Şimdi Ara

Bakmadığımızda Ay Orada mıdır? (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
46
Cevap
4
Favori
1.496
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
7 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Villentretenmerth

    https://youtu.be/yWO-cvGETRQ

    Kanalı takip ediyorum. Böyle karmaşık denecek bilgileri sade ve anlaşılır bi sekilde anlatıyorlar. Bu konuda da güzel sekilde anlatmışlar. Zaten üstteki mesajımı bu videodan ilham alarak yazmıştım.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Villentretenmerth

    Bilgi dediğimiz şeyi bir bakıma kimlik olarak tanımlayabilir miyiz?Yukarıda attığım videoda çok sade ve eğlenceli bir şekilde anlatmışlar.

    Çevremizdeki iki cismi alırsak birbirinden farli renk ve şekilde bulunurlar. Iletken veya yalitkan olabilirler. Iletim katsayıları farkli olabilir. Uzar gider böyle. Bu farklılık bikac proton elektron ile oluyor temelde. Bu bilgi kimliğinin burda devreye girdiğini düşünüyorum. Sonucta elmas ile kömürün tek farkları atomların diziliş şeklidir. Ama asıl fark sakladıkları bilgide olabilir

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Villentretenmerth

    Bilgi dediğimiz şeyi bir bakıma kimlik olarak tanımlayabilir miyiz?Yukarıda attığım videoda çok sade ve eğlenceli bir şekilde anlatmışlar.

    Sanmam. Bilgi kimlik düzeyime indirgenemez çünkü fazlasıdır ancak Türkçenin bu noktada yetersizliği var. İngilizcedeki "knowledge" ve "information" farklı anlamlara gelen kelimeler olduğu halde Türkçede ikisine de "bilgi" deyip geçiyoruz. Zaten bilginin nasıl tanımlandığı fizikten çok epistemolojinin konusudur ve konumuzla doğrudan alakası yoktur.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Markov-Nikov


    quote:

    Orijinalden alıntı: Villentretenmerth

    Bilgi dediğimiz şeyi bir bakıma kimlik olarak tanımlayabilir miyiz?Yukarıda attığım videoda çok sade ve eğlenceli bir şekilde anlatmışlar.

    Çevremizdeki iki cismi alırsak birbirinden farli renk ve şekilde bulunurlar. Iletken veya yalitkan olabilirler. Iletim katsayıları farkli olabilir. Uzar gider böyle. Bu farklılık bikac proton elektron ile oluyor temelde. Bu bilgi kimliğinin burda devreye girdiğini düşünüyorum. Sonucta elmas ile kömürün tek farkları atomların diziliş şeklidir. Ama asıl fark sakladıkları bilgide olabilir

    Torlak Kemal bu forumda kuantum fiziğinin materyalist ayağının temsilcisi ise ben de kuantum fiziğinin idealist ayağının temsilcisiyim. Konu hassas bir konu. Daha doğrusu bilimin ötesine akıp, felsefenin engin denizine taşan bir konu. Torlak Kemal'in kuantum fiziğine karşı materyalist yaklaşımına her ne kadar saygı duysam da, sınırı aştığı noktada müdahale etme gereği duydum. Yani kendi materyalist bakış açısının, kuantum fiziğinin bilimsel kısmına tecavüz ettiğini görmekteyim. Senin bahsettiğin şu kristalkeşmede kuantum etkilerine ayrıyetten değineceğim. Ancak en başta şu Schrödinger'in Kedisi mevzusunu bi halledelim.



    Torlak Kemal demiş ki, kedinin ölümüne sebep olan atomun ışıyıp ışıma ması, bizim kutuyu açıp, ışıma yapıp yapmadığını gözlemlememize bağlı. Ancak burada durum farklı. Mesela bir elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü dedektör kullanarak öğreniyoruz. Bu durum için Torlak Kemal'in dediği doğru. Dedektörden çıkan foton elektrona çarpıp tekrar dedektöre geri geliyor. Biz de bu sayede elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü ölçebiliyoruz. Ancak ölçmeden önce sonucu asla kestiremiyorum. İşte kuantum fiziğinin özelliği budur. Önceden kestirmenin bir yolu yok.



    Ancak rastgele ışıma yapan atomlarla ilgili yaptığımız deneyler çok farklı. Yani Schrödingerin deneyinde kullanılan dedektör bambaşka bişey. Bu dedektör herhangi bir parçacık göndermiyor. Eğer atom ışıma yaparsa, kendine çarpan fotonu algılıyor. Yani burada hiçbir müdahale sözkonusu değil.



    İşte bazı atomlar, ya ışıma yapıyor, ya da yapmıyor. Neden ışıma yaptı veya yapmadı diye bir soru soramıyoruz. Bu noktada karşımıza kuantum fiziğinin, kendine özgü, rastgelelik duvarı çıkıyor. Biz kuantum fiziğinin rastgeleliğini kullanıyoruz. Mesela bir grup rastgele ışıma yapan atomla, rastgele sayı üreteci yapıyoruz ve bu cihazı bankalar, asla tahmin edilemiyecek, yüksek güvenlikli şifreler üretmek için kullanıyor. Çünkü bilgisayar gibi deterministik neden-sonuç ilişkisine bağlı çalışan makineler, asla gerçek rastgele sayı üretemiyor. Biz de gerçek rastgele sayı üretmek için, kuantum rastgele sayı üreticilerini kullanıyoruz. Çünkü kuantum dünyasında determinizm çöküyor, neden-sonuç ilişkisi diye bişeyden bahsetmek mümkün olmuyor.



    Peki bu atomaltı dünyadaki, neden-sonuç ilişkisine dayanmayan, fizik kurallarına uymayan, neyin karar verdiği belli olmayan durumlara kim karar veriyor? Bunu asla bilemiyoruz. İşte bu yüzden Einstein, Tanrı zar atmaz diyerek kuantum fiziğinin bilimde yeri olmadığını söylemişti. Ancak Bohr, Einstein'a, Tanrıya ne yapıp yapmayacağını söylemeyi kes diye karşı çıkmış ve kuantum fiziğinin savunucusu olmuştu. Zaman Einstein'ın ölümünden sonra Bohr'un haklı olduğunu ortaya koydu. Kuantum fiziği, bu evrenin bir gerçeğidir. Ölçülen bir elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü ölçerken, hangi sonuç çıkacağına karar veren mekanizmayı asla bilemiyoruz. Bazı modern idealist filozoflar, evrendeki bu atomaltı dünyadaki olasıklı yapının, Tanrı'nın faaliyet alanı olduğunu söyler. Çünkü Tanrı' nın evrene müdahale ederken, fizik kurallarını bozmaması için, böyle esnek bir tampon bölge gereklidir. Kuantum fiziği ile bu tampon bölge keşfedilmiştir.



    Gelelim Schrödinger'in kedisine. Bu deney aslında birşeyleri açıklamak için ortaya konmamıştır. Aksine, kuantum fiziği ile allak bullak olan beyinlerimizi, biraz daha yormak için ortaya atılmış bir paradokstur. Bilim adamının en makbul olanı, en iyi cevap veren değil, en zor soruyu sorandır. Schrödinger de kuyuya taşı atıp, 40 tane dahinin çıkarmasını istemiştir.



    Peki bu deney bize neyi soruyor? Deneye baktığımızda, atom ışıma yapıyor, dedektör bunu algılayıp mekanizmayı harekete geçiriyor, mekanizma şişeyi kırıyor, şişenin içindeki zehir ortama yayılıp kediyi öldürüyor. Şimdi tersten başa gidersek, kedinin ölümünün sebebi siyanür, siyanürün ortama dağılmasının sebebi şişenin kırılması, şişenin kırılmasını sebebi mekanizma, mekanizmanın harekete geçmesinin sebebi dedektör, dedektörün harekete geçmesinin sebebi atomun ışıma yapması. Peki atomun ışıma yapmasının sebebi ne? İşte burda klasik fizik bitiyor, bilim bitiyor. Kuantum fiziği devreye giriyor ve bize diyor ki, atomun ışıma yapıp yapmayacağına karar veren mekanizmanın kapısı sana kapalı. Bunun bilgisine ulaşamazsın. İki milyar ışık yılı ötede, iki tane karadelik çarpıştığı için bu atom ışıma yaptı diyemezsin. Veya birinin cep telefonu çaldı da, atım bu yüzden elektromanyetik dalgadan etkilenip ışıma yaptı diyemiyosunuz. İşte Schrödinger'in Kedisi deneyi, kedinin ölüm nedenini, nedenselliğin çöktüğü kuantum ölçeğine bağlamaktır.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kingman29


    quote:

    Orijinalden alıntı: Markov-Nikov


    quote:

    Orijinalden alıntı: Villentretenmerth

    Bilgi dediğimiz şeyi bir bakıma kimlik olarak tanımlayabilir miyiz?Yukarıda attığım videoda çok sade ve eğlenceli bir şekilde anlatmışlar.

    Çevremizdeki iki cismi alırsak birbirinden farli renk ve şekilde bulunurlar. Iletken veya yalitkan olabilirler. Iletim katsayıları farkli olabilir. Uzar gider böyle. Bu farklılık bikac proton elektron ile oluyor temelde. Bu bilgi kimliğinin burda devreye girdiğini düşünüyorum. Sonucta elmas ile kömürün tek farkları atomların diziliş şeklidir. Ama asıl fark sakladıkları bilgide olabilir

    Torlak Kemal bu forumda kuantum fiziğinin materyalist ayağının temsilcisi ise ben de kuantum fiziğinin idealist ayağının temsilcisiyim. Konu hassas bir konu. Daha doğrusu bilimin ötesine akıp, felsefenin engin denizine taşan bir konu. Torlak Kemal'in kuantum fiziğine karşı materyalist yaklaşımına her ne kadar saygı duysam da, sınırı aştığı noktada müdahale etme gereği duydum. Yani kendi materyalist bakış açısının, kuantum fiziğinin bilimsel kısmına tecavüz ettiğini görmekteyim. Senin bahsettiğin şu kristalkeşmede kuantum etkilerine ayrıyetten değineceğim. Ancak en başta şu Schrödinger'in Kedisi mevzusunu bi halledelim.



    Torlak Kemal demiş ki, kedinin ölümüne sebep olan atomun ışıyıp ışıma ması, bizim kutuyu açıp, ışıma yapıp yapmadığını gözlemlememize bağlı. Ancak burada durum farklı. Mesela bir elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü dedektör kullanarak öğreniyoruz. Bu durum için Torlak Kemal'in dediği doğru. Dedektörden çıkan foton elektrona çarpıp tekrar dedektöre geri geliyor. Biz de bu sayede elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü ölçebiliyoruz. Ancak ölçmeden önce sonucu asla kestiremiyorum. İşte kuantum fiziğinin özelliği budur. Önceden kestirmenin bir yolu yok.



    Ancak rastgele ışıma yapan atomlarla ilgili yaptığımız deneyler çok farklı. Yani Schrödingerin deneyinde kullanılan dedektör bambaşka bişey. Bu dedektör herhangi bir parçacık göndermiyor. Eğer atom ışıma yaparsa, kendine çarpan fotonu algılıyor. Yani burada hiçbir müdahale sözkonusu değil.



    İşte bazı atomlar, ya ışıma yapıyor, ya da yapmıyor. Neden ışıma yaptı veya yapmadı diye bir soru soramıyoruz. Bu noktada karşımıza kuantum fiziğinin, kendine özgü, rastgelelik duvarı çıkıyor. Biz kuantum fiziğinin rastgeleliğini kullanıyoruz. Mesela bir grup rastgele ışıma yapan atomla, rastgele sayı üreteci yapıyoruz ve bu cihazı bankalar, asla tahmin edilemiyecek, yüksek güvenlikli şifreler üretmek için kullanıyor. Çünkü bilgisayar gibi deterministik neden-sonuç ilişkisine bağlı çalışan makineler, asla gerçek rastgele sayı üretemiyor. Biz de gerçek rastgele sayı üretmek için, kuantum rastgele sayı üreticilerini kullanıyoruz. Çünkü kuantum dünyasında determinizm çöküyor, neden-sonuç ilişkisi diye bişeyden bahsetmek mümkün olmuyor.



    Peki bu atomaltı dünyadaki, neden-sonuç ilişkisine dayanmayan, fizik kurallarına uymayan, neyin karar verdiği belli olmayan durumlara kim karar veriyor? Bunu asla bilemiyoruz. İşte bu yüzden Einstein, Tanrı zar atmaz diyerek kuantum fiziğinin bilimde yeri olmadığını söylemişti. Ancak Bohr, Einstein'a, Tanrıya ne yapıp yapmayacağını söylemeyi kes diye karşı çıkmış ve kuantum fiziğinin savunucusu olmuştu. Zaman Einstein'ın ölümünden sonra Bohr'un haklı olduğunu ortaya koydu. Kuantum fiziği, bu evrenin bir gerçeğidir. Ölçülen bir elektronun sağa mı yoksa sola mı döndüğünü ölçerken, hangi sonuç çıkacağına karar veren mekanizmayı asla bilemiyoruz. Bazı modern idealist filozoflar, evrendeki bu atomaltı dünyadaki olasıklı yapının, Tanrı'nın faaliyet alanı olduğunu söyler. Çünkü Tanrı' nın evrene müdahale ederken, fizik kurallarını bozmaması için, böyle esnek bir tampon bölge gereklidir. Kuantum fiziği ile bu tampon bölge keşfedilmiştir.



    Gelelim Schrödinger'in kedisine. Bu deney aslında birşeyleri açıklamak için ortaya konmamıştır. Aksine, kuantum fiziği ile allak bullak olan beyinlerimizi, biraz daha yormak için ortaya atılmış bir paradokstur. Bilim adamının en makbul olanı, en iyi cevap veren değil, en zor soruyu sorandır. Schrödinger de kuyuya taşı atıp, 40 tane dahinin çıkarmasını istemiştir.



    Peki bu deney bize neyi soruyor? Deneye baktığımızda, atom ışıma yapıyor, dedektör bunu algılayıp mekanizmayı harekete geçiriyor, mekanizma şişeyi kırıyor, şişenin içindeki zehir ortama yayılıp kediyi öldürüyor. Şimdi tersten başa gidersek, kedinin ölümünün sebebi siyanür, siyanürün ortama dağılmasının sebebi şişenin kırılması, şişenin kırılmasını sebebi mekanizma, mekanizmanın harekete geçmesinin sebebi dedektör, dedektörün harekete geçmesinin sebebi atomun ışıma yapması. Peki atomun ışıma yapmasının sebebi ne? İşte burda klasik fizik bitiyor, bilim bitiyor. Kuantum fiziği devreye giriyor ve bize diyor ki, atomun ışıma yapıp yapmayacağına karar veren mekanizmanın kapısı sana kapalı. Bunun bilgisine ulaşamazsın. İki milyar ışık yılı ötede, iki tane karadelik çarpıştığı için bu atom ışıma yaptı diyemezsin. Veya birinin cep telefonu çaldı da, atım bu yüzden elektromanyetik dalgadan etkilenip ışıma yaptı diyemiyosunuz. İşte Schrödinger'in Kedisi deneyi, kedinin ölüm nedenini, nedenselliğin çöktüğü kuantum ölçeğine bağlamaktır.

    Dediğin gibi kuantum dünyasında nedenselligin olmamasına atomların yaptığı ışıma güzel bir örnek olur. Fakat şu kedi olayına biraz felsefi yaklaşıyorum. Çünkü schrödinger ortaya bir paradoks atmış. Bu paradoksla uğraşanlar ise bunu çözmeye, yorumlamaya çalışırlar. Sen nedenselligin olmayışını gösterdiğini söylersin. Ben ise mikroevrenin makroevreni etkilemesini anlattığını söylerim. İki fikrin de dogrulugunu tartisabiliriz fakat bu paradoksda hangisinin anlatılmaya çalıştığını kanitlayamayiz. Neden kediyi kullandığını da bilemeyiz. Erwin amca yaşasaydı o zaman net cevabı alırdık :)

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • teknik kısım hakkında haliyle detaya giremiyoruz. ancak şunu söyleyebiliriz. gözlem süresi diye bi kavram oluşturur isek gözlem dışı bi sürenin de varlığını hesaba katarsak bakmadığınızda ay orada mı dedikten sonra, görmediğinizde ay orada mı ve sonrasında göremeyip bakamayacak hale geldiğinizde de mi ay orada diye bi süreçten bahsedilebilir.

    insanın gözü ışığı yorumlar(bence karanlığı yorumlar) bu yorumu yapamayacak haller çeşitlidir. mesela insan ölse bu yorumlama yetisi biter. bu esnada ayın orada olması konusu bence bilinmezdir.

    mekan ve zaman birlikteliğine tabi ik farklı cisim var. bizler ay merkür mars vs. güneş zamanına ve onun aydınlattığı mekana tabi olarak bi sitemin parçasıyız. bu açıdan birinin diğerine göre varlığı güneşin varlığını esas alır. sizin zaman ve mekanınızdan (bu zaman ve mekan diliminde olduğunuz an için geçerli) ayrıksı bi varoluş mümkün değildir.

    güneşe tabi zaman ve mekanı algıladıkça ay orada olmalı.

    ancak mesela yerin altına girdiğinizde ve mekanınız aynı şekilde daraltıldığında bu kere ışık ve daraltılan mekandan dolayı mekan yitimine uğrarsınız. ışığın olmaması cismin varlığını karartır ve bu esnada mekanın daraltılması denen şeyde ayrıksı cisimlerde aynı oranda daraltılmaya yani üst üste binip aynileşmeye başlar.

    sistemimizi daraltırsanız ve bunu ışığın azalması ilkesine göre yaparsanız cisimlerin yörüngelerini en uzak sitem elemanına doğru uzaklaştırdığını görürsünüz. yani güneşten uzaklaşmaya başlayan bi yapı görülür.

    burada mekanın bilinen sisteme göre daraltılması güneşe doğru değil güneşten dışarı doğru bi salınıma neden olacaktır. yani bilinen manada ay bi yerdedir ancak orada değildir denebilir. güneş sisteminin dışına doğru harekete başlar. bu hareketin yukarı aşağı sağ sol gibi bi yönü olmayabilir veya belirlenemez ancak bu uzaklaşma olacaktır. yön dünyaya yönelik olursa dünya ve ay birleşebilir.

    ışığın azaltımı ve mekanın daraltılması denen süreç bi nevi kara deliğe benziyor. insan gözünün ışığı anında yuttuğunu ve dışarı bırakmadığını düşünelim ki öyledir. gördüğünüz şeyi görmüşsünüzdür bunu değiştiremezsiniz ve bütün ışığı çekiminizden isteseniz de kaçıramazsınız.

    bu nedenle ışık esasen azaltılmış ve mekana hapsedilirken daraltılmış bi mekana yöneltilmiştir.

    baktığınızda orada olan şey aslında bakmadığınızda da oradadır derken bu gözün yapısı ile ilgili olmalıdır. zira ay bi kere sizin olay ufkunuza düşmüştür.

    bu olay ufkundan kurtulması gereken şey ay olmalı. yani sizin bu konuda bi çaba göstermenizi beklemek beyhudedir. bakmadığınızda dahi ay orada mı sorusunun öznesi aslında insan değil aydır. ayın sizin olay ufkunuzdan kurtulması gerekiyor.

    ay bunu ışığın hızını geçerek yapabilir. bunun için 300 bin km den uzak bi yerde olması gerekir. ay aslında baksanız da orada değildir diyebildiğiniz an ay sizin olay ufkunuzdan kurtulmuş olarak sizin algısal dünyanızda yeniden yaratım denen şeye tabi olacaktır. yani cisim orada değil ancak orada dediğiniz her an cisim an ve an yaratılmış gibi gözükmektedir.

    bu açıdan bence ay insan retinasına düşmüş bi görüntü olarak vardır. bu görüntü ezberlenmiş ve her aya baktığımızda bu ezberi görmekteyizdir. bu ezber zaman ve mekan bakımından uyumsuz olanı uyumlu hale getirdiği bi karadelik(gözümüzde) de mevcuttur.

    yani biz esasen ayı gördük ancak ona bakamadık ancak baktığımızda gördüğümüz şeyi ezberledik ve bu görüntü bizde kayıtlandı. biz her daim bu kaydı görüyoruz. zira bizim gözümüze göre her kayıt naklen değil banttan olmak zorunda.

    bu husus bi kısım açıklamalar gerektiriyor.




  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.