Amerikan Senatörü Daniel Patrick Moynihan 1999 yılında senatoda bir önerge vererek bu “okulların” kapatılmasını ister :
"60 bin Latin Amerikalı askerin eğitim gördüğü Fort Benning'deki Amerikalılar Okulu'nu (SOA) inceledim. SOA diplomalı görevliler tüyler ürpertici eylemlerde bulunuyorlar. Bu okullarda işkence, gasp, suikast ve insanları kaçırma yöntemleri öğretilmektedir.
1996 yılı Eylül'ünde Pentagon (Savunma Dairesi) “İşkence Eğitim El Kitabı”nı SOA'nın kullanmasına izin verdi.
Bu kitapta sahte suçlama, şantaj yapma, yanlış bilgilendirme, fiziki ve diğer işkence yöntemleri SOA'daki görevli personel tarafından Latin Amerikalı askerlere halkını öldürme, tehdit, özellikle dini çalışma, sendikalarla diğer çalışma ile yoksulluğu kullanma taktikleri öğretiyor.
Bu Cinayet Okulu yılda yaklaşık 20 milyon dolara mal olmaktadır. Oysa bizim çocuklarımıza ve insanlarımıza yönelik yatırımlarımız tamamlanmış değildir. Lütfen SOA'nu Durbin yasa tasarısıyla kapatınız.”
Aynı şekilde Joseph Kennedy de bir önerge veriyor fakat tabii ki bu önergeler reddediliyor. Gerekçe ise şöyle: “Okulun Latin Amerika demokrasilerini güçlendirmek için önem taşıdığı...” .
“Okullar” kapatılmaz, ama Temsilciler Meclisi’nde “Kapatıp başka bir isimle açma” önerisi kabul edilir. İsmi değişir. Artık okulun adı SOA değil WHISC’tir.
Bu örgütlenmenin uzantılarının, Sovyetler Birliği’nin burnunun dibinde bulunan ve NATO ön cephesi sayılan Türkiye’de de bulunmamasına imkan yoktu.
MEDAR-I İFTİHARIMIZ ÖĞRENCİ
Amerikan okullarında yetişenlerden biri de 1960 sonrasının anlı şanlı başbuğu Alpaslan TÜRKEŞ.
Alpaslan TÜRKEŞ 1948 yılında 16 kişilik bir grupla Amerikan Kara Harp Akademisi’ne gönderiliyor. Burada 2.5 sene kalıyor. Georgia Eyaleti’ndeki Piyade Okulunda “gayri nizami harp, gerillaya karşı mücadele ve gerilla savaşları” konularında eğitim alıyor.
Türkeş bu dönemi şöyle anlatır :
“16 Türk Subayı, Amerika’ya gönderildik. Burada, İngilizce tabiriyle: Oriyantasyon (Yönlendirme) Kursu’na tabi tutulduk. Canas Eyaletinde 2 Amerikan Kara Harp Akademisi’nde eğitim gördük. Missouri Nehrinin kıyısında güzel bir kasabaya yerleştik. Önce İngilizce kursları verdiler. Ardından arazi değerlendirmesi ve hava fotoğraflarının okunması konusunda eğitim gördük.
Aramızda, Güney Amerikalı Subaylar da vardı. Bolivya’dan, Şili’den, Arjantin’den gelen subaylarla birlikte kurs gördük. Ardından, Georgia Eyaleti’nde bulunan Amerikan Piyade Okulu’na gönderildim.
Amerika, birdenbire gözümü kamaştırdı. Kıbrıs ve Türkiye’den başka hiçbir ülkeyi görmemiştim. İlk defa yurtdışına çıkıyordum. Amerika’daki staj dönemi bittikten sonra, Türkiye’ye döndüm. Gelibolu’daki birliğime intikal ettim. Kısa bir süre sonra, Çankırı ‘Gerilla Okulu’na Gerilla Öğretmeni‘ olarak tayinim çıktı. Yüzbaşı rütbesindeydim; iki buçuk yıl orada kaldım.
Kurmay Subay sınavı açılınca, o fırsatı yeniden değerlendirdim. Bir defa daha kazandım ve Kurmay Binbaşı rütbesiyle Kara Harp Akademisinden mezun oldum. Bu sefer görev yerim, Başkent Ankara idi, Genel Kurmay Başkanlığı Yayın Şubesine tayin edildim. Aynı şubede Nurettin Ersin (12 Eylül’ün paşası TÇ) de vardı. O sıralarda, yine Genelkurmay Başkanlığında dış görevler için sınav açıldı. Sınava girdim, onu da kazandım; bu sefer, Washington’da, Pentagon’da NATO Türk Temsil Heyeti Üyeliği’ne atanıyordum.”
Alpaslan Türkeş aldığı diplomanın hakkını fazlaca vermiş, okul sonrası hayatında hocalarına parmak ısırtacak kadar başarıdan başarıya koşmuştur. Aferin beklerken 12 Eylül 1980’de, görevine son verilerek bir paçavra haline getirilmiş; elindeki faşist bayrak Kenan Evren’e verilmiştir. Her ikisi de Harp Okulu mezunudur. Mustafa Kemal öldüğü sene Kurtuluş Savaşı veren orduya subay olarak katılmışlardır. Amerikalıların “Bizim çocuklar” diye belirtmekten çekinmediği; bizce aşağıladığı karakterleriyle 1938 de subay olurken ettikleri yemine ihanet etmişlerdir. Alpaslan Türkeş, kendi ifadesiyle “12 Eylül’de fikrini iktidarda, bedenini Askeri Mevki Hastanesi’nde gözaltında” bulmuştur. Yerini silah arkadaşı Kenan Evren almıştır. CIA daha onun gibi nicelerini kullanıp atmıştır. Tarihin çöplükleri kirli kullanılmış mendillerle doludur.
PARA KOKUSU-KİBLE
Amerika yolcuları sadece Amerikan Harp Akademisine gönderilen subaylardan ibaret değildi.
Atatürk ve arkadaşlarının Genç Türkiye ekonomisini canlandırmak, “iktisadi devlet teşekkülleri” yanında, ekonominin ve toplumun motor gücü olmasını düşündükleri “milli burjuva”yı oluşturmak için besleyip büyüttükleri “tüccarlarımız” da gelişen dünya koşullarını izliyor ve “rotalarını" oluşan koşullara göre yeniden çiziyorlardı. Keskin burunları “Özgürlük” ve “Para” kokusunu almış, Amerika yolculuklarına çoktan başlamışlardı.
“Büyük” işadamımız Vehbi Koç’u kendi ağzından dinleyelim:
“1943 yılındaydık. Savaş uzuyor, bütün Avrupa’yı titreten Alman orduları Hitler’in durmadan değişen kararları ile yıpranıyor, savaş uzadıkça da müttefikler zaman kazanıyor, güçleniyordu. Yılın ikinci yarısında bende şu görüş belirdi: Bu savaşı Amerika ve Müttefikler kazanacak, ticaret serbest olacak, Avrupa bitkin bir halde, Amerika ile büyük iş yapmak imkanları çıkacak; iş alanıma giren büyük Amerikan firmalarının temsilcililiklerini almalıyım. “
Alıyor da.
Önce, Amerikan kolejini, bitirmiş, Amerikan üniversitelerinde ihtisas yapmış Vecihi Karabayoğlu’nu Amerika’ya gönderiyor.
”Vecihi Bey Amerika’da evinde çalışmaya başladı. Birkaç ay sonra şirketlerle ilişki kurdu. General Electric, U.S. Rubber, Oliver, Burrouhs, York gibi büyük firmaların temsilciliklerin almayı başardı”
İş adamlarımız “burjuva” olamadan “milli burjuva“ hiç olamadan, büyük bir gururla “işbirlikçi” olmayı başarıyorlardı. “Para” ve “güç” kimdeyse, “hizmet” onaydı. “Paranın” dini, imanı, milliyeti olamazdı. “Mark”ın saltanatı bitmiş “Dolar”ın saltanatı başlamıştı. “TL“ nin ise “kıymet-i harbiyesi” kalmamıştı.
Kıbleler değişiyordu. Kapitalistlerin “dini”, “imanı” artık “dolar”dı. Kıble artık “Almanya” olmaktan çıkmış; doğal olarak “Amerika” olmuştu.
“MİLLİ ŞEF” OUT – “DEMOKRASİ KAHRAMANI” IN
Bu durum Türkiye’nin iç ve dış siyasetini de ister istemez etkiledi. “Milli Şef” artık “Demokrasi Kahramanı” idi.
2. Adam” İnönü, 1. Adam Atatürk ile birlikte yaptıklarını yadsıyarak, kapıdan kovdukları emperyalizmi, bacadan tekrar içeri buyur ediyordu.
Mustafa Kemal’in talimatıyla Lozan‘da ülkenin bağımsızlığına imza atan İsmet İnönü, onun yokluğunda şimdi ardı ardına bağımlılık anlaşmaları imzaladı.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı olanı ne güzel anlatıyor:
…..İkinci meşrutiyet inkılapçılarını, Osmanlı derebeyi artıklarının kucağına düşürmek için, batılı devletler, kapitülasyonlar manivelasıyla, ittihatçıların başlarına açtıkları siyasi gailelerden faydalandılar.
Birinci cumhuriyet inkılapçılarımıza siyasi basınç oyunu oynayamayan aynı devletler, iktisadi hulul politikası yoluna gireceklerdi.
Bunu en feci şekilde belirten jest, Lozan anlaşmasında kapitülasyonların kaldırıldığı gün Lord Kürzon tarafından yapılmıştır. Lord, salondan çıkarken koluna girdiği İsmet paşaya; Mutlak istiklal için boşuna uğraştınız. Bu (baş ve şahadet parmaklarını birbirine sürtüp, göz kırparak) para bizde oldukça, er veya geç kucağımıza düşecek değil misiniz? demişti.
Bugün Birinci Cumhuriyet Partilerinin sonuçlarına bakarken ister istemez o jest gözümüzde büyüyor.
İkinci Meşrutiyet Devrinin Meşhur Partileriyle, Birinci Cumhuriyet Devrinin Meşhur Partileri arasındaki kader benzerlikleri bu açıdan insanı şaşırtıyor; Meşrutiyetin “İttihat Ve Terakki Fırkası” birinci cumhuriyetin Cumhuriyet Halk Partisidir. Meşrutiyetin “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” da Demokrat Partidir.
Meşrutiyette (başka birçok partiler gibi) Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İttihat ve Terakki’den çıkmıştı. Demokrat Partide CHP'den çıktı.
Ve birbirinden çıkmış olmayan partiler sistematik olarak yaşatılmadı.
DP, İtilafçılar derecesinde ihanete sürüklendi. Ama CHP de, Cumhuriyet İnkılaplarını baltalamakla bu ihanete zemin hazırlamaktan geri kalmamıştı...
AMERİKAN BAYRAĞINDA YILDIZ OLMA
CHP nin yayın organı ULUS Gazetesinin 11 Ekim 1946 tarihli sayısında Falih Rıfkı Atay:
“Amerika’nın ne istediğini biliyoruz; hür, eşit ve egemen milletlerin güvenliğine dayanan, harpsiz ve saldırısız sade ve kanun bağışlama ve anlaşmaların hüküm sürdüğü bir dünya!
Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını görür” diye yazıyordu.
KADERİNİ BAĞLAMAK
Ya, Mustafa Kemal’in kurduğu CHP’nin dışişleri memuru, genel sekreteri ve daha sonrada bakanı olan ve dış ilişkilerine yön veren Feridun Cemal Erkin bakın ne diyor :
Türkiye’ye karşı Amerikan ilgisi Türk milleti tarihinin en önemli anlarından birinde kendisini gösteriyordu.
Şecaat ve yiğitliğe karşı insiyaki saygı gösteren duygulu ve cömert Amerikan milleti, uzun asırlar boyunca Türk Milletini Batı medeniyetinin düşmanı olarak göstermeye uğraşmış olan düşman propagandasının aldatıcı örtüsü gerisinde değeri bilinmeyen milletin hakiki çehresini sezmeğe başlıyordu.
Bu karşılıklı buluşma ve tanışma her iki milleti, Amerikan anlayışı ve teşebbüsü sayesinde, ilişkilerini Şubat 1953’de Kuzey Atlantik Antlaşması (NATO) sinesinde ittifak bağlarıyla tamamlanan fiili bir işbirliği zirvesine yükseltmeye sevk edecekti.
Yeniden başlayan sıkıntılı ve hayati yarışmada Türkiye, ancak kaderini Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlamak suretiyle selamete kavuşabilirdi .”
İSTİKAMET KÜÇÜK AMERİKA-KOŞAR ADIM MARŞ MARŞ
12 Mart cuntasının başbakanı, o günlerin CHP milletvekili Nihat Erim 20 Mart 1947 de Ulus Gazetesinde yayınlanan demecinde:
“Kati olarak beyan edebilirim ki, Amerika, ileriye süreceği şartları tespit ederken, ilgili memleketlerin ekonomik ve politik bağımsızlıklarına en ufak bir gölge dahi düşürmekten ihtimamla kaçınacaktır” diyordu.
19 Eylül 1949’da da Nihat Erim müjdeyi veriyordu. “ Türkiye küçük bir Amerika olacak”
Aynı günlerde; 23 Eylül 1949’’da BBC “Irak, İran ve Türkiye’nin solculuğa karşı polis ve haber alma kuvvetleriyle tedbirler almak için, birlikte çalışmaya karar verdiklerini” duyuruyordu. Üniversitelerde solcu öğretim üyeleri takip ediliyor, ilericiler fişleniyordu. Her yerde “komünist parmağı” aranıyordu.