Şimdi Ara

Şule Yüksel Şenler kimdi?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
16
Cevap
0
Favori
4.467
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Soner YALÇIN'dan kendi tarzında güzel ve de ilginç bir yazı.

    ’Şulebaş türban’ tasarımından kara çarşafa uzanan sıradışı bir hayat

     Şule Yüksel Şenler kimdi?


    Hayrünnisa Gül’den Emine Erdoğan’a kadar birçok kadının başlarını bağlama şekline "Şulebaş" deniyor.

    Bu başörtüsüne adını veren Şule Yüksel Şenler kimdi? Nasıl ve neden örtündü? Bu türban modelini nasıl buldu? Terzilik öğrendiği Ermeni ustasının etkisi oldu mu? Türbandan sonra neden kara çarşafa büründü? Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım birlikteliğinin arabulucusu Şule Yüksel Şenler, neden iki kez evlenip boşandı? Türban konusunda Türkiye’de "çığır açan" bir gazeteci-yazarın işte yaşam hikáyesi.

    KIBRISLIYDILAR. Babası Hasan Tahsin ile annesi Mihriban Ümran Hanım, teyze çocuklarıydı. Altı kardeştiler: Özer, Örsel, Şule Yüksel, Gonca Gülsel, Tuncer ve Çiğdem.

    Tarih 29 Mayıs 1938. Kayseri. Şule Yüksel dünyaya geldi. Babası, Sümer Fabrikası’nda görevliydi. 6 yıl sonra görevinden ayrıldı. İstanbul’a yerleştiler. Bütün aile; anneanneler, babaanneler tüm akraba kadınları modern kıyafetler içinde, zarif ve şık giyiniyorlardı.

    Şule Yüksel, Koca Ragıp Paşa İlkokulu’na giderken ailenin ekonomik düzeni bozuldu. Şenler çiftinin çocuklarına okul aile birlikleri yardım etti. Şule Yüksel, ortaokula kadar okuyabildi. Annesi kalp krizi geçirip yatağa bağlanınca okuldan alındı.

    Artık evden çıkmıyor; temizlik yapıyor, yemek pişiriyordu. Arta kalan zamanlarında hep kitap okudu; ne bulursa onu okudu. Öyküler yazmaya başladı. Bunları Safa Önal’ın çıkardığı "Yelpaze" Dergisi’ne gönderdi. İlk yazarlığa burada adım attı.

    Sonra Gökhan Evliyaoğlu, Peyami Safa gibi devrin ünlü isimlerinin bulunduğu "Yeni İstanbul" Gazetesi’nin gençlik köşesinde yazmaya başladı.

    Bu arada gazetenin ilanlarını hazırlayan Yüksel Bey’den resim dersi aldı. Resim derslerini müzik dersleri takip etti. Ney ve kanun çalmayı öğrendi.

    AĞABEY BASKISI

    Ağabeyi Özer Şenler, Said-i Nursi’nin yakın çevresi içine girmişti. Ailesinin modern yaşamına; annesi ve kız kardeşlerinin örtünmemesine ve hele hele evde bile olsa kız kardeşlerinin erkek musiki hocalarından ders almasına çok kızıyordu. Bir gün evi terk etti.

    Artık ağabeyi Özer’in yeni bir hayatı vardı. Dizinin dibinden ayrılmadığı Said-i Nursi, "Özer" adını da değiştirip "Üzeyir" koymuştu! Ağabey Özer Şenler’i, Said-i Nursi ile tanıştıran kişi ise, "Milliyetçiler Derneği"nden arkadaşı Nevzat Yalçıntaş’tı.

    Şule Yüksel o günlerde áşık oldu. Lise öğrencisi mahalleli bir gence tutuldu. Aşk karşılıklıydı. Dört yıl flört ettiler.

    18 yaşına bastığı gün iki aile yan yana geldi. Ancak bu söz kesme merasimi tatsızlıkla sonuçlandı. Müstakbel kaynanasının, oğlu ve geliniyle aynı evde yaşamak istemesi bu birlikteliğin sonunu getirdi.

    Baba Hasan Tahsin Şenler bu teklifi kabul etmedi. Bu acı sonucu mutfakta öğrenen Şule Yüksel bayılıp kaldı.

    Ve yıllar geçse de bu acı dünür olayını hiç unutamadı. Hatta çocuk sahibi olamamasını da bu olaya bağladı...

    ERMENİ TERZİ

    Annesi, aşkını unutması için Şule Yüksel’i Bakırköy’de bir Ermeni terzinin yanına çırak verdi. Gencecik yaşında her türlü elbiseyi dikebilecek düzeye geldi. Zamanla kalfalığa kadar yükseldi.

    Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini elinden düşürmedi. Bu dergilerde gördüklerinden etkilenip ileride "Şulebaş Türban" tasarımı ortaya çıkaracağını kuşkusuz tahmin bile edemezdi...

    Moda magazin dergilerini elinden hiç düşürmedi ama siyasi olaylara da ilgisiz kalmadı. 1950’li yıllarda başlayan Kıbrıs mitinglerine katıldı. Ata yurdunu unutmamıştı. Mitinglerde kürsüye çıkıp ağlayarak şiirler okudu.

    27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Adalet Partisi’ne katıldı. AP Bakırköy Gençlik Kolları, Edebiyat ve Kültür Kolu Başkanı oldu.

    Faruk Nafiz Çamlıbel’in çıkardığı "Kadın Gazetesi"nde köşe yazmaya başladı. Asıl adı "Yüksel" idi. Ama kadın olduğunun anlaşılması için adının önüne "Şule" ekledi. O artık "Şule Yüksel Şenler" idi. O dönem siyasal görüş olarak aşırı milliyetçi Nihat Atsız’a yakınlaştı. Ama ağabeyi Özer’in (Üzeyir) hastalığı yaşamını değiştirdi.

    OJELİ TIRNAKLAR

    Ağabeyi sarılıktı. Annesi, kız kardeşleri hastanede başında beklediler günlerce. Ağabeyi kendine gelince onlardan son bir istekte bulundu: "Örtünün!"

    Şule Yüksel sinirlendi: "Ağabey, neden bizden yapamayacağımız şeyler istiyorsun?"

    Ağabeyi, "O halde Risale-i Nur toplantılarına katılın" dedi. Ağabeyin ölüm döşeğinde morale ihtiyacı vardı. Kabul ettiler. Risale-i Nur toplantılarına aileden ilk olarak Şule Yüksel Şenler gitti.

    Bir evde beyaz örtüler içindeki on kadın, karşılarında başı açık, modern kıyafetli ve üstelik kendilerine göre hayli dekolte bir elbise içinde onu görünce çok şaşırdı.

    Şule Yüksel eteğini çekiştirip, manikürlü ojeli parmaklarını saklayarak bir köşeye çekilip oturdu. Risaleleri dinlemeye başladı. Hiçbir şey anlamadı. Sıkıldı. Birkaç toplantıdan sonra kadınlardan biri, ojeli tırnaklarını "orangutan maymunlarına" benzetince çok utandı. Kendini "düzeltmeye" önce tırnaklarından başladı, artık oje yoktu.

    Sonra kadınlar başını örtmesini istedi. O da, "ayıp olmasın" diye başını yarım örtmeye başladı.

    "Ağabeyin çok iyi okuyor, bakalım sen nasıl okuyacaksın" diye eline risaleleri verdiler. Çok güzel okudu; kadınlar hayran kaldı.

    Takdir edilmek, kabul görmek çok hoşuna gitti.

    O günden sonra namaza başladı.

    ’KÜRT KARISI DİYECEKLER’

    Yıl 1965...

    Bir gün aynanın karşısına geçti:

    Besmeleyi çekip örtündü. İçinden, "Ne kadar çirkin oldum" dedi. Bu kez saçının ön tarafı görünecek şekilde başörtüsünü bağladı. "Ne kadar iradesizim" diye kızdı.

    Aynanın karşısında başörtüsünü tekrar tekrar çeşitli şekillerde bağladı:

    "Besleme kızlara benzedim!"

    "Hizmetçi kız oldum!"

    "Herkes bana gerici, yobaz gözüyle bakacak!"

    Ve sonunda...

    Bugün moda olan "Şulebaş tipi türban" o gün, o aynanın karşısında ortaya çıktı. "Öyle şık bir tarzda örtünmeliyim ki herkes çok beğensin!"

    Beklediği olmadı. En büyük tepki, anneannesi İkbal Hanım’dan geldi. İlk sözü, "Kürt karılarına benzemişsin" oldu!

    Ağabeyi dışında tüm ailesi örtünmesine karşı çıktı. Ne olduğunu soranlara "Başı ağrıyor" dediler.

    Yolundan dönmedi. Kadınlara başörtüsünü sevdirmek için çok uğraş verdi; farklı şık eşarplar dikti; biyeli, atkılı, tokalı özel başörtüler taktı. Çevresi tepki gösterdikçe o örtüsüne sarındı. Örtüsü bayrağı oldu.

    PAPA’NIN GELİŞİNE KARŞI

    Örtünmesiyle birlikte çalıştığı yayın organı da değişti. Yeni yayın organıyla birlikte artık davalar süreci de başlayacaktı. 26 Ocak 1967 tarihinde Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı "Yeni İstiklal" Gazetesi, Pakistan’da üniversiteye, ellerinde kitapları kara çarşaf içinde giden üç genç kızın fotoğrafını basıp, yanına da Şule Yüksel Şenler’in, "Müslüman kadınların örtünmesi şarttır" diyen yazısını koyunca, Türk Kadınlar Birliği dava açtı.

    Şule Yüksel Şenler ilk kez mahkemeyle tanıştı. Ama bu son olmayacak; iki kez de cezaevine girecekti. Anadolu’nun her yanında seminerler vermeye başladı. Şule Yüksel gibi İstanbul’da yaşayan modern bir kadının örtünmesi, "itilmişlik duygusu" içindeki çevrelerde memnuniyet yarattı.

    Her gün bir yerde panele katıldı. "Başı açık kadınlara laf atılıyor; oysa kapalı kadınlara ana-bacı gözüyle bakılıyor" diyordu.

    Laf atan Müslüman erkeği değil de, laf yiyen Müslüman kadını düzeltmeye çalışıyordu!

    Said-i Nursi hayranıydı. "Bugün" Gazetesi’nde Necip Fazıl Kısakürek, Said-i Nursi’nin evlenmeyişini ve sakal bırakmayışını eleştirince en sert tepkiyi o gösterdi.

    Giderek radikalleşti. 1967 yılında Papa’nın Türkiye’ye gelmesine karşı çıkıp, "Ağlayın ey Müslüman kardeşlerim ağlayın" diye makale yazdı.

    Ankara’da İmam Hatiplere ve İlahiyata Kız Yetiştirme Kursu açılmasını sağlayıp, müdür oldu.

    Öğrencileri onun gibi "Şulebaş" türban takmaya başladı. Bu kurstan yetişen öğrencilerden biri de ünlü gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın eşi Asiye Hanım’dı.

    Tayyİp ErdoĞan İle Emİne HanIm’In evlİlİklerİnde arabulucu OLDU

    Yaşadığı ilk aşk ve ilk hayal kırıklığının da etkisiyle yıllar sonra "Huzur Sokağı" adlı romanını yazdı. Bestseller oldu. Ünlendi.

    Roman, "Birleşen Yollar" adıyla 1970’te sinemaya uyarlandı; yönetmen Yücel Çakmaklı’nın İslami içerikli ilk filmi oldu. Başrolde Türkan Şoray ile İzzet Günay vardı.

    Başörtüsü sinemaya girmişti...

    32 yaşındaki Yüksel Şule Şenler o yıl evlendi. Eşi, ilahiyat mezunu tiyatrocu Abdullah Kars idi. Şehir şehir dolayıp İslami tiyatro yapıyordu. Yani aynı zamanda dava arkadaşıydılar. Evlenmelerine Risale-i Nur talebelerinden Sait Özdemir vesile olmuştu.

    Gelinliğin modelini Şule Yüksel Şenler çizdi. Kadın-erkek ayrı ayrı yapılan düğün, müziksiz ve danssız oldu. Davetiyelere ilk kez ayet ve hadis konmuştu. Konukların tesettüre uygun giyinmesi istenmişti.

    Fakat:

    Bu İslami düğün mutluluk getirmedi. Eşi, Şule Yüksel’i hep dövdü. Toplantılarda, "Eziyet gören kadının sabrettiği takdirde Allah katında büyük derecelere ulaşacağını" söyleyen Şule Yüksel’in dayanacak gücü kalmadı. Beş yıllık evlilik hüsranla bitti; boşandılar.

    KOCA BASKISI

    Hayat devam ediyordu. Koca baskısından kurtulmuştu. Tekrar panellere gitmeye; gazetelere, dergilere yazmaya başladı.

    "İdealist Hanımlar Derneği"ni kurdu. Manevi başkanı oldu.

    Derneğe gelen genç kızlar arasında, Emine Gülbaran (Erdoğan) da vardı. Recep Tayyip Erdoğan ile Emine Hanım’ın evliliklerinde arabulucu olan isim de Şule Yüksel Şenler’di.

    Bu arada ikinci evliliğini yaptı. Eşi Kanada’da yaşamış bir maden mühendisiydi. Daha önce evlenmiş ama eşini kaybetmişti. Bir kızı vardı. (Şule Yüksel Şenler, üvey kızının yaşamına saygısından dolayı, eşinin adının yazılmasını istemedi.)

    Şule Yüksel Şenler için damat adayının en önemli özelliği, namazında niyazında olmasıydı.

    Evlendiler. Bakırköy’de dubleks bir apartman katına yerleştiler. Eşi dolayısıyla yeni çevre edindi. Yeni çevre, Nakşibendi İsmailağa Cemaati’ydi.

    Burada tanıştığı kadınlardan; simsiyah çarşaf giyen Dr. Sevim Asımgil, yaşamında ikinci radikal değişime neden oldu.

    "İslamiyet’ten soğutuyor", "Mümkün değil çarşaf giymem" diyen Şule Yüksel Şenler bir gün kara çarşafa giriverdi.

    Modern başörtüsüyle başlayan süreç, kara çarşafa gelip dayanıvermişti. Tercih kendinindi kuşkusuz. Ama ortada bir reel durum da yok muydu?

    Ağabeyinin isteğiyle Nurcu olup türban takan Şule Yüksel Şenler, bu kez eşinin isteğiyle Nakşibendi olup kara çarşafa girivermişti!

    KARA ÇARŞAF GİYİYOR

    Türban takarak modern hayat sürdüren çevresini şaşırtan Şule Yüksel Şenler, bu kez kara çarşafa girerek türbanlı arkadaşlarını hayretler içinde bıraktı. Türbanlı arkadaşlarından koptu. Eşiyle ve üvey kızıyla Fatih Çarşamba’ya yerleşti. Milli Gazete’deki yazılarına son verdi.

    Bir gün Başbakan Erdoğan’ın dünürü, gazetenin başyazarı Sadık Albayrak İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’ya gelerek, Şenler’in tekrar Milli Gazete’de yazması için izin istedi.

    Şeyh Mahmut Hoca, istiharede olan Şenler’in durumuna göre, belli konularda yazmamak üzere izin verebileceğini söyledi.

    İki erkek Şule Yüksel Şenler hakkında karar verirken; o dönemde Şule Yüksel Şenler’in derdi başkaydı.

    İkinci kocası da fiziki şiddet uyguluyordu. Her seferinde şeyhine koşuyor ama Mahmut Hoca, "Hele sabret" diyordu. 11 yıl sabretti. Boşandı. Boşanmasıyla birlikte, İsmailağa Cemaati kendisiyle tüm ilişkisini kesti! Yapayalnız kaldı.

    AKIL HASTANESİNDE

    Annesi Ümran Hanım vefat etmişti. Babasının yanına taşındı. Zaman Gazetesi’nde köşe yazarlığına başladı. Sorunlar yakasını bırakmadı. Babası Hasan Tahsin ağır psikolojik hastaydı; hafızasını kaybetmişti. Bir gün evden çıktı ve geri dönmedi.

    Akıl hastası Hasan Tahsin’i vatandaşlar, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne götürdü. Hastanede diğer hastalardan dayak yiyen Hasan Tahsin vefat etti.

    Aynı hastalık Şule Yüksel Şenler’e de bela oldu. Hafızasını kaybetti. Kimseyi bilemedi ve tanıyamadı. Kıblenin nerede olduğunu, namazda hangi duaları hangi sırayla okuyacağını soruyordu hep.

    Aynı zamanda uyuyamıyor; sabaha kadar ağlıyordu. Doktorlar sürekli uyuttular. Bu ağır yorucu hayat beynini, vücudunu yıpratmıştı. Kimbilir belki de akraba evliliği sonucuydu çektiği bu ıstıraplar? Tedavisi bugün hálá sürüyor...

    Allah şifa ve uzun ömür versin...

    SONUÇ

    Şule Yüksel Şenler’in yaşamı, aslında toplumsal hayatımızın dönüşümüyle paralellik gösteriyor; yani Türkiye bugünlerde "ağabey" baskısı altında örtünüp örtünmemeyi tartışıyor.

    Bundan sonra nelerin yaşanacağını Şule Yüksel Şenler’in yaşam hikáyesi anlatıyor zaten.

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/8156617.asp?yazarid=218&gid=61&sz=24650







  • "Huzur Sokağı" adlı romanını hayranlıkla okuduğum, amacı uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, son günlerini çok büyük hastalıklarla geçiren, tanıdığım ve takdir ettiğim ender bir kişiliktir; Şule Yüksel Şenler.

    Ne güzel de anlatmıştı Feyza ve Bilal'in aşkını Huzur Sokağında Şenler.
     Şule Yüksel Şenler kimdi?



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Life Jecket -- 3 Şubat 2008; 14:31:50 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mutlucuk

    "Huzur Sokağı" adlı romanını hayranlıkla okuduğum, amacı uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, son günlerini çok büyük hastalıklarla geçiren, tanıdığım ve takdir ettiğim ender bir kişiliktir; Şule Yüksel Şenler.

    Ne güzel de anlatmıştı Feyza ve Bilal'in aşkını Huzur Sokağında Şenler.
     Şule Yüksel Şenler kimdi?


    Evet tam de ben yaacaktım bunları. tercümanlığın için teşekkür ederim. Gerçekten çok iyi bir roman yazarı ve samimi bir insan....




  • Emeğinize sağlık gerçekten şule yüksel şenler bu ülkenin yetiştirmiş olduğu önemli ve samimi yazarlardandır
  • Verdiği konferans ve sohbetlerle müslüman kadının nasıl olması gerektiğini ve bilinçli örtünmeyi (nasıl ve ne için olması gerektiğini) pek çok kimseye anlatmıştır.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Mutlucuk

    "Huzur Sokağı" adlı romanını hayranlıkla okuduğum, amacı uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan, son günlerini çok büyük hastalıklarla geçiren, tanıdığım ve takdir ettiğim ender bir kişiliktir; Şule Yüksel Şenler.

    Ne güzel de anlatmıştı Feyza ve Bilal'in aşkını Huzur Sokağında Şenler.
     Şule Yüksel Şenler kimdi?



    Okuduğum bir kitaptı...
    Şu an tekrar okusam farklı değerlendirebilirim sanırım.




  • Şule'nin gittiği Çarşamba cemaatinin önderi Mahmut hocayı iyi tanırız. Zamanında ailem onu nezarethanelerden az kurtarmadı. Tir tir titriyordu. Kendisine yapılan onca iyiliğe rağmen nankörlük edip bir teşekkürü bile kendine yediremeyen bir insandır. Şule'nin bu duruma gelmesinin nedeni de odur. Onun yanındaki insanların durumu da farksızdır zaten. Para işin içine girdi mi din iman kimde kalıyor kimde kalmıyor gayet iyi biliyoruz. Bu gibi insanlar ancak çoluk çocuğu kandırır. Ya da şöyle diyeyim, bu gibi insanları ancak cahiller ya da o kişiden nemalananlar savunur. Herkese saygılar.
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    KVP ERSOY ULUBEY KİMDİ
    3 yıl önce açıldı
    Cenk Koçak - Tuna Tavus olayı
    4 yıl önce açıldı
    "Katil Şair" (Müge Sözen)
    5 ay önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orjinalden alıntı: nebuzaradan

    Şule'nin gittiği Çarşamba cemaatinin önderi Mahmut hocayı iyi tanırız. Zamanında ailem onu nezarethanelerden az kurtarmadı. Tir tir titriyordu. Kendisine yapılan onca iyiliğe rağmen nankörlük edip bir teşekkürü bile kendine yediremeyen bir insandır. Şule'nin bu duruma gelmesinin nedeni de odur. Onun yanındaki insanların durumu da farksızdır zaten. Para işin içine girdi mi din iman kimde kalıyor kimde kalmıyor gayet iyi biliyoruz. Bu gibi insanlar ancak çoluk çocuğu kandırır. Ya da şöyle diyeyim, bu gibi insanları ancak cahiller ya da o kişiden nemalananlar savunur. Herkese saygılar.


    Saygı anlayışınıza şaştım kaldım doğrusu!
  • quote:

    Orjinalden alıntı: nebuzaradan

    Şule'nin gittiği Çarşamba cemaatinin önderi Mahmut hocayı iyi tanırız. Zamanında ailem onu nezarethanelerden az kurtarmadı. Tir tir titriyordu. Kendisine yapılan onca iyiliğe rağmen nankörlük edip bir teşekkürü bile kendine yediremeyen bir insandır. Şule'nin bu duruma gelmesinin nedeni de odur. Onun yanındaki insanların durumu da farksızdır zaten. Para işin içine girdi mi din iman kimde kalıyor kimde kalmıyor gayet iyi biliyoruz. Bu gibi insanlar ancak çoluk çocuğu kandırır. Ya da şöyle diyeyim, bu gibi insanları ancak cahiller ya da o kişiden nemalananlar savunur. Herkese saygılar.


    biz sizi tanıyamadığımız için kusura bakmayın ...

    bilginize itimat edemeyiz ...
  • Kendisini daha önce tanımamakla birlikte kendisine karşı baya merak uyandırdı bende...
    Romanı baya ses getirmiş anlaşılan, hiç okumadım, duymadım, ama en kısa zamanda bulursam okuyacağım.
    ----
    quote:

    Okuduğum bir kitaptı...
    Şu an tekrar okusam farklı değerlendirebilirim sanırım.


    @Ömer; şuanki yorumlarınızı çok merak ediyorum doğrusu.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Deep Impact


    quote:

    Orjinalden alıntı: nebuzaradan

    Şule'nin gittiği Çarşamba cemaatinin önderi Mahmut hocayı iyi tanırız. Zamanında ailem onu nezarethanelerden az kurtarmadı. Tir tir titriyordu. Kendisine yapılan onca iyiliğe rağmen nankörlük edip bir teşekkürü bile kendine yediremeyen bir insandır. Şule'nin bu duruma gelmesinin nedeni de odur. Onun yanındaki insanların durumu da farksızdır zaten. Para işin içine girdi mi din iman kimde kalıyor kimde kalmıyor gayet iyi biliyoruz. Bu gibi insanlar ancak çoluk çocuğu kandırır. Ya da şöyle diyeyim, bu gibi insanları ancak cahiller ya da o kişiden nemalananlar savunur. Herkese saygılar.


    biz sizi tanıyamadığımız için kusura bakmayın ...

    bilginize itimat edemeyiz ...

    Ben tanısam da tanımamazlıktan gelirdim.




  • Demek sıkmabaşın mucidi bu hanımmış.
  • @kaotika, sadece merakımdan soruyorum...
    Ortamları germek, provake etmek ve nahoş itamlarda bulunmak hobinizmi yoksa oratalığa bir yem atıp 'bakalım kim ne diyecek' 'kim atlıyacak' diyip bundan zevk alanlardanmısınız? Yoksa sadece doğanızın bir gereğimi?
  • bakın şimdi el cezeri.
    Farklı düşündüğüm için bana karşı tepkinizi biliyorum. Ancak şahsıma karşı bu derece saygısızlığa varan ithamarda bulunmanıza gerek yok.
    Şimdi bir sıkmabaş gerçeği var. Bu tür baş bağlama şekline halkımızın verdiği isim budur. Yani "sıkmabaş" dır. Ben bu tür bağlama şeklinin bu bayan tarafından çıkarıldığını da şimdi öğrenmiş oldum, ve bunu da belirttim. Burada nahoşluk nerede gösterebilir misiniz?
  • Kaotika,
    Size karşı tepkili değilim, aksine bir çok konuda size katılıyorum.Bilginizle, birikimlerinizle, (belki tecrübenizlede) yazdığınız yorumları takip ediyorum...

    Ancak bazı hususlarda, detaylarda anlaşamadığımız ve zıtlaştığımız noktalar var.ki bu doğal birşey olasa gerek...

    Zaten farklı düşündüğünüz için yorumlarınıza önem veriyorum, aceba bu olay diğer pencereden nasıl gözüküyor diye...
    -----
    Bazende (yukarıda olduğu gibi) anlatış biçiminiz, üslübunuz, kullandığınız sözcükler nahoş olabiliyor ve bu, diğer yorumlarla birlikte muhakeme edildiğinde insanı ciddi manada düşündürüyor.
    Yazdığım sadece sarf ettiğiniz çirkin söze karşılık idi...Belkide artık böyle bir saygısızlık karşısında ki akıllıca yazılamamış bir eleştiri...
    Şahsınıza değil saygızlık, aksine saygı duyuyorum.
    ----
    Birde eğer siz bu forumda kalkıpta 'halkımızın verdiği' diğerek bu tür çirkin sözler kullanırsanız ozaman sadece kendi seviyenizi düşürmüş olursunuz...
    Eğer buradaki nahoşluğu göremiyorsanız devam edin kullanmaya, kem söz sahibinindir.

    eğer kırdıysam sizi afola...




  • Türban Hollywood malı (Başlık bence kaba!)

     Şule Yüksel Şenler kimdi?


    Türkiye yıllardır "türbanı" tartışıyor. Yarın, TBMM'de oylanacak Anayasa değişikliği ile türban belkide üniversitelerde serbest olacak. Türkiye, türban yüzünden neredeyse ikiye bölündü... Peki, bunca tartışılan türbanın kaynağı ne? Nereden geliyor? Bağlama şeklini ilk kim uyguladı? İşte bunun yanıtını, "türban bağlama modasının" yaratıcısı, adı "Şulebaş"a çıkan Şule Yüksel Şenler'den geldi

    Yanıt, tam bir şok... Kimilerine göre "sıkma baş" kimilerine göre, "tesettür" kimilerine göre, "başörtüsü" kimilerine göre de "türban" diye anılan örtünün kaynağı Türkiye değil, Müslüman bir Arap ülkesi de değil. Uzaklardan, taa Amerika'dan. Adı Audrey Hepburn!

    Evet, Türkiye'yi ikiye bölen türbanın anası ünlü Amerikalı film yıldızı Audrey Hepburn... Hepburn, ünlü "Roma Tatili" adlı filminde kimliğini gizleyen bir prensesi canlandırıyor ve bol bol bizim tesettür modeline esin kaynağı olan şık fularlarla saçlarını örtüyordu.

    Bugünkü türban bağlama şeklini geliştiren Şule Yüksel Şenler bombayı bugün Vakit gazetesine verdiği söyleşide şöyle anlattı: "O dönemde modern bir ailede yetiştiğim için sinamaya da giderdim. Genç kızlığımda Audrey Hepburn'un filmlerini izledim. Hepburn, filmlerinde türban takardı. Hoşuma giderdi. Fakat, o yarım bağlama tekniğini kullanır, bağlama şekli saçlarını önde açıkta bırakırdı.

    Biz bunu boynu da kapatacak şekilde aldık. Saçı göstermeden yine boyun kapalı arkadan bağladık. Daha sonra buna 'sıkma baş' dendi. İşte günümüzdeki bağlama şekli işte böyle gelişti."

    TESETTÜR KONFERANSLARI BAŞLADI

    Türbanın öncüsü Şule Yüksel Şenler, daha sonra türbanın yaygınlaşması için Türkiye çapında konferanslar vermeye başlamış. İlk konferansı ise 1967 yılında Samsun'da vermiş... Şenler, bu konferansların nasıl başladığını, günümüze kadar gelişinde yaşananları şöyle anlatıyor:

    "İmam Hatipli öğretmen arkadaşımız Ali Acar, 'Hanımlarımızı tesettüre ikna edemiyoruz. En azından gelsin de hanımlarımız bir genç hanımı görerek kompleksten kurtarsın' demiş. Bunun üzerine, 1967 yılında konferanslara başladık. Samsun'da ilk konferans olmasına rağmen salon doldu, kalabalık sokaklara taştı. Fakat, ilk konferansın Samsun'dan başlamasının "özel" bir nedeni yoktu.

    Bana 'Şulebaş' deniyor. Fakat, bu adı biz koymadık. Şulebaş'ı medya koydu. Öyle bir şey ki, bu tarz hala devam ediyor. Ben aşağı yukarı 40 yaşımdan sonra hep dua ettim, 'Allah'ım bir daha Şulebaşı getirme' diye...

    Çünkü ben bunu bir geçiş döneminde başörtüsünü sevdirmek için yaptım. Tesettürü sevdirerek, kabullendirmek için yaptım. Gerçi daha sonra, büyük örtüler bol pardösüler yaygınlaştı ve bu çok güzeldi.

    ARTIK TESETTÜRÜN İÇİ BOŞALTILDI

    Fakat bugün çok kötü bir gidişat var. Peygamberimizin bir sözü var, 'Çıplak giyinikler' diye... Bugünkü kıyafetleri, dar kıyafetli tesettürlü insanları görünce aldığım yarayı anlatamıyorum. Duyduğum o acıyı anlatamam. Eskiden belki pardösümüz o kadar uzun değildi. Çünkü o zaman katiyen bırakmazlardı. Öyle giyinenler toplumdan soyutlanıyordu. Mesela bir kalın çorap dediğimiz çorapları ancak yaşlı bayanlar giyiyorlardı. Müslüman hanımlar bile incecik çorapları giyiyorlardı."

    Kaynak:http://www.hurriyet.com.tr/dunya/8192488.asp?gid=229&sz=38949

    İŞTE TÜRBANIN ESİN KAYNAĞI HEPBURNhttp://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=9626&rid=2


    Gerçekten ilginç bir yazı daha...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Huhukomsu -- 8 Şubat 2008; 20:13:47 >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.