Birkaç delikanlı geyik avına giderler. Delikanlılardan birini bir geyik yalçın kayalar üstüne çeker. O sırada güzel bir av yapacağını sanan delikanlı arkasına dönüp bakınca, aşağı inmenin mümkün olamayacağını görür. Arkadaşları da bu sırada onu aramaya başlamışlardır. Kayaların üstünde acıklı durumunu görürler. Delikanlı, nişanlısının ava çıkmamasını söylediğini anımsar. O yüzden nişanlısı da kendisine küsmüştür. Bu durumda bu türküyü söyler.
Geçen yüzyılda Osmanlı borçlarından ötürü tütün, tuz gibi maddeler için Fransa'ya birtakım ayrıcalıklar tanınmıştı. Bunlardan biri de Reji denilen tütünleri satın alan kuruluştuç
Halk ektiği tütünü bu Reji'ye vermek zorunda idi. Ucuz aldığı için ekici tütününü oraya vermek istemezdi. Bu yüzden tütün kaçakçılığı almış yürümüştü. Kaçakçılığı önlemek için bir silahlı izleyici kurum meydana getirilmişti. Bunlara "Kolcu" denirdi. Hükümet içinde hükümetti bunlar bir çeşit. Kolcular ile ekiciler arasında çok kanlı çarpışmalar olur, çok canlar yanar, ölenler olurdu. Bu olaylar üzerine çok türküler yakılmıştır. Cumhuriyet hükümeti buna son vermiştir. Bu ağıt bir kaçakçının kolcular tarafından öldürülmesi üzerine yakılmıştır.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Türkünün Yöresi:Şanlıurfa
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Geyik Çekti Beni Kendi Dağına Tövbeler Tövbesi Geyik Avına
Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada
Ben Giderken Kaya Başı Kar İdi Yel Vurdu Da Erim Erim Eridi Ak Bilekler Taş Üstünde Çürüdü
Birkaç delikanlı geyik avına giderler. Delikanlılardan birini bir geyik yalçın kayalar üstüne çeker. O sırada güzel bir av yapacağını sanan delikanlı arkasına dönüp bakınca, aşağı inmenin mümkün olamayacağını görür. Arkadaşları da bu sırada onu aramaya başlamışlardır. Kayaların üstünde acıklı durumunu görürler. Delikanlı, nişanlısının ava çıkmamasını söylediğini anımsar. O yüzden nişanlısı da kendisine küsmüştür. Bu durumda bu türküyü söyler.
bir de türkülerin kaç yılında yazıldığını söylersen iyi olur arkadaşım. enazından dönem olarak hangi döneme denk geldiklerini yazarsan sevinirim. tabi bilmiyorsan sorun değil. belki de anonim olmanın özelliği budur: yazanı ve dönemi bilinmiyordur...
quote:
Orijinalden alıntı: kuşçu72
bir de türkülerin kaç yılında yazıldığını söylersen iyi olur arkadaşım. enazından dönem olarak hangi döneme denk geldiklerini yazarsan sevinirim. tabi bilmiyorsan sorun değil. belki de anonim olmanın özelliği budur: yazanı ve dönemi bilinmiyordur...
kardeşim türkülerin yazılma tarihlerini bulmak zor olur ancak derleme tarihleri genelde bellidir. onları bulabilirsem yazmaya çalışırım.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
quote:
Orijinalden alıntı: kuşçu72
bir de türkülerin kaç yılında yazıldığını söylersen iyi olur arkadaşım. enazından dönem olarak hangi döneme denk geldiklerini yazarsan sevinirim. tabi bilmiyorsan sorun değil. belki de anonim olmanın özelliği budur: yazanı ve dönemi bilinmiyordur...
kardeşim türkülerin yazılma tarihlerini bulmak zor olur ancak derleme tarihleri genelde bellidir. onları bulabilirsem yazmaya çalışırım.
Geçen yüzyılda Osmanlı borçlarından ötürü tütün, tuz gibi maddeler için Fransa'ya birtakım ayrıcalıklar tanınmıştı. Bunlardan biri de Reji denilen tütünleri satın alan kuruluştuç
Halk ektiği tütünü bu Reji'ye vermek zorunda idi. Ucuz aldığı için ekici tütününü oraya vermek istemezdi. Bu yüzden tütün kaçakçılığı almış yürümüştü. Kaçakçılığı önlemek için bir silahlı izleyici kurum meydana getirilmişti. Bunlara "Kolcu" denirdi. Hükümet içinde hükümetti bunlar bir çeşit. Kolcular ile ekiciler arasında çok kanlı çarpışmalar olur, çok canlar yanar, ölenler olurdu. Bu olaylar üzerine çok türküler yakılmıştır. Cumhuriyet hükümeti buna son vermiştir. Bu ağıt bir kaçakçının kolcular tarafından öldürülmesi üzerine yakılmıştır.
Geçen yüzyılda Osmanlı borçlarından ötürü tütün, tuz gibi maddeler için Fransa'ya birtakım ayrıcalıklar tanınmıştı. Bunlardan biri de Reji denilen tütünleri satın alan kuruluştuç
Halk ektiği tütünü bu Reji'ye vermek zorunda idi. Ucuz aldığı için ekici tütününü oraya vermek istemezdi. Bu yüzden tütün kaçakçılığı almış yürümüştü. Kaçakçılığı önlemek için bir silahlı izleyici kurum meydana getirilmişti. Bunlara "Kolcu" denirdi. Hükümet içinde hükümetti bunlar bir çeşit. Kolcular ile ekiciler arasında çok kanlı çarpışmalar olur, çok canlar yanar, ölenler olurdu. Bu olaylar üzerine çok türküler yakılmıştır. Cumhuriyet hükümeti buna son vermiştir. Bu ağıt bir kaçakçının kolcular tarafından öldürülmesi üzerine yakılmıştır.
Geçen yüzyılda Osmanlı borçlarından ötürü tütün, tuz gibi maddeler için Fransa'ya birtakım ayrıcalıklar tanınmıştı. Bunlardan biri de Reji denilen tütünleri satın alan kuruluştuç
Halk ektiği tütünü bu Reji'ye vermek zorunda idi. Ucuz aldığı için ekici tütününü oraya vermek istemezdi. Bu yüzden tütün kaçakçılığı almış yürümüştü. Kaçakçılığı önlemek için bir silahlı izleyici kurum meydana getirilmişti. Bunlara "Kolcu" denirdi. Hükümet içinde hükümetti bunlar bir çeşit. Kolcular ile ekiciler arasında çok kanlı çarpışmalar olur, çok canlar yanar, ölenler olurdu. Bu olaylar üzerine çok türküler yakılmıştır. Cumhuriyet hükümeti buna son vermiştir. Bu ağıt bir kaçakçının kolcular tarafından öldürülmesi üzerine yakılmıştır.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı: Alacada Çorap Öremedim Türkünün Yöresi: Tokat
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Alacada çorap öremedim de Ayağımada geymedim Çok güzeller sevdim amma Kıymet gibi de görmedim
HİKAYESİ
Vaktiyle Tokat'ın Almus kazasında güzel, ayparçası gibi bir kız varmış.Kızın adı Kıymet'miş.Kıymet'le bir genç, birbirlerini gizliden gizliye severlermiş.Bir gün kararlaştırmışlar.Genç, Kıymet'in evine gitmiş ve kızı bacadan kaçırmış.Reşadiye'nin Darudere köyüne kaçmışlar.Orada onlar gizlene dursun, beriden Kıymet'in anası jandarmalara haber etmiş.Jandarmalar bu iki aşığın peşine düşmüş ve nihayet onları yakalayıp karakola getirmişler.Delikanlıyı karakolun mahzenine tıkmışlar. Kıymet çok küçükmüş. Kızın yaşı küçük olduğu için, delikanlının cezası oldukça ağırmış. Delikanlıya bir güzel dayak çekmişler. Öyle bir dayak ki karakola çok yakın olan evlerden delikanlının ve kızın avazları duyuluyormuş. Kıymet'i de başka bir odaya almışlar.
Karakola yakın olan evlerden biri, köyden kalkıp kaymakama şikayete gitmiş. Bunun üzerine karakola gelen kaymakam ve etrafı, bu çirkin olayı yatıştırıp, kızı anasına teslim etmişler. Delikanlıyı ise hapishaneye atmışlar. Kıymet'in bakireliğini bozdu iftirasıyla delikanlı ağır cezaya çarptırılmış. Bu olay karşısında Kıymet, artık ne sevdiği delikanlının yüzüne bakabilmiş, ne de orada yaşayabilmiş, terketmiş ve kaçmış köyünden. Kıymet sonradan duyulmuş ki orta malı olmuş.
Kıymet'i çok seven anası bu olaylara çok üzülmüş ama artık çok geçmiş.İşte bu türkü Kıymet'in anası tarafından yakılmıştır.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı: Alacada Çorap Öremedim Türkünün Yöresi: Tokat
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Alacada çorap öremedim de Ayağımada geymedim Çok güzeller sevdim amma Kıymet gibi de görmedim
HİKAYESİ
Vaktiyle Tokat'ın Almus kazasında güzel, ayparçası gibi bir kız varmış.Kızın adı Kıymet'miş.Kıymet'le bir genç, birbirlerini gizliden gizliye severlermiş.Bir gün kararlaştırmışlar.Genç, Kıymet'in evine gitmiş ve kızı bacadan kaçırmış.Reşadiye'nin Darudere köyüne kaçmışlar.Orada onlar gizlene dursun, beriden Kıymet'in anası jandarmalara haber etmiş.Jandarmalar bu iki aşığın peşine düşmüş ve nihayet onları yakalayıp karakola getirmişler.Delikanlıyı karakolun mahzenine tıkmışlar. Kıymet çok küçükmüş. Kızın yaşı küçük olduğu için, delikanlının cezası oldukça ağırmış. Delikanlıya bir güzel dayak çekmişler. Öyle bir dayak ki karakola çok yakın olan evlerden delikanlının ve kızın avazları duyuluyormuş. Kıymet'i de başka bir odaya almışlar.
Karakola yakın olan evlerden biri, köyden kalkıp kaymakama şikayete gitmiş. Bunun üzerine karakola gelen kaymakam ve etrafı, bu çirkin olayı yatıştırıp, kızı anasına teslim etmişler. Delikanlıyı ise hapishaneye atmışlar. Kıymet'in bakireliğini bozdu iftirasıyla delikanlı ağır cezaya çarptırılmış. Bu olay karşısında Kıymet, artık ne sevdiği delikanlının yüzüne bakabilmiş, ne de orada yaşayabilmiş, terketmiş ve kaçmış köyünden. Kıymet sonradan duyulmuş ki orta malı olmuş.
Kıymet'i çok seven anası bu olaylara çok üzülmüş ama artık çok geçmiş.İşte bu türkü Kıymet'in anası tarafından yakılmıştır.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı:Allı Gelin (Aşağıdan Gelir) Türkünün Yöresi: Gümüşhane
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Aşağıdan gelir tatar Kamçısını atar tutar Garip olan nerede yatar Kondur beni allı gelin
(Gelin) Aşağıdan gelir tatar Kamçısını atar tutar Garip olan handa yatar Konduramam yiğit seni
(Yolcu) Sabah oldu tandır gelin Kalk ataşı yandır gelin Koynunda yatan yiğit Senin neyindir gelin
(Gelin) Sabah oldu tandırmışım Ben ataşı yandırmışım Koynumda yatan yiğidi Ben memeden emzirmişim
HİKAYESİ
Yıllar önce ilçede iki genç evlenir. Evlendikten bir kaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer, gurbet elinde bir iftiraya uğrar düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz o erin. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidem gurbet ellere ve bu türküyü söylemeye başlar.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Allı Gelin (Aşağıdan Gelir) Türkünün Yöresi: Gümüşhane
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Aşağıdan gelir tatar Kamçısını atar tutar Garip olan nerede yatar Kondur beni allı gelin
(Gelin) Aşağıdan gelir tatar Kamçısını atar tutar Garip olan handa yatar Konduramam yiğit seni
(Yolcu) Sabah oldu tandır gelin Kalk ataşı yandır gelin Koynunda yatan yiğit Senin neyindir gelin
(Gelin) Sabah oldu tandırmışım Ben ataşı yandırmışım Koynumda yatan yiğidi Ben memeden emzirmişim
HİKAYESİ
Yıllar önce ilçede iki genç evlenir. Evlendikten bir kaç ay sonra delikanlı gurbet yoluna düşer, gurbet elinde bir iftiraya uğrar düşer hapishaneye. Yıllarca yattıktan sonra saçı sakalı ağarmış olarak çıkar hapishaneden tutar köyünün yolunu. Ama aklından yavuklusu çıkmaz o erin. Acep yavuklusu duruyor mu yoksa başka birisi ile mi evlendi? Köy yoluna koyulur varınca köye yavuklusunun koynunda bir delikanlı yatıyor. Ne bilsin kendi oğlu olduğunu. Bari der karnımı doyurayım da yine çekip gidem gurbet ellere ve bu türküyü söylemeye başlar.
Alıntıları Göster
emirim suya gider testi doldurur türküsün hikayesi varmı?
quote:
Orijinalden alıntı: WILDBOYS
emirim suya gider testi doldurur türküsün hikayesi varmı?
Alıntıları Göster
Türkünün Adı:Alp Er Tunga Sagusu Türkünün Yöresi: Türkistan
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Alp Er Tunga öldi mü İsiz ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur
İslamlık'tan önceki dönemde sagu, "ağıt" (yas şiiri) anlamına gelirdi. Alp Er Tunga sagusu, İranlı Firdevsi'nin "Şehname" adlı destanında Efrasiyab adıyla anılan ve İ.Ö.624'te Türk-İran savaşları sırasında Keyhüsrev tarafından aldatılarak öldürtülen Alp Er Tunga (Buku ya da Buka Han) için yakılan ağıttır. Alp Er Tunga'nın Türkler arasında çok sevilen bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır.
Alp Er Tunga sagusu yazıya ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugat'it - Türk adlı yapıtında, Kaşgar Türkçesiyle geçirilmiştir; dörtlükler bu yapıtın çeşitli yerlerinde dağınık olarak bulunmaktadır. Dörtlüklerin sıralanışı, bir çok kaynakta farklı farklıdır. Sagu, aslında sözlü yazın döneminin ürünüdür.
Sagu, Alp Er Tunga'nın ölümünün yarattığı duygu ve düşünceleri, belirgin bir plan çerçevesinde anlatıyor:
Birinci dörtlükte, hükümdarın zamansız ölümünün verdiği şaşkınlık anlatılırken, dolaylı olarak onun büyüklüğüne de değinilmektedir.
İkinci dörtlükte, feleğin bu beylerin beyini tuzağa düşürdüğü, feleğin tuzağından Alp Er Tuna'nın bile kaçamadığı belirtiliyor. bu dörtlükte ölümün karşısındaki umarsızlık, yazgıcı biçimde ele alınmıştır.
Üçüncü ve dördüncü dörtlüklerde, yiğit hükümdarın ölümünün beylerde yarattığı etki betimlenmektedir. Onlar Alp Er Tuna'nın ölümüyle öndersiz kalmışlardır; şaşkındırlar.
Beşinci, altıncı ve yedinci dörtlüklerde, ozan yeniden yazgıyı kargışlamakta; zamanın bozulduğunu, erdemin azaldığını, hep yiğitlerin öldüğünü vurgulamaktadır.
Sekizinci dörtlükte yazgıcı bir bakış açısıyla, zamanın kötülüğü ve bu kötülüğün önlenemezliği konusunda hikmet yürütülmektedir.
Son dörtlükteyse, ağıtı söyleyen ozanın kendi duyguları iletilmektedir: Bu kişi gönlünün yandığından, duyduğu acı nedeniyle yetmiş yaş birden yaşlandığından söz etmekte, o yiğidin sağ olduğu geçmiş günleri özlemle anmaktadır.
Anlaşıldığına göre bu sagu, Alp Er Tuna'nın cenaze töreninde söylenmiş ağıtlardan biridir. Eski Türklerde büyük bir kişinin ölümü ve gömülme töreni, kendisine özgü toplantılara yol açardı. Bu törenlerde yas türküleri, ağıtlar söyleyen bir çok sanatçı bulunur, ölenin yiğitliklerini, erdemlerini, iyiliklerini sayıp döken ağıtlar okurlardı. Bu saguda ölenin özellikleri yanı sıra, ölüm olgusunun kalanlarda uyandırdığı duygulanımlar da anlatılmıştır. Saguda görülen anlatım yetkinliğini eski Türklerin sözlü yazınlarındaki gelişmişlik ve dilin kazandığı işleklikle açıklayabiliriz. Bu saguda da, güçlü bir içtenlik ve duygusallığın yanı sıra, yetkin bir anlatım düzeyi de görülmektedir.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Alp Er Tunga Sagusu Türkünün Yöresi: Türkistan
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Alp Er Tunga öldi mü İsiz ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur
İslamlık'tan önceki dönemde sagu, "ağıt" (yas şiiri) anlamına gelirdi. Alp Er Tunga sagusu, İranlı Firdevsi'nin "Şehname" adlı destanında Efrasiyab adıyla anılan ve İ.Ö.624'te Türk-İran savaşları sırasında Keyhüsrev tarafından aldatılarak öldürtülen Alp Er Tunga (Buku ya da Buka Han) için yakılan ağıttır. Alp Er Tunga'nın Türkler arasında çok sevilen bir hükümdar olduğu anlaşılmaktadır.
Alp Er Tunga sagusu yazıya ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lugat'it - Türk adlı yapıtında, Kaşgar Türkçesiyle geçirilmiştir; dörtlükler bu yapıtın çeşitli yerlerinde dağınık olarak bulunmaktadır. Dörtlüklerin sıralanışı, bir çok kaynakta farklı farklıdır. Sagu, aslında sözlü yazın döneminin ürünüdür.
Sagu, Alp Er Tunga'nın ölümünün yarattığı duygu ve düşünceleri, belirgin bir plan çerçevesinde anlatıyor:
Birinci dörtlükte, hükümdarın zamansız ölümünün verdiği şaşkınlık anlatılırken, dolaylı olarak onun büyüklüğüne de değinilmektedir.
İkinci dörtlükte, feleğin bu beylerin beyini tuzağa düşürdüğü, feleğin tuzağından Alp Er Tuna'nın bile kaçamadığı belirtiliyor. bu dörtlükte ölümün karşısındaki umarsızlık, yazgıcı biçimde ele alınmıştır.
Üçüncü ve dördüncü dörtlüklerde, yiğit hükümdarın ölümünün beylerde yarattığı etki betimlenmektedir. Onlar Alp Er Tuna'nın ölümüyle öndersiz kalmışlardır; şaşkındırlar.
Beşinci, altıncı ve yedinci dörtlüklerde, ozan yeniden yazgıyı kargışlamakta; zamanın bozulduğunu, erdemin azaldığını, hep yiğitlerin öldüğünü vurgulamaktadır.
Sekizinci dörtlükte yazgıcı bir bakış açısıyla, zamanın kötülüğü ve bu kötülüğün önlenemezliği konusunda hikmet yürütülmektedir.
Son dörtlükteyse, ağıtı söyleyen ozanın kendi duyguları iletilmektedir: Bu kişi gönlünün yandığından, duyduğu acı nedeniyle yetmiş yaş birden yaşlandığından söz etmekte, o yiğidin sağ olduğu geçmiş günleri özlemle anmaktadır.
Anlaşıldığına göre bu sagu, Alp Er Tuna'nın cenaze töreninde söylenmiş ağıtlardan biridir. Eski Türklerde büyük bir kişinin ölümü ve gömülme töreni, kendisine özgü toplantılara yol açardı. Bu törenlerde yas türküleri, ağıtlar söyleyen bir çok sanatçı bulunur, ölenin yiğitliklerini, erdemlerini, iyiliklerini sayıp döken ağıtlar okurlardı. Bu saguda ölenin özellikleri yanı sıra, ölüm olgusunun kalanlarda uyandırdığı duygulanımlar da anlatılmıştır. Saguda görülen anlatım yetkinliğini eski Türklerin sözlü yazınlarındaki gelişmişlik ve dilin kazandığı işleklikle açıklayabiliriz. Bu saguda da, güçlü bir içtenlik ve duygusallığın yanı sıra, yetkin bir anlatım düzeyi de görülmektedir.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı: Drama Köprüsü (Debreli Hasan) Türkünün Yöresi:Trakya
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Drama köprüsünü (bre Hasan) gece mi geçtin Ecel şerbetini (bre Hasan) ölmeden içtin Anadan babadan (bre Hasan) nasıl vazgeçtin
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
Drama köprüsü de (bre Hasan) dardır geçilmez Soğuktur suları (bre Hasan) bir tas içilmez Anadan geçilir (bre Hasan) yardan geçilmez
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
Mezar taşlarını (bre Hasan) koyun mu sandın Adam öldürmeyi (bre Hasan) oyun mu sandın Drama mahpusunu (bre Hasan) köyün mü sandın
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
HİKAYESİ
Debreli Hasan, Drama'da yetişmiştir.Debreli namıyla mübadele öncesi dönemde Drama-Serez-Sarısaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkiyadır. Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır.Debreli Hasan'ın yaşadığı,dönem kesinlikle bilinmemekle beraber Çakırcalı Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir. Bu konuda halk arasında söylenen menkibeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir.Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Çakırcalı'dan geçemezsin denir,kendisine.Nitekim de öyle olur.
Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur.Bilinen Karakedi namıyla bir tek kızanı olduğudur.Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en üstün tarafı ise fakirlere yardım etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir.Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır."Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış,İskece pazarına inmektedir.Yolu,Debreli Hasan tarafından kesilir.Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayınca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar." Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder.
Türkünün Adı: Drama Köprüsü (Debreli Hasan) Türkünün Yöresi:Trakya
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Drama köprüsünü (bre Hasan) gece mi geçtin Ecel şerbetini (bre Hasan) ölmeden içtin Anadan babadan (bre Hasan) nasıl vazgeçtin
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
Drama köprüsü de (bre Hasan) dardır geçilmez Soğuktur suları (bre Hasan) bir tas içilmez Anadan geçilir (bre Hasan) yardan geçilmez
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
Mezar taşlarını (bre Hasan) koyun mu sandın Adam öldürmeyi (bre Hasan) oyun mu sandın Drama mahpusunu (bre Hasan) köyün mü sandın
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda (bre Hasan) namın yürüsün
HİKAYESİ
Debreli Hasan, Drama'da yetişmiştir.Debreli namıyla mübadele öncesi dönemde Drama-Serez-Sarısaban bölgelerinde faaliyet göstermiş bir halk kahramanı eşkiyadır. Drama köprüsünü,o devrin haksızlıkla para kazanan halkı ezen zenginlerinden aldığı haraçla yaptırmıştır.Debreli Hasan'ın yaşadığı,dönem kesinlikle bilinmemekle beraber Çakırcalı Efe ile çağdaş olduğu görüşleri,hatta atıştıklarına dair hikayeler onun 1870-1920 yılları arasında Makedonya dağlarında egemen olduğunu göstermektedir. Bu konuda halk arasında söylenen menkibeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için İzmir'e gidecektir.Eğer bu civar dağlarda hükümran olan Debreli'den geçsen, Ege dağlarında Çakırcalı'dan geçemezsin denir,kendisine.Nitekim de öyle olur.
Debreli'nin çetesinde pek çok kişi yoktur.Bilinen Karakedi namıyla bir tek kızanı olduğudur.Halka onu sevdiren eşkıya kişiliğinin en üstün tarafı ise fakirlere yardım etmesi,bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir.Bu konuda şöyle bir menkıbe de vardır."Evlenmek niyetinde olan dağlı bir genç,tek danasını almış,İskece pazarına inmektedir.Yolu,Debreli Hasan tarafından kesilir.Delikanlının evlenmek için parası olmadığını anlayınca Debreli kendisine düğün için yetecek parayı verir ve ayrıca danasını satmamasını salık verip uğurlar." Makedon dağlarının Debreli'si sonunda padişah affına uğrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayı başarır ve Türkiye'ye göç eder.
Ekinler ekilirken Çiziye dökülürken Seni de benden ayırdılar Suna da boylu Neriman Şafaklar sökülürken
Vardım pınar akmıyor Yar yüzüme bakmıyor Dokuz da daldan gül kopardım Suna da boylu Neriman Senin gibi kokmuyor
Uşak duman sis oldu Açan güller hep soldu Aç gözünü göreyim Suna da boylu Neriman Kalbim hasretle doldu
HİKAYESİ
Keziban, Çukurova'nın en güzel kızıydı. Üstelik, güzelliği, tek özelliği de değildi Keziban'ın. Dürüsttü. Eline çevikti. İki kişinin topladığı pamuğu toplar, üç kişinin biçtiği ekini biçerdi öz başına.
Apo da, kara yağız bir Çukurova delikanlısıydı. Ekmeğini pamuktan çıkarmakla birlikte, taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Fakirdi ama, yaşamını sürdürmek için emeğinden başka şeye gereksinmezdi Kader ağlarını ördü ve Keziban'ı çıkardı Apo'nun karşısına. Apo, işin sonunu bilmiş gibi, sıktı kendini. "Tek dur be deli gönül, Keziban kim, sen pamuk ırgatı Apo kim? Bırakırlar mı onu sana" dedi, dedi ya; sevdaya derman mı olur, gönüle ferman mı olur?
Sevdi Apo. Hem de, Çukurova yiğidinin sevmesi. Yüreğinde yanardağlar patlıyordu. O, düşmanın dizlerini titreten bakışları Keziban'a çevrildi miydi, ilk yaz yelleri gibi okşayıcı kesiliyordu. Düşünde düşüncesinde sarı sarı veriyordu sarı Keziban'ı. Sarınca da, tüm bedeni cennet suyunda yıkanmışa dönüyordu.
Gün geçtikçe, Keziban'ın da gönlü uyanmaya başladı ve ilk yazda iki sevgili ilk kez, kem gözlerden uzakta buluştular. Gün, nöbeti aya bırakmaktaydı. Konuşmadan, uzun süre bakıştılar.
Gözleri, birbirlerine en güzel aşk destanları anlatıyordu. Susuşlarının bir anında, ikisi birden, bilinmez bir güçten buyruk almış gibi, ellerini birbirlerine uzattılar. Duyguları, ellerinden birbirlerine aktı. Bir süre sonra sözleşmiş gibi, aynı anda kalktılar. Gözgöze geldiler. Dönülmez bir göz andı içişti bu... O geceden sonra zaman, durmaksızın aşklarını büyütmeye durdu. Arasıra buluşuyorlar, birbirlerine daha susamış olarak ayrılıyorlardı.
Artık elleri havada, dilleri duadaydı. Kendilerini birbirlerine bağlaması için Tanrı'ya yakarıyorlardı. Bir gece, yine buluştular. Gözleriyle mi, sözleriyle mi ne; dünya durdukça birbirlerinin olmayı kararlaştırdılar. Zati, kutsal vuslatlarına az kalmıştı. Hele şu ekinlerin ekilmesi bitsindi. Ertesi gece el-ayak çekildikten sonra yine buluşmak üzere ayrıldılar. İkisinin de içinde orman yangınları vardı...
Uzun süredir, Keziban'ın çevresinde alıcı bir kuş gibi dolaşmakta olan ağaoğlu Şaban bey, sürdü atını karanlıkta. Ardından adamları. Kuşattılar Keziban'ın kulübesini. Tabanca kurşunları delik deşik etti gecenin karanlığını. Ortalık ayağa kalktı. Gözdağı vermekti kurşunların amacı.
Şafak sökerken, eli-ağzı bağlanan Keziban, Şaban'ın atının tersine bindirilmişti. Şaban sürdü atını, şafağın aksi yönüne. Adamları havaya birkaç el daha ateş etttikten sonra, onlarda izlediler beylerini
O günden sonra, Apo iflah olmadı, yayla - yazı (ova) demeden tüm Çukurova'yı dolandı durdu. İzini bile bulamadı Keziban'ın! Rastladığı her çiçeği kokladı, hiç biri Keziban gibi kokmuyordu...
Sonunda, acısından bir türkü yaktı Apo. O gün, bugün düşmez Anadolu halkının dilinden.
Ekinler ekilirken Çiziye dökülürken Seni de benden ayırdılar Suna da boylu Neriman Şafaklar sökülürken
Vardım pınar akmıyor Yar yüzüme bakmıyor Dokuz da daldan gül kopardım Suna da boylu Neriman Senin gibi kokmuyor
Uşak duman sis oldu Açan güller hep soldu Aç gözünü göreyim Suna da boylu Neriman Kalbim hasretle doldu
HİKAYESİ
Keziban, Çukurova'nın en güzel kızıydı. Üstelik, güzelliği, tek özelliği de değildi Keziban'ın. Dürüsttü. Eline çevikti. İki kişinin topladığı pamuğu toplar, üç kişinin biçtiği ekini biçerdi öz başına.
Apo da, kara yağız bir Çukurova delikanlısıydı. Ekmeğini pamuktan çıkarmakla birlikte, taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Fakirdi ama, yaşamını sürdürmek için emeğinden başka şeye gereksinmezdi Kader ağlarını ördü ve Keziban'ı çıkardı Apo'nun karşısına. Apo, işin sonunu bilmiş gibi, sıktı kendini. "Tek dur be deli gönül, Keziban kim, sen pamuk ırgatı Apo kim? Bırakırlar mı onu sana" dedi, dedi ya; sevdaya derman mı olur, gönüle ferman mı olur?
Sevdi Apo. Hem de, Çukurova yiğidinin sevmesi. Yüreğinde yanardağlar patlıyordu. O, düşmanın dizlerini titreten bakışları Keziban'a çevrildi miydi, ilk yaz yelleri gibi okşayıcı kesiliyordu. Düşünde düşüncesinde sarı sarı veriyordu sarı Keziban'ı. Sarınca da, tüm bedeni cennet suyunda yıkanmışa dönüyordu.
Gün geçtikçe, Keziban'ın da gönlü uyanmaya başladı ve ilk yazda iki sevgili ilk kez, kem gözlerden uzakta buluştular. Gün, nöbeti aya bırakmaktaydı. Konuşmadan, uzun süre bakıştılar.
Gözleri, birbirlerine en güzel aşk destanları anlatıyordu. Susuşlarının bir anında, ikisi birden, bilinmez bir güçten buyruk almış gibi, ellerini birbirlerine uzattılar. Duyguları, ellerinden birbirlerine aktı. Bir süre sonra sözleşmiş gibi, aynı anda kalktılar. Gözgöze geldiler. Dönülmez bir göz andı içişti bu... O geceden sonra zaman, durmaksızın aşklarını büyütmeye durdu. Arasıra buluşuyorlar, birbirlerine daha susamış olarak ayrılıyorlardı.
Artık elleri havada, dilleri duadaydı. Kendilerini birbirlerine bağlaması için Tanrı'ya yakarıyorlardı. Bir gece, yine buluştular. Gözleriyle mi, sözleriyle mi ne; dünya durdukça birbirlerinin olmayı kararlaştırdılar. Zati, kutsal vuslatlarına az kalmıştı. Hele şu ekinlerin ekilmesi bitsindi. Ertesi gece el-ayak çekildikten sonra yine buluşmak üzere ayrıldılar. İkisinin de içinde orman yangınları vardı...
Uzun süredir, Keziban'ın çevresinde alıcı bir kuş gibi dolaşmakta olan ağaoğlu Şaban bey, sürdü atını karanlıkta. Ardından adamları. Kuşattılar Keziban'ın kulübesini. Tabanca kurşunları delik deşik etti gecenin karanlığını. Ortalık ayağa kalktı. Gözdağı vermekti kurşunların amacı.
Şafak sökerken, eli-ağzı bağlanan Keziban, Şaban'ın atının tersine bindirilmişti. Şaban sürdü atını, şafağın aksi yönüne. Adamları havaya birkaç el daha ateş etttikten sonra, onlarda izlediler beylerini
O günden sonra, Apo iflah olmadı, yayla - yazı (ova) demeden tüm Çukurova'yı dolandı durdu. İzini bile bulamadı Keziban'ın! Rastladığı her çiçeği kokladı, hiç biri Keziban gibi kokmuyordu...
Sonunda, acısından bir türkü yaktı Apo. O gün, bugün düşmez Anadolu halkının dilinden.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı: Erişti (Zühre Gidek Bizim İllere) Türkünün Yöresi: Gaziantep
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Zühre gidek bizim illere Evvel bahar yaz erişti Açıldı yüz bin çiçekler İptida nergiz erişti
Zühre ver elin elime Konuşak tatlı dil ile Gel gidek Yozgat eline Erzurum'da buz erişti
Zühre'yi bindirdik ata Ellerinden tuta tuta Hele bakın sansalata Çepkenliler tez erişti
Malımı verdim yağmaya Aklımı verdim sevdaya Dediler koyun sağmaya Gül reyhanlı kız erişti
HİKAYESİ
İrehanlı aşireti reisi Ömer Bey, Erzurum yaylasında otururken gönlü Anadolu yaylalarını istemiş. Fakat sevgilisinin gitmek arzusu yokmuş. Ömer Bey de sevgilisi Zühre'yi ikna etmek için bu türküyü söylemiş.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Türkünün Yöresi:Şanlıurfa
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Geyik Çekti Beni Kendi Dağına Tövbeler Tövbesi Geyik Avına
Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada
Ben Giderken Kaya Başı Kar İdi Yel Vurdu Da Erim Erim Eridi Ak Bilekler Taş Üstünde Çürüdü
Birkaç delikanlı geyik avına giderler. Delikanlılardan birini bir geyik yalçın kayalar üstüne çeker. O sırada güzel bir av yapacağını sanan delikanlı arkasına dönüp bakınca, aşağı inmenin mümkün olamayacağını görür. Arkadaşları da bu sırada onu aramaya başlamışlardır. Kayaların üstünde acıklı durumunu görürler. Delikanlı, nişanlısının ava çıkmamasını söylediğini anımsar. O yüzden nişanlısı da kendisine küsmüştür. Bu durumda bu türküyü söyler.
Türkünün Adı:Entarisi Ala Benziyor Türkünün Yöresi:İstanbul
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Entarisi Ala Benziyor Şeftalisi Bala Benziyor Benim Yarim Bana Benziyor
Olamaz Ne Çare O Nişanlıdır Kaytan Bıyıklı Delikanlıdır Şekerli Misin Vay Vay Kaymaklı Mısın Vay Vay
Entarisi Biçim Biçim Ölüyorum Senin İçin Ağlatma Gel Başın İçin
Olamaz Ne Çare O Nişanlıdır Kaytan Bıyıklı Delikanlıdır Şekerli Misin Vay Vay Kaymaklı Mısın Vay Vay
HİKAYESİ
Devir Osmanlı devri… Reşadiye harp gemimizin kızaktan indirilişi töreninde bulunmak üzere İngiltere’ye davet edilen Türk heyeti, törende güç bir durumla karşılaşmış. İngiliz denizcileri kendi milli marşlarını okuyunca bizimkiler ne yapacaklarını şaşırmış. Çünkü Osmanlı’nın bir Milli Marşı yok. Çarkçıbaşı duruma el koymuş;
—“Entarisi ala benziyor"u biliyor musunuz?
— Biliyoruz.
— Hep beraber:
- "Entarisi ala benziyooooooor !
Sultan Reşat bana benziyooooooor!
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Türkünün Yöresi:Şanlıurfa
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Geyik Çekti Beni Kendi Dağına Tövbeler Tövbesi Geyik Avına
Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada
Ben Giderken Kaya Başı Kar İdi Yel Vurdu Da Erim Erim Eridi Ak Bilekler Taş Üstünde Çürüdü
Birkaç delikanlı geyik avına giderler. Delikanlılardan birini bir geyik yalçın kayalar üstüne çeker. O sırada güzel bir av yapacağını sanan delikanlı arkasına dönüp bakınca, aşağı inmenin mümkün olamayacağını görür. Arkadaşları da bu sırada onu aramaya başlamışlardır. Kayaların üstünde acıklı durumunu görürler. Delikanlı, nişanlısının ava çıkmamasını söylediğini anımsar. O yüzden nişanlısı da kendisine küsmüştür. Bu durumda bu türküyü söyler.
Acaba bide volkan konakın Gurbet şarkısının hikayesini yazarmısınız?
quote:
Orijinalden alıntı: kaptan101
Acaba bide volkan konakın Gurbet şarkısının hikayesini yazarmısınız?
Alıntıları Göster
Türkünün Adı : Hem Okudum Hem Yazdım Türkünün Yöresi :Çorum
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Hem Okudum, Hemi Yazdım, Yalan Dünya Senden Bezdim...Of Dağlar Koyağını Gezdim, Yiten Yavru Bulunur Mu...Of
El Yazıya, El Yazıya Duman Çökmüş Gölyazıya...Of Kurban Olam, Kurban Olam Beşikte Yatan Kuzuya Vay.
El Veriyor El Veriyor Orta Direk Bel Veriyor...Of Döndüm Baktım Sağ Yanıma, Mehemmedim Can Veriyor Vay.
HİKAYESİ
Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.
Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.
Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.
Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.
Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı : Hem Okudum Hem Yazdım Türkünün Yöresi :Çorum
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Hem Okudum, Hemi Yazdım, Yalan Dünya Senden Bezdim...Of Dağlar Koyağını Gezdim, Yiten Yavru Bulunur Mu...Of
El Yazıya, El Yazıya Duman Çökmüş Gölyazıya...Of Kurban Olam, Kurban Olam Beşikte Yatan Kuzuya Vay.
El Veriyor El Veriyor Orta Direk Bel Veriyor...Of Döndüm Baktım Sağ Yanıma, Mehemmedim Can Veriyor Vay.
HİKAYESİ
Yavru yitmeye görsün bir kez. Bulunmaz. Değil dağların koyağı, ırmakların kaynağı, yaylaların çimeni, ovaların çiçeği, hiç bir şey, hiç bir kişi geri getiremez onu. Ehh ana yüreği bu. Dayanması zor. Dağlara düşüp araması doğal; ne ki giden geri gelmez. Şundan ki, yiten candır. Alıp yerine koyamazsın. Nefesin sonu çıkmaya görsün boğazdan bir kez. Dönüşü olmaz. Ama, ağlamak, döğünmek, türkülere sığınmak da insanların kendi elinde.
Türkümüze öykü olan olay, 1930'larda Çorum'un Osmancık ilçesinin Hacıhamza kasabasında geçer. Kasabada köklü bir aile yaşar o yıllarda. Bu ailenin de Mehmet Bey adlı bir oğlu vardı. Mehmet Bey, geniş omuzlu, kaytan bıyıklı, iri kıyım bir delikanlıdır. Çevresindekilere yaptığı iyiliklerden ötürü de herkesin saygısını, sevgisini kazanmıştır. Yeni evlendiği eşiyle de çok iyi anlaşmaktadır. Hele eşi ona nur topu bir oğlan çocuğu doğurduktan sonra da daha mutlu olmuştur. Bir çocuk ki gözleri yumuk yumuk. Uzun, upuzun saçlar, tombiş bilekler. Anası bir yanını kendine benzetiyor; babası bir yanını. Bak Mehmet diyor karısı "çenesi, kafa yapısı, ağzı sana benziyor, gerisi bana" Mehmet Bey: "Ya parmakları" diyor. "Bak bak serçe parmaklarında eğrilik var. Tıpkı seninkiler gibi. Ama uzunluğu da bana benziyor parmakların". Çocuk daha bir mutlu ediyor aileyi. Evin havası birden değişiyor. Gelenler, gidenler çoğalıyor. Dosta ahbaba teller çekiliyor. "Bir oğlumuz oldu" diye. Uzaktan mektuplarla kutlayanlar. Sözün özü; evde bir şenlik, bir şölen. "Aaaa... İzmir'den Nurettin Amcalardan tel geldi. Kutluyorlar. Bu da Adana'dan Niyaz'lerden geliyor. Bu tel de Çorum'dan, ama tebrik teli değil. Bak hele Mehmet neymiş? "Şey Hükümet teli bu. Bir iş için çağırıyorlar. Gitmek gerek. Hükümet işi ihmale gelmez. Tez zamanda gitmeli' diyor Mehmet Bey. Vakit öğleyi geçkindir. Ama olsun Hükümetin çağrısı gecikmeye gelmez. Tez elden gitmeli. Varıp anlamalı işin aslını. Adamlarına seslenir. İki at eyerlemelerini söyler. Karısına da "İşim biter bitmez dönerim. Hem yavruma da ufak tefek bir şeyler alırım. Sana da giyecek gerekli. Elbiselerin bol geliyor üstüne. Gelen gidenimiz olur bu günlerde.
Ele güne karşı ayıp olur. Bir kaç elbiselik alırım. Anamı da unutmamak gerek. İlk torunu kadının. Nasıl da yoruldu gebeliğinde senin. Meraklanmana gerek yok. Çorum ne çeker ki. Akşam Osmancık'a varırız. Sabahın erinde ordan çıksak, karanlık çökmeden tutarız Çorum'u.
Mehmet Bey bir yandan bunları söylüyor; bir yandan da kucağına aldığı oğlunu seviyor. Kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor. Bırakamıyor çocuğu kucağından. Ş aha kalkıyor, demeye kalmadan, silahlı iki kişi atlıyor yola. Saç-sakal birbirine karışmış, iki dağ adamı bunlar. Yolun dar boğazı. Yana yöne kaçacak yer yok. Ancak geri dönülebilir. Mehmet Bey de ona davranıyor. Ama, daha atını dönderir döndermez iki kişi de orada peydahlanıyor. "Canınızı seviyorsanız davranmayın. Kurşunu yersiniz yoksa. Boşaltın ceplerinizi, atlarınızı da bırakıp, koyulun yola" diye ünlüyorlar. Mehmet Bey bakıyor kaçış zor. Teslim olup, parasını silahını, atları vermek de işine gelmiyor. Gurur meselesi yapıyor. Bir anda atıyor kendini yere, silahına sarılıyor. Adamı da atıyor attan. Seyip kalan atlar, kişneyip tepiniyorlar. Aynı anda da kurşunlar vızılamaya başlıyor. Mehmet Bey bir ağacı siperlemiş kendine, basıyor tetiğe. Adamı da sol yanından ateşliyor silahını. Vuruşma epey sürüyor. Mehmet Bey'in de adamının da kurşunları azalıyor. Daha dikkatli kullanmak zorunda kalıyorlar kurşunlarını. Çok geçmeden onlarda bitiyor. Eşkıya azgın. Bir iki kez yine teslim çağrısını yapıp, basıyorlar kurşunu ardından. Mehmet Bey'den bir "Ah" sesi yükseliyor. Yığılıp kalıyor bir kenara. Adamı derseniz ağır yaralı yıkılıyor yere. Neden sonra ayıkıp bir bakıyor ki sağ yanında yatıyor Mehmet Bey. Cansız. Üstü başı kan içinde. Kendisi de yaralı. Cepleri boşaltılmış. Silahları da yok yanlarında.
Haber Hacıhamza kasabasına ulaşınca, anasını, karısını, hısım-akrabasını bir ağıt tutuyor. Kimi beşikte yatan üç günlük yavruya üzülüyor; kimi Mehmet Bey'in yiğitliğini dillendiriyor. Kişiliğini övüyor. Sonra tüm bu duygular, bir türküye dil oluyor. Hacıhamza kasabası da Osmancık ilçesi de dar geliyor Türküye. Yankılanıyor, yankılanıyor.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı : Anakara'da Yedik Taze Meyvayı Türkünün Yöresi : Ankara
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ankara'da Yedik Taze Meyvayı Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı Keskin'den De Sildirmeyin Künyeyi Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Ankara'yla Şu Keskin'in Arası Arasına Kara Duman Durası Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi Söyleyin Anneme Annem Ağlasın Babamın Oğlu Var Beni Neylesin
Trene Bindim De Tren Salladı Zalim Doktor Ciğerimi Elledi İy- olursun Dedi Geri Yolladı Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur Ağlama Hatice, Sefer Yetişir Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini
Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor Annesinin Ciğerini Deliyor Gelin Hatice'yi Eller Alıyor Söyleyin Anama Anam Ağlasın Gelin Hatice'yi Kimler Eylesin
Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun Edirafı Lale Sümbül Bağ Olsun Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağ Olsun Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı
HİKAYESİ
Anakara'nın keskin ilçesinin cin ali köyünde 1924 yılında Sefer adında bir erkek çocuk doğar. İlkokulu köyünde okuyan Sefer 15 yaşından sonra ailesinin tüm rençberlik işlerine yardım eder yürütür. Güçlüdür kuvvetlidir Sefer. Köyde herkes tarafından sevilir. 20 yaşına gelince de Seyfli köyünden Hatice yi istetir. Söz kesilir düğün olur evlenirler.
Aradan üç ay geçince Sefer ince hastalık denilen vereme tutulur. Doktorlar bir çare bulamazlar. Taa Ankara lara götürülür ve 20 Haziran 1944 te garip Sefer ölür. Aşağıdaki türkü Sefer için yakılmıştır.
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı : Anakara'da Yedik Taze Meyvayı Türkünün Yöresi : Ankara
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ankara'da Yedik Taze Meyvayı Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı Keskin'den De Sildirmeyin Künyeyi Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Ankara'yla Şu Keskin'in Arası Arasına Kara Duman Durası Çok Doktorlar Gezdim Yokmuş Çaresi Söyleyin Anneme Annem Ağlasın Babamın Oğlu Var Beni Neylesin
Trene Bindim De Tren Salladı Zalim Doktor Ciğerimi Elledi İy- olursun Dedi Geri Yolladı Söyleyin Anama Anam Ağlasın Anamdan Başkası Yalan Ağlasın
Benzim İçtim Ciğerlerim Tutuşur Ağlama Hatice, Sefer Yetişir Söyleyin Anneme Çalsın Nennimi Kim Alırsa Alsın Nazlı Gelini
Binmiş Taksiye De Sefer Geliyor Annesinin Ciğerini Deliyor Gelin Hatice'yi Eller Alıyor Söyleyin Anama Anam Ağlasın Gelin Hatice'yi Kimler Eylesin
Mezarımı Derin Kazın Dar Olsun Edirafı Lale Sümbül Bağ Olsun Ben Ölüyom Ahbaplarım Sağ Olsun Söylen Kardaşıma Çalsın Sazımı Kadir Mevlam Böyle Yazmış Yazımı
HİKAYESİ
Anakara'nın keskin ilçesinin cin ali köyünde 1924 yılında Sefer adında bir erkek çocuk doğar. İlkokulu köyünde okuyan Sefer 15 yaşından sonra ailesinin tüm rençberlik işlerine yardım eder yürütür. Güçlüdür kuvvetlidir Sefer. Köyde herkes tarafından sevilir. 20 yaşına gelince de Seyfli köyünden Hatice yi istetir. Söz kesilir düğün olur evlenirler.
Aradan üç ay geçince Sefer ince hastalık denilen vereme tutulur. Doktorlar bir çare bulamazlar. Taa Ankara lara götürülür ve 20 Haziran 1944 te garip Sefer ölür. Aşağıdaki türkü Sefer için yakılmıştır.
Alıntıları Göster
Türkünün Adı :Geyik Ne Melersin? Türkünün Yöresi : Fethiye
Türkünün Sözleri
Dağı taşı delersin Bir yavrunun yolu Geyik ne çok melersin?
Adayıp atandadır İskilip'ine ereyim Okuyup yazandadır Gonca güller dereyim Geyik ne ararsın dağı taşı Beriye geliver geyik Yavrun bu kazandadır. Ben yavrunu vereyim.
HİKAYESİ Toros sıradağları arasında coşkun dereler ve ince-uzun ovalar vardır. Bu yörenin insanları doğaya, dolayısıyla her türlü yaban yaratığına yakındırlar. Çokluk Türkmenler, tahtacılar yaşar Toros'larda.
Yıl boyu sürü güdüp tahta biçen tahtacılar, güz geldimiydi, doğru Elmalı'mn Akçainiş köyü yakınındaki Tekke mevkiinde alırlar soluğu. Fethiye'den Antalya'ya, Kaş'tan Korkuteli'ne dek yöredeki tüm Aleviler, kurbanlarını burada keserler. Çünkü Hacı Bektaş-ı Veli'nin önde gelen müritlerinden Abdal Musa tekkesi buradaydı bir zamanlar.
Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa'nın yetişip olgunlaştığım görünce O'na <<el vermiş>>ti. Bektaşilikte <<el vermek>>, <<tamam, sen piştin>> demek...
Abdal Musa, <<pir>> inin elini öptükten sonra, O'nun elçisi olarak, Bektaşiliği yaymak üzere, Elmalı'ya gelip, Akçainiş köyü dolaylarına yerleşmiş. Öylesine bilgili, öylesine güçlü bir kişiymiş ki; kısa sürede çok büyük bir yandaş (taraftar) kitlesi toplamış.
Aradan yüzyıllar geçtiği halde, o yöreler halkı hala; Abdal Musa'nın kudretini hayranlıkla anlatır. O'nun gösterdiği mucize ve yaptığı işlerin çoğu halk arasında söylenceleşmiş (efsaneleşmiş) tir. Bir geyikle şakalaşmasını dile getiren söylenceyse, Fethiye-Antalya arasının en, ilginç türkülerinden birine konu olmuştur :
Abdal Musa bir gün, yenice yavrulamış bir geyikle karşılaşmış. Geyiği sınamak için, yavrusunu bir kazana saklamış. Geyik melemeye, yavrusunu aramaya başlamış. İşte o sıra Abdal Musa ile geyik arasında geçen söyleşi, kırk dörtlüklük (kıt'alık) bir şiir oluşturmuş. Bugün türküde genellikle beş dörtlük söyleniyor.
Aşağıda sunduğumuz sözlerin birinci, ikinci ve dördüncü dörtlükleri Abdal Musa'nın; üçüncü ve beşinci dörtlükleri geyiğin ağzından söylenmiştir :
quote:
Orijinalden alıntı: zayef-
Türkünün Adı:Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Türkünün Yöresi:Şanlıurfa
TÜRKÜNÜN SÖZLERİ
Ben De Gittim Bir Geyiğin Avına Geyik Çekti Beni Kendi Dağına Tövbeler Tövbesi Geyik Avına
Siz Gidin Kardaşlar Kaldım Burada Aman Anam Burada Siz Gidin Avcılar Kaldım Burada Aman Anam Burada
Ben Giderken Kaya Başı Kar İdi Yel Vurdu Da Erim Erim Eridi Ak Bilekler Taş Üstünde Çürüdü
Birkaç delikanlı geyik avına giderler. Delikanlılardan birini bir geyik yalçın kayalar üstüne çeker. O sırada güzel bir av yapacağını sanan delikanlı arkasına dönüp bakınca, aşağı inmenin mümkün olamayacağını görür. Arkadaşları da bu sırada onu aramaya başlamışlardır. Kayaların üstünde acıklı durumunu görürler. Delikanlı, nişanlısının ava çıkmamasını söylediğini anımsar. O yüzden nişanlısı da kendisine küsmüştür. Bu durumda bu türküyü söyler.