Şimdi Ara

Hikayeler

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
14
Cevap
0
Favori
606
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • ibret alınması gereken birkaç hikaye göndermek istiyorum

    BEBEK

    Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve Cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:

    - 'Dokunma bana...' diye bir ses duydu. 'Beni okşamaya hakkın yok senin.'

    Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allah ım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

    - 'Bana yaklaşmanı istemiyorum' diye devam etti. 'Hemen uzaklaş benden.' Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:

    - 'Çocuklarımız hep erkek oluyor' dedi. 'Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.'
    - 'Beni öpemezsin' diye ağlamaya başladı bebek. 'Benim de seni öpemeyeceğim gibi.'
    - 'Neden?' diye sordu kadın. 'Neden öpemezsin ki?' Bebek, hıçkırıklara boğulurken:
    - 'Bunun sebebini bilmen gerekir' dedi. 'Düşünürsen mutlaka bulacaksın.'

    Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:

    - 'Geçmiş olsun hanımefendi' dedi. 'Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahî, 'kız' mış aldırdığınız.

    *************************************

    Rumuz : Gonca gül

    Su topu Milli Takımı’nın bir oyuncusu anlatmıştı:

    'Evliliğimin dördüncü yılında eşimle ilişkimiz tek düze bir hâl almıştı. Heyecansız ve sıradan. Severek evlenmiştik hâlbuki...

    Bir gece evde İnternet’te dolaşırken, bir erişim sisteminde, bir yerde o 'Tanışma Hattı' na rastladım. Geceler boyu bilgisayar başındaydım artık. Bıraktığım mesaja her gece bakıyordum. Beş gün sonra cevap geldi. 'Vefâsız' diye rumuz kullanmıştım. Gelen cevabın rumuzu, bir Türk filminden mülhem 'Gonca gül' kelimesiydi. Gerçekten oraya da mesaj geçince, artık özel yazışmalarımız başlamıştı. Tek problemimiz, o gündüz ben gece yazabiliyorduk.

    Buluşma teklifimi kabul ettiğini öğrendiğim gece uyuyamadım. Heyecanımı eşime belli etmemek için, büyük çaba harcıyordum ama nâfile... Sabah ne giyeceğini akşamdan hazırlamaya kalkan, ikide bir dişlerini, saçlarını kontrol eden, yatakta sağa sola dönüp duran bir adam ne kadar saklayabilir ki heyecanını?.. 'Aşk insanı silâhsız bırakır.' diye boşuna dememişler.

    Buluşma yerimiz Dolmabahçe’ydi Öğleye kadar kulüpte bekledim. 'Bekledim' sözü, de ne demek, saate baka baka saatlerce volta attım. Akrep niye bu kadar ağır ilerliyor? Yelkovan gibi hızlı olamaz mı? 'Ne çıkacak, nasıl bir tip?' gibi merakla karışık korku soruları da kafamda fink atıyor.

    Parolamız, bir günlük gazeteydi. Belirlediğimiz bank’ ta gazeteyi okuyordu. Arkasından korkarak yaklaştım: 'Merhaba Gonca gül!'

    Yavaş ve kendinden emin hareketlerle ayağa kalkıp, yüzünü bana döndüğünde, sendeledim!.. Düşmemek için bank’ a yapıştım. 'Merhabâ vefâsız!' dedi... Eşimdi!..

    ********************************

    SAĞ CEBİN BORCU

    “Saf çocuğu masum Anadolu’nun” tabirine uygun bir genç okulu bitirip polis olmuş. İlk olarak da Fâtih – Balat Karakolu’nda işe başlamış. İlk gününü masasını düzelterek, çekmecelerini, dolabını yerleştirerek geçirdikten sonra, akşam hizmetli masasına gelmiş. Bir miktarı parayı uzatıp :
    “Al” demiş, “Bugünkü hasılattan payın.”
    Şaşırmış bizimki :
    “Ne hasılatı, ne payı? Kim gönderdi bu parayı?”
    Aldırmamış hizmetli, “Al işte” demiş, “Bu parayı baba gönderdi.”
    “Kimdir bu baba?”
    “Bu karakolun komiseri.”
    “Yok hemşehrim, ben öyle bilmediğim parayı almam.”
    “Sen bilirsin” demiş adam ve çıkıp gitmiş.
    Ertesi sabah âniden Fethiye Karakolu’na tâyin olduğunu öğrenmiş zavallı genç. Ne yapsın, gitmiş bir gün de oraya yerleşmekle uğraşmış. Akşama kadar masasını düzeltmiş, eşyalarını yerleştirmiş, akşam olunca yine birisi parayla çıkagelmiş.
    “Al bu parayı baba gönderdi.”
    “Hangi baba?”
    “Karakolun komiseri.”
    “Yok, ben öyle bilmediğim parayı almam.”
    Sonraki sabah da tayini Çarşamba Karakolu’na çıkmış. Fakat bu sefer karakol komiseri genç polisin dosyasına bakıp, üçüncü günde üçüncü karakola geldiğini görünce merâk etmiş. “Şu yeni geleni gönderin bir bana bakayım” demiş. Çağırmışlar...
    “Ne bu iş oğlum, üçüncü günde üçüncü karakol?”
    “Bilmiyorum komiserim.”
    “Nasıl bilmezsin? Ne yaptın da böyle oldu?”
    “Ben bir şey yapmadım komiserim.”
    “Yapmışsın yapmışsın, yapmasan böyle olmaz.”
    “Hani ille bir şey yapmışsam, o da akşamları bir para gönderdiler, onu almadım.”
    “İşte... Daha ne yapacaksın oğlum. Bak buranın babası da benim. Bu akşam da gönderilen parayı almazsan, dördüncü karakol olmaz.”
    “Ama komiserim, bu kadar okudum...”
    “Yok öyle! Sen dürüst bir çocuğa benziyorsun. Cumaya da gidiyor musun?”
    “Gidiyorum komiserim.”
    “Bak o zaman, akşamları benim gönderdiğim paraları al, sol cebine koy. Her hafta Cuma çıkışında fakirlere dağıtırsın.”
    “Eh ne yapayım komiserim, bâri öyle olsun.”
    “Hadi bakalım.”
    Bizimki çâresiz komiserin dediğini yapmaya başlamış. İlk hafta topladığı paraları götürüp Cuma çıkışı dağıtmış. İkinci hafta, üçüncü hafta derken dördüncü hafta bir bakmış ki, sağ cepte para bitmiş.
    “En iyisi” demiş “Ben sol cepten sağ cebe bu haftalığı borç alayım, ay başı gelince öderim.”
    Dediği gibi de yapmış, o hafta Cuma’da dağıtacağı parayı yemiş, öbür hafta ay başında da Cuma günü gidip, iki haftalık dağıtmış. Fakat o ay parası iki hafta erken bitince, iki haftalık borç almak zorunda kalmış. Yine ay başında bu sefer üç haftalık dağıtarak borcunu ödemiş.
    Fakat iki ay sonra, ay başı gelince, maaşı alınca bir bakmış ki, beş haftalık borcu var ve elindeki para da o kadar. Yâni Cuma’da borçlarını da verirse hiç parası kalmayacak. Sıkıntılı sıkıntılı ceplerini karıştırmış ve :
    “Aman canım” demiş, “Sağ cebin de sol cebe borcu mu olurmuş?”


    devamı gelecek fazla sıkmayalım dimi







  • hımps.. böyle hikayeleri sever misin?
  • BAZILARI ETKİLER BENİ KENDİME GELMEME YARDIMCI OLUR BU ARALAR BAŞKA ŞEYLERLE İLGİLENDİĞİMDEN PEK FAZLA OKUYAMIYORUM

    FARELER VE İNSANLAR KİTABINI OKUDUM EN SON

    SENİN TOPİC İNDEN SONRA BENDE BİRKAÇTANE HİKAYE GÖNDEREYİM DEDİM

    SAYGILAR
  • güzel hikayeler[OK]
  • http://www.cozb.cjb.net
    benim hikaye sitem, belki beğenirsin
  • baktım cozb hoşuma gitti eline sağlık

    hikayelere devam

    Arkadaş
    Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
    İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru
    altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:
    - Teğmenim. Fırlayıp
    arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
    Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
    - Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla
    ölmüştür bile.. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın..
    Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.."
    İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa
    döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:
    - Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş..
    - Değdi teğmenim. dedi asker..
    - Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
    - Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına
    ulaştığımda henüz sağdı..
    Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin..
    Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
    - Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..

    ********************************************

    Yolumuzdaki Engeller..

    Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine
    kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu.
    Bakalım neler olacak?.
    Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları,
    saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene
    kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.
    Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar
    vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir
    köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
    Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı
    ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı
    ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden
    sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin
    durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu
    vardı içinde.

    "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.

    Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

    "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

    **************************

    Bir Küçük Tebessüm

    Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme
    adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava
    içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta
    teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı,
    yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her
    öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş
    bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu.
    Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her
    zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.
    Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından
    aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra,
    bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak
    tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek
    yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin
    soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha
    kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar
    sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle
    bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra
    bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak
    üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.

    Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan
    bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu.

    **********************

    Gerçek Sevgi
    Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü
    edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim
    demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları
    çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine.
    Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş
    kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların
    ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki
    demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun
    geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
    En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
    Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
    yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar
    gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun
    boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak
    içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar
    sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini
    görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür de
    doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da
    unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.




  • bi de benden hadi... bek bu sitede de yok :)

    >KRAL VE EŞLERİ
    >
    >Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir
    >ülkeyi yöneten kralın dört eşi
    >varmış.
    >
    >Kral en çok dördüncü eşini sever,
    >bir dediğini iki etmez, herşeyin
    >en güzelini, en iyisini ona
    >verirmiş.
    >Kral üçüncü eşini de çok
    >severmiş. Bu güzelliğin bir gün
    >kendisini terk edebileceğinden
    >korktuğu için, onu çok kıskanır,
    >üzerine titrermiş.
    >Kral ikinci eşini de severmiş.
    >Kendisine karşı her zaman iyi ve
    >sabırlı davranan eşi, ne zaman
    >bir derdi olsa daima onun yanında
    >
    >bulunur, sorunun çözümünde ona
    >destek verirmiş.
    >
    >Kraliçe olan birinci eşiymiş
    >kralın. Onu en çok seven,
    >karşılık beklemeden seven,
    >sağlığına ve hükümranlığına en
    >büyük katkıyı sağlayan
    >bu eşi olmasına rağmen, kral bu
    >eşini hiç sevmez ve onunla hiç
    >ilgilenmezmiş.
    >
    >Bir gün kral ölümcül bir
    >hastalığa yakalanmış. Yakında
    >öleceğini anladığı ve öldükten
    >sonra yalnız kalmaktan çok
    >korktuğu için, eşlerinden
    >hangisinin ölüm yalnızlığını
    >kendisi ile paylaşmak
    >isteyebileceğini öğrenmek
    >istemiş.
    >En çok sevdiği dördüncü eşine,
    >"Ölüm yolculuğunda bana eşlik
    >etmek ister misin?" diye
    >sorduğunda, aldığı yanıt kalbine
    >bir bıçak gibi saplanan,
    >kısa ve net, "Mümkün değil!"
    >olmuş.
    >"Hayatım boyunca seni sevdim, sen
    >benimle birlikte ölmeyi kabul
    >edermisin?" sorusunu üçüncü eşi,
    >"Hayır, hayat çok güzel. Sen
    >ölünce ben yeniden evleneceğim."
    >diye yanıtlamış ve kral bir kez
    >daha
    >yıkılmış. "Her sorunumda, her
    >zaman yanımda olan, bana yardım
    >eden sendin. Bu sorunumda da bana
    >yardımcı olur musun?" sorusuna
    >karşı,
    >ikinci eşinden, "Bu sorunun için
    >bir şey yapamam. Olsa olsa sana
    >mezarına kadar eşlik eder, güzel
    >bir cenaze töreni yaptırır ve
    >yasını tutarım." karşılığını
    >almış. Büyük bir hayal kırıklığı
    >yaşamakta olan kral birinci
    >eşinin sesiyle irkilmiş:
    >"Nereye gidersen git, seninle
    >olurum, seni takip ederim."
    >"Ah!" diye inlemiş kral; "Keşke
    >bir şansım daha olsaydı..."
    >Yaşamda hepimiz dört eşliyiz...
    >Dördüncü eşimiz "vücudumuz"! Onun
    >güzel görünmesi için ne
    >kadar zaman, kaynak ve çaba
    >harcarsak harcayalım, öldüğümüzde
    >bizi terk edecektir.
    >Üçüncü eşimiz "sahip olduğumuz
    >servet ve statümüz"! Ölür ölmez
    >başkalarına yar olacaktır.
    >İkinci eşimiz "ailemiz ve
    >dostlarımız"! Tüm sorunlarımızı
    >paylaştığımız bu kişilerin en son
    >yapabilecekleri şey, bu dünyadan
    >gözleri
    >yaşlı bizi uğurlamak olacaktır.
    >Ve birinci eş... "ruhumuz"!
    >
    >
    >Not: Ölmeden önce RUHUNUZU
    >bulmanızı temenni ederim.




  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    ~~~~ Fake Hikayeler ~~~~
    16 yıl önce açıldı
    Alfabe Hikayeleri
    2 ay önce açıldı
    Daha Fazla Göster
  • BAK BUNU DUYMAMIŞTIM ÇOK HOŞ BİR HİKAYE TEŞEKKÜRLER
  • reca ederim..
  • Güzel hikayeler
  • FRIENDS kullanıcısına yanıt
    12 yıl önceki konuyu neden hortlatıyorsun?
  • quote:

    Orijinalden alıntı: BeyaZ1Zenci

    12 yıl önceki konuyu neden hortlatıyorsun?

    Hikayeler hoşuma gitti. Konu sahibinin de hala aktif olduğunu görünce yorum atayım dedim.
  • 2002 de atılmış ilk mesaj sanki bugün açılmış yeni bi konu gibi okudum hiç dikkat etmedim. Hikayeler güzel ama.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi MoÇü -- 25 Mart 2014; 23:57:41 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Şakacı bakalım hala aktifmisin aktif değilsen agaa bu arada hikâye eklemeye devam etsen ne güzel olurdu 


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.