İşte istediğin kutu. Neyim varsa hemen hepsini içine koydum, gene dolmadı. Istırap ve heyecan var bu kutunun içinde. İyi duygular, iyi niyetler, kötü niyetler... Umudun coşkusu, kederin acısı, o anlatılmaz yaşatma sevinci, hepsi var.
Hepsinin üstünde de sana olan şükranım, sevgim var.
Ama yine de dolmadı.
John Steinbeck
Cennet Yolu...
Azizim Süleyman...
Bir ayakkabı kutusu alıyordum, üstüne geldin.
“Bana da bir kutu alsana,” dedin.
“Neden,” diye sordum.
“Lazım,” dedin.
“Ne için lazım?”
“Öteberi koyacağım.”
İşte istediğin ayakkabı kutusu. Neyim varsa hemen hepsini içine koydum, daha doymadın: Tüyü bitmemiş yetim hakkı, doyurulamaz açlık, kaybedilen kişilik, rüşvet, görevi suiistimal, Silivri mahpusları, para hırsı, ikbal, onursuzluk, makam koltuğu, çelik kasalar, usulsüz krediler, yeşiller...
Hepsinin üstünde de sana satın aldığım para sayma makinesi var.
Ama yine de doymadın.
Reza Zarrab
Cehennem Yolu...
Azizim Pandora...
Olimpos’a kadar gideceğimi söyleyerek sana bir kutu bıraktım.
“İçinde ne var,” diye sordun.
“Bilmek istemeyeceğin şeyler,” dedim.
“Anlatsana,” dedin.
“Kutuyu asla açma,” dedim.
Ama sen ve kocan Epimetheus kutuyu açtınız.
Kutunun içinde tüm yalanlar, ihanetler, çirkeflikler, cinayetler, yolsuzluklar, rüşvetler, usulsüzlükler, onursuzluklar, haksızlıklar vardı
Tüm kötülükler yani...
Ama siz kutuyu açtınız ve bütün bunların dünyaya yayılmasına neden oldunuz.