Şimdi Ara

Türkler'in Göçebeliği Nasıl Bir Nitelik Arz Ediyordu!

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
1
Cevap
0
Favori
212
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Merhaba arkadaşlar, kısaca özetleyelim,kendi yurtlarını bırakıp başka diyarlara gitme manasındaki göç de görülmekle beraber Türkler'in göçebeliği yaylak-kışlak hayatına dayanıyordu ki kendi yurtlarını bırakıp başka diyarlara göç etme manasındaki göçü bir çok toplum gerçekleştirmiştir,yani Türk hükümdarlarının biri yaylaklarda(yüksek bölgelerde), öteki vadilerde, su kıyılarında olmak üzere iki merkezleri bulunurdu ve ikincisi evlerden kurulu iskân yerleri idi,dolayısıyla Türkler kışı geçirdikleri kışlaklarında kerpiçten evler inşa etmişlerdir ve Türkler yarı göçebe diye adlandırılan nitelikli göçebelerdir. Esasen Gök-Türk kitabeleri de, Türk milletinin acı, tatlı hâtıralarının, gelecek nesillerce unutulmaması için, taşa yazdırılıp dikilmesi münasebetiyle ancak, o toprakların Türk vatanı olarak kalacağı düşüncesinin mahsûlü olabilirdi. Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun konuyla ilgili yazısını aşağıya alıntılıyoruz:

    D- ŞEHİR

    Eski Türkler, yaz aylan için zaruri olan yaylak hayatı dışında, kışın barınmak üzere evler inşa ediyorlardı. Asya Hunları’nın kurban sunmak üzere binalar da yaptıklarını kaydeden Çin kaynaklarına göre, Göktürk hakanlarının sağlam meskenlerden kurulu merkezleri vardı. Esasen Türk hükümdarlarının biri yaylaklarda, öteki vadilerde, su kıyılarında olmak üzere iki merkezleri bulunurdu ve ikincisi evlerden kurulu iskan yerleri idi: Motun'un(Mete), Long veya Liong veya Lung (=Ongin ırmağı uzerinde) ve Orhun havalisinde (yazlık), İlteriş’in Coğay (yazlık), Karakum (kışlık), İstemi'nin Ek-dağ’da (yazlık), Işık golü yanında (kışlık), Tong-Yabgu'nun Tokmak (kışlık), vb... II. Göktürk hakanlığı kışlık başkentinin Orhun kitabelerinin bulunduğu yerde şehir halinde olması mümkündür. Zira mahiyetini iyi bildiğimiz bu hatıraların dağ başlarına, ıssız yerlere dikilmesi bir mana ifade etmezdi. Bundan başka, kitabelerde zikredilen iskan mahallerinden Amga- Kurgan bir kale olmakla beraber, Toğu-balık herhalde bir şehir idi. Uygurlar tarafından kurulan (Moyen-çor zamanında, 747-759) Ordu-balık (Kara-balgasun yanında) şehrinin bazı kalıntıları mevcuttur. Hazarların Belencer ve Semender adlı şehirlerinden bahsetmiştik (bk. yk. Tarih). Başkent İtil-Hanbalıg hakkında İslam kaynakları (İbn Rusta, İstahrî, İbn Fadlan, el-Mes’ûdî vb.) geniş bilgi vermişlerdir. İtil Bulgarlarının başkenti unlu Bulgar şehrinin harabeleri bulunmuştur. Tuna Bulgar şehirleri arasında, sarayları ve su tesisleri ile bilhassa iki tanesi meşhurdur: Pliska ve Preslav (Pereyaslav). Fakat ne Çinli ve Soğdlulara yaptırıldığı bildirilen diğer bir Uygur kasabası Bay-balık "tan, ne de Doğu Gök-Türkleri’ne ait şehirlerden bir iz kalmamış gibidir. Bunun sebebi, belki eski Türkçe’de şehir manasındaki “balık” sözü ile açıklanabilir. Bu kelime, aslında, "bal-" kökü ile (krş. balçık), bir nevi toprak ifade etmektedir. Demek ki, Türklerin kurdukları kasabalarda binalar daha çok çamur-toprak (kerpiç) ile yapılıyordu. İhtimal senenin ancak bir kısmında kullanılan bu meskenlerin sağlam olmasına pek ehemmiyet verilmiyordu. Asya Hunları’nın, evlerini "dövülmüş topraktan” yaptıklarına Çin kaynaklarında işaret edilmiştir. Ayrıca, eski Türklerin ahşap meskenler yapmayı tercih ettiklerine dair deliller çoktur. Hazarların evleri hep ahşap olup, yalnız hakan sarayı ile Şarkel Kalesi taş ve tuğladan yapılmıştı. Volga Bulgarlarının evleri de ahşap idi. Hatta eski Turkler, Asya Hunları’ndan Batıda Avarlara kadar, şehir surlarını bile ahşap (kalın ağaç kütüklerinden çit şeklinde) inşa ediyorlardı. Kul Tegin bark'ının duvarları "sıkıştırılmış" topraktan yapılmış, Uygur hakanı Moyen-çor, Kem ırmağı (Yenisey) üzerinde inşa ettirdiği taht sarayı(Ordu-örgin)’nı "çit" ile çevirtmişti. Bulgar şehrinin etrafı da meşe kalaslarla çevrilmişti.

    Attila'nın Orta Macaristan'daki başkenti, küçük ve büyük sarayları, halka ait evler, askeri garnizonlar, silah ve erzak depoları ile baştan başa ahşap yapılardan ibaretti. Attila'nın ve hanımının gümüş ve altın levhalar kaplı sütunlarla salonlara ayrılmış, tahta oyma süsleri ile bezeli; masalar, iskemleler, dolapların bulunduğu saraylarını anlatan Priskos, bir de Romalı ustalara yaptırıldığını söylediği hamamdan bahseder. Bu münasebetle zikredelim ki, Türklerde eskiden beri yıkanma yaygın bir adet idi. Cin kaynaklarında ve İbn Fadlan ‘da Türk kavimlerinden bazılarında giyilen elbisenin yıpranıncaya kadar çıkarılmadığına dair olan kayıtlar mübalağa sayılmalıdır. Bu esasen beden sağlığı yönünden imkansız olduğu gibi, yine aynı Çin kaynaklan mesela bir Hun boyunun (Yüe-pan'lar) fertlerinin günde uç kere yıkandıklarım ve bir nevi "kola" kullanarak, saclarını temiz ve parlak tuttuklarım yazarlar. Diğer taraftan aynı şekilde İbn Fadlan ‘ın ırmaklarda hem de kadın-erkek bir arada yıkandıklarını bildirdiği İtil Bulgarlarının ve Hazarların hamamları da vardı. Tuna Bulgarları, Hıristiyanlığın kabulünden iki yıl sonra (866'da) Papa Nikolaus I'e başvurarak, rahiplerin onlara haftada iki gün (çarşamba, cuma) yıkanmayı yasaklamalarından şikayet etmişlerdi. Priskos ‘un bahsettiği hamam da aynı geleneğin bir şahididir. Eski Türkler’de yalnız siviller için değil, ordularda da seyyar hamamlar (çerge) vardı ve bu usul Bizans'a da geçmişti.

    İdari rejimlerinde derebeylik (feodalite) mevcut olmadığından ülkelerinde de "şato" tipi yapılara rastlanmayan eski Turkler, nadir de olsa, surlu şehir de yaptırmışlardır. Mesela, Hun tanhusu Çi-çi'nin M.O. 36'da Çinliler tarafından yıkılan başkenti böyle idi. Ayrıca Hunlar Kan-su'da Gu-tsang (Kan-çou) adlı bir şehir kurmuşlardı. Burası Hun başbuğu Liu Yuan (olm. M.S. 310) zamanında inşa edilmiş ve inşa biçiminden dolayı, Çinlilerce "Yatan Ejder şehri" diye anılmıştır. İtil şehrinin 4 kapılı bir suru vardı. Fakat Bozkırlı Turkler umumiyetle surla kapalı şehirlerden hoşlanmamışlardır, çünkü kendilerine en tabii gelen yaşayış tarzına aykırı idi. Bilge Kağan’ın memlekette "Çinliler gibi şehirler kurma" teklifini, Türklerin artık "göçebelikten şehirlileşmeğe doğru ileri bir adım ifade eden belirti" şeklinde yorumlama yerinde değildir. Kendi kültürleri ile mağrur oldukları ve o kültürü yaşatmanın gerekliliği şuuru içinde bulundukları bütün vesikaları ile bilinen Gök-Türklerin (mesela, hakan İşbara'nın mektubu, bk. yk. s. 100), bugünkü Batı medeniyetinin tesiri sonucu olarak ustun saydığımız bir yabancı kültüre (köylü) geçmek gibi bir niyetleri yoktu. Aksi halde Turkler bu arzularını Göktürkler’den asırlarca önce gerçekleştirebilirlerdi. Tanhu Motun zamanından beri kendilerini, hayat şartlarına ve telakkilerine uymayan Cin "köylü" kültürüne kaptırmamak hususunda gösterdikleri uyanıklık bunun delilidir. Yukarıda zikredilen Türk şehirleri de "yerleşik" hayat özentisinin mahsulü değildi. Esasen sadece istek ile de şehir kurulamazdı. Bunun için kesif zirai kültüre ve dolayısıyla önce köylerin teşekkülüne ihtiyaç vardı. Halbuki köy grupları biçiminde iskan, Turkler’de görülmemektedir. Kaynaklarda Oğuz, Hazar, Peçenek ve İtil-Bulgar ülkelerinde, şehre çekirdek teşkil edecek manada, "köy" bulunmadığı bilhassa belirtilmiştir. Ne Asya, Avrupa Hun topluluklarında, ne Göktürkler ’de Turkler köylü durumunda değillerdi. Bununla beraber, yukarıdakiler gibi, mevcut imkanlar dolayısıyla sonradan şehir halinde gelişen -planı muayyen eski Roma ordu karargahlarına benzer- askeri mahiyette kaleler ve şehir-kale (=hisar. Türkçe: kermen)'ler Turkler’de mevcut olmuştur. Mesela Gök-Türkler çağında, harabeleri hala da görülen Çargelan, Çumpal, Caldıvar, Atbaş, Sırdakbeg (veya Koyungar-başı), Manakeldi vb. kaleleri Tanrı Dağlan ve daha ziyade Işık göl dolaylarında sıralanmış olup, stratejik olduğu kadar, İpek-yolu üzerinde bulunmaları sebebi ile ticari yönden mühim müstahkem mahallerdi. Fergane'de Pençikent'te Göktürk devri harabelerinin rastlandığı bölgelerde bunların askeri değerde daha birçok benzerleri bulunuyordu. Aşpara, Kayında, Şiştübe, Ak-su, Ak-tepe, Tölek, Sukuluk, Cul (veya Cilarık), Çumış, Sarıg, Yakalıg kale-şehirleri ve daha birçok kervansaray ve küçük kasaba, daha eski çağlarda kurulmuş ve Göktürk cağında gelişip Karluklar zamanında ehemmiyeti devam eden yerlerdi.

    Hazarlarda Şarkel kalesi müdafaa için kurulmuştu. Tuna Bulgarlarının Pliska ve Preslav şehirleri de aslında birer kale idi. İtil ve Bulgar şehirlerinin ticari önemini söylemiştik. Tıpkı buraları gibi birçok Oğuz şehirleri de; Karacıık, Süt-kent, Altun-tepe, Yengi-kent, Cuy-tepe, Savran, Sayram, Karnak, Turtkul-tepe, Cend, Suğnak, İşkan, Çardarı, Bayır-kum, vb. 10. asırda kurulmuş, yine yol güzergahında ve ticari yönden faal merkezlerdi. Çünkü ticaret meselesi Bozkır Türk devletinin üzerine eğildiği bir siyaset çizgisi idi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi AlbatrosD.IIIFazılBey -- 9 Mart 2016; 16:11:47 >







  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.