçekleştiğinden, ne kapitalizm'den, ne sosyalizm'den, ne dünden, ne bugünden, ne de yarından haberiniz var!.. Yazık, çok yazık!




  •  Benim Topiğim :)


     Benim Topiğim :)




    Eski başka, eskimiş başkadır. Nice eskiler vardır ki, hiç eskimezler.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: ğ.


     Benim Topiğim :)


    Türkiye’nin gündeminde yer alan futbolda şike olayına değinen Cübbeli Ahmet Hoca, futbolu “Boş İş” olarak değerlendirdi ve şunları söyledi: “Televizyonda izlenilen diziler, maçlar, vesaireler yerine bugüne kadar vatandaşlarımız dini programlara katılsalar ve dinleselerdi, bu saatleri din ilmine ayırsaydı şimdi herkes bir şeyler biliyor olurdu. O gol atmış, yok bu gol yemiş. Şimdi bakıldığında herkes anladı boş işler olduğunu. Biz demedik mi bu fuzuli işleri bırakın diye. İlla vahiy mi gelmesi lazımdı. Futbol için yok şikeydi de mikey di de, yok o ona para vermiş, yok o buna para vermiş. Gol ye, yok, al bu parayı gol at. Almışlar paraları yatmışlar aşağıya. Millet de, maçta biri gol yedimi kalp krizi geçiriyor. Ne kalp krizi geçiriyorsun Adam kasıtlı yedi golü zaten. Bu milletin gençlerin vakitlerini nefeslerini tükettikleri İngiliz oyunlarına, zehir akıtan dizilerini izleyip alim kesilen insanlar var. Bu işlerle uğraşmamak lazım.”

    Nasıl bir yaratıktır ya bu adam


    On numara yaratık bu adam. Öpüyorum onu sakallarından..


    Yumsak g konu dısına fazla takılma.

    Geldim.




  • Vay be! Ben bu konuyu da diğerleri gibi tamemen boş bir konu sanmıştım.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: etusch

    Vay be! Ben bu konuyu da diğerleri gibi tamemen boş bir konu sanmıştım.





    @MinikYas: Ordakileri gıcık etmesi çok güzel bir zevk. Arda girip bomba atıp kaçıyorum
  • Ben zaten girmiyorum pek 'benim topiğim' lere.

    Yumusak g'yi ( hep etusch alıştırdı, sanki ğ yok klavyede.) görüyordum ben de bir süredir herkes gibi, konu dısından ban yiyip de gelenlerden sanıyordum zaten.


  • Vay be, demek tanımasanız daha neler düşünecekmişsiniz benim hakkımda...

    İnsan merak eder girer bir bakar konuya
  •  Benim Topiğim :)


     Benim Topiğim :)


     Benim Topiğim :)


    Veeeee finallllll;

     Benim Topiğim :)




  • Abi kusurabakma da onlarca benim topiğim geçiyor buradan, bakıp ne yapacağız.

    Aslında daha çok avatarın ve kullanıcı adın olan ğ. bu izlenimi bıraktı bende. Neyse kapatalım bence bu konuyu.

    Ah ah nerde o eski gereksizler.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: MinikYas

    Abi kusurabakma da onlarca benim topiğim geçiyor buradan, bakıp ne yapacağız.

    Aslında daha çok avatarın ve kullanıcı adın olan ğ. bu izlenimi bıraktı bende. Neyse kapatalım bence bu konuyu.

    Ah ah nerde o eski gereksizler.







  • 
Sayfa: önceki 56789
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.