Şimdi Ara

ÖLÜME BİR SAAT KALA!

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
344
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Çok güzel bir hikaye doğrusu!

    Acil servisteydim. Mesleğe yeni başlamanın heyecan ve zevkini yaşıyor,
    'doktor bey' hitabına alışmaya çalışıyordum. Her büyük hastahanenin
    acil servisinde olduğu gibi, burada da nöbet hareketli geçiyordu.
    Tecrübeli uzman hekimlerin yanında, bana pek sorumluluk düşmüyordu. Ben sadece
    olup bitenleri dikkatlice izleyerek tecrübe kazanmaya çalışıyordum.
    Saat gecenin bir buçuğuydu. İki bayan, kollarından tuttukları, 16-17
    yaşlarında, esmer, topluca bir delikanlıyı hastahaneye getiriyordu.
    Delikanlının babası olduğu anlaşılan bir bey arkalarından soluk soluğa
    geliyor, bir yandan da şöyle sesleniyordu:
    -Kurtarın yavrumu, kurtarın çocuğumu!
    Nöbetçi doktor, gecenin yorgunluğuyla gömüldüğü koltuğundan doğruldu.
    Bu arada hemşireler yeni gelenleri karşılıyordu. Ben doktorun yanında
    ayakta bekliyordum. Adam konuşmaya devam ediyordu:
    -Doktor bey, oğlum intihar niyetiyle ilâç içmiş. Annesi fark edince,
    hemen getirdik.
    -Aldığı ilâçlar yanınızda mı?
    Adam, ceketinin ceplerinden hap kutularını çıkarıp doktora gösterdi.
    -Şu haptan on beş-yirmi tane, şundan on kadar, şundan da üç-beş tane
    içmiş.
    -Ne zaman içtiğini biliyor musunuz?
    -İki saat kadar olmuş.
    Doktor hap kutularını uzun uzun inceledikten sonra, bir delikanlıya,
    bir de kutulara baktı. Ardından kafasını sağa sola sallayıp yüzünü
    buruşturarak:
    -Hımm! Yazık, çok yazık!
    Aile endişe ve merak içinde, doktorun bir şeyler söylemesini bekliyor,
    ama doktordan ses çıkmıyordu. Bense, gencin midesini yıkayacağımızı
    düşünüyordum. Kısa süren bir sessizlik, babanın sorusuyla bozuldu:
    -Ne yapacağız doktor bey?
    Doktorun yüzü gerginleşti. Bakışlarını ümitsizce kaldırdı. Dudaklarını
    ısırdı. Başını çaresizce sağa sola salladı. Elleriyle de çaresizlik
    işareti yaptı. Ağzından dökülen son sözler, hasta ve yakınları için kurşun
    gibiydi.
    -Üzgünüm! Yapılacak bir şey yok. Hem bu ilâçlar... Üstelik de geç
    kalmışsınız.
    Ben göz ucuyla aileye baktım. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış,
    beti benzi atmıştı. Delikanlının yüzü korkuyla gerilmişti. Annesi ve kız
    kardeşinin desteğiyle ayakta zor duran delikanlı, birden doğrulup pür
    dikkat doktora baktı. Doktorun ifadelerindeki kesinliği ve yüzündeki
    ciddiyeti görünce sarsıldı. Dizlerinin bağı çözülmüşçesine kendini yere
    bıraktı. Aile fertlerinin ayakta duracak mecalleri kalmamış olacak ki,
    her biri bir kenara çöktü. Baba ve anne, bir şeyler mırıldanıyorlardı.
    Uzun süren bir suskunluk ve şaşkınlıktan sonra:
    -Ne olacak doktor bey? Hiçbir şey yapamaz mısınız?
    -Artık çok geç. Bu durumda maalesef bir şey yapamayız. Yapsak da yararı
    olmaz. Herhalde bir saate kadar hastayı kaybederiz. Gene de hastayı
    müşahede altına alalım.
    Ben de en az aile kadar şaşırmıştım. Delikanlının yüzüne bakıyordum.
    Ölüm endişesi ve ümitsizlik, iliklerine kadar işlemiş gibiydi. Kendimce
    neler hissettiğini düşündüm. Ölüme bu kadar yaklaşmak, gerçekten zor bir
    durum olmalıydı. Hem, insan bir saat sonra öleceğini bilse neler
    düşünür, neler hisseder, neler yapardı? Aslında her birimizin, ölüme bir saat
    yaklaşacağı an gelmeyecek miydi? Hayatın karmaşa ve med-cezirleri
    arasında, ölüm gerçeğini nasıl da atlıyor veya kendimize uzak görüyorduk.
    Şimdi bu delikanlı, geçmişini, arkadaşlarını, ailesini düşünüyor
    olmalıydı. Veya ölümden sonraki hayatı; yani bir saat sonrasını... Belki de
    arkasından neler düşünüleceğini, konuşulacağını... Halbuki ne kadar çok
    plânı vardı. Şimdi ise, o plânları düşünmek bir yana, son saatini nasıl
    geçireceğine dair doğru düşünme melekesini bile kaybetmiş gibiydi.
    Diğer taraftan, hayat devam ediyordu. İçeride yatmakta olan bir
    hastanın yakınları doktora bir şeyler sorarken, sedye ile bir hasta daha
    getiriliyordu. O ara başka bir doktor kapıdan içeri giriyordu. Biliyorum,
    sohbet için geliyor. Az ötede, hemşirelerin küçük teybinden, bir arabesk
    parça yükseliyor: Batsın bu dünya! 'Hayatla ölümün iç içeliği galiba
    bu.' diyorum kendi kendime.
    Baba toparlandı. Yalvaran bir eda ile sorusunu tekrarladı:
    -Hiçbir şey yapamaz mısınız doktor bey? Hiç mi ümit yok?
    İçeri yeni giren doktor, kaş-göz işaretiyle ne olduğunu sordu. Doktor
    ayağa kalkıp kesin bir ifade ile cevap verdi:
    -İntihar girişimi doktor bey. Geç kalmışlar maalesef. Durum da ciddi.
    Yapılacak bir şey kalmamış. Sonra raporunu tanzim ederiz.
    Söylenenleri dikkatle dinleyen delikanlıyı ölüm gerçeği ile yüzleşmek
    ürkütmüştü. Pişmanlık duygusu içerisinde ve titrek bir sesle doktora;
    'Kurtulmak için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazırım. Ne olur doktor!
    Beni kurtarın, ölmek istemiyorum!" dedi. Doktor oralı bile olmadı. Ölüme
    bu kadar yakın bir kimseyi daha önce hiç görmemiştim. Üstelik çok da
    gençti. Hayalen morga gidip, gencin otopsisini düşünüyorum. Demek,
    karşımda duran bu diri beden birazdan ölecek, otopsi için açılacak ve biz bir
    rapor tanzim edip bırakacağız! Hayat ve ölüm... Yaşamak ve ölmek...
    Genç olmak, yaşlı olmak, hayatı anlamak, ölümü benimsemek... Hayatı ölüme
    bir girizgah olarak değerlendirebilmek... Ölüme her an hazır olmak...
    Veya kendini hazır hissetmek... Kısacası ölümü kuşanmak... Hayata ve
    ölüme anlam kazandırmak... Bir sürü düşünce beynime doluşuyor.
    Doktor oradan uzaklaştı. Ben de peşinden gittim. Biraz acemilik kokan
    bir tavırla sordum:
    -Doktor bey! Serumla bol mayi verip, bir yandan da idrar söktürücülerle
    kanını temizleyemez miydik?
    Doktor dönüp, gözlerimin içine baktı:
    -Kardeşim görüyorsun, burada ayakta zor duran yaşlılar bile biraz daha
    hayatta kalmak için mücadele ederken, bu delikanlı daha on yedi yaşında
    ve intihara kalkışıyor. Ölmek istiyorsa, neden ona mâni olalım? Biraz
    isteği ile baş başa kalsın bakalım. Ölüm ne imiş, hayat ne imiş
    düşünsün! Yaşamanın değerini, ailesine ne kadar acı çektirdiğini fark etsin!
    Dahası ALLAH'ı hatırlasın; kul olmayı... Ölümü ve sonrasını da tabii
    ki...
    Arkasından, beni bir kez daha şaşırtan bir kahkaha atıp şöyle dedi:
    -Yoksa, sende mi inandın öleceğine?
    -Ne yani, delikanlı ölmeyecek mi?
    Gülerek, ilaç kutularını gösterdi. Elindekiler, vitamin hapı, öksürük
    kesici ve balgam sökücülerdi.

    Peki bir düşünün ölümünüze 1 saaat kaldı hatta durun uzatalım biraz 1 gün kaldı diyelim, bu 1 gün de ne yapardınız?







  • doktorun duruma kayıtsız kalması bana hastanın pek önemli birşeyi olmadığı izlenimi verdi zaten..

    yani hikayenin sonunu tahmin ettim ama taktik bayaa güzel..
    böyle düşüncesiz davrananlara öleceksin havası yaratmakta fayda var..
    bak bir daha yapıyor mu
  • quote:

    Orjinalden alıntı: antique

    doktorun duruma kayıtsız kalması bana hastanın pek önemli birşeyi olmadığı izlenimi verdi zaten..

    yani hikayenin sonunu tahmin ettim ama taktik bayaa güzel..
    böyle düşüncesiz davrananlara öleceksin havası yaratmakta fayda var..
    bak bir daha yapıyor mu

    +11111........
  • Amaç cocuğu pişman etmekse bundan ailesini bir şekilde haberdar etmesi gerekirdi.Davranışı etik değil
  • hay ben böyle doktorun TA ayakkabı bacıgını yutiim
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.