Şimdi Ara

İŞTE TÜRK'ÜN EL KİTABI! SAKLAYIN! SAKLATTIRIN!

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
77
Cevap
0
Favori
6.753
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • ---------İŞTE TÜRK'ÜN EL KİTABI-------------
    --------------------------------------------------
    --------------------------------------------------


    I. GÖK-TÜRK HAKANLIĞI

    Gök-Türklerin 6. yüzyılın ilk yansında Altay dağlarının doğu eteklerinde ve maden istihsal edilen yakın bölgelerde (Yarkent, Kaşgar, Kuça vb.) ananevî san'atları demircilikle uğraştıklan ve Juan-juan devletine silah imal ettikleri biliniyor. Fakat o zaman dahi dağınık idiler. Chou-shu (Çin yıllığı, 557-581)'ya göre, Gök-Türk devletinin kurucusu olan Cho-shu ( Çin yıllığı 557-581) 'ya göre Gök-Türk devlerinin kurucusu olan Bumun (Çince'de, Tu-men)'ın atası A-hien, "şad" unvanını taşıyor ("Bilge Şad") ve Bumın'dan hemen önce gelen Tu-wu adlı başbuğ da Ta Ye-hu ("büyük yabgu") olarak tanınıyordu. Demek ki, Türk kütlesinin Ju-an-juanlarla bağlılığı daha ziyade "federatif' mahiyette idi. Bumın daha 534 yılında Kuzey (Batı) Tabgaç (Wei) hükümeti ile siyasî münasebet kurmuş, 542'de akıncılarının başında Huang-ho nehri yakınlarında görünmüş ve 545'de Tabgaç hükümdannın gönderdiği elçiyi "împaratorluktan nezdimize hey'et geldi, devletimiz bundan gurur duyar" sözleri ile karşılamıştı. Gök-Türk hanlarından İşbara, 585'deki konuçmasında Gök-Türk devletinin "50 yıl önce" kurulduğunu söylemişti ki, bu da 535 tarihine denk düşmektedir.
    Ancak Juan-juan devletine karşı bir "Töles" ayaklanmasını bastıran (546) Bumın'ın, Juan-juan hükümdarı ile eşdeğerde olduğunu göstermek için onun kızı ile evlenmek arzusunun kabaca reddedilmesi üzerine, Batı Tabgaç prensesi ile evlenerek vurduğu ağır darbe sonucu Juan-juan devletini çökerttikten (552 başları) sonra, resmen "İl-kagan"' unvanını alması ve böylece, eski büyük Hun imparatorluğunun başkent bölgesi Ötüken merkez olmak üzere hakanlığı kurması 552 yılında vaki olmuştur.
    Devletinin batı kanadının idaresini, kuruluşta birlikte çalıştıklan küçük kardeşi İstemi (İştemi. Çince'de She-ti-mi)'ye veren Bumın, devleti kurduğu yıl içinde öldü. "Yabgu" unvanını taşıyan, dolayısiyle Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanıyan îstemi, Batı'da fetihlerine devam ederken, Ötüken'de iktidara gelen, Bumın'ın oğlu, K'o-lo (Kara?) ve bunun erken ölümü üzerine hakan olan, Bumın'ın diğer oğlu, Mıı-kan (Beğ-Han? 553-572) zamanında devlet haşmetli çağına ulaştı. Heybetli görünüşü, parlak etkili gözleri, kudreti ve sertliği Çin kaynaklarında belirtilen Mu-kan Kagan, son bir darbe ile ahalisinin bir kısmının Çin'e (müttefikleri olan Ts'i topraklarına) sığmdığı bilinen, bir kısmının da Baykal'ın kuzeyine doğru çekildiği anlaşılan Ju-an-juan devletini tarihe mal ettikten sonra (555) doğuda K'i-tanların ve kuzeyde Kırgızların ülkelerini Gök-Türk hakimiyetine bağladı; Çin'de Batı Tabgaçlannın yerine geçen Chou hanedanı (557-581) ile diğer Çinli Ts'i (Ch'i) hanedanını (550-557) baskı altına aldı; îstemi'nin harekatına karşı Çin'den yardım isteyen Ak Hun-Eftalit devletine ve Maveraünnehir halkına Çin askerî desteğini önledi. 564'de Şan-si'deki Ts'i başkenti Tsin-yang'ı muhasara etti ve kızı prenses Açına'yı Chou imparatoru Wu-ti ile evlendirdi (568). Kaynaklann bildirdiğine göre, geniş ülkelere ve 100 bin kişilik bir orduya sahip olan Gök-Türk hakanını, Çin imparatoru akrabalık kurma yolu ile teskin etmiş oluyordu.
    Mu-kan'ın emrindeki kuvvet hakanlığın Doğu kanadının ordusu idi. îs-temi (552-576) kumandasındaki öteki ordu ise kendi bölgesinde hareket halinde idi. Kısa zamanda, Altaylar'ın batısını Isık göl ve Tann dağlan'na kadar hakimiyetine alan îstemi, geniş çapta askerî ve siyasî faaliyetleri neticesinde temas kurduğu Sasanî imparatorluğu ve Bizans gibi Ortaçağ'ın en büyük iki devletini Gök-Türk politikası izinde yürütmek suretiyle, Türk hakan lığını bir dünya devleti payesine yükseltti. Ak Hun-Eftalitler üzerinde yaptığı ilk baskı tecrübesinden (ihtimal 556 yılı başlarında) sonra, ipek transit ticaretini elinde tutan bu devlete karşı Sasanî imparatorluğunu tabiî müttefik olarak gören îstemi, Şehinşah Anüşîrvan Adil ile andlaşma yaptı; bu vesile ile Anüşîrvan ile evlenen kızı îran sarayına imparatoriçe oldu. Müttefikler tarafından sıkıştırılan Ak Hun-Eftalit devleti yıkıldı ve toprakları, Ceyhun (Amu-derya) sınır olmak üzere iki müttefik arasında paylaşıldı (557). Maveraünnehir, Fergana'nın bir kısmı, Batı Türkistan'ın güneyi, Kaşgar, Hoten vb. Gök-Türklere intikal etti. Bu suretle îç-Asya kervan yolu üçüncü kere Türklerin eline geçmiş oluyordu.
    Ancak Anüçîrvan, bu bölüçmede, zaferdeki cüz'î katkısına nisbetle "arslan" payını almış olmasına rağmen, pek memnun değildi; Kervan yolu'nun Maveraünnehir güzergahını da ele geçirmek istiyordu. Bu maksatla, kendi ülkesinden Akdeniz limanlanna ve Bizans'a yapılmakta olan ipek nakliyatını durdurdu. Böylece hem ipek ticaretinin ünlü kervancıları olup son taksimde Gök-Türklere bağlanan Sogd ahalisinin faaliyetini baltalayarak huzursuzluk çıkarmak, hem de Türkleri ipek transit vergisi gibi yüksek bir gelirden mahrum etmek düçüncesini tatbik mevkiine koydu. îstemi'nin gönderdiği elçileri hile ile öldürttü. Gök-Türk fütühatının Talas-Çu sahasından ve Seyhun nehrinin doğusundaki Khoa-lit ülkesi (Bizans elçisi Zemarkhos'ta: Kolkh. Kholiat) üzerinden Aral-Hazar kuzeyine doğru ilerlediği bu tarihlerde Iran ile uzlaşma ümidini kesen îstemi Bizans'a döndü ve İstanbul'a Sogdlu ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir hey'et gönderdi (567 sonları). Tarihte bu, Orta Asya 'dan Doğu Roma'ya giden ilk resmî hey'et idi. îpek meselesi Gök-Türkler kadar, Bizans'ı da ilgilendirdiği için, hatta daha önceleri Sasanî aracılığından kurtulmak üzere nakliyatını Hind denizi yoluna teksif etmek maksadı ile Güney Arabistan'daki Himyerî devleti ile temaslar aramış olan Bizans'ta împarator Justinos II, Türk elçilerini ilgi ile karşılamış, îstemi'nin gönderdiği "îskitçe" (Türkçe) mektubunu okutmuş ve Maniakh'ın ağzından teşebbüsün ciddîliğini anlamıştı. Bir ittifak andlaşması yapmak üzere, umümî vali Zemarkhos başkanlığında bir hey'eti yola çıkardı (569 Ağustos başı). Türk elçileri ile birlikte Karadeniz-Kafkaslar-Hazar Denizi-Aral gölü arasından Talas yolu ile Tanrı-dağları'ndaki Ak-Dag (Altın-dağ)'da İstemi'nin huzuruna gelen Bizans elçisinin hatıraları Gök-Türk hayatını ve kudretini gözler önüne sermesi bakımından pek kıymetli bir vesikadır. îstemi, Bizans ile işbirliği yaparak Anüçîrvan'ı îpekyolu'nu açmağa zorlamak gayesini güden siyasetinde başarıya ulaşmış, 571 yılında Sasanî-Bizans çatışması başlamış; hakimiyetlerini Harezm üzerinden Kafkaslar'ın kuzeyindeki Kuban ırmağma kadar yaymağa çalıçan ve ayrı ayrı Türk idarecilerin emrinde olmak üzere ülkeyi 8 bölge halinde ellerinde toplayan Gök-Türkler o sıralarda Azerbaycan'a da girmişlerdi. Fakat batıya bu Türk ilerleyişi durakladı ve Bizans ile esas ortak hareketle ilgili müdahale, ancak Anüşîrvan'ın oğlu olup, Gök-Türk prensesinden doğduğu için "Türk-zade" diye anılan Ormuzd IV (579-590)'un son yıllannda (588'lerde) yapılabildi. Gecikmenin sebebi, Gök-Türkleri savaşa iştirak için tazyik eden Bizans'ın gönderdiği elçilerden birı olan Valentinos'u 576'da Aral gölü havalisindeki Türk bölgesinde karşılayan Türk-şad'ın sözlerinden anlaşılıyor. Bu Türk prensi Bizans'ı, Gök-Türklerin hasımları olan Avar' 'ları himaye etmekle ve "kılıçlanarak değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeyi hakeden" bu kavme barınacak yer vermekle suçluyorduki, bu doğru idi. Ayrıca Bizans, Azerbaycan üzerinden ilerleyerek ihtimal Güney Kafkasya'daki Sabar Türkleri ile bağlantı kurmak isteyen Gök-Türk kuvvetlerinin hızını kesmek maksadiyle, 576'ya doğru oradaki Sabar Türk kütlesini dağıtmıştı.
    İstemi'nin siyasetinin diğer mühim bir neticesi de şu olmuştu: 19 yıl süren (571-590) Sasanî-Bizans mücadelesinden sonra da iki imparatorluğun arası düzelmemiş, birbirini takip eden karşılıklı istilalarda nihayet imparator Herakleios'un Sasanî başkenti Mada'în (Ktesiphon)'e kadar uzanan seferleri (622-628) Sasanî imparatorluğunun son mecalini de kırmıştı ki, Kur'an'da bile işaret olunan bu durum İslamiyetin kısa zamanda îran'da hakimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır.
    Gök-Türk imparatorluğundaki, îstemi'nin faaliyeti dahil bütün askerî-siyasî teşebbüslerin, adına yapıldığı hakan Mu-kan 572'de öldü. Devleti muazzam bir genişliğe ulaştıran bu büyük hükümdarın hatırası Orhun Kitabeleri'nde akisler bulmuştur: "Dört tarafa ordu sevk edip kavimleri hep itaat altına almış, başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş; ileride (doğuda) Kadırgan dağlarına (Kingan dağları), geride (batıda) Temir Kapıg (=Demirkapı, Belh-Semerkand yolu üzerinde, 12-20 metre genişlik ve 3 kilometre uzunluğunda)'a kadar -Türk milletini- hakim kılmış; bu memleketlerde Kök-Türk (kavmi) idi-oksız oturur olmuş; bilge kagan imiş, alp kagan imiş, buyruk ve beyleri, kavmi (bodun) hep bilge ve cesur imişler...". Ötüken'de tertiplenen büyük cenaze törenine husüsî heyetlerle katılan komşu devlet ve kavimler arasında Bizans imparatorluğunun da bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır .
    Mu-kan'ın yerine kardeşi T'a-po geçti (572-581). Kudretli hakanlığın yeni hükümdarı, kendini kutlamak üzere 100 bin top ipek hediye eden Chou imparatoru ile yine tebrik için çeşitli hediyelerle birlikte başkumandanını göndermek suretiyle hususî bir itina gösteren Ts'i (Çh'i) imparatoruna "Ogullanm" diye hitap ediyordu. Bu, bütün Kuzey Çin'in Türk himayesine alındığını göstermekte idi. Ülkesinin genişliğinden dolayı hakanlığın doğrudan doğruya kendi idaresindeki kanadını ikiye ayırarak, Doğu'suna, kardeşi K'o-lo'nun oğlu Şe-tu(İşbara)'yu, Batı'sına da küçük kardeçi Jo-tan'ı "kagan" (küçük kagan) unvanları ile tayin eden T'a-po, bir Ts'i prensesi ile evlenmek düşüncesine kapıldı ve ayrıca, Türk topluluğu için zararlı cihetleri önceki devirlerde ileri görüşlü Türk idarecileri tarafından ortaya konulmuş olan Buda dinini, Budist misyonerlerin telkinlerine kanarak memlekette himayeye kalktı; bir Budist tapınağı ve bir Buda heykeli yaptırdı" . Gök-Türk haşmeti zevale yüz tutmuş gibi idi. T'a-po dış siyasette de yanlış adımlar attı. Ts'iler 577'de Chou hanedanı tarafından yıkıldığı zaman, oradan kaçarak kendisine sığınan bir Ts'i prensini "Çin kaganı" ilan etti. Cho-ularla arasının açılmasına sebeb olan bu durum karşısında, kalabalık bir ordu ile Pekin bölgesine ilerleyen T'a-po, kendisine yeni bir Çinli prenses vaad edilerek durduruldu (579). Ancak prensesin verilebilmesi için Chou hükümdarı, "Çin kaganı" Ts'i prensinin kendisine teslimini istiyordu. Bir av esnasında bu prensin Choular tarafından kaçırılmasına göz yumulması millet nazarında hakanın itibarını büsbütün sarstı.Gök-Türk birliği ve kültüründe mühim çatlakların belirdiği bu yıllarda diğer bir hadise de İstemi'nin ölümü oldu (576).
    Resmî unvanı "yabgu" olması gereken fakat ihtimal, Türk "il"inde bir bodunun (sonraki "On-ok" bodun'u; buradaki "on büyük başbuğ" ona bağlanmıştı)başında olduğu için kitabelerde ve bir Bizans kaynağında "kagan" diye zikredilen bu büyük şahsiyetin ölümünü, yukarıda adı geçen Türk-şad'ın sözlerinden öğreniyoruz. Onu sinirlendiren hususlardan biri de, ölen "ata"sının yas günlerinde Türklerin Bizans elçileri tarafından rahatsız edilmeleri idi. Yol hatırası, Gök-Türk hakanlığının batı bölgelerindeki kavimler bakımından mühim olan elçi Valentinos'a hitaben yapılan ve Bizans'ı suçlayan bu konuşma, ayrıca Türk fütühatının hem şeklini, hem felsefesini açıklamak itibariyle de değer taşımaktadır: "Ben, esirlerimiz olan Uar-Huni'lerin hangi yoldan Bizans'a gitliklerini biliyorum. Dinyeper'in, Meriç'in nerede olduğunu, Tuna'nın nereye aklıgını da biliyorum. Gün doğusundan gün batısına kadar ülkeler bize diz çökmüştür. Bize karşı gelmek cesaretini gösteren Alanları, On-Ogurları görüyorsunuz.Roma'ya da gelecegiz. Gök-Türk sınırlarının Kafkasya'nın kuzeyine ulaştığını ortaya koyan bu sözlerle Bizans da açıkça tehdit edilmekte idi. Ancak Türk-şad latife yapmadığını gösterdi. Kınm'da Bizans'a ait ünlü Kerç (Bosporos) kalesi Türk kuvvetleri tarafından zaptedildiği zaman Doğu Roma elçileri henüz Gök-Türk topraklannda idiler (576). Bu, Gök-Türk hakanlığının, Mançurya sınırlanndan Karadeniz'e kadar uzanarak, genişliğinin son noktasına ulaştığı tarihtir.
    İstemi'den sonra yerine geçen oğlu Tardıı (576-603) cesareti ve savaşçılığı ile babasına benzemekte idi ise de, siyasî ihtirası yüzünden, T'a-po zamanında açılmış olan ayrılık çizgisini büsbütün derinleştirdi. Çinliler, onun bu zaafından faydalandılar: Önce, hakanlık Doğu kanadnın kendine verilmemiş olmasından küskün olan Ta-lo-pien(Mu-kan'ın oğlu)'in Tardu'nun yanına gitmesini telkin ettiler. Halbuki Mu-kan bile bu oğlunu tahta aday göstermemiş idi, çünkü annesi asîl (yani Türk soyundan) değildi. Hakan T'a-po da 581'de ölürken, kendi oğlu yerine onun hakan olmasını istediği halde, Devlet Meclisi (Toy) bunu kabul etmemiş ve sonunda K'o-lo'nun oğlu İşbara (Çince'de, Şa-po-lüe) hakanlığa getirilmiştir.
    Çin, Gök-Türkler arasındaki bu anlaşmazlığı körüklemeğe devam ediyordu. Ta-lo-pien Batı Yabgusu Tardu'nun yanında, Doğu'daki yeni hakan ile mücadeleye giriştiği sırada, İşbara da o tarihte, Chou'lar'ın yerine iktidara gelen Sui hanedanı(581-618)'ndan kendi ailesinin intikammı almak isteyen karısı, Chou prensesi Ts'ien-kin'in telkinlerine kapılarak, Çin'e kuvvet sevkediyor; Sui imparatoru Wen-ti (Yang Chien. 581-604) de eskiden beri Çin şehirlerinde ticaretle uğraşan ve dostluk ilişkileri çerçevesinde imtiyazlara sahip 10 bin kadar Türk'ü Çin'den uzaklaştırıyordu. Buna karşı Işbara'nın ordusu ile Çin'e girmesi, Çin entrikasının kesifleşmesine yol açtı. Wen-ti yabgu Tardu'ya altın kurt başlı bir sancak göndererek onu Gök-Türk hakanı olarak tanıdığını bildirdi .Ihtirası alevlenen Tardu, Çin'e karşı ortak hareket teklif eden İşbara'nın isteğini önce reddetti ve îşbara, Gök-Türkleri gayet iyi tanıdığı anlaşılan diplomat-general Ç'ang-sun Şeng ile mücadele etmek ve bu Çinlinin Türk kumandanları arasına soktuğu nifak ile uğraşmak mecburiyetinde kalırken, Tardu, hakanlığın Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımadığını ilan etti (582). Böylece, 350 yıldan beri ilk defa Çin'de siyasî birliği kurarak sonraki kudretli T'ang sülalesine siyasî yönden basamak vazifesini görmüş olan Sui sülalesi iktidannın başladığı yıllarda, Gök-Türk hakanlığı resmen ikiye bölünmüş oldu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Genç Türk -- 11 Şubat 2006 1:05:21 >







  • DOĞU GÖK-TÜRK HAKANLIĞI

    Doğu'da zor şartlar altında hakan îşbara dengeyi büsbütün kaybetti. Ordu mensuplan arasında, kendisi ile mücadeleye devam eden Ta-lo-pien'e bağlı olduklarını zannettiği yüksek rütbeli kumandanları vazifeden uzaklaştırmağa, hatta cezalandırmağa başladı. Neticede bu askerlerle, prenslerden bazıları Çin'den yardım istemek zorunda kaldılar. Etrafında korku ve nefret uyandıran îşbara da, kendi gücünden çok şey kaybettiğini ve Tardu -Ta-lo-pien ikilisinin tehdidi altına girdiğini esefle gördüğü için bizzat, Sui hükümdarına müracaat ile askerî destek ve barış dileğinde bulundu. Teklifı sevinçle kabul eden Wen-ti'nin derhal yolladığı heyetin başında diplomat Yü K'ing-tsî ile birlikte yine Ç'ang-sun Şeng bulunuyordu. Başkentte Hatun'un ve diğer Türk ileri gelenlerinin önünde bu iki Çinli, îşbara'ya hakaret edecek kadar ileri gittiler ve "Çin imparatorunun oğlu" olduğunu kabul eden hakanı "Ç'en" (bende) ilan ettikten sonra memleketlerine döndüler. Doğu hakanlığı Çin himayesine girmişti. Durumu kendi çıkarına kıyasıya sömürmeyi tasarladığı anlaşılan Çin, Türkleri büsbütün yozlaştırmak maksadı ile, halkını Çince konuşturmağa, Çinliler gibi giyinmeğe, Çin adetlerini kabule teşvik ve mecbur etmesi için îşbara üzerinde zorlu baskısını artırdı. Hakan imparatora gönderdiği 585 tarihli mektupta bu talepleri şöyle cevaplandırmakta idi: "Size baglı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edecegim. Fakat dilimizi degiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem, Çin adetlerini alamam. İmkan yoktur, çünkü bıı bakımlardan milletim fevkalade hassastır, adeta çarpan tek bir kalb gibidir." ve ilave ediyordu: "Sui imparatoru dünyanın gerçek hakimidir. Gökte iki güneş olmadığı gibi, yerde de iki hükümdar olmamalıdır" vb.
    Gök-Türk hakanlığının parçalandığı, tabi kütlelerin ayaklandığı, Türklerin Çin'e ilticaya başladıkları, Türk hükümdar ailesi mensuplannın birbirine düştüğü bu karışıklıkta İşbara öldü (587). Yerine geçen kardeşi Ç'ıı-lo-hoıı (=Ye-hu Kagan) ve arkasından Toy tarafından (Devlet Meclisi'nce) hakan ilan edilen Tulan (588-600) zamanlarında durum düzelmedi. Meşhur Ç'ang-sun Şeng Gök-Türk hakanlığını iyice çökertme yollarını gösteren raporlar hazırlıyarak imparatoruna takdim ediyor, elçi olarak geldiği Ötüken'de türlü entrikalarla Türk hanedan üyelerini karşı karşıya getiriyordu. En büyük yardımcısı da, önce T'a-po'nun, sonra İşbara'nın ve nihayet, Tulan'ın öldürülmesinden sonra, Çin'in muvafakatı ile tahta çıkarılan, Ye-hu'nun oğlu, K'i-min (= T'u-li. 600-609) hakanın karısı olan Çinli prenses Ts'ien-kin idi. K'i-min, bu defa, Doğu hakanlığını kendi idaresine almağa çalışan Tardu'ya karşı kullanılmakta idi. Bu K'i-min de imparator Yang-ti'ye, 607'de, gönderdiği bir mektupta "Haşmetpenah'ın aciz bir bendesi" olduğunu, hatta vaktiyle İşbara'nın bile reddettiği "Türk kavmini Çinliler gibi yapmağa -giyim, adet ve dilde Çinlileştirme- hazır bulunduğunu" yazabiliyordu. Ancak, ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şi-pi (Shih-pi, 609-619) Gök-Türk haysiyetini biraz kurtarabildi. Bir Çinli prenses ile evlenmekle beraber bunu, Çin'in Gök-Türk iç işlerine karışmasını önleyen bir paravana olarak kullandı. 5-6 yıl içinde Doğu Hakanlığı topraklarındaki dağınıklığı giderdi; batıda Tibet'e ve doğuda Amur nehrine kadar tekrar itaat altına aldı (615). Durumdan telaşa düşen Sui imparatoru, Türk hanedan üyeleri arasında anlaşmazlık çıkarmağa dayanan değişmez Çin planını yeniden uygulamağa geçti: Bu defa yol göstericisi, hususî entrika raporları hazırlayan ve Batı Asya için yazdığı eserler başlıca kaynaklardan sayılan Çin devlet ve "sömürge" adamı P'ei-chü idi. Hakanın küçük kardeşi Ç'i-ki çad'a "hakanlık" teklif edildi. Fakat milletin perişanlığını ve Çin tahakkümünün rezaletlerini gören bu genç, hem teklifi, hem kendisine vaad edilen Çinli prensesi reddetti. Çinliler başka bir yol denediler: Gök-Türk nazır (Bakan)'larından birini pusuya düşürerek öldürdükten sonra, Hakan'a onun muhalefet maksadı ile kendilerine müracaat ettiğini, fakat "aradaki dostluktan" dolayı onun ortadan kaldırılmasını uygun bulduklarını bildirdiler. Gaye Hakan Şi-pi ile Gök-Türk büyüklerinin arasını açmaktı. Hakan bu oyuna da gelmedi. Gök-Türk nazırının öldürülmesi hadisesinin Çin-Türk anlaşmasını bozduğunu ileri sürerek yıllık haracı kesti, savaşa hazırlandı. Planı, Çin'in kuzey eyaletlerinde geziye çıkmış olan imparator Yang-ti'yi baskınla yakalamaktı. Fakat teşebbüs hakanın Ötüken'de bulunan zevcesi Çinli prenses t-ç'eng tarafından gizlice Çin'e bildirildiği için sür'atle geri dönmeğe çalışan imparator, takipçi Gök-Türk süvarileri tarafından Şan-si'de Yen-men (bu-gün Tai-hien) mevkiinde kuşatıldı. Üzüntüsünden ağladığı rivayet edilen imparatorun imdadına yine aynı prenses yetişti: Gök-Türk ülkesinde büyük bir isyan çıktığı söylentisini yayarak Türk ordusunun geri çekilmesini sağladı (615).
    Yang-ti'nin son, itibar düşürücü durumu Çin'de karışıklıklara yol açtı ve ona karşı muhalefet gittikçe arttı. Bu defa da Çin ileri gelenlerinin Gök-Türklere sığınmalarına şahit olunuyor ve Şi-pi hakan Çinlilerin siyasetini kendilerine karşı tekrarlıyordu. Çin sarayını yağmalayarak aldığı kıymetli eşyayı Gök-Türk hakanına sunan mülteci Liang Shi-tu'yu, Şi-pi "Çin kaganı" ilan ederek (617) kendisine bir kurt başlı sancak verdi. Liu Wu-Chou adlı diğer bir kumandanı da "Batı Çin kaganı" yaparak, Sui'lere karşı sefere çıkardı. Şi-pi'nin siyasî faaliyetleri arasında, tarihî bakımından en ehemmiyetlisi Çin umümî valilerinden Li Yüan'ı himayesine alıp desteklemesidir ki, andlaşma gereğince, Türk ordularının yardımı ile Sui'leri iktidardan uzaklaştırarak başkent Ç'ang-an'daki imparatorluk servetini hakana takdim eden, ayrıcı 30 bin top ipek ve yıllık vergi vermeyi kabul etmiş olan Li Yüan, Çin'de 300 yıl kadar hüküm süren ünlü T'ang sülalesini (618-906) kurmuş ve kendisi imparator olarak Kao-tsu (618-626) unvanını almıştır.
    Şi-pi'den sonra hakan Ç'u-lo (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip ediyor ve Hakanlığa karşı tutumu kısa zamanda değişen T'ang imparatoruna karşı Sui sülalesini canlandırmağa kararlı bulunuyordu. Fakat karısı Çinli prenses İ-ç'eng tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi Kie-li (621-630) kifayetli bir adam değildi. Hain prenses î-ç'eng ile evlenmiş, ağır dille yazdığı mektuplarla imparatoru tahrik etmişti. Karısının tesiri altında idi. Plansız, taktiksiz, sadece cesarete dayanan askerî teşebbüslerinde bir-iki defa mağlüp oldu. Tutumu millette emniyetsizlik uyandırdı. Tarduşlar, Bayırkular, Uygurlar ayaklandılar (627). Tarduş başbuğu î-nan'ın darbeleri yıkıcı olmuştu. Vaktiyle Türk himayesine sığınmış olan birçok Çinli Tang imparatorundan af dileyerek memleketine dönüyor, K'i-tanlar ve başka kavimler Çin ile temaslar arıyor ve sınır bölgelerinde Çin'e bağlanıyorlardı. İmparator T'ai-tsung (627-649, Li Yüan'ın oğlu) Türklere vuracağı darbe için vaziyetin olgunlaşmasını bekliyordu. Hakan kuşattığı bir şehir önünde mağlüp olarak çekilirken yakalandı, muhafaza altında Çin başkentine gönderildi (630).
    Tai-tsung'un kendini "Türkler'in Gök Kaganı" ilan ettiği 630 senesi Doğu Gök-Türk istiklalinin sonu kabul edilmiştir. Hakanlığa bağlı kabileler ve yabancı topluluklar dağılıyor, Gök-Türk prensleri etraflanna kuvvet toplayabilecek kimseler olmadıklanndan, herkes başının çaresine bakıyor, bazı gruplar Çin'e sığınıyorlardı. Gerçi başta Aşına ailesinden "kagan"lar vardı, fakat bunlar artık Çin sarayının emrinde, oraya sadakat ziyaretleri yapan, hediyeler sunan, imparatorlardan türlü unvanlar alan birer kukla idiler. Gök-Türklerin acıklı durumunu; Çin sarayında imparator huzurunda Türklere karşı ne yapılabileceği hususunda, cereyan eden münakaşalardan anlamak mümkündür. Neticede Kuzeybatı Çin'de (Ordos) Sed boyunda "6 Eyalet" bölgesine Türklerin yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu suretle belki Türklerin Çinlileşeceği umuluyordu. Fakat 680'e kadar geçen 50 yıl devamınca Türk mİlleti kendini unutmadı, dilini, örf ve adetlerini korudu, tarihinin şanlı hatıralarını ruhumda yaşattu. Bu arada ufak çapta baş kaldırmalar oluyurdu: Mesela Aşına ailesinden bir prensin Altaylarda Türk hakanlığını ihyaya çalışması (646-649), yine Gök-Türk hükümdarlan soyundan Tu-çi'nin On-ok'ların basında "kagan" ilan edilerek (676-678) Çin'e karşı Tibetlilerle ittifak etmesi. Çinliler tarafından şiddetle bustırılun bu hareketler arasında en çok hayret uyandıran, 639 yılında Kür-şad'ın ihtilal teşebbüsüdür. T'ang imparatorunun saray muhafız kıt'asında vazife gören Gök-Türk pren-si (588'de savaş meydanında ölen Hakan Ye-hu'nun küçük oğlu) Kur-şad
    Çince'de: Kie-şe) Türk devletini ihya etmek için 39 arkadaşı ıle bir gizli cemiyet kurmuş ve önce, bazı geceler tek başına şehirde dolaşan imparator Tai-tsung'u yakalamağa karar vermişti. Fakat planın uygulanacağı gece ansızın patlayan fırtına yüzünden imparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini sakıncalı gören Kür-şad ve arkadaşları bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk, sarayı ele geçirip başkente hakim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildi ise de dışandan sevkedilen ordu ile başa çıkılamadı. Şehir yakınındaki Wei ırmağına doğru çekilen Kür-şad ve arkadaşları yakalanarak öldürüldüler.




  • Batı Gök-Türk Hakanlığı

    582 yılında hakanlığın doğu kanadı ile resmen ilgisini kesen Tardu, her iki tarafı kendi idaresinde birleştirmek için gayret sarfediyordu. Doğu hakanlığına baskı yapan Çin'in, Tulan hakana karşı, kardeşi T'u-li (K'i-min)'yi tutarak iki kardeşi çarpıştırması üzerine Tardu Çin'e yürüdü. Kuzey Çin'de ilerlerken yukanda adı geçen general - diplomat Ç'ang-sun Şeng'in oyununa kurban oldu. Bu Çinli, Türk ordusunun geçeceği yollardaki suları, kuyuları, pınarları gizlice zehirletmişti. Tardu böyle bir şeyin de yapılabileceğini hatırına getirmediği için zayiat ve ağır at telefatı verdi , çekilmek zorunda kaldı (600). Bu tarihe kadar Tardu Kagan batıda büyük başarılar kazanmış, Hoten bölgesini hakanlığa bağlamış, şehinşah Ormuzd IV "Türk-zade" (579-590) zamanında, Bizans-Sasanî savaşlarında, îran işlerine müdahale etmişti. Bir Türk başbuğu ("Hazar yabgu'su"?) Derbend'i kuşatırken, diğer Gök-Türk ordusu Herat, Badgîs havalisine girmişti (588-9). Bu orduyu durduran ünlü Sasanî kumandanı Bahram Çüpîn'in isyan ederek Ormuzd'ı tahttan indirip onun oğlu Husrev Pervîz'i çıkarması, fakat bunun da kaçması üzerine, Bahram'ın kendini "Şehinşah" ilan etmesi Sasanî imparatorluğunu karıştırmış, Bizans'ın müdahalesi ile mağlüp edilen Bahram sonunda hakana sığınmıştı. Böylece Tardu'nun, bir yandan, kısa müddet için de olsa, her iki Türk hakanlığını kendi idaresinde birleştirmesi (598'e doğru), aynı zamanda tran üzerinde nüfuzlu bir durum kazanması, onun, 598 yılında Bizans imparatoru Maurikios'a gönderdiği mektubun başlığında ifadesini bulmuş görünmektedir: "Dünyanın yedi ırkının büyük başbugu ve yedi ikliminin hükümdarı Hakan'daıı Roma imparatonma.." . Çin kaynaklarına göre de, bu tarihte Tardu, Ötüken, Kuzeybatı Moğolistan, Aral gölü havalisi, Kaşgar, Maveraünnehir ve Merv'e kadar Horasan sahalan üzerinde hakim bulunmakta ve ulu hakan olarak "Bilge Kagan" ünvanını taşımakta idi.
    Fakat Tardu Gök-Türk birliğini gerçekleştirmek için, Çin'in desteğindeki Doğu hakanları Tu-lan ve K'i-min ile mücadeleleri dolayısiyle, çok şiddetli davranmış ve buna, şüphesiz Çin'in aleyhte propagandası eklenmişti. Neticede başta Töles'ler olmak üzere bazı Türk boyları ve yabancılar ayaklandılar. Tardu bunlarla başa çıkamadı ve mücadeleyi sürdürdüğü Kuku-nor havalisinde Moğol Tü-yü-hun'lar arasında kayıplara karıştı (603)
    Tardu'nun sahneden çekilmesinden sonra, memlekette isyancıların sayısı arttı, nizam bozuldu. Doğu hakanlığında yeni bir kudret olarak beliren Şi-pi Kagan'a karşı, Tardu'nun torunu Ho-sa-na (=Ç'u-lo Kagan) Sui'lerle işbirliğine kalktığı ve hatta ülkesini bırakarak Çin sarayında yaşamayı tercih ettiği için Şi-pi tarafından Çinliler'den teslim alınarak öldürüldü (619).Devlet Meclisi'nin hakan ilan ettiği, Tardu soyundan, Şi-koei zamanında durum düzelmeğe başladı. Fakat asıl huzur, Tardu'nun küçük torunu olan T'oug-Yabgu (Yabgu Kagan) devrinde (618-630) görüldü. Çin kaynağı T'ang-shu'ya göre "akıllı ve cesur" olan bu hakan "mahir bir savaşçı ve seçkin bir taktikçi" idi. Orhun, Tola ırmakları ile Aral gölü - Kafkaslar arasına yayılmış bulunan Tölesleri kendine bağlamış, îranlıları mağlüp etmiş, güneyde Gandahar'a kadar ilerlemişti. Ordusu birkaç yüz bin "iyi yay kullanan" süvariden kurulu idi. Merkezi Talas şehrinin (bugün Evliya-ata) 75 km. kadar güneydoğusundaki ünlü Bin-vul (Bin-bulak = bin pınar) mevkiinde idi. T'an-shu'ya göre, "O zamana kadar batıda onun derecesinde kuvvetli olanı görülmemişti. Çin ile dostane ilişkiler kurmuş olan T'ong-Yabgu çağında Hindistan'a gitmek üzere Gök-Türk imparatorluğunu bir baştan bir başa geçerek yollar, şehirler, dinî ve kültürel hayat hakkında çok ilgi çekici bilgi veren Çınlı budıst rahıp Hıuen-tsang, T ong-Yabgu yu da ziyaret etmiştir.
    Gök-Türk imparatorluğunun parlak bir devir yaşadığı bu yıllarda Nu-şi-piler ve Karluklar isyan ettiler. Bunları, kendi mevkiini tehlikede zanneden Doğu hakanı Kie-li teşvik etmiş olmalıdır. T'ong-Yabgu'nun, hakanlığın batı kanadı To-lular eliği olan amcası ile mücadelede ölmesi (630) ülkeyi kanştırdı. Nu-şi-pi boyları önce kendileri ayrı bir hükümdar seçmeyi tercih ettilerse de, sonra Tong-Yabgu'nun oğlu Se-Yabgu üzerinde birleşildi. Bu defa Töleslerin ayaklanması devletin Çin'e bağlanmasında birinci derecede etkili oldu.
    630 senesi Gök-Türk tarihinin karanlık yılıdır. Doğu hakanlığı bu sene Çin'e boyun eğmişti. Batı hakanlığı da aynı tarihte aynı akıbete uğradı. Bundan sonra da Aşına soyundan bir sürü "kagan", bazan aynı zamanda birkaç "kagan" Batı Göktürk gruplannın başında görülüyorsa da, bunlar artık Çin'in birer memuru durumunda idiler. Bir aralık, başta Türgişler ve Karluklar olmak üzere diğer Türk boylannın desteğinde şiddetli mücadelelere girişen hakan Ho-lu(653-659)'nun büyük gayretlerine rağmen, Batı Gök-Türk arazisinin Çin kontrolüne girmesi 658'de tamamlandı. Çin imparatorları, oradaki Türgiş hakanlığı zamanında bile, çoğu ismen olmak üzere, On-oklara "kagan" tayin etmeğe devam ettiler.




  • II. GÖK-TÜRK HAKANLIĞI

    630-680 arasındaki 50 yıllık zaman Gök-Türklerin hürriyetlerini kaybettikleri bir matem devresi oldu. Her ne kadar Orta Asya'da millet olarak Türkler varlıklarım, dil, inanç ve geleneklerini muhafaza etmişlerse de müstakil bir devletten yoksunluk, "Bey'lik erkek evladın kul, hatun'luk kız evladın cariye" olması, Gök-Türkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağı teşkil ediyordu. Millet şöyle diyordu: "Ülkeli bir kavim idim, şimdi illkem nerede? Hakanlı bir kavim idim, şimdi nerede hakanım?" Gök-Türkleri bu felakete sürükleyen sebepler, kitabelerden anlaşılacağına göre, şu üç noktada toplanmaktadır:

    1. Sonraki devlet ve idare adamlarının yetersizliği; "... Kagan bilge imiş, cesur imiş, buyrukları bilge imiş, cesur imiş, beyleri de, kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töre'yi diızenlemişler... Sonra kardeşler, oğullar kagan olmuş, küçük kardeş biiyük kardeş gibi yaratılmadıgı, ogul babası gibi yaratılmadıgı için bilgisiz kaganlar tahta oturmıışlar, buyrukları da bilgisiz, kötü imişler... Türk beyleri, Türk adını bırakmışlar, Çin beylerinin adlannı almışlar, Çin hakanına boyun egmişler, elli yıl işlerini, güçlerini (ona) vermişler..."

    2. Türk kavminin uygunsuz tutumu: "Türk bodunu... Sen aç oldugıın zaman toklugu düşünemezsin, tok oldugun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin duştün... Müstakil hakanlıga karşı kendin yanıldın... Doğuya gittin, batıya gittin. Kutlu yurt Ötüken'i terk ederek gittigin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın, kemiklerin daglar gibi yığıldı... Devletine karşı hata ettin, kötü hale soktun" "Türk bodunu kendi hakanını bıraktı, huküm altına girdi. Hüküm altınagirdigi için Tanrı ona ölüm verdi, Türk bodunu öldü, mahvoldu...".

    3. Kurnaz Çin siyaseti ve yıkıcı propaganda: "Çin kavminin sözü tatlı, ipeklisi yumuşak imiş; tatlı sözü, yumuşak ipeklisi (ile) uzak kavimleri aldatıp yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış; iyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, ipeklisine kapılan çok Türk kavmi öldü..." "... Çin kavmi hilekar ve kumaz oldugu için, küçük kardeşle büyük kardeşi birbirine düşürdügü için, Beylerle kavim arasına nifak girmesi yüzünden Türk bodunu, devletini ve kagan yaptıgı kaganını kaybedivermiş..."; "... Çin kaganı, Türk kavmi (ona) bunca işini gücünü verdigi halde, Türk kavmini öldüreyim, soyunu mahvedeyim, derimiş, mahvetmege yürürmüş...".

    Gök-Türk tarihinin bıı 50 yıllık fetret devrinin sonunda, Kitabeler yolu ile çok iyi tanınan, Aşına soyundan, Kullug (Çince'de Ku-to-lu) istiklal savaşına girişti (680). Türk milletinin hür ve müstakil hakanlık çağının hasreti içinde olduğunu sezen Kutlug, kendinden önceki mücadeleleri de takip ediyordu: Çin'de Ordos'daki bazı Türk zümrelerinin aynı maksatla başa geçirdikleri prens Ni-şu-fu davayı kaybederek, kesilen başı Çin başkenti Lo-yang'a götürülmüş (679-680), mücadeleye devam eden, yine Aşına soyundan, Fu-nien kalabalık Çin kuvvetleri karşısında yenilerek 53 arkadaşı ile birlikte Lo-yang çarşısında idam edilmişti (Ağustos, 681).

    Bu sırada Kuzey Çin'de, vaktiyle Türklerin yerleştirildiği bölgede bulunan ve Türk kütlelerinin istiklal iştiyakını gerçekleştirmek azmi ile ortaya atılan Kutlug, gizlice teşkilat kurarak, etraftaki Gök-Türk ileri gelenlerini ve halkını vazifeye çağırdı. Sür'atle yayılan harekete katılanlann sayısı kısa zamanda beş bine yükseldi. Davete koşanlar arasında, II. hakanlık devrinde Gök-Türklerin ünlü devlet adamı ve kumandanı Tonyukuk da vardı.

    Kutlug ile Tonyukuk önce, 681'de, Kuzey Çin'deki Yün-çu eyaletine baskın yaparak 30 bin civarında at, koyun, deve elde ettiler. Kendilerine yeni kuvvetler katıldı. Çogay (Yin-şan dağları, Huang-ho büyük dirseğinin kuzey yakasındaki dağ silsilesi)'ın kuzey eteklerini yazlık ve Kara-kum'u kışlık merkezi yaparak hazırlıklarını tamamladılar. îlk hedefleri Ötüken idi. Baykal gölüniın güneybatısında, yüksekçe daglar ve Orhun, Tamır ırmakları ile çcvrili, müdafaası kolay, fakat etrafa akınlar yapmağa elverişli mevkide, (47. enlem-101. boylam) iklimi mütedil ve otlagı bol bir yer olan Öüken yaylası Asya Hunları ve 1. Gök-Türk hakanlıgı zamamnda devletin agırlık merkezi olarak, Türklerin kutlu topragı sayılıyordu. Dagınık Türk kütlelerini ancak, "Türk devletçilik ruhunun yerleşmiş oldugu" Ötüken etrafında toplamak ve idare etmek mümkün idi . Kutlug hareketinin gelişmesinden endişelenen Se-



    lenga ırmağı boylarındaki Oğuzların, tedbir olmak üzere, K'i-tan'larla ve Çin ile ittifak teşebbüsleri bir Gök-Türk seferini ta'cil etti. Tonyukuk'un tavsiyesi ile baskın şeklinde "İnekler Gölü" kıyısında kazanılan savaş (682) Oğuz tehlikesini ortadan kaldırdı. Küçük çapta olmasına rağmen yüksek tarihî ehemmiyet taşıyan bu muharebe Gök-Türklerin Ötüken'e hakim olmalarını sağladı. Kutlug, "kagan" ilan edilerek "İlteriş" (îl'i=devlet'i derleyip toplayan) ünvanını aldı ve II. hakanlığı teşkilatlandırdı: Kardeşi Kapgan'ı "şad", diğer kardeşi To-si-fu'yu "yabgu" tayin etti. îstiklalin kazanılması ve devletin kuruluşunda birinci planda rol oynayan Tonyukuk'u ("aygucı"=Toy başkanı, başbakan) yaptı, ordu ve diplomasi işlerinin tanzimini ona tevdi etti.

    Yeni hakanlığın önce Çin'i taarruz hedefi olarak alacağı tabiî idi. Bir zafer akınları resmi geçidi manzarasını veren Çin seferleri bir yandan, bu eski ve "hilekar" hasmı baskı altında tutmak, diğer yandan, körpe Gök-Türk devletinin şiddetle ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyecek, bilhassa at gibi zarurî madde ve vasıtayı elde etmek maksadını güdüyordu. Akınlar hep Pekin'den Kan-su'ya kadar olan sahaya, Çin Seddi'nin hemen güneyinden Hu-ang-ho'nun güney mecrasına yakın yerlere kadar yayılan ve Çinlilerin "Çu" (prefecture) dedikleri garnizon ve eyalet merkezlerine yöneltilmişti; 682'de Ping-çu 8 defa, 683'de Lan-çu, Ting-çu, Kuei-çu, Yü-çu ve Feng-çu 10 defa, 684'de So-çu 6 defa, 685'de yine So-çu ve Hin-çu 2 defa, 686'da yine So-çu, Tai-çu 11 defa, 687'de yine So-çu, Çang-p'ing 9 defa akın yapılan yerlerdi. Bu seferler esnasında Çin valileri, kumandanları mağlüp edildi, ordulan dağıtıldı. Büyük çapta zaferler Hin-çu'da (Nisan 685) ve So-çu'da (Ekim 687) kazanıldı.

    Ayrıca Kitanlarla 7 ve Oğuzlarla 5 kere savaştığı bildirilen İlteriş Kagan kuzeyde Kögmen (Tannu-ula) dağlarına, doğuda Kerulen ve Onon nehirlerinin yüksek vadilerine, batıda Altaylara kadar uzanan sahadaki Türk ve yabancı kavimleri Gök-Türk idaresine almıştı Böylece Gök-Türk devletini yeniden kurup teşkilatlandırarak töre'yi tekrar yürürlüğe koyan millî kahraman îlteriş, kutlu Ötüken yaylasında dalgalandırdığı altın kurt başlı sancağın gölgesinde öldü (692).

    İlteriş öldüğü zaman biri 8 yaşında (Bilge), diğeri 7 yaşında (Kül Tegin) olmak iizere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi 27 yaşındaki Kapgan (aslında Türkçe unvan = Fatih) hakan oldu (692-716). Çin kaynaklannda adı Mo-ç'o diye geçen Kapgan, Türk tarihinin büyük fatihlerinden biridir. Tonyukuk aygucı'lık görevini yapıyor, hakan'ın kardeşi, yeğenleri ve oğulları yavaş yavaş Gök-Türk hakanlığının seçkin simaları olarak beliriyorlardı. Kapgan Kagan'ın büyük ve uzak görüçlü bir devlet adamına yakışır planları olduğu görülmektedir ki, esasları şöyle hülasa edilebilir:

    a. Çin'i baskı altında tutmak. Bunda iki maksadı vardır: Türk devletinin huzurunu korumak ve halka yetecek ölçüde tarım ürünü imkanları sağlamak.

    b. Çin'de dagınık halde yaşamakta olan Türkleri anavatan'a (Ötüken) çekmek. Bunda da iki maksadı vardı: Türkleri yabancı hakimiyetinden kurtarmak ve Türk ülkesinde askerî ve iktisadî gelişmeyi hızlandımıak.

    c. Asya kıt'asında ne kadar Türk varsa hepsini Gök-Türk birligine bağlamak. Kapgan'ın bu siyasî ve iktisadî görü§leri onu sayılı Türk büyükleri arasında çok yükseltmektedir. Bilhassa üçüncü nokta dikkat çekici bir siyasî kavrayışı ifade eder .

    Genç, haşin ve ihtiraslı Kapgan, seferler ve zaferler dizisini 693 Çin baskını ile açtı. Ling-çu eyaletini şiddetle darbeledi ve aynı sene içinde aynı bölgeye yedi sefer daha tertipledi. Sonra Ordos'a akın yaptı. Askerî harekatını yeniden Ling-çu'ya doğru teksif ettiği yılda (696. Şeng-çu'ya 1, Liang-çu'ya 3, Ling-çu'ya 8 sefer) K'i-tanlarla Çin'in bozuşmasını kendi lehine değerlendirerek, T'ang imparatoriçesi Wu(690-705)'yu destekledi. Korkunç K'i-tanları Ho-pei bölgesinde ağır hezimete uğrattıktan (Ekim 696) sonra, imparatoriçeden isteklerini sıraladı: 100 bin "hu" (hu = a§. yk. 12,5 kiloluk ölçek) tohumluk darı, 3 bin adet tarım aleti, 10 bin (T'ang-shu'ya göre 40 bin) libre demir, Çin topraklarında oturan (çoğu Or-dos'da "6 Eyalet" arazisinde) Türklerin anavatana iadesi' . Sonra Kapgan Yenisey bölgesini işgal etmekte olan Kırgızlara yöneldi. Mevsim kış (696-697), yol uzun ve meşakkatli idi, fakat bu sefere zaruret vardı: "Kuvvetli Kırgız kaganı, Çin kaganı ve On-ok kaganı anlaşıp; Altun-yış (Altun orma-nı = Altay dağları)'da buluşalım, ordularımızı birleştirelim, doğuda Türk kaganına saldıralım, (yoksa) kagan cesur ve aygucı'sı bilge olduğundan o bizi mahveder demişler". Kapgan ile Tonyukuk idaresindeki Gök-Türk ordusu "kar sökerek, ağaç dallarına tutunarak, bazan atları yedeğe alarak" yolsuz vadilerden Kögmen dağlarını aştı, Yenisey kaynaklarında Anı ırmağı kıyısında Kırgızları bastırdı, "han"ı telef olan Kırgız ülkesi teslim alındı. Sıra, üçlü ittifakta yer aldığını gördüğümüz Türgişlere (On-oklar) geldi. Fakat Çin, Kapgan'ın isteklerini sürüncemede bırakıyordu. Hakan, önce mevcut duruma uygun olarak, orduyu ve idareyi yeniden teşkilatlandırdı: Kardeşi To-si-fu'yu hakanlığın sol kanadına "şad", îlteriş'in oğlu 14 yaşındaki Bilge'yi Tarduş topluluğu üzerine "şad" tayin etti ve kendi oğlu Bögü (Kitabelerde İnel Kagan, Çin kaynaklarında: Fu-kü ve "înie Khagan")'yü "küçük kagan" yaptı. Bu suretle Gök-Türk imparatorluğunda, askerî kuvvetler de iki ordular grubu halinde tertiplenmişti. Kapgan Çin ile savaşa hazırlanırken, înel Kagan ile Bilge Şad emrindeki, fakat gerçek sevk ve idaresi Tonyukuk'un elinde bulunan batı ordular grubu da "Batıyı düzenleme", yani On-okları devlete bağlamak vazifesini almıştı. Çin elçilerine karşı Kapgan'ın şiddetli ve kararlı tutumu şimdilik doguda bir silahlı çatışmayı önledi: "Mo-ç'o'nun kudretinden telaşlanan Çin" den derhal 3000 tarım aleti, 40 bin "şi" (aş. yk.3000 ton) tohıımluk darı gönderildi ve Türkler anavatan topraklarına iade edildi (698). Büyük kaganın planlarından ilk ikisi gerçekleşmişti.

    Ancak, Kapgan'ın kızını bir T'ang prensi ile evlendirmek arzusuna karşı, aslında cariyelikten gelme bir kadın olan imparatoriçe Wu'nun, T'ang'lardan değil de, kendi ailesinden bir prensi damad olarak ortaya sürmesinden öfkelenen Kapgan, yanında bulunan Çin elçilik hey'etinden general Yen-çi-wei'yi "Çin kaganı" ilan ederek, onunla birlikte Gök-Türk askerî gücünün bütünü ile ansızın Çin topraklarında göründü (698): Kuei-çu, T'an-çu, P'ing-çu, Yü-çu, T'ing-çu Çao-çu eyaletlerini 30 defa vurdu. 100 bin kişilik ordusu ile, bütün Çin kuvvetlerini ezdi, at sürüleri başta olmak üzere bol ganimet ve esir aldı. Tonyukuk'un ve Bilge'nin de katıldığı bu geniş ölçüde harekat esnasında, "Yaşıl-ögüz" (Yeşil Nehir=Yang-çe= "ta-luy-Oguz") kıyılarına ve Şantung ovasına ulaştığı anlaşılan Türk orduları tarafından 23 kasaba tahrip edilmişti.Oradan kuzeye yönelen Kapgan'a, Çin orduları kumandanı Şa-ça Cung-i (Kitabelerde Ça-ça Sengün), emrindeki birkaç yüzbinlik kuvvetine rağmen saldırıya cesaret edemiyerek, Gök-Türk süvari tümenlerinin geçiçini uzaktan seyrederken, ümidini kaybeden Çin sarayından orduya gönderilen gizli bir günlük emirde "kagan"ı bulup öldürenin "prens" ilan edileceği bildiriliyordu.

    Aynı yılın sonlanna doğru, ölen hatun'un yoğ töreni ile meşgul Ka-gan'ın emri üzerine İnel ile Bilge tarafından sevkedilen batı orduları grubu da, Tonyukuk'un yüksek kumandasında, Altayları (Altun-yış) aşıp Yarış ovası (Cungarya)'na ilerlemiş ve Bolçuy'da On-ok kuvvetleri üzerinde kesin zafer kazanmıştı (698). "Türk bodun"dan olduğu halde "yanlış hareket eden" Türgiş hakanı U-çe-le (Wu-shih-le)'nin yakalanması ve yabgusu ile çad'ının telef olmaları ile neticelenen Bolçu savuy, On-okların bütün To-lu ve Nu-şi-pi kabilelerini, yani Balkaş, ili, Isık göl, Çu ve Talas bölgelerindeki Türkleri Gök-Türk birliğine bağlamıştı (699). Hakanlığın sınırları batıda Kengü Tarban'a ve Fergana'ya dayandı. Çin kaynağı şöyle diyor: "Mo-ç'o zaferlerinden gurur duymakta, împaratorluğumuzu hakir görüyor. Yüksek gayeleri var. Her tarafa ordular sevkediyor. Arazisinin geniçliği 10 bin "li" (= aş. yk. 4500 km) den fazla. Bütün barbarlar (= Çin dışındakiler) onun emri altında..." . Böylece, vaktiyle Tardu'nun, Türk birliğini gerçekleştirdiği tarihten tam 100 sene sonra Kapgan Kagan'ın Doğu-Batı hakanlıklarının topraklarını tek idarede toplaması yolu ile "dehşet verici Türk birliği ihya edilmişti". Bu tarihlerde, anlaşıldığına göre, Gök-Türk hakanlığına bağlı Türk kütleleri 30 "boy" teşkil etmekte idiler.
    Kapgan'ın planında 3. noktanın tamamlanması için Maveraünnehir'in de zaptı gerekiyordu: Coğrafî mevkii, iklimi, verimli topraklan ile zenginliği biitün kaynaklarda övülen Maveraünnehir'de o sırada Gök-Türk ordulanna karşı koyacak bir kuvvet yoktu. Türk soylu bazı ailelerin idare ettiği "şehir kırallıkları" 675'lerden beri, nisbeten kıiçük kuvvetlerle ufak çapta teşebbüslere girişen Müslüman-Arap kumandanlarına (Abdullah b. Ziyad, Sa'id b. Osman, Musa, Muhelleb vb.) başarı ile karşı koymakta idiler.

    Yine Tonyukuk'un yüksek kumandasında olmak üzere, înel "kagan" ve Bilge taraflarından sevk ve idare edilen Gök-Türk batı orduları grubu, Altaylar-Bolçu-Yanş Ovası-Çu ve Talas havzaları-Karadağ kuzeyi üzerinden Yinçü-ögüz (İnci nehri=Seyhun=Sir-derya) kıyılanna ulaştı; nehri geçerek Maveraünnehir'in Kızıl-kum çölüne daldı ve tam giiney istikametini aldı. Ordunun bir kısmını, muhtemel bir yan hücuma karşı, înel idaresinde burada bırakan Tonyukuk güneye ilerledi ve U-çe-le'nin oğlu olan Türgiş başbuğu So-ko idaresinde olduğu anlaçılan Sogd halkı teslim oldu. "Tinsi-oğlı" denilen mukaddes Ek-lağ 'ı aşarak ilerleyen Gök-Türk ordusu güneyde Temir Kapıg (Demir Kapı)'a ulaştı (701). Zengin ganimet elde edildi: "Sa rı altın, beyaz gümüş, eğri deve, kız-kadın..." Temir Kapıg, bilindiği gibi, milattan önceki asırlardan beri İran-Turan (Türk) ülkelerinin arasında tabiî sınır kabul edilmekte idi.

    Maveraünnehir seferi münasebetiyle Orhun kitabelerinde ilk defa müslüman Arablar (=Tezik) zikredilmiştir. (îranlıların Araplara verdikleri Tazî adından /Tayy adlı Arab kabilesinden/ gelen Tezik, Türkler tarafından sonraları İranlılar için kullanılmıştır: Tacik). Bu ad o zaman, Keş şehrinde karargah kurrnuş olan, Horasan valisi Muhelleb'in kuvvetleri ile ilgili olmalıdır. Anlaşıldığına göre înel kumandasındaki kuvvet, bir Arap hücumuna karşı orada bırakılmış, fakat Muhelleb ordusu herhangi bir harekette bulunmamıştır.

    Doğuda Türk ordusu faaliyet halinde idi. 701 başlannda Tangutların sahası Lung-yu (Kansu'nun kuzeydoğusu)'ya bir akın tertipleyen Kapgan'ın, buradan Güney Ordos'da Sogd kolonileri(Chao-wu)'nin bulunduğu "Altı eyalet" (=Liu Hu Çu. Kül Tegin ve Bilge Kitabelerinde: Altı Çub Sogdak) üzerine açtığı sefere (702 Şubat) Bilge ile Kül Tegin de katılmışlardı. Sogd-lulann dağılması üzerine karşı çıkan Çinli kumandan Ong-tutuk idaresindeki 50 bin kişilik ordu da mağlüp edildi ve Çinli general, henüz 16 yaşlarında bulunan Kül Tegin tarafından elinde silahı ile yakalanarak getirilip hakan'a teslim edildi (702 sonbahar). Kapgan Çin'e akınlarına devam etti. 702'de Yen-çu, Hia-u, Şi-ling, Hin-çu, Ping-çu bölgelerine 20 sefer yaptı. 704'de Kül Tegin ile Bilge'nin de katıldığı büyük Ming-şa (Ming-sha-hien. Kan-su'da bugün Çung-vvei-hien) muharebesinde Çaça Sengün (Çince aslı Şa-ça Çung-i) kumandasındaki 80 bin kiçilik Çin ordusu bozguna uğratıldı374 ve hemen arkasından Lung-çu, Yuan-çu, Hin-çu'ya karşı 11 akın tertiplendi. Tang imparatoru Çung-tsung yine günlük bir emir neşrederek, Kapgan'ı esir eden veya öldüreni "prens" ünvanı ve 2 bin top ipek vererek taltif edeceğini ilan ediyordu. Ayrıca bütün vazifelilere Gök-Türkleri mağlüp etmek için planlar hazırlamalarını emretti. Bunun üzerine sarayın yüksek memurlarından Lu Fu'nun imparatora sunduğu raporda çare olarak: 1- "Barbarları" birbirine karşı tahrik etmek, 2- "Barbarları" iki cephede birden savaşa zorlamak, yolları tavsiye ediliyor ve M.Ö. 36 yılında Çi-çi'nin böyle yenildiği hatırlatılıyordu.

    Bu arada, 649'dan beri Çin ile siyasî münasebetler kurmuş bulunan Basmıl'lar tekrar itaate alındı (704) 709'da Çik'ler (Yukarı Kem-irtiş arasında. Kırgızların komşusu) ve Isık göl batısında Az'lar Bilge tarafından hakanlığa bağlandı. Gök-Türk ordularının uzaklarda meşgul olmasını fırsat bilerek başkaldırmağa kalkışan Kırgızlar da Bilge-Kül Tegin idaresinde "mızrak boyu kar sökerek Kögmen dağlarını aşan" Gök-Türk orduları tarafından Songa ormanında ikinci defa mağlüp edildi (710). Aynı yıl içinde Tola ırmağı civarındaki Bayırkular, Türgi-yargın gölü savaşında bozguna uğratıldı. 711 yılında, yine itaatten çıkmış olan Türgişler darbelendi; "ateş ve fırtına" gibi saldıran Türgiş kuvvetleri mağlüp edilerek, Türgiş yabgu'su, şad'ı ile birlikte, tabi "kagan" durumundaki So-ko öldürüldü, "Kara Türgiş" itaate alındı. Bars Beğ, Türgiş "kagan"ı tayin edilerek Bilge'nin kızkardeşi ile evlendirildi ve Maveraünnehir'e bir yürüyüş yapıldı; sebebi, kitabelere göre, "Sogdak (Semerkand bölgesi) kavmini tanzim etmek" idi. Bu seferin icra edildiği yıllar (711-714) Maveraünnehir'de meşhur Kuteybe b. Müslim idaresindeki Arab ordularının kesin başarılar sağladığı devre tesadüf eder. Kuteybe, Buhara'yı aldıktan sonra Sogd başkenti Semerkand üzerine yiirümüş, 300 muhasara makinesi ile kuşattığı şehri, Türk asıllı "kıral" Gürek'i serbest bırakmak şartı ile, teslim almıştı (93/711-712). İslam kaynaklarında bu münasebetle Maveraünnehir halkının Türk "hakan"ından yardım istediği, böylece Araplarla mücadele eden müttefik Maveraünnehir kuvvetlerinin başında bulunan "Hakanın oğlu"nun bir gece baskınında bozguna uğradığı bildirilmektedir. Bu kayıt Gök-Türklerle ilgili sayılmış ve mağlüp olanın Kül Tegin olduğu iddia edilmiş veya mağlüp olan "Gök-Türk prensi'nin mutlaka Kül Tegin olması gerekmediği beyan edilmiş ,son olarak da Kap-gan Kagan'ın mağlüp olduğu ileri sürülmüştür . Gerçekte ne Kapgan'ın, ne Bilge'nin, ne de Kül Tegin'in o sırada Maveraünııehir'e gelmeleri mümkün idi, zira onlar, o tarihlerde hakanın şiddetli tutumundan dolayı isyan eden Türgiş ve Karluklarla meşgul bulunuyorlardı (711-714). Tonyukuk da 750'den beri faal vazifeden çekilmişti. Esasen yukarıdaki iddialar (bahis konusu rivayetin kumandan Kuteybe'nin mensup olduğu Bahila kabilesinden çıkmış olması, fakat bu devir Maveraünnehir İslam harekatı bakımından ana kaynak durumundaki îbn ül-A'sam il-Küfî'de böyle bir rivayetin geçmemesi, Orhun kitabelerinde bir savaştan değil, sadece bir "tanzim" keyfiyetinden bahsedilmesi ile bu husustaki Çin kaynaklarının karşılaştırılmasından Gök-Türk ordularının başka yerlerde bulunduğunun tesbiti sebebleri ile) doğrulanmıştır. Bu duruma göre, 712 yılında Sogd kuvvetleri başında Araplara yenilen kumandanın bir Türgiş "han"ı (daha doğrusu bir Türgiş başbuğu) olabileceği neticesine varılmıştır .

    Kapgan Kagan'ın gittikçe şiddetini artıran müsamaha tanımaz sert tutumu huzursuzluğu artırıyor, gördüğümüz gibi, bilhassa Türk boylarının ayaklanmalarına yol açıyordu. Isyan edip Kengeres (Seyhun kıyıları. Kangahlar veya Keng-külüler memleketi? )'e doğru giden bir kısım Türgiş kütleleri (Kara Türgişler), 711 yılında "atların zayıf, azığın yok" olduğu güç şartlara rağmen Kül Tegin tarafından bastırılmış ise de aynı yılda başlayıp üç seneden fazla süren ve Çin'in tahriki neticesinde Karlukların katılmaları ile iyice alevlenen isyanlar hayli güçlük çıkardı. İmparator Çung-tsung'un Kan-su eyaletlerindeki ordularını Gök-Türklere karşı seferber hale getirdiği bu sıkıntılı günlerde, "Türkistan"daki yurtlarından kalkarak Ötüken'e kadar sokulmağa muvaffak oldukları anlaşılan Karluklar ve muttefikleri ancak Kapgan, Bilge vc Kül Tegin'in ortak harekatı ile Tamıg Iduk-başdaki şiddetli savaşta (713) mağlüp edilerek dağıtılabildiler. Bir kısım Karluk kütlesi ve başkaları Çin'e sığındılar ve San-yuan bölgesine yerleştirildiler Tamıg Iduk-baş muharebesi tam zamanında kazanılmış, Gök-Türkleri iki cephede savaşmağa mecbur etmeyi hedef alan Çin kuvvetlerinin Karluklar lehine müdahale etmesi önlenmişti. Şimdi de Çin hazırlığını saf dışı etmek gerekiyordu: Çin yığınak merkezi Beş-balık üzerine sefer yapıldı (714). Çin kaynaklarının belirttiği üzere, İnel ile T'ung-o Tegin ve hakanın eniştesinin kumandasında sevkedilen ordu, Beş-balık'ı kuşattı. Kitabelere göre Bilge'nin de katıldığı bu harekatta şehir ele geçirilemedi ise de, kanşıklıktan faydalanarak Soei-se (Tokmak şehri. Isık-gölün ku-zey-batısı)'daki Türk kabileleri üzerinde bir başarı kazanmakla iktifa eden Çinlilerin Gök-Türklere karşı büyük ölçüde taarruzu ortadan kaldırılmış oldu.

    Ancak hakanlık bir kazan gibi kaynamakta idi. Kitabelerdeki "Amcam Kagan'ın idaresi karışıklık içine düştüğü, halkta ikilik ortaya çıktığı zaman..." gibi ifadeler durumu açıklamağa yeter. Az'lar ve arkasmdan îzgiller şiddetle ezildi (715)4 . Fakat hakanlığın esas kütlesini meydana getirdiği için devleti temellerinden sarsarak, nihayet ihtilale sebep olan Oğuzlarm isyanları Gök-Türk içtimaî bünyesinde derin yaralar açtı ve en büyük neticesi batı (On-ok ülkesi ve Maveraünnehir)'nın hakanlıktan kopması oldu. 714 yılı sonbaharında başladığı anlaşılan Oğuz ayaklanmalannın -Oğuzlann devlete olan nisbetleri dolayısiyle- hayretle karşılandığı kitabelerden sezilmektedir: "Dokuz-oğuz bodun'u kendi bodun'um idi, gök ve yer karıştığı için, düşman oldu". 715 baharında Kapgan'ın açmak zorunda kaldığı Do-kuz-oğuz seferinde mağlup edilen ve hayvanları öldürülen Oğuzlardan bir kısmı Çin'e sığındı. 716 senesinde Oğuz boylarından Bayırkular şiddetle tenkit edildi. Fakat bu, ömrü boyunca durup dinlenmeyen haşin tabiatlı Kapgan Kagan'ın seri halindeki zaferlerinin sonuncusu oldu. Kendinden emin, Ötüken'e dönerken yolda Bayırkuların pususuna düştü ve öldürüldü (22 Temmuz 716). Asilerin Çin ile temas halinde oldukları, bu sırada onlar nezdinde bir Çin elçisinin bulunmasından anlaşılıyor. Hatta rivayete göre Kapgan'ın kesilen başı bu elçi tarafından Çin'e götürülmüştür.

    Kapgan'm yerine geçen oğlu İnel (Böğü), hakanlığın bu buhranlı devrinde devlet dizginlerini tutacak kudrette değildi. Karışıklığı önleyememiş, yurda huzur getirememişti. Halbuki Türk halkı bu hizmetleri hakandan beklerdi. Oğuzlar büsbütün alevlendikleri için devleti kurtarmak işi, îlteriş'in oğullan, sol Bilge elig'i olan Bilge ile Kül Tegin'in omuzlarına yüklenmişti. 716 yılında Kül Tegin beş Oğuz seferi yapmış (Togu-balık, Kuçlaguk, Urgu /veya Antırgu?/, Çuş-başı, Ezgenti-kadız savaşları. Bunlardan 2.'de Edizlerle, 4.'de Tongralarla savaştı) ve seferlerden dördüne Bilge de katılmıştı. O sene büyük ölçüde hayvan telefatına sebep olan kıtlıkta bile Bilge sefer halinde idi. Ötüken üzerine yürüyen Üç-oğuzlar Kül Tegin tarafından püskürtüldü. Dokuz-Tatarlarla ittifak ederek hücuma geçen Oğuzlar Agu'da cereyan eden iki savaşta bozguna uğratıldı ve Oğuz kütleleri, Çin sınırına doğru çekildiler. Uzayıp giden bu savaşlar dolayısiyle kitabelerde Gök-Türk ordusunun takattan düşüp cesaretini kaybettiğini belirten ibareler vardır. Olup bitenler yeni hakanın beceriksizliğine atfolunuyor ve halkta, Tanrı tarafından hakanlık yetkisinin ondan geri almdığı kanaati uyanıyordu. Ül-kenin felaketten kurtulması için hakanın değişmesi lazımdı. Çin kaynaklarındaki izahata göre, herhalde Bögü'nün direnmesi neticesi, değiştirme zor kullanılarak yapıldı. înel Kagan, kardeşi, akrabaları, beyleri ve taraftarları öldürüldü. îhtilal planı, iki kardeş, Bilge ve Kül Tegin tarafından hazırlanmış, fakat Kül Tegin tarafından icra edilmişti.

    Bilge, kagan oldu (716-734. Tengri teg Tengride bolmış Türk Bilge). "Sol Bilge elig"liğe getirilen Kül Tegin de Gök-Türk ordulannın tanzimini üzerine aldı. 705 yılından beri Yargu (yüksek mahkeme) üyeliği yapmakta iken , Bilge'nin kayınbabası olduğu için ihtilal sırasında dokunulmayan Tonyukuk da tekrar eski vazifesi olan "aygucı" (Devlet Mec-lisi Başkanlığı)lığa getirildi. Fakat umumî bir yorgunluk, bezginlik vardı:

    "Tanrı Türk kavmi yaşasm diye beni tahta oturttu... İçte aşsız, dışta giyeceksiz bir kavme kagan oldum. Babamızın, amcamızm kazandıgı milletin adı, sanı unutulmasın diye kardeşimle sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kül Tegin ile ve şad'larla ölesiye çalıştık..." Mücadele şiddetle devam ediyordu. 717'de Uygur îlteber'i ile (Kargan savaşı), 718'de tekrar isyana teçebbüs eden Karluklar ile savaşıldı ve başarıya ulaşıldı.

    Bilge Kagan Çin ile iyi geçinmek arzusunda idi. Bunun lüzumuna, Çin'in kuvvetli, Gök-Türklerin ise yorgun ve ihtimama muhtaç olduğu hususundaki Tonyukuk'un da kanaati neticesinde inanmıştı. Fakat sığıntı Gök-Türk prensesi ile etrafındakileri 718'de Bilge'ye karşı savaça teşvik eden ve aynı zamanda K'i-tan ve Tatabıların askerî desteğini sağlayan Çin, Beş-balık'taki Basmıllar ile de anlaşmıştı. Nazik durum büyük devlet adamı ve stratejist Tonyukuk tarafından kurtarıldı. Onun planı, sevk ve ida-esi altında önce Basmıllar mağlüp edilip Beş-balık kuşatıldı, sonra da yalnız kalan Çin şiddetli bir darbe ile baskı altına alındı: Şan-tan (Kan-su'da) savaşında Çin ordusu bozguna uğratıldıktan (Eylül 720) ve Beşbalık zaptedildikten sonra Kan-çu, Yüan-çu, Liang-çu bölgeleri 10 sefer yapılarak ele ge-irildi. K'i-tanlar ve Tatabılar saf dıı edildi (722-723). Karluk İl-teber'i memleketi terk etti ve orada Bilge, halk tarafından sevinçle karşılandı. Hakanlık eski zindelik ve itibarını kazanmıştı. Bütün doğu ve Tarbagatay'a kadar batı, hakanlık idaresinde idi. Hatta Bilge, 717 karışıklığında Ötüken ile ilgisini kesip müstakil bir devlet durumuna girmiş olan Türgiş bölgesini bile kendine tabi saymakta idi. Bu başarılar üç Gök-Türk büyüğünün:
    Tonyukuk, Bilge, Kül Tegin'in azim ve gayreti ile elde edilmişti. Çin de şüphesiz durumun farkında idi. 725 yılında imparator Hüan-tsung'un başkanlığında yapılan bir toplantıda şöyle konuşuluyordu: "...Gök-Tiırklerin ne zaman, ne yapacakları bilinmez. Kultigin Bilge iyidir, millelini sever, Türkler de ondan memnıındurlar... Kül Tegin harp san'atının ustadıdır, ona karşı koyacak bir kuvvet güç bulunur... Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir, niyetleri, kurnazlıgı çoktur. İşte şimdi bıı üç "barbar" aynı anlayışta olarak bir aradadırlar..." 721 yılındaki Gök-Türk barış teşebbüsüne kalabalık bir ordu teşkiline girişmekle cevap vermiş olan Çin imparatoru Hüan-tsung artık o teklifi müsbet karşıladığını bildirebilirdi. İmparator tarafından Ötüken'e gönderilen elçiyi Bilge hakan, hatun'un, Kül Tegin'in, Tonyukuk'un ve diğerlerinin hazır bulunduğu mecliste kabul etti (725).

    Büyük Türk devlet adamı Tonyukuk ile ilgili son bilgi 725'deki bu haberdir. O, herhalde bu tarihten az sonra ölmüş olmalıdır. Gök-Türk istiklal savaşı hazırlıklarından itibaren îlteriş, Kapgan, Bilge zamanlannda devlete 46 yıl hizmet eden, savaşlannda hiç başansızlığa uğramayan, "Boyla Baga înançu Yargan Apa Tarkan" ünvanlanm taşıyan, "bilge" ve stratejist To-yukuk hakanlığın ordusunu, adliyesini tanzimde başta geliyordu. Çin kaynaklannda bile bu meziyetleri belirtilmekte ve "Aygucı" olarak devletteki büyük rolünü, o çağın dinî, kültürel cereyanlarını nasıl yakından takip edip Türk milleti açısından değerlendirdiğini gösteren deliller verilmektedir: Bilge Kagan, Çin'de olduğu gibi Türk ülkesinde de, şüphesiz savunma maksadı ile, şehirleri surlarla çevirtmek, hisarlar yaptırmak istiyordu. Tonyukuk itiraz etti: "Bunlar olmamalı. Biz ömrünü sulu ve otlu bozkırlarda geçiren hir milletiz. Bıı hayat bizi daima bir harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türklerin sayısı Çinlilerin yüzde biri bile degildir. Başarılarımız yaşayış tarzımızdan ileri gelir. Kuvvetli zamanlarımızda ordular sevk eder, akınlar yaparız. Zayıf isek, bozkırlara çekilir, mucadele ederiz. Eger kale ve surlar içine kapanırsak, T'ang orduları bizi kuşatır, ülkemizi kolayca istila eder..." Bilge'nin diğer bir düşüncesi de memlekette Budist ve Taoist tapınaklar inşa ettirerek bu din ve felsefeyi Türkler arasında yaymaktı. Tonyukuk şöyle dedi:
    "Her ikisi de insandaki hiikmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğraıır. Kuvvet ve savaşçılık yolu bıu değildir. Türk milleti'ni yaşatmak istiyorsak, ne bu talimlere, ne de tapınaklarma ülkemizde yer vermemeliyiz" Kaynağın (T'ang-shu) ilave ettiğine göre, bu tavsiyelerdeki derin mana Gök-Türk başkentinde iyi anlaşılmıştır. Bugün Batılı araştırıcılar tarafından Tonyukuk'a "Gök-Türk Bismarck"ı denilmektedir.

    Tonyukuk öldükten sonra, hatırasına, Orhun'da Bayın-çokto mevkiinde bir kitabe dikilmiştir (herhalde 726-727'lerde). Yalnız Türklerden kalma bir millî tarih kaynağı olarak değil, aynı zamanda, Türk dili ve edebiyatının uzun ve kolayca okunabilen ilk abidesi olarak da kültür tarihinde mühim yer tutan bu kitabe metninin bizzat Tonyukuk tarafından kaleme alınmış olması ihtimali, Aygucı, bilge Tonyukuk'a Türk edebiyatının adı ve şahsiyeti bilinen ilk siması olmak şerefini kazandırmaktadır.

    731 yılında da prens Kül Tegin öldü (27 Şubat 731) 47 yaşında idi. 7 yaşından beri ömrünü Türk milletinin yücelmesine hasreden, cesareti, savaşçılığı hem Türk, hem Çin vesikalarında övülen Kül Tegin'in büyük kahramanlıklanndan biri, Gök-Türk başkentinin 716'da Üç-oğuzlar tarafından basıldığı zaman görülmüştü. Bilge Kagan anlatıyor: "Anam hatım, büyük analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim cariye olacaktı, ölenler yolda kalacaklı. Kül Tegin karargahı vermedi... 0 olmasa idi hepiniz ölecektiniz..."Ölümü hakanlıkta büyük üzüntü yaratan kahraman hakkında kitabelerde şu samimî ifadeler yer almıştır (Bilge'nin ağzından): "..Küçük kardeşim Kül Te-gin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu... Zamamn takdiri Tanrı 'nındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır. Yaslandım, gözden yaş, gönülden feryat gelerek yanıp yakıldım... Milletimin gözü, kaşı (ağlamaktan) fena olacak diye sakmdım". Çin'de de aynı üzüntü duyulmuş, imparator hususî elçi ile Ötüken'e baş sağlığı mektubu göndermiş, Kül Tegin'in hatırasına dikilecek abidede Çince bir metnin de bulunmasını arzu etmişti. Bilge Ka-gan'ın isteği ile hazırlanan Kül Tegin kitabesinin Türkçe metnini Hakanın ve Kül Tegin'in "atı"sı (atabey'i) Yollıg Tegin yazmış ve 20 günde taşa kazdırmıştı. Gök-Türk tarihi, kültürü ve Türk dil ve edebiyatı yönlerinden emsalsiz bir değer taşıyan bu kitabe ile birlikte Kül Tegin'in anıt-kabri ve içindeki nakış ve tasvirler tamamlanmış ve büyük cenaze töreni 1 Kasım 731 günü ("Koyun" yılının 9. ayının 27'si) yapılmıştır. Törene Gök-Türk halkı ve ileri gelenlerinden başka Çin, K'i-tan, Tatabı, Tibet, İran-Soğd, Buhara, Türgiş, Kırgız vb. devlet ve kavimleri hususî hey'etlerle katılmışlardır
    Iki büyük yardımcısını kaybeden Bilge'nin, 734 yazında K'i-tan ve Tata-bılara karşı Töngkes dağında kazandığı zafer dışında bir faaliyeti görülmemektedir. 727 yılında Bilge, hakanlık hükümet üyesi (Bakan) Mei-lu ç'o'yu Çin'e göndermiş ve imparator tarafından itina ile ağırlanan elçinin temasları neticesinde So-fang (Ling-çu'da) şehrinin Gök-Türklerle serbestçe ticaret yapılabilecek ortak pazaryeri olması için anlaşmaya varılmıştı. 734'de Çin'e gönderilen Türk elçisi, Hakan'ın ötedenberi üzerinde durduğu, bir Çinli prenses ile evlenme talebini kabul etmiş olan imparatora teşekkür



    mektubunu götürüyordu . Fakat bu evlenme gerçekleşmedi, çünkü Bilge yukarıda adı geçen Buyruk-çor tarafından zehirlendi. Ölünceye kadar, başta bu nazır olmak üzere işbirlikçilerini bertaraf eden Bilge nihayet 25 Kasım 734'de öldü, 50 yaşında idi. 19 sene "Şad" ve 19 yıl kagan olmuş, Çin kaynaklannda da belirtildiği üzere, "Turk milletini çok sevmek" ile temayüz etmiş idi. Türk milletinin ebedîliğine olan inancını "Ey Türk milleti, üstle gök yıkılmaz, altta yer delinmezse, devletini, töreni kim bozabilir?" diye ifade eden ve doğuda Şantung ovasına, güneyde Tokuz-ersin, batıda Demir Kapıya, kuzeyde Yır-bayırku sahasına kadar seferler yaptığını hatırlatan Bilge, oğlu tarafından diktirilen kitabede şunları söylemektedir: "... Üstte Tanrı, aşagıda yer buyurdugu için, milletimi, gözünün görmedigi, kulağının duymadığı ileri gün doğusuna, geri gün batısına, beri gün ortasına, yukarı gece ortasına kadar götürdüm. Altın 'ın sarısını, gümüşün beyazını, ipegin halisini, atın aygırını, kakım'ın siyahını, sincab'ın gökünü milletime, Türklerime kazandırdım". Bilge Kagan'ın ölümü, Kül Tegin'in üzüntüsü içinde bulunan Türk halkını büsbütün yasa boğdu. Çin imparatoru da ülkesinde matem ilan ederek, taziyetlerini bildirdi. Bilge için bir anıt-kabir inşasına ve bir kitabe dikilmesi hazırlığına başlandı. Metni yine Yollıg Tegin kaleme almış ve bir ay dört günde taşa işletmişti. Çin imparatorunun arzusu üzerine buraya da Çince bir kitabe ilave edildi (735) . Bilge için cenaze töreni 22 Haziran 735'de ("domuz" yılının 5. ayının 272'si) yapıldı.

    Bilge'nin ölümü üzerine Gök-Türk hakanlığında çöküş belirtileri kendini gösterdi. Babasının yerine tahta Tengri Han İ-yan (veya Yi-Yan) geçti. 740 yılında Gök-Türk tahtında yine "Tengri Han" diye anılan bir kagan vardı ve bu, Bilge'nin oğlu idi Hakan çocuk denecek yaşta olduğu için idare annesi (Tonyukuk'un kızı) P'o-fu'nun elinde idi. Hatun devlete hakim olamadı, hanedan üyeleri birbirine düştü ve huzursuzluk bütün yurda yayıldı. Durumdan faydalanan Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar birleştiler ve vaziyete hakim olur olmaz, Aşına ailesinden gelen Basmıl başbuğunu "kagan" ilan ettiler (742) ve Gök-Türk hakanı Ozmış (Wu-su-mi-şi)'ı, sonra da onun küçük kardeşi, son Gök-Türk hakanı, Po-mei'yı öldürdüler. Bu arada müttefiklerin araları açıldı. Basmıl başbuğu (kagan) ortadan kaldırıldı ve Uygur ilteberi (Yabgu Ilteber = Kieh-li tu-fa) kagan ilan edildi: Kutlug Bilge Kül (745). Ötüken'de Uygur Türk devleti başlıyordu. Bununla beraber, Gök-Türk çağının bazı aileleri, hatta Tonyukuk soyundan gelenler, Uygur devletinde ve sonraki Moğollar devrinde bile ehemmiyetlerini muhafaza etmiş görünmektedirler.




  • ASYA HUNLARI

    Türk göçlerinin doğu yönünde devam ettiği asırlarda Çin'de kurulan Chou devletinin (M.Ö. 1050-256) Türklerle ilgisi üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülalesinde Gök dini, Güneş ve yıldızlann kutlu sayılması gibi inançlarla, askerî kuvvette harp arabalannın bulunması ve devletin daha çok Türklerle meskün bölgede (Şensi, Batı Şansi, Kansu) kurulmuş olması çeşitli ilim dallarından bazı bilginleri (F. Hirth, B. Karlgren, Ed. Chavannes, J. C. Anderson, R. Wilhelm, W. Eberhard vb.) bu hanedanın aslen Türk olabileceği, veyahut devlette Türk unsurunun hakim bulunduğu düşüncesine sevk etmiçtir (61) Bununla beraber, aslında daha ziyade Türk kültürü tesiri fazla belirli bir Çin devlet ve cemiyeti gibi görünen Chou devletine ait bu faraziye kesinlik kazanıncaya kadar Asya Türk tarihini Hunlaria başlatmak yerinde olacaktır.

    Çin kaynaklarında M.Ö. 4. asırdan itibaren Türklerle birlikte Moğol, Tunguz soyundan bazı gruplann başındaki "Kuzey barbarları hanedanı"nı belirlemek üzere Hiungnu (Hsiungnu) diye anılan kütlenin hangi soydan oldukları hakkında türlü görüşler ileri sürülmüştür: Bu görüşlerde, eskiden, Çin kaynaklannın Hiungnularla ilgili olarak verdikleri örf, adet ve ekonomik faaliyetlere ait iyi incelenmemiş bilgi dikkate alınmış, son zamanlarda ise hayli ilerleyen dil ve kültür araştırmaları esas teşkil etmiştir. Bunlara göre, Hiungnular Türk'tür (J. De Guignes, 1757; J. Klaproth, 1825; F. Hirth, 1899; J. Marquart, 1903; P. Pelliot, 1920; 0. Franke, 1930; Gy. Nemeth, 1930; McGovern, 1939; R. Grousset, 1942; W. Eberhard, 1942; B. Szasz, 1943; L. Bazin, 1949; F. Altheim, 1953; H.V. Haussig, 1954; W. Samolin, 1958; 0. Pritsak, 1959; G. Clauson, 1960 vb.). K. Shiratori (62) önce Türk kabul etmiş, sonra(63) da Moğol olduklannı söylemiştir(64). L. Ligetiye göre Hiungnuların kimliğini tesbit etmek müşküldür. A. v. Gabain(66) Türk-Moğol karışımı oldukları fikrindedir. Her ne kadar, Hiungnuların büyük imparatorluğunda Türkler yanında Moğol, Tunguz vb. yabancı kavimlerin de yer almaları tabiî ise de, devleti kuran ve yürüten asıl unsurun Türk olduğunda şüphe yoktur. Bu devlette, aslında orman kavmi olan Moğol ve Tunguz değil Türk bozkır kültürü hakim olup(68) Gök Tanrı'ya inanılıyor (aslında totemci olan Moğollara Tanrı sözü sonra Türklerden intikal etmiştir. Aile "baba hukuku" üzerine kurulu bulunuyordu.

    Nihayet Hiungnu devletınde idareci zümre ve hanedanın dili Türkçe idi Siyasî ve kültürel münasebetler vesilesi ile Çin yıllıklarında Hiungnu dilinden zapt edilen şu kelimeler: Tanrı, kut, börü, il (el), ordu, tuğ, kılıç vb. Türkçe olup Türk dilinin en eski yadigarlarındandır . Ve nihayet devletin sahipleri kendilerine, Türkçe'de "kavim, halk" manasından olan "Hün" (Khun=/tü/ı) diyorlardı . "Hun" adı, bir görüşe göre, M.Ö. 1. bin başlarında Kwan, Gun, 5. asırdan önce Kun, 43. asırlarda ise Khun telaffuz edilmişti. Ağırlık merkezinin, Orhun-Selenga ırmaklan ve Türklerce kutlu ülke sayılan Ötüken havalisiOngm ırmağı üzerindeki Karakum ile Ordos bölgesi arasında bulunduğu anlaşılan Hun siyasî birliğinin kesin tarihini M.Ö. 4. asırdan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır. Hunlarla ilgili en eski yazılı vesika olarak M.Ö. 318 yılında yapılan bir anlaşma zikredilmiştir. O zaman Chou iktidarının zayıflaması sonucu meydana çıkan 14 kadar büyük derebeyliğin mücadele sahası olan Çin'de birbirleri ile savaş halindeki bu feodal "muharip devletler"den Ch'in (Ts'in)'in gittikçe kuvvetlenmesinden endişelenen komşu beş "krallık" (derebeylik) zikredilen yılda Hun birliği (Hiungnu) ile ittifak andlaşması yapmıştı. Hunlar daha sonra Çin topraklarında baskıyı artırdılar. Mahallî hanedanlar, uzun müdafaa savaşları sırasında, korunmak maksadı ile, meskün sahaları ve askerî yığınak yerlerini surlarla çeviriyorlardı. Chou'lardan iktidan M.Ö. 256'da tamamen devralan Ch'in devleti(Şensi'de)'nin ünlü hükümdan Shihhuangti (M.Ö. 247-210) kuzey taarruzlarına karşı sınırlarını büsbütün kapamak için, surların iç kısımlarını yıktırarak elde ettiği malzeme ile dış surları birbirine bağlamak ve boş yerleri tamamlatmak sureti ile meşhur Çin Seddi'm (15 m. yükseklik, 9 m. genişlik, düz bir hat halinde uzunluk 1845 km.) meydana getirdi (M.Ö. 214)Böylece Çinlilerin en tesirli korunma tedbiri aldıklarına kanaat getirdikleri bu sırada iki mühim hadise vuküa geldi: Çin'de uzun müddet dirayetli imparatorlar yetiştiren Han sülalesi (îlk Han M.Ö. 206 M.S. 22, İkinci Han M.S. 24220)'nin kurulması ve Hun devletinin başına da Mo-tun (veya Maotun, Mavdun; eski okunuşlar: Moduk, Meitei, Mote, Mete)' un geçmesi (M.Ö. 209).

    Çin kaynaklarında Hunların Tuku (=Türk?) adlı aile veya kabilesine mensup olduğu bildirilen Mo-tun (Beğtun), kendi oğlunu tahta getirmeği tasarlayan üvey anasmın teşviki ile babası T'uman tarafından tahttan mahrum bırakılması teşebbüsü karşısında, emrindeki demir disiplin altında yetiştirilmiş 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında Tuman'ın öldürülmesi üzerine Hun hükümdan ilan edilerek (M.Ö. 209-174), Hun dilinde "imparator" manasında "sonsüz genişlik, yucelik, ululuk" ifade eden ve Asya Türk devletlerinde 6 asır kadar kullanılan Tanhu (türlü okuyuşlar: Tanju, Jenuye, Şanu ve son olarak, aynı Çince işaretin bugünkü söyleniçi ile Şanyü, Şany) unvanını aldı(78). Devletini yeniden düzenledi ve kendisini iyi tanımadıkları anlaşılan Tunghu'lann (doğudaki Moğol-Tunguz kabileler birliği) ısrarla toprak talepleri karşısında savaş açarak onları perişan etti. Böylece hakimiyetini kuzey Peçili'ye kadar genişlettikten sonra, Orta Asya'da Tanrı dağlarıKansu havalisindeki, Hind-Avrupa menşeli sanılan Yüeçi (Yüehch'ih)leri (79) mağlüp etti (M.Ö. 203). O sırada Hun devleti "Sol Bilge elig'i"nin Shangku'da "Sağ Bilge elig'i"nin Shangkün(Şensi)'de ikamet ettiği tahmin edildiği bu dönemde Mo-tun, daha sonra, Çin topraklanna yöneldi, 3 yıl kadar sürdüğü anlaşılan (201-199) bu savaşlarda Mai, Taiyuan bölgelerini zapt etti. Han sülalesinin kurucusu împarator Kaoti (M.Ö. 206-195)'nin 320 bin kişilik ordusunu, Paiteng'de bozkır usülü sahte ric'at gösterisi ("Türan Taktiki" bk. aş. Kültür: Ordu) ile çember içine aldı. împarator, bozkır bölgelerinin Hun devletine terki, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllıkvergi şartları ile kendini ve ordusunu kurtarmağa muvaffak oldu81. Doğu Asya tarihinde iki büyük devlet arasında akdedilmiş ilk milletlerarası mukavele olduğu belirtilen bu andlaşma82 (M.Ö. 201) gereğince Mo-tun'un bir Çin prensesi ile de evlenmesi sonucu Çin ile dostluk havası içinde, împaratoriçe Lü (M.Ö. 195-179) ve împarator Wenti (M.Ö. 179-157) zamanlarında da devam etmiş olan ticarî münasebetler geliştirilirken, Mo-tun, Baykal gölü kıyılanndan îrtiş yatağına kadar olan bozkırları ve daha batıdaki Tingling'ler, bazı Ogur (Hochieh = 0k'ue) kollan ile meskün araziyi, kuzey Türkistan'ı zaptetti ve oradaki Yüeçi'lerin komşusu Wusun'lan himayesine aldı. Bu suretle büyük Hun hükümdarı o çağda Asya kıt'asında yaçıyan Türk soyundan hemen bütün topluluklan kendi idaresinde tek bayrak altında toplamış oluyordu. împaratorluk sınırlannın doğuda Kore'ye, kuzeyde Baykal gölü ve Ob, îrtiş, îşim nehirlerine, batıda Aral gölüne, güneyde Çin'de Wei ırmağı Tibet yaylası Karakurum dağları hattına ulaştığı bu tarihlerde Hunlara tabi olanlar arasında Moğollar, Tibetliler, Tunguzlar ve Çinliler de vardır. Mo-tun tarafından Çin hükümetine gönderilen M.Ö. 176 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre, yalnız îç Asya'da Türk devletine bağlı kavim ve şehirdevletçiklerinin sayısı 26 idi ve hepsi, Tanhu'nun ifadesi ile "yay geren"lerle "tek bir aile" halinde birleşmişlerdi.

    Mo-tun M.Ö. 174 yılında öldüğü zaman, sivil ve askerî teşkilatı, iç ve dış siyaseti, dini, ordusu, harp tekniği ve san'atı ile yüksek vasıflı bir cemiyet halinde, daha sonraki bütün Türk devletlerine örnek olan, tarihi kesin ilk Türk siyasî teşekkülü; "Büyük Hun Devleti" kudretinin zirvesinde bulunuyordu. Görüldüğü üzere bu devlet, idaresindeki kısıtlı tarım sahalarına karşılık, daha ziyade, otlağı bol, besiciliğe elverişli bozkırlar bölgesinde kurulmuştu. Ekonomisinin temeli başta at olmak üzere, hayvan yetiştiricilik idi. Buna göre sosyal durumu da, toprağa bağlı "köylü" kültüründeki geniş arazi sahibi Çin "gentry" tabakası ile köle sınıfından çok farklı idi. Ne malikanelere, ne de toprak kölelerine rastlanmayan Hun bölgelerinde halk, kan akrabalığı ile birbirine bağlı ailelerin meydana getirdiği sosyal ve siyasî birlikler olarak disiplinli ve kendilerini müdafaa için daima silahlı kabileler (boylar) halinde yaşıyor ve devlet bu kabile birliklerinin (bodunlar) kendi aralarında sıkı işbirliği yapmalanndan doğuyordu. Devlet, bu kuruluşu icabı ve bilhassa ordunun Mo-tun tarafından tanziminden sonra merkezden idare edilen bir "askerî teşkilat" niteliği kazanması sebebi ile askerî karakterde idi ve gerekli şartlar (bozkırda eğitilmiş olmak, at ve silah) hazır olduğu için de fütühata açıktı. Bu yönden de "köylü" Çin devletinden ayrılıyordu. Çin'de esas rejim "feodalite" olduğu halde , Hun devletinde merkeziyetçilik dikkati çekecek kadar belirli idi. Küçük memurlar ve bazı müşavirler belki Çinli idi, fakat emirlerindeki silahlı kuvvetlerle aynı zamanda birer kumandan olan bütün yüksek görevliler ile birinci derecede sorumlu makam sahipleri hep Hun asıldan oldukları gibi, devlet teşkilatının da (mesela, sağsol veya doğubatı taksimatı vb.) Çinlilik ile hiç ilgisi yoktu ; Mo-tun tarafından gerçekleştirilen ve toplulukta kabilecilik gayretlerini kırarak adeta devlete millî topluluk havasını getiren ordudaki 10'lu tertip de Türk idi . Esasen devletin millî karakterinin korunmasına dikkat edildiğine dair bazı davranışlar göze çarpıyordu: Mesela Paiteng'de imparator idaresindeki Çin ordusunu kuçatan Mo-tun'un, Çin içlerine dalarak bozkırdan uzaklaşmasına zevcesi ve herhalde devlet meclisi tarafından engel olunmuştu. înanç yönünden de ne Moğol totemciliği, ne de Çin toprak tanrıcılığı ile ilgisi bulunmayan bozkır Türk GökTanrı itikadındaki Hun devleti'nin meydana geliçinde "Çin imparatorluğu"nun model olduğuna dair yaygın görüş normal ölçülerdeki karşılıklı kültür tesirleri dışında doğru sayılmamalıdır. Zira bu düçüncenin gerekçesinde ileri sürülen, "Hiungnu hükümdarının, tıpkı Çin imparatoru gibi Gök'ün (Tanrı'nın) oğlu olarak görünmek ve Çin'dekine benzer saray erkanına sahip olmak lüzümu" Hun devleti için zarürî değildi. Önce, devlet Çin topraklannda değil, "Hiungnu"lar sahasında kurulmuştu;dolayısiyle Çin meçrüiyet prensiplerini bu devlette aramakta isabet yoktur. Ikincisi, Mo-tun'un "Gök'ün oglu" diye bir unvan takındığı çüphelidir, çünkü onu tavsif eden: T'engli Koto (aynı Çince işaretin bugünkü söyleniçi ile, Ch'engli kut'u) Tan/ıu91 tabirindeki çimdiye kadar "oğul" manasına geldiği sanılan ikinci kelimenin "kut" (siyasî iktidar) demek olduğu anlaçılmıçtır (bk. aş. Kültür: Kut). Üçüncüsü, Çin devletinde "Gök'ün oğlu" kavramı da aslen Çin değil, Türk mençelidir. (Tafsilen bk. aş. Kültür: Hükümranlık). Bütün bunlardan dolayı, Mo-tun zamanında kesin şeklini aldığı görülen Büyük Hun devleti, etnik yönden ve hakimiyet anlayıçı, sosyal yapısı, idarî ve askerî küruluçları (sosyopolitik üniteler, devlet meclisi= toy, sağsol teçkilatı, bilge elig'ler vb.) dini ve dünya görüçü ile, Türk milletinin tarih ve kültüründe feyizli etkilerini iki bin yıl sürdüren bir ana kaynak durumundadır. Bu itibarla, Türk ve dünya tarihinde çok büyük önem taşır.

    Mo-tun'un oğlu tanhu Kiok (Chiyü. /Kök?/ veya Laoshang M.Ö. 174160) Hun imparatorluğunun bu büyüklüğünü muhafaza etmeğe çalıçtı. Yurtlanndan oynattığı Yüeçi'lerin Afganistan'a giderek Baktria (Belh) bölgesinde vaktiyle îskender tarafından kurulmuç olan Grek hakimiyetine son verdikleri tarihte (M.Ö. 166), kalabalık ordusu ile Çin'e girerek başkent Ch'angan yakımndaki imparator sarayını yakan Kiok, bu seferdeki gayesine uygun olarak Çin ile iktisadî iliçkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için, bir Çin prensesi ile evlendi. Şüphesiz Çin sarayı ile devam ettirilen akrabalık siyasî mahiyette bir davranıçtan ibaretti. Fakat bu suretle ileride, Çin ile temas halindeki hemen bütün Türk devletleri bakımından kötü neticeler verecek olan bir çığır derinleçtirilmiç oldu. Çünkü hanedanlar arasındaki bu yakınlaçmalar, her zaman, Çin hile makinesinin harekete geçmesi için fırsat teçkil etmekte idi. Hun merkezinde Çinli prensesin himayesinden faydalanan Çin diplomat ve vazifelileri Hun imparatorluğu topraklarında serbestçe gezip dolaçıyorlar, Türkler ve tabi kavimler arasında kötü propaganda yapıyorlar, devleti sinsice kuvvetten düşürmeğe çalıçıyorlardı. Bundan baçka, ticaret mah olarak memlekete sokulup Hun ileri gelenleri arasında revaç bulan Çin ipeği, lüks zevki yolu ile rehaveti arttırmakta idi. Kiok devrinde fazla hissedilmeyen bu menfî durumlar onun oğlu Künçin (Chünch'en) zamanında (M.Ö. 160-126) gerçek bir huzursuzluk kaynağı olarak kendini gösterdi. Keza Han sülalesine damad olan bu tanhu, babası ve dedesi ölçüsünde dirayetli ve asker ruhlu bir hükümdar olmadığı için Hun iktidarında sarsıntılar belirdi. Çinlilerin bu devirde (împarator Chingti: 157-141) sınır boylannda ufak çaptaki akınları durdurduğu görülüyordu. îlk defa imparator Wuti (M.Ö. 141-87) kalabalık ordular teşkil ederek Hun hakimiyetinin yıkılmasını hedef tutan planlarını tatbike girişti. Propagandayı arttırdı. Gayelerinden biri de, Çin için büyük gelir kaynağı olan ipeğe batı bölgelerinde yeni pazarlar bulmak ve îç Asyaîran üzerinden Akdeniz kıyılarına ulaşan meşhur "İpekyolu"nu emniyet altına almaktı. Dolayısiyle Orta ve Batı Asya'da yabancıların kudretini kırması lazımdı. Bilindiği gibi, aşağı yukarı M.S. 1. bin sonlarına kadar TürkÇin mücadelelerinin temel sebeplerinden biri, bu kervan yoluna hakimiyet meselesi olmuştur . Wuti'nin îpekyolu üzerindeki memleket ve kavimleri öğrenmek ve Hunlara karşı onlarla işbirliği sağlamak maksadı ile batıya gönderdiği yüksek rütbeli bir asker olan Çangk'ien(Changch'ien)'in, gizli vazifesini yaparken Hunlar tarafından bir süre gözaltında tutulmasına rağmen, buralarda geçirdiği uzun müddet içinde (M.Ö. 138126) edindiği bilgiyi, temaslarını ve hükümete tavsiyelerini ihtiva eden mühim rapor imparatoru memnun etmiş ve sonraki Çin siyaseti için başlıca rehber vazifesini görmüştür96. Bu arada Çinliler çok ehemmiyetli bir başarı daha elde etmişlerdi ki, o da ordularını Türk usülüne göre yetiştirmeleri ve Hun silahlan ile teçhiz etmeleri idi. Daha Mo-tun'dan çok önceleri, 318 andlaşması ile ilgili olup Hunlara karşı askerî gücünü takviyeye çalışan Chao (Şansi'de) krallığında Wuling (M.Ö. 325298) zamanında başlayıp, daha sonra, kuzey Çin'de feodal hükümetlerin yerini alan büyük Ch'in devletinin imparatoru Shihhuangti zamanında hızla devam eden bu askerî ıslahat hareketleri, Han imparatoru Wuti'nin kumandanlarından
    Weits'ing ile Hun tarzında 140 bin kişilik bir süvari kuvveti çıkaran Ho K'üping tarafından büyük başarıya ulaştırılmıştı. M.Ö. 127-117 yılları arasında Ordos'daki Hunlara karşı kazandıkları zaferler Hun ağırlık merkezinin Gobi'den kuzeye, Orhun nehri bölgesine kaymasına sebep olmuştu.

    Hunlar artık eskisi gibi değildiler. Akınlan duraklamış, bilhassa Tanhu Tsütihoü (Chut'eho) zamanından itibaren (M.Ö. 101-96) 40yıl devamınca, zengin güneybatı topraklarının (Tanrı dağlarıCungarya, Turfan, yarkent, Kuça vb.) düşman istilasına uğraması ile devlet geliri azalmış, o zamana kadar Çin'den vergi ve hediye olarak sağlanan malî destek kesilmişti. îç huzursuzluk, idarecilerle başbuğların arasını açmağa yönelen kesif Çin propagandası ile gittikçe derinleşiyordu. Hun prenslerinin birbirleri ile olan anlaşmazlıkları mücadeleyi şiddetlendirdi. îktisadî darlık ve askerî güçsüzlük karşısında, maddî yardım temin edilir düşüncesi ile çıkar yol olarak Tanhu Hohanyeh (M.Ö. 58-31)'in Çin himayesini isteme meyli durumu büsbütün karıştırdı. Sol Bilge eliği (Sol kanat kralı) olan Çiçi (Chihchih, Tsitki) bu kardeşinin tanhuluğunu tanımadı. Mesele Hun devlet meclisi (Türkçesi: toy. bk. aş.)'nde ağır münakaçalara yol açtı. Hohanyeh'in teklifi; istiklalin feda edilmesini "gülünç ve utanç verici" bir davranış sayan ve kendilerinden ülkenin devralındığı atalara karşı hürmetsizlik kabul eden Çiçi taraftarlarınca reddedildi Tanhu'nun fikrinde direnmesi Hunları ikiye ayırdı (M.Ö. 55). Devlet birliğinin parçalanması ile Çin üzerindeki Hun tehdidi ortadan kalktığı için Doğu Asya tarihinde bir dönüm noktası olan bu yıllarda Hun prensleri arasında iyice alevlenen açık mücadele sonunda, rakiplerini mağlüp, bu arada tanhuluk merkezini de işgal ederek Hun imparatoru durumuna yükselen Çiçi karçısında Hohanyeh, kendine bağlı kütlelerle birlikte, desteğini süğladığı Çin'in kuzeybatı sınır bölgesine (Ordos, Pingçu) çekildi (M.Ö. 54)".

    Devletini güçlendirmek ve iktisadî imkanlara kavuşturmak bakımından hakimiyetini batıya doğru yaymağı uygun gören Çiçi Tanhu M.Ö. 51'de harekete geçti. Önce Tanrı dağları kuzeyi Isık göl havalisindeki Wusun'ların ınukavenıetini kırdı'^; Tarbagatay bölgesindeki Ogurlan, daha kuzeydeki Kırgızlan ve İrtiş etrafındaki Tingling'leri tabüyetine aldı. îki yıl içinde kazandığı bu başanlardan sonra, Wusun akınlarının tedirginliğinden kurtulmak isteyen Kangkü (Çugüney Kazakistan bozkırı Maveraünnehir) kralının arzusu üzerine bu devleti himaye etmek vesilesi ile Aral gölüne kadar bütün batı bölgesini idaresi altına alarak geniş Orta Asya Hun imparatorluğunu ihya etti. Çiçi, hükümetinin kuzey Moğolistan'daki ağırük merkezini de ÇuTalas nehirleri arasına kaydırarak orada etrafı surlarla çevrili yeni bir başkent inça ettirdi (M.Ö. 41)ki, böylece, mevkü dolayısiyle îran, Afganistan, Hindistan, Doğu ve Orta Avrupa kıt'aları bakımından Asya tarihinin bundan sonraki gelişiminde sürekli tesiri görülecek olan Türkistan sahasına, Türk halkının iyice nüfüzunu sağlamış oluyor (Batı Hunları) ve Fergane, Baktria (Belh) havalisini kendine bağladıktan sonra, Çin kaynaklanna göre, Ansi bölgesini yani güneybatı sınırları ta Anadolu'ya kadar uzanan Parth imparatorluğunun kuzeydoğu kısmını zaptetmek için planlar hazırlıyordu.

    Fakat Çiçi'nin hakimiyeti uzun sürmedi. Topraklan çok genişti ve Hun devleti bu bölgelerde henüz iyice yerleşmiş, idarî nizamı kurmuş, tabi kütleler ve komşulan ile normal münasebetlerini geliştirmiş değildi. Çiçi'nin harekatını adım adım takip eden Çin, Wu'sun'ları, Kangkü devletini kendine çekmeği bildi ve derhal saldırıya geçti. Etraftan aldıkları yardım ve 70 bin kişi civarındaki orduları ile baskın çeklinde Hun topraklarına girerek sür'atle ilerleyen Çin'liler tarafından kuçatılan, Talas ırmağı üzerindeki surlu Hun başkenti tamamiyle tahrip edildi (M.Ö. 36). Baçkentte hayrete değer bir müdafaa yapılmış, sokaklarda kanlı savaşlar verilmiş, hatta tanhuluk sarayı içinde oda oda çarpıçılmıç ve Çiçi, oğlu ve hatunlar dahil, saray mensuplarından 1518 kişi ellerinde kılıç, devletleri uğruna hayatlarını feda etmişlerdi.

    Çiçi'nin batıya uzaklaşmasından sonra kendini toplayan ve Çin hükümeti ile anlaşma yaparak (M.Ö. 43), devlet meclisinin kararı ile başkentini Orhun bölgesine nakleden, fakat M.Ö. 36'dan itibaren tekrar Çin tabiliğine giren Hohanyeh (ölm. M.Ö. 31)'e bağlı kütleler, onun evlatlan tarafından bir müddet idare edildikten sonra, tekrar toparlanmağa başlamışlar ve kudretli bir devlet adamı olduğu anlaşılan Yu (Hotodzsisi) Tanhu zamanında (M. 1846) Çin'e karşı istiklallerini elde ederek doğuda Mançurya'ya, batıda Kaşgar'a kadar olan geniş bölgeyi tekrar idarelerine almağa muvaffak olmuçlardı. Fakat Yu'nun ölümünden itibaren iç anlaşmazlıklara düşmeleri ve uzun süren kıtlık yıllannm sebebiyet verdiği çok sayıda hayvan kırımı ile ülkede baçgösteren açlık Hunları müçkül duruma soktu. Yu'nun oğlu Tanhu P'unu'ya karşı mücadele açarak kuzeydeki Hun kabileleri arasına çekilen

    Pi (P'unu'nun yeğeni)'nin orada kendini tanhu ilan etmesi hadisesi (M. 48) Hunları tekrar ve artık bir daha birleşememek üzere ikiye ayırdı: Kuzey Hunlan (Kuzey veya dış Moğolistan'da) ve Güney Hunlan (Güney veya içMoğolistan'da).

    Böylece M. 48'de ayn siyasî vasıfları kesinlik kazanan iki Hun devleti arasındaki büyük fark, Güney'dekinin Çin tabüyetini devam ettirmesi, Kuzey devletinin ise istiklalini daima koruması idi. Bundan başka, Güney Sibirya, Cungarya ötesine kadar Batı ve İçAsya'da iktisadî ehemmiyeti bilinen bütün şehirdevletleri de Kuzey Hun devletinin idaresinde idi. Dolayısiyle siyasî ve askerî Çin saldınlannın ana hedefini teşkil ediyordu. Daha Hun imparatorluğunun bölünmesi ile sonuçlanan iç mücadeleleri ustaca istismar eden Çin, Hunlara bağlı doğudaki MoğolTunguz kanşımı Wuhuan ve Sienpi (Hsienbi) kütlelerini kışkırtmıç, bunların sürekli baskıları neticesinde Hun devleti, doğu Moğolistan'da kontrolü kaybederken, batı bölgesinde de tahrikçi Çin siyaseti ile karşılaşmıçtı. Bu sebeple, en tesirlisi Yarkent "kırallığı" olmak üzere, Şanşan (loulan, Lobnor'un güneyi), Turfan vb. bölgelerdeki ayaklanmalar ile uğraşmak zorunda kalındı (4660 yılları) Hun devletinin buralarda, bilhassa Çin'in sömürücü tutumu ile Yarkent kralı Kien'in çok merhametsiz davranışından perişan düşen halk tarafından kurtarıcı gibi karşılanması ve duruma hakim olduktan sonra, yeniden baskı altına aldığı Çin'i sınır kasabalarında serbest ticarete mecbur etmesi (61-65) Çin'i tam kararlılık içinde ve doğrudan doğruya askeri harekatla Hun devletini çökertmek hazırlığına sevketti. İmparator Mingti (5875), Ç'engti (75-89) ve Hoti (89-105) devirlerinin ünlü generali Pan Ç'ao'nun yüksek kumandasmda kalabalık Çin ordularının 30 yıl süren harekatı sonunda Kangk'ü'ye kadar (Kaçgar, Hami, Yarkent, Hoten dahil) sayısı 50'yi bulan zengin ve kervan yolu üzerinde olduğu için, iktisadî yönden önemli çehir Çin idaresine geçti. Bilhassa 73-74, 89-90-91 yılları harekatında ağır kayıplara uğrayan Hunlar İç-Asya'da hakimiyetlerini kaybederken, doğuda da Sienpi'lerin hücumlanna (en şiddetlisi 8991 arasında) maruz bulunuyorlardı. îki cephede sürekli savaşlar vermek zorunda kalan Kuzey Hun devleti, son tanhuların başanlı müdafaalarına rağmen, kuvvetten düçtü, durum aleyhte gelişti. Hakimiyetlerini Güney Sibirya'ya ve Cungarya'ya kadar genişletmeğe muvaffak olan Sienpi'lerin hükümdan Tanshihhuai (aç. yk. 147-156) tarafından nihayet saf dışı edilen Kuzey Hunlannın (ihtimal Tanhu Avitokhol zamanında toprakları düşman kabilelerin istilasına uğradı. Siyasî iktidarlannın zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde esasen memleketi terk etmeğe başlayan Hunlar (büyük çapta göçler 91'de ve 155'e dogru.) dan, Kuça civarında kalan Yüepan-Yüebanlar dışındaki kalabalık kütleler batıya çekilmişlerdi ki, bunların şimdiki Güney Kazakistan bozkırındaki soydaşlarına (Çiçi Hunları) katıldıkları anlaşılmaktadır.

    M. 48'den beri Çin sınır bölgesinde yaşayan ve kuzeyden gelecek saldırılar için Çin'in ileri karakolu bir tampon devlet durumunda olan Güney Hunları da pek huzurlu değildi. Kukla tanhulara karşı Hun kabileleri sık sık başkaldırıyorlardı. 94, 124 ve 140 yıllarında görülen ayaklanmalar güçlükle bastınlmış, bunları 153, 158 isyanları takipetmişti. Bu senelerde Kuzey Moğolistan'ı içgal eden Sienpi'ler güneye doğru baskılarını artırarak, Hun devleti için tehlikeli olmağa başladılar (177'den itibaren). 188'de Çin hükümetince tayin edilen tanhunun tamamen Çin'e teslim olma kararı üzerine Hunlar tarafından öldürülmesi, devleti başsız bıraktı. Kabileler diğer tayinli iki tanhuyu da tanımadılar ve dağınık kabile hayatına döndüler. Son tanhunun Çin baçkentinde hapsedilmesi ve ülkenin 5 eyalete bölünerek Çinli askerî valilerin gözetimine verilmesi ile Güney Hun devleti de sona erdi (M. 216)

    Bununla beraber, Sienpi baskısı yüzünden bilhassa 3. yy.'ın 2. yarısında güneye gelmek suretiyle Çin'de sayıları gittikçe artan Hunlar, Çin idaresi altında ve Çinli halk arasında varlıklarını korumağı bildiler. Çin'de, Han sülalesi iktidarının zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde (180'den itibaren) birbirleri ile mücadeleye girişen generallerin tutumu büyük değişiklik meydana getirmiş, siyasî birliğin parçalanmasına yol açmıştı ("16 Devlet" devri). Sui hanedanının birliği ihya ettiği 589 yılına kadar süren bu devrede Türk kütleleri, başta Tabgaç (Wei) sülalesi (bk. aş.) olmak üzere müstakil devletler kurmuçlar ve Han iktidarının son bulması ile M.S. 220'lerde, tekrar sahnede görünen Güney Hun kabile başbuğlarının idaresinde nüfüzlannı artırarak zamanla hemen bütün Kuzey Çin'i Türk hakimiyetine almağı başarmışlardı. Bunu sağlayan kuvvet, yukarıda zikredilen asî generallerden biri olan Ts'aoTs'ao'nun, savaçlarında yardımları olduğu için Şansi bölgesine yerleştirdiği 19 Hun kabilesi idi. Kalabalık olan ve her fırsatta Çin idaresine başkaldıran (msl. 271, 294, 296 yıllarında) bu Türk kütlesi millî benliğini koruyor ve eski tanhu ailesi mensuplarına karşı saygı beslemeğe devam ediyordu.

    19 kabileden bin T-opa (Tabgaç), biri de büyük 'l Tanhu Mo-tun ailesinin indiği Tuku veya T'uko idi. Hun Tuku (T'uko) başbuğu, eski tanhular neslinden ve Hun elig'lerinden olan Liu Yüan (Liu, bu devirde Tuku ailesine Çinlilerin verdiği addır) çetin bir hürriyet mücadelesi verdikten sonra, dikkat çekici bir siyasî kavrayışla, 500 sene önceki atalarının eski Han sülalesi ile olan dostluklarını ve "kardeş"liklerini de ileri sürerek ve hatta kendi sülalesine "Han" adını vererek bu Çin bölgesinde (merkez: P'ing ç'eng) Türk devletini kurmağa muvaffak oldu (304-329. 1. Chao). Çin başkenti Loyang'ı zapt etti (311). Kendisinden sonra, Çin'in öteki başkentini de ele geçiren kardeşi Liu Ts'ung'un geliştirdiği bu siyasî hakimiyet şuuru, idare başbuğ aileleri arasında el değiştirmesine rağmen, devam etti (başlıca Hun sülaleri: 2. Chao: 329351, Hsia: 407431, Kuzey Liang: 401439 ve bunun devamı: Loülan krallıgı, 442460; Turfan civarında). Aynı şuur Tsükü (Chuch'ü) Mengsün tarafından kurulmuş olan son Hun devleti "Kuzey Liang"m 439 yılında Tabgaç hükümdarı T'aivvu'nun baskısı ile başkent Gutsang işgal edilerek yıkılması üzerine buradan kaçıp kurtulduğu anlaşılan Türk Açına ailesinin temsil ettiği büyük Gök-Türk hakanlığına ulaştı.

    Çin sahasında Hun adı altındaki siyasî hayatları böylece tarihe karışmakla beraber, M.Ö. 1. asırda Çi-çi iktidarının yıkılması neticesinde, etrafa dağılmış olarak Sogdiana /Seyhun-ötesi/'nın doğusunda, Kafkaslar'ın kuzeyinde, hatta Dinyeper nehri civarında ve bilhassa Aral gölünün doğu bozkırlarında varlıklarını devam ettiren Türk kütleleri, oradaki diğer Türk zümreleri ve 1. asır sonlanndan 2. asrın 2. yansına kadar doğudan gelen Hun kalıntılan ile çoğalmışlar ve uzunca bir müddet sakin bir hayat yaçamak suretiyle güçlerini artırmışlardır. Bunların, büyük ihtimalle iklim değişikliği yüzünden veya son yıllarda gelişen yeni bir görüşe göre110, 350 yıllarında doğudan gelen Uar-hun baskısı karşısında batıya yöneldikleri ve sonra Avrupa hun İmparatorluğunu kurdukları anlaşılmaktadır. Bü kütlelerin batıya sibiryaya doğru Çin sahasından uzaklaşmalarından dolayı haklarında 2 asır gibi uzun bir süre yazılı bilgi bulunamadığı gerekçesine dayanılarak Hiung-nularla aynı kavim sayılamayacakları yolundaki bağzı iddialara rağmen, Atilla zamanında bütün Avrupada Türk hakimiyetini gerçekleştirenlerin bu Asya Hunları neslinden oldukları çeşitli vesikalarla belgelenmektedir.

    Pof Dr. İbrahim KAFESLİOĞLU
    TÜRK MİLLİ KÜLTÜRÜ



    (61)"''' Bk. W. Eberhard, Eski Çin Kültürü ve Türkler, s. 25; ayn. müell., Çin Tarihi, s. 33-39; B. Ögel, İslamdan Önceki Türk Devletlerinde Timar Sistemi, s. 243; M. N. Özerdim, Chou'lar ve..., s. 1-23 (Chou'lardan önceki devirler için Çin yıllığında verilen bilgiler hayalîdir; masaldan ibarettir. Bk. L. Ligeti,/4Jva Hünlan, s. 27 vd.).
    (62) Über dıe Sprache der Hiung-nu tind der Tunghu-stamme, Tokio, 1900, bk. KSz, IV, 1903, s. 240 vd.
    (63) Sür lonpne des Hıung-nu, s.Tl-82.
    (64) Ayrıca bk. B. Szasz, A Hunok lortenele, Altila Nagykiraly, s. 24.
    (65)'•' Asya Hunlan, s. 28 vd.
    (66)Hun-Türk. münasebetleri, s. 908; ayn. müell., Hunnisch-'l'ürkische Beziehüngen, s. 27.
    (67) G. Clauson, Turk, Mongol, Tungus, s. 110 vd.
    (68) Çin kaynaklarında "Hiung-nuların kültür maddeleri olarak nelerden bahsediliyorsa, barinn •ttroCTı Gök-Türkler için de tekrarlanır"; W. Eberhard, Çinin Şimal Komfulan, s. 90 vd. Moğol ve Türk kultürleri arasındaki farklar için bk. W. Eberhard, Eski Çin Kültürü ve Türkler, s. 21, 29: Mesela Türkler at yetiştirmiçler ve tarihleri boyunca asla domuzla ilgilenmemişlerdir. Halbuki Moğollar ve Tunguzlar iyi domuz besleyicisi idiler. Ayrıca bk. W. Bberhard, Çinin Şimal Komyulan, s. 51, 62 vd., 94. Türklerde kurt efsanesine karşılık Moğollarda köpek rol oynar.




  • Eyvallah arkadaşım sağol. Geniş bir zamanda okuyacağım inşallah.
  • B. BATI (AVRUPA) HUNLARI

    Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler tarafından Moğol (K. Shiratory, Asya Hunlarını Moğol saydığı için), Türk-Moğol karışımı (P. Pelliot, R. Grousset), Türk-Moğol-Mançu karıçımı (L. Cahun vb.), Fin-Ugor (Klaproth, K. F. Neumann vb.) oldukları veya doğrudan doğruya îslav menşeinden geldikleri (Venelin, îlovayski, Zabelin, înostrantsev), yahut Germen soyuna mensup bulundukları (Müllen-hoff, A. Fick, R. Much, J. Hoops), veya Kafkas kavimlerinden bir kol teçkil ettikleri (L.Jeliç, Gy. Meszaros) ileri sürülen Batı Hunlannın Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır. Bu hususta birçok tarihî, coğrafî, linguistique ve kültürel deliller gösterilmiştir: Coğrafyacı Strabon (ölm. 25) Hunların Grek -Baktria krallığının doğusunda olduklarını söylerken, tarihçi Plinius (ölm. 125) adı geçen krallığın Hunlar tarafından yıkıldığını kaydeder ki, bu Hunlar'ı Çin kaynakları Hiung-nu olarak tanıtmıştır. Orosius (1. asrın sonları) ve Ptolemaios (M.Ö. 160-170) haritalannda "Hun"ların oturduklan bölgeler Çin kaynaklarında Hiung-nulann toprakları olarak belirtilmiştir. Batı Hunlarının Asya Hunlarından geldikleri hakkında kuvvetli bir delil de Fr. Hirth tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, 355-365 yıllarında Alan ülkesinin (Hazar-Aral arası) istila edilmesi münasebeti ile Çin kaynakları (Wei-shu) bu memleketin Hiung-nular tarafından zapt olunduğunu kaydederken, o devir Latin yazan A. Marcellinus (4. asır sonu) fethin Hunlar tarafından yapıldığını belirtmiştir. Aynı hadise üzerinde birbirini doğrulayan bir Uzak-doğu ve bir Batı kaynağının tesbit ettiği Hiung-nu=Hun aynîliği, Çin'de, Hun başbuğu Liu Yüan sülalesi (304-329) tarafından Lo-Yang'ın zaptında (311) esir düşen Sogdlu tacirlerden bahseden, Çin Tabgaç hüküm-darı Kao-çung (452-465)'a yazılmış Sogd dilinde bir metin ile de ayrıca teyidedilmektedir.

    Geniş Hun imparatorluğu topraklannda başta Gotça olmak üzere çeşitli Germen lehçeleri, îslav, îranî ve Fin-Ugor dilleri, Latince ve Grekçe konuçulmakta idi. Kaynaklarımızda Hunlardan kalma dil yadigarlarından bir kısmının bu yabancı dillere ait olması tabiî görülebileceği gibi, hatta Hun hükümdar ailesinden veya yakın akrabalanndan bazılannın adlannın bilhassa Gotlarla çok sıkı münasebet dolayısıyle Gotça'dan gelmiş olmasıda mümkündür. Fakat hükümdar sülalesinin soyca Türk olduğunda ve Hun kütlesinin Türkçe konuşiuğunda şüphe yoktur . Hükümdar ailesinde tesbit edilen adlar şöyledir: Karaton (kara don = siyah renkte elbise. Veya Ka-ra-tun /güçlü soy/: , Muncuk (boncuk, aynı zamanda "bayrak" manasında, Attila'nın babası), Attila, îlek, Dengizik (=dengiz = deniz'den), îrnek (Attila'nın üç oğlu), Aybars, Oktar (Attila'nın amcaları), Arıkan (Arıghan). Tanınmış kimseler: Basık, Kursık,Atakam, Eşkam. Topluluk: Akatir, Şar (Sarı = ak) - Ogur. Ayrıca, kımız Hatta Dura-Europos (Fırat nehrinin orta mecraında Suriye-Irak sınırına ya-kın yerde buluntu yeri)'da ele geçen M. 3. yüzyıl ortalarından kalma Parth ve Parsî dilindeki kitabede Güney Kafkasya'daki Hunlann Erk Kapgan, Topçak, Tarkan-beg, Kubrat, Kurtak gibi Türkçe adlar taşıdıkları ileri sürülmekte ve Batı Hun hükümdar ailesinin Asya tanhularından indiklerini tespit bile mümkün görülmektedir.
    Hunlar 4. asnn ortalarında Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374'de îtil (Volga) kıyılarında göründüler. O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir Germen kavmi olan Got'ların işgali altında idi. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Got'ları (Ostrogot), onun batısında Batı Got'lan (Vizigot) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya'da Gepid'ler, bugünkü Macaristan'da Tisza nehri havalisinde Vandal'lar vardı. Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede îranlı ve îslav kütleler, daha başka küçük Germen topluluklan da yaşıyordu. Hun başbuğu Balamır (veya Balamber)'ın idaresindeki büyük taarruz önce Doğu Got'larına çarptı ve bu devleti yıktı (374), kral Ermanarikh intihar etti. Yerine geçen Hunimund. Hunlar tarafından "tayin" edilmişti. "Hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve geliş-miş bir süvari taktiği ile" devam eden Hun taarruzu'^'nun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Got'larını da çökertti ve kral Atanarikh, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375). Böylece Hun askerî gücü-nün harekete geçirdiği ve çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak, topraklanndan çıkararak, Roma imparatorluğunun kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta îspanya'ya kadar uzanmak suretiyle Avrupa'nın ethnique çehresini değiştiren tarihî "Kavimler Göçü" başlamış oldu. Anî ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görünen Hun akıncı müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında korkunç akisler yaratmıç, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştur. Hunlar Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan teşkil ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna'yı geçtiler ve Romalılardan mukavemet görmeksizin Trakya'ya kadar ilerlediler. Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi. Nitekim aynı tarihlerde bugünkü Macaristan ovalarına kadar akınlar tertiplenmişti Hunlardan korkan, bugünkü Avusturya arazisindeki Markomanlarla Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, îran asıllı Sarmatlar sınırları ("limes") aşıp Roma imparatorluğu'na giriyor, önce Transilvanya'da duraklamış olan Batı Gotlan da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381). Diğer taraftan bir kısım Germen menşeli kütlelerle îranlı Baştarnalar Pan-nonia (Batı Macaristan)'dan Alplere doğru sarkarak îtalya'yı tehdide başlamışlardı.

    Hunlar Roma İmparatoru Theodosios I'in ölüm yılı olan 395'te yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi: Hunlardan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yöneltilmişti. Hun devletinin Don nehri havalisindeki "doğu kanadı" tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî imparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)'ye ve Kilikia (Çukurova)'ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve An-takya'yı bir müddet kuçattıktan sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sür)'u baskı altına almıçlar, oradan Kudüs'e yönelmişlerdi. Çok sür'atli cereyan eden bu harekattan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acaip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu'ya, Kappadokia Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)'ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (395-396). Bu, Türkler'in Anadolu'da, tarihîkayıtlarla sabit ilk görünüşleri olmalıdır. 398'de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma'nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddî tedbir alamamıştı.

    Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız kumandasında iyice hissedildi. Balamır'ın oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attila'nın son yıllarına kadar takip edilecek Hun dış siyasetinin esaslarını tesbit etmişti ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti. Çünkü Bizans'ın Hun nüfü-zuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karçılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran "barbar" kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanları olduklan için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız'ın Tuna'da görünmesi ile Kavimler Göçü'nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding Vandalları, Hunlardan kaçan Vizigotlar îtalya'da görünmüşlerdi. Alarikh'in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402). Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandal'ları, Sueb'leri, Kuad'ları, Burgond'ları, Sakson'ları, Alaman'ları vb. kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olarak Roma üzerine atılan Radagais idi. îtalya'da müthiş tahribat yapıyor, Roma'yı yeryüzünden kaldıracağmı ilan ediyordu. Stilikho'nun bile Pavia savaçında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mahküm oldu. Büyük Feasu-lae (= Fiesole, Floransa'nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız'ın kumanda ettiği, Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlüp edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu zaferi ile Uldız Roma'yı kurtarmış oldu.O aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya'ya gitmeğe zorlamakla, Hunların batıya yönelik yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştı.
    Sınırları Asya'da Aral gölünün doğusuna kadar uzandığı anlaşılan Hun imparatorluğunun "batı kanadı" kralı (= elig, bk. aş. Kültür: Hükümdar) olduğu tahmin edilen Uldız 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna'yı geçerek, nehrin güneyinde bazı köprü başlarını tutmak suretiyle Bizans'a Hun tehdidinin eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre (Sozomenos, Codex Theodosianos vb.), kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumî valisi (magister militum)'ne "Güneş'in battıgı yere kadar her yeri zaptedebilirim" diyerek meydan okumuştu. Uldız'ın ölümü (410 sıraları)'nden sonra Hun imparatorluğunun başında Karaton bulunuyordu. Bunun hakkında bildiğimiz sadece 412 yılında Bizans elçisi Olympiodoros'un onun yanına gitmiş olduğudur138. Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir. 422'ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden o kanattaki meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. 422 yılı Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu sene-de Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) biri olan Rııa, imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Attila'nın babası) erken öldüğü için, diğer iki kardeş "kanat elig'leri" durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız'ın izinde yürüyen Rua, Bizans'ın, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hun'lardan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesini ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), mukavemet göstermeyen Bizans'ı yıllık vergiye bağladı: 350 libre altın (25,200 solidus) İmparator Theodosios II. (408-450)'nin, 423'te henüz 4 yaşında iken Batı Roma imparatoru ilan edilen Valentinianus III. karçısında Roma'ya sa-hip olmak iddiası ile îtalya'ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma'yı Hunlara daha çok yaklaştırdı. Roma Senatosu'nun da küçük imparatorun yerine 1. "Notarius" (devlet baş müsteşarı) Johannes'i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade F. Aetius (Aesius), yardım sağlamak için Rua'nın yanına geldi. Hun imparatoru 60 bin süvari başında îtalya'ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans'tan ağırca bir harp tazminatı alındı. İleride Attila ile hesaplaşacak olan Aetius gençlik çağının Roma tahtı içlerine karışmaktan doğan buhranlı anlannı Hun yardımı ile atlatmış, "magister militum" iken "konsül"lüğe yükseldiği 432 yılında Afrika'da Vandal kralı Geiserikh ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua'ya sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus'un annesi Placidia da Hun kuvvetlerinin îtalya'ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu.
    Bütün bunlar Rua'nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma'nın iç ve dış siyasetlerine yön verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlara tabi "barbar" kavimlerin Roma'ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis konusu değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos'un ifadesi ile "Rua'dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan Theodosios II" yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o zamana kadar mutad olan, Bizanslıların Hun imparatorluğundaki yabancılardan ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaçamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans'a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam'ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. Theodosios II. süratle andlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik hey'etini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan). Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, piskopos Proculos, vaazlarında Tanrı'nın, dindar împarator Theodosios'un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını söylüyordu Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik hey'eti Rua'yı da gölgede bırakan bir başbuğ ile karşılaştı: Attila (Etil).
    Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua'nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Memleketi büyük kardeşi Bleda (sonraları Macarlar tarafından Buda diye amlmıştır) ile birlikte devralmıçlardı. Fakat kaynaklarda açıklandığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda, ikinci planda kalarak, devleti ciddî bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıçtı. Ordu ve dış ilişkilerin düzenlenmesi Attila'nın elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadı elig'i) ve Oktar (batı ka-nadı elig'i), Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Aralarında iddia edildiği gibi bir rekabet bahis konusu olmadıktan başka, Bleda da "ikti-dar hırsı ile yanan" Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila'nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun imparatorluğunun idaresine katılan Bleda 445'te eceli ile ölmüştür.
    434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Bizans Margos (bugünkü Dubravica) kalesinin tam karşısında- Tuna'nın kuzey kıyısında- bulunan Konstantia surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, ta-leplerini, barış şartlan olarak yazdırdı. Konstantia Barışı (veya Margos Barışı) diye anılan bu andlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara esir alınmış Bizans teb'ası dahil sığınma hakkı tanımayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek (Grek asılh olanlar için fidye verilebilecek), ticarî münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans'ın ödemeyi taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına (700 libre altın veya 50, 400 solidus) çıkanlacaktı.
    Theodosios II'nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak, Hunlara iade edilen kaçakları Attila, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya'da Karsus (Bulgaristan'da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans'ta, Roma'da ve diğer kavimler arasın-da Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila, imparatorluğun doğu bölgelerinde, at üzerinde, aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, îtil (Volga) kıyılarındaki Şaragur (Ak-Ogur)'ların ayaklanma teçebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının ağırlık merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının ağırlık merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun imparatorluğunda, kaynaklardan (Priskos, Jordanes, P. Diaconus, J. Honorius vb.) takip edilebildiği kadar, başlıca şu topluluklar yer almışlardı:
    a. Germenler (doğudan batıya): Doğu Got, Gepid, Turciling, Sueb, Markoman, Kuad, Herul, Rugi, Skir.
    b. îslavlar (Orta ve Batı Rusya'da): Veneda, Ant, Sklaven.
    c. îranlılar (Kafkaslar'dan Tuna'ya kadar, dağınık halde): Alan, Sarmat, Baştarna, Neur, Roxolan.
    d. Fin-Ugorlar (Ural'dan Baltık'a kadar): Çeremis, Mordvin, Merya, Veşi, Çud, Est, Vidivari.
    e. Türkler: împaratorluğun her tarafına yayılmış olarak Hunlar, Karadeniz kuzeyi düzlüklerinde Volga'ya kadar Beş-ogur, Altı-ogur, On-ogur, Şaragur, Azak'ın batısında Akatir . Volga'nın doğusunda Sabar ve başka Türk kütlelerdi.
    Sayıları 45'e varan ve çeçitli dil ve soydan olan bu kavimler yalnız siyasî yönden bir birlik teçkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri ve kralları vasıtası ile devlete bağlı bulunmakta idiler. Hun imparatorluğu dahilinde sükünet vardı. 442 yılında, Hun devlet meclisi başkanı ve başbakan olan Onegesios ile Attila'nın büyük oğlıı îlek idaresindeki Hun orduları tarafından bastırılan Akatir isyanı dışında bu sükünet bozulmamıçtı. Halbuki Roma imparatorlu-ğunda, Kavimler Göçü dolayısiyle hareket halinde olan kavimlerin geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapmaları, yerli halkın mahsülatını zorla ellerinden almaları vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü (Bagaudlar) isyanlan nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma, Aetius vasıtası ile bir kere daha Hunlara müracaat zorunda kalmıştı. îki yıl kadar süren müdahale sonunda, Attila'nın gönderdiği Hun müfrezelerinin yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldınldı ise de bu defa da, Kral Gundikar idaresinde bugünkü Belçika bölgesine saldıran Burgondlarla savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı elig'i Oktar kumanda edi-yordu ki, rivayete göre, Kral Gundikar dahil 20 bin Burgond'un öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanların meşhur "Nibelungen" destanlarına konu teçkil etmiştir. Bütün "Germania"nın Hunlar tarafından zaptını tamamlayan bu savaşlar neticesinde, 436'yı takip eden yıllarda, şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Burgondlar, Bayavurlar, Yuthanglar, aşağı Ren sahasındaki Franklar, Türingler, Longobardlar Hun hakimiyetinin "Okyanus adaları"na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılanna ulaştığı, hadiselere çağdaş tarihçi Priskos tarafından bildirilmiştir.
    440'dan itibaren Attila Bizans'a karşı baskıyı artırdı. Çünkü Theodosios II, Konstantia andlaçmasının hükümlerine aykırı olarak, Hunlardan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela Got menşeli Arnegisclus'u "general" rütbesi ile Trakya'da Hun sınırında vazifelendirmişti. Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları aldatıyorlardı. Margos piskoposu, Konstantia civannda, kıymetli madenlerden yapılmış silahlan ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans, yukarıda geçen Akatirler isyanında tahrikçi rol oynamıştı. Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal kralı Geiserikh, Akdeniz'deki harekatını engelleyen Bizans'a karşı Attila'dan yardım istemişti. Bu sebeplerle Attila'nın idaresinde olarak, Margos'un zaptı ile başlayan 1. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya'ya doğru gelişirken, Batı Roma'nın aracılığı neticesinde hızını kesti. Roma orduları başkumandanı Aetius, bundan böyle Theodosios'un andlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio'yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmıç, Balkanlar'da Hunlara karşı durabilecek mukavemet yuvaları kaldırılmıştı.

    445'te Bleda'nın ölümü üzerine tek baçına Hun imparatoru olan Attila, iktidarının çahikasına yükselmekte idi. Batı Asya ile Orta Avrupa'ya hakimdi. Her iki Roma'nın durumları meydanda idi. Attila'ya karşı koyabilecek bir kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, "savaş tannsı Ares'ın kılıcını Attila'nın ellerine verdi. Priskos'a göre, uzun zamandan beri kayıp olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila'ya getirilmişti. Artık dünyanm fethi yakındı, zira Ares'in kılıcı vasıtası ile yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından Attila'ya tevdi edildiğine inanılıyordu.

    Bu duruma ilaveten Bizans'ın kaçakları geri vermekten çekinmesi, yıllık vergiyi ödemede isteksizliği 2. Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447). Attila'nın idaresi altında birkaç noktadan Tuna'yı geçen Hun ordusu, iki koldan ilerleyerek kaleleri, Sardika (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marki-anopolis (Preslav), Arkadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkî ve şehirlerini zapt ede ede ve Tesalya'da Termopil'e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)'ya ulaştı. Orada, barış yapmak için Theodosios'un sür'atle gönderdiği magister ve patricius Anatolios, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolios Barışı). Buna göre, Tuna'nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, buralardaki pazarlar yerine, artık bir Hun sınır şehri haline gelen Naissus(Niş)'da ortak pazar kurulacak ,Bizans, harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın veya aş. yk. 150.000 solidus) çıkarılmıştı.
    Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi imparatorluğun takatini aşıyordu. Şaçırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyesi ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: Bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmayı planladı. Başında Edekon (umümîyetle kabul edildiğine göre, Skir Germenlerinin şefi. Fakat A. Vambery'ye göre Türk. Adın aslı Edikkün) ve Orestes (Pannonia'lı bir Romalı)'in bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila'nın devlet merkezine, yani Orta Macaristan'a doğru yola çıkan, tanınmış hukuk bilgini Maximinos baçkanlığındaki heyette, seyahat notları, başta Attila ve çağı olmak iizere 5. asır Avrupa Türk tarihini ayrıntılı şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos da dahil bulunuyordıı. Suikastı gerçekleştirmekle vazifeli Bigila'nın da katıldığı heyet 448 yılı yazında Hun başkentine (yeri belirlenememiştir) geldiğinde, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı alenî sorguda Bigila'ya maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi. Bizanslıların hiçbirine dokunmadı, fakat Theodosios'a hitaben yazdığı şu mesajı husüsî elçi ile imparatora yolladı: "Theodosios, Altila gibi, asîl bir bahanın ogludıır. Altila, babası Mııncuk'tan aldığı asaleti mııfıafaza etmiş, fakat Theodosios Attila'nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna diışmüftür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila'nın canına kıymak istemiştir . Attila'yı teskin etmek üzere Bizans' tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolios ile magister ve kançılar Nomos baçkanlığında ikincj bir heyet yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila'yı, tahminler hilafına, sakin ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi: împarator Theodosios'un şahsında Bizans'ı tamamen kendi iradesine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma'ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu.
    Batı Roma'ya esasen son mühim askerî destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar tedricen kesilmişti. Batı Roma, Hun devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber gelişen yeni durumun farkında olan başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: "Barbar"larla münasebetlerini düzeltmiş, onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usülünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar'a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramağa başlamıştı. Buna karşılık Attila da 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya'dan İspanya'ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma'ya karşı Vandallarla işbirliği innkanlarını araçtırıyordu. O da, şüphesiz, Roma imparatorluğu ve "barbar"lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve nezaketini takdir etmekte idi.
    448'lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı tamamlanınca, Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma'ya yöneltti. împarator Valentinianus III'ün kızkardeşi olup, vaktiyle, evlenmek arzusu ile Attila'ya nişan yüzüğü gönderen ve 425'ten beri imparator hukukunu haiz olduğunu belirlemek üzere "Aııgıısta" unvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria'yı zevceliğe kabul ettiğini bildiren Attila, çehiz olarak imparatorluğun Honoria'nın hissesine duşen yarısını veya "Augusta"nın kocası sıtatı ile Roma ımparatorluğunun idaresine iştirak hakkını istedi.Önce oyalama yolunu tutan Valentinianus ile Aetius'un teklifi nihayet açıkça reddetmeleri, büyük Hun seferini meşrü duruma soktu. Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigotlarla ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.

    451 başlarında Orta Macaristan'dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu, 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve îslav olmak üzere 200 bin kişi civarında idi. Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini üç noktadan açarak Galya'ya girdiği sırada, îtalya'dan yola çıktıktan sonra, Hun düşmanı "barbar"ların sağladığı takviyelerle sayısı yine 200 bine yükselen Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya'da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun ordulan Mettis (Metz)'i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)'i zaptederek Paris yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya yetişmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma Attila'nın Türk taktiğine daha uygun gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus /Kampus Mavriyakus/ sahası. Troyes şehrinin batısında Champagne ovasına doğru)'da oldu (20 Haziran 451) Batı dünyasının iki yansının birbiri üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki tarafın çok ağır kayıplar verdiği (Jordanes'e göre 165 bin ölü!) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir. Avrupalı tarihçiler, ta A. Thierry'den beri (1856), Attila'nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Hunların çekildiğini delil gösterirler. Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir: Anlaşılmıştır ki, savaş gününün akçamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında irtibatı kaybeden başkumandan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü Hun kıt'aları arasından güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Roma'ya bağlı Batı Got ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh'in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onlan takip etmişti. Ayrıca bu savaşta Attila'nın gayesine ulaştığı da aşikardı. Batıyı hakimiyetine alabilmek için Roma imparatorluğunun insan ve asker deposu durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya'ya yürümüş olan Attila, Roma'nın bu tabiî müttefiklerinin savaş gücünü kırarak, Roma'yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius'un Roma'da gözden düşmesi bunun neticesi idi. Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen Attila kudret ve "korkunçluğunu" muhafaza ettiğine göre, Kampus Mauriakus'ta Batı imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma'da sık sık sorulan suallerdendi. Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila, îtalya seferine başladığı zaman Roma'nın Hunlara karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş Prosper Tiro (Papa Leo I'in katibi)'nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet imkansızlığı dolayısiyle, împarator Valentinianus'un îtalya'dan ayrılmasını tavsiye etmekte idi.

    Attila 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerin teşkil ettiği 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri'nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi. Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po ovasına girdi. Aemilia bölgesini işgale başlayıp Roma imparatoriuğunun o zamanki başkenti Ravenna'yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi. Roma sarayı endişeli, halk telaşlı, Senato ne olursa olsun barış yap-mak karannda idi. Kilise de bu arzuya katıldı. Sür'atle bir hey'et hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1 ("Büyük Leo") baçkanlığında konsül G. Avi-anus ve eski "praefecture" Trygetius'dan kurulu bu hey'et, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugahını kurmuç olan Attila tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası). Papa, imparator ve bütün Hıristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma'yı esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece'ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul'u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa'nın ağzından Roma'nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı da vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz, tıpkı Bizans gibi, Batı Roma imparatorluğunun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi Priskos'un, 448'de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus'dan duyarak belirttiği üzere, şimdi sıra Orta-doğudaki Sasanîlerde idi. Oranın da himayeye alınması ile "dünya hakimiyeti" gerçekleşecekti. Fakat bu, Attila'ya nasip olmadı. İtalya seferinden dönüçte, rivayete göre zifaf gecesinde herhangi bir iç kanama neticesi ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle öldü (453). Yaşı 60 civarında idi.

    Attila, milletlerin hüfızalarında ölümsiizlnğe ulaşmış tarihin nadir simalarıından biridir. Hatırası etrafında İtalya'da, Galya'da, Germen memleketlerinde, Britanya'da, İskandinavya'da ve bütun Orta Avmpa'da asırlarca agızdan agıza dolaşaıı efsaneler türemiş , romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yüksel-miş, tiyatro yazarlanna, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarm asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun, Hıristiyan Orta-çagının taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadıgını, Nibelungen destanlan başta olmak üzere, çagdaşı kayıtlanı onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdıgını ortaya koymuştur.
    Attila'nın ölümünden sonra, hatunu Arıgkan'dan doğan üç oğlu; sırasiyle îlek, Dengizik, îrnek, babalarının yerini tutamadılar. împarator olan îlek, ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya'da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur, fakat siyasî zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). îrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, artık Orta Avrupa'da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz'in batı kıyılarına döndü.

    İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlar'da ve Orta Avrupa'da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Tarihî kayıtlarda Bulgar-Türk devletinin hükümdar ailesi olan Dulo (Doulo) sülalesi 'ne mensup gösterilen îrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır. 4. asırda Hunlara, Volga'dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli "Sihirli Geyik" efsanesinde de, Hunlarla Macarlar (Hunor-Moger) kardeş gösterilmiştir . Nihayet Macaristan'da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu zannını uyandıran bir başbuğ Çaba Efsanesi vardır.Avrupa Hun kütlesi yalnız bu Türk devlet ve topluluklarının oluşuna ve kültür yönünden Batı Avrasya'sına sağlam bir zemin vermekle kalmamış, daha mühim olarak, Asya kıt'asında yer darlığı, kıtlık yüzünden veya siyasî-askerî bir sebeple sıkıntıya düşen ve bu tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, hür yeni iklimler arayan Türk kütlelerine Batı yönünün açıcısı olmuştur. Aynı zamanda, yol üzerindeki îndo-îranî ve Germen gruplannı (Alanlar, Sarmatlar, Gotlar vb.) ileriye, uzaklara iterek veya kısmen kendi içinde eriterek temizlemek suretiyle bu yolu, sonraki 900 yıl müddetle Türk göçlerinin hizmetine hazırlamıçtır. Bu noktanın bilhassa belirtildiği batı araçtırmalarında, Hunlar üzerinde Avrupa'nın çeçitli kültürel tesiri konusunda düşülen aşırılık da dikkatten kaçmamaktadır.
    Attila'nm sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Latin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu doğrudur. Ancak, halkı Germen ve Latin olan Avrupa kıt'asmda tabiî sayılması gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur. Nitekim Hun topluluğu ne dil, ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasî iktidar sona erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiçtir. Buna karşılık, Hun hakimiyeti çağının Avrupa'da şu derin etkileri olmuştur:

    a. "Kavimler göçü" yolu ile etnik bugünkü durumun temeli);

    b. Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı, efsaneler vb.);

    c. Bozkır san'atı yolu ile estetik;

    ç. Batı Roma imparatorluğunun yıkılması (476. îtalya'nın ilk yabancı kıalı Odovakar, Attila'nın sadık adamlanndan Edekon'un oğlu idi) ve büyük istila hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak, Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasî;

    d. Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik "şövalyelik" (dar manada, atlı savaççılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların yaratıcısı olarak sosyal;

    e. Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısiyle askeri bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı'da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam etmiştir.




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Burası Çok Önemli Kitabı
    3 ay önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • ORTA - DOĞU HUNLARl
    Ak Hun-Eftalit Devleti

    Büyük kısmı Volga'dan batıya geçen Hunlardan Güney îran'a ve Batı Afganistan'a inen bir bölük olduğu tahmin edilen Orta Doğu Hunlarının hiç olmazsa, Ak Hun-Eftalit devleti hanedan ailesi ile hakim zümresini teşkil ettikleri ileri sürülmüş; veya bu devlet, Töleslerden Chao-ché (Kao-kü)= Uygurların ataları)'lere bağlı Hua kolu mensuplarının Cungary bozkırlarından Horasan bölgesine geçerek 5. asrın ortalanna doğru bir siyasî teşekkül haline gelmesi ile ilgili görülmüştür. Hun tarihinin bu noktası oldukça karanlık bir manzara taşımaktadır. Hakimiyetini Hazar kıyılannda Kuzey Hindistan'a, Afganistan'a, îç Asya'ya kadar genişleten bu kavmin veya kavimler topluluğunun çeşitli vesikalarda birbirinden farklı adlarla anılması durumu daha da karıştırmakta gibidir. Vaktiyle Ed. Chavannes Yeta'ların neş'et ettiği Hua (Hoa) topluluk adı ile "Hun" kelimesinin yakı ilgisi bulunduğunu düşünmüş ve J. Marquart türlü adlarla zikredilen bu kavmin, Priskos'daki Kidarita (Sasanî imparatorluğu hududunda Kafkaslar'da oturan Hunlar)'lardan ibaret olduğunu ileri sürmüştü. Bizans'lı tarihçi Theophanes(8. asrın 2. yarısı)'e göre "Ephtalit" adı, Sasanî imparatoru Peroz (Fîrüz. 459-484)'u mağlüp eden Hun hükümdarı Ephtalanos'tan alınmıştır. Bu adın aslında, Eftalit paraları üzerinde görülen Hephthal-khion olduğu ve birinci kelimenin sülale adını, ikincisinin de kavim ismini gösten bileceği bildirilmiştir. Diğer taraftan îskenderiyeli Kosmas İndikopleustes (545-549 arası) ile Bizans tarihçisi Prokopios (545-550 arası)'un eserlerinc ve eski Hind vesikalarında aynı kavimden Ak Hunlar(Bizans: Devkhoi Ounni; Hind: Şveta-Huna) diye bahsedilmiştir. 520 yılında Ak Hun-Eftalit hükümdannı ziyaret eden Çinli seyyah Song Yün'ün notlarından bu kavmin Hunlarla akrabalığı anlaşılıyordu . 5. asrın ilk yarısında Sasanîlerle çarpışan Ak Hun hükümdarı "Khakan" unvanını taşıyordu ve Afganistan bölgesindeki Ak Hun prensinin unvanı da "Tegin" idi. Bölge yerli halkının îranî asıldan olduğu şüphesizdir.
    Ak Hun-Eftalit meselesi son zamanlarda bilhassa K. Czegledy'nin geniş araştırması ile oldukça açıklık kazanmış görünüyor. Buna göre, tarihî gelişme M. 350 yıllarında Altaylar havalisinden batıya doğru cereyan eden büyük göç hareketi ile ilgilidir. îç Asya'da Hun idaresinden sonra iktidara gelen Sienpilerin yerine kurulan büyük Juan-juan devleti'nde Uar ve Hun adlannda iki kabile grubu 350'lilerde bilinmeyen bir sebeple o devletten ayrılarak bugünkü Güney Kazakistan bozkırına gelmiş, buranın eski Hun halkını Volga'ya doğru ittikten (Avrupa Hunları) az sonra güneye yönelerek Afganistan'ın Toharistan bölgesine inmişti. 367'ye doğru, buradaki eski Kuşan (Büyük Yüe-çi) ülkesine hükmeden "Kidarita" hanedanı (ihtimal îran asılh)'nı da Baktria (Belh havalisi)'ya süren bu îç Asyalı kütle, söylendiği gibi, Uar (= Avar; ) ve Hun kabileler birliği idi. Bu birlik daha sonra Kangkü (Çu-Maveraünnehir) ve Sogd (Semerkand ve havalisi)'un hakimleri olarak (Çince'deki Hiung-nu ve Avrupa dillerindeki Hun şekilleri arasında mahallî söylenişlere göre bazı ufak değişiklikler gösteren) yukarıda sıraladığımız adlar altında anılmıştır. Hakimiyetini batıda Hirkania (Gurgan. Hazar denizinin güneyi)'ya kadar genişleten bu devlet 5. asır ortalarından itibaren Heftal adında yeni bir hükümdar ailesine sahip olmuş (bu ad ilk defa 457'de görülüyor) ve yıkıldığı 557 yılına kadar hem sülale, hem kavim olarak öteki adlar ve Ak Hun adı ile birlikte bu adı da taşımıştır. Yapılan tesbitlere göre, devlette rol oynayan kabilelerden bazıları şunlardı: Kadis-hun (Herat civarında. Pers kaynaklannda Hvon, Prokopios'da Eftalit diye zikredilen bu kabile sonra îran'ın batısına göçmüştür; "Kadisiya" yer adının menşei), Zavul (Zabul; bundan Zabulistan), Çol (Çöl? Gurgan = Curcaniye, havalisinde), Kernıikhion (Karmir-hyon= Kızıl? Hun), Askil-Eskil Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerli olduğu aşikardır.
    Sogd bölgesini ele geçirdikten sonra îran üzerine baskı yapan Uar-hunların 9 yıl kadar süren (358'e doğru) şiddetli hücumları karşısında yıkılma tehlikesi geçiren Sasanî imparatorluğu Şapur II'nin gayretleri ile kurtuldu. Hatta iki taraf arasında ittifaka varan bir andlaşma oldu ve bu durum üç nesilden fazla bir süre devam etti (bu arada, Şapur'un, 359'da Amida (Diyarbakır)'yı kuşatmasında yardımcı olarak Hun kuvvetleri de bulunmuştu). Fakat Bahram Gor zamanında (420-438) başlayan yeni taarruzlar (427'den itibaren), Sasanîleri sarstı. Sogd bölgesinden Ceyhun'un güneyine doğru gelişen istila hareketinin Bahram Gor tarafından başarı ile durdurulması onun en şöhretli ("kurtarıcı") İran imparatorlarından sayılmasına vesile oldu. Halefi Yazdgird II zamanının (438-457) sonlarına doğru Uar-Hun (Ak Hun)'ların başında büyük hükümdar, Eftal (Abdel) hanedanından, Kün-han (Kun-han Priskos'da Kougkhas, îslam kaynaklarında Akh.ş.n.var vb.) îran iç işlerine karışarak, himayesine aldığı velîahd Peroz(Fîrüz)'u Sasanî tahtına çıkarmış (459-484), hakimiyetini Kuzey Hindistan'a doğru genişleterek orada, başında Skandagupta'nın bulunduğu Gupta devletini dağıtmıştı (470'e doğru). 484 yılında Ceyhun kıyılarında Ak Hun-Eftalitler tarafından mağlüp edilerek Herat bölgesini kaybeden ve yıllık vergiye bağlanan Sasanîler'in bu sırada geçirdiği dinî-içtimaî bir sarsıntı ülkelerini ihtilale sürükledi. Bu, Mazdek isyanı idi. Mazdek, Mani inancındaki "ikili" telakki (ışık-karanlık, iyilik-kötülük mücadelesi) üzerine sosyal huzursuzluk amillerini de ekleyerek, o tarihlerde yorulan ve iktisadî darlık içine düşen topluluğu kurtarmak iddiası ile düşüncelerini yaymağa başlamıştı. Buna göre, insanların saadetini bozan iki unsur vardı. Biri servet, diğeri kadın. Bunlardan her ikisi de herkesin ortak malı olduğu takdirde yeryüzünden kölüluk kalkacaktı. Bu tipik komünist propaganda neticesinde arazi ve servet sahipleri ile aile müessesesine karşı kışkırtılan halk, Mazdek ve müridleri tarafından ayaklandırıldı. Din adamları ve asîller öldürüldü, kadınlar tecavüze uğradı, evler ve konaklar yağmalandı, tahrip edildi. Devletin sıhhat kazanacağı hususunda Mazdek'e inanmak gafletini gösteren Şah Kavad (veya Kubad, 488-496 ve 498-531) da hapsedilmişti; fakat o kurtulmak imkanını bularak komşu Ak-Hunlara sığındı (496). îran'da olup bitenleri yakından takip eden Ak Hun hükümdarı, insanlık yararına hiçbir şey göremediği Mazdek hareketini kırıp yok etmek için, Kavad'ı 30 bin kişilik Hun süvari birliği başında îran'a gönderdi. Bu suretle Şah, ihtilali bastırdı (498-499) ve hadiselerin gelişme-sinden felaketin derecesini kavrayan halkın da yardımı ile Mazdek ve taraftarları yakalanarak idam edildi. Tabiatiyle temizlik ve ülkenin sükünete kavuşturulması uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiğinden, Sasanî imparatorluğunda hak, adalet ve mülkiyet esasında normal nizam, daha ziyade, Kavad'ın oğlu Husrev I. Anüşîrvan (531-579) devrinde kurulmuştur ki, bu şehinşah tarihte "Adil" lakabı ile anılır.
    Çin kaynaklarına göre, iç Asya'da Hoten, Kuça, Aksu, Kaşgar ve etrafını hakimiyetlerine alan Ak Hun-Eftalitler bu arada Kuzey Hindistan'ı da zaptetmişlerdi. Bu harekat "Tegin" unvanını taşıyan ve Kabil'de oturan Toramana adındaki başbuğ tarafından idare edilmişti199. 6. yüzyılın ilk yarısında ise Toramana'nın oğlu Mihiragula (Gollas, 515-545) imparatorluk güney kanadının en azametli hükümdarı görünmektedir. Ordusunda daima 700 savaş filinin bulunduğu rivayet edilir. Fakat Budist rahipler (Song Yün ve ondan bir asır sonra buraya gelen Hiuen-tsang) bu "Huna kralı"ndan hoşlanmamışlardır. Çünkü Mihiragula Budizmi ülkesi halkı için tehlikeli sayıyor ve Budistleri kontrol altında tutuyordu. Buna karşılık, îskenderiye'den Hindistan'a giden tüccar (sonra keşiş) Kosmas tarafından ve 530 tarihli Gwalior kitabesi ile Sanskrit yazılı "Keşmir vekayinamesi"nde Mihiragula Hindistan'ın en büyük hükümdan olarak tasvir edilmektedir.
    îran'da Anüşîrvan büyük bir devlet adamı olarak belirdikçe Ak Hun-Eftalitler sönükleşti. 552 yılında Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığı kurulup îstemi Yabgu Maveraünnehir bölgesinde faaliyete geçtiği zaman ise, iki büyük imparatorluk arasında sıkışan Ak Hun-Eftalit devletinin, Gök-Türklerin mücadeleye giriştikleri Juan-juanlarla olan siyasi ve sıhri rabıtaları da fayda vermedi. Anüşirvan ve İstemi'nin ortaklaşa hareketleri neticesinde Ak-Hun iktidarı yıkıldı ve ülke Gök-Türklerle İranlılar arasında paylaşıldı (557).
    Üç kol halinde gelişmiş olan hun siyasi hakimiyeti -Kafkasya'daki (Derben kuzeyi- Hazar denizi arasında) Hunların Hazar hakanlığı idaresine girinceye kadar süren kısa hakimiyetleri dışında- bu suretle tarihe karışmakla beraber, Hunlara mensup Türk soyundan çeşitli kütleler , büyük Hun çağında şahsiyetini bulan zengin kültürleriyle göreceğimiz gibi ,Asya ,Avrupa ve Afrika kıt'alarında , Tabgaç, Gök-Türk ,Türgiş, Karluk, Uygur, Oğuz,Bulgar, Sabar,Hazar, Kuman, vb gibi türlü adlar altında ve yeni güçlü devletler, imparatorluklar kurararak yaşamaya devam etmişlerdir. Türk milleti denilen büyük alemin çocukları olan bu kütleler , aynı zamanda Rus, Macar, İslav-Bulgar, Romen, Gürcü devletlerinin kuruluş ve gelişmelerinde başlıca rol oynamışlar ve daha sonraki bütün İslam-Türk siyasi teşekkülerine askeri, hukuki ve sosyal yönlerden anakaynak vazifesi görmüşlerdir.




  • 2- TABGAÇ DEVLETİ

    4. yüzyıl sonlanna doğru Kuzey Çin'de (Şan-si'nin kuzeyi) kudretli bir siyasî teşekkül meydana getiren, Çinlilerin To-ba (veya T'o-pa) dedikleri topluluğu Türkler "Tabgaç" diye anmışlardır. Orhun kitabelerinde sık sık geçen ve Gök-Türkler aracılığı ile Bizans kaynaklarına da "Taugast" şeklinde intikal eden "Tabgaç" kelimesi "Çin" manasına da alınmıştır. Çünkü Gök-Türklerin ilk zamanlannda Türklerce "büyük" tanınan bu sülale Doğu'nun kudretli hanedanı olarak Çin'de hüküm sürmekte idi. Aslında Türkçe ulu, muhterem, saygıdeğer" manalannı ifade eden Tabgaç tabiri bilindiği gibi, sonra bazı Kara-Hanlı hükümdarları tarafından unvan olarak (Taf-gaç, Tamgaç) kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud'un, Türklerden bir bölük olduğunu kaydettiği Tabgaçlar, Çin yıllıklarına göre Asya Hunları'ndan bir kısımdır ve sülalenin resmî tarihinde (Wei-shu) Motun, eski To-pa (Tab-gaç) hükümdarı olarak gösterilmiştir. Tabgaçların örf, adet ve geleneklerinden çoğu, Kurt efsanesi; magara, dag, orman kültleri vb. ve Göç efsanesi (bk. aş. Kültür: Destanlar) Türklerle ilgili bulunduğu gibi, dillerinin de Türkçe olduğunu ortaya koyan deliller vardır: Bitegçin (bitikçi, katip;dış-işleri bakanı?), kapukçın (kapıcı; hacib?), atlaçın (atlı, süvari birliği), tabagçın (yaya, piyade birliği), korakçın (koruyucu, muhafız kıtaları), yamçın (posta sürücüsü), hiencin (posta menzilleri idarecisi; hancı?), aşçın (aşçı;mutbahçı başı?), törü (kanun, töre), il (devlet) vb." . Tabgaç hükümdannın ağzından şöyle bir Türkçe ibare nakledilmiştir: "Atıg belgiıtef;" (yani "bir (başbuğa verilen) isim, (onun yaptığı) işi belirtmeli=belgelemeli)" Wei-shu, Nan ch'i-shu, Liu-Sung-shu gibi Çin kaynaklarına geçen bu kelime ve tabirler, aynı zamanda Tabgaçların devlet idaresi ve askerî kuruluşları hakkında da bilgi verir durumdadır. Bununla beraber, bu Türk devletinde oldukça büyük ölçüde Moğolların da yer aldığı anlaşılıyor. Araştırmalarda kendileri bile bir ara Sienpiler arasında görünen Tabgaçlara bağlı kabilelerden kimlikleri tesbit edilebilenlerin yarısından fazlasınm Moğol menşeli olduğu neticesine varılmıştır. Ancak Moğollar, diğer Tunguzlar ve Çinli halk ile birlikte, şüphesiz teb'a durumunda idiler.
    Önce kuzey Şan-si'de Tai başkent olmak üzere küçük "Tai veya I. T'o-pa" devletini (315-376) kuran Tabgaçlar, daha ilk başbuğları olarak bilinen Şa-mo-han(ölm. 277)'dan itibaren diğer küçük Hun devletleri ve Si-en-pi kütleleri ile mücadeleye giriştiler ve nihayet Ch'in devleti başındaki, Tibet menşeli Fu-Chien iktidarının çökmesi (384) üzerine etraftaki mahallî hükümetçikleri (16 kadar) idareleri altına alarak büyük devlet haline geldiler. Tabgaç devleti (386-556), Çinlilerin Wei (Pei-Wei = Kuzey Wei) adı-nı verdikleri hükümdar ailesinden K'uei zamanında (386-409) verimli toprakların Doğu Çin'deki dağınık Siyen-pi gruplarından zaptedilmesi ile gelişti. Küçük Ts'in (394'de) ve Liang (403'de) devletleri tabiiyete alındı. Baş-kenti P'ing-ç'eng (Tai) şehri idi. Az sonra devletin nüfüzu, bir yandan Pekin yakınlarına, bir yandan Huang-ho nehri dirseğine kadar uzanmıştı. Kuzey istikametinde, Siyen-pilerin varisi olarak 4. asır sonlanndan itibaren kudretli bir siyasî teşekkül durumuna giren Moğol menşeli Juan-juanlar yüzünden ciddî bir genişleme olamıyordu. İki devlet arasında bazan çok şiddetli cereyan eden mücadele 150 yıl kadar sürmüştür. Hükümdar Sseu (409-423)'dan sonra Çin'in başkentleri Lo-yang, (Ho-nan'da) ve Ç'ang-an(bugün Si-ngan-fu, Şan-si'de)'ı ele geçirerek hakimiyetini Sarı-nehir bölgelerine yayan ve bütün Kuzey Çin'i tek idarede birleştiren büyük imparator T'ai-wu devrinde (424-452) Tabgaç devletı en parlak çağını yaşadı. Önce 2. Ts'in devletini kendine tabi kılan, 427'de Hun Hsia devletinin başkentini alarak, bütün topraklannı ele geçiren (431) ve 425'ten itibaren Juan-juan'ları mağlüp ederek bugünkü îç Moğolistan'ı istila eden (436) ve 435-439'da hakimiyetini batı'ya doğru genişleterek, îç Asya'daki Wu-sun, Yue-pan ülkelerini ve Kuça, Kaş-gar, Karaşar, Turfan baçta olmak üzere 30 kadar şehir-devletçiklerini idaresine bağlayan Tai-wu, 439'da Kansu (Gu-tsang=Kan- çou)'daki Hun devletini (Kuzey-Liang) ortadan kaldırdı. Böylece ünlü İpekyolu güzergahı tekrar Türk hakimiyetine girmiş oldu. 450'de güneyde Yang-tse nehrine de ulaşan Tai-wu, Çin askerinin "taydan ve düveden farksız" olduğunu söylüyor ve kendisi "Börü" lakabını taşıyordu. împaratorluk merkezini Türk hayat şartlarına oldukça uygun gelen bozkır bölgesinde (Kuzey Şan-si) tutan Tai-wu, o sıralarda Çin'de yayılmakta olan Budizm'in Türkler arasına nüfüzunu önlemeğe çalışıyor, idaresi altındaki Çin topraklarında bile Budistlerin faaliyetlerini kontrol ediyordu. Tapınaklarda ayinler dışında din propagandasını yasaklayan bir emirname çıkarmış (438) ve 446'da emre riayet etmiyenlerin şiddetle takibini emretmişti. T'ai-wu'nun Türk bünyesi ve seciyesini Budizm'in bozucu tesirinden korumak maksadını güden bu tutumunun mana ve değeri çok sonra anlaşılmıştır. Tedbirlerin ehemmiyetini farkedemeyen halefleri zamanında, yasak emri gevşetilen Budizm'in hatta himayesi cihetine gidildi. împarator Wen-ç'eng (Siun veya Sün, 452-465) ve Hong I (Hien-wen, 465-471) zamanlarında İç Asya'da tabiliğe alınan şehir-devlet sayısının 50'ye çıkarılması (456), Juan-juanların ağır mağlübiyete uğratılması (458-459)219, Güney Çin devletinden (Liu Sung) bazı bölgelerin alınması (466-469 arasında) gibi büyük askerî başarılara rağmen, gittikçe gelişen Budizm'in yayılışı, sonra büsbütün hızlanarak Tabgaç topluluğunun Çinlileşmesine zemin hazırladı. 480'den itibaren Kuça ve etrafını Ju-an-juanlara kaptıran ve 494'de başkenti, Devlet Meclisi'nin muhalefetine rağmen, bozkır bölgesinden güneydeki eski Çin merkezi Lo-Yang'a nakleden împarator Hong II (Hio-wen, 471-499), Türk töresine karşı ağırlık kazanan bu soysuzla§mayı (479'da yalnız başkentte 100 tapınak ve 2000'den fazla rahip bulunuyordu) 495 yılında, Türk örfünü, geleneklerini, giyimini, Tabgaç dilini ve hatta yazışmalarda Türkçe tabirlerin kullanılmasını yasaklamakla tamamladı.Buna karşı çeyrek asır kadar devam eden tepkiler bastırıldı. Süan-wu(499-515)'dan sonra idareyi devralan İmparatoriçe Hu (515-528) Budizm'e o kadar düşkün idi ki, yabancı memleketlerdeki "dindaşları" ile de alakalanıyordu. 520'ye doğru Hindistan'da Ak Hun-Eftalit hükümdarı Mihiragula'yı ziyaret ettiğini gördüğümüz Çinli Budist rahip bu kraliçenin arzusu ile seyahat ediyordu. Tabiatiyle "Türk atalannın askeri vasfını kaybeden Tabgaç devleti yeni bölgenin ve yerli Çin halkının yol açtığı iktisadî ve sosyal sebeplerden de gittikçe gücünü kaybetmekte idi. Bütün Kuzey Çin'e hükmetmiş olan bu devlet 534'e doğru Doğu (Ho-nan'da) Wei'leri ve Kuzey veya Batı (Ç'ang-an'da) Wei'leri olarak ikiye aynldı ve kısa zaman sonra bütün arazileri Çinli hanedanlara intikal etti (Doğu NVei'leri yerine Ts'i (Ch'i) sülalesi: 550-577, Batı Wei'leri yerine Chou sülalesi: 557-581).




  • Eyvallah
  • A- UYGUR HAKANLIĞI

    745'de, Gök-Türk iktidannı yıkarak, Ötüken'de devlet kuran Uygurlar şu 9 urug'dan meydana gelen bir birlik idi: Yaglaqar\yaglakır - hakan uruğu (ihtimal yagıla + qır=düşman ile savaşmak)/; Hıı-tu-ko (Uturqar ihtimal ut (kazanmak) + r + gar); Hu (Kiu-lo-vu (po)= Kürebir); Küremür (ihtimal Küre (korunmak) + bir); Mo-ko-si-ki (Bagasıgır?); A-vu-çö (Ebirçeg veya Abırçak?); Hu-vu-su; Yo-vu-ku (Yagmur-qar); Hi-ye-vu (Ayavire/Ayabi-re=Ayamur, Aymur (yagmur, küramür gibi), krş. Oğuz Eymür boyu=şerefli, itibarlı) Bu uruglardan kurulu Uygur kabilesinin (boy'unun) idaresi altındaki Dokuz-oğuz birliğinin (bodun'unun) kabileleri de şunlardı:
    P'u-ku (Buku, Tiirkçe unvan), Hun (Qun), Pa-ye-ku (Bayırku), T'ung-h (Tongra), Sse-kie (Sıqar), K'i-pi, A-pu-sse (Po-si= Si?), Ku-lun-vu-ku, A-tie (Ediz) Görüldüğü üzere, On-Uygur diye anılan birlik467 9 adet Oğuz b-yuna, -9 urugdan kurulu- Uygur boyunun ilavesiyle meydana gelmişti. Orhun'da Uygur "ordu"sunu (başkentini) ziyaret eden müslüman Tamîm de, hükümdardan başka, herbirinin 13'er bin savaşçısı bulunan 17 başbuğdan (Bey?) bahsetmiştir. Demek ki, bunun 9'u Oğuz boy'u başbuğu, 8'i de (hükümdarın uruğu hariç) Uygur urugu başbuğu idi. Uygur boyu idaresindeki 9 kabileye, Basmıl ve Karluk boylannın katılması ile birlik sayısı 11 oldu. Bir Çin kaynağına (Kiu T'ang-shu) göre de Uygur hakanlığı 11 "vali" tarafından idare edilmekte idi.
    Orhun kıyısında başkenti Ordu-balık şehri (sonraki Karabalgasun yakınında)'ni kuran ilk Uygur hakanı Kutlug Bilge Kül 747'de öldü. Yerine oğlu Moyen-çor (Bayan-çor?) kagan oldu ("Tanrıda bolmış îl-Etmiş Bilge kagan". 747-759). Orhun-Selenga nehirleri arasında Şine-usu gölü yakınındaki, Uygur hakanhğının ilk devri için mühim olan kitabeden anlaşıldığına göre, hakan Moyen-çor Dokuz-oğuz'ları toplamış, kuzeyde Kırgız'larla, batıda Karluk'lar ve onlara yardım eden Türgişler ve Basmıllarla, Sekiz-Oğuz, Dokuz-Tatar ve Çik'lerle savaşmış, bunlann hepsini kendine bağlamış, hakimiyetini Yenisey kaynakları, Çu-Talas havalisi, îç-Asya ve Kerulen'e kadar yaymış; oğullannı yabgu, şad tayin etmişti. Fakat asıl Çin üzerinde tesirli oldu. Karluklar tarafmdan desteklenen îslam kuvvetleri ile Çinliler arasında cereyan eden büyük Talas muharebesi(751)'nde Çinliler ağır mağlübiyete uğramış, Tarım havzasının Uygur'lara geçmesini sağlayan ve Çin'in Orta Asya'dan çekilmesini sonuçlandıran bu savaş üzerine, Çin'de büyük hadiseler olmuştu ki, bunların en mühimi, Türk anadan doğan An-lu-şan adlı bir kumandanın 200 bin kişilik bir kuvvetle Çin başkentleri Lo-yang (756) ve Lygur tuccarlarının Çin'de tahakkumlerinden doğan bazı anlaşmazlıklar gi-deriidi. Yerine oğlu "Ay Tanrıda kııt bıdmış Knlüg Bilge Kagan" (789-790) ve sonra bunun oğlu Kutlııg Bilge (790-795) hakan oldular. Eskiden beri Çin'e karşı ilgi duyan Tibetliler o sırada Beç-balık havalisinde bulunan Şa-t'o Türkleri ile anlaşarak, baskınlara başlamışlardı. Çin'i korumayı iktisadî ve kültürel sebeplerle gelenek haline getirmis olan Uygurlar, kuvvet göndererek tecavüzleri önlemek istedilerse de başarıya ulaşamadılar. îtibarı sarsılan hakan öldürüldü. Ötüken'de karışıklık çıktı. Fakat 795'de hakan olan, Ediz boyundan, sevilmiş kumandan ve idare adamı Kutlug (795-805. Ay Tanrıda ülüg bulmış Alp Kutlug Bilge Kagan) ile, sonraki "Ay Tanrıda, kut bulmuş Külüg Bilge" (805-808) zamanlannda bir huzur devri açıldı. İktisadî faaliyet gelişti. İç-Asya'nın mühim ticaret çehirlerine nüfuz edildi. Dış siyaset yönünden zamanı oldukça sakin geçen hakan "Ay Tannda kut bulmuş Alp Bil-ge" (808-821)'den sonra, "Ay Tanrıda ülüg bulmış Küçlüg Bilge" (821-833) ihtimal "Kara-balgasun kitabesi"ni diktiren hakandır ki, hükümdarlığı başarılı geçmiş, Türkistan üzerine sarkmak isteyen Tibetlileri durdurmuş, hakanlığa bağlı Karlukların başına yeni bir yabgu tayin etmiş ve ta Soğd bölgesine kadar ticari münasebetlerini geliştirmiştir. Fakat, sonra memlekette huzursuzluk başgösterdi. Hakan öldürüldü, yeğeni "Ay Tanrıda kut bulmuş Alp Küliig Bilge Kagan" (833-839) da bakanının tahrik ettiği bir isyanda telef oldu. Gittikçe koyulaşan Maniheizm tesirleri dolayısiyle Uygurlardaki gevşemeye karşılık Yenisey bölgesinde yeni bir kudret halinde beliren ve 20 yıldan beri Orhun bölgesini baskı altında tutan Kırgızlar 840 yılında kalabalık kuvvetlerle Uygur topraklanna girdiler, başkent Ordu-balık'ı zaptederek son hakan Ho-sa(839-840)'yı öldürdüler, ahaliyi kılıçtan geçirdiler. Ötüken'de devletleri yıkılan Uygurlar kütleler halinde yurtlannı terkederek Karluk ülkesine, Çin sınırlanna ve daha kesif olmak üzere, zengin ticaret merkezlerinin bulunduğu İç-Asya'ya göçtüler.
    Hakan ailesine mensup iki kardeş tarafından idare edilen bu göçten sonra Uygur tarihinin ikinci safhası başladı. Göç sırasında başlarında, kendi-eri tarafından "kagan" seçilen Vu-hi Tegin (841-846)'in bulunduğu Uygurlar bir müddet bazan Kırgızlar, bazan Çinliler tarafından hırpalandıktan sonra, bir kısmı (Kan-su'da) Çin tabiiyetine girerken, diğerleri Pang Tegin idaresinde batıya Karlukların ve öteki Türk boylarının yurtlarına doğru yollandılar ve her iki tarafta da devletler kurdular. Fakat bunlar artık "Bozkır Türk Devleti"nden farklı idiler ;hakimiyeti genişletme düşüncesinde olmamış, büyük siyasi çatışmalara girmemiş, başta çin hükümetleri olmak üzere , başta Çin hükümetleri olmak üzere komşularıyla dostluk ve ticaret ilişkilerini sürdürmeği tercih etmiştir.


    Kan-Çou Uygur Devleti

    Bir kısım soydaşlarmın aşağı yukarı 150 yıldan beri sakin bulunduğu Kan-su bölgesine gelerek, buranın merkezi Kan-çou(eski Gu-tsang)'da yerleşen Uygurlar (847), Çin ile, daha ziyade ticarî faaliyetler üzerine kurulu iyi münasebetlerini, imparatorların kızları ile Uygur prenslerinin evlendirilmeleri gibi akrabalık bağları ile de sağlamlaştırmışlardır. Ancak T'ang sülalesine karşı isyanlann arttığı 10. asır başlarında Kan-su Uygurları, bağlı oldukları ve merkezi Tun-huang olan Çin askerî bölgesi ile ilgilerini kestiler:
    Burada, 905 yılında muhtar bir "devlet" kuran bir asî general "Batı Han'larının Altın-dağ kırallığı" adını verdiği bu devlete Uygur'ları tabi tutmak istemiş, fakat Kan-çou Uygurları tarafından gönderilen Tegin adlı kumandanın idaresindeki ordu Tun-huang'ı kuşatarak halkı "kıral"ı teslim etmeğe zorlamıştı (911). Bu hadise üzerine Uygurların batı kolu da istiklal kazanmıştır.
    906'da yıkılan T'ang hanedanının yerine geçen çoğu Şa-t'o (Türk) asıllı "5 sülale" zamanında (906-960) Muahhar (sonraki) Leang (907-923) ile Uygurlar pek ilgilenmemişlerdir. 911'de Tibet elçisi ile birlikte Çin'e giden Uygur elçisi münasebetiyle "Büyük Uygur devletinin şefi"nden söz edilmesi Tun-huang zaferinden sonra Uygurların siyasî kudretinin arttığını göstermektedir. "5 sülale"nin ikincisi olan Muahhar T'an ailesi (923-936)'nin kurucusu Şa-t'o hükümdarı, o zaman başlarında Jen-mei ("cesur ve doğru") Ka-gan'ın bulunduğu Uygurlar tarafından samimiyetle karşılandı. Jen-mei'den sonra, 924'de Tegin (924-926), sonra A-tu-yu (="Adrug, seçkin") ve Jen-yıı hakan oldular. Çeşitli tarihlerde Apa, Kiın, Bars adlı elçiler Çin'e gönderildiler. Çin'de 3. sülale(Muahhar Tsin veya Chin)'yi kuran Şa-t'o hükümdarı (937-946) zamanında, Jen-mei (l.'nin kardeşi) Çin'e Altun adındaki elçisini gönderdi. Muahhar Han (947-951) ve Muahhar Chou (951-960) aileleri zamanında ise, gerek Kan-çou Uygur Devleti'nden, gerek Batı Uygurlan'ndan Çin'e hey'etler gitmiştir. Bu ziyaretlerin ticarî ilişkileri geliştirmek için yapıldığı tahmin olunuyor.
    Kan-çou-Tun-huang Uygurları, görüldüğü gibi, büyük bir askerî kudret gösterememişler, bu sebeble de haklarında fazla bilgi mevcut olmamıştır. 10. asrın başından itibaren Mançurya ve Kore kabilelerini toplayarak kuzeyde bir baskı unsuru halinde beliren ve bilhassa "5 sülale" devrinde Çin'in bazı kısımlarını ele geçiren K'i-tan'lar nihayet bir hanedan (Liao sülalesi. 907-1211) kurarak Kuzey Çin'de hükümran olduklan zaman, Uygur Devleti de onların (940'dan sonra) ve daha sonra, 1028'lerde, Tangutların nüfuzu altına girdi, 1226'da da Cengiz Han Moğollarının tahakkümü altına düştü. Kan-çou Uygurları daha o sıralardan beri "San Uygurlar" diye bilinen Türk topluluğudur ki, hala Batı Çin sahasında yaşamaktadırlar.




    DOĞU TÜRKİSTAN (TURFAN) UYGUR DEVLETİ

    İç Asya'ya doğru göçen Uygurların başında Vu-hi Tegin'in kardeşi, Ngu-nie Tegin bulunuyordu. Kendisi 13 Uygur kabile birliğinin son "kagan"ı (846-848) kabul edilmektedir. Batıya gelen bu Uygur kolu Tanrı Dağlan, Beş-balık, Turfan taraflanna yerleşerek, 840'da Ordu - balık'da istilacılar eli ile öldürülen Uygur hakanının yeğeni Mengiryi "kagan" (Ulug Tanrıda kut bulmış Alp Külüg Bilge) seçti (856). Tibetlilerin hücumuna karşı, nüfuzu altında tutmak istediği bu bölgede kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur devletini derhal tanıdı. 873'e doğru "kagan"ın Buku Cin olması muhtemeldir. Tang'lar ismen de olsa kendilerine bağlı ve siyasetlerine uygun bir tutum içinde bulunan bu Uygur devletinin, meçrü Çin idaresine isyan eden Turfan, Beş-balık askerî valilerini ortadan kaldırarak Hami'ye kadar hakimiyet kurmalarına şüphesiz müdahale etmiyorlardı. Bu suretle siyasî nüfuzu gittikçe artan ve İç-Asya'nın ticaret yolları üzerinde olması ile de iktisaden gelişen Uygur devleti aynı zamanda Maniheizm'in bölgede yayılmasına vasıta oluyordu. Nitekim T'ang'ların yıkılışı sırasında Tun-huang askerî bölgesini işgal eden Çinli kumandan, yukarıda bahsettiğimiz muhtar "devlet"ini kurarken "Beyaz elbıse giyen Gök-oğlu" lakabını almıştı (Maniheıstler beyaz giyiniyorlardı). Fakat, bilindiği gibi, Kan-çou Uygurları bu muhtar "devlete son vermişler (911), bu tarihten itibaren Doğu Türkistan Uygur Devleti de müstakil olmuştu.
    Bundan sonra, güneyde Tibet, Batı Türkistan'da Karluk bölgesi ile sınırlı ve baçlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş-balık, Kuça, Hami olan ülkelerini müdafaa ile iktifa ederek san'at, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur devleti ile ilgili siyasî hadiseler hakkında fazla bilgi görülmüyor. Ancak 947'lerde başkentin Koço (Doğu Türkistan'da Turfan'm yakınında Kara-khoço=Kao-ç'ang) şehri ve yazlık merkezin de Beş-balık (Pei-ting) olduğu ve "Kün Ay Tanrıda kut bulmış Ulug kut ornanmış, alpın, erdemin il tutmuş Alp Arslan Kutlug Kül Bilge-Tanrı Han"ın devleti idare ettiği biliniyor. 948'de "Kün Ay Tanrıteg küsönçig körtle yaruk-Tanrı Bögü Tenri-ken"in bulunduğu Khoço'daki bir kitabeden anlaşılmaktadır. Bu Uygur hükümdarları "Iduk-kut" unvanı ile de anılıyor ve başkente "Iduk-kut (îdi-kut) şehri" deniyordu.
    Uygurlar hakkında en ilgi çekici bilgiye, Çin'deki Kuzey Sung imparatoru tarafından 981'de Kara-khoço'ya elçi olarak gönderilen Wang Yen-tö'nün seyahat notlarında tesadüf edilmektedir ki, kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.

    Doğu Türkistan Uygur Devleti'nde, öteki Uygur kolunda olduğu gibi, Budizm çok yayılmış, hatta Maniheizm'den üstün bir mahiyet almış, bunun yanında Nesturi hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere îslamiyet tesirlerini göstermiştir. Müslüman-Türk Kara-Hanlılar, Kaşgarlı Mahmud'un eserinde (1074) "kafir" diye bahsedilen Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur memleketinde îslamiyeti yaymağa çalışıyorlardı. Sonra îslamiyet Çin'e Uygurlar aracılığı ile girdiği için orada ilk müslüman Çinlilere Huei-ho (Uygur) denilmiştir.
    Doğu Türkistan Uygur Devleti 1209'da Cengiz Han'a bağlandığı zaman, başta, o tarihe kadar Kara-Hitaylara tabi durumda olan İdil-kut Barçuk Art-Tegin bulunuyordu.Islam kaynaklannda (Kudame /ölm. 948/, El-Mes'üdî, Gerdîzî, Tamîm b. Bahr, Mervezî, El-îdrîsî /ölm. 1166/) daima "Dokuz-oğuz" (Toquz-guz) diye bahsedilen Uygurların hakimiyeti fiilen sona ermekle beraber, Moğollar tabiiyetinde kalarak Uygur hükümdar ailesi Çin'de Ming devrinin başlanna, yani, son Uygur îdi-kut'u Ho-şang, Ming sülalesi kurucusuna teslim oluncaya kadar (1368) devam etmiştir. Ayrıca, Kara-Hitay devletinde olduğu gibi, meşhur devlet adamı Tata-Tonga ve oğulları ile diğer birçok Uygur, Cengiz Moğolları devletinde de yüksek idarî vazifeler almış ve başta hayvancılık, meyvecilik, dil, yazı olmak üzere Uygur medenî tesirleri Asya'nın doğusunda ve batısında (bilhassa Karluklar, Kara-Hanlılar yolu ile) asırlarca hissedilmiştir.




  • kardeş okumadım ama boş bi vaktimde okucam saol
  • KIRGIZLAR

    Adlarının menşei ve manası hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş olan Kırgızlar Çin kaynaklarında K'i-ku, Kie-kıı, Kie-ka-sse vb. adları ile zikredilmekte ve Han'lardan (M.Ö. 206 - M.S. 220) beri mevcudiyetleri bildirilmektedir. Asya Hunları zamanında Baykal'ın batısında îrtiş nehri havalisinde, bir Türk kavmi olan Ting-ling'ler ile bir arada oturmuşlardır. Fakat Kırgızlar kaynaklarda Türk asıllı gösterilmemekte ve buna göre tahminen 5.-6. asırlarda Türkleşmiş kavimlerden sayılmaktadır. 6. asır sonlarında Çin kaynaklarında Hia-kia-sseu diye zikredilen Kırgızlann Gök-Türk hakanı Mu-kan zamanında, 560'a doğru, hakanlığa bağlandıktan sonra, 630-680 arasındaki fetret devrinde müstakil bir hüviyet kazandıkları, T'ang'larla siyasî münasebet kurmalanndan ve bir "kagan"a sahip olmalarından anlaşılıyor. II. Gök-Türk hakanlığı devrinde tekrar Gök-Türk idaresine alınan Kırgızlar, Moyençor Kagan tarafından Uygur hakanlığına bağlanmış (758), fakat 840 yılında şiddetli bir hücumla Uygur devletini yıkarak Ötüken'de kendi devletlerini kurmuşlardır. Ancak orada fazla kalamadılar. 920'de bütün Moğolistan'ı ele geçiren K'i-tan'lar (Çin'de Liao sülalesi) Kırgızları Ötüken bölgesinden çıkanp, eski yurtlarına sürdüler. K'i-tan'lar ve devamları olan Kara Hitayların Yenisey havalisine kadar sokulamadıklan anlaşılıyor. Cengiz Han önce Moğolistan'ı idaresi altında birleştirmek istediği için, Merkit ve Naymanlarla olan savaşları sırasında Kırgızlan da itaate almıştır (1207) ki bu suretle Kırgızlar Cengiz Han Moğollarına itaat eden "ilk Türk kavmi" olmaktadır. 1217'de Moğollar'a karşı direnmek istedikleri için, ertesi kış, ordusunu Yenisey buzu üzerinden geçiren, Cengiz'in oğlu Çoçi tarafmdan tenkil edilen Kırgızlann artık "hakan"ları olmamış, Tolui ulus'u (Cengiz Han'ın oğlu Tolui'nin hissesine düşen arazi ve halkına dahil edilen ülkelerinde sadece birer reis tarafından idare edilen iki kısım halinde yaçamağa devam etmişlerdir. Kırgız kavminin, Uygur Hakanlığını yıkarak işgal ettiği Ötüken'de tutunamayıp, buranın Moğol K'i-tan'lara geçmesine ve tam idrak ve intibak edemediği anlaçılan "Orhun kültürü"nün ortadan kalkmasma sebep olmak, dolayısiyle eski Türk hakanlar yurdunu, bir daha geri gelmemek üzere, Moğollara kaptırmak suretiyle Türk tarihinde oynadığı menfi rol dikkatten kaçmamıştır . Durumun o devir Türk çevresinde de böyle değerlendirildiği, Karlukların, Ötüken'de Kırgız hakimiyetini reddetmelerinden bellidir.




    TÜRGİŞLER

    Adlannın "Türk+s" şeklinde gelişmiş olduğu bildirilen Türgiş'ler On-ok'ların To-lu kolunun bir kısmını teşkil ediyorlardı. Çin kaynaklarında Gök-Türk hakanlığının batıdaki kalabalık boylarından biri olarak ilk defa 651 hadiseleri dolayısı ile zikredilen Türgiş (Tu-k'i-şi)'ler, îli nehri dolaylarında oturuyorlardı. 7. asrın sonlanna doğru, Türgiş şefı olarak görünen Ba-ga Tarkan unvanlı U-çe-le, bağlı bulunduğu tayinli Batı Gök-Türk "kaganı"nın kötü davranışlarından faydalanarak Çor'ları ve Erkin'leri etrafına topladı, kısa zamanda her birinin 7 bin savaççısı olan 20 başbuğlu bir ordu kurmağa muvaffak oldu. Çu vadisinin kuzeybatı ucunda bulunan merkezini kuzeydoğuya nakletti. Turfan ve Kuça "eyalet"lerine kadar hakimiyetini genişletti, bu gelişme karşısında ülkesini bırakıp Çin başkentine giden tayinli "kagan"ın ayrılmasından sonra, hemen bütün On-ok sahasım kendi idaresine aldı. Fakat, iktidannın bu sağlam devrinde, Kagan Kapgan idaresinde haşmetli çağını yaşayan Doğu Gök-Türklerinin ilerleyişini durdunnak maksadı ile Kırgızlar ve Çin ile işbirliği yapması iyi netice vermedi. Gök-Türk aleyhtarı üçlü ittifakın üyesi olduğu için üzerine yürüyen Tonyukuk tarafından mağlüp edildi (698 Bolçu savaşı), On-ok sahası U-çe-le'nin kontrolünde olarak Gök-Türk hakanlığına bağlandı. Onun ölümünde yerine geçerek 706'dan beri tabi "kagan" olan So-ko (U-çe-le'nin oğlu) Çin ile münasebet kurduğu için, bu defa Kül Tegin ve Bilge tarafından 711'de yine Bolçu yakınında hezimete uğratıldı ve telef edildi.
    So-ko ile kardeşi Çe-nu arasında arasında ülkede hakimiyet hususundaki mücadele ve Çe-nu'nun Kapgan Kagan'a sığınmasına dair Çin kaynaklarındaki haber ile kitabelerde "Kara Türgiç" halkının itaate alındığını belirten kayıt So-ko zamanında Türgişlere karşı yapılan başarılı seferin gerekçesini göstermektedir. Ülkenin Bars Beğ idaresine verildiği bu tarihte bir kısım Türgiş halkının da Kengeres (Seyhun nehri kıyıları)'e doğru çekildiği anlaşılıyor (bk.yk. II. Gök-Türk Hakanlığı). Gök-Türk mücadeleleri sırasında Türgişler Su-lu adlı bir Kara-Türgiş çor'unu "kagan" seçtiler (717) ki, Çin haberlerine göre, Gök-Türk uruglarından mühim bir kısım da Bilge'den ayrılarak bu yeni Türgiş hakanının hizmetine girmiştir. Su-lu başkenti, Ta-las'ın kuzeybatısında, Balasagun (Kuz-uluş) şehri olmak üzere, uzunca süren hakimiyeti zamanında Maveraünnehir'den doğuya Arap ilerlemesini durdurmak suretiyle, Orta Asya halkının "Arap teb'ası" olmasını engelleyen ve üzerinde Türklerin tarihî hak sahibi bulunduğu Maveraünnehir'i yine Türk eline almağa çalışan bir hükümdar olarak görünür.
    Daha 714'de Kuteybe'nin, umumî karargahını Merv'den Şaş (Taşkent bölgesi)'a naklederek oradan kuzeye ve diğer taraftan, Kaşgar'a doğru îç-Asya anayolu istikametinde akınlara girişmesi Emevî hilafetinin hedeflerini gösterir gibi idi. Kuteybe'nin ölümü (715 sonbaharı) üzerine bu ileri harekatta dikkati çeken duraklamanın îslam halîfelerince hoş karşılanmadığı, hedefe kararlılık içinde yönelecek kumandan bulmak maksadıyla Horasan valilerini sık sık değiştirmelerinden anlaşılmaktadır. Ancak, valilerin başarısızlığa uğramalarının başlıca sebebi, istiklal istemeleri tabiî olan yerli prenslerin Arap'larla işbirliği isteksizliğinden ziyade, başında Kagan Su-lu'nun bulunduğu Türgiş topluluğunun şiddetli mukavemeti ve hatta, îslam'ın dinî akîdelerini değil, fakat Arap sultasını Maveraünnehir'den söküp atmak azmi idi. Nitekim bu devirde Arap ordularma karşı çıkanların hepsi îslam kaynaklarında "Türk" olarak belirtilmektedir. Büyük mücadelede, tabiatiyle bölgenin ve Seyhun ötesi Türk ülkelerinin, meşhur îç-Asya kervan yolu üzerinde yer alması dolayısiyle, iktisadî ehemmiyeti de büyük rol oynuyordu. Halîfe 'Ömer b. Abd'il-Aziz (717-720) tarafından tayin edilen vali El-Cerrah b. 'Abdullah'ın Seyhun ötesinde giriştiği ilerleme teşebbüsünün, bu kumandanı durdurup muhasara ederek Arap kuvvetlerini geri atacak şekilde gelişen Türk mukavemetinin karşısında sarsılması,Emevîleri, aradaki Türk engelini kaldırmak için, Çin ile temaslar kurmağa sevketmiş, bu maksatla şüphesiz Arap'ların müsaadesi ve teşviki ile gerek Maveraünnehir "hükümdar"lanrıdan, gerek doğrudan doğruya Arap'lardan Çin'e hey'etler gönderilmiş ise de, hiç bir netice elde edilememişti. Keza, Türgiş devletinin ana siyaseti anlaşıldıktan sonra, bundan aldıklan cesaretle, Buhara "hakimi" Tuğşad, Kümez "hakimi" Marayana ve Çaganyan hükümdarının Arap'lara karşı yardım için Çin'e müracaatları sadece bir nezaket muamelesi ile savuşturulmuştu. Çünkü, Arap ordulannın Seyhun ötesine geçmeleri ile aynı zamanda (719) başlıyan Çin'in batıya doğru Gök-Türk hakanlığımn akamete uğrattığı genişleme siyaseti, bu defa Türgiş duvarına çarpma tehlikesiyle karşılaşmakta idi. Çin'in şimdilik "durumu idare" yoluna girmesi dolayısiyle de kendilerini serbest hisseden Türgişler batıda faaliyete geçmişlerdi. Bunun üzerine Maveraünnehir'de beliren Arap aleyhdarı hareketler Türgiş baskısma iyiden iyiye yardımcı oluyordu. Seyhun'u açarak Maveraünnehir'e giren Türk ordusu kumandanı Kül-çor Semerkand yakınında ilk büyük başarıyı kazandı: başında Sa'id Abd'il-Aziz'in bulunduğu Arap kuvvetlerini mağlüp etti ve kumandarını bir müddet çember içinde tuttu (721). Bu vali değiştirildi. Yerine gelen el-Haraçî (721 sonbaharı) şiddet yoluna başvurup, yerlerini terkeden halkı Hocend bölgesinde teslim olmağa zorlayarak hepsini öldürttüğü için, canlannı kurtarabilenler kütleler halinde Türgiş'lere sığınıyorlardı. Maveraünnehir tam bir kargaşa içine düşmüştü. Halife Hişam (724-743) valiyi azlederek, yerine Müslim b. Saîd'i getirdi (724). Arap askerî kuvvetleri arasmda da anlaşmazlık başgöstermiş ve Yemen'li kuvvetler te'dip edilmişlerdi.

    Fergane'ye yürümek üzere, Muslim idaresinde, Seyhun'u geçen Arap ordusuna karşı bizzat hakan Su-lu çıktı. Ordusuna acele ric'at emri veren Muslim, susuz yollardan cebrî yürüyüş ile 11 gün çekildi ve taşıyamadığı için bütün ağırlığını yakmağa mecbur kaldıktan sonra da "suya erişemeden" Sey-hun yakınında, Türgiş'lerle işbirliği halinde bulunan yerli kuvvetler tarafından durduruldu. Arkadan da hakan hızla gelmekte olduğu için, nihayet bin müşkülat ile önlerindeki engeli aşabilen Arap kuvvetleri, ancak ağır telefat ve zayiat bahasına Semerkan'da doğru çekilebildiler. 724'de, Seyhun ötesindeki bütün Arap kuvvetlerinin geri atılması ile neticelenen ve her tarafta Arap nüfuzunun kırılmasına sebeb olan bu seferdeki bozgunluk, Arap'ları uzunca bir müddet müdafaada kalmağa zorlamış ve yalnız Maveraünnehir'de değil, Toharistan'da ve diğer güney bölgelerinde idareciler ve halk Türgiş'lere kurtarıcı gözü ile bakmağa başlamışlardı. Türk kuvvetlerinin bütün iilkeye yayıldıklan ve Maveraünnehir Arap muhafız kıt'alannın merkezi Semerkand önünde bile göründükleri bu sırada Horasan valisi tekrar değiştirildi. Yeni vali Esed b. 'Abdullah al-Kasrî, 726'da, Huttal'da Su-lu Kagan karşısında başarısızhğa uğradığı için, bütün Maveraünnehir'de Arap iktidarının tehlikeye düştüğü bir zamanda azledildi. Ülkede Emevîlere karşı Şiî ve Abbasî propagandası da hızlanmakta idi. Hakan Su-lu durumdan faydalandı, yerli muhaliflerle ahenkli bir şekilde çalışarak, Buhara'yı zaptetti (728). Arap idaresi Semerkand, Dabüsiya şehirleri ile iki küçük kaleye münhasır kalmıştı. Yerli halka birçok müsaadeler vermesine rağmen ümid ettiği ilgiyi göremiyen yeni vali Aşras bin Abdullah al-Sulamî, Beykent yakınlannda hakan tarafından sıkıştırılarak, ikinci bir "Susuzluk vak'ası" (=Yevm'ul-atş)na düçar edildi, nihayet Semerkand'a doğru çekilmekte iken yetişen hakan ve Kül-çor idaresindeki Türgiş kuvvetleri tarafından Kemerce kalesinde 58 gün müddetle kuşatıldı (729) Artık ta Harezm'de bile Araplara karşı kımıldamalar görülüyordu. Su-lu'nun maksadı, Semerkand'daki Arap merkez ordugahını düşürüp istilacıları Maveraünnehir'den tamamen atmaktı. Bu sebeple Semerkand'ı kuşatmağa hazırlandığı sırada, çarpışmaya cesaret edemiyen karargah kumandanı Sevre bin Hurr, yeni tayin edilen vali Cüneyd bin Abdurrahman'il-Murrî'yi Merv'den imdada çağırdı. Fakat geçiş yolu Türgişler tarafından kesilmişti. Zarurî olarak, dağ yollanna düşen Cü-neyd, dar geçitlerin birinde hakan tarafından sıkıştınldı ("Geçit savaıı"="Vak'at'üş-Şi'b"), yorgunluğa ilaveten susuz da kalan ordusu yer yer baskına uğruyordu. Nihayet 12 bin kişilik kuvvetinden 10 bininin telef olması karşılığında, Semerkand'a ulaşabildi. Durumdan haberdar edilen Halîfe Hişam'ın emri ile Küfe ve Basra'dan 20 bin kişilik bir takviye gücü Semerkand'a gelirken, kış da yaklaşmakta olduğundan, daha fazla kalmak istemiyen hakan, Buhara'yı da tahliye ederek çekildi (732).
    Cüneyd'in 734 başlarında ölümü ile, zaten Arap nüfuz ve kudreti iyice kırılmış olan Horasan vilayetinde "siyah bayrak açan" Abbasî taraftarı Haris bin Sureyc'in Belh'i, arkasından valilik merkezi Merv şehrini zaptetmesi Maveraünnehir'de durumu büsbütün kanştırdı. Yeni valilerin üç sene (734-737) kendisi ile uğraşmak zorunda kaldıklan Haris sonunda Türgişlere iltica etti. Hakan Su-lu Maveraünnehir'e karşı son seferinde hayli müttefik bulmuştu: Haris taraftarlanndan başka, Sogd hükümdarı (yani Gürek veya oğlu), Usrüşana hakimi, Şaş (Taçkent bölgesi) hükümdarı, Huttal hükümdarı. İslam tarihçisi Et-Taberî'de zikredilen bu liste "Maveraünnehir'deki Arap nüfuzunun nasıl Türklere geçmiş olduğunu" açıkça göstermektedir. Ha-kan, Belh'e doğru ilerledi. Cuzcan'a girdi. Önce Toharistan'ı Araplara karşı ayaklandırarak mahallî bir destek sağlamayı faydalı görüyordu. Fakat vali Esed bin 'Abdullah il-Kasrî, hakan ordusunu arkadan vurmağa muvaffak oldu (738. San veya Haristan savaşı). Esasen Su-lu, Araplarla birleşen Cuz-can hükümdarının hıyanetine uğramıştı.
    Memleketine dönen ve doğuda da Çinlilere karşı bazı başarılar kazanmış olan (717, 726) Su-lu Kagan, herhalde ömrünü harcadığı bu mücadeleye devam edecekti, fakat kendisi, o zamanlara kadar büyük hizmetlerini gördüğü Kül-çor (Baga Tarkan) tarafından öldürüldü (738) Çin'in, Türk başbuğlarını birbirine düşürme planına dayanan tahrikçi siyaseti bir daha hedefine ulaşmış ve esasen So-ko ile Çe-nu arasındaki anlaşmazlıktan beri (710'larda) Kara ve Sarı olmak üzere ikili teşkilat halinde yaşayan Türgiş boylarını birbirine iyice düşman etmişti. Sarı Türgişler üstünlük kazandılar. Başbuğları Baga Tarkan (Kül-çor), rakibi Kara Türgiş baçbuğu Tu-mo-çe'y'ı yenerek ve onun "kagan" yapılmasını istediği Su-lu'nun oğlunu ortadan kaldırarak kendini "kagan" ilan etti. Bu arada, Çin'in On-ok'lar "ka-ganı" tayin ettiği, Aşına ailesinden, Hin'i mağlup edip öldürmesi (739)529, Çin'i bu defa Kara-Türgişleri desteklemeğe sevk etti. 742'deki Türgiş kaganı îl-etmiş Kutlug Bilge bir Kara-Türgiş başbuğu idi. 753'de hakan olan ve Uygur hakanı Moyen-çor'un himayesine giren Tanrıda Bolmış da bir Ka-ra-Türgiş idi. Uzun süren iki taraf arasındaki mücadeleye Karluklar da karışmışlar, böylece, ihtimal Peçeneklere menşe teşkil eden ve bilhassa mühim bir tarihî hadise olarak kalabalık Oğuz kütlelerinin Sır-derya'ya doğru batıya intikalini kolaylaştırmış olan Türgiş iktidarı büsbütün zayıflamıştı. Nihayet 20 sene içinde gittikçe kuvvetlenen Karluklar To-lu ve Nu-çi-pi'lere karşı üstünlük kazanarak, ağırlık merkezi Çu vadisi olmak üzere kendi hakimiyetlerini kurdular (766).



    KARLUKLAR

    Çin kayıtlarında Ko-lo-lu {~ kalaluk) şeklinde zikredilen adları Türkçe "karlık" (kar yığını) manasında olan"' Karlukların Türk soyundan geldiği ve bir Gök-Türk boyu olduğu Çin kaynağında (T'ang-shu) belirtilmiş ve oturduğu saha olarak da Altaylar'ın batısındaki Kara-îrtiş ve Tarbagatay havalisi gösterilmiştir . Karluklar burada üç kabileden kurulu birlik halinde bulunuyorlardı.Daha Istemi zamanında Türk hakimiyetinin Hazar'ın kuzeyi ve Maveraünnehire doğru genişlemesinde şüphesiz büyük rolleri olan Kar-luk'ların her iki Gök-Türk hakanlığı devrindeki durumu yukarıda açıklanmıştı. 630-680 yılları arasında, diğer Türk boyları gibi bunların da kendi başlarına buyruk olarak, zaman zaman Çin'e karşı geldikleri görülmektedir. 640 sıralannda Turfan'ın kuzeyine kayan Karluklar, Çinliler tarafından mağlüp edilerek (650, 654) P'ei-ting eyaleti (Tanrı Dağları'nın kuzey sahası)'ne bağlandılar. Fakat her kabile kendi reisinin kontrolü altında idi. Bu haberi veren Çin kaynaklannın, 665'e doğru, tekrar toparlanan Karlukların Çin nüfüzundaki ne Batı, ne Doğu Gök-Türk kanadına tabi olmaksızın yaşadıklannı kaydetmesi dikkate değer . Evvelce "Kül-Erkin" unvanını taşıyan Üç-Karluk beyi bu tarihlerde "Yabgu" unvanını almış ve kuvvetli bir orduya sahip olmuştur. Daha sonra Kapgan Kagan tarafından II. Gök-Türk hakanlıeına bağlandığını gördüğümüz Karluklar, Çin'in teşvik ve tahriki ile Gök-Türklere karşı ayaklanarak şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardı. Bil-ge Kagan'ın ölümünden sonra tekrar faaliyete geçerek, Uygur ve Bas-mıl'larla birlikte, Gök-Türk hakanlığının yıkılmasında etkili oldular. Basmıllar hakim duruma geldikleri sırada (742), "sağ (batı) yabgu" mevkiini alan Karluk başbuğu, Uygur hakanlığımn kurucusu Kutluğ Bilge Kül zamanında "sol (doğu) yabgu" oldu. Fakat bu, Karlukların tamamını temsil etmiyordu. Beş-balık havalisinde oturan Karlukların kendi seçtikleri Tun-Bilge adında ayrı bir yabguları vardı Ancak Ötüken'de yeni kurulan Uygur hakanlığı bütün Karluklar tarafından üst tanınıyor ve yabgular hakana bağlı bulunuyorlardı.
    Batıda Emevî-Arap ilerlemesini durdurmuş olan Türgiş hakanlığının çöküntüye doğru gittiği bu tarihlerde Orta Asya Türk ülkelerinin korunması gibi bir tarihî vazife bu defa Karluklara düşmüştü. Zira Maveraünnehir yine Arapların nüfuzu altına girmiş ve hatta Seyhun-ötesinde bazı Arap ileri harekatı görülmüştü. Ancak bu, eski devir Emevî istilacılığından farklı idi. Gittikçe hızını artıran Abbasî propagandası, Emevîlerin "imtiyazlı Arap milleti adına fetih" düsturu yerine, bütün Müslümanlar arasında farklılığın kaldırılması ve eşitlik fikrini yayıyordu. Böylece Arap baskısının gücünü kaybetmesi Çinlileri Orta Asya'da bir iktidar boşluğu husüle geldiği düşüncesine götürmüş, dolayısiyle Çinliler eski Orta Asya siyasetlerini canlandırarak, Karluk'ların dahil bulunduğu bölgelere yeniden el koymak istemişlerdi. Bu suretle neticede meşhur Talas (Taraz; bugün Evliya-ata bölgesi) muharebesi vuküa geldi (751 Temmuz). îslamlarla Çinliler arasında cereyan eden bu muharebeye kadar Karluklar T'ang'ların tarafını tutmakta idiler. Fakat onların gittikçe açığa çıkan siyaseti karşısında, Arap'larla işbirliği yaparak, Çinlilerin ağır yenilgiye uğramasını sağladılar. Tarım havzasından itibaren batı Karluklara, doğu bölgesi Uygurlara ait olmak üzere Orta Asya'nın yine Türk hakimiyetinde kalmasını temin eden bu savaşta uğradığı bozgun yüzünden Çin, ağır iç buhranlara sürüklenmiş (bk. yk. Uygurlar) ve artık batı ile ilgilenememiştir.
    Karluklar, kısa bir müddet, Uygurlarla Orta Asya'da iktidar yarışına giriştilerse de (747), Uygur kaganı Moyen-çor karşısında tutunamayarak Tarım bölgesinden daha batıya çekildiler ve 7-8 yıl içinde (756) Cungarya'ya ve 766'da da çöken Türgiş iktidarının yerine Balasagun, Talas havalisine yerleşmek suretiyle eski Batı Gök-Türk hakanlığı sahasında hakimiyet tesis ettiler (Arslan İl-tirgüg zamanı) Başkentleri Balasagun idi. Ötüken'in üstünlüğünü tanımakta devam ediyorlar, aynı zamanda, siyasî bir isim olarak "Türkmen" adını da taşıyorlardı. Kendi soylarını Gök-Türk hakan ailesi, Aşına sülalesine bağlıyan Kariuk yabguları hakimiyetin "kutlu Ötüken" ülkesi ile sıkı alakası inancını muhafaza ediyorlardı. Fakat Uygur hakanlığı orada yıkılınca (840), oradaki yeni Kırgız hükümetini dikkate almıyan Karluk yabgusu, Türk hakanlarının "meşrü halefi" sıfatı ile, kendini, "Bozkırların kanunî (yani töre gereği) hükümdarı" ilan ederek "Kara Han" unvanını aldı (Bilge Kül Kadır Kagan) ve merkez olarak da, Balasagun (Ka-ra-ordu=Kuz-uluş=Kuz-ordu)'u seçti. îslamiyeti resmen kabul eden (Sa-tuk Buğra 904-911 arasında) ilk Türk kütlesi olmak ve Müslüman Samanîlerle siyasî mücadelelere girişmekle beraber hem Türk, hem îslam tarihinde çok mühim yer tutan gelecekteki büyük Kara-Hanlı devletini kurmak gibi tarihî rol oynayan, sonra da, bir Pendname'de Gazneli Sultan Mahmud'un babası Sebük-tegin'in o çağda Karluk ülkesi olan Barshan (Bars-gan)'dan neş'et ettiği belirtildiğine göre, Türk-îslam dünyasına Gazneli sultanlan gibi diğer bir büyük sülale vermiş bulunan Kariuklar, o sırada îslam çevresinin en yakın komşuları olduklarından, Arapça-Farsça eserlerde kendilerinden çok bahsedilmiştir (Karlukh, Kharlukh, Halluk). Hudüd'ul -Alem (10. asnn son çeyreği)'de verilen bilgiye göre, Karluk ülkesi; doğuda Tanrı Dağları, kuzeyde Oğuzlar, güneyde Yağmalann bir kısmı ve batıda Maveraünnehir ile sınırlanmış çok bakımlı bir memleket olup "Türk ülkelerinin en güzeli" idi. Eserde burada mevcut olan 15 şehir ve kasabanın adları sayılmakta ve Türk kabileleri zikredilmektedir.
    Kara-Hanlı Devleti'nin Yağma, Çiğil, Tohsı'larla birlikte, esas kütlesini meydana getirdiği anlaşılan Karluklar, bu hanedan üyeleri arasında mücadeleler başgösterdiği tarihlerde devlete karşı cephe alarak huzursuzluk çıkarmağa başladılar ki, bu tutumları Kara-Hitay hakimiyetinin Orta Asya'da çabucak gelişmesinde tesirii olmuş görünmektedir. Kara-Hitay hükümdarı Yeh-lu Ta-şih (Kür-han) 1137'de Semerkand Kara-Hanlı hanı Mahmud'u mağlüp ettiği zaman, bu han'ın dayısı olan Büyük Selçuklu sultanı Sencer'e yaptığı şikayet, uğranılan yenilgi ile Karlukların ilgisini göstermektedir. Sultan Sencer de Karlukları te'dip etmek için çıktığı seferde karşısında Kür-han'ı bulmuştu. Sencer'in bu savaşta yenilmesi (1141 Katavan savaşı), mühim bir hadise olarak, "put-perest" Kara-Hitayların ta Horasan sınırlarına kadar sokulmalarını sonuçlandırmıştı. Harezmşahlar (îl Arslan zamanı: 1156-1172) ile Kara-Hitaylar arasında da birçok anlaşmazlıklara sebep olan Karlukların, bu arada başbuğlan Yabgu-han öldürüldü (1157), diğer bir Karluk başbuğu, Ayyar Bey, Kara-Hitaylar tarafından esir edildi (1172). Kar-luklara karşı, Harezmşah 'Alaüddin Tekiç de (1172-1200) bozkırlar bölgesine el atarak Kanglı ve Kıpçak gibi diğer Türk boylan ile kendini takviye ihtiyacını duymuştu. Bununla beraber, az sayıda da olsa, Harezmşahlar ordusunda hizmet gören Karlukların, Kara-Hanlı tabiiyetinde olmak üzere Türkistan'da bir beyliğe sahip bulundukları anlaşılıyor. Moğol istilası başladığı sıralarda (1215) merkezi Kayalıg (İli nehrinin doğusunda) olarak devam eden bu beyliğin başında Arslan Han vardı. Arslan Han, Uygur İdi-kut'u Barçuk ile birlikte, Asya Türk ülkelerini baştan başa çiğneyen Moğollann hükmü altına girdi. Cengiz Han'a itaat eden ilk müslüman hükümdar olup 1221'de ölen bu Karluk hanının oğluna da, Özkent şehri verilmişti. Cengiz Han zamanı Moğol devleti idaresinde vazife almış Karluklar görülmektedir. Halen Badahçan bölgesi (Afganistan-Tacikistan sınırı) Özbekleri arasında Karluk adlı bir kabile yaşamaktadır.





  • OĞUZLAR


    Oguz adının manası üzerinde türlü açıklama tecrübeleri yapılmıştır. Gy. Nemeth'e göre ise, Oğuz kelimesi Türkçede aynı zamanda "kabile" (bir siyasî kuruluşa bağlı kabile) manasına gelen "ok" sözüne eski Türkçedeki çoğul eki z ilavesiyle türemiş (ok + uz) olup, "kabileler" demektir. Gy. Ne-meth'in bu izah tarzının, bazı itirazlara rağmen , doğru ve -mesele sadece "linguistique" açıdan değil de- Türk tarihinin sosyal ve siyasî gelişmesi bütünü içinde ele alındığı takdirde bilhassa tutarlı olduğu bellidir. Oğuz kelimesinin Çince'ye "kabileler" diye tercüme edilmesi de bu görüçü destekler. Anlaşılıyor ki, "Oguz" adı aslında "ethnique" bir isim olmayıp, doğrudan doğruya "Türk kabileleri" manasını ifade eden bir kelimeden ibarettir (Oğuz tabirinin r'li söylenişi olan "Ogur" şeklinin ayrı ad olarak Miladdan önceki Çin kaynağında geçmesi eski çağlarda Çinlilerin Türk topluluğunu yakından tanımadıklarından ileri gelmiş olmalıdır.

    6. asırdan itibaren Gök-Türk hakanlığında toplanmış olan Türk kabilelerinden bir kısnıı, 630'da başlayan fetret devresinde, diğer birçok Türk boyları gibi, kendi aralarında birlik kurarak, Tola-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz "kaganlığını" meydana getirmişlerdi. 682 yılında îlteriş tarafından mağlüp edilen Oğuzlar (İnekler gölü savaşı) bu durumda idi ve muharebede ölen Oğuz devleti başkanı Baz Kagan'ın balbalı, sonra, îlteriş Kagan'ın mezarına dikilmişti.
    Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzların davranışlarını ve isyanlarını yukarıda görmüştük. Kitabelerdeki ilgili ifadeler, Oğuzlarla Gök-Türkler arasında bir ayırım yapılmadığını, hatta hakanlığın temelini Oğuzların teşkil ettiğini belirtmeye yeter. Bu sebeple Oğuzlaria Gök-Türklerin aynı olduğu zaten kabul edilmişti. Ancak, V. Thomsen, Tonyukuk kitabesine tahsis ettiği son makalesinde Oğuzlan "Türklerin yüksek hakimiyetinde bir kabile birliği" olarak göstermiş ve bu tarihî gerçek sonıa, hatalı olarak, "ethnique" (soy, kavim) açıdan değerlendirilmeğe girişilmiş , mesele yeni araştırmalarla daha da derinleştirilmiştir. Böylece, Oğuzlan "Türk" mü, yoksa "baçka bir ethnique teşekkül" mü saymak gibi çok mühim bir anlaşmazlık noktası ortaya çıkmıştır. Burada, önce üzerinde durulması gereken husus, Oğuzlara mukabil, 'Türk" adını taşıyan bir "ethnique" topluluğun var olup olmadığıdır. Buna hemen menfi cevap vermek mümkündür. Çünkü "güç-kuvvet" manası ile "Türk" adının, Türk soylu kütleler tarafından kurulan Gök-Türk devletini ifade etmek üzere kullaınlmış bir siyasî ad olduğu açıklanmıştı . O halde hem Oğuzlar, hem "Gök-Türkler" aynı kavmî zümreye mensupturlar. İkinci mesele, Gök-Türk devletinin sahibi hangi "Türk" kolundan idi? Bilindiği üzere bu devlet, adı "Aşına" olan eski bir Türk hükümdar ailesi tarafından, etrafındaki "Türk soylu" kütlelerin yardımı ile kurulmuştu. Bu kütleler ise, ancak, kabileler birliği (=Oğuz) haline gelmiş Türkler olabilirdi. W. Barthold'un "Gök-Türk hakanlarının Do-kuz-oğuzlardan neş'et ettiği" görüşü , kadîm Aşına ailesinin tahsisen bu Oğuz bölüğü ile ilgisini isbat etmeği gerektirir ise de, 6.-7. asır Türk (Gök-Türk) kütlesinin doğrudan doğruya Oğuzların bu grubundan teşekkül ettiği Çin kaynaklarınca açıklanmaktadır. T'ang devri vesikalarında (T'ang-shu ve Kiu T'ang-shu yıllıkları ve ayrıca 5 haltercümesi), Dokuz Kabile (Kitabelerdeki "Dokuz-oğuzlar) bazan "Türklerin (Gök-Türklerin) dokuz kabilesi" veya "Dokuz kabilenin Türkleri (Gök-Türkleri)", bazan da "Tö-leslerin dokuz kabilesi" diye kaydedilmiş ve haltercümelerinde bunlardan 5'inin adı da bildirilmiştir. Pa-ye-ku (Bayırku), P'u-ku (Buku, buğu), T'ımg-lo (Tongra), Sse-kie (Sıqar), Hun. Demek ki, Oğuz kabileleri, Gök-Türkleri meydana getiren topluluktan başkası değildi. Çin kaynaklarında Çinlilerce artık çok iyi tanınan Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzların kendi başlarına (yani doğrudan doğruya "Oğuz" olarak) zikredilmeyip sadece Dokuz Kabile ("kiu sing") diye, Oğuz kelimesinin tercümesinin verilmesi, bizzat T'u-küe (Türk)'den ibaret topluluğun ayrı bir isim altında belirtilmesine ihtiyaç bulunmadığını gösterir. Kitabelerde I. Gök-Türk hakanhğı çağında "Oğuz" adının geçmemesi de aynı sebepten ileri gelmiş olmalıdır. Ancak fetret devrinde bazı kabileler kendi aralarında teşkilatlanarak bir "devlet" kurmuşlardı ki, II. Gök-Türk hakanlığı zamanında hükümdar ailesine karşı ayaklanan ve hükümetin diğer imkanları ile bastırılmasına çalışılan, bu "teşkilatlanmış" birlik (=Oğuz)'tir. "Türk bodun" tabiri de şüphesiz umumî olarak hakana bağlı kütlelerin (Oğuzlardan bir kısmı ile, içinde Uygurların da yer aldığı Töles boyları ve Tarduşlar) tümünü ifade etmekte idi. Kitabelerde hakanın "Oguz bodunu Türk bodunundan idi" demesi ile, bu Oğuzların isyan halinde olmaları arasında bir çelişme görmek güçtür, zira, mesele, "halkın" vaktiyle destekleyip yücelttiği hanedan ile mücadelesinden ibarettir (Türk tarihinde bunun başka misalleri de vardır: Karlukların Kara-Hanhlara karşı direnmeleri ve bizzat bir Oğuz olan Sultan Sencer'in asi Oğuzlarla çarpışması vb.)
    Bilhassa İslam kaynaklarında Uygurlardan da "Dokuz-oğuz" olarak bahsedilmesinden doğan karışıklık, Uygur uruglan ile Dokuz-oğuz kabilelerinin tesbitinden sonra (bk. yk. Uygur Hakanlığı) giderilmiş olmalıdır.
    Uygur hakanlığının başlangıcında henüz "tegin" olan Moyen-çor Oğuzların başına getirilmişti. O, Dokuz-oğuz'ları topladı, fakat Sekiz-oğuz birliğini meydana getiren öteki boylarla savaşmak zorunda kaldı. Kagan olduktan sonra da Moyen-çor, Otuz-tatarlarla ittifak etmiş olan bu Oğuzları Bur-gu'da ve Selenga kıyısında arka arkaya mağlüp etti. Oğuzlar Selenga'yı geçerek çekildiler.
    Bundan sonra, anayurt bölgesindeki "Oğuz" topluluğu hakkında fazla bilgi yoktur .Herhalde batı yönünde geniş ölçüde bir hareketi bahis konusudur. İbn ül-Esîr, halîfe el-Mehdî zamanında (775-785) Oğuzların Mavaünnehir havalisine geldiklerini bildirmekte ve et-Taberî'de zikredilen 820-821 yılında Usrüşana(Seyhun-Semerkand arası)'ya yapılmış bir "Dokuz-Oğuz" akınının bunlarla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Buna dayanılarak "Oğuz birliği" mensuplarının, hem de çok kalabalık kütleler halinde, önce Talas havalisine göç etmiş olmaları gerektiği ve Seyhun Oğuzlarının 11. asırda konuştuklan Türkçenin kelime ve söyleyiş itibariyle Doğu Türklerininkinden farklı olduğu dikkate alınarak, bu göçün 9. asırdan önce vukubulmuş olması lazımgeldiği ileri sürülmektedir. Oğuzlar Sir-Derya (Seyhun) boyunda 9. asrın 2. çeyreğinden beri oturmakta idiler.
    10. asrın ilk yarısında Oğuzlar Seyhun bozkırları ile o civardaki Karacuk (Farab) ve Sayram (îsfîcab) şehirleri havalisinde görünüyorlardı. îslam coğrafyacılarına (el-Belhî, İstahrî, îbn Havkal) ve Hudüd iil-Alem'e göre, Oğuzların sahası batıda Hazar denizine (bu denizin doğusundaki yarım ada bu sebeple Türkçe Mankışlak adını almıştır), güneyde Gürgenç şehri ile, bunun kuzeybatısındaki Cit kasabasına ve Aral gölünün güneyindeki Baratekin kasabasına, Maveraünnehir'de Buhara'nın kuzeyine, Karacuk dağlarmın eteğindeki Sabran şehrine kadar yayılmıştı ve Karacuk dağlanndan Hazar uzanan yarı çöle "Oğuz Bozkırı" (Mafazat'ul-Guzîya) denilmekte idi. Buralarda Yeni-kent, Karacuk, Cend, Suğnak, Karnak, Süt-kent Barçınlıg-kent vb. adlı Oğuz şehirleri vardı.
    Oğuzlar 10. asrın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı 74. Başta Yabgu bulunuyor, Kül-Erkin unvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor, orduyu Sü-başı idare ediyordu. Yabgu Devleti'nin komşuları Peçenekler ve Hazarlarla münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardır. İbn Fadlan (10. asrın ilk çeyreği) ve El-Mes'üdî'ye göre, ara larında savaş eksik değildi. Harezm'in yerli hanedanı Afrîgî'ler, Oğuz baskısı altında idiler. Oğuzların doğudaki komşuları Karluklar ile de mücade halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde Oğuz Yabgusunun ölmesinden anlaşılıyordu. Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlarla Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. Kuzeyde Kimekler ile ise bazan dostça, bazan hasmane münasebetler devam edip gidiyordu.Bu Oguzlar, umumî "Türk" adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak "Türkmen" adını da taşıyorlardı ki, müslüman ülkelerine geldiklen sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardı.
    Oğuz Yabgu Devleti'nin tarihi hakkında başkaca açık bilgi yoktur. Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçukluların "can düşmanı" olarak, Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Cend "hakimi" Şah-melik'i de Ali Han'ın oğlu gösteren Reşîd üd-din (14. asrın ilk çeyreği)'in bu haberi gerçekten ziyade "destanî" vasıfta görülmektedir.
    Yabgu devleti zamanında Oğuzlar Üç-ok ve Boz-ok diye eski 2'li teşkilat halinde idiler. Kolları meydana getiren kabileler hakkında biri Kaşgarlı Mahmud'un DLT ' ünde, diğeri Reşîd üd-din'in Cami'üt-levarih'inde olmak üzere iki liste mevcuttur. DLT'de ayrı ayrı damgaları ile birlikte 22 kabile gösterilmiş; Reçîd üd-din ise, hem kabile sayısını 24'e çıkarmış, hem Boz-ok Üç-ok tasnifi yapmış; ayrıca, damgalara ilaveten, her kabilenin "ongon"unu belirtmiştir:
    Boz-ok'lar. Kayı, Bayat, Alka-evli (Alka-bölük), Kara-evli (Kara-bölük), Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı (DLT'de yok), Afşar, Kızık (DLT'de yok), Beğdili, Karkın (DLT'de yok. Bunun yerine Çaruklu).
    Üç-ok'lar: Bayındır, Peçene, Çavuldur, Çepni, Salıır, Eymür, Alayuntlu, Yüreğir, İğdir, Buğdüz, Yıva (Iva), Kınık.
    1000 yıllanna doğru Oğuz Yabgu Devleti yıkıldı. Bunun, Kimeklerden bir kol olup 9. asırda bir kuvvet olarak beliren Kıpçaklar(Kumanlar)'ın baskısına ilaveten, Selçuklu ailesinin kendilerine bağlı kütlelerle birlikte ayrılmaları neticesi vukubulduğu kabul edilir. Kaşgarlı'nın haritasına (DLT, II.'e ilave) göre, 11. asır ortalannda Kıpçaklar "Oğuz Bozkırı"nı ve Seyhun nehrinin aşağı yatağı sahasını işgal etmiş bulunuyorlardı.
    Yabgu Devleti'nin çöküşü üzerine, Oğuzlardan kalabalık bir kısım Karadeniz'in kuzeyinden batıya göçmüş , diğer bir kısım Cend bölgesine, oradan da Horasan'a ve sonra Anadolu'ya yönelmiştir (Selçuklular). Yerlerinde kalan Oğuzların 11. asır ortalannda Karacuk dağları bölgesinde, Mankışlak'ta ve Seyhun kıyısındaki kasabalarda oturdukları, Moğol istilası sırasında da Cend'de ve Karakum'da "Türkmen"lerin bulunduğu görülmektedir.
    Bugün Orta Asya'daki "Türkmenistan" halkı bu Oğuzlann çocuklandır. Anadolu'da da birçok köy yukarıda zikredilen Oğuz boylannın adlarını taşır.
    Gök-Türk çağının Türk milletine yön verici, merkezî bir hüviyet taşıdığını baş tarafta söylemiştik. Asya Hunlarından daha geniş ölçüde ve tabir caizse daha şuurlu bir şekilde Asya Türklüğünü idaresi altında birleştirmiş olan bu hakanlık, Orta Asya'nın batı sınırlarında Türk halkının -kesafetini kaybettiği yerlerde- siyaseten zayıf düştüğü zamanlarda bile Türk nüfüzunun yayılmasında büyük rol oynamıştır. Kaynaklardan anlaçılıyor ki, 8. asır ortalarında Maveraünnehir, Taşkent, Fergane, Huttal, Şüman ve Toharistan'da görülen "krallıklar" ya Türkler tarafından kurulmuş veya Türk siyasî ve kültürel tesiri altında gelişmiş teşekküllerdi: Huttal kıralı "Erkin" unvanını taşıyor ve Çin'e Tarhan ünvanlı elçiler gönderiyordu (733, 740, 750 yıllarında). Buhara "kralı" tuğ-şad, 720'de kardeşi Arslan-han'ı Çin'e elçi göndermişti. Şüman "kralı"nın elçileri de (743) tarhun ve şad unvanlarını taşıyorlardı. Taşkent "kral"ının adı "Tegin" idi. Fergane'den gönderilen elçi (749) Ars-lan Tarhan adında idi. Toharistan "kral"ının unvanı ise "yabgu" idi ve bunun Çin'e gönderdiği (738) elçisi İnancu Tarhan idi. 729 yılında Kutlug, Toharis-tan yabgusu bulunuyor ve bu Yabgu ailesi Aşına sülalesine bağlanıyordu.Bir görüşe göre, Abbasî halîfesi el-Mu'tasım zamanında (833-842) ünlü Türk kumandanı Aşnas, Toharistan yabgu'larına mensuptu.
    Uygur, Türgiş, Karluk hakanlıkları Gök-Türk hakanlığının devamı idiler. Görüleceği üzere batıda Aşına oğulları tarafından idare edilen Hazar hakanlığı da öyle idi ve Uz, Peçenek, Kuman-Kıpçak boyları Gök-Türk hakanlığından ayrılmış zümrelerdi Yukarı îrtiş bölgesindeki Kimekler Aral Gölü'nün kuzeyinde bir Kıpçak grubu olan Kanglılar ; Kaşgar'ın kuzeydoğusu, Özkent, Talas ve Çu bölgelerinde Karluklardan bir kabile olması muhtemel Yağmalar Isık gölün güney-batısında, sonraları Ta-las civarında, Barsgan ötesinde, Kaşgar havalisinde ve Maveraünnehir'de oturan Çiğiller; yine Karluklara bağlı bir kabile olarak, Isık göl-Çu ırmağı arasında görülen Tohsılar; Toharistan, Gazne, Belh, Sicistan-Kuzey Hindistan'da, Ak-Hunların torunlan olduğu bildirilen Kalaçlar; Kaşgar-Bala-sagun-Talas-Fergane arasında: Argu, Yabaku, Çomııl, Iğrak, Çaruk, Ezgiş, Kençek vb. toplulukları aslında hep "Doğu Türk" kolları olup Gök-Türklerle bağlantılı bulunuyorlardı.
    Ayrıca Karluk, Yağma, Çiğil karması olarak ve Aşına ailesinden inen hükümdar sülalesi ile Kara-Hanlı hakanlıkları;
    Vaktiyle aynı toplulukta yer alan çeşitli Türk grupları yolu ile: Gazneliler devleti;
    Harezmşahlar ; Hindistan Türk devletleri; ve Oğuz boylan yolu ile;
    Büyük Selçuklu împaratorluğu, Selçuklu devletleri, Atabeylikler, Türkmen beylikleri, Kara-koyunlu ve Ak-koyunlu devletleri, Kadı Burhaneddin, Ramazan-oğullan, Dulkadırlılar, Berçem-oğulları ve Yamklular, îran'da Av-şar, Kaçar hanedanları vb. Anadolu beylikleri, Osmanlı împaratorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti;
    Hep Gök-Türk hakanlığının kavmî, sosyal, idarî, askerî ve kültürel varisleri olmuşlardır. Bu durum çeşitli Türk kütleleri arasında, bilhassa 11. asırdan itibaren 200 yıl süren göçleri ile bütün Orta-doğu sahasını tutarak yukarıdaki siyasî teşekkülleri ve Anadolu'da ebedî bir Türk vatanı kuran Oğuz zümresinin Türk, îslam ve dünya tarihindeki seçkin mevkiini ortaya koyar.



    SABAR DEVLETÎ

    M. 5.-6. yüzyıllarda Batı Sibirya ile Kafkaslar'ın kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tesbit edilebilen Türk topluluğu Bizans tarihlerinde Sabar, Sabeir, Sa-ber; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklannda sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sebir vb. olarak adlandırılmaktadır. Sabarlann îslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeden geldiklerine dair iddialar eskimiş ve bugün onların Türk olduğu gerek taşıdıkları ad, gerek tarihî ve kültürel durumlariyle anlaşılmıştır. Türlü dillerdeki ses değişmeleri neticesinde farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar ke-imesi "sab+ar" (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle. Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb.)'dan meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur. Ayrıca Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, îlig-er, Bo-arık =Buğ-arık vb.

    Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor. Adlannın gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlannın batısı - îli nehri sahasında iken Asya büyük Hun imparatorluğuna bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder.
    Sabarlara ait ilk kesin haber, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5. yüzyıl) tarafından verilmiştir. Daha sonra Prokopios (6. yüzyıl) ve K. Porphyrogennetos(10. yüzyıl)'un eserlerinde de tekrarlanan bu habere göre, doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Oğur-Türk boylarını yurtlanndan atarak, Tobol ve îçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir. Geçen asrın sonlarına doğru Batı Sibirya'da Vogullar, Ostiyaklar ve îrtiş Tatarları arasında araştırmalar yapan S. Patkanoffun tesbitlerine göre, Sabarlar bu bölgede yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca siiren derin tesirler yapmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve îrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır. Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır. Tobolsk ahalisi buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır. Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde Sabarlar geniş yer tutar. Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Os-tiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazannda eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar. Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı(16. asır)'nın da başkenti Sibir adını taşıyordu. Bu kelime zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya). Rusların önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekatı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş böylece Sabar Türklerinin hatırası günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir.

    Daha 503 yılında Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan kalabalık bir kütlenin 515 sonlarında İtil (Volga)-Don nehirleri arasında ve Kafkaslann kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorluklan ile temas kurması Sabarlann Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı. İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren hükümdar Balak (Belek?) idaresinde büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylanna kadar ilerledikleri bilinmektedir. Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir: "Sabarlar insan hafizasının hatırlayabildigi zamandan beri ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemedigi makinelere sahiptirler. Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci eksik olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar bu "barbar"lanrıkine benzer bir bııluş ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu şüphesiz insan dehasının bir eseridir"(*)
    Balak(ölm. 520'ler)'tan sonra yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kıraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu. Bizans imparatoru Justinianos 1 (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528). Bizans yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında Sabarları kendine dost ve müttefık yapmayı daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi. 531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir habere rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anüşîrvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslar'daki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlardan da ağır bir darbe yemişlerdir. Sabar sahası az sonra, Karadeniz'e ulaşan Gök-Türk idaresine girmiştir. 576'da Güney Kafkaslar'daki hakimiyetleri Bizans tarafından yıkıldıktan sonra bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına 7. yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde aynı bötgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarların esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in aslında iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır.

    (*) Prokopios (6. yy) CB, II, s. 509 vd'den :Ş.Baştav, ayn. esr. ,s. 64 ;L. Rasonyi aynı esr., s. 63, 77




  • Avar Hakanlığı

    Orta Avrupa'da, Frank krallığı ile Bizans imparatorluğu arasında, eski Hun, Sabar kalıntıları ve Ogur (Bulgar)'lar gibi Türk kütlelerinin desteği ile kudretli bir devlet kurarak, çeşitli Germen ve özellikle kalabalık îslav kabilelerini hakimiyetleri altına almak suretiyle 250 sene kadar (558-805) Avrupa siyasetine yön veren Avarların kimliği meselesi tarihçi ve dilcileri hayli uğraştıran başlıca konulardan biri olmuştur. Hala da, uzmanların fikir birliği haline geldikleri bir sonuç ortaya çıkmıştır denemez ise de, Avrupa Avar (Bizans kaynaklarında: Abares, Abaroi, Latince'de: Awari, Awares, îslav dillerinde: Abari, Obri vb...) hakanlığı kuruculannın Türklüğü, araştırmalar ilerledikçe daha da kesinlik kazanmaktadır. Vaktiyle, Moğolistan'daki Ju-an-Juan devleti (4. yy. başları- 552/555)'nin Gök-Türkler tarafından yıkıldıktan sonra, tahminen 20 bin kişilik bir kütlenin batıya doğru göçtüğüne dair Bizans tarihçisi Th. Simokattes(7. yy. 2. çeyreği)'deki bir haber 558'de Bizans'ın doğu sınırlarından elçi göndererek kendilerine yardım ve yerleşecek arazi verilmesini rica eden kütle ile, Orta Asya'dan batıya yöneldikleri, daha sonra da Avrupa içlerine ilerledikleri söylenen bu grup arasında bir bağlantı kurulmasına yol açmış ve Juan-Juanların umumiyetle ve hatalı olarak "Avar" ve çok defa "Asya Avarlan" diye anılması (J. Marquart, 1914, Gy. Nemeth, 1930, 0. Franke, 1936, W. Eberhard, 1947 vb.) bu bağlantı fikrini kuvvetlendirmiş, diğer taraftan Juan-Juanlar Moğol kabul edildiklerinden, Avrupa Avarlannın da aynı soya mensup bulunması tabiî sayılmaya başlanmıştır ki, geçen asır sonlarında Moğolistan'da, Avrupa Avarlarını hatırlatan Var-guni (Bar-guni) adlı bir kabilenin yaşadığının tesbit edilmesine ilaveten, Macaristan'da Avar çağına ait mezarlardan çıkarılan insan iskeletlerinin çoğunlukla Mongoloid bulunduğunun beyanı ve üstelik Avar hakanının adı olan Bayan'ın Moğolca bir kelime oldu-ğu iddiası, bu kanaatı perçinlemiş gibidir. Fakat gerçekte ta De Guig-nes'den beri (1756) menşe meselesi ile ilgili, yukarıda adları geçen ve geçmiyen uzmanlardan hiçbiri, Moğolistan Juna-Juanları ile Avrupa Avarlarının soy ve kültür birliğine sahip olduklarına dair kesin birşey söyleyememiş ve sadece tahminler ve yorumlarla yetinmişlerdir. Bunun başkaa sebebi de, hadiselere hem zaman, hem mekan bakımından en yakın durumda olan Bizans kaynaklarındaki, birbirleri ile çelişkili görünen, türlü açıklamalara elverişli haberlerdir.
    Burada durumu kısaca aydınlatabilmek için şu 3 noktanın belirtilmesi faydalı olacaktır:

    a) Bizans tarihçisi Priskos (5. yy. ortaları) daha Orta Asya'da Juan-Juan hakimiyetinin çökmesinden 100 sene önce (461-465 hadiseleri, bk. Sabarlar, Ogurlar), batı Sibirya bölgesinde "Avar" kavminden bahsetmiştir. Diğer bir kaynak (Zakharias Rhetor, 550 sıraları) da, yine Moğolistan hadiselerinden önce, batıda bir "Abar" topluluğunu zikretmektedir. Bunlara ilaveten, eski Grek coğrafyacısı Strabon (M. 1. yy)'un eserinde "Abar-noi"lerin bahis konusu edildiği, hatta, çok daha eski tarihlerde Grek efsaneleri ile karışık olarak "Abaris" adının geçtiği bildirilmektedir.
    b) Bu kayıtlara göre, bahis konusu Avar (Abar)'ların, M. S. 555'de ta-mamen yıkılan Moğolistan Juan-Juanları ile bir ilgisi olmıyacağı açıktır.
    c) Esasen, dikkate değer ki, Bizans tarihçisi Th. Simokattes (7. yy. 2. çeyreği), Avarlar hakkında "Hakikî Avar" ve "Sahte Avar" diye bir ayırım yapmıştır. Bu kayıt üzerindeki incelemelerde varılan sonuçlara göre, "Sahte Avar" denilen kütle, aslında, Batı Türkistan-Kuzey Kafkasya arası ve Don-Til (Volga) nehirleri dolaylarmdaki Oğur boylarına komşu olarak yaşayan ve Bizans kaynaklarında (Menandros, 6.yy. sonları) "Avar" adı ile anılan Warkhon(yani Var ve Hun: Simokattes'te)'lardır ki, Gök-Türkler, Hunlar gibi Y'lı Türk lehçesi konuşan bu iki Türk grubu önce 350 yılını takiben, bağlı olduklan Juan-Juan idaresini terkedip, batıya yönelerek, Türkistan-Afganistan-Kuzey Hindistan'da Ak Hun (Eftalit) devletinin kuruluşuna katılan (bk. Orta-doğu Hunları), sonra da, Juan-Juanların 458-459 yılında Tabgaç orduları karşısındaki yenilgileri üzerine yine Moğolistan'daki yabancı hakimiyetinden koparak, Hazar-Aral kuzeyi sahasına gelen War (Var) ve Hun adlı Türk kabileler birliği idiler ve yaptıkları işe uygun olarak, batıda topluca Apar (Abar, Avar) diye anılmışlardır.
    Demek ki Avrupa Avar hakanlığının kurucularını ve hakim zümresini, Asya içlerinden gelen ve güney Rusya düzlüklerinde karşılaştıklan Ogur boylan ile birlikte, aralannda, Gök-Türklerin siyasî genişlemesi dolayısiyle baskı altında kalarak batıya çekilen bazı Moğol ve Alan gibi îranlı yabancı unsurların da bulunduğu kalabalık Türk kütleleri teşkil ediyordu (Bundan dolayı Avar hakanlığında hakim tabakanın kimlikleri hakkında şöyle görüşler ileri sürülmüştür: Ak Hunlarla yakın ilgileri vardır /J.Marquart, 1914, R. Grousset, 1941, K. Czegledy, 1954, 1969/; Fin-Ugorlarla kanşmış Türklerdir /Gy. Györffy, 1941, D. Csallany, 1958/; Eski Grek kayıtlarında ve Eftalit pa-ralarında "Türk" diye anılan "Altaylı" bir topluluk olabilir/ H.W. Haussig, 1956/; Daha çok Ogur-Türk gruplarından meydana gelmiçlerdir/C. A. Ma-cartney, 1944, M.I. Artamonov, 1962/; Türk-Moğol karışımı / A. Kollautz, 1970).
    Esasen Avar hakanlığında mevcudiyeti anlaşılan bazı Türk idarî makamlar yine Türkçe deyimlerle anıldığı gibi (Tudun, Yugruş, Tarhan, Boyar, Ban vs. unvanlan), adları tarihe geçmiş Avar devlet adamları şüphesiz Türk menşeli idiler ; ünlü hakan Nayan'ın adı da Türkçe bir kelimedir.
    Avar çağı mezarlarındaki iskeletlerde Mongoloid tipin fazlasiyle baskın olduğu beyanı da inandırıcı olmaktan uzak görünmektedir. Zira, Avar imparatorluğu nüfuz sahasına giren bölgelerde (Macaristan, Arnavutluk, Hırvatistan, Çekoslovakya, Avusturya, güney Almanya) 1970'lere kadar yapılan, Avar çağı ile ilgili arkeolojik kazılarda çıkarılan insan iskeletlerinde Germen, İslav, Iranlı, Fin-Ugor gibi türlü tipler arasında Türk tipinin de (braki-sefal) dikkati çekecek ölçüde olduğu, hatta bazı buluntu yerlerinde, aslî Türk soyunu temsil eden "Andronovo-tipi"ne bile % 10-15 gibi oldukça yüsekbir nisbette rastlandığı tesbit edilmiştir.
    558 yılında Sabar hakimiyetini yıkıp Kafkaslar'a doğru ilerleyerek, îranlı Alanları ve Ogur boylarını tabiiyete aldıktan sonra Bizans'a elçi gönderen Avarlar, yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. O sıralarda bir yandan Balkanlar'da, Dalmaçya'da geniş çapta fütühat ile, bir yandan da Trakya'yı ansızın istilaya girişen Ogurlara karşı mücadelelerle meşgul olan împarator Justinianos vergiyi red etmemekle beraber, ülkesine bir Avar akınını durdurmak maksadıyla aşağı Tuna havzasında, başta Ant'lar olmak üzere kalabalık îslav kütlelerinden bir set kurmağa çalıştı. Fakat 562'de bu engeli kolayca parçalayan Avarlar aşağı Tuna'yı işgal ederek Bizans ile sınırdaş oldular ve Avrupa içlerine kadar akınlara başladılar. împarator Justinos (565-578)'un vergiyi ödemede tereddüt göstermesi dolayısiyle de, 565'lerden itibaren Hakan Bayan'ın idaresinde Bizans'ı baskı altına alarak, orta Karpatlar'a girdiler; Tuna'nın batısındaki Germen kavimlerinden Longobard'larla anlaşarak Doğu Macaristan'daki Gepid'leri hakimiyetlerine aldılar ve 568'de Longobardların Kuzey îtalya'ya göçmeleri üzerine de bugünkü Macaristan'ı tamamiyle işgal ettiler. Böylece Avarlar Orta Avrupa'da büyük bir devlet kurmuş oluyorlardı. Bundan sonra batıda Frank kıralı Siegebert'i mağlüp ederlerken, 582'lerde güneyde Singidunum (Belgrad) ve Sirmium (Eszek) gibi mühim Bizans sınır şehir-kalelenni ele geçirmişlerdi. Yukarıdaki fetihleri yapan büyük teşkilatçı Bayan Hakan'ın 592 yılında îstanbul'a yürümek maksadı ile Çorlu'ya kadar gelerek Bizans başkentinde korku uyandırdığı tarihte "Don nehrinden Galia 'ya, kıızey İslav bölgelerinden İtalya 'ya kadar fıer tarafAvar askerî faaliyet sahası haline gelmişti.
    Asıl çekirdeğini Türk unsur teşkil etmekle birlikte çeşitli İslav ve Germen kabilelerinden toplanan kalabalık yardımcı kıtaların desteklediği ordusu ile bilhassa başlıca pazar şehirlerini ve ticaret yollannı daima elde ve em



    niyet içinde tutmağa gayret ettiği anlaşılan Avar hakanlığının, Avrupa'da 200 yıl kadar süren hakimiyeti devrinde mühim askerî teçebbüsleri Istanbul kuşatmalarıdır. Sasanîlerle anlaşarak yapılan ve Imparator Herakleios (610-641)'u başkenti terkedip Kartaca'ya gitmeyi düçündürecek kadar baskılı olan ilk muhasara (617 veya 619)'dan sonra, ikinci harekat, yine Sasanî imparatorluğu ile ortaklaça gerçekleştirilmişti (626). İran-Bizans savaşlarının şiddet kazandığı ve Şehinçah Husrev II (590-628)'nin bütün el-Cezire, Filistin ve Suriye'yi ele geçirdiği bu yıllarda Doğu Karadeniz sahillerinde bulunan imparator Herakleios, Hazar Türklerinden askeri yardım sağlamak üzere Tiflis'e giderken, Şahrvaraz kumandasındaki İran ordusu bütün Anadolu'yu geçerek Boğaziçi'ne ulaştığı zaman, Bulgar kuvvetleri ile takviyeli Avar ordusu da Balkanlar'ı ve Trakya'yı aşarak Istanbul suriarı önüne gelmiş bulunuyordu. Gerçek kuşatma Avar ordusu tarafından yapılmakta idi (626, Temmuz-Ağustos). Patrik Sergios ile patricius Bonos tarafından müdafaa edilen başkentte büyük heyecan uyandıran bu harekat tarihî hatıralar bırakmıştır. Bizans'ta kurtuluşu anmak üzere "bayram" ilan edilen gün ("Büyük Perhiz'in 5. haftasındaki Cumartesi günü) kiliselerde ayinler şeklinde yüzyıllarca devam etmiş ve "Akathistos" ilahisinin bu Avar kuşatması ile ilgili olduğu anlaşılmıştır. Kuçatma 626 donanmasızlık yüzünden başanya ulaşmamış ve Avar ordusunun sonuç alamadan, müşkül şartlar altında çekilmek zorunda kalması hakanlığın nüfüz ve itibarını kaybederek zayıflamasına yol açmıştır. Yardımcı kuvvetler dağılmış ve bilhassa hakanın 630'da ölümünden sonra, tabi kütleler, Bizans'ın da teşvik ve desteği ile baş kaldırmış, uzun mücadeleler neticesinde Balkanlar Bulgarlara geçmek üzere elden çıkmış, Tuna-Sava bölgesi Hırvat-Sloven gibi Islav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terkedilmiştir. Bu suretle bir hasım devletler çemberi içine alınan ve iktisadî imkanlannı kaybeden Avar hakanlığı 8. asır boyunca gittikçe kuvvetten düştü ve 791'den itibaren 15 yıl aralıksız devam eden -ve amansız bir din muharebesi yapan- Frank imparatorluğunun (Ka-rolus Magnus=Şarlman zamanı: 768-814) hücumları (Orta Macaristan'daki Avar başkent müstahkem mevkii 796'da Pepin tarafından zaptedilmişti) sonunda tamamen ortadan kalktı (805). Parçalanan Avar gruplan Doğu Macaristan ve Balkanlar'a dağıldı, kısa zamanda Hıristiyanlaşarak yerli kalabalık içinde eridi.
    Bununla beraber, Avar tesiri Avrupa'da devamlı olmuş görünmektedir. Hırvatların en büyük askerî-idarî unvanlarından olan "Ban" (Gök-Türkçe Baga, Avar dilinde Bagan. Ayrıca Bulgarlarda, Macarlarda mevcut) Boyar ve Yugruş gibi, Yunanistan'da Navarino (=Pylos, aslı Avarino) ve Arnavutluk'ta Antivari (=Bar, eskiden Civitas Avarorum) şehirlerinin adlan da onlann hatıralarından izlerdir. Aynca Macaristan'da ortaya çıkarılan Avar çağı arkeolojik eserleri (dökme aletler ve üzerlerinde hayvan mücadele tasvirleri ve grifonlar bulunan at koşum takımları) Orta Asya'da gelişen Türk sanatının (hayvan üslübu) Avrupa'daki örnekleri kabul edilmekte ve bu üslübun izleri Meroving' ler devrinde Fransa'da da görülmektedir. Arnavutluk'taki Prostovats altun hazinesi Avar'lara ait olduğu gibi, arkeolojik araştırmalar Avar Türk sanatının Germen ve îslav sanatları üzerindeki tesirini ortaya koymuştur. Orta Macaristan'ın Nagy Szent Miklos mevkiinde 1799'da ele geçmiş olup hangi Türk kavmine ait bulunduğu hala münakaşa edilen, üzerleri Türkçe kitabeli 23 parça altun kaptan müteşekkil ünlü hazinenin Avar çağından kaldığı da ileri sürülmüştür .
    Avar hakanlığının özellikle îslav kavimleri üzerinde büyük tesiri olduğu anlaşılıyor. 4. yüzyıla kadar Germen Got'ların, daha sonra Hun imparatorluğuna bağlı olarak Türklerin hakimiyetine giren îslav topluluklann tarihi o zamandan itibaren aşağı yukan "Türk tarihinin bir parçası" durumuna girmiştir. Kalabalık îslav kütlelerinin çeşitli Doğu Avrupa bölgelerine ve Balkanlar'a dağılması hadisesi daha çok Avarlar devrinde vukua gelmiş ve bu büyük ölçüdeki göçler "Avar hakanlığınca ihtiyaç duyulan toprak mahsüllerini elde etmek için onlara tarım işleri, aynı zamanda, sınır bekçiliği yaptırmak maksadı ile Avar idaresi tarafından hazırlanmış ve tatbik edilmiştir. Bu suretle türlü İslav kabileleri bugünkü Çekoslavakya'ya, Elbe nehri boyuna, Dalmaçya kıyılarına, Balkanlar'a sevk edilmişlerdir. 750 sıralarında Atina çevresinde "Avar" denilen İslavlardan bahsedilmekte, aynı devirlerde Hırvatları Adriatik sahiline götüren başbuğların şu adları sıralanmaktadır: Kiıliik, Lobel (Alp-el?), Kösenci (Koşuncu), Buga, Tugay "9. Pannonia (Batı Macaristan) ve Morva İslavlarının başında, İslavlaşmış Avar beylerinin bulunduğu ileri sürülmekte, diğer taraftan Germen kabilelerinin Çek memleketindeki yurtlanndan ayrılmalannın, savaş kabiliyetleri pek zayıf olan İslavlar yüzünden değil, Avar başbuğlarının baskısı sonucu vukua geldiği ve bu hadisenin Doğu Almanya'da meydana çıkan Avar sanatı ile ilgili eserlerde de doğrulandığı bildirilmektedir. Böylece, 584'de piskopos Suri-yeli Johannes'in ifadesi ile "Eskiden ormanlardan dışarı çıkmağa cesaret edemezken, Avarlar sayesinde savaşa alışan ve altun, gümüş, at sürüsü sahibi olan İslavların sistemli göçürülmeleri yolu ile günümüz Orta ve Doğu Avrupa etnik haritasının Avar hakanlığı tarafından çizildiği anlaşılmaktadır. Bugün Kafkaslar'da yaşayan Avar zümresinin de onların torunları olduğu kabul edilir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Genç Türk -- 11 Şubat 2006 0:53:57 >





  • HAZAR HAKANLIGI


    7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde îtil (Volga)'den Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyefe uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanhğı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların yukarıda gördüğümüz tarihî seyir dolayısiyle, Sabar Türklerinin devamı oldukları îslam yazarı el-Mes'üdî(10. yüzyıl)'nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, îranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyid eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanhk topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk guruplannın yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Z'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahallî diller kullanılıyordu. Bu, bölgede cereyan eden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana topraklan durumunda olan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketierinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugoriardan. Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.
    558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadçniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir. Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığmın batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve îslam kaynaklanna göre, Gök-Türk hanedam Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi- "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde îran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu îranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.
    Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa giriçen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Ha-zarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için ge-ekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyoıdu.
    Hazar Devleti, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafindan çökertilip îran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı.İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler .
    Konstantinos'un prenses Çi-çek'ten doğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan împarator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon'un karısı îren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.
    665'i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de îslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeieleri şiddetli ve devamlı oldu. îlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selman b. Rebîa kuman-dasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'a girdiler. Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını îslamların büyük çapta harekatı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı. 730'a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in 737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeler: zikredilmeğe değer Bu savaşlar dolayısiyle belirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa(vilayet merkezi)'ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.
    îslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırlan bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da "Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ın dağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarian, Volga civarında Fin-Ugor Burtas'lar661 ve başka çeşitli Fin kollan, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki îslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolaylan, hakanlığın idaresine girmişlerdi.
    Böyiece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ'ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,Xut-kal), Çin'den ve Türkistan'dan ipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, îtil ve başka Hazar çehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtalan arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkinleşmiştir.
    Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. îbn Fadlan (M. 922) Hazarlann bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklannı, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklannı söylemekte, îstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenannda) , Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tmutorokan <Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arap kaynaklannda, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimiz Sarıgşm, başkent îtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adı verilmişti. Başta kagan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad'lar tarhan'lar tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "Hazar Barışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilen ustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıçtı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğ-adan inşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı.
    "Hazar Barışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısiyle hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında türlü yazılar (Gök-Türk, Arab, îbranî, Kyrill) kullamlıyordu. Ahali de çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eski Türk-Bozkır dini olan, Tanrı'nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı ("Tengri-Han") itikadında idiler Fakat milletlerarası sıkı münasebetler sonucunda ülkede îslamlık, Hıristiyanlık ve Musevîlik de yayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet ve ayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (îs-tahrî, M. 932, el-Mes'üdî, M. 944, îbn Havkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler, kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu, îslamlığm (9. yüzyıl ortalarında) Harezmliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans'tan geldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhur İslav "apostol"u Kyrill (Kyrillos)'in başkent İtil'i ziyaretinden (861-862) sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Musevîliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ile idareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğe ulaşmış görünmüyor. Hazarların Musevîliğe dönmesi umümîyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihler verilmektedir. Son araştırmalarda Bulan'ın 8. yüzyılda Khersones'de (Güney Kırım'da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür. Bazı İslam müelliflerine (el-Mes'üdî) göre, Hazarlar Abbasî halîfesi Harun'ur-Reşîd zamanında (786-809) Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. "Karay" denilen bu mezhep, Musa'nın talimlerini ihtiva ettiği sanılan "Talmud"a fazla itibar etmeyen ve helki bazı İslamî unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içinde iyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir. 960 yıllarına doğru Endülüs Emevî devletinde Musevî nazır Hasday b. Şaprut'un Kurtuba'dan Hazar hakanı "Yasef'e gönderdiği mektup ile hakanın îbranîce yazdığı rivayet edilen cevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır'da ele geçirilerek İstanbul'da yayınlanan (1577) bu "yazışma" ("Correspondence Kha-zare")'nın ilmî yayınlara ve açıklamalara konu olan metni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler684 vesikanın gerçekliği husu-sunda ciddî çiipheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilginin birçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir. Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazar ülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım'da, Lehistan'da ve Türkiye'de (İstanbul'da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinî lisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevî Hazar Türklerinin ve belki kısmen Karaim Kumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.
    "Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. îskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca anları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen îskandinavya'lı gözü pek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos<Rodh=gemici, eski îsveç dilinde) diye adlandırılan maceracı bir grubun idaresine girmişler ve Hazar örneğine uygun bir siyasî yapı kazanmağa baçlamışlardı (9. asrın ilk yarısı). tlmen gölü çevresinde yerlilerden aldıklan kürk, bal, balmumu gibi mallar sayesinde Bizans ile alış-verişe girişen Vareg-Ruslar o civarda bazı kasabalar da kurmağa çalışıyorlardı. 9. yy. 2. çeyreğinde İlmen'in kuzeyindeki Novgorod şehrinin, Rurik adlı bir Vareg-Rus'un knezlik(beylik) merkezi olduğu ve bu "knez" (kelime aslen Germence'dir)'in oralardaki bazı İslav kabileleri tarafından "hükümdar olması için" nasıl davet edildiği Rusların "ilk kronik" (Nestor Tarihi. 12. asrın ilk çeyreği)'inde efsane vasfında anlatılır.
    Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Samba-ta'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetlere giriş-mi§ ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef §eh-rini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafın-dan kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde baçkanın unvanı "chacanus" (khakanus=hakan) idi (Frank kroniki Annales Bertini-ani). 988'de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Ya-roslav (1036-1050) hala resmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. îbn Rusta (920'lerde) Gerdîzî ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen" (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi "Ritsskaya Pravda" (XI. yüzyıl 2. yarısı)'da "drujina" (idareciler) ile teb'a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür.
    Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır. M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırtar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan için On-Ogur (=Ongur, Ungri, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Belar (Bul-gar)'ın gelinleri ile Alan prensinin iki kızının Hunor (Hun-eri) ve Moger (Magy-eri) taraflarından kaçırılıp zevceliğe alındıklan hikayesi ile, Hurorve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek Macarların, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hatıralarıdır. Sabariarın Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra (Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcıhğı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa de-vam eden Türkçe sözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir: ÖA:ör=öküz, n>ıö=dana, bika =buğa, borjıı=b\ızagı, tyuk=tavuk, /co5==koç, kecske=keçı, tarlo=taı\a, teknö=tekne, ^aro=kazık, eke=saban, arok=aıı\i, bıaa=bugüay, arpa=arpa, borso^buıçak, a//na=elma, szölö= (sidleg'den)üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=han^, ero=erk (kuvvet), tör-veny=töre (kanun), tamı=tamk (şahid), belyeg=(pu\) belge, erdem=eTdem (fazilet), egy=kutsal, frü/ı^günah, öö/c^=bilge, kek=gök (mavi), sarga=san, zsam=s3iyı, betü=biü(g) (harf),/+/ı;= yazmak vb.... Macariar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayin edilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "kündü" unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut böl-gesi (=Etel-küzü~Etelköz=nehirler arası)'ne geçmişlerdir. Burada Kün-dü ile "Üge" taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer "ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Maeyar 7. Bunlardan Orta Asya'da Türk asıldan bir boy olarak görünen Kürt kabilesi inden hiç olmazsa bir bölümün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlara katıldığı sanılıyor.(bu görüş çürütülmüştür bk. 1. dipnot) 880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Caöa'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir. 889'a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tu-na-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen 713 ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (îstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k)715. 0 tarih-lerde Bizans kaynakiannda Macarlara daima "Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Tourkfıia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler717 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasîras) denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'da bulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).
    Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Başlangıçta 1 liklerden kurulu olan ordu -Hazar unsurunun daha çok ticarî içlere kayması dolayısiyle-ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar (Khalis~ Kh ~alis=Kaliz'ler) teşkil ediyordu. Mesela yukarıda 762-764 hadiseleri dolayısiyle zikrettiğimiz Aslarhaıı daha zıyade kendi yurttaşlarına kumanda eden Harezmli bir askerdi. Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmalan, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar îskil 721'lerin yurttan aynlmaları hakanlığı büsbütün zaafa uğratmıçtı. îslavlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllannda). Vaktiyle hakanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları îslavları büsbütün azdırdı. Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrinin kurulduğu eski başkent îtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halinde idi.. Hazarlar dağıldılar. Tmutorokan'a, Kırım'a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Diğer taraftan Hazarlar yabancı ülkelerde de bazı hatıralar bırakmışlardır: İshak b. Kündücük, Ab-basî halîfesi el-Mu'temid zamanının (870-891) tanınmış kumandanlarındandı. Tegin b. 'Abdullah'il-Hazarî üç kere Mısır valiliği yapmıştı (10. asrın ilk çeyreği). Hatta Ye'cüc-Me'cüc seddini aramak üzere halîfe el-Vasık (842-847) tarafından Kafkaslar'a gönderilen ve Türkçe de bildiği söylenen Sellam-ut-Teı-cüınan aslen bir Hazar Musevîsi olduğu rivayel edilmiştir. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarlann hatıralarından biri Hazar Denizi'nin adıdır.

    (1) "Son zamanlarda ülkemizde bâzı millîyetçi! çevrelerce Kürt'lerin bir Turan boyu, dolayısıyla Türk oldukları iddiâları öne sürülmüştür. Buna mehâz olarak da Türk Yazısı ile yazılmış Elegeş yazıtının 8inci satırındaki KÜRTLKN harflerinden oluşan üç sözcük gösterilmiştir. "KÜRT eL KaN" yânî "Kürt Eli Hanı" şeklinde algılanan bu sözcüklere dayanılarak ileri sürülen bu görüş yanlıştır. Aslında iki kelimeyi oluşturan bu harflerin "KÖRTüL KaN" yânî "Kuvvetli (kudretli, şiddetli) Han" anlamında olduğu âşikârdır."www.tonyukuk.com 'dan ayrıca bknz :Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Şubat 98 112. sayı, sf 231




  • PEÇENEKLER, UZLAR VE KUMAN(KIPÇAK)'LAR

    Orta Asya'dan batıya Türk göçlerinin son büyük dalgasını (9. 11. asır- lar) meydana getiren Türk boylanndan ilki, Peçenekler, Gök-Türk hakanlığına dahil kütlelerden biri idi. îhtimal On-ok'ların (Türgişlerin) bir kısmını teşkil etmek üzere Isık göl-Balkaş dolaylarında yaşamışlar, Batı Gök-Türk hakanlığının çözülmesinden (7. yüzyıl ortaları) sonra da, belki Karluk devle- tinin kuvvetlenmesi üzerine Seyhun nehrine doğru gelişen Oğuz hareketi karşısında Batı Sibirya'ya çekilmek zorunda kalmışlardır (8. asrın 2. yarısı). Kaşgarlı Mahmud'da Peçeneklerin bir Oğuz boyu olarak gösterilmesi ' , bu Oğuz-Peçenek itişmelerini ve komşuluğunu belirtir. Bizans imparatoru K. Porphyrogennetos'a göre, geriden gelen Oğuz baskısı sonucunda batıya çekilen Peçeneklerden bir bölük Oğuzların yanında kalmıştır ("Oğuz Peçe nek") ki, Kaşgarlı'daki Oğuz boyları listesinde yer alan "Peçenek" bunlar olmalıdır.
    Çeşitli kaynaklarda "Patzinak" (Bizans), Pecenaci, Pacinacae, Pezengi, "Bissenus" (Latin), "Peçenyeg" (Rus), "Badzinag" (Ermeni), "Beşenyö" (Ma- car) adları ile zikredilen Peçenekler, Cim ve Yayık (Emba ve Ural) nehirleri havalisinde bulundukları 9. asnn ilk yarısında, herhalde baskınlarla, Hazar doğu ticaret yollarının emniyetini tehlikeye düşürmeleri sebebiyle doğan Hazar-Oğuz ittifakı baskısına dayanamıyarak, kalabalık kütleler halinde Volga'yı geçip, yurtlarından çıkardıkları Macarların yerine: Don-Kuban havalisine gelmişlerdi (860-880 sıralan). Bu, büyük göçün ilk hareketi oldu.
    Macarları önlerinden süren Peçenek("Türk Peçenek")'lerin gerisinde Oğuzlar, onların da gerisinde Kuman(Kıpçak)'lar Karadeniz kuzeyinden ba tıya yöneliyorlardı. Sibirya'ya doğru daha geride de Kimekler bulunuyordu Peçenek'ler 889-893 yılında Etel-küzü'deki Macarları Karpatlar-Tisa'ya, uzaklaçtırmak suretiyle, Don nehrinden Dnyeper'in batısına kadar uzanan bozkırlara yayıldılar. împarator K. Porphyrogennetos tarafından yazılan D Admmistrando İmperio'da. (948-952'lerde) kaydedildiğine göre, Peçenekler boy halinde idiler: Ertim (Erdem, Baçbuğ; Bayça, sonra Yavdı), Çor (ba' buğ: Kügel, sonra Küerçi), Yula (başbuğ: Korkut+an, sonra Kabukşın), Kü hey (başbuğ: îpa, sonra Suru), Karabay (baçbuğ: Kaydu+m), Tolmaç (ba buğ: Kortan, sonra Boru), Kapan (başbuğ; Yazı), Çoban (baçbuğ; Bata+n sonra Bula). Aralarından üçü (Ertim, Çor ve Yula) Türkçe "cesur" manasındaki "Kangar" adı ile zikredilen bu boylar 10. yüzyıl ortalannda, Karadeniz'e dökülen nehirlerin kıyılarında olmak üzere, şöyle sıralanmışlardı Çoban (Don), Tolmaç (Don'un denize döküldüğü bölgede), Külbey (Donetz), Çor (Dnyeper doğusu), Karabay (Dnyeper-Bug arası), Ertim (Dnyes ter), Yula (Prut), Kapan (açağı Tuna). İlk üçü, Uzlar, Hazarlar, Alanlarla Kırım bölgesi ile temas halinde; Yula "Türkiye" (Macaristan) ile Kapan Tuna Bulgarları ile sınırdaş bulunuyorlardı. Boy adlarından bir kısmı eski Türk unvanları (Yula, Çor, Kapan=Kapgan, Kül, Bey) olup, başbuğ isimleri de daha ziyade renk ifade ederler: Küerçi= gök, mavi; Kahuşkın = ağaç kabuğu rengi=solgun, sarımsı; Sulu=kül rengi; Boru=boz; Yazı=esmer (bozkır rengi); Bula=alaca; Yavdı=parlak. Kaynağımızda her boyun kendi adı ile bitişik şekilde kaydedildiği bu renklerin, her boyun aynı donlarda (yani boy adının yanında, söylenen renkte) atlara sahip olduğunu göstermesi mümkün olduğu gibi , boylann ayrı ayrı bayrak renklerini ifade etmesi da ha muhtemel görülmektedir. 13. asırda boy sayısı 13'e yükselen Peçenek lerde şahıs adları arasında şunlar vaîdır.Aba, Balçar, Bator, Bıçkılı, Yeke, îl- beğ, Kure, Karaca, Temir, Teber, Sol. Aynca şu kelimeler Peçeneklere ait kale adlarıdır: Salma, Saga, Kerbahg. Peçenek kalelerinden diğer dört tanesi- nin adı henüz çözülememiştir. Bu kelimelerden Peçenek dilinin daha ziyade Kıpçak Türkçesi tipinde olduğu sonucuna varılmıştır.
    Peçenekler, tarihleri süresince, her biri kendi başbuğunun idaresinde olarak yalnız boy teşkilatı çerçevesinde kalmışlar, bir devlet (II) bütünlüğü düzenine girmemişler, fakat, savaş ve müdafaa zamanlarında bir arada ve ortak hareket etmesini bilmişlerdir (Kumanlar ve Uzlar da böyledir).
    Peçeneklerin en geniş sınır komşusu Kiyef Rus knezliği idi. 915'de knez îgor zamanında bu araziye ilk Peçenek akını yapıldı ve Peçeneklerin Rus larla yanyana yaşadıkları 1036 yılına kadar, 121 sene içinde, 11'i büyük çapta olmak üzere akınlar tekrarlandı. Rus vakayinamelerine göre Peçenekler Rus kasabalannı yağmalıyorlar, halkı esir alıp götürüyorlardı. Yıllıklar buna benzer şikayetlerle dolu olmakla beraber, düşmanlık çok kere Ruslann te-cavüzlerinden veya Peçenek düşmanlarmı korumağa kalkışmalarından ileri geliyordu. Bazan da Peçenekler, Rus topraklarına birbirleri ile döğüşen knezler tarafından çağrılıyorlardı. Igor 944'deki Kınm seferinde de Peç- neklere müracaat etmiçti. Peçenek-Rus mücadeleleri, İtil ve Tuna Bulgarla rına karşı sefer açan, 965'de Hazar hakanhğını yıkan, Rusların "Büyük îs kender"e benzettikleri, fakat Peçenek örneğine göre yetiştiği için "bir Peçe nek başbuğu vasfında olan" knez Svyatoslav zamanında (946-972) kızşçtı. Peçenekler 968'de Kiyefi kuşattılar ve nihayet Bizans'la savaştan dönen Svya-toslav'ı aşağı Dnyeper'deki kayalıklara sıkıştırarak mağlüp ve telef ettiler. Knez Vladimir zamanında da (972-1015), Ruslann Peçenek arazisine nüfüz ederek müstahkem mevkiler kurmağa çalışmaları yüzünden mücadele şid det kazandı. Peçenekler bu teşebbüslere karşılık verdiler (992, 996, 1015 yıl larında). O sırada Ruslarla mücadele eden Polonya kralı Boleslavv I (992-1025) ile de münasebet kurdukları anlaşılan Peçenekler bu suretle, Hazarlar ve sonraki Kumanlar gibi, Rusların Karadeniz'e inmelerine mani oldular. Bu da dolayısiyle Bizans menfaatlerine uygun düşüyordu. împa rator K. Porphyrogennetos eserinde "Peçenek'lerle mutlaka iyi geçinmek gerektiğini" kaydetmişti.
    Peçenek-Bizans dostluğu, Ruslara ve Tuna Bulgarlarına karşı askerî desteğe ihtiyaç duyan imparator Konstantinos Porphyrogennetos'un güney Kınm'da Khersones'teki kumandanı aracılığı ile Peçeneklerle temas kurmak istemesi üzerine, 915'de başlamıştı. Istanbul'dan Peçenek başbuğlarma sık sık elçiler, hediyeler gönderiliyordu. Iki taraf arasında ticarî faaliyet de canlı idi. Bizans'dan gelen kumaş, baharat, boya ve Peçenek kadınlarının çok düşkün oldukları süs eşyası ve mücevherata karşılık balmumu, tutkal, kıymetli deri vb. satılıyordu.
    Fakat Peçenekler doğuda pek huzurlu değildiler. Kendilerini Volga ötesi yurtlarından çıkaran Uz (Oğuz)'lar batıya doğru ilerliyor ve geldikleri Oka-Sura çevresinde Peçenek doğu cephesine baskılarını arttınyorlardı. Neticede Peçeneklerden bir kısım 942-970 arasında Macaristan'a gidip yer leşirken, asıl kütle yavaş yavaş batıya kaymağa başlamıştı. 11. asrın ilk çeyre ğinde Peçeneklerin Turla (Dnyester) boyuna ve bugünkü Besarabya'ya indikleri görülmektedir ki, Karadeniz düzlüklerindeki Peçenek hakimiyetini iyice zayıflatan bu durumdan yine Ruslar istifade ettiler. Knez Yaroslav, Normanlar, Slovenler ve Novgorodlularla takviyeli ordusu ile Kiyef civanndaki savaşta Peçeneklere ağır darbe indirdi (1036). Peçenekler adeta gözden silindi, aradaki siyasî münasebet kesildi. Diğer taraftan İmparator Basi- leos II ("Bulgarokton")'un Bulgar işini hallettiği 1018 yılından beri Bizans'ın artık dış yardım isteği kalmadığı için, imparatorlukla Peçenekler arasında "devlet seviyesi"ndeki temaslar da sona ermiş bulunuyordu. Bu durum Peçenek akınlarım Balkanlar üzerine çekti (1026, 1035, 1036). Bulgaristan, Makedonya, Trakya tahrip edildi. Fakat Bizanslı tarihçi Kedrenos (11. asır)'a göre "Dnyeper nehrinden Pannonia (Batı Macaristan)'ya kadar Tuna'nın kuzey sahasını işgal etmiş olan" Peçeneklenn bir ara 11 boyunu kendi idaresinde toplamağı başardığı anlaşılan başbuğ Turak ile hakimiyet davasına kalkan diğer başbuğ Kegen arasındaki mücadele (1048) ve ikincinin Bizans'a sığınmasımn yol açtığı Trakya akını felaketle neticelendi. Kegen Hıristiyanlığı kabul etmiş, Turak da savaşta esir düşerek Hıristiyan olmuştu. Bundan sonra bir yandan Peçenek-Bizans mücadelesi devam etmekle beraber, diğer taraftan Peçenek kütlelerinin Bizans sınırları içine (Bulgaristan'a) bekçi olarak yerleştirildiği, birçok Peçeneğin Bizans ordusunda hizmet aldığı ve bilhassa 1048'den sonra sayıları artan bu ücretli askerlerin Selçuklulara karşı Anadolu'ya gönderildiği bilinmektedir. Ancak, bunlardan imparator Konstantinos Monomakhos'un emri ile Üsküdar yakasına geçirilen 15.000 Peçenek atlısı, Bizans kaynaklanna (Kedrenos, Zonaras) göre, böyle bir vazifeyi kabul etmeyerek -Boğaziçi'ndeki gemiler kasten kaldrıldığı için- başbuğ Katalın'ın idaresinde atları üstünde -Boğazı yüzerek Rumeli sahiline çıkmışlar ve Tuna'ya dönmüşler (1050), daha sonra da 1071 Malazgirt muharebesinde Bizans ordusundaki bir kısım Peçenek kuvvetleri soydaşları tarafına geçmişlerdir.
    Peçenekleri yukarıdaki iç mücadeleye sürükleyen sebep, gerilerinden gelen, fakat kendileri de Kuman(Kıpçak)'ların önünden boyuna çekilerek bir kısmı 1048'de Tuna'yı geçmek zorunda kalan Uzlar karşısında mukavemet edememeleri idi.
    Rus yıllıklarında doğrudan doğruya "Tork" (= Türk. Diğer şekilleri:Torky, Toruky vb.; nadiren Torkmen = Türkmen. Rusça'da "ü" yoktur), Bi zans kaynaklarında ise kısaca "Uz" diye anılan bu kavim, Oğuzlardan bir kı-sım olup, yukarıda söylendiği gibi, Peçenekleri Volga-ötesindeki yurtlarından atarak orayı işgal etmişler (860-870'ler) ve sonra da batıya geçmişlerdi. 985'de knez Vladimir'in îtil Bulgarlarına karşı açtığı sefere (ihtimal Kiyef knezliği-Oğuz Yabgu devleti ittifakı neticesi) bazı "Tork" unsurlarının katıldığı Rus vekayinamelerinde kaydedilmiş ise de, Ruslarla gerçek temas kurmak üzere onların kütle halinde Kiyef knezliği sınırlarına göçleri, herhalde, 1036'da Peçeneklerin mağlüp olarak Rusya'da sahneden çekilişlerinden sonra vukübulmuş olmalıdır. Çünkü Rus kronikinde Torklarla ilgili bu vasıf ta ilk kaydın 1054 yılına ait olduğu bildirilmektedir.
    1048 harekatı asıl Uz kütlesinin Dnyeper bölgesine, Kiyef Rusyasının güneyine kadar yayıldığını göstermektedir. Fakat Rus knezleri toplanarak kendi bölgelerinden Uzları uzaklaştırmayı bildiler. 1060 senesindeki ani hücum karşısında yenilerek batıya çekilen kalabalık Uzlar (Bizans tarihçisi Attaleiates'e göre 600 bin kişi) 1065'de Bizans ve Bulgar mukavemetini kıra rak Tuna'yı geçtiler ve Peçeneklerin arkasından, Trakya ve Makedonya'yı yağmaladılar, Selanik'e, hatta Peloponezos'a kadar ilerlediler. Bu beklen medik hadise Batı dünyasını merak ve korkuya düşürdü. Ancak bu süratli istila, bir işgal mahiyetini alamadı. Şiddetli soğuk yüzünden Uzlar arasıda çıkan salgın hastalıklara, onlardan öç almak isteyen Peçeneklerin hücumları eklendi. Uzlar kırıldı. Geri kalan bir kısım Uz Macaristan'a akın teşebbüsünde (1068) başarı elde edemedi. Artık bir kuvvet olmaktan çıkan Uz ka lıntıları Bizans ordusuna alındılar, kısmen çeşitli bölgelere dağıtıldılar; Gü-ney Rusya'ya dönenler de Kiyefetrafına yerleştirildiler.
    Uz baskısı yüzünden Balkanlara intikal ederek, 1050-1051 yıllarında Bizans'a karşı şiddetli ve başarılı savaşlar veren Peçenekler749'in kendilerini toparladıkları görülmektedir. Nitekim Bizans ile şiddetli çatışmaları imparator Aleksios 1 Kommenos zamanında (1081-1091 yıllarında) da devam etmiş ve herhalde bu savaşlar, bazı araştırıcılann dikkatini çektiği gibi, Anadolu'nun Selçuklular tarafından fethini kolaylaştırmıştır. Peçenek başbuğu Çelgil'nüti, yanında Macar kralı St. Laszlö ve kuvvetleri olduğu halde Lüleburgaz'a kadar ilerledikten sonra, savaşta yaralanarak ölümü (1086) üzerine Peçenekler, Tatuş'un başbuğluğunda ve Kumanlarla takviyeli orduları ile Derster (Silistire)'de, 1087'de, İmparator Aleksios kumandasındaki Bizans ordusunu hezimete uğrattılar . 1088-1090 yıllarında devam eden savaşlarda yine imparator idaresindeki Bizans kuvvetlerini yer yer mağlüp ederek, Filibe ve civarından sonra Edirne'ye ve Keşan'a kadar Trakya'ya hakim ol-dular, 1090 sonlarında Çekmece'ye yaklaştılar. Bizans imparatorluğu, tarihinin buhranlı anlarından birini daha yaşıyordu. Çünkü Peçenekler Anadolu'daki soydaşları ile işbirliğine girişmişlerdi: 10 yıla yakın bir zamandan beri kuvvetli donanması ile adalardan bazılarını zaptederek Ege denizine hakim olan, Oğuzlann Çavuldur boyundan, îzmir Beyi Çakan İstanbul'u zaptetmek üzere Peçenek başbuğları ile temas kurmağa muvaffak olmuştu. Edirne'de Peçenekler, Ege'de Çakan'ın donanması, Marmara sahillerinde Sel- çuklular tarafından üç ağızlı Türk kıskacı arasına alınmış olan Bizans'ın 1091 ilkbaharındaki durumu, Fatih'in îstanbul'u fethinden hemen önceki günleri hatırlatıyordu. Durumun ağırlığı dolayısiyle împarator, Avrupa Hı- ristiyan dünyasına müracaata başlamış idi ki, bu rica Haçlılann bir an evvel

    harekete geçmelerini sağlamıştır. Aleksios Batı'dan zamanında yardım göremedi ise de imparatorluğunu bu tehlikeden yine Türklerin eliyle kurtarmayı başardı: Uzların arkasından Balkanlara kadar gelmiş olan Kumanlann Tııgorkan (veya Tugor Han) ve Bönek (Bonyak) adlı başbuğlan ile anlaşarak onları, Çakan'ın sahillere yanaşmasını beklemek üzere Meriç nehri kenarında Lebunium (Omurbey mevkiinde)'da karargah kurmuş olan Peçenek kuvvetleri üzerine saldırttı. 40 bin Kuman süvarisinin baskınına uğrayan Peçenekler tamamiyle ezildiler (29 Nisan 1091). Siyasî tarihleri böylece nihayete eren Peçeneklerden arda kalanlar dağıldılar. Macaristan'a gidenler Peşte çevresinde ve Fertö vilayetinde yerleştirildiler. Bir kısmı da Uzlar ve Kumanlarla karıştı. Balkanlarda kalanlar daha ziyade Vardar nehri boyuna iskan edilmişlerdi. Makedonya'daki Megleno-Ulahlan ile Sofya etrafındaki Şop-Bulgarların Peçenek neslinden oldukları söylenir. Anadolu'da, Sırbistan, Rusya, Macaristan ve Kafkaslarda bazı yer adları ve halk efsanelerinde Peçeneklerin hatıraları yaşamaktadır .
    Orta Macaristan'da ele geçen meşhur Nagy Szent Miklos hazinesinin al tın kaplan üzerindeki Gök-Türk yazılı Türkçe kitabelerin Peçeneklere ait olduğu, kitabeleri okuyan Gy. Nemeth'in tesbiti ile ortaya çıkmıştır. Ayrıca güney Rusya'da Poltava'da bulunan Perescepine hazinesi de Peçeneklere ait sayılmaktadır.
    Adlarının mana ve menşei ile kavmî terkipleri 60 yıldan beri münakaşa edilegelmekte olan Kumanlar kaynaklarda başka başka isimler altında zikre-dilmişlerdir. Bu bakımdan bozkırlı Türk toplulukları arasında istisna teşkil ederler. Onlara Bizanslılar ve Latinler "Kumanos, Kumanoi, Cumanus, Ko- mani", Ruslar "Polovets", Almanlar ve diğer Batılı milletler "Falben, Falones, Valani, Valwen, Pallidi", Ermeniler "Khartes", Macarlar "Kun", îslamlar Kıpçak" (Kıfşak, Khıfçakh) demişlerdir. Ruslar, Almanlar, diğer Batılılar ve Ermeniler tarafından verilen isimler aslında renk (san, sanmsı, açık san, sa man sarısı) ifade eder. Adlarının ilk defa geçtiği Rus Kronikinde (1055-1056'lardan hatıra) Türkmen, Peçenek ve Tork (Uz)'larla aynı cinsten olduklan belirtilen Kumanlar anlaşıldığına göre buralarda, daha ziyade dış görünüşleri ile tamtılmak istenmiştir. Gerçekten doğulu, Batılı bütün kavnaklar Kumanların, kumral saçlı sanşın olduklarında fikir birliği halindedirler.
    îbn Hurdadbih (885'lerde)'den itibaren îslam ve sonra Gürcü kaynaklarında geçen Kıpçak adı Türkçe olarak ("öfkeli, birden kızan") şeklinde açıklanmakta, Kuman ve Kun adlarının Türk lehçelerinde de "sarımtrak", "solgun" manasına geldiği bildirilmektedir.
    Kuman-Kıpçakların menşeine dair ilk geniş araştırmayı yapmış olan J. Marquart'ın Kumanlan Uzak Doğu'da Amur nehri dolaylarında yaşadığını ileri sürdüğü "Murqa" adlı bir Moğol kavminin "Kun" kabilesine bağlama iddiası, onun kaynaktaki bazı kelimeleri yanlış okuması (Arapça "fırka" sözünü kavim adı sanarak "Murqa") dolayısiyle kabul edilmemiştir. "Kun" is minin, yine bir Moğol-Tibet karışımı olan T'u-yü-hun kavim adından kısaltma olabileceğine dair G. Haloun'un düşüncesi de ikna edici görünmemiştir. Çünkü beyaz ırkın seçkin vasıflannı taşıyan Kumanlann çehrelerinde ve bedenî yapılannda hiçbir Moğol çizgisi bulunmadıktan başka, Ku- man-Kıpçak dilinde de Moğolca unsurlara rastlanmamaktadır. Fakat Ku- manlann ırkî özellikleri bazı araştıncıları, onlarla Arî'ler (Hind-Avrupalılar) arasında ilgi kurmağa sevk etmiştir. Gerek soy, gerek kültür bakımından Türk'ü Moğol'dan pek ayıramadıkları bilinen ve aralarında J. Marquart, P. Pelliot, W. Barthold, D. Rassovsky vb.'nın da bulunduğu Batılı bilginler, Türkler'e ait saymadıkları Kuman tipinin nihayet Moğol bölgesinde Türkleşmiş bir Hind-Avrupalı kavimden ileri gelebileceği üzerinde durmuşlardır. Hatta Rus Grum-Grzimajlo Çin'in kuzeyinde böyle bir topluluğun yaşadığını keşfetmek iddiasında bulunmuştur. Buna karşılık, M.Ö. 2. yüzyı da Tanrı Dağları'nın kuzey yamaçları ile Isık Göl dolaylarında oturan ve başbuğları "Kun-mo" veya "Kun-mi" (Kun-beğ, Kun-bî?) diye anılan Hun soyuna ve kültürüne mensup ve Türklere mahsus bir kurt efsanesine sahip ve miladdan sonralan da varlıklarını sürdüren Wu-sun (veya U-sun) kavminin Çin kayıtlarında (Han devri) "kırmızı saçlı (kumral), mavi-yeşil gözli olduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan îslam kaynaklarından (El-Bîrün 1050 sıraları, Mervezî, 12. asrın ilk çeyreği) anlaşıldığına göre, Orta Asya'da Kun adlı bir Türk kavmi, 10. yüzyıl başında Kuzey Çin'de kurulan Moğ( K'i-tan devletinin bilhassa 936'da Çin'de Liao sülalesi olarak bütün kıt'a' ele geçirme teşebbüsü karşısında, yerlerini terkedip "Sarılar ülkesi" (Şar ya)'ne doğru çekilmişdir. Bu "Sarı"larla, adları aynı manaya gelen Kunların, menşe bakımından ilgisi üzerinde durulmuştur: Mervezî'ye göre, -hiç olmazsa bir kısmı- Aral gölüne kadar çekilmiş olan bu "Sarı"ların ya "Sarı-Uygur"lar(yk. bk. Kan-çou Uygur Devleti)dan olabileceği veya belki dı "Sarı-su" ırmak adında ve Türgiş hakanının başkenti civarındaki (Çu'nun batısı?) îbn Hurdadbih'in bahsettiği "Sarigh" kasabasında hatırası mevcut "Sa Türgiş"lerle birleştirilebileceği düşünülmüştür. Üstelik Kimek ülkesin uzandığı sanılan yol üzerinde Gerdizî'nin (Ulu Kuman?) diye kaydettiği bir bozkır sahası bulunmaktadır. Kun-Kuman-Sarı-Kıpçak meselesine dair son araştırmalara göre durum şöyle görünmektedir: (Kumanların batıya göçünden önce) Orta Asya'da itil-Seyhun-İrtiş arasında Oğuzlar; Tobol, îşim çevresinde Kıpçakla buradan Altaylar'a doğru Kimekler; Isık Göl etrafmda Karluklar bulunuyor daha doğuda Nan-şan bölgesinde (Mervezî'deki Şariya) Sarı-Uygurlar yer alıyordu. Huang-ho dirseği dolaylarında Nesturî (Hıristiyan) Öngüt'ler vardı. îşte bu sıralarda Kunlar da bu civarda bir yerde yaşamakta idiler (Zira Mervezî, ihtimal Örgüt'lerle karıştırarak, Kunlann Hıristiyan olduklarıı söyler). "San"ya gelen Kun(Kuman)'lar beraberlerinde Sarı-Uygurlardan bir kütleyi de sürükleyerek, Cungarya kapısından Türkmen (Karluk) bölgesin oradan da kuzeyde Kıpçaklar sahasına geldiler. Eğer "300 bin çadır halkın;Çin'den çıkarak" Kara-Hanlı ülkesine saldırmak istediklerine, fakat Balasa-gun'a 8 günlük mesafede Kara-Hanlı Togan Han tarafından geri atıldıkları na dair İbn'ül-Esîr'deki haberi bu hadise ile ilgilendirmek mümkün ise, büyük Kun-sarı göçünü Kıpçak topraklarına çeviren sebebin Kara-Hanlı mukavemeti ve karşı taarruzu olduğunu kabul etmek gerekir. Aslında Batı Gök-Türk topluluklarından olan Kıpçak kütlesi, eski Çik'lerin 10. asırdaki devamı olduğu anlaşılan, îrtiş boylanndaki Kimek- lerden îşim-Tobol vadilerinde oturan bir kol idi. Kaşgarlı, Yimek (İmek) kavminden ve bu kavim Kıpçakların büyüğü sayıldığı halde Kıpçaklann kendilerini ayrı tuttuklanndan bahseder. Bundan, Marquart'a göre, o sırada (11. asrın son yarısı) ikili federasyon (Kimek=İki Yimek, 2 tmek) halinde yaşayan Kimeklerde idareciliğin Kıpçak kolunda olduğu anlaşılmaktadır. Bu iktidar değişikliği herhalde asrın başlarında vukua gelmiş ve Kıpçaklar Balkaş'tan İrtiç'e kadar hakim bulundukları sırada güneyden Kun (Kuman) Sarılann gelmesi ile daha da kuvvet kazanarak, bu sefer hep birlikte (ihtimal doğudan K'i-tan baskısı veya daha ziyade yer ve otlak darlığı sebebi ile) Volga üzerinden batıya yönelmişler ve sonra, önlerindeki Uz kütlesinin 1048'de Balkanlar'a çekilmesi üzerine, Güney Rusya sahasına intikal etmişlerdir. Bu suretle Rus kronikinde Kumanlar (Polovtsi) ilk defa 1054 yılında görünürler. Hakimiyetleri Dnyeper'e kadar yayılan bu devirde doğuda "Kıpçak" adı muhafaza edilirken, Batıda, baş tarafta zikrettiğimiz adlarla anılmağa başlamışlardır.
    Kuman (Kıpçak)'ların, Moğol istilasına kadar 1.5 asırdan fazla bir müddet Karadeniz kuzeyi bozkırlarını hükümleri altında tutuşlan Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler bırakmıştır. 1055 yılında Pereyaslavl knezi ile bir anlaşma yapan başbuğ Boluş'tan sonra Kumanlar 1061'de Rusları yendiler ve 1068'de, kendilerinden kaçan bazı Uz ve Peçenek gruplarını hizmete aldığı gerekçesi ile yine Pereyaslavl'a girerek Rus knezlerinin birleşik ordusunu perişan ettiler (Alta ırmağı savaşı. Kiyef yanında); Çernigov knezliğine kadar sokuldular. Kiyef knezi Lehistan'a kaçtı. 1071'de Rostovtsev, Neyatin bölgesine, 1079'da Voin kasabasına, ertesi sene Novgorod sahasına akınlar yapan Kuman (Kıpçak)'lar, 1080'lerde hakimiyetlerini, Don-Dnyester ağırlık merkezi olmak üzere, Balkaş gölü-Talas havalisinden Tuna ağzına kadar yaymışlardı. Kafkaslarda Kuban bölgesini de içine alan bu arazi, kuzeyde Oka-Sura nehirleri boyuna, yani îtil Bulgarları sınırına uzanıyordu. Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkır bölgelerinin tamamını teşkil eden Ku- man-Kıpçak sahası o zamandan itibaren îslam kaynaklarında "Deşt-i Kıpçak" ("Kıpçak-Bozkın") adını almış, Batı kaynaklarında (îdrîsî, Rubruquis, Plano Carpini vb.) "Comania" (Komanya) diye anılmıştır. D. Rassovsky'ye göre, Rus, Bulgar, Alan, Burtas (Mordva), Hazar ve Ulah'lann Kuman tabiiyetinde yaşadıkları bu devirde Kuman-Kıpçak ülkesi 5 kısım halinde idi: Orta Asya, Yayık-Volga, Don-Donetz, açağı Dnyeper, Tuna. Buralarda Kuman-Kıpçaklar, herbiri kendi başbuğ("han")larının idaresinde olmak üzere ayrı bölükler olarak yaşıyorlardı ve 1091'de de Edirne yakınındaki Lebunium savaşında Bizans'ın müttefikleri, şüphesiz ancak "Tuna" bölüğü mensupları idi. Bu tarihlerde Altunapa, Sarııhan adlı başbuğlar "Kıpçak Bozkın"nda rol oynayan başlıca simalardı. Kumanlar 1091'de Macaristan'a, 1092'de Le- histan'a girdiler, 1093'de tekrar Bizans topraklarında göründüler. 1093-1094'de Rus bölgesine akınları devam etti. Anlaşılıyor ki, maksatlan toprak işgali değildi. Peçeneklerde de gördüğümüz gibi, bölgede, Hazarlar dahil herhangi bir bozkır-Türk siyasî topluluğu için geçerli olmak üzere, bozkır ikliminden harice çıkılmıyor, kendi hayat tarzlarına en uygun arazi- nin muhafazasını, dış tehlikeden uzak kalmasını sağlamak gayesi ile bozkırlar ötesindeki siyasî toplulukların daima baskı altında tutulmasına çalışılıyordu. Türk topraklarının güvenliği şartları içinde gerçekleştirilen barışlar, çok kere, karşı taraf sözünden dönmediği müddetçe, sürüp gitmekte idi. Bu durum bazan evlenmelerle de sağlamlık kazanıyordu. Bir anlaşmaya göre Tugorkan (veya Togur Han)'ın kızı, Kiyef knezi Svyatopolk ile (1094); sonra Çernigov knezi Oleg, başbuğ Osuluk (Uzluk)'un kızı ile evlendi. Böylece bir ara knezlerin ve ileri gelenlerinin hatunlarmdan çoğunu Kuman prenses ve kızlan teşkil etti. Bununla beraber, Kuman-Rus münasebetleri pek huzurlu değildi. Çünkü knezler kendi aralarındaki mücadelelerde birbirierine karşı Kumanlardan destek sağlamağa çalışıyorlar (mesl. Oleg 1095'de), veya yanlarındaki Kuman başbuğlarının adamlarını, fırsat buldukça, ortadan kaldırı yorlardı. 1096 başlarında Kiyefe gönderilen iki elçi (îtler ve Kıtan) maiyyetleri ile birlikte öldürülmüşlerdi . Hadise bir savaşa yol açtı. Tııgorkan ile başbuğ Küre bazı kasabaları yaktılar, Kiyefi ve civarını yağmaladılar (Mayıs 1096). Fakat knezlerin ittifakı karşısında savaşı kaybettiler, muharebede Tugorkan ile oğlu ölmüşlerdi. îki oğlu Kuman başbuğlarının kızları ile evli Kiyef prensi Vladimir Monomakh daha ciddî davrandı; 1097'de Liyubec kasabasında tertiplediği büyük toplantı ile knezleri uzlaştırmağa, Rus mukavemetini teşkilatlandırmağa girişti ve 1103'de bütün knezlerin başında, Kumanlara karşı büyük bir başarı kazandı. Kumanlar buna kısa fasılalarla şiddetli akınlar halinde cevap verdiler (1105-1111 arasında 4 defa) ki, Rus kroniklerini dolduran bu mücadeleler ilk Rus halk edebiyatını zenginleştirmiştir. V. Monomakh'ın ölümünden sonra knezler arasında münazaalar tekrar alevlendiği zaman Kumanlar bundan faydalanamadılar. Devamlı çarpışmalarla gençlerini ve dirayetli başbuğlannı teker teker kaybeden Kiyef civarı Kuman birliğinde zayıflık emareleri belirmişti. Tuna Kumanlarından bir kısmı Macaristan'a giderek askerlik yapmakta idiler. 12. asrın 2. yarısında Dnyeper Kumanlarının biraz toparlandıkları görüldü. Bunlar Könçek ile Kobyak (Köpek)'in başbuğluğunda Pereyaslavl knezliğine karşı taarruza geçtiler (1177, 1179). Aksu (Bug) civarındakiler Kiyefe doğru akınlar yaptılar, fakat 1184'de knez Svyatoslav idaresindeki şiddetli baskında birleşik Rus kuvvetlerine mağlüp oldular. Rivayete bakılırsa verdikleri 7000 esir arasında 417 bey veya beyoğlu bulunuyordu . Ancak Kumanların mukabelesi de şiddetli oldu: 1185 baharında Novgorod-Seversk knezi İgor kumandasındaki birleşik Rus ordusunu, aşağı Don boyunda Kayalı (bugünkü Kagalnik?) ırmağı kıyısında kuşatarak imha ettiler. Başbuğ Könçek'in idare ettiği bu savaşta prens İgor dahil Rus ordusundaki knezlerin hepsi de yakalanmıştı; esirlere iyi bakılmış, -sonradan kaçmağa muvaffak olan- îgor'un yaralan tedavi edilmişti.
    Rus edebiyatının şaheseri olduğu söylenen Rus millî destanı (Slovo o Polkıı Igoreve)'mn başlıca konusu bu 1185 karşılaşmasıdır. Bu îgor destanın- da seferin ayrıntıları, tabiat, kahramanlık, üzüntü, İgor'un karısmın feryatları ustalıkla anlatılmıştır. 1800yılındaki ilk neşrinden zamanımıza kadar Rusya'da defalarca yayınlanmış ve incelemelere tabi tutulmuş olan metnin sonradan uydurulduğuna dair iddialar ileri sürülmüş ise de, tarihî hadiseyi aksettirdiğinden şüphe edilmemektedir ve aynca dil, savaş tekniği, donatım,madencilik vb. bakımlarından Ruslar üzerine Türk tesirlerini göstermesi itibariyle belge değeri büyüktür.
    Don ve Kuban dolaylarındaki Kuman(Kıpçak)'ların da Gürcülerle yakın münasebetleri olmuş, bu vesile ile Kumanlar Kafkaslar'ın güneyine geçmişlerdir. Gürcü kıralı Bagratlı David II (1088-1125) Büyük Selçuklu împaratorluğunun en kudretli çağına tesadüf eden hükümdarlığının başlarında, îslam-Türk baskısına karşı durabilmek ve mümkün olduğu takdirde Abhaza ülkesini ve baçka Gürcü bölgelerini Selçuklulardan geri almak için, aralarında yavaş yavaş hıristiyanlığın yayılmakta olduğu Kıpçaklardan kendine en yakın birlik ile temas kurarak askerî destek sağlamağa çalışmış; onlardan aldığı yardımlarla güney yönünde bazı harekatta bulunmuş (1109-1110'da) ve güzelliği ile meşhur bir Kıpçak prensesi ile evlenmişti. Bu kız, yukarıda adı geçen başbuğ Saruhan(Charaghan)'ın torunu ve onun yaşlılığı dolayısiyle yerine başbuğluğa getirilen oğlu Atrak (Atraka)'m kızı idi. Atrak da kralın daveti üzerine kendine baglı kalabalık kütlelerle (40 bin aile) Gürcistan'a gitti (1118. îlk büyük göç). Bu Kuman-Kıpçak kütleleri Çoruh, Kür dolaylarını "görülmemiş bir kudret ve genişlikle canlandırdılar"; Selçuklulara bağ lı Müslüman emîriikleri idarelerine aldılar ve sayısı 40 bin tahmin edilen bir süvari ordusu ile Şirvan'a, Azerbaycan'a seferler yaptılar. 1121'de Borçalı çayı havalisini ele geçirdiler. 1123'de aldıkları Tiflis'i Gürcü kırallığı başkenti yaptılar. 1124'de îspir ve Oltu'ya kadar ileriediler. Şirvan şahlarını vergiye bağlamışlar, Saltuklu, Sökmenli, Mengücüklü ve Artuklu beyleri ile ve daha sonralan Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı mücadele etmişlerdi Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında Gürcü askerî gücünü meydana getiren Kıpçaklar 1177'de, asî ordu kumandanı îvane Orbelian'dan, kralı himaye etmek suretiyle başkumandanlığı devralan ünlü başbuğ Kubasar ile büsbütün hakim duruma geldiler. Devlet adamı Kutlu Arslan gibi Kıpçak beylerinin idaresinde başlayan -anası tarafından Kıpçak- güzel kraliçe Thamara (1184-1213) devrinde Gürcü devleti, kuzeyden Kıpçaklar başbuğunun kardeşi Sevinç idaresinde yeni kütlelerin ülkeye gelmesi ile de (ikinci büyük göç: "Yeni Kıpçaklar") askerî, siyasî alanda, tarihinin en parlak çağını yaşadı. Bugün Kür, Çoruh ve Çıldır gölü havalisinde Kıpçak Türkçesine yakın bir dil konuşan ahalinin, buraya o tarihlerde gelen Kuman-Kıpçak kütleleriyle yakın ilgisi olduğu, bölge halk edebiyatında bazı motiflerin o devir hatıralarını taşıdığı bildirilmektedir. Selçuklu çağının tanınmış şahsiyetlerinden, Azerbaycan Atabeyliği (1146-1225)'nin kurucusu, İl-Deniz de Kafkaslar'dan gelmiş bir Kıpçak Türkü idi.
    Gürcistan'a gelmeleri dolayısiyle Don boylarını belki tamamen, Kuban bölgesini kısmen boşaltmış olan Kumanlardan Kırım yarımadasında kalan- lar şehiriere yerleşerek ticaret hayatına atılmış, hatta bazı küçük kasabalar da kurmuşlardır.
    Fakat, 1203'de Kiyefi işgal etmelerine ve 1219'da Ruslarla birlikte, kısa bir müddet için, Galiçya'yı Macarlardan almış olmalanna rağmen, 13. asır başlarında artık "Deşt-i Kıpçak" bütünlüğünde siyasî kudrete sahip bir Ku-man topluluğu kalmamış gibidir. Doğudakiler Kıpçak, Kanglı, Yimek, Uran vb. adlar altında bozkırlarda eski kabile yaşayışı içinde iken Harezmşahlar Devleti ile -bilhassa Sultan Ala'üddin Tekiş (1172-1200)'e hatun olarak bir prenses verdikten sonra- temaslarını arttırarak, bu Türk-İslam devletinde askerî vazifeler almışlar, sınırların genişlemesinde büyük hizmet görmüşler ve sonra Moğollann Orta Doğu'yu istilasının arifesinde Harezmşahlar im- paratorluğu askerî gücünün hemen tamamını meydana getirmişlerdir. Fakat bu ordu Moğollar tarafından yok edildi (1220).
    Moğollar karşısında başarısızlık Deşti Kıpçak'ta da görüldü. 13. asır başlanndan itibaren Rusların adeta yardımcısı durumuna giren Kumanların Kırım çevresindeki zümreleri, Karadeniz'in büyük ticaret limanı Suğdak ile dolaylarını Anadolu Selçuklularına terk etmeğe mecbur kalmakla (1226) iktisadî yönden uğradıkları sarsıntıyı gideremediler. Daha 1223'de, Cebe ile Subatai kumandasındaki iki Moğol tümenine Ruslarla birlikte mağlüp olan Kuman-Kıpçaklar (Kalka savaçı), Cengiz'in torunu Batu idaresinde, Deşt-i Kıpçak içlerine ilerleyerek îtil Bulgaryası'nı çiğneyip geçtikten sonra, bir anda Rus knezlerinin askerî güçlerini perişan eden Moğol ordusu karşısında tutunamadılar. Don-Donetz havzasında başbuğ Köten kumandasındaki kuvvetler dağıldı (1239) ve başbuğ, kurtulabilenlerle Macaristan'a iltica etti. Kuman-Kıpçakların kalabalık bir kısmı da îtil Bulgaryası'na gitti ve ore da adeta nüfus çoğunluğu kazanarak Kıpçak Türkçesinin, Bulgar lehçesi ye rine, umumîleşmesine yol açtı. Bütün Kıpçak Bozkırı Moğol istilasına uğrayıp Altun-ordu devleti kurulduktan (1256) sonra, "Deşt-i Kıpçak" tabiri da ha uzun müddet kullanılmakla beraber, Kuman-Kıpçakların artık hiçbir rolü kalmamıştır. Kuman-Kıpçaklar, o sıralarda, Mısır'da varlıklarını daha iyi ortaya koymuşlardır. 13. yüzyıl başlarından itibaren dağınıklıklan ve gittikçe daralan imkanları yüzünden hayat şartlarının zorlaştığını gördüğümüz Ku man-Kıpçaklar, bilhassa kıtlık ve hayvan hastalıklannın zuhur ettiği yıllarda Kıpçak Bozkırında İslavlar dolayısiyle eski tarihlerden beri devam edegelen bir geleneğe uyarak, sıhhatli, gürbüz çocuklarını para karşılığmda başka ve daha müreffeh ülkelere göndermeğe başlamışlardı. Mısır'da Eyyübî dev leti askerî gücünü yabancılardan sağlamak durumunda olduğundan, Deşt- Kıpçak'tan ve Kafkaslar'dan getirilen Kıpçak, Oğuz, Çerkes gençlerini se vinçle kabul ediyor ve onları hususî kışlalarda eğitiyordu. îşte bu sırada Mı sır'a hayli Kuman-Kıpçak delikanhsının gelerek orduda vazife aldığı görül mektedir. Nihayet İzzüddin Ay-beg'in 1250'de Eyyübîler yerine sultan ilaı edilmesi ile kurulan Mısır "Türk Devleti" kısa zamanda Kuman-Kıpçak unsurunun eline geçti. Bunlardan ihtimal Kıpçak olan Sultan Kotuz'dan son ra, Sultan Beybars hem kudretli bir asker, hem yüksek devlet adamı bi Kıpçak Türkü olarak kendini gösterdi (1260-1277). İslam hilafetini ihya et mek, Moğolları Suriye'den uzaklaştırmak gibi icraatı ile zamanın seçkin bi hükümdarı oldu. Yerine geçen Sultan Kalavun (1279-1290)801 da bir Kıpçak idi. O da Moğol-Ermeni-Frank birleşik ordularını yenilgilere uğratan "En büyük îslam hükümdarı" olarak, anayurdu ile bağlantıyı devam ettirmiş, Altun-ordu ile dostane münasebetlerde bulunmuş - ve Mısır-Türk Devletindı ilk hükümdar sülalesinin kurucusu olmuştur. Evlatları, iktidar Çerkes köle menlerine geçinceye kadar, devleti idare etmişlerdir (1290-1382). Bu devrı içinde devlet "Türk Devleti" (Ed-Devlet'üt-Türkîya veya Devlet'ül-Etrak) diye anılmış. Mısır ve Suriye "Türkiye" adını almıştır. Çoğunluğu Arapça konuşan yerli halkın dışında kalanlar için umumî dil Türkçe ve kültür Türk kültürü idi ki, Çerkes idaresi devresinde de durum böyle devam ederken ülke Osmanlı Türklerine intikal etmiştir (1517).
    Hindistan'da Delhi Türk sultanlığında 2. hükümdar ailesinin kurucusu olup, daha ziyade Uluğ Han diye anılan Sultan Balaban (1266-1286) da, gençliğinde Delhi'ye giderek devlet hizmeti almış Kıpçak büyüklerinden idi.
    9.-13. yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa-Batı Sibirya bozkırlanna hakim olan Peçenek-Uz-Kuman(Kıpçak)'lann tarihî rolleri şimdiye kadar saydıklarımızdan ibaret değildir. Bunların, izleri zamanımıza kadar sürüp gelen başka mühim hatıraları vardır. Önce, bu Türk boyları Rusların Karadeniz'e inmelerine ve Balkanlar'a sarkmalarına izin vermemişlerdir. Sonra, Dağıstan havalisi, Terek boyu ve sair bölgelerin Türkleşmesinde tesirli olmuşlardır. Rus vakayinamelerinde knezliklere yerleştirilmiş olarak geçen ve adlarının hatıraları o bölgelerde hala muhafaza edilen Berendi'lerin Peçeneklerden bir bölük olduğu, Kiyef knezliğinde sınır bekçiliği yaptıklan ileri sürülen Kara-Kalpaklar'da Peçenek-Uz-Berendi karışımından meydana geldiği bilinmektedir. Bunlardan bir kısmının sonraları Ceyhun ağzına giderek bugünkü Kara-Kalpakları teşkil etmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bugün Romanya'da, açık sarı saçları ve mavi gözleri ile etraftaki topluluklardan ayrılan Çango'ların da Kumanlardan indikleri kuvvetle ileri sürülmektedir.
    1223 Kalka savaşından sonra Moldavya'daki Kumanların başbuğu Borç Han'a bağlı kütleler, o zaman "Cumania" denilen bu bölgede (Kuzeydoğu Romanya) Hıristiyanlığı kabul edip kendileri için piskoposluk kurulmuş (1233), 1239 yenilgisi üzerine Köten idaresinde Macaristan'a göçenler Tuna-Tisa arasına yerleştirilmişlerdir. Buradaki yer adlan onların hatıralarıdır (Kis-Kunsag, Nagy-Kunsag= Küçük ve Büyük Kumanlar; Debrecen-DoJu Macaristan'da büyük üniversite yhn-Kartsag şehri vb.). Macar dilinde mevcut Türkçe sözlerin "orta tabakası" Kuman-Kıpçakça'ya aittir.
    Vaktiyle Avarlann îslavları teşkilatlandırması gibi, Peçenek ve Kuman idarecilerinin de Balkanlar'da benzer büyük hizmetleri görülmüştür. 1185-1237 yılları arasında Tuna'nın güney bölgesinde kalabalık halde yaşayan Kumanların, Bizans'a karşı Bulgar istiklal mücadelelerinde (1185-1195) başlıca rolü oynadıkları anlaşılmaktadır. Mücadeleyi kazanarak 2. Bulgar devletinin başına geçen ve Ulahların (sonraki Romenlerin) teşkilatlanması tarihinde yeri olan Çar Asen(l 187-1196)'in Kuman menşeinden geldiği, ayrıca daha sonraki Bulgar hükümdarlarından bir kısmının Kuman olduğu belirtilmiştir. Bizans-îznik împaratoru J. Vatatzes (1222-1254), Moğollann önünden çekilen Kumanlardan çoğunu -toprak karşılığı askerî hizmet yü kümlülüğü ile- Trakya'da, Makedonya'da ve batı Anadolu'da iskan etmiştir.
    Peçeneklerin, Uzların ve Kuman-Kıpçakların doğu Tuna çevresindeki etnik ve siyasî durumun teşekkülündeki tesirleri de ziyadesiyle dikkat çekicidir. Halen Romanya'da yaşayan ve ana dilleri Türkçe olan Gagauzların 13. yüzyılda oraya giden Selçuklularla ilgili oldukları iddia edilmiş ise de, bunlann daha ziyade Hıristiyanlaşmış bir Uz kütlesi olması ihtimali üzerinde durulmaktadır. Romanya'da bazı Türkçe yer adları (Teleorman, Dereh- lui (vadi), Turlui (tuı\u=tuz\u),Arges, Baragan, Cumana, Peçineaga, Carais- nan vb.) ile Romen dilinde mevcut Türkçe kelimelerden çoğu o devrin hatı ralarıdır. Aynı bölgede 1330'larda teşekkül ettiği bilinen ilk Romen devletinin de Kuman-Kıpçak unsuruna dayanan bir başbuğ ailesi tarafmdan kurul- duğu görülmektedir. Kurucusu Tok-temir oğlu Basar-aba idi (basmak fıilınden basar-t-aba).(=apa, Türkçe unvan) eki ile yapılan adlar Oğuzlarda (Ay-aba, Boz-aba) ve Doğu ve Orta Avrupa ve Mısır Kıpçak-Kuman çevrelerinde (Altın-aba, Tomuz-aba, It-aba, Arslan-aba vb.) yaygındır. Romanya'nın kuzeyindeki Basarabya bölgesi de aynı adı taşır. Basar, Baseroğul tarzında isimlendirmeler Deşt-i Kıpçak'taki Moğollarda da görülüyorsa da, kelime aslen Türkçe olduktan başka, Moğol hakimiyeti devrinde Türkçe konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği dikkate alınırsa, "Türkleşmiş Moğollardan olduğuna ihtimal verilen Basaraba Türk kültürünü temsil ettiği anlaşılır. 15.-16. yüzyıllardaki Romen devlet büyüklerinin halis Türkçe olan adları Akbaş, Akkuş, Bozdogan, Bilik, Berendey, Barak, Bars, Beğbars, Buga, Belçir, Kara, Kızıl, Kazan, Şişman, Temirtaş, Tok, Ötemiş vb...819'de bu görüşü desteklemektedir.
    14. yüzyılın 2. yansında, Dobruca'da kurulan "devlef'i de, Kuman Türklerine bağlamak mümkün görünüyor. Bir yandan Bulgar, bir yandan Bizans iktidarlarının zayıf düştüğü bu devirde, Bizans imparatoriçesi Anna tarafından yardımına müracaat edilen (1346'da) açağı Tuna bölgesi mahallî başbuğlanndan Balika (Türkçe, balık'dan)'nın oğlu Dobrotiç (Dobruca, bundan geliyor) 1354'lerden itibaren -sonra kendi adıyla anılacak olan- bölgenin ha-kimi olarak, 1385 yılına kadar Balkanlar ve Karadeniz'de mühim siyasî rol oynamıştır. Bakır paraları ele geçmiş olan oğlu îvanko zamanında (14. asır sonlarına doğru) bir aralık Romen tabiiyetine girdiği sanılan bu küçük Türk "Dobruca Devleti"nin topraklan 1417'de Osmanlılara intikal etmiştir.
    O tarihlerde Asya içlerinden Macaristan'a kadar yayılan bütün Türklerin konuştuğu ve ilim dünyasında "Kıpçak lehçesi" (Batıda "Lingua Coma- nesca") diye anılan Kuman dilinin belki en mühim hatırası 1303 yılında Kırım'da İtalyan, Alman misyoner-tacirleri tarafından hazırlanan ve "Codex Cumanicus" adı ile tanınan Kumanca-Latince-Farsça ve Kumanca-Almanca lügat (ve gramer) kitabıdır ki, Kumanların Hıristiyanlık devri ile ilgili olmakla beraber, Türk dilinin seçkin yadigarlarından biri kabul edilmektedir.




  • OGURLAR (BULGARLAR)

    Bulgarlar için de 150 yıldan fazla bir zamandan beri menşe aranmış ve Urallı, Fin, îslav, Tatar vb. asıllı olduklan iddia edilmiştir. Nihavet Türk asıldan geldiklerine dair önce Vambery tarafından ileri sürülen görüş G. Feher'in arkeolojik ve Gy.Nemeth'in linguistik araştırmalan ile kesinlik kazanmıştır. Kavim adı olarak "Bulgar" kelimesi 5. asrın 2. yansından önce mevcut değildi; ilk defa, 482 yılında, Bizans imparatoru Zenon'un, Doğu-Got'larına karşı savaşmak üzere, askerî yardımlarına müracaat ettiği Karadeniz kuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır. Bulgar adı bir tarihî hadiseden doğmuş idi: Avrupa Hun hükümdarı Attila'nm ölümü üzerine evlatları ile tabi kavimler arasında patlak veren mücadelelerde Attila'nın 2. oğlu Dengizik'in 469'da ölümünden sonra, bunun küçük kardeşi Irnek idaresinde Orta Avrupa'yı terkeden Hun kütleleri Karadeniz kıyılarında buluştukları başka Türk zümreleri ile karışmışlardı. Bu karışmadan doğan yeni topluluk Türkçe "Bulgar" diye anılmağa başladı. Başlangıçtan 765 yılına kadar Bulgar hükümdarlarının adlarını ve hakanlık sürelerini gosteren ve bugün ancak, daha geç zamandan kalma bir Rus kronikinde îslavca tercümesine sahip olduğumuz "Bulgar hakanlan listesi"nde îrnek, Bulgar hükümdar sülalesinin atası olarak görünmektedir.
    Hun kütleleri ile karışan bu Türklerin asıl adı "Ogur"du ve Tuna ağzından Volga'ya kadar Karadeniz kuzeyi bozkırlarında, daha sonraki Peçenekler ve Kumanlar gibi ayrı boy birlikleri halinde oturuyorlardı: Saragur (Sa-rı/Ak/Ogur), Bittigur (Beş-Ogur), Ultingur~Altziagir (Altı-Ogur), Kutri-gur-Kuturgur ("Tukurgur" = Dokuz-Ogur) Ungur ~ Hunugur ~ Onugur (On-Ogur), Utigur ~ Uturgur (Otuz-Ogur) Bizans tarihçisi Priskos (5. asır)'un, Sabarlar tarafından Ural dağlannın doğusundaki yurtlanndan uzaklaştırılarak Karadeniz düzlüklerine geldiklerini (461 - 465'lerde) bildirdiği Ogur Türkleri, aynı tarihçiye göre o zaman üç grup teşkil etmekte idiler: Saragur, Urog (Ogur) ve On-Ogur. Bunlar Avarların önünden batıya çekilen Sabarlann karşısında tutunabilmek için Bizans'a elçi göndermişlerdi. Son araştırmalara göre, Ogurlar büyük göçten önceki yurtlannda da üç zümre halinde idiler: Dogu zümresi (Seyhun-Çu nehirleri ve Çalkar Gölü havalisinde: On-Ogurlar) ; orta zümre (bugünkü Kazak-Kırgız bozkırı ve Emba nehri boyunda -ihtimal- Otuz-Ogurlar) ve batı zümresi (Yayık nehri havalisinde -herhalde- Dokuz-Ogur'lar). Bu sıralarda Saragur (Ak-Ogur) kütlesine karşılık ötekilerin "Kara Ogur" ' kanadını teşkil etmiş olmaları muhtemeldir.
    Ogurlar Oguzlann kardeşleridir. Herhalde birbirlerinden çok erken devirlerde (en geç M.Ö. 3. asırdan öncelen) ayrılmış olmaları (bk. yk. Türklerin yayılmaları) dolayısiyle, dillerinde bazı fonetik değişmeler meydana gelmiştir. En açık fark da ana Türkçe'deki Z sesinin Ogur lehçesinde R'ye çevrilmiş olmasıdır. Aslında "Oğuz" tabiri doğrudan doğruya "Türk boyları" manasına geldiğine göre, doğuda kalan ve Z sesini kullanmağa devam eden ana kütleye karşılık, onlardan batıya doğru ayrıldıktan sonra R'li lehçe konuşmağa başlayan Ogurların (Batı Türklerinin) adlarında da bu fark dikkati çeker: Oguz-Ogur.Yukandaki Ogur boy birlikleri de sırasıyla: 5 Oguz, 6 Oguz, 9 Oguz, 10 Oguz ve 30 Oguz demektir. Nitekim Doğu Türklerinde de böyle boy sayısı ile adlandırılmış birlikler vardır (bk. yk. Oğuzlar). Ogur lehçesindeki diğer bir ayrılık da söz başındaki y yerine d söylenmesidir (me-sela. yılan-dilom vb.). Eski Grek coğrafyacısı Ptolemaios (M. 160-170) Ha-zar denizine dökülen Yayık nehri (bugün Ural nehri. Asıl Türkçe ad 18. asır 2. yarısında Ruslar tarafından değiştirilmiştir)'nin adını Daih (aix) şeklinde belirtmiçtir836 ki, bu ad Bulgarların atalannın M. 2. yüzyılda Batı Sibirya'da îtil (Volga)'e doğru uzanan bozkırlarda yaşadıklarını belgelemektedir. Ogurların tarihi çok daha geri gitmektedir. Bunların, M.Ö. 3. yüzyıl sonlarına doğru Tanrı Dağlan eteklerinde oturan U-sun(Wu-sun)'larla ilgili olmaları muhtemeldir. Ancak bu ilgi, daha ziyade, yukarıda Kumanlar münasebetiyle bahsettiğimiz U-sunların oturdukları sahaya (belki daha ön-ceki yurtları) taalluk ediyor görünmektedir. Çünkü aynı tarihte Ogurlann daha kuzeyde Kobdo, Tarbagatay bölgesinde yaşamakta olduklanna dair deliller vardır. Burada, Çin kaynakları "Ho-chieh" veya "Wu-chieh" (=Hu-kie veya Wu-kie, P. Pelliot, 1920; Wu-kie, Hu-kie, U-k'it, F. Hirth, 1899; Ho-ku, L. Ligeti, 1940) adlı bir kavimden söz ederler. F. Hirth adın Çince şeklinin, asıl söylenişi "Ugır" (Uygur değil) olan bir kelimeden gelebileceğini söylemiştir839 ki, bu ad onu doğrulayan Gy. Nemeth'e göre Türkçe "Ogur"dan başka birşey değildir. M.Ö. 3. yüzyıl başlannda Orta Asya'da Ogurların en mühim kollanndan biri, Çin kaynağında Orta ve Güney îrtiç taraflarında oturdukları ve Çin'e sansar, beyaz ve gök tilki ("Kun-tsun" = Kırsa ~ Karsak-bozkır tilkisi), bilhassa sincap derileri getirdikleri bildirilen Tingling'lerdir. Bu meşhur sincap kürkü tacirlerinin adı da Türkçe'dir: Ting-li=Teyin'li=Sincap'lı. Bütün Ogurlar esasen kürk ticareti ile tamnmışlardı. Kıymetli kürkler arasında sincap derisi başta geliyordu.Ogur Türklerini, daha ziyade hayvan yetiştirici kardeşlerinden ayıran bu kesif avcılık ve kürk ticareti yanında, onların başka bir hususiyetleri de, batıda bulunduklan coğrafî bölgenin şartları gereği, iyi çiftçi olmaları idi. Her çeşit ziraati ve meyveciliği zamanına göre en yüksek seviyede yapıyorlardı. O tarihlerde Macar diline giren Ogur Türkçesi kelimeleri (bk. Hazar hakanlığı) bunun delilleridir.
    Batı Sibirya'daki yurtlannda iken, Orta Asya'da Çi-çi Tanhu devletinin çöküşünden (M.Ö. 36) sonra aynı bölgeye çekilen Hun kalıntılan ile komşu oldukları anlaşılan Ogurlann, daha sonra batıda sür'atle bir dünya imparatorluğu durumuna giren Avrupa Hunlanna bağlandıkları, bilhassa Saragurların Attila zamanındaki rollerinden bellidir. Hun imparatorluğu parçalanıp merkezî otoritenin kaybolması (460-470 yılları) üzerine, bu defa Hun kütlesiyle beraber, batıdan geldiği bilinen trnek etrafında toplanarak, Bulgar devletini kurdukları görülüyor. Ogurlar îrnek'in halefi Mundo (Muncuk?) ve ondan sonra gelen 4 hükümdar zamanında, 550'lere kadar, aralanndaki birliği sürdürmüçlerdi. Bu tarihlerde şöyle yayıldıkları tesbit edilebiliyor:
    Kafkaslar'ın kuzeyinde (Azak'ın doğusunda) On-ogurlar, Don-Volga dir-sekleri bölgesinde Otuz-ogurlar, Dnyeper'e doğru bozkırlarda Dokuz-ogurlar. Bunlardan doğudakiler sırasiyle Sabarlarm ve -Gök-Türk h-kimiyeti Azak Denizi'ne ulaştığı zaman (576'lar)- Gök-Türklerin idaresine girmişlerdir. Menandros'a göre, Otuz-ogur Hükümdarı Anagaios (Türkçe a-lı: Ana-aga?)tarafından tayin edilmiş olan Ak-kagan adlı kadın başbuğ, Gök-Türklere bağlananlardandı.Batıdaki Dokuz-ogur (Kara-Bulgar?)'lar ise, yıllık vergi aldıkları Bizans ile bazan dost, bazan hasım olarak münasebetlerini devam ettirdiler. İslav kütlelerini ileri sürerek Bizans'a yaptıkları sürekli baskı, İmparator Anasta-sios (491-518)'u, başkent Istanbul'un korunması için, "uzun sur"u yaptırma-ğa zorlamıçtı48. 530'larda ise Bizans generali Belizarios kumandasında îtalya savaşlarına katılmışlar, 549'da Longobardlarla çarpışan Gepidlere 10 bin süvari ile yardım etmişlerdi. Fakat Bizans -tıpkı Çin gibi.- Türklere karşı oynayageldiği oyunu Ogur'lara da tatbik etti. Dokuz-ogur ve Otuz-ogur kardeşlerin arasını açtı, birbirleri üzerine saldırttı. Mağlüp olan Dokuz-ogurlardan bir kısmını (2 bin aile) Trakya'ya yerleştirdi. Otuz-ogurlann Balkan lar'a anî bir yürüyüşle îstanbul yakınlarında görünmelerinin (550'de) artr bir faydası yoktu. Karadeniz kuzeyindeki Ogur hakimiyetinin zayıflaması Avarların, yollarında rastladıkları Ogur-Bulgar Türklerinden bazı kütleleri beraberlerine alarak batıya doğru sür'atle ilerlemelerini (558'i takip eden yıllarda) kolaylaştırdı. Bayan Hakan'ın emrinde Dalmaçya'da savaşan Bulgarlar, 626 îstanbul kuşatmasında Avarlara yardımcı kuvvetler teşkil etmişlerdi. Bunlar Balkanlar'a, Kuzey îtalya'ya, Macaristan'a yayıldılar. Avarlaı dan memnun olmayan 9 bin kadar Bulgar ailesi önce Bavyera'ya, sonra îtal ya'ya taşındı (7. asnn 2. yansı).




  • TÜRK ADI

    Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
    Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" vveya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
    Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,

    -Heredotos'un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.

    -İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler

    -Tevratta adı geçen Togarma'lar.

    -Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar

    -Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.

    -Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler
    Bizzat "Türk" adını taşıyab Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.

    İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivatetleride Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerideki Feridun'un oğlu "Türac" vveya "Tur"un soyu türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.
    "Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak'a saldırmıştır.
    Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap"(2) Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir.
    Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK" e bırakmıştır.
    Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa'nından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimeleriden ,Türk adının nekadar eski olduğu ortyaya çıkmaktadır.
    MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalr ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.
    Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir.
    MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.
    Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk millietini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
    MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta"Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna vverdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir.
    Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.




    Türk'ün Manası

    Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak , İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş,olgunlukçağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
    XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TÜREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TÜRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.
    Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GÜÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş,aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.
    Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhu ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde,daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun"(Kudretli-Hun) tabirleride geçtiği bilinmektedir.
    İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşkarlı Mahmut "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini " belirterek,"Gençlik,kuvvet,kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler.




  • Türk Soyu


    Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli tasvirler yapılmıştır. Çin,Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türkler'in tarih boyunca en çok temasının Mogollar'la olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türkler'in idaresinde yaşamış,göçlere,savaşlara Türkler'le beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır.
    Son yarım asır içinde yapılan ilmi çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türkler'in beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "Europid" adı verilen grubun "Turanid" tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta "Mongolid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türkler'in hakim vasfı beyaz renk,düz burun,değirmi çene,hafif dalgalı saç,orta gürlükte sakal ve bıyıktır.
    Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli ,koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü,endamlı,sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında Türk sözü "Güzel İnsan" manasında kullanılmıştır. Tevrat'ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir.




    Türk Yurdu


    Yeryüzünde 350 milyonu aşan sayıları ile çok geniş bir bölegeye yayılan Türkler'in ilk anayurdu'nun tesbiti birçok bilimadmını asırlarca meşkul eden büyük bir konu olmuştur. Bilim adamları ve araştırmacılar yaptıkları çalışmalar sonucu Türkler'in ilk Anayurdu ile ilgili bir çok iddialar ortaya tmışlardır.

    Tarihiçler , Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağlarını,

    Etnologlar,İç Asya'nın kuzey bölgelerini,

    Dil araştırmacılar,Altaylar'ın veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısını,

    Kültür Tarihçileri , Altay-Kırgız Bozkırları arasını,

    Sanat tarihçileri , Kuzeybatı Asya sahasını,

    Antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasını ilk Türk Anayurdu olarak iddia etmişlerdir.

    Bütün bu araştırmalara göre ilk Türk yurdunun kesin sınırlarını çizmek mümkün olmamaktadır. Zira Türkler'in ilk zamanlardan itibaren çok geniş bir sahaya yayılmaları bu tesbitte güçlük çıkartmaktadır.
    Bununla beraber son yıllarda yapılan dil araşturmaları ve yukarıda yapılan çalışmalar göz önüne alındığında , ilk Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan, Urallar'a kadar uzanan , Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından,Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge olduğudur."
    Tarihi akış içerisinde meydana gelen göçler sonucu Anayurtları'ndan çok uzak mesafelere ve geniş bir coğrafi alana yayılan Türkler, bugün Balkanlar'dan doğuya Çin Seddi'ne ,Kuzeyde Sibirya Bozkırları'ndan Güneyde Horasan, Afganistan,Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt tutmuşlardır.




  • 
Sayfa: 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.