Şimdi Ara

reenkarnasyon inanıyormusunuz (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
42
Cevap
0
Favori
1.682
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • quote:

    Orijinalden alıntı: The_VeJaR


    quote:

    Orijinalden alıntı: Simon_Adebisi



    bende bunu koyucaktım





  • inanmıyorum ama olmasını isterdim ne güzel cehennemde acı çekiceğine yeni bir bedende doğmak düşünce olarak daha güzel geliyor kulağa
  • Kur'ân-ı Kerim'de, insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı, iâde tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kasdolunduğu, bu diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. İşte bunlardan birisi: "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, Rabbim! beni geri gönder. Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah (12) vardır" (Mü'minûn, 99-100).

    Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl, "Kur'ân-ı Mubîn'de iyice açıklanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir" dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu husus aşağıdaki âyette gâyet açık bir şekilde açıklanmıştır: .." (13) diyerek, yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.

    Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifâde ederken tekid sadedinde innehâ kelimetun huve kâiluhâ "o, söylediği boş bir laftan ibarettir" buyurmuştur (14).

    "Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır" ifâdesi de, onların diriltilecekleri güne kadar berzah âleminde bekleyeceklerini, yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. "Nasıl ki ana rahminden çıkan bir çocuk, yeniden tekrar oraya dönemiyorsa, bu dünya hayatından çıkarak, kabir hayatına giden bir rûh da, oradan çıkıp geriye tekrar dönemeyecektir" (15) .

    Bu apaçık ifadeden sonra, "bu âyet rûhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifâde ediyor, dünyaya dönmeyeceğini değil" (16) veya, bu âyet "reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delîldir" (17) gibi iddiâların gerçeği yansıtmadığı açıktır. Çünkü âyette ne eski bedene dönme isteğine, ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dâir bir alamet yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere gelen bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dünyaya gönderilmedin mi... gibi ifâdelere yer verilirdi... Nitekim buna benzer bir başka âyette, pişmanlığını dile getiren inkârcıya şöyle cevap verilmiştir: "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti." (Fâtır, 37). Bu âyette de, insana düşünüp taşınacağı ve öğüt alacağı kadar ömür verildiğinden bahsedilmiş, fakat bir kaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir. Bu ayet açıkça reenkarnasyonu reddettiği halde, dünyada 25 yıl kalanla 100 yıl kalanın bir sayılamayacağı, böyle bir şeyin Allah'ın adaletine uygun düşmeyeceği (18) , söylenerek tam aksine, reenkarnasyona delîl getirilmeye çalışılmış, az yaşayan ve böylece öğüt almak için gerekli süreye ulaşamayan insanların tekrar dünyaya gönderileceği sonucuna varılmak istenmiştir.

    Aslında böyle bir iddiâ, reenkarnasyon ilkesine de aykırıdır. Çünkü, bu ilkeye göre dünyaya yeniden gelmenin sebebi kusurlu, günahkâr insanların, kendi kusur ve hataları sebebiyle tekâmüllerini tamamlayamamalarıdır. Hem insana neden yeterli bir süre tanınmasın da dünyaya bir daha getirme ihtiyacı doğsun ki! İlk seferde bunu gerçekleştirmek varken ömrü parçalara ayırmaya gerek var mıdır?

    Ayrıca, hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklıdır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi, bir kaç saatlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefât etmek de mümkündür. Hidâyet için illa da belli veya uzun bir süre gerekmez. Her insana verilen ömür, o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Allah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir, dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Âyet de, bu duruma işâret ediyor. Bu süre o insanın imtihân süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir.

    Ayrıca, Allah'ın herkese imkânları ölçüsünde, yaşadığı şartlara ve hayat müddetine göre muâmele edip, hesaba çekeceği de muhakkaktır (19). Hem böyle bir iddiâya göre, kıyametten az bir zaman önce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izâh edilebilir?

    Yukardaki âyetin ifâde ettiği manâyı yani dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifâde eden diğer âyetler de şunlardır:

    "Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar" (En'âm, 27-28),

    "...Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti"(A'raf, 53),

    "Rabbimiz bizi cehennemden çıkar, eğer bir daha dönersek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki, susun! konuşmayın!.." (Mü'minûn,107-108)
    .

    En'âm, 28. âyette, "Eğer dünyaya geri döndürülselerdi kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı" ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle, farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de, yine aynı şeyleri yapıp, Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek, insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.

    "Onlardan önce nice kavimler helâk ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler" (Yâ-sîn, 31) âyeti de helâk edilen insanların, daha sonra gelen insanlara dünyaya tekrar gelmek sûretiyle dönmediklerini açıkça ifâde ediyor. Helâk edilen kavimlerin kusurlu, tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse, bu âyetin reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîl olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir başka âyette ise, bu manâda, "Helâk ettiğimiz bir karye ehline tekrar dönmek haramdır" (Enbiyâ, 95) buyrularak, dünyaya dönüşün kesinlikle olamayacağı haram tabiriyle tekidli bir sûrette bildirilmiştir.

    "Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez vaziyette çıkardı" (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîldir. Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını, doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini ifâde ediyor.

    "Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" (Duhân, 56) âyetinde ölümün bir kereye mahsûs olarak yaşandığı ifâde edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defâ ölümü gerekli kılan reenkarnasyon bu âyetle de reddolunmaktadır.

    Vakıa sûresinin son âyetlerinde de ölüm anında insanların durumu tasvîr olunduktan sonra: "(Ölen kimse) eğer mukarrebînden ise... Eğer ashab-ı yemînden ise... Ve eğer yalanlayıcı ve dalâlete düşmüşlerden ise..." (Vakıa, 88-94) buyrularak, öldükten sonra, insanların gidecekleri yerler sıralanmış (20) fakat bunlar içinde tekâmül etmemiş, günahkâr ve kusûrlu kimselerin tekrar dünyaya döneceğinden bahsedilmemiş, bilâkis yalanlayıcı ve dalâlete düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir: "Ve eğer yalanlayan ve dalâlete düşenlerden ise, ona kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme giriş vardır" (Vakıa, 92-94).

    Müşriklerin "hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz, yaşarız, bizi zamandan başka bir şey helâk etmez" (Câsiye, 24) şeklindeki sözleri hakkında da, bazı müfessirler, bu sözleriyle inkârcıların, müşriklerin inancı olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir (21) ki, Cenab-ı Hakk'ın onların bu görüşünü red makamında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.

    Kur'ân âyetlerinin yanında, kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıda hadîs-i şerîf de reenkarnasyonu reddetmektedir (22). Acaba âhiret âleminin bütün aşama ve safhalarını detaylı bir şekilde anlatan Peygamberimizin, eğer hakikat olsaydı, reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? Böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç değinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi, bazı insanlar büyük bir müjde olarak bu haberi yayıp rivâyet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm'da yeri olmadığını göstermiyor mu?




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mirana Killswitch


    quote:

    Orijinalden alıntı: Love You My Angel

    yaşarsın , ölürsün biter gider.

    sonra ? ruhların yok olduğuna inanmıyorum saçma geliyor :S


    hayallerimizde sanki eskiden yaşadıklarımızın gözümüzün önüne gelmesi gibi değerlendiriyorum


    Ruhlar zaten yok olmuyor Öteki dünyaya Cennet veya cehennem e gidiyor
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Yasin Dayıoğlu


    quote:

    Orijinalden alıntı: Mirana Killswitch


    quote:

    Orijinalden alıntı: Love You My Angel

    yaşarsın , ölürsün biter gider.

    sonra ? ruhların yok olduğuna inanmıyorum saçma geliyor :S


    hayallerimizde sanki eskiden yaşadıklarımızın gözümüzün önüne gelmesi gibi değerlendiriyorum


    Ruhlar zaten yok olmuyor Öteki dünyaya Cennet veya cehennem e gidiyor


    Ruhlar şu anda cennet ve cehennemde değiller bunu yanlış biliyorsun..Şu anda ruhlar berzah alemindeler yani kıyametin kopmasını bekliyorlar..Ve ruhlar kabirde ameli kötüyse cehennem çukurlarından bir çukurda , eğer ameli iyiyse cennet bahçelerinden bir bahçede bekliyorlar..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mirana Killswitch

    bana çok mantıklı geliyor önceden yaşamak ölmek snra başka bir bedene girmek ruhun nasıl yok olucağını kestiremiyorum bir türlü bu tür konuları düşlünmektende korkuyorum biliyorumki butun bu evreni yaratan 1 kişi var ve oda Allah tır ama kafamda çok fazla soru işareti var ben şöyle bir şey düşündüm


    sanki biz ilk insanların zamanından eri ruh olarak bir bedendeydik buraya kadar kendimiz geldik dunya yok olana kadar yaşicaz ve sonunda Allah katında değerlendirilicz ve sonumuz ona göre olucak ve kimse 1 şans daha yalvaramicak bana bu çok mantıklı gelmiştir reenkarnasyona inanıyorum diyebilirim :S


    sizler nedüşünüyorsunuz


    ruhun yok olacağını kim söyledi, inancın varsa aç bir adam akıllı tefsir oku,eğer soru işaretlerin cevaplanırsa böyle saçma yerlerde aramazsın cevaplarını

    yaşam->standby(kabir)->sonsuz hayat

    inanan biri için süreç budur

    inanmayan için ise bir hayli karmaşık,kafayı yedirtebilir fazla düşünmemek lazım

    gelecek değilde doğmadan önce ruh neredeydi nasıldı ne oldu diye merak ediyor insan,aslında bu düşüncede şundan ileri geliyor,insan dünyayı kendi için yaratıldığını düşünüyor,sadece kendi bedeninde yaşıyor tek bir ruha sahip oluyor bundan öteside olamaz zaten ve bu neden bu ruha sahip olmamayı cevaplayamıyor

    neyse çok kafa yorma sen,bu tür dertlere deva semavi dinler

    din bir yerde insanın kafasını rahatlatıyor




  • Ruh ata biner gibi bedene girer ve onu kontrol eder. Canda bedenin mülkü olur. Her Ruh Allah ın vermiş olduğu makama ulaşmak için tekamül sürecine girer. Bir Ruh önceki hayatında bir Papaz iken diğer bedende bir Müslüman olabilir. İnsanlar tekrardan gelişin Müslümanlığa aykırı olduğunu söylerler peki ben burada bir şey idda etmiyorum fakat herkez inandıklarını söylemekte özgürdür. Allah İnsanı yaratacağı zaman Melekler söylendiler, Allah ta benim bildiğimi siz mi biliyorsunuz der. Peki soruyorum hangi büyük din alimi bunu inkar eden bir açıklama yapmıştır yada bunun olması kötü birşey mi? Ancak hocayım diyen çıkıp tutarsız biriki açıklama yapıp insanları hemen yola getirirler. Kuran da geçmiyor derler peki bu bir sır ise Allah bunu bilmemizi istemiyorsa bu onun olmadığı anlamına gelmez fakat bu yüzden isteyen körü körüne inanabilir buna birşey demem ama ben çocukluğumdan beri neden diye yaşayan ve düşünen birisi olduğum için ben kırmızı hapı tercih ederim.

    Eğer kırmızı hapı almayı tercih ediyorsanız okuyun yoksa mavi hapı alıp bildiğiniz dünyaya geri dönün. Ruh hakkında pek bir bilgi verilmemiştir Allah tarafından fakat Ruhun Allah tan geldiği bilinmektedir. Ben ruhumdan üfürdüm diyor ayetlerinde. İnsan boş bir ney gibidir mevlananın öğretilerinde. Ney e üflemezseniz işe yaramayan boş bir tahtadır, ama üfürürseniz 7 deliğinden değişik renklerde sesler çıkar. Ruh ile Allah arasında ki anlaşmayı kalbimiz bile bilmez. Ancak kemale erebilen birisi bunları ve daha önceki hayatlarını bilebilir. Ruh her bilgiyi tutar fakat bedene girdiğinde hafıza dediğimiz bilgileri alarak işler bu yüzden beyin öğrenmediği tüm bilgileri bilmediğini sanar ancak beynimize hakim olabilirsek üst benliğimizin bilincine erişir ve herşeyi görürüz. Bunun sebebi şudur, insan hep hata yapan ve unutmadığı şeyler üstünden hareket eden bir varlıktır yani mesela birisi size yanlış yapsa hemen intikam duygularınıza yenilip öç almak istersiniz fakat bu duygulardan arınan bir kişi kemale erebilir ve gerçekleri görür. Bu gerçeklri görenler bunları bir sır olarak tutar ve kimseye açıklamazlar çünkü bu bir kademedir bu kademeye yükselmeyen kişilere bunu anlatmanız bir sonuç vermez, ya anlayamazlar yada sizi öldürmeye kalkarlar. Burada ki amaç ruhun aşama aşama gelişerek Allah a saf bir halde varabilmesi içindir. Hamdım Piştim Yandım, yanmadan güneşe varmaya kalkarsak kül oluruz ölürüz bu yüzden insan dünyada hiç mutlu olamaz, devamlı çile çeker belalardan geçer ve yanar ki güneşi görebilsin ona kavuşabilsin. Ama insanlarımız takmış bir cennet cehennem dünyasına ve herşeyi onun üstüne kurmuş. Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Buradaki toprak deyimi şudur, cennetin yeşil olduğu söylenir aynı bir çim gibi peki yeşilliği aradan çıkartırsanız ne kalır; Toprak çıkar ortaya.

    Yunus Emrenin dediği gibi Sensiz neyleyeyim Cenneti. Amaç cennet cehennem olsaydı dünyada zaten Allah bizleri cennette gibi yaşatmazmıydı? Açın bakın ayetlere; Ben sizi en yüce görev için yarattım ama siz dünyada boş işler ile meşgulsünüz. Amaç cennet ise Allah herkezi cennete koymayı bilirdi. Ama çoğu kişi sanıyor ki, Akşama kadar aç olayım akşamda Allah tarafından mükafatlandırıldığım için doya doya yemek yiyeyim. Aynı cennet misali, dünyada bu nimetlerden uzak durayım cennette de bunlar helal edilecek. Nahhhhhhh işte öyle değil. Orucu nefsi öldürmek temizlenmek aç insanları anlamak için tutuyoruz, dünyada da bir sınavdayız doğru ama cennet cehennem için değil O' na ulaşmak için temizleniyoruz. Bana daha açık açık söyletmeyin bunları anlayan anlıyor zaten anlamayanda zaten konuyu silerse şaşmam. Neden Kuran da yazmıyor diyor arkadaşlar, Kuran evrensel bir kitap bu yüzden herkeze hitap etmesi gerekiyor. Cehennem terimi kullanıldığı halde müslümanım diye geçinenlerin 100 de 95 i boş işler ile uğraşıyor birde gerçekleri yazsaydı Allah kim O nu dinleyecekti. Tabi burdan kimsenin aklına yanlış fikir gelmesin cehennem var fakat anlatıldığı şekilde tam olarak değil. Mesela yılan sokması deniliyor , insanın zaten aklını devalı birşeyler sokmuyor mu?? Kim rahat bana söylermisiniz?? Şunu alayım bunu alayım , şunu satayım bunu değiştireyim, devamlı hep nefsimiz bizi sokmuyor mu?? Peki yılan sokması mı daha feci yoksa devamlı aklınızı benliğinizi huzurunuzu rahat bırakmayan sinsi bir nefis mi?? Cennette yemeden içmeden söz edilir, bunu fizikçilere sorsanız size gülerler , bu işler maddi alem olan 3 boyutlu dünyaya hastır. Ahiret gibi mana aleminde nasıl yiyip içiyorsunuz?? Bir bedenin olmadığı yerde bunları yapacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz.

    Peki bunlar haşa yalan mı? Tabi ki doğrudur demem tabir olarak doğru olmayacak (haşa sanki ben hüküm vermiş gibi olacağım), ayetler hep hakkın gerçeğini anlatıyor ama biz hep zahiri görebiliyoruz, az önce atlatmıştım Allah bizlere gerçekleri anlatıyor evet ama biz batından habersiz olduğumuz için beynimiz bildiği şekilde yorumlayabiliyor. Kuran da yazar ben Alemlere sığmam Kulumun Kalbinde zuhur ederim. Allah bile bu kalbi ev edinmişte bizler neden dört duvara eğilip kalkıyoruz bunu hiç düşündünüz mü? Veya neden Allah ı bırakıp değersiz bir cennet peşine düştük? Sonuçta cennette yaratılan bir yer. İnsan hep kendisini kandırıyor inanın bana , bu yazıyı bile okurken nefsiniz sizi aldatmaya çalışıyor, yeter çok uzadı bu yazı, sıkmaya başladı, yemişim kırmızı hapı ben uyumaya gidiyorum, bu adam neler saçmalamış ; bu gibi şeytani düşünceler ile size bu yazıyı okutmuyor. Bu yazı için örnek verdim aslında fakat herşeyde bu şekil sizin öğrenmenizi engeller. Bunları öğrenmekten ziyade gidip tv izleyin, maçları takip edin, playstation oynayın , msn de face de takılın bunlar size ne katacak , bugüne kadar ne kattıysa emin olun fazlasını katmaz ama siz genede hep birşeyi arayarak mutsuz bir şekilde geçireceksiniz. Toprağı kaybettiğiniz için ya çime sarılıyorsunuz ya ağaca yada dallarına Ama kestirmeden gidip toprağa kavuşursanız hayatınız boyunca neden hep dönğp dolaşıp aynı şeyleri yaptığınızı anlarsınız. Soruyorum size ben yaratılan hiç birşeye benzemem diye kendisini anlatan Allah ı bırakıp neden hep boş işlerle meşgul oluyoruz , şu beynimizin alabildiğince yorumlayabildiğimiz küçük dünyadan daha ne bekliyoruz ki bize Allah tan daha güzel birşey verebilsin.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: The_VeJaR


    quote:

    Orijinalden alıntı: Simon_Adebisi



    bende bunu koyucaktım



    Sirf koymak icin girdim




  • quote:

    Orijinalden alıntı: erenkurt
    reenyağmurnasyona inanıyorum

    poşet moşet bişi verin gusacam aq
  • özet geç
  • ben bizzat reyenkarnasyon oldum
    ssleri yarın koyarım
  • ruhlar yok olmaz cennete gider yada cehenneme
  • nerden biliyosun ruhlar yok olmaz. hiç öteki tarafa gidip gelmiş birini tanıdınmı? komik olmayın yahu
  • ruh falan yok benim görüşüme göre kalp böbrek beyin falan herşeyi yerine getiriyo ben bu yaşıma geldim daha hayalet ruh cin şeytan falan görmedim olsa açık verirdi kesin nasıl olacak ya biz ruhmuyuz beni kontrol eden bir ruhsa neden kendine inanmıyor kendim ruhsam bunu yazmamın amacı ney demekki yok ruhum falan . ruh bedenden gidince ölürsün demişler ama ne alaka bi organın durunca ölüyosun kallp krizi vs. hiç durdk yere ölen biri varmı yok ya belki olabilir bunlar bi tesadüf olmasıda çok saçma nebilim bi spermden insan oluyor tanrı var veya yok bizi yaratan vardır bukadar tesadüf olamaz ama olmayada bilir ölüm sonsuzluj milyonlarca sıcaklıkta yanmak sanırım parannoyak olacam
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Mirana Killswitch

    bana çok mantıklı geliyor önceden yaşamak ölmek snra başka bir bedene girmek ruhun nasıl yok olucağını kestiremiyorum bir türlü bu tür konuları düşlünmektende korkuyorum biliyorumki butun bu evreni yaratan 1 kişi var ve oda Allah tır ama kafamda çok fazla soru işareti var ben şöyle bir şey düşündüm


    sanki biz ilk insanların zamanından eri ruh olarak bir bedendeydik buraya kadar kendimiz geldik dunya yok olana kadar yaşicaz ve sonunda Allah katında değerlendirilicz ve sonumuz ona göre olucak ve kimse 1 şans daha yalvaramicak bana bu çok mantıklı gelmiştir reenkarnasyona inanıyorum diyebilirim :S


    sizler nedüşünüyorsunuz

    dini kitaplarda böyle birşey yer almıyo, düşünsene o zaman belki aramızda peygamber ruhlarıda var şu an kulağa mantıklı gelmiyo, reeankarnasyon hindistanda zaten
    sömürülmüş halkı daha çok sömürmek için üretilmiş bi düşünce, madem Allah'a ve dinlerine inanıyorsun o zaman dini kitaplarda böyle birşeyin olmadığını bilmelisin. Zaten bu tarz konularda insan sadece beyin fırtınası yapar, doğru noktaya varamaz. İstersen hayatın boyunca düşün




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Jentin

    ruh falan yok benim görüşüme göre kalp böbrek beyin falan herşeyi yerine getiriyo ben bu yaşıma geldim daha hayalet ruh cin şeytan falan görmedim olsa açık verirdi kesin nasıl olacak ya biz ruhmuyuz beni kontrol eden bir ruhsa neden kendine inanmıyor kendim ruhsam bunu yazmamın amacı ney demekki yok ruhum falan . ruh bedenden gidince ölürsün demişler ama ne alaka bi organın durunca ölüyosun kallp krizi vs. hiç durdk yere ölen biri varmı yok ya belki olabilir bunlar bi tesadüf olmasıda çok saçma nebilim bi spermden insan oluyor tanrı var veya yok bizi yaratan vardır bukadar tesadüf olamaz ama olmayada bilir ölüm sonsuzluj milyonlarca sıcaklıkta yanmak sanırım parannoyak olacam

    Ruh yok ise aslında biz birer makineyiz diyebiliriz, yani biyolojik olarak. Ölüme değinmişsiniz , eğer ruh yok ise neden birtürlü ölümsüzlüğü yada ölen birisini geri getiremiyorlar. Şuan için bunu yapamadılar diyebilirsiniz fakat hiç bir zaman başaramayacaklar. Bilim adamları insanın nasıl olurda benim diyebildiklerini bir türlü çözememişlerdir. Düşünün ki çok gelişmiş teknolojinin çok ilerisinde bir robot yapılsın , bu robot insan gibi zekaya sahip olsun fakat hiç bir zaman şunu öngöremiyorlar, duyguları olacak, görerek hissedebilecek ve benim diyebilecek, bu sizce teknolojik açıdan mümkün mü? Bunu derinlemesine düşündüğünüz zaman anlayabilirsiniz. Nasıl olurda görüyorum!! Yani anlıyorsunuz demek istediğimi bir robot kamera ile görebilir ama sadece ışık ile aldığı verileri işler görmekten aldığı muhteşem hazdan etkilenemez hiç bir zaman. Bunları sağlayan işte Ruh tur. Tabiki görmemeniz normaldir fakat kimsenin görmediğini bilemeyeceğiniz için kimse görmemiştir diyemeyiz. İnsan beynini henüz çözebildikmi. Bizim duyduğumuz sesler bile çok kısıtlıdır, belli bir frekansta ki sesleri işetebiliriz, bir yunusun bir köpeğin duyduğu sesleri duyamayız ancak bu onların olmadığını varsaymamızı gerektirmez. En basiti bir yerçekimi, ne görürüz ne hissederiz ancak eşyalar düştüğü zaman yerçekimi deriz, yerçekimi tamam ama bunu ne çekiyor, neden dolayı ? Bu tür soruları sorma gereği hiç duymayız. Ruhu da göremeyiz en azından çoğu kişi göremez fakat varlığını hissedebilirsiniz nasıl peki, insan kendisini bu beden sandığı sürece , egolarımıza yenildiğimiz sürece, sadece inandıklarımızla yetindiğimiz sürece ruhun yüceliğine erebilmemiz mümkün değildir. Ruhun varlığına inanmanız için ancak medyumların yazılarınızı okumanızı tavsiye edebilirim. Ölmüş kişileri davet ederek yaşadıklarını sorguluyorlar ve bu bir bilim haline geldi artık. Dediğiniz gibi düşünen bir kişi bu kadar tesadüfe eğer inanıyorsa eminim ki bu inandığı için değil inkarcı olduğu içindir yoksa benim gördüklerimi az çok herkez görüyor biliyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: helloween

    nerden biliyosun ruhlar yok olmaz. hiç öteki tarafa gidip gelmiş birini tanıdınmı? komik olmayın yahu

    Sen peki tanımadığımızı nereden biliyorsun yoksa komikliği sen mi yapıyorsun Evet gördüm biliyorum anlatayım dese dinlermisinz? Yoksa inanır mısın? İkisinide yapmazsın çünkü zaten komik olmayın diyerek tavrını veya önyargını ortaya koymuşsun. Gerçekten bilgiye ulaşmak için çabalamak emek sarf etmek araştırmak gerekir , bu olamaz bu yoktur mantık dışı gibi terimlerle bu işi çözemeyiz.




  • Tenâsüh ve Reenkarnasyon


    Tenâsüh, rûhun, ölümden sonra, başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesidir. (1)

    Tarihin çok eski devirlerine dayanan ve Hint felsefesinde kendini kuvvetli bir şekilde hissettiren (2) bu inancın farklı biçimleri olsa da, tenasühe inananlar genel olarak iki gruba ayrılır: Birinci gruba göre, rûhlar bedenlerini terkettikten sonra aynı veya farklı türden olan bedenlere geçerler. Bu görüşe göre tenasüh ceza ve sevap türündendir. İkinci gruba göre ise, rûhlar bedenlerinden ayrıldıktan sonra sadece kendi türlerinden olan bedenlere geçerler, başka türlere geçmezler(3).

    Reenkarnasyon (Rœincarnation) ise, tenasüh, tekammüs, tecessüd-ü cedîd (4), rûhun bir cisimden ötekine kimi kez de, insandan hayvana, hayvandan insana geçmesi, rûh göçü (5) manâlarına gelirken, bu fikri savunan bazı gruplara göre tenasühten faklı ve daha husûsi bir manâda kullanılmaktadır.

    Batı'da, rûhun, ölümden sonra, yine bir insan bedenine geçmesine, reenkarnasyon, hayvan bedenine geçmesine ise, transmigrasyon (transmigration) (6) dendiğine de şâhid oluyoruz ki (7), bu durumda transmigrasyon, tenâsühe denk gelmektedir.

    Yeni tenasühçüler (8) olarak da isimlendirebileceğimiz, günümüzde reenkarnasyonu savunan kimselere göre, reenkarnasyon yani dünyaya tekrar gelişin Hint felsefe ve dinlerindeki tenasüh ile esas ve amaç bakımından hiç bir ilgi ve münasebeti yoktur. Çünkü, tenasühte tekâmül (varlık derecesinin veya rütbesinin artması) fikri yoktur. Cezâ ve mükâfat esasına göre bir geliş, gidiş vardır (9). Reenkarnasyonda ise, dünyevî bağlardan kurtulamamış rûhların tekâmül için dünyaya tekrar gelmesi vardır. Tekâmülde hiç bir zaman geri dönülmeyeceği (tedennî yani alçalış olmayacağı) kabul edilmiştir (10).

    İslâm âleminde geçmişte tenasüh inancına inanan bazı din dışı guruplar (11), günümüzde ise husûsî bir reenkarnasyon anlayışına sahib olanlar (bunlardan bazıları reenkarnasyonun İslâm'daki âhiret inancına aykırı düşmediği, sadece tekâmül gayesini güttüğünü söylemektedir) iddiâlarına destek bulmak için, Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetleri örnek olarak göstermişler ve böylece pek çok âyetin reenkarnasyon ifâde ettiğini veya edebileceğini söylemişlerdir.

    Burada öncelikle tenâsüh ve reenkarnasyonu kesin olarak reddeden âyetlere, ardından da, tenasüh ve reenkarnasyon ifâde ettiği iddiâ olunan âyetler üzerinde durmaya çalışacağız.


    1. Tenasüh ve Reenkarnasyon Olmadığını İfâde Eden Ayetler



    Kur'ân-ı Kerim'de, insanın yeniden diriltilişinin kıyamet günü olacağı, iâde tabirinden insanların kıyamet gününde tekrar diriltilmelerinin kasdolunduğu, bu diriltmenin bir defâya mahsus olduğu ve ölümden sonra tekrar dünyaya dönüşün asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu hususta pek çok âyet vardır. İşte bunlardan birisi: "Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki, Rabbim! beni geri gönder. Tâ ki, boşa geçirdiğim dünya hayatında iyi ameller işleyeyim. Hayır! O, söylediği boş bir laftan ibarettir. Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah (12) vardır" (Mü'minûn, 99-100).

    Bu âyet dünyaya yeniden gelmenin olmayacağını açık ve kesin bir şekilde ifâde ediyor. Nitekim İkbâl, "Kur'ân-ı Mubîn'de iyice açıklanmış ve hiç bir fikir kargaşasına yer vermeyecek mahiyette olan üç noktaya dikkat etmemiz gerekir" dedikten sonra ikinci noktada: "Kur'ân-ı Kerîm'e göre bu dünyaya yeniden gelmek imkânsızdır. Bu husus aşağıdaki âyette gâyet açık bir şekilde açıklanmıştır: .." (13) diyerek, yukarda takdîm ettiğimiz âyeti zikretmiştir.

    Kur'ân-ı Kerîm dünyaya yeniden dönüş isteğinin boş bir laf olduğunu ifâde ederken tekid sadedinde innehâ kelimetun huve kâiluhâ "o, söylediği boş bir laftan ibarettir" buyurmuştur (14).

    "Onların arkalarında ise, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır" ifâdesi de, onların diriltilecekleri güne kadar berzah âleminde bekleyeceklerini, yani dünya hayatıyla âhiret hayatı arasında bir hayatta olacaklarını, dünyaya dönemeyeceklerini belirtmektedir. "Nasıl ki ana rahminden çıkan bir çocuk, yeniden tekrar oraya dönemiyorsa, bu dünya hayatından çıkarak, kabir hayatına giden bir rûh da, oradan çıkıp geriye tekrar dönemeyecektir" (15) .

    Bu apaçık ifadeden sonra, "bu âyet rûhun ayrıldığı bedene dönmeyeceğini ifâde ediyor, dünyaya dönmeyeceğini değil" (16) veya, bu âyet "reenkarnasyonun olmadığını değil sürekli dünyaya geri gidip açığını kapatmak isteyenlerin bu isteklerinin reddedildiğine delîldir" (17) gibi iddiâların gerçeği yansıtmadığı açıktır. Çünkü âyette ne eski bedene dönme isteğine, ne de bu sözü söyleyenin dünyaya bir kaç defa geldiğine dâir bir alamet yoktur. Eğer bu istek dünyaya bir kaç kere gelen bir kimse tarafından yapılmış olsaydı o zaman cevap olarak, defalarca dünyaya gönderilmedin mi... gibi ifâdelere yer verilirdi... Nitekim buna benzer bir başka âyette, pişmanlığını dile getiren inkârcıya şöyle cevap verilmiştir: "Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti." (Fâtır, 37). Bu âyette de, insana düşünüp taşınacağı ve öğüt alacağı kadar ömür verildiğinden bahsedilmiş, fakat bir kaç kere dünyaya gelmekten bahsedilmemiştir. Bu ayet açıkça reenkarnasyonu reddettiği halde, dünyada 25 yıl kalanla 100 yıl kalanın bir sayılamayacağı, böyle bir şeyin Allah'ın adaletine uygun düşmeyeceği (18) , söylenerek tam aksine, reenkarnasyona delîl getirilmeye çalışılmış, az yaşayan ve böylece öğüt almak için gerekli süreye ulaşamayan insanların tekrar dünyaya gönderileceği sonucuna varılmak istenmiştir.

    Aslında böyle bir iddiâ, reenkarnasyon ilkesine de aykırıdır. Çünkü, bu ilkeye göre dünyaya yeniden gelmenin sebebi kusurlu, günahkâr insanların, kendi kusur ve hataları sebebiyle tekâmüllerini tamamlayamamalarıdır. Hem insana neden yeterli bir süre tanınmasın da dünyaya bir daha getirme ihtiyacı doğsun ki! İlk seferde bunu gerçekleştirmek varken ömrü parçalara ayırmaya gerek var mıdır?

    Ayrıca, hidâyeti bulma hususunda insanların durumu farklı farklıdır. Bin yıl yaşayan bir kimse hidâyete erişemeyeceği gibi, bir kaç saatlik bir mükellefiyet zarfında hidâyeti bulup vefât etmek de mümkündür. Hidâyet için illa da belli veya uzun bir süre gerekmez. Her insana verilen ömür, o insanın hidâyeti bulması için yeterli olabilir. Allah kimin ne kadar zamanda öğüt alacağını bilir, dolayısıyla ömürleri de ona göre takdir etmiş olabilir. Âyet de, bu duruma işâret ediyor. Bu süre o insanın imtihân süresidir ve öğüt almak için yeterlidir. Uzun veya kısa olması önemli değildir. Hatta uzun olması aleyhe de olabilir.

    Ayrıca, Allah'ın herkese imkânları ölçüsünde, yaşadığı şartlara ve hayat müddetine göre muâmele edip, hesaba çekeceği de muhakkaktır (19). Hem böyle bir iddiâya göre, kıyametten az bir zaman önce dünyaya gelenlerin durumu nasıl izâh edilebilir?

    Yukardaki âyetin ifâde ettiği manâyı yani dünyaya tekrar dönüşün olmayacağını ifâde eden diğer âyetler de şunlardır:

    "Onların, ateşin karşısında durdurulup, âh! keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak! dediklerini bir görsen! Hayır! daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Onlar dünyaya geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı. Onlar kesinlikle yalancıdırlar" (En'âm, 27-28),

    "...Acaba şimdi bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler, ya da dünyaya geri gönderilsek de, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapsak. Onlar kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de kaybolup gitti"(A'raf, 53),

    "Rabbimiz bizi cehennemden çıkar, eğer bir daha dönersek o zaman gerçekten zalimlerdeniz. Allah buyurdu ki, susun! konuşmayın!.." (Mü'minûn,107-108).

    En'âm, 28. âyette, "Eğer dünyaya geri döndürülselerdi kendilerine yasaklanan şeyleri mutlaka tekrar yaparlardı" ifâdesi mevzûmuz açısından çok önemlidir. Çünkü bu ifâdeyle, farazâ o insanlar dünyaya tekrar gelseler de, yine aynı şeyleri yapıp, Allah'ın yasak ettiği şeyleri işleyecekleri bildirilerek, insanların bu dünyaya neden bir kere daha gönderilmediklerinin hikmeti beyân edilmiştir.

    "Onlardan önce nice kavimler helâk ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler" (Yâ-sîn, 31) âyeti de helâk edilen insanların, daha sonra gelen insanlara dünyaya tekrar gelmek sûretiyle dönmediklerini açıkça ifâde ediyor. Helâk edilen kavimlerin kusurlu, tekemmül etmemiş insanlar olduğu düşünülürse, bu âyetin reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîl olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Bir başka âyette ise, bu manâda, "Helâk ettiğimiz bir karye ehline tekrar dönmek haramdır" (Enbiyâ, 95) buyrularak, dünyaya dönüşün kesinlikle olamayacağı haram tabiriyle tekidli bir sûrette bildirilmiştir.

    "Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez vaziyette çıkardı" (Nahl, 78) âyeti de reenkarnasyon aleyhinde kuvvetli bir delîldir. Çünkü bu fikri savunanlara göre, insanın yeniden dünyaya gelmesi tekâmül içindir. Tekâmülün olabilmesi için ise, önceki hayattaki birikimin mevcûd olması gerekir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyin olmadığını, doğan çocukların hiç bir şey bilmez bir halde dünyaya getirildiğini ifâde ediyor.

    "Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" (Duhân, 56) âyetinde ölümün bir kereye mahsûs olarak yaşandığı ifâde edilmiştir. Dolayısıyla bir kaç veya bir çok defâ ölümü gerekli kılan reenkarnasyon bu âyetle de reddolunmaktadır.

    Vakıa sûresinin son âyetlerinde de ölüm anında insanların durumu tasvîr olunduktan sonra: "(Ölen kimse) eğer mukarrebînden ise... Eğer ashab-ı yemînden ise... Ve eğer yalanlayıcı ve dalâlete düşmüşlerden ise..." (Vakıa, 88-94) buyrularak, öldükten sonra, insanların gidecekleri yerler sıralanmış (20) fakat bunlar içinde tekâmül etmemiş, günahkâr ve kusûrlu kimselerin tekrar dünyaya döneceğinden bahsedilmemiş, bilâkis yalanlayıcı ve dalâlete düşmüş olanların yerinin cehennem olduğu bildirilmiştir: "Ve eğer yalanlayan ve dalâlete düşenlerden ise, ona kaynar sudan bir ziyafet ve cehenneme giriş vardır" (Vakıa, 92-94).

    Müşriklerin "hayat ancak dünya hayatımızdır. Ölürüz, yaşarız, bizi zamandan başka bir şey helâk etmez" (Câsiye, 24) şeklindeki sözleri hakkında da, bazı müfessirler, bu sözleriyle inkârcıların, müşriklerin inancı olan tenasühü ifâde etmiş olabileceklerini söylemişlerdir (21) ki, Cenab-ı Hakk'ın onların bu görüşünü red makamında zikretmesi de tenasüh aleyhine bir delîl sayılabilir.

    Kur'ân âyetlerinin yanında, kabir azabını ve nimetlerini haber veren çok sayıda hadîs-i şerîf de reenkarnasyonu reddetmektedir (22). Acaba âhiret âleminin bütün aşama ve safhalarını detaylı bir şekilde anlatan Peygamberimizin, eğer hakikat olsaydı, reenkarnasyondan da bahsetmemesi mümkün olur muydu? Böylesine önemli ve itikadî bir meseleye hiç değinmemesi düşünülebilir mi? Hem böyle bir şeyi haber verseydi, bazı insanlar büyük bir müjde olarak bu haberi yayıp rivâyet etmezler miydi? Bütün bunlar reenkarnasyonun İslâm'da yeri olmadığını göstermiyor mu?


    2 . Tenâsüh ve Reenkarnasyona Delîl Olarak Gösterilen Ayetler


    Tenasüh veya reenkarnasyon ifâde ettikleri iddiâ olunan âyetlere gelince, öncelikle şunu belirtelim ki, geçmişte tenasühe delîl olarak gösterilen âyetlerin sayısı günümüzde reenkarnasyona delîl olarak gösterilenlerin aksine, çok azdır, üç-beş taneyi geçmez. Bu âyetlerden birisi, "onların ciltleri cehennem ateşinde pişip kavrulduğu her seferinde, azabı tatsınlar diye yeni ciltlerle (bedenlerle) değişiriz" (Nisâ, 56) âyetidir.

    Bu âyette açıkça, cehennem azabı ve bu azabın şiddetini ifâde etmek için, kavrulan bedenlerin yenilenmesinden bahsedilirken, âyette zikredilen cehennemin bu dünya hayatı olduğunu iddiâ edilerek, bu âyetin insanların rûhlarının bedenlerinden ayrıldıktan sonra başka bedenlere girip dünyaya gelmelerine işâret sayılmış, beden içinde olgunlaşamayan rûhun azap çekmek için başka bedenlere girerek bir cehennem olan şu dünya hayatına geri döneceklerini söylenmiştir (23). Tamamen bâtınıyye (24) kokan, cehennemi bu dünyada arayan bu görüşün ne derece sakat ve bâtıl olduğu açıktır.

    Geçmiş tenasühçülerden bazıları da, "Ey İsrail oğulları! size in'âm ettiğim nimetleri hatırlayın..." (Bakara, 40, 47, 122) âyetinden hareketle, âyette hitap edilenlerin bizzât o zamanki yahudîler olduğu, ölüp, çürüyüp, aradan uzun zaman geçtikten sonra, Allah'ın kendilerine olan nimetlerini unuttukları için hatırlatma yapıldığını iddiâ etmişlerdir. Halbuki, Arapçada böyle bir üslûp yaygındır. Bir kimseye dedesi ve ataları kasdedilerek, ona söylüyormuş gibi hitap edilebilir (25).

    "Yer yüzündeki bütün hayvanlar ve gökte kanat çırpıp uçan bütün kuşlar sizin gibi bir ümmettirler (toplu halde yaşayan canlılardır) (En'âm, 38) âyetinde de tenasühçüler, bu âyetin yer yüzündeki hayvanların ve kuşların bizim emsâlimiz olduğuna delâlet ettiğini, emsal olma durumunun ve eşitliğin (musâvât) bütün zatî sıfatlarda bulunmasını gerekli kıldığını söyleyerek, tenâsüh ifâde ettiğini iddiâ etmişlerdir (26). Onlara göre bu misliyet potansiyel olarak mevcuttur, fiili olarak değildir. İnsanlar da hayvanların potansiyel olarak mislidir (27). "Her ümmete mutlaka bir nezîr (cehennemle uyaran) gelmiştir" (Fâtır, 24) âyetinden hareketle de, önceki âyette ümem olarak tavsîf olunan bu hayvan topluluklarının her birine Allah tarafından birer resûl gönderildiğini savunmuşlardır (28).

    Ayette ifâde edilen emsal olma durumunun, ümem olmada, yani toplu halde yaşama husûsunda olduğu açıktır. Nitekim karınca, arı gibi hayvanlarda bu durum daha açık olarak görülmektedir. Bu misil olma durumu bütün zâtî sıfatlarda olması için ise, hiç bir sebep yoktur.

    Bazı tenasühçüler de, kâfirlerin cehennemde ebedî kalacaklarını ifâde etmek maksadıyla zikredilmiş olan, "Ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir..." (A'raf, 40) âyetinden hareketle, kötü rûhluların bedenden bedene geçerek temizleneceklerini, neticede deve bedeninde olan insanın, iğne deliğinden geçebilecek bir meyve kurdu bedenine intikâl ederek saflaşacağını söylemişlerdir (29).

    Geçmişte tenasühe delîl olarak sunulan az sayıdaki bu âyetlere karşılık, günümüzde reenkarnasyonu savunanların, görüşlerini desteklemek gayesiyle zikrettikleri âyetlerin sayısı insanı şaşırtacak derecede çoktur! Bazıları bu hususta elli civarında âyet sıralamıştır (30). Bu âyetlerin pek çoğu birbirine benzeyen, aynı manâyı ifâde eden âyetlerdir. Bu âyetlerden bir kısmı da, açık bir şekilde dünyaya dönüşün olmayacağını ifâde etmektedir! Şimdi bu fikri savunanların pek çoğu tarafından takdîm edilen âyetleri inceleyelim:

    Günümüzde reenkarnasyonu savunan ve Kur'ân-ı Kerim'de bu inanca yer verildiğini iddiâ edenlerin pek çoğunun ilk fırsatta delîl olarak belirttikleri, şu âyettir:

    "Sizler ölü iken (ölü varlıklar halinde iken) sizi dirilten (dünyaya getirip hayat veren) Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz?! Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecek, sonra da O'na döndürüleceksiniz"(Bakara, 28).

    Bu âyette reenkarnasyonun dile getirildiğini iddiâ edenlerin hareket noktası, âyette zâhirde, iki ölüm ve iki diriltmenin olmasıdır. Onlara göre âyetteki ve küntum emvâten (halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesi, insanların ömürlerini tamamladıktan sonra ölmeleri manâsındadır. Âyetin yanlış değerlendirilmesinde rol oynayan ifâde budur. Dolayısıyla bu ifâdeden ne kastedildiği açıklığa kavuşunca, mesele de kendiliğinden hallolacaktır (31).

    Geçmişte yazılmış bir çok tefsîre göz attığımızda bu âyetin hiç bir müfessir tarafından, hatta tenasüh iddiâsında olanlar tarafından dahi, bu şekilde, yani reenkarnasyon ifâde ediyor veya bu âyet dünyaya bir kaç defâ gelmekten bahsediyor şeklinde anlaşılmamış ve böyle bir iddiâya tesadüf edilmemiştir. Çünkü eğer böyle bir iddiâ mevcûd olsaydı, bu fikri kabûl etmeyenler tarafından reddedilecek, tefsîrlerde bu hususta cevap bulunacaktı. Böyle bir şeye rastlanmaması, geçmişte bu âyet hakkında böyle bir iddiânın da bulunmadığını göstermektedir.

    Tefsirlerde ve küntum emvâten (halbuki siz ölü varlıklar halinde idiniz) ifâdesine, hepsi de insanın bu dünya hayâtına gelmeden önceki tavırlarından olan, çeşitli manalar verilmiştir (32). Buna göre bu âyetteki emvât tabirine, hiç bir şey değildiniz (33), Adem ve zürriyyetinden misâk alındıktan sonraki ölü halinizdeydiniz, toprak idiniz (34), babalarınızın sulbunde nutfe halinde idiniz (35), ana rahmine nutfe olarak intikâl anında ölü varlıklar idiniz (36), zikredilmeyen kendisinden bahsedilmeyen varlıklar idiniz (37) gibi manâlar verilmiştir ki, bu manâlar insanın dünyaya gelmeden önceki hallerine delâlet ediyor. Dolayısıyla âyette, bu devrelerden biri veya bir kaçının kastolunması mümkündür. Emvâten "ölüler, ölü varlıklar"'ın çoğul olarak gelmesi de, buna işâret sayılabilir. Nitekim bazı müfessirler bu devrelerden bir kaçını birden zikrederek âyete manâ vermişlerdir (38). Razî, ulemânın bu ifâdenin beyanı hakkında "toprak ve nutfe idiniz" şeklinde ittifak ettiklerini (39) söylemiştir.

    İbn Aşûr bu ifâdeyi şöyle izah ediyor: ""Sizler ölü varlıklar iken sizi diriltti" âyeti delâlet ediyor ki, bu icâd bedî (eşsiz) bir şekildedir. Zira insan mevt yani kendinde hayat olmayan bir çok şeylerden meydana gelmiştir. Çünkü insanın zerreleri havada, toprakta dağınık halde bulunan unsûrlardan alınarak gıdalarda bir araya toplanmıştır ki, bu da ikinci bir ölü varlıktır. Sonra o gıdalardan kan ve başka bileşikler hulâsa edilmiştir ki, bunlar da ölüdür. Sonra bunlardan kadın ve erkeğin nutfeleri hulâsa edilmiştir. Sonra bunlar imtizâc ederek alaka sonra mudğa olmuştur. Bütün bu tavırlar insanın var oluşundan öncedir ve birer ölü varlıklardır. Daha sonra rûh nefhedilerek doğum vaktine ve ölünceye kadar hayat sahibi olmuştur. Kâfirlere düşen, bu durumu Allah'ın uluhiyyette tek olduğuna delîl olmakta yeterli görmeleriydi" (40).

    Böylece bu âyetlerde tenasüh veya reenkarnasyonu hissettiren bir durum olmadığı açıkça görülmektedir.

    "Dediler ki, Rabbimiz bizi iki kere öldürdün iki kere dirilttin artık günahlarımızı itiraf ettik. Çıkış için bir yol var mı?"(Mü'min,11) âyetinin de çoğu müfessir tarafından Bakara, 28. âyetin bir benzeri olduğu söylenmişse de, bazılarına göre ise, bu âyet Bakara, 28. âyetten farklı olup, bu âyette kabir azabına işâret edilmektedir. Çünkü bu âyette kâfirler iki ölümden bahsediyorlar. Bunlardan birisi dünyada müşâhede olunan ölüm olduğuna göre, diğer ölümün kabirde olması gerekir (41). Razî'ye göre buradaki ölüm, Bakara, 28. âyette olduğu gibi, nutfe, alaka vs. olamaz. Çünkü âyette Allah Taalâ'nın onları öldürmesinden (imâte)'den bahsediliyor. öldürme ise, hayatın varlığına bağlıdır. Eğer ölüm önceden hâsıl olsaydı, bunun öldürme (imâte) olması muhâl olurdu. Tahsil-i hâsıl (ölünün öldürülmesi) lâzım gelirdi ki, bu da muhâldir. Bakara, 28. âyette ise, durum böyle değildir. Orada onların emvât (ölüler) olduğundan bahsediliyor, imâteden yani Allah'ın onları öldürmesinden, canlarını almasından bahsedilmiyor (42).

    Ancak Zemahşerî, onların ölü maddeler halinde yaratılmalarına imâte (öldürme) tabirinin Arap dili açısından kullanılabileceğini söyleyerek şu misâlleri veriyor: Sivri sineğin cismini küçülten ve filin cismini büyülten Allah'ı noksan sıfatlardan tenzîh ederim (subhâne men sağğara cisme'l-baûdati ve kebbere cisme'l-fîl) ifâdesindeki küçültme ve büyültmeden maksat sivri sineğin cismini büyük iken küçültmek ve filin cismini küçük iken büyültmek manâsında değil de, onların bu şekilde yaratıldığı olduğu gibi, âyette de durum böyledir. Öldürmeden maksat ölü halde olmadır. Bir başka misâl de, hafriyatçıya hitaben kuyunun ağzını daralt, altını genişlet (dayyık feme'r-rukyeti ve vessi' esfelehâ) ifâdesidir. Bu ifâdede de zâhirinden anlaşılabileceği gibi, kuyunun ağzının genişken daraltılması, alt tarafının da, dar iken genişletilmesi değil, ağzının geniş, altının dar yapılması istenmektedir. İşte âyette de aynı durum söz konusudur (43).

    Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bu âyet ya Bakara, 28. âyetin ifâde ettiği manâyı, ya da biri görebildiğimiz, diğeri de kabirde meleklerin suâlinden sonra vuku bulan ölümü ifâde ediyor. Bu her iki hal de reenkarnasyonla alakalı değildir. Hem âyette kâfirlerin bu sözlerini cehennemde iken söyledikleri açıktır. Çünkü oradan çıkmak istediklerini söylüyorlar. Reenkarnasyon ise, iddiâ edenlere göre, ölümün ardından bu dünyada, yani kıyamet kopmadan gerçekleşecektir.

    Bu âyetin manası hakkında, muhterem hocam Veli Ulutürk'ün şifahî olarak, muhtemel olduğunu kaydettiği mana ise şöyle: Bizi bir dünyada öldürdün, bir de burada (âhirette) cehenneme sokmakla öldürdün. Yani mahvettin, azâba düçar ettin olsa gerektir. Çünkü cennetlikler Duhân, 56. âyette bildirildiği gibi bir kere ölmektedirler. Yani ikinci ölüm cehennemde âzap çekme manasında mecâzidir. Sıkıntılı, istenmeyen bir hayatın mecâzî olarak, ölüm diye vasfedilmesinin çokça kullanıldığı dikkate alındığında, bu izâhın çok yerinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim, bir âyette de, cehennemliğin hali tasvîr edilirken, "orada ne ölür, ne de yaşarlar" (A'lâ, 13) buyrularak, cehennem hayatı ölüme benzetilmiştir.

    Reenkarnasyonu savunanların iddiâlarına delîl olarak gösterilmeye çalıştıkları bir diğer âyet de şudur: "Size her ne musîbet dokunursa, kendi ellerinizle kazandığınız şeyler sebebiyledir. Allah pek çoğunu da affeder"(Şûrâ, 30).

    Bu âyetten hareketle, çocukların başına gelen belâ ve musîbetlerin onların daha önce yaşadıkları hata ve isyanlarının bir cezâsı olduğu söylenmiştir. Çünkü, bu iddiâ sahiplerine göre, çocuklar masûmdur, çocukluklarında böyle cezâları hakettirecek işler yapmamışlardır (44).

    Aslında bu âyette muhatab olan kimselerin çocukluk çağını geçmiş, mükellef kimseler olduğu açıktır. Çünkü yapılanlarla muâheze etmek, ancak mükellefler için geçerlidir. Hem bu durum Kur'ân'ın tamamı için böyledir. Muhatab dâima âkil bâliğ olan mükelleflerdir. Dolayısıyla çocuklara isâbet eden musîbetlerin, sadece yapmış oldukları şeyler sebebiyle olduğu söylenemez.

    Hem sadece bu âyete dayanarak hüküm vermek doğru olmaz. Nitekim bir başka âyette, zaman zaman masûmlara da musîbetin dokunabileceğinden bahsedilmiştir: "Geldiğinde sadece sizden zalim olanlara dokunmayacak olan fitneden sakının!" (Enfâl, 25). Bu durum, dünyanın bir imtihan yeri olmasından kaynaklanmaktadır.

    Çocukların başına gelen belâ ve musîbetler babaları için bir imtihân (45), kendileri için de manevî terakkî veya uhrevî sevap vesilesi olabilir. Sonra, hayır ve şer nisbî şeylerdir. İnsan kendisi ve çoluk çocuğu için neyin hayır neyin şer olduğunu tam anlayamaz. Görünüşte kötü gördüğü bir şey kendi hayrına olabileceği gibi, hayır olarak gördüğü bir şey de kendi aleyhine olabilir (46).

    "Onları biz yarattık ve yaratılışlarını sapa sağlam yaptık. Dilersek onların yerine benzerlerini de getiririz" (İnsan, 28) âyeti ve bu âyete emsal olan Vakıa, 60-62, Meâric, 40-41. âyetler de reenkarnasyona delîl olarak getirilmeye çalışılmıştır (47). Bu âyetleri reenkarnasyona delîl gösterenler, âyetlerdeki misl kelimesinin çoğulu olan emsâl (benzerleri) kelimesinden hareketle, böyle bir ipucu yakalamaya çalışmışlardır.

    Aslında bu âyetler dikkatle incelendiğinde, bir kısmının öldükten sonra tekrar dirilmeye delîl olarak zikredildiği görülür. Yani sizi bir kere yaratan sizi ölümünüzden sonra da tekrar yaratır, benzerlerinizi veya aynınızı yeniden yaratabilir, manasını ifâde etmektedir (48). Yukarda zikrettiğimiz ve reenkarnasyona delîl getirilen, İnsan, 28; Vakıa, 60-62; Meâric, 40-41 âyet-i kerîmeleri böyledir. Bu durum şu âyette daha da açıktır: "Gökleri ve yeri yaratan onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.." (Yâ-sîn, 81). Diğer âyetlerde ise, inkârcı kavimler kendilerinin helâk edilerek yerlerine kendi nev'lerinden olan başka insanların, başka kavim ve milletlerin getirileceğiyle tehdid edilmişlerdir. İnsan, 28; Meâric, 40-41. âyetler bu manâda da anlaşılabilir. "Onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onlardan sonra başka kavimler yarattık" (En'âm, 6) âyeti de bu husûsta güzel bir örnektir.

    Nitekim, müfessirler de, âyetlere bu doğrultularda manâlar vermişlerdir. Meselâ, "Gökleri ve yeri yaratan onların (insanların) benzerlerini yaratmaya kadir değil midir?!.." (Yâ-sîn, 81) âyetindeki mislehum (misillerini) âhiretteki dirilişin ya misliyle, ya da enfusehum (kendilerini) manâsında kinaye kabul edilerek, aynen iâdeye delâlet edebileceği söylenmiştir (49). "Dilersek onların yerine benzerlerini getiririz" (İnsan, 28), "... Şüphesiz onların yerine daha hayırlılarını getirmeye gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez" (Meâric, 40-41) âyetleri ise, Allah'ın o insanları helâk edip, yerlerine daha hayırlı, kendisine itaat eden, isyan etmeyen, böylece amelde onlara muhalif olan kimseleri getirmeye kâdir olduğu şeklinde tefsîr edilmiştir (50).

    Razî, İnsan, 28. âyet-i kerîmenin tefsîrinde bu gerçeği şöyle ifâde etmektedir: "Yani eğer istesek, onları helâk eder, benzerlerini getirir, onlarla değiştiririz". Bu âyet, "sizi benzerlerinizle tebdîl etmede önümüze geçilenler değiliz..." (Vakıa, 60-61) âyeti gibidir. Âyetten maksat, onlara hiç muhtaç olunmadığını ifâde etmektir. Sanki şöyle deniyor: Bizim, şüphesiz hiç bir mahlûka ihtiyacımız yok, faraza olsa bile, bu kavimlere muhtaç değiliz, çünkü onları yok edip yerlerine benzerlerini icâd etmeye kâdiriz. "Ey insanlar Allah isterse sizi götürür, başkalarını getirir" (Nisa, 133) ve "Allah isterse sizi götürür ve yeni yaratılmışlar getirir" (İbrahim, 19) âyetleri de bu manadadır..." (51)

    Görüldüğü gibi bu nevi âyetlerde isyancılara bir tehdit olarak, yok edilip yerlerine başka insanların getirilmesinden bahsediliyor. Eğer yine aynı insanlar getirilseler, bu tehdîdin manâsı kalmaz. Üslûp böyle bir manâya müsâit değildir. Buradaki mânâ, bir âmirin, işini doğru dürüst yapmayan memûruna, işini iyi yap yoksa seni atar yerine başka birini alırım demesi gibidir.

    Âyetlerin hangi makamda ve ne için zikrolunduğuna dikkat edildiğinde böyle yanlış anlamalara mahal kalmayacaktır.

    Reenkarnasyon iddiâcılarınca bu hususta delîl olarak gösterilen bir diğer âyet ise, "Sizden kimisi de, bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için erzel-i ömre ulaştırılır" (Nahl, 70) âyetidir. Öztürk, bu âyetteki erzel-i ömr ifâdesinin ihtiyarlık ve bunaklık olarak manâlandırılmasının âyetin bütün esprisini yok ettiğini söyledikten sonra şöyle devam ediyor: "Bir kere, erzel-i ömre atılmaktan veya itilmekten değil geri götürülmekten bahsediliyor. Yureddu fiili itilmek, atılmak gibi pejoratif bir manâ ifâde etmez. Bir geri çevirme ve başa döndürme ifâde eder. Buna göre erzeli'l-ömr ömrün başlangıcı, yani tekâmül sürecinin en düşük noktası demek olur. İkincisi, insanın ileri yaşlara kadar yaşatılması, elinin ayağının tutmaz, hafızasının gereğince işlemez hale gelmesi insan için bir rezillik ve düşüklük neden olsun? İnsan ömrünün o noktasında fıtrat kanunları açısından en saygın ve olgun dönemdedir. Allah kulunu kendisine en yakın bir dönemde böyle kötü bir sıfatla anmaz" (52) . Sonuç olarak, Öztürk bu âyetin, mucizevî bir üslûbla yeniden bedenlenme yani reenkarnasyon ifâde ettiğini söylemektedir.

    Kanaatimce, yuraddu fiili ister atılmak, itilmek manâsı ifâde etsin isterse, geri çevirme, başa döndürme manâsı ifâde etsin, bir tek kelimeden hareketle reenkarnasyona delîl aramak doğru değildir. Yaşlılık dönemi, insanın çocukluk devrine çok benzediğinden bu teşbîhe delâlet etmek üzere böyle bir fiille ifâde edilmesi tabiidir. Ayrıca, "Kıyametin vakti O'na âittir (yuraddu)" (Fussilet, 47), "ve kıyamet gününde en şiddetli azaba marûz bırakılırlar (yuraddûne)" (Bakara, 85) gibi âyetlerde, bu fiilin başa döndürme, geri çevirme manâsında kullanılmadığı açıktır. Dolayısıyla yukardaki âyette de, bu manada kullanılmamış olabilir.

    Erzel-i ömr'ü ömrün başlangıcı, tekâmül sürecinin en düşük noktası diye vasıflandırmak da doğru değildir. Çünkü bu ifâde, böyle bir yaklaşıma müsait değildir. Zira, erzel, bayağılığından, âdiliğinden dolayı kendisinden yüz çevrilen şey (53) demektir. Ömrün başlangıcından veya tekâmül sürecinin en düşük noktasından neden hor görülüp de yüz çevrilsin. Sonra burada erzel durumu İbn Aşûr'un da dediği gibi, sıhhatteki rezalettir, rûh haletiyle bir alakası yoktur (54). Yani bu âyette yaşlılar için bunak, rezil tabirleri kullanılmıyor, ömrün o devresi için böyle bir tabir kullanılıyor ki, böyle bir devir de vardır. Bazı yaşlıların çocuklardan âciz vaziyete düşmeleri Allah'ın takdiriyle olan bir durum değil midir? O halde böyle bir durum neden yadırgansın? Zaten âyette bu durumun bazı kimseler için vaki olduğu minkum (bazınız) tabiriyle ifâde edilmiştir. Bütün yaşlılar için mevzu bahis değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) in de bu duruma düşmekten Allah'a sığınarak, "Erzel-i ömr'e düşmekten (en uradde) sana sığınırım" (55) şeklinde duâ etmesi de gösteriyor ki, erzel-i ömr yaşlılığın, istenmeyen zor günleridir. Âyetteki, "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" ifâdesi de bunu gösteriyor. Çünkü bir şey bilmez duruma gelmek akıl zafiyetinin, yaşlılığın alametidir. Eğer reenkarnasyon ifâde edilseydi, bundan Allah'a sığınmanın manası kalmazdı. Bilâkis istenilen bir şey olurdu. Ayrıca âyetin reenkarnasyon ifâde ettiği kabul edilirse, o zaman insanın yeniden dünyaya getirilmesinin gayesi, bir şey bilmez hale getirilmek gibi garip bir durum olur. Ayrıca âyette, "sizden kimi vefât eder kimisi de erzel-i ömr'e döndürülür" ifâdesi gösteriyor ki, erzel-i ömre düşen kimse henüz ölmemiştir. Reenkarne olacak kimsenin ise ölmesi gerekir.

    "Bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" ifâdesi de, müfessirlerin verdiği manâyı tekid ettiği gibi, aynı zamanda reenkarnasyonu reddetmektedir. Çünkü eğer insan bir şey bilmez bir vaziyette tekrar dünyaya getirilecekse bunun ne faydası olur? Bu şekilde, bir terakkî sağlanması mümkün müdür? Hem insan, önceki hayatında(!) işlediği suçun ne olduğunu bilmiyorsa, yeniden doğuşta cezâ görmenin, ne faydası olabilir? Yine, bu âyet-i kerîmede, "bilirken hiç bir şey bilmez hale gelmesi için" buyrulurken bir başka âyette de, "Allah sizi annelerinizin karnından hiç bir şey bilmez bir vaziyette çıkardı" (Nahl, 78) buyrularak insanın anne karnından dünyaya çıktığı zaman hiç bir şey bilmediğinin ifâde edilmesi de gösteriyor ki, önceki âyetteki yuraddu'dan murâd insanın ilk haline, yani bebeklik dönemindeki gibi hiç bir şey bilmez hale getirilmesidir.

    İzâhına çalıştığımız bu âyet gibi, "kimin de ömrünü uzatırsak, onu yaratılışta baş aşağı çeviririz" (Yâ-sîn, 68) âyeti de, aynı şekilde, kendilerine verilen süre zarfında imkânlarını iyi kullanmayarak bu süreyi heder edenlerin baş aşağı çevrilerek erzel-i ömr'e çevrildiği şeklinde değerlendirilmiştir (56).

    Aslında bu âyette bahsedilen baş aşağı çevirmenin (nunekkishu) insan rûhuyla alakalı olmayıp, bedeniyle, maddî yapısıyla alakalı olduğu açıktır. Çünkü âyette fi'l-halk (yaratılışta) buyuruluyor. Ayrıca bu âyette, ömürlerini değerlendirmeyenlerden vs. bahsedilmiyor, ömrü uzatılan, yaşlılık dönemine ulaşan bütün insanlardan bahsediliyor. Keza, âyette defalarca dünyaya gelip tekâmülün tamamlanmasına bir işâret olsaydı, "ömür verdiğimizi baş aşağı çeviririz" yerine, "terakkî ettiririz..." gibi bir ifâdenin kullanılması gerekirdi...

    "Allah sizi yerden bitki bitirir gibi bitirdi, sonra sizi tekrar oraya iâde edecek, sonra tekrar çıkaracak" (Nûh, 17-18) âyetinde de, Hz. Nûh'un muhataplarının müşrikler olduğundan hareketle, suçluların cezâlarını çekip olgunlaşmak için yeniden topraktan çıkarılıp dünyaya gönderilecekleri söylenmiştir.

    Burada sormak gerekir ki, acaba Hz. Nûh, onların müşrik olarak öleceklerini biliyor mu ki, böyle hitap etsin, sizi tekrar dünyaya getirecek desin! Aslında bu âyette Allah'ın ölüleri diriltmeye olan kudreti dile getirilmiş, bu işin Allah için çok kolay olacağını ifâde etmek için de, insanları başlangıçta, bitkileri topraktan çıkarırcasına kolay bir şekilde yaratan Allah'ın, onları öldükten sonra da böylesine kolay bir şekilde dirilteceği bildirilmiştir. Başka bir ifâdeyle, insanın yaratılması ve öldükten sonra tekrar diriltilmesi, tohumun filizlenerek topraktan çıkarılmasına benzetilmiştir.

    Ayrıca reenkarnasyon nazariyesinde, insanların topraktan çıkarılmaları diye bir şey yoktur. Çünkü bu iddiâ sahiplerine göre, dünyaya tekrar gelişler kıyamet kopmadan önce gerçekleşecektir. İnsanların diriltilerek topraktan çıkarılmaları ise, kıyamette vuku bulacaktır. Dolayısıyla âyetteki topraktan çıkarma işi reenkarnasyonla alakalı olamaz. Bilakis reenkarnasyon aleyhinde bir ifâdedir. Cismani dirilişi ifade etmektedir.

    Saffât sûresinde cennettekilerin durumu anlatılırken, cennetliklerden birinin, dünyada iken âhireti inkâr edip kendisiyle alay eden cehennemdeki arkadaşına, onun dünyada iken kendisine söylediklerini hatırlatarak, alaycı, iğneleyici bir tavırla söylediği, "(Bak), biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek, biz azaba da uğratılacak değil miymişiz?!" (Sâffât, 58-59) âyetinin de, reenkarnasyona delîl olarak gösterilmesi gariptir. Öztürk bu âyetleri, "Biz cennetlikler tekrar ölecek miyiz? hayır yalnız ilk ölümümüz ve biz azaba da uğratılmayacağız. Gerçekten de bu büyük bir başarının tâ kendisidir" şeklinde tercüme ettikten sonra, görüldüğü gibi âyetlerde cennet ehli yani tekâmülünü tamamlamış olanların tekrar öldürülmeyecekleri söylenerek cehennem ehliyle bir farklarının da bu olduğuna dikkat çekilmektedir (57) demektedir.

    Bir kere bu hâdisenin nerede vuku bulduğu unutulmuş gibidir! Artık âhiret âlemi başlamış, cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme dolmuşken, arz başka bir arza, gökler başka göklere tebdîl edilmişken, hangi dünyaya dönüşten bahsediliyor? Hem, cennetliğin böyle bir ifâdesi cehennemliğin tekrar ölüp diriltileceğine delâlet etmez. Sonra, Öztürk'ün âyete verdiği mana, her ne kadar pek çok müfessir tarafından verilmiş manaya uygun olsa da, kanaatimizce bu mana biraz uzaktır. Ayetin akışına uygun olan mana, âyetin peşinden zikrettiğimiz ve Sabunî'nin tefsîrinde (58), Çantay'ın da meâlinde ifâde ettiğidir (59). Buna göre, âyetteki efemâ nahnu bi-meyyitîn, illâ mevtetene'l-ûlâ ifâdesi, cennetliğin cehennemliğe hitabının bir devamıdır. Bu ifâdelerle, cennetlik, cehennemliğe onun inkârcı sözlerini alaycı bir üslupla hatırlatmakta, onun, "bir kere öldükten sonra artık dirilmeyeceğiz, azap ta edilmeyeceğiz" iddiâsının gerçekleşmediğini bildirmektedir. Nitekim bir âyette âhireti inkâr edenlerin şöyle dedikleri nakledilmektedir: "Sadece ilk ölümümüz vardır. Biz diriltilecek değiliz" (Duhân, 35). İşte yukardaki âyette cennetliğin alaycı bir tavırla anlattığı şey de kâfir arkadaşının dünyadayken alaycı bir tavırla söylediği bu nevi sözleridir.

    Reenkarnasyona delîl olarak sunulan daha başka âyetler (60) de vardır. Meselâ, "... Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra canını aldı ve kabre soktu. Sonra dilediği vakitte onu yeniden diriltir" (Abese, 20-22) âyeti, mazî sigalar (geçmiş zaman kipleri)dan hareketle (61), "O'dur ki, ölümü ve hayatı yarattı" (Mülk, 2) âyeti, ölümün hayattan önce zikredilmesinden hareketle (62) bu konuya delil olarak öne sürülmüş hatta, kıyamet günü karanlıklar içinde kalıp, bir ışık arayan kâfirlere ışık arama yerinin dünya hayatı olduğunu ve artık bunun da muhal olduğunu ifâde etmek için kınayıcı ve istihza edici bir tavırla söylenen, "Onlara denildi ki, ardınıza (dünyaya) dönünüz de orada ışık arayınız!" (Hadîd, 13) âyeti dahi reenkarnasyona delîl sadedinde sunulmak istenmiştir (63).

    Kıyametten sonra tekrar dünya hayatının olacağını söylemek, kıyametin de tekrarını gerektirir (64) ki böyle bir şey de tenâsühü kâinatın ve devirlerin sonsuza kadar devam ederek, her devirde bir önceki devrin benzeri hâdiselerin vuku bulacağını söyleyen bir kısım tenasühçülerin (65) görüşlerine yaklaşmak olur.



    Görüldüğü gibi, Kur'ân kesinlikle dünyaya dönüşü reddetmektedir. Aksini savunanların iddiâları ise, tutarlı değildir.

    Dipnotlar
    (1) bkz. Cürcanî, Şerhu'l-Mevâkıf, VIII, 300.
    (2) Addison; s. 125; Fâvî, s. 36.
    (3)Bkz. Fâvî, s. 51.
    (4)Munîr Ba'lebekkî, el-Mevrid-90, 24. bsk., Dâru'l-İlm li'l-Melâyîn, Beyrut, 1990, s.773.
    (5)Tahsin Saraç. Büyük Fransızca Türkçe Sözlük, Adam yay., İstanbul, 1985, s.1192.
    (6)Transmigrasyonun lügât manası, göç, rûh göçü, başka bir varlığa geçmektir (bkz. Saraç, s.1413).
    (7)Bkz. Addison, s. 87, 92, 125.
    (8)Bkz. A. Zeki Tuffâhe, en-Nefsu'l-Beşeriyye ve Nazariyyetu't-Tenâsüh, Beyrut, 1987, s. 90.
    (9)Bedri Ruhselman. Ruh ve Kâinât, Ruh ve Madde yay., İstanbul, 1977, s.152.
    (10)Leon Denıs, Après La Mort, Libraire des Siciences psychiéues, Paris, tsz., s. 312; Sinan Onbulak. Ruhî Olaylar ve Ölümden Sonrası, Dilek yay., İstanbul, 1975, s. 344.
    (11)Bu fırkalar ve şahıslar için bkz. Şehristânî, s. 54; Kurtubî, IV,105; Müyesser, s. 205; M. Şemseddin, 192, 210, 211; Abdulmu'ti, s.70
    (12)Ayette geçen berzâh'ın ne olduğu hakkında sahabe ve tabiinden şu görüşler nakledilmiştir: Ölümle diriliş arasındaki perde, dünya ve âhiret arasındaki perde, ölüyle ölünün dünyaya dönmeesi arasındaki engel, kıyamet gününe kadarki mühlet... (Maverdî, IV, 66-67).
    (13)Muhammed İkbal. İslâm'da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1984, s. 160.
    (14)İbn Aşûr, XVIII,123. İbn Aşur ifâdesinin devamında şöyle diyor: "Bu terkib mesel makamında olup, "Rabbim beni geri döndür" talebinde bulunan müşrikin sözünün boş, manâsız ve kabul edilmez bir talep olduğunu ifâde etmektedir. Bu ifâde Kur'ân'ın mübtekerâtından (Arap kelâmında ilk olarak kullandığı) olup, daha önce Arap kelâmında kullanılmamış bir ifâdedir.
    (15)Celal Kırca, Kur'ân ve İnsan, Marifet yay., İstanbul, 1996, s. 175.
    (16)Ateş, Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991, VI,118.
    (17)Yaşar Nuri Öztürk. Kur'ân'daki İslâm, 6. bsk.,Yeni Boyut, İstanbul, 1994, s. 312.
    (18)Bkz. Öztürk, s.153.
    (19)Bkz. M. Said Şimşek, Günümüz Tefsîr Problemleri, Esra yay., Konya, 1995, s. 288.
    (20)Bkz. Gazalî, Muhammed. el-Mehâviru'l-Hamse, s.183.
    (21)Bkz. Beyzavî, V, 467; Nesefî, IV,137; Ebu's-Suûd, VIII,137.
    (22)Bkz. Bûtî, Kübrâ'l-Yakiniyyâti'l-Kevniyye, s. 315.
    (23)Bkz. Ateş, II, 303 (Resâil-i İhvan-ı Safa, IV,190-196'dan naklen).
    (24)Batıniyye, Nasların bir zahiri olduğu gibi, bir de bâtını olduğunu söyleyenlerdir (bkz. Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul, 1981, s. 231). Ancak, bâtınîler Kur'ân'ın zâhiriyle amel etmeyi kabul etmezler. Asıl murâd olanın zâhir değil, bâtın olduğunu söylerler. İsmailiyye, Karamite, Seb'iyye, Huremiyye gibi grupları vardır ( Sabunî, et-Tibyân fî Ulûmi'l-Kur'ân, 3. bsk., Daru'l-Kalem, Dımeşk, 1408, s. 249). Böyleleri, kendi bâtıllarını Kur'ân'ın bâtını diye gösterirler. Ellerinde ise, bu iddiâlarını destekleyen hiç bir delîl yoktur. Bu yönüyle batınî tefsir hareketi, işârî tefsirden tamamen farklıdır. Çünkü makbûl olan işârî tefsirde, Kur'ân'ın zahirî manasına aykırılık, âyetten murâdın sadece batınî mana olduğu iddiâsı yoktur. Lafız, verilen manaya muhtemeldir. Şeriate ve akla aykırı değildir. Fehimleri teşviş etmez. Batınî tefsirlerde ise bu özellikler yoktur. Meselâ, "Süleyman Davûd'a varis oldu" (Neml, 16) âyetine İmam-ı Ali ilimde Nebi (s.a.v)'ye varis oldu demek, batınî bir tefsirdir (bkz. Sabunî, et-Tibyân, s. 240).
    (25)Suyutî, el-İklîl, thk. Seyfuddin Abdulkadir, 2. bsk., Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1985, s. 29.
    (26)Razî, XII,177.
    (27)İbn Sinâ, el-Adhaviyye, s. 120.
    (28)Razî, XII,177.
    (29)İbn Sinâ, el-Adhaviyye, s. 95.
    (30)Misal için bkz. Sönmez Akbay. Bilinmeyene Doğru, İzmir, 1983, s. 217-225.
    (31)Bu âyetteki diğer ifâdelerden neyin kastolunduğu ise açıktır: İlk diriltme, bu dünya hayatına, daha sonraki öldürme, dünya hayatımız sonundaki ölümümüz, bu öldürmeden sonraki dirilme de, kıyametteki diriliştir. (Şimşek, M. Said, s. 261).
    (32)Maverdî bu hususta altı, Endelusî ise yedi görüş zikretmiş, altı tane de işârî tefsir sıralamıştır. (bkz. Maverdî, I, 91-92; Ebu Hayyan Muhammed b. Yûsuf el-Endelusî, Tefsiru'l-Bahri'l-Muhît, 2. bsk., Daru'l-Fikr, 1983, I,131-132). Bu görüşlerin hiç birisinde tenasüh veya reenkarnasyon belirtilmemiş, işâret dahi edilmemiştir. Hepsinde manâ, insanın dünyaya gelmeden önceki tavırlarıyla alakalıdır. Yalnız, Ebû Salih, bu âyetteki ölü halde olmanın kabirlerinde ölü olanlar, ilk diriltmenin de, kabirlerinde olanların kabir suâli sorulması için olduğu, sonra tekrar öldürülüp kıyamette tekrar diriltileceği şeklinde bir ifâdede bulunmuşsa da, bu görüş Taberi tarafından uzak addedilmiştir. Çünkü âyetteki kafirleri tevbih, kınama, işledikleri günahlardan dolayıdır. Kafirler masiyetten taata, inkârdan imana davet edilmektedirler. Kabirde ise inâbe ve tevbe yoktur (Taberi, I, 225). Dolayısıyla bu görüş, âyetin siyak ve sibâkına uygun düşmemektedir. Bu görüş doğru da olsa, tenasüh veya reenkarnasyona bir delâleti olmadığı açıktır.
    (33)Bkz. Taberî, I, 222-223; Maverdî, I, 91.
    (34)Bkz. Taberî, 223-224.
    (35)Bkz. Taberî, I, 223-224; Maverdî, I, 91; Zemahşerî, I, 270; Şevkânî, I, 59; Câvî, II, 8; Vâhidî, II, 8.
    (36)Endelusî, I, 131.
    (37)Maverdî, I, 92.
    (38)Bu ifâdeye bu şekilde manâ verenlere misâl olarak bkz. Taberî, I, 225-226; Endelusî, I,131-132.
    (39)Razî, II,139.
    (40)İbn Aşûr, I, 375. İbn Aşûr, ifâdesinin sonunda bu âyetin niçin zikrolunduğuna işâret ediyor. Yani insanın malûmu olan şeylerden tevhîde ve haşre delîl getiriliyor. Merağî de benzer ifâdelerde bulunmuştur (bkz. Merağî, I,75-76).
    (41)Razî, XXVII, 36.
    (42)Razî, XXVII, 36.
    (43)Zemahşerî, III, 418.
    (44)Bkz. Öztürk, s. 257-258.
    (45)"Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele" (Bakara, 155) âyetinde ifâde edildiği gibi.
    (46)Bkz. Müyesser, s. 207-208.
    (47)Öztürk de, bu âyetlerin reenkarnasyona delâlet edebileceğini söyledikten sonra, "Nitekim F. er-Razî'den Elmalılıya kadar bir çok müfessir getirdikleri açıklamalarla ikinci manâyı ortaya koymuş, ancak geleneksel kabule uyarak reenkarnasyondan bahsetmemişlerdir" demektedir. Ancak, Razi ve Elmalılı() dahil, pek çok tefsîrde bu âyetlerin manâsı hakkında söylenenlere bakmamıza rağmen biz böyle bir şeye şâhid olmadık.
    (48)Çoğulu emsâl olan misl kelimesi, bir şeyin misli, benzeri manâsına geldiği gibi, o şeyin aynısı manâsında da kullanılır. Nitekim "O'nun misli gibi hiç bir şey yoktur" (Şûrâ, 11) âyetinde misl bu manâdadır.
    (49)Bkz. Alûsî, XXIII, 56; Tabatabaî, XVII,118; İbn Aşûr, XXVII, 317.
    (50)Bkz. Taberî, XII, 242, 325; İbn Kesîr, IV, 488.
    (51)Razî, XXIX,156.
    (52)Öztürk, 282-283.
    (53)Bkz. Rağıb, Mufredât, s.194.
    (54)Bkz. İbn Aşûr, XIV, 212.
    (55)Buharî, Cihâd, 25, III, 209; Müslim, Zikr, 52, IV, 2070; Nesâî, İstiaze, 5, VIII, 647; İbn Hanbel, I, 54.
    (56)Bkz. Öztürk, s.153.
    (57)Öztürk, s. 250.
    (58)Bkz. Sabunî, Safvetu't-Tefâsîr, III, s. 34.
    (59)Bkz. Hasan Basri Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 13. bsk., III, 798.
    (60)Bu hususta ki diğer âyetler ve cevâpları için bkz. Şimşek, M. Said, s. 257-282.
    (61)Bkz. Ateş, X, 327. Aslında, Kur'ân-ı Kerimde misâline çokça rastlanan bu durum, yani ilerde vuku bulacak bir hadiseyi, geçmiş zaman kipiyle anlatmak tekid içindir, hâdisenin mutlaka vuku bulacağını, âdeta olmuş gibi kabul edilmesi gerektiğini ifâde etmek içindir (bkz. Ateş, IX, 150-151).
    (62)Bkz. Ateş, IX, 527; Öztürk, s. 319-320. Bu âyette ölümün hayattan önce zikredilmesi, hakiki hayat ve büyük bir nimet olan âhiret hayatına ölüm vasıtasıyla ulaşıldığı içindir. Bu yüzden âyette ölüm de hayat gibi, bir nimet olarak sayılmıştır. Çünkü, kendisi vasıtasıyla nimete ulaşılan şey de nimettir (bkz. Rağıb, Tafsîlu'n-Neş'eteyn ve Tahsilu's-Saadeteyn, s. 183).
    (63)Bkz. Öztürk, s.709.
    (64)Şimşek, M. Said, s. 290.
    (65)Bkz. Müyesser, s. 205.




  • adem haklı beyler
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Valentinus


    quote:

    Orijinalden alıntı: Mirana Killswitch

    bana çok mantıklı geliyor önceden yaşamak ölmek snra başka bir bedene girmek ruhun nasıl yok olucağını kestiremiyorum bir türlü bu tür konuları düşlünmektende korkuyorum biliyorumki butun bu evreni yaratan 1 kişi var ve oda Allah tır ama kafamda çok fazla soru işareti var ben şöyle bir şey düşündüm


    sanki biz ilk insanların zamanından eri ruh olarak bir bedendeydik buraya kadar kendimiz geldik dunya yok olana kadar yaşicaz ve sonunda Allah katında değerlendirilicz ve sonumuz ona göre olucak ve kimse 1 şans daha yalvaramicak bana bu çok mantıklı gelmiştir reenkarnasyona inanıyorum diyebilirim :S


    sizler nedüşünüyorsunuz

    dini kitaplarda böyle birşey yer almıyo, düşünsene o zaman belki aramızda peygamber ruhlarıda var şu an kulağa mantıklı gelmiyo, reeankarnasyon hindistanda zaten
    sömürülmüş halkı daha çok sömürmek için üretilmiş bi düşünce, madem Allah'a ve dinlerine inanıyorsun o zaman dini kitaplarda böyle birşeyin olmadığını bilmelisin. Zaten bu tarz konularda insan sadece beyin fırtınası yapar, doğru noktaya varamaz. İstersen hayatın boyunca düşün

    Peygamberlerin ruhları olmadığını nereden biliyorsun? Yada madem bunu anlayamıyorsun şöyle izah edeyim, her ruh Allah a bağlı değilmidir O ndan bir parça değilmidir? Sen geliyorsun da , aklın bunu alabilecekte , Peygamberlerin gelme özgürlüğü yok mu? Mevlana şöyle demiştir; Ben bu dünyaya altın kırıklarını toplamaya geldim yoksa bu dünya zindanında ne işim var. Tasavvuf ilminde bunlar yer yer dolaylı olarak bazende açık bir dil ile yazılıdır , ama kim okuyor kim biliyor? Biz daha tasavvufu bile bırakın okumayı ön yargımızı koymuşuzdur, hayatında iki kitap açıp okumayanlar herşey hakkında yorum yaparlar ama bakarsın ki o insan daha kendini bile bilmiyor, kendini bil kendini, kendini bilmeyen rabbini nasıl bilecek. Bana iki insan gösterin hangisi kendisini biliyor size söyleyeyim bakarak, bunu sizde deneyebilirsiniz sizin gözlerinize bakarken birisi der ki benimmmmmmmm , bir diğeride bakarken ben neyim neredeyim der. Birde kendini bilip inkar edenler var onlara Allah hidayet etsin. Bu kuyudan çıkartsın.




  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.