Şimdi Ara

Ateist, Deist gençlerin günbegün artış göstermesi. (58. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.339
Cevap
3
Favori
36.772
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
69 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 5657585960
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Ya bunların mesazjını kim yollamışşsa yanlış yollamış.

    Ateist, Deist gençlerin günbegün artış göstermesi.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • cemsinan kullanıcısına yanıt

    Alıntı

    metni:
    Ama ispat kelimesini kullanmak manasızdır. İspatla alakası olsa inanmanız gerekmez, bilimsel bir bilgi olarak değerlendirirdiniz.


    Nasıl yani siz şimdi "bilimsel" ispatlarda herhangi bir varsayım ya da inancın var olmadığını mı sanıyorsunuz ?


    Gerçi siz de haklısınız, çocukluktan itibaren empoze edilen bir naturalizm gerçeği var. İnsanları körleştiriyorlar maalesef.


    Güncel bilim anlayışında da (ki bu anlayış zamanla değişebilir) varsayım/inanca dayalı bir ön kabul var: "Doğadaki her şeyin doğal bir nedeni vardır"

    Yani "Fenotipin nedeni dna'dır" bilimsel bilgisini ele alırsak eğer, burada aslında parantez içinde bir inancın varlığından söz etmemiz gerekiyor. Biliyorsunuz, nedenselliğin kendisi deneysel olarak yanlışlanabilir değil. Aynı dinler gibi inancın konusu bunlar hep. İnanmanız gerekiyor yani.


    Bakın evrim ağacı durumu gayet güzel açıklamış. 5.varsayımı iyi dinleyin.

    https://www.youtube.com/watch?v=pBzxF36PouY


    Ekin ekine ek:

    https://www.youtube.com/watch?v=1sd1pa9kHrM Gazali nedensellik-Celal Şengör

    https://www.youtube.com/watch?v=0EVOvraUi7M Kırmızı asa projeksiyon anolojisi




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kuasar.p -- 20 Ocak 2022; 22:9:56 >
  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    İslamı dizayn edenler hayatı siyah ve beyaz gibi iki kutuptan ibaret zannetmişler ama gerçek hayatta işler böyle yürümüyor. Biz insanız robot değiliz. Bilgisayar gibi ya öyle olacak ya böyle gibi yanlızca 2 şart bulunmaz gerçek hayatta.


    Mesela "akıllı olmayanlar" demişsin. "Akıl" var ya da yok denilebilecek bir kavram değildir, sonsuz seviyesi vardır. Ne kadar aklı olması lazım insanın sorumlu olması için? 70 iq yeter mi? 100? 120?


    "Ergenlik çağı" demişsin. 10 yaşında üniversiteye kabul edilen dehalar olduğu gibi 40 yaşında maymundan hallice zekaya sahip olanlar var. Bunların durumu nedir?


    "Tebliği duymayan" demişsin. Yine içinde sonsuz sayıda olasılık barındırabilecek bir problem. Yabancı ülkede yaşayan biri internette islam diye birşeyin varlığını duysa bu onu sorumlu yapar mı? Tam olarak ne duyması lazım tebliğin oluşması için? Duydukları ona mantıklı gelmezse, ikna olmazsa ne olacak? Sonuçta tanrı ile konuştuğunu iddia eden biri var ortada ve olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir. Bu kanıtların hiçbirini göremeyince ne olacak?

  • WILDBOYS kullanıcısına yanıt

    Sana mesaj ulaştı. Ulaşmadı diye inkar da edemezsin. Ben şahidim ki artık hesaptan sorumlusun. İster inan ister dalga geç. Allah kuranda hayatı ve ölümü yarattık diyor. Ölüm elbet gelecek.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • EmuDev E kullanıcısına yanıt

    Zeka demiyor akıl diyor. Kuranda hep akıl sahipleri diye geçiyor. Üzerine alınmıyorsan dert etme bu kadar. Bu inat bu mücadele niye 😂


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • EmuDev E kullanıcısına yanıt

    Allah’a inanmak, hariçte olmayıp da insanın kendi zihninin ürettiği bir mefhum veya bir kurgu değildir. İnsan, Allah’a inandığı için, Allah var değildir; Allah var olduğu için insan, Allah’a inanır.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    Maalesef yanıt veremiyorsun çünkü yok. İslamda hiçbir sorunun cevabı yok. Bunu sen de biliyorsun ama cehennem korkusu seni "inanıyormuş gibi" yapmaya mecbur bırakıyor. Korkuya esir olan bir inanç ne kadar samimi olabilir.

  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    Yok öyle kolay kurtulamazsın,bu mesazj bunlara niye gitmedi,elin yahudisi sana mesazj ulaştırıyo, Allah bunlara mesazj niye ulaştıramıyo,hatlarda sıkıntımı var,bi öğren,veya iletişim numarası paylaş 😎


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • EmuDev E kullanıcısına yanıt

    Hangi sorunun cevabı yok. Yukarıda ki açıklamyı okumadınız mı? Başkaları için dertlenmeniz güzel ama birazda kendiniz için dertlenin. Kuranda rahmet ayetleri azap ayetlerinden çoktur. Müslümanın derdi cennet cehennem olmamalı zaten ama cennet haktır cehennemde haktır. Allah kuradan cinleri ve insanları yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım buyuruyor. Marifetullahı bilmek lazım. Allah bize kendini tanıtıyor. Bizi yoktan var etti. Yokluktada olabilirdik. Bu bizim için şereftir.

    dünyaya bak kainata bak bu kadar masraf niye yapılmış. Türlü türlü nimetler var. Tabi bunun yanında sıkıntı var keder var. Mutluluk var. Bunları nasıl inkar edebiliriz. Şu kısacık hayat için olabilir mi. Ahiret hayatını nasıl inkar edebiliriz. Yoksa şimdide ölüp gidelim. Sonuçta ölmeyecekmiyiz. Ama insan yaşamak istiyor. İçindeki ebed ebed diye çığlık atıyor sanki. Bu istek fıtratımızda var yani içten geliyor. İnsan cisim olarak küçük olabiliir ancak vazife olarak büyüktür.

    Yanlış anlamayın yazıyoruz çiziyoruz elimizden geldiğince ama sizi kırmak incitrmek istemem yoksa bu zulüm olur.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • WILDBOYS kullanıcısına yanıt

    La ilale illallah muhammeden resullullah de. İletişim bu. Bu kıyağımı da unutma. Bu iyi oldu vallah


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Kuasar.p kullanıcısına yanıt

    Siz varsayım ve inancı tamamen birbirine karıştırıyorsunuz.

    Bir bilimadamı yıldızlarla şeytan taşlandığını varsaydı diyelim. Bunun sonuçlarını bir açıklayın da öğrenelim.


    O makalede çok güzel bir paragraf var. Gereksiz ve temellendirilemez varsayımlarda bulunmayacaksın.

    Oradaki çok yüksek yüzdeli gerçekleşme olasılığının tanımını da okuyun. Siz yıldızlarla şeytanların taşlanmasını hangi olasılık modeli ve parametrelerle tanımlayabilirsiniz ki?

    O nedenle bilimsel barsayım ile inancı karıştırmayın. Yıldızlar ile şeytanın taşlandığı bir inançtır. Bilimsel varsayım değil.


    makaleden alıntı paragraf


    ”Genellikle "varsayım" gibi sözcükler negatif bir çağrışıma sahip olduğu için, bu varsayımların neden önemli olduğunu ve onların doğasını anlamak gerekir. Örneğin belli varsayımlarda bulunmaksızın, herhangi bir sonuç elde etmek imkansızdır; bu bakımdan, varsayımların içsel olarak "kötü" olduğu söylenemez; fakat gerçeği keşfetme iddiasında olan bir bilgi sistemi, kuşkusuz varsayım sayısını en yalın ve sade sayıda tutmalı, gereksiz ve temellendirilemeyecek hiçbir varsayımda bulunmamalı, bu tür varsayımları reddetmelidir. Bilimin yapığı da budur. Yukarıda saydığımız temel varsayımlar, bilimde ihtilaflı varsayımlar değildir. Genel geçer olarak kabul edilirler, uygulanırlar ve bunlar sayesinde sonuçlar elde edilir.”


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • "Fetret zamanında yaşayan ve kendilerine peygamber sesi ulaşmayan kimseler dahi, Cenâb-ı Hakk'a iman etmekle mükelleftir. Çünkü, akıllan, bozulmamış fıtratları kendilerini Allah'ı bilmeye ve birliğine inanmaya götürür. Fakat, bunlar diğer dinî hükümlerden mesul değildirler. Çünkü, bu gibi hükümler, peygamberler taralından tebliğ edilmedikçe akılla anlaşılamaz."

    "Fetret, kesilme manasınadır, peygamberlerin gönderilmesine ara verilerek, ilâhî vahyin kesildiği zamana denir. Bilhassa Hz. İsa ile son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.) arasında geçen zaman için kullanılır. Böyle bir zamanın insanlarına fetret devrinde yaşayan kimseler denilir."

    "Peygamberimizin, peygamber olarak gönderilmesinden sonra, dünyaya geldikleri halde, yalnız olarak, dağ başında veya yeryüzünün bilinmeyen bir yerinde yaşadıkları için kendilerine İslâm'ın sesi ulaşmayan şahıslar dahi, fetret zamanında yaşamış insanlar hükmündedir."

    "Dolayısıyla bunlar bu cihetle mazur sayıldıklarından namaz, oruç gibi dinî hükümlerle mükellef olmazlar. Ancak, Cenâb-ı Hakk'a iman etmenin bunlara farz olup olmaması hususunda ihtilâf vardır. Eş'ariye'ye göre sırf akıl ve fikir Allah'ı bilmede yeterli değildir. Herhalde Allah'a imanın vâcib olması, din ile sabit olur. Fetret devri insanları, imân etmemekten dolayı Cehennem'e konulmazlar. Nitekim, 'Biz bir kavme Resul göndermedikçe azab etmeyiz.', âyeti de bunu ifâde etmektedir. Fakat Mâtüridîye imamları derler ki: Cenâb-ı Hakk'a iman etmek yaratılış gereğidir. Herkes aklıyla Allah'ın bir olduğunu anlayabilir... Bir insan nerede ve hangi zamanda bulunursa bulunsun, daima, uyanık fikrine çarpan, hikmet ve sanatla yaratılmış binlerce eserleri görüp dururken, bunlann Yüce Yaratıcısının varlığına akılla yol bulamaması caiz görülemez... Âyette, edilmeyeceği bildirilen azabtan maksat ise, dünya azabıdır, âhiret azabı değildir. Yahut, bu âyetin ifâde ettiği azab etmeme durumu; anlaşılması mümkün olmayan din hükümlerinin yerine getirilmemesi haline aittir. Yoksa, akılla öğrenilmesi mümkün olan Allah'ı bilmenin terki mânâsına gelmez."

    "Bundan dolayı, Allah'ı bilme hususunda hiçbir akıllı kimse mazur sayılmaz. Bazı âlimlere göre, fetret devri insanları üç kısımdır: Birincisi, fetret zamanında yaşadıkları halde, akıl ve fikirleriyle Allah'ın birliğini kabul edenlerdir. Bunlar Cennetliktir. İkincisi, Cenâb-ı Allah'a ortak koşanlardır; bunlar da cehennemliktir. Üçüncüsü, gaflet üzerine olup, ulûhiyet fikrini ihmal ederek hiç düşünmeyenlerdir. İşte ihtilâf bu kısım hakkındadır."
    Ehl-i fetret hakkında Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

    "Ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'arî'ce, küfre de girse, usul-ü imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünkü teklif-i İlâhî, irsal ile olur. Ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrür eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiyâ-yı salifenin dinlerini setretmiş, o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azab görmez. Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz." (B. Said Nursî, Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Sekizinci Risale, s. 385)
    Bu ifâdeleri sadeleştirerek izah etmeye çalışalım:

    "Ehl-i fetretin, dinin teferruatındaki hatalarından dolayı ceza görmeyeceklerinde bütün âlimler fikir birliği içindedir. Hattâ İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'ari'ye göre, bunlar iman etmeyip küfre girse, ondan dahi mesul olmazlar. Çünkü, mesuliyet ancak peygamber gönderilmesi ile tahakkuk eder. Ayrıca peygamber gönderilmiş bulunduğunun ve peygamberin vazifesinin mahiyetinin de bilinmiş olması gerekir ki, mesuliyet bahis mevzuu olabilsin. Eğer peygamberlerin irşâdları, zamanın geçmesi ve gaflet gibi sebeblerden dolayı gizli kalır da anlaşılmazsa, bunlara vâkıf olamayanlar ehl-i fetret sayılırlar ve azab görmezler."
    Burada bir sual akla gelebilir:

    - Peygamberin ismini ve vazifesini işiten, ancak bundan menfi (olumsuz) şekilde haberdar edilen kimselerin durumu ne olacaktır?

    Bu suale cevap olarak, İmam-ı Gazali Hazretlerinin aşağıdaki tasnifine göz atalım, Bu tasnifinde İmam-ı Gazâlî Hazretleri o zamanda yaşayan Hristiyanların ve henüz Müslüman olmamış bulunan Türklerin durumunu ele almakta ve şöyle buyurmaktadır:

    "İnancıma göre, inşallah Allahü Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm'ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:"

    "a. Hazret-i Muhammed'in (S.A.V.) ismini hiç duymamış olanlar."

    "b. Hz. Peygamber'in ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu'cizeleri duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir."

    "c. Bu iki derece arasında bulunan grupdur. Hz. Peygamber (asm)'in ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber'i tâ küçüklüklerinden beri 'İsmi Muhammed olan -hâşâ!- yalancının biri peygamberlik iddiasında bulunmuştur.' şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın 'Adı el-Mukaffa' olan yalancının biri Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı olarak peygamberliği ile meydan okumuştur.' sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grupta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber (asm)'in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez."(İmam-ı Gazali, İslâm'da Müsamaha, Tercüme: Süleyman Uludağ), s. 60-61.)
    Bugün gerek Hristiyan âleminde ve gerekse demir perde ülkelerinde, İmam-ı Gazali Hazretlerinin tasnifindeki üçüncü gruba giren insanlara rastlamak mümkündür. Hristiyan âleminde ücra bir köşede içtimaî hayattan uzak ve Din-i Hakk'ı bulma imkânından mahrum birçok insanlar bulunduğu gibi, demir perde gerisinde esaret kamplarında hür dünyanın varlığından bile habersiz nice mazlumlar vardır. Bunların içinde bulundukları hayat şartlan ve imkânları ile din-i Hak olan İslâm dinini bulmalarının zorluğu meydandadır. Hikmeti nihayetsiz ve rahmeti her şeyi ihata eden Allahü Azimüşşân'ın bu gibi kimselere muamelesi, elbette içinde bulundukları şartlarla mütenasip (orantılı) olacaktır.

    Şurası da herkesin malûmudur ki, bir rejimin perdesi arkasında ulûhiyeti inkâr maksadıyla mutlak inanca, hususan İslâm dinine karşı dessasâne faaliyet gösteren ifsat komitelerinin mesuliyetleri, gafil ve mazlumlarla elbette bir olamaz.

    Bu mevzu ile alâkalı olarak mazlum Hristiyanlar hakkında Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin şu ifâdelerini nakletmekte fayda görüyoruz:

    "Âhir zamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedi'ye (S.A.V.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş. Ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) din-i hakikisi hükmedecek, İslâmiyet'le omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensup Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nev'i şehadet (şehitlik) denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffâret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır, diye hakikatten haber aldım... Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesât-ı semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî (ahirete ait) neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir." (bk. Kastamonu Lahikası, s. 103.)
    Yukarıdaki ifâdeler, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu husustaki görüşlerinin hülâsası mahiyetindedir. Bu sebeble yukarıda takdim edilen açıklamaları kâfi bularak diğer kaynaklardan nakiller yapmadık. Konu ile ilgili geniş bilgi isteyenler diğer kelâm kitaplarına, bilhassa Abdurrahman Cezerî'nin "Mezâhib-i Erbaa" adlı eseriyle, Aliyyü'l-Karî'nin "Şerhu'l-Emâli" ve "Şerh Alel-Fıkhi'l-Ekber" adlı eserlerine bakabilirler.

    Şimdi de mezkûr sualin diğer bir yönü üzerinde kısaca duralım:

    İslâmiyet'te, bir İslâm beldesinde dünyaya gelen kimsenin mutlaka cennet ehli olacağına dair bir hüküm yoktur. İslâm tarihini tetkik edenler bilirler ki, Asr-ı saâdet'te Hazret-i Resulüllah (asm)'ın kapı komşusu olan Yahudiler Müslümanlığı kabul etmemiş ve hayatlarını Yahudi olarak sürdürmüşlerdir. İslâmiyet, Resulüllah (asm)'ın devrinde en canlı devrini yaşamış olmasına rağmen, o gün Mekke'de yine müşrikler ve kâfirler vardı. Eğer Mekke'de doğan bir insanın Müslüman olması gerekseydi, Ebû Cehil'in, Hazret-i Resulüllah (asm)'ın öz amcası Ebû Leheb'in de Müslüman olması icab ederdi.

    Bilindiği gibi, Hz. İbrahim'in babası Nemrud'un putçusuydu ve inkârcılardandı. Lût Aleyhisselâm'ın karısı, Nuh Aleyhisselâm'ın ise hem karısı, hem oğlu imân etmedi. Diğer taraftan. Firavun, Allah'ı inkâr edip ulûhiyet dâva ederken, Hz. Musa (as) onun sarayında, hatta onun kucağında yetişti. Firavun'un karısı da Allah'a inanan bir kimseydi.

    Demek ki, Rabbini arayan ve O'na yönelen bir kul, Firavun kucağında bile olsa hidâyet nuruna kavuşur. Eğer bir kul hakka karşı kör olsa, peygamber oğlu veya peygamber babası olması dahi onu felaketten kurtaramaz. Bugün de İslam memleketlerinde binlerce camiler, minareler, ezanlar, İslamî örf ve âdetler, hatta mezar taşları İslam'ı telkin ederken, anlatırken, hâlâ İslam'dan uzak ve Allah'tan gafil nice insanlar yok mudur?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    Başkası için niye dertleneyim. Sana imtihandaki mantık hatalarını ve adaletsizlikleri söylüyorum. Evreni yaratabilecek kudrette bir varlık bu kadar korkunç hatalar yapabilir mi? Böylesine mantıksız bir imtihan ve sorgu sistemini ancak ve ancak insanlar kurgulamış olabilir. Demek istediğim bu.


    Bak dikkat ettiysen biz yaratıcıyı inananlardan daha iyi tanımlıyoruz. Koskoca yaratıcı böyle abukluklar yapmaz diyoruz. Ama müslümanlar yaratıcıya neler yakıştırıyor neler. Sen koskoca evreni yaratmışsın ama insanları topluca yaratmak yerine ensest ilişkiyle çoğalmaya mecbur bırakıyorsun. Böyle bir tanrı tasavvuru olabilir mi? Şu akıl almaz büyüklükteki evrene bak, bir de kurandaki ilkel evren modeline bak. Hiç uyuyor mu birbirine? Böylesine binbir çeşit hata ile dolu olan bir kitabın tanrıdan geldiğini iddia etmek tanrıya hakaret değil de nedir?

  • cemsinan kullanıcısına yanıt

    Değerli kardeşimiz,

    "Andolsun ki biz, göğü yıldızlarla bezedik ve bazılarıyla şeytanların taşlanmasını sağladık. Onlara alevli ateş azabını hazırladık." (Mülk, 67/5)

    Şihab (Kayan Yıldız, Düşen Meteorit) :

    Cenâb-ı Hak, bu âyette, cin ve şeytanlara birer roket anlamında fırlatılan yıldızlardan, meteoritlerden söz ederken «rücû-men li'ş-şeyatin» sözünü kullanmıştır. Hicir Sûresi 18, Saffat Sûresi 10, Cin Sûresi 8,9. âyetlerle «şihab» ve «şühüb» isimlerini kullanmıştır. Uzayda meydana gelen olayların bir kısmını rasathanelerdeki gözlemlerle tespit edip onları astrofizik açısından değerlendirebiliyoruz. Ancak bu olayların içyüzünün dayalı olduğu hikmeti bilemiyoruz. Çünkü biz insanların bu husustaki bilgimiz deney ve gözleme dayanmaktadır. Oysa her olayda yer alan görevli meleklerin önceden programlandığı şekilde olayları düzenledikleri bir gerçektir.

    Biz meteoritlerle ilgili, ancak güneş sisteminde ve ona çok yakın olan sistemlerde yer alan ve bir çoğu hakkında belirli, yani hesaplanmış yörüngeler üzerinde hareket eden gök cisimlerinin bulunduğunu tespit edebiliyoruz. Oysa diğer sistemlerde sayısı, belirsiz buna benzer olaylar cereyan etmektedir. Cenâb-ı Hak, İlgili âyetle bu meteoritler hakkında bilgi vermekte ve sebeplerinden birini açıklamaktadır.

    Bilindiği gibi, kâfir olan cinler ve bir de şeytanlar ışından yaratılmışlardır. Göklere çıkma yeteneğine sahiptirler. Fezada yine sayısı belirsiz melekler, emir ve komuta zincirinde ilâhî buyruk gereği devamlı haberleşme halindedirler. Şeytan ve kâfir cinler bu esrarlı âlemde inen haberleri dinlemek isterler. Oysa bu onlara yasak kılınmıştır. Yükselmeye başladıkları zaman «şihab» denilen meteoritler birer roket veya nükleer başlıklı füze gibi onlara fırlatılır ve böylece geri dönmeleri sağlanır.

    Olayın içyüzü astrofizik açısından bilinmese de kâinatın çok mükemmel işleyen düzenine bakıp bu olaya inanmak gerekir.

    Meteoritlerin kendi ışınları yoktur. Dünya çekim alanına girenleri atmosferde sürtünmeden dolayı akkor haline gelir; kimi parçalanıp toz haline girerken, kimi de yeryüzüne düşebilmektedir.

    Konuya astrofizik (yani fizik ilminin astronomiye uygulandığı ilim dalı), astronomi ve astronomik uzaklıklar açısından bakıldığı zaman, kâinatın büyüklüğü, ilâhî kudretin sınırsızlığı çok daha rahat anlaşılabilir.

    Yalnız Samanyolu denilen galaksiye bakılınca, en az yüz milyon yıldızın onu oluşturduğu görülür. Güneş ise bu yıldızlardan sadece biridir. Şüphesiz bu galaksiden başka uzayda birçok galaksiler vardır. Onlardan bir kısmı o derece uzaktır ki ışıkları bize yüz milyonlarca yılda ancak ulaşabilmektedir. Bu da kâinatın akıl almaz büyüklükte olduğunun bir başka belgesidir.

    Yapılan astronomik hesaplara göre, en parlak yıldız olan Sirius,dünyamızdan sekiz ışık yılı, yani 75.684.400.000.000 km. uzaklıktadır.

    Günümüzde yıldızlar hakkında bilgi edinmenin başlıca dört metodu söz konusudur. Tayf analizi, Dopper etkisi, fotometre ve fotoğraf..

    İlgili âyetle, gerekli metotlarla araştırma yapılmasına işaret edilmekte ve insan aklı harekete geçirilmek istenmektedir


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • EmuDev E kullanıcısına yanıt

    İslam ülkesinde doğupta islama inanmayan var. Bir garantisi yok yani.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    Dedim açan yok,gene arazi oldular emi,


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • WILDBOYS kullanıcısına yanıt

    Kapıyı zorla zorla açan olur. Duana icabet eder.


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • cemsinan kullanıcısına yanıt

    Konumuz iddia ettiğiniz gibi ispat, naturalizm ve mutlak gerçeklik.


    Alıntı

    metni:
    İspatla alakası olsa inanmanız gerekmez, bilimsel bir bilgi olarak değerlendirirdiniz


    "Mutlak gerçeklik"="bilimsel bilgi" dememiş miydiniz siz? Varsayımın olduğu yerde nasıl bir mutlak gerçeklikten bahsediyorsunuz? Deneysel olarak yanlışlanabilir da değil. Naturalizm kendi kendiyle çelişiyor zaten.


    "Dna fenotipin nedenidir" bilimsel bilgisini mutlak gerçeklik olarak görüyorsunuz. Yani, milyonlarca çeşit canlının dış görünüşlerinin farklı farklı olmasını Yaratıcıya değil de insanların "dna" diye adlandırdığı şeye bağlıyorsunuz. Ve bunun inancın konusu olmadığını; bilimsel olarak ispatlandığı için tartışmaya kapalı olduğunu söylüyorsunuz. Hmm.

  • CXath1 C kullanıcısına yanıt

    Kapıyı zorladım açtılar, sonra onlar benim kapıyı zorladılar,zor kaçtım ellerinden,az daha badeliyorlatdı beni😠😠😠


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 5657585960
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.