Şimdi Ara

Bahçeli: Vahdettin hain değildir. (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
161
Cevap
0
Favori
4.463
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
13 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • 0zkanK. kullanıcısına yanıt

    İhtimal vermiyorum öyle bişey söylediğine, bir tarih kapandı filan niye desin, Vahdettin ne yapmışta, ne başarmışta bir tarih kapandı desin. Fatih ve Kanuni gibi padişahların arkasında söylense anlarım, da hiç mantıklı gelmiyor bana.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bugün okullarda inkılap derslerinde İstanbul hükümeti ve Vahdettinin Milli Mücadeledeki rolüne çok az değinilir.Özellikle Milli Mücadele yıllarında Anadolu'da bizzat İstanbul hükümeti ve Vahdettin'in kışkırtmaları ile Ankara'ya karşı çıkan 20 küsur 'din' temelli iç isyandan neredeyse hiç bahsedilmez.Bu isyanlar nelerdi,nasıl çıktı,etkileri ne oldu ve nasıl bastırıldı gibi konulara neredeyse hiç değinilmez.


    Durum bu olunca Vahdettin masum ve mazlum konumuna sokulur oldu.Zira o yıllarda Anadoluda nelerin yaşandığı bugün okullarda dahi öğretilmiyor.Özellikle son 20 yıldır ise peyder pey Milli Mücadele tarihi geri plana atılarak önemsizleştirilmeye ve alternatif zaferler ön plana çıkartılır oldu.Yoksa 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi'nin tam 30 Ağustos zafer haftasında ön plana çıkartılması tesadüf mü?Ya da okullarda ve statlarda milli bayramların coşkuyla kutlanmasının engellenmesi,andımızın yasaklanması vs hep tesadüfen olan şeyler mi?


    Amaç Milli Mücadele tarihini gerçeklerden ve yaşanmışlıklardan kopuk birşekilde tamamen ideolojik çerçevelerle yeniden yazmak..Siz 'Yalan yazan tarih utansın' diyenlerin bir kere bile olsun kendilerine bu sloganı ezberleten kesimlerin anlattığı tarihi sorguladıklarını hiç gördünüz mü?Ya da bu sloganı ortaya atanların söylediklerinde samimi olduğunu mu sanıyorsunuz?


    Bu kesimin nasıl bir tarih anlayışında olduklarını anlamak için Milli Mücadele ve Vahdettin konusuna bakmak yeterlidir.Bu ülkede daha birkaç hafta önce bu ülkenin TBMM başkanlığını yapan bir zat çıkıp ''Milli Mücadelede hiç silah sıkılmadı ki..Düşmanlar alacaklarını alıp kendiliğinden çekildiler'' derken birkaç hafta sonra bu zatın da bulunduğu kesim ''Milli Mücadeleyi planlayan ve yöneten Vahdettindir.M.Kemal'i Milli Mücadeleyi başlatsın diye Anadolu'ya o göndermiştir daha sonra ise TBMM tarafından sürgün edilmiş ve o da Türkiye iç savaşa sürüklenmesin diye ülkeden ayrılmıştır'' dediklerine şahit olduk ve olmaya devam ediyoruz.


    Şimdi 'yalan yazan tarih utansın' ekolünden gelenlere sormak lazım milli mücadele oldu mu olmadı mı?


    Görüleceği üzere maksat tamamen kendi ideolojik görüşleri çerçevesinde yalanlarla ve uydurmalarla yeni bir milli mücadele tarihi yazmak.Gerçekler vs zerre umurlarında değil.İşlerine gelmedi mi ''milli mücadele olmamıştır'' derler işlerine geldi mi ''Milli mücadeleyi Vahdettin başlattı'' derler ve bunu diyenler utanmadan ortalıkta 'yalan yazan tarih utansın' diyerek dolaşmaya da devam ederler.


    Ne de olsa memlekette gerçekler değil 'sloganlar','hayaller','efsaneler' vs daha çok tutuyor.


    Vahdettine kısaca değinmem gerekirse öncelikle Vahdettinin tahtta çıktığı dönemi iyi bilmek gerekiyor.Vahdettin 4 Temmuz 1918'de tahtta çıkmıştır.Aslında böyle birşeyi hayatı boyunca hiç hayal etmemiştir.Zaten Vahdettinden önce veliaht şehzade Yusuf İzzeddin Efendi idi.Ancak o 1 Şubat 1916'da intihar edince kendisini birden bire veliaht olarak bulmuştur.Bu nedenle Vahdettin tahtta çıktığı ilk gün 'Ben bu makam için hazırlanmadım.Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layikiyle tahsil edemedim.Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı.Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim.Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhde eyledim.Şaşmış bir haldeyim,bana dua ediniz'' diyerek durumunu açık yüreklilikle ifade etmiştir.


    Vahdettin tahtta çıktıktan birkaç ay sonra malum 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes anlaşması ile Osmanlı devleti Dünya savaşından çekilmiş ve bir süre sonra Almanlarında teslim olmasıyla İttifak devletleri tamamen yenilmiş oldular.Bundan sonra Avrupa'da Vahdettini etkileyen ve muhtemelen hiç beklemediği iki olay yaşandı.Yüzlerce yıl Almanya'ya hükmeden Hohanzollern hanedanlığı ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna hükmeden Harsburg hanedanlığı devrildi.Hem Almanya hem de bölünen Avusturya ve Macaristanda Cumhuriyet ilan edildi.Bunlardan önce zaten 1917 Ekim devrimiyle yüzlerce yıl Osmanlıya düşmanlık etmiş olan Romanov hanedanlığı devrilmiş ve bir süre sonra Çar ile ailesi devrime tehlike oluşturdukları gerekçesiyle Bolşevikler tarafından kurşuna dizilerek katledilmişti.O yıllarda İstanbul'un Romanov hanedan üyelerine ve Çarlık ordusuna bağlı subaylar/bürokratlar için bir nevi sürgün yeri olduğunu da unutmamak gerekiyor.


    Yani Vahdettin tahtta çıktıktan sonra yüzlerce yıl Avrupa siyasetine yön veren ve zaman zaman Osmanlı ile dost/düşman olan hanedanlıkların kolaylıkla devrilebildiğini ve dahası bir hükümdar ve ailesinin katledilebileceğine şahit olmuştu.Doğal olarak Vahdettin Osmanlı hanedan reisi olarak ilk önceliğini tahttını ve hanedanının geleceğini korumaya verdi.En büyük korkusu İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından tahttan indirilmek ve hanedanının iktidarına 'kesin' birşekilde son verilebileceği ihtimaliydi.Zaten bu tutumunu Atatürk defalarca Nutukta belirtir.Hatta Falih Rıfkı Atay ile yaptığı görüşmede Vahdettinin bu ruh halinde olduğunu açık açık söyler.


    Bundan dolayı Vahdettin I.Dünya Savaşı galipleri ile iyi geçinmeyi ve her ne derlerse kabul etmeyi kendine vazife olarak bildi.Zaten işgallerin ilk yıllarında işgallere tepki gösterenlere karşı İstanbul hükümeti ve Padişahı'nın tavsiyeleri ''sabır' ve ''İngilizleri kızdıracak hareketlere girişmemek' yönünde olmuştu.Vahdettinin stratejisi İtilaf güçlerinin Anadolu'yu istedikleri gibi paylaşmalarına karşı gözlerini kapatmak suretiyle tahtını ve hanedanının iktidarını korumak olmuştur.Türk milletinin kaderi ikinci kademedeydi.Kısaca önce hanedan sonra Türk milleti geliyordu.


    Şimdi elbette 'Gözlerini kapatmayıp ne yapacaktı?Elinde güç ve kuvvet var mıydı?'' diyenler olacaktır.Evet,İstanbulda olduğu için hiçbir şey yapamazdı ancak İtilaf devletlerine boyun eğmek yerine ''İşgal altındaki bir şehirde padişahlık ve halifelik yapamam' diyerek tahttan çekilebilirdi.Böylece İngilizlerin ve Yunanlıların elinden Padişah ve halife kozunu tereyağından kıl çeker gibi almış olurdu.Ancak o bunu dahi yapmayarak İtilaf güçlerinin elinde kullanılışlı bir araç olmayı tercih etti.İngilizler Padişahtan aldıkları güçle Sevr projesini hazırladılar ve bunu Vahdettinin atadığı Osmanlı delegelerine imza ettirdiler.Ne komik değil mi?Bugünlerde ise ‘’Vahdettin Sevr anlaşmasını imzalamadı’’ palavrasını sıklıkla dillerine dolalarlar.Sanki Sevr anlaşmasını imzalayan Osmanlı delegeleri başkasının onayı ve oluru ile Sevr anlaşmasını imzaladı…


    Şimdi biraz da Vahdettin ve Anadolu ilişkilerine değinelim.Vahdettin 19 Mayıs 1919'da Anadolu'da başlayan milli hareketi doğrudan tahtına ve hanedanına yönelik bir tehdit olarak görmeye başlamıştır.Özellikle Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa'nın 'geriye dön' emirlerine itaat etmemesi,Padişah'ın ''işgallere karşı sabırlı olun' şeklinde ki buyruklarına rağmen işgalleri protesto ettirmesi,beyannameler yayınlaması,görevinden azil edip üstüne Kazım Karabekir Paşa’ya tutuklama emri vermesine rağmen Kazım Karabekir’in bu emri dinlemeyip hiçbir askeri yetkisi olmayan Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer alması ve kongreler toplamaya başlaması ile Anadolu'da yükselmeye başlayan milli hareketi kendisi ve hanedanına yönelik bir hareket olarak değerlendirmiştir.Zira bunlar Padişahın yani kendisinin emirleri dahilinde değil kendisinin görevli olarak gönderdiği Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılıyor ve üstelik en kötüsü Mustafa Kemal Paşa,Padişahı milli mücadele içinde göstererek ''Padişahımız işgal altındaki bir şehirde olduğu için rahat davranamıyor.Yoksa oda bizim gibi düşünüyor'' diyerek kendisine meşrutiyet sağlamaya çalışıyordu.Halbuki bu tür söylemler işgal altındaki İstanbul'da Vahdettin'in tahtı ve hanedanının iktidarı için bir tehdit olabilirdi.İngilizler sırf bu yüzden kendisini tahttan indirip hanedanını iktidardan men ederlerse ne olacaktı?İşte bundan dolayıdır ki Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da Padişah'ı milli mücadele içinde gösterir şekilde konuştuğunda İngilizlere bağlılık bildirmekten geri durmamıştır.Mesela bir iki örnek vermek gerekirse;


    -Vahdettin,15 Temmuz 1919’da The Morning Post gazetesi muhabirine der ki;’’Ben daima İngiltere’ye hayranlık besledim ve daima İngiltere’ye dost bir siyasetin destekleyicisi oldum’’ (Jeschke,İng.Belgeleri,s.5)


    -1919 Temmuz ortalarında,R.Mümtaz Paşa ve saray mabeyncilerinden Emin Bey,Vahdettinin talimatı ile İsviçre’deki İngiliz elçisine de ‘’İngiliz himayesini isteyen bir muhtıra’’ verirler (S.Akşin,İstanbul hükümetleri,s.407)


    -22 Temmuz 1919’da İngiliz ve Fransız Yüksek Komiserleri şu karara varırlar:’’Padişahın desteklenmesi ve her çeşit ihtilale karşı konulması.’’ (B.N.Şimşir,İngiliz Belgelerinde,1.C.,s.XXXIII/48)


    -30 Temmuz 1919’da Damat Ferit,İngiliz Yüksek Komiserliğinden Hohler’e ‘’Yalnız Allah’a ve İngiltere’ye güvendiğini’’ tekrarlar (B.N.Şimşir,İngiliz belgelerinde,1.C.,s.XXXVIII/66)


    -5 Ağustos 1919,Amiral Calthorpe’den Lord Curzon’a ‘’Bugünkü Osmanlı hükümetinin desteklenmesine karar verildiğini’’ bildirir (B.N.Şimşir,İngilz Belgelerinde, 1.C., s.XXXIX/69)


    -D.Ferit,13 Eylül 1919’da,yeni Yüksek Komiser de Robeck’i ziyaret ederek,’’Milli hareketi ezmek için ya bir Türk kuvvetinin gönderilmesine izin verilmesini ya da müttefiklerin stratejik noktaları işgal etmelerini’’ önerir (S.Akşin,İstanbul hükümetleri,s.578;ilgili belge:FO 371/4158-129060;E.Ulubelen,s.198;T.Boytok,İngiliz Kaynaklarından Türk kurtuluş Savaşı,s.39)


    -Amiral de Robeck’in 19 Eylül 1919 günlü raporu : ‘’Şimdiki Osmanlı hükümetinin desteklenmesi,hükümet değişikliğinin arzu edilmeyeceğini’’ bildirir (B.N.Şimşir,İngiliz Belgelerinde,1.C.,s.XLIX/107)


    -30 Eylül 1919’da,Amiral de Robeck’ten Lord Curzon’a :‘’Sultan,İngiliz otoritelerinden,kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi’’ (E.Ulubelen,s.201,belge no:530)



    Görüldüğü üzere özellikle Erzurum ve Sivas kongreleri esnasında Padişah İngilizlere olan bağlılığını her fırsatta bildirmiş ve İngilizlere 'Milli Mücadeleye dahil değilim' teminatı vererek kendisinin olası bir ihtilale karşı savunulmasını istemiştir.Şimdi 'işgal altındaki bir şehirde ne ihtilali?'' diyenler olacaktır.O dönem İtilaf güçleri genel olarak İstanbul'u tamamen işgal etmiş değillerdir.Ağırlıklı olarak deniz gücüyle İstanbul'da bulunuyorlardı.Ancak 16 Mart 1920'de tüm İstanbul İtilaf güçlerinin kara unsurları tarafından işgal edilecektir.O vakte kadar Vahdettin olası bir Saray baskını ile tahttan indirilmekten çekiniyor ve İngilizlerden teminat talep ediyor.


    Vahdettin yalnızca İngilizlere sözlü olarak teminat vermemiştir.Anadolu'da ki askeri birlikleri ve ahaliyi önce Temsil-i Heyet'e ardından Ankara'da ki meclise karşı kışkırtmıştır.İstanbul hükümetiyle beraber Milliyetçileri 'asiler' olarak damgaladıktan sonra Anadolu'da yükselen Milli Hareketi 'Bolşevik' hareketine benzeterek Anadolu halkını 'din' adına ayaklandırmaya çalışmıştır ve bunda da ne yazık ki başarılı olmuştur.Özellikle 19 Mayıs 1919'dan Sakarya zaferinin kazanıldığı 13 Eylül 1921'e kadar Anadolu'da 20'ye yakın iç isyan çıkmıştır.Hatta bu isyanların zaman zaman Ankara'ya yaklaştığı ve Ankara'da ki milliyetçilerin canlarının doğrudan tehlike altına girdiği anlarda olmuştur.Mesela İstanbul'un resmen işgalinden sonra Ankara'ya geçen Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar Ankara'nın isyancılar tarafından ele geçirilmesi ihtimaline karşılık yanlarında zehir taşımışlar ve isyancılar tarafından linç edilerek katledilmektense zehir içerek intihar etmeyi planlamışlardır.


    Mesela o ilk zamanlarda Ankara yakınlarında isyancı birliklerin görüldüğü haberi duyulur ancak o anda Ankara'da şehri savunmak üzere bir askeri birlik dahi yoktur.Var olan askeri birlikler ve Kuvay-ı Milliye birlikleri çevrede çıkan diğer isyanları bastırmakla uğraşmaktadılar.Bu yüzden Mustafa Kemal Paşa Denizli civarında bulunan Refet Paşa'ya telgraf çekerek elde hangi birlik varsa acele Ankara'ya gönderilmesini emreder.Refet Paşa zar zor bulup bir araya topladığı 120 kadar askeri o dönem Üsteğmen olan Şerif Güralp'in emri altında Ankara'ya yollar.Şerif Güralp anılarında Ankara vali vekili Yahya Beyin kendilerini şehrin kapısında karşılayarak ''Yarabbi,bugünleride gördük.Sana şükürler olsun!'' diyerek boynuna sarıldığını söyler.Yine anılarında Ankara'da ki vahim durumu şöyle anlatır;


    'Mustafa Kemal Paşa'nın bulunduğu Ziraat mektebi binasına gittim.Paşa'nın kapısını vurarak içeri girdim.Paşa ile İsmet bey (İnönü) dar,çıplak bir tahta kanepenin üstüne yan yana oturmuşlardı.Vaziyet aldım.Selamlayıp tam haberi vermek istedim fakat Mustafa Kemal birden kolumdan yakaladı.Beni çekti.İkisinin arasına oturttu.Sıkıştı.Şaşırdım fakat o bağırarak:


    -Bırak şimdi bunları! Şurada üç kişiyiz.Ne yapacağız,onu düşünelim..


    Elime bir de sigara tutuşturdu.Ben şaşırmıştım.Bu telaşın sebebini anlayamıyordum.Ankara'daydık.Milli Mücadelenin merkezindeydik.Düşman karşısında değildik ki...Birkaç cümle konuşur konuşmaz İsmet bey bana hemen şu emirleri verdi


    -Şimdi derhal askerlerini toplayacaksın.Hemen tahkimata başlayacaksın.Bu binanın etrafı ve bu tepe tahkim edilecek.Akşamüzeri tahkimatı teftiş edeceğim!


    Daha çok şaştım.Bu tepenin tahkimi!Peki ama,kime karşı,niçin?


    Hemen tahkimata giriştik.Akşamüzeri İsmet bey geldi.Siperleri inceden inceye tetkik etti.Ateş istikametini,görüş sahalarını inceledi.Yapılanları beğenedi.Sonra emrini verdi:


    -Hemen nöbetçilerini çıkar.Çok dikkatli ol!


    Akşam kararıp da gece basınca,bu telaşların sebepleri anlaşıldı.Bulunduğumuz tepeyi saran bahçelerin içinden silah sesleri gelmeye başladı.Bunları atanlar kimlerdi?Niçin ateş ediyorlardı?Bunları anlamak,inip tartışmak da mümkün değildi.O gece sabaha kadar,Mustafa Kemal Paşa'nın birkaç defa kucağında flintasıyla,gündüz kıyafetiyle kendini binadan dışarıya ve kazdığımız siperlere attığını gördüm.


    Ama birkaç gün sonra iş daha da sıkışır.Karargahtaki bu tehlikeli duruma bakmayarak bana,kuvvetimin yarısını alıp hemen batıda görünen Ayaş tepelerine, isyancılara karşı harekete geçmem emredildi.''


    Yine Mustafa Kemal Paşa'nın emri ile Antepten 70 kişilik Süvari müfrezesiyle yardıma gelen Kılıç Ali anılarında o dönemki Ankara'yı şöyle anlatır;


    'Ankara'ya 70 kişilik bir süvari müfrezesiyle gelmiştim.O tarihte Ankara'da bu kuvvetten başka,hemen hemen hiçbir kuvvet yoktu.Ama benim bu kuvvetim birkaç gün sonra,fena vaziyette sıkışmış bulunan ve askerleri diri diri kesmek suretiyle vahşetlerini artıran Bolu asileri üzerine sevk edilmişti.


    Yine Kılıç Ali'nin bir başka hatırası şöyledir;


    ''Meclis binasındaydım.Vakit akşama doğru ve geceydi.Müzakere hararetle devam ediyordu.Bu sıralarda Mustafa Kemal beni,Birinci Büyük Millet Meclisi binasının arkadaki küçük riyaset odasına çağırdı.Ayakta,pencerenin kenarında,eliyle işaret ederek,Etlik eteklerinden şehre doğru inen bir kuvveti gösterdi.Dürbün olmadığı için kuvvetin mahiyet ve miktarını tayin müşküldü.Meclisi heyecana sürüklemeden,müfrezemi alarak asileri,daha eteklerden aşağıya inmeden önlememi emretti''


    Görüleceği üzere Anadolu'da Ankara'ya karşı İstanbul hükümeti ve Vahdettinin kışkırtmalarıyla çıkan bu iç isyanlar öyle hafife alınacak bir şey değildir.Eğer bu isyancılardan bazıları savunmasız Ankara şehrini ele geçirselerdi ya da bizzat Ankara'da bir isyan çıksaydı Mustafa Kemal Paşa dahil şehirdeki tüm milliyetçilerin katledilmesi kaçınılmaz olurdu.Zaten Padişah ve halife Vahdettin tarafından Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 'asi' ilan edip haklarında 'idam kararı' verilmişken kurtulmaları imkansız olurdu.


    Yine Milli Mücadele'nin ilk zamanlarında Ankara'nın askeri açıdan zayıflığı bir dönem Kuvay-ı Milliye safında yer alan Kuvay-ı Milliye birliklerinin de dikkatini çekiyordu.Mesela Çerkes Ethem ve ona bağlı Kuvay-ı Seyyare isimli birlikler Ankaradaki paşaların askeri kudretinin kendilerine bağlı olduğunu ve kendilerinden daha zayıf konumda olduklarını farkettikçe Ankara'nın emirlerine uymamaya ve Ankara'da ki paşalarla restleşmeye ve çekişmeye başlamışlardı.Nitekim daha sonra düzenli ordu kurulunca düzenli ordunun gücünü hafife almışlar ve Ankara'ya karşı isyan etmişlerdir.Ancak isyanları yeni kurulan 'ordu' gücü karşısında başarılı olamamıştır.Üstelik bu isyan tam da Yunan ordusu İnönü mevzilerine doğru harekete geçtiğinde yaşanmıştı.Yeni kurulan düzenli ordu hem Yunan hem de isyancı Kuvay-ı Seyyare birlikleriyle savaşmış ve galip gelmiştir.


    Kısacası Milli Mücadele döneminin ilk zamanlarında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tam anlamıyla kelle koltukta yaşamışlar ve her an öldürülme riski ile yüz yüze gelmişlerdir.Buna neden olanda İtilaf güçleri değil bizzat İstanbul hükümeti ve Padişahın Anadoludaki halkı Ankara'ya karşı kışkırtması ve 'din' temalı isyanlar tertip ettirmesiydi.


    Ancak bunlar detaylı birşekilde okullardaki İnkılap tarihi derslerinde anlatılmaz.Adeta üstü örtülmek,unutturulmak istenir.Durum bu olunca da Vahdettin 'masum' ve 'mazlum' birisi olup çıkar.


    Son olarak Vahdettinin ülkeden ayrılmasına değinmek istiyorum.Vahdettin Türk ordusu 30 Ağusto 1922'de Anadolu'da kesin zafer kazanınca Türk ordusunu tebrik bile etmemiştir.Bu tutumu I.ve II.İnönü ile Sakarya Zaferlerinde de sürdürmüştür.Hadi o savaşlarda henüz Anadoluda Yunan ordusu tam olarak imha edilememişti ve bu nedenle Türk ordusunu tebrik etmesi kendisi açısından tehlikeli olabilirdi.Ancak 30 Ağustos 1922'de ki zaferde de Türk ordusuna kutlama mesajı yayınlamaması hangi tarafta olduğunu açıkça gösterir.Zaten bu tutumu İngilizleri bile şaşırtmış ve Padişah'ın sadece tahtını düşündüğüne dair izlenimleri raporlarına yansımıştır;


    -Yüksek Komiser Rumbold’un 2 Eylül 1922 günlü raporundan:’’Kemalistlerin taarruzundan İstanbul hükümetinin rahatsız olduğu,bu başarıya her Türkün tabii olarak sevinmesi gerekirken,Sultan ve bazı Nazırların Mustafa Kemal’in prestijinin yükselmesinden kaygı duydukları…Bundan sonra Sultana pek az söz düşeceği…’’ (B.N.Şimşir,Sakaryadan İzmir’e,s.483;İlgili Belge:FO 424/254,p.180)


    -12 Eylül 1922,Rumbold’dan Lord Curzon’a:’’İstanbul’da günlerce gösteriler yapıldı.Padişahın tahtı bakımından kaygılı olduğunu sanıyorum’’ (B.N Şimşir,İngiliz Belgelerinde,4.C.,s.XCII/399)


    -16 Eylül 1922,Rumbold’dan Lord Curzon’a:’’Padişah,zaferden dolayı Mustafa Kemal’i kutlamayı reddetti’’ (B.N Şimşir,İng.Belgelerinde,4.C.,s.C/424)


    Mudanya Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından sonra ise Padişah Vahdettin Fransız Yüksek Komiseri General M.Pelle ile görüşür ve onlara şunlar söyler.M.Pelle'de bu söylenenleri Fransa'ya rapor eder;


    -25 Ekim 1922,Fransız Yüksek Komiseri General M.Pelle’nin Fransız Dışişleri Bakanlığına telgrafı:’’Sultan diyor ki ‘’Ankaradakiler kabul edilmez iddia ve isteklerle ortaya çıkmaktadır.Ulusal egemenliğe ilişkin görüşleri,Türk halkının sosyal durumuna da,geleneklerine de uygun değildir,şeriatın gereklerine de uymaz.Ben Papa gibi yalnız bir din adamı olarak kalmaya asla rıza göstermem.İslami telakkiye göre Halife,dini korumak için daima kuvvetli olmalıdır.Türkler,Halifeyi hal’ettikleri takdirde,diğer ülkelerin müslümanları,Türkiye dışında,mesela Arap memleketlerinde,gerçek halife olacak birini bulmaya çalışacaklardır.Aynı zamanda büyük bir müslüman devlet olan Fransa,böyle bir olasılığın tehlikelerini takdir edecek durumdadır.Ortak menfaatlerimiz vardır.Sizin için Türkiye,Suriyeden çok daha önemlidir.’’ (Toplum ve Tarih,s.53/16.sayı;ilgili belge:Fransa Dışişleri Arşivi,E Serisi,97.Cilt,210-213.)


    Hadi Milli Mücadele yıllarında baskı altındaydı ve sesi çıkmadı.Peki bunlara ne diyeceğiz?


    En nihayetinde Vahdettin Milli Mücadele karşıtı olan ve bir dönem İstanbul hükümetinde Dahiliye Nazırlığı yapan Ali Kemal'in 6 Kasım 1922'de İzmit'te Nurettin Paşa'nın tertibiyle linç edilerek öldürülmesinden oldukça etkilenmiştir.Muhtemelen aklına 1917 Ekim devrimiyle tahtını kaybeden ve ilerde idam edilen Rus Çar'ı Nikolay'ın akıbeti gelmiş ve kendisininde öldürülebileceği korkusuyla 17 Kasım 1922'de henüz Türkiye ve İngiltere arasında bir barış anlaşması imzalanmamış olduğu halde İngiltere'ye sığınarak İstanbul'dan ayrılmıştır.Yani teknik olarak düşman bir devlete sığınmıştır.


    Dahası Vahdettin İstanbul'dan ayrılırken bunun geçici bir süreç olacağını düşünmüştür ve bu nedenle yanına fazla birşey almamıştır.Anadolu sakinleştikten sonra tekrar geri dönebileceğini düşünmüştür.Zaten buna rağmen yanına aldıklarıyla uzun bir süre maddi zorluk çekmeden yaşamaya da devam etmiştir.Hanedan 1924'te resmen sürüldüğünde ise yanına gelen diğer aile üyeleriyle beraber İtalyan'nın San Remo'ya yerleşmiştir.Burada ilk yıllar mütevazi bir hayat yaşamamıştır.Kirası oldukça pahalı büyük bir villaya yerleşmiştir.Bunun nedeni aile üyeleriyle beraber sarayda kendilerine hizmet eden görevlilerinde gelmesidir.Doğal olarak San Remo'da ki o villada mini bir saray hayatı başlamıştır.Vahdettin bu saray görevlilerine İstanbul'da olduğu gibi maaş ödemeye devam etmiş ve kendisini hala Padişah/Halife olarak gördüğü için kendisini ziyarete gelenleri hem iyi ağırlamış hem de değerli hediyeler vermiştir.Vahdettinin üstüne binen maddi yük bununla kalmamış kayınbiraderi binbaşı Çerkes Zeki hem onu kandırarak dolandırmış hem de servetinin bir kısmını kumarda/eğlencelerde yiyerek eritmiştir.Sonuçta hazıra dağ dayanmayacağı için bir süre sonra iflas etmiş ve yoksulluk içerisinde ölmüştür.


    Öte yandan TBMM tarafından seçilen son halife Abdülmecid sürgün hayatındayken maddi açıdan oldukça rahat bir hayat sürüp ölmüştür.Vahdettin üzerinden acıtasyon yapanlar nedense son halife Abdülmecid'in sürgün hayatından hiç bahsetmez.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Long Nightt -- 19 Eylül 2022; 6:52:16 >




  • Long Nightt kullanıcısına yanıt
    Bu yazıyı üşenmeden okuyabilen varsa helal olsun

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • NeyzenEfendi kullanıcısına yanıt
    %70 sini okudum. Bu arkadas hep uzun yazar, onceden pek okumuyordum yazdiklarini, icerigi hakkinda da pek fikrim yoktu, taa ki bir gun ilgi alanim olan bir konuda yazisini bir solukta okuyana kadar. Yazdiklari tutarli ve dogru bilgiler oldugunu anladim. Musait oldugumda okurum. Ancak forum mantigina hele ki bu foruma bu yazilar biraz fazla. Haliyle mesajlarinin pek okundugunu okunsada anlasildiginj pek sanmiyorum.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Hain mi değil mi o konuya girmeyeceğim ama vasıfsız aciz bir padişahtı. Atalarının kemiklerini sızlatmıştır.



  • Halk işgale, tacizlere karşı direniyordu.

    İngilizler bu durumdan rahatsızdı.

    Mustafa Kemal Atatürk, Samsun 'a vatanı kurtarmak için değil, direnişi bastırmak için müfettiş olarak görevlendirildi.

    Vatanı kurtarmak Atatürk'ün amacıydı



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi lazer__ -- 19 Eylül 2022; 13:58:7 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 0zkanK. kullanıcısına yanıt
    Vahdettin hayrani biri tarafindan uyduruldugu o kadar net ki...

    Hazinesiyle ordu kurup donermis falan...

    Atatürk'ün böyle ahmakça bir söz söyleyeceğini düşünen var mı gerçekten ?

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • strategen kullanıcısına yanıt

    Bilemiyorum artık.


    Ama Atatürk'ün Saltanat kaldırıldıktan ve padişah ülkeyi terk ettikten sonra 1927 lere kadar tek kelime etmemesi onun için bir acaba dedirtiyor bana size dedirtmese bile.


    Ayrıca bu şahitler sıradan insanlar değil dediğim gibi neden böyle bir şey uydursunlar?

  • bu adamın birbirine virgülle bağlı 5-6 cümleden oluşan, uzun ve garip seslenişlerini dinlerken çok yoruluyorum.

  • Qklavye Q kullanıcısına yanıt
    Tarihte geri gideceksek yavuz öncesi ve sonrası diye ayırmalısın.Biraz araştır istersen

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a bölücü başının asılmamasına yönelik olarak,

    "Oğluna gemi alacak kadar paran var. Asacak kadar ip mi bulamıyorsun.

    Al sana ip veriyorum as. Haydi as"

    diyipte, erdoğanın peşinden giden biri,

    hainliğin kelime anlamını bile bilmiyordur!

  • 0zkanK. kullanıcısına yanıt

    Murat Bardakçı'nın kitabında, bu sözün kaynağı:


    Bahçeli: Vahdettin hain değildir.

    İddia'nın sahibi, Vahdettin'in kardeşinin torunu. Yani pek çok tanık falan yok. Rivayetten öte değil.




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi strategen -- 19 Eylül 2022; 19:6:39 >
  • bence sen Turgut Özakmanın Şu çılgın Türkler kitabını bi oku.. zaten fikrin değişir.

  • Siyasetten uzak;
    Vahdettin kesinlikle hain değildir, ona hain diyen kendini sorgulasın, köküne bir baksın.. Bir yerlerde sorun vardır..
    Yanlışı vardır, doğrusu vardır ayrı bir konu ama Osmanlı padişahına ihanet ettin demek her şeyden öte 623 yıla ihanet etmektir!..

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >
  • drangela61 D kullanıcısına yanıt

    BU SEVR ANLAŞMASINI HANGİ PADİŞAH İMZALADI?

  • Tarih bilmediğin buradan belli.


    Padişah Serv'i imzalamıyor ben buna imza atmam diyor odayı terk ediyor. Zaten resmi olarakta padişahın İmza yetkisi yok neredeyse o zaman. O kadar aciz durumda padişah. Çünkü Abdulhamit'i tahttan indirice ittihatçılar neredeyse padişahın bütün yetkilerinide elinden alıyorlar...

  • 1. Dünya Savaşı 1914-1918 yıllarında olmuş, Vahdettin Temmuz 1918'de tahta çıkmış Sevr Ağustos'ta imzalanmıştır..
    Yani Vahdettin tahta çıktığında her şey olmuş bitmiştir, antlaşma onun tahttaki daha ilk ayına denk gelmiştir.. Bu durumda nasıl denir ki Vahdettin haindir? Kaldı ki Sevr imzalanmıştır belki ama arka planda başka ne planlar vardır, biliyor muyuz? İngilizlere sığınma meselesine gelince bunun altında nice sebepler nice gerçekler vardır, biliyor muyuz? Vahdettin artık o tahtta oturmanın hiçbir anlamı olmadığını anlamıştır ve belki de mücadeleyi Samsun'a gönderdiği Atatürk'ün yürütmesine imkan verecek yolu açmıştır.. Belki de vatanın kurtuluşu adına tahttan vazgeçmiştir.. O gün İstanbul'u terk ederken neler hissediyordu, biliyor muyuz? Aklına hiç mi Osman Gazi gelmedi, Fatih gelmedi, Yavuz gelmedi? Her şey göründüğü kadar basit değil..
    Bundan 104 yıl öncesine dönüp bugünden bakarak o günü yargılamak çok kolay ama hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir..
    Ben Vahdettin'i en bahtsız, en "acınası" padişah olarak görüyorum ama ben bir Osmanlı padişahının hain olduğuna kesinlikle razı gelmiyorum, gelemem..
    Eğrisiyle doğrusuyla 623 yıllık koca tarih, hem de ne şanlı bir tarih.. Bununla gurur duymak varken ihanetle suçlamak tabiri caizse ihanetin kendisidir..

    < Bu ileti Android uygulamasından atıldı >




  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.