Şimdi Ara

Hayvanlara dair (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
60
Cevap
0
Favori
4.379
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • SİVRİSİNEK MUCİZESİ

    Yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, kurumuş gölcüklerde büyük bir hareketlilik yaşanır. Gölcük tabanlarında ya da suyla dolma ihtimali olan her çukurda sivrisinekler hareket halinde görülebilirler. Ancak bu sefer uçmuyor, yürüyorlardır. Dikkatli bir şekilde birşeyler arıyor gibidirler.

    Sivrisinek gibi uçabilen bir canlının, kendisi için dağlar tepeler sayılacak engelleri yürüyerek aşmaya çalışması oldukça ilginç bir manzara oluşturur. Binlerce sivrisinek hepsi birden, sanki bir yerden emir almışçasına hareket ederler. Çünkü artık onlar için görev zamanı gelmiştir.

    Dedektör Sivrisineğin Uzun Yolculuğu…

    Yumurtadan çıkan sivrisinek yavrularının, büyüme evrelerini tamamlayabilmeleri için küçük bir su birikintisine ihtiyaçları vardır. Bu, çamurlu bir yağmur suyu, bataklık, çeltik, havuz suyu ya da teneke kapta birikmiş bir su olabilir. Ancak durgun sular sivrisineklerin tercih sebebidir. Çünkü bu sular, içerdikleri fotosentez yapabilen bitki öbekleri sayesinde, oksijence zengindirler.

    Sivrisinek yumurtaları su bulunan her ortamda gelişebilirler, ancak bazı şartların sağlanması gerekir: Yumurtadan çıkacak olan larva, yetişkin bir sinek oluncaya kadar farklı evreler geçirecektir. Her evrede de yavru sineğin farklı ihtiyaçları olacaktır. Kuraklık ve aşırı sıcak da yumurtaların gelişimini engelleyebilir. Bu yüzden anne sivrisinek doğacak yavruların tüm gelişme evrelerini rahatça tamamlayabilecekleri bir ortam bulmak zorundadır.

    Peki, sivrisinek en uygun yeri nasıl bulacaktır. Bakarak mı, koklayarak mı, tahmin ederek mi, yoksa tesadüfler sonucunda mı?

    Sivrisineğin küçük adımlarıyla, yumurtaları için en uygun yeri aramasının zorluğunu daha iyi anlatabilmek için bir örnek verelim; kendinizi tepecikler, ağaçlar ve çukurlarla dolu bir alanda, bir yerlere ulaşmaya çalışırken bir düşünün, üstelik de hiç bir yardımcı aletiniz (araba, şemsiye vs.) olmadan, yürüyerek, sıcak güneşin altında… Ne kadar yorucu olacağını tahmin edersiniz.

    Boyutunun küçüklüğünü düşündüğümüzde sivrisinek için de uygun bir yer bulmak böylesine zordur. Ama onun böyle bir arama yapacağı önceden bilindiği için, ihtiyacı da düşünülmüştür ve tetkiklerinde gerekli olacak en mükemmel sistemle donatılmıştır. İşte bu yüzden, yumurtalarını bırakacağı yeri kolaylıkla buluverir: Karnının altında bulunan bir alıcı sayesinde, toprağın nem ve sıcaklık bakımından yumurtalarını bırakmaya uygun olup olmadığını tespit eder. En uygun yeri bulabilmek için de toprağı santim santim, hiç yorulmadan tarar.

    10 mm.’lik bir canlının toprağın nemini ve sıcaklığını ölçmesinin nasıl bir işlem olduğunu biraz düşünelim… Toprak ile ilgili bir araştırma yapmak oldukça zahmetli bir iştir. Toprağın neminin, yaşının, verimliliğinin ölçülmesi, içindeki minerallerin, madenlerinin tespit edilmesi, kısacası toprakla ilgili olup insanın işine yarayacak her şeyin belirlenmesi için bu işi için özel tasarlanmış aletlerden faydalanılır.

    Ya dedektörler kullanılır, ya da toprağa sondaj yapılıp elde edilen numuneler laboratuvarlarda incelenir. Çünkü neyin, ne kadar derinlikte ve ne yoğunlukta bulunduğunu bilmeden yapılacak bir çalışmadan-örneğin bir kazıdan-sağlıklı bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Yapılacak bir hata sonucunda, telafisi güç, emek, zaman ve para kaybı doğar.

    Sivrisinek de kesin netice alabilmek için toprağı öncelikle tarar. Genel durumu hakkında bilgiler alır, bunları değerlendirir ve sonucuna göre karar verir. Burada tam donanımlı teknik bir aletten değil, yalnızca 10 mm. boyunda olan küçücük bir canlıdan bahsediyoruz… Karnının altındaki küçük alıcısıyla toprağı adımlayan ve tek düşüncesi yumurtalarına uygun bir yer bulmak olan sivrisinekten…

    Buraya kadar anlatılanları kısaca tekrar gözden geçirerek, bunların nasıl ortaya çıkmış olabileceklerini düşünelim.

    10 mm. büyüklüğünde bir canlı bilinçli bir arayış içindedir. Amacı yumurtalarının ve yumurtalardan çıkacak yavruların ihtiyaçlarını karşılayacak bir ortam bulmaktır. Bunun için oldukça zahmetli bir işe girer ve söz konusu yeri yürüyerek arar.

    Burada ilk olarak üzerinde durulması gereken, sivrisineğin yumurtanın ihtiyaçlarını nereden bildiğidir.

    Sivrisineğin ısı değişimi, nem oranı gibi kavramlardan haberi yoktur. Örneğin nemin, birim hacim topraktaki su miktarı olduğunu bilmez. Uygun nemin ve ısının yumurta içindeki enzim ve proteinleri harekete geçireceğinden de haberi yoktur. Proteinin ve enzimin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını, hangi şartlarda bunların harekete geçerek yumurtanın gelişimini sağlayacağını sivrisineğin bildiğini, bu bilgi doğrultusunda ileriyi görerek hareket ettiğini düşünmek elbette akıl karı değildir. O halde sivrisinek neden uygun nem ve sıcaklığı aramaktadır?

    Sivrisinek düşünme yeteneği olmayan, 1 cm. büyüklüğünde bir böcektir. Hiçbir eğitim almayan, zaten öğrenme yeteneği bile bulunmayan bu böcek hangi bilgi sayesinde, özel bir amaç doğrultusunda hareket eder?

    İkinci önemli ayrıntı ise sivrisineğin araştırma yaparken kullandığı teknik donanımdır: Isı ve nemi en hassas biçimde ölçen ve en uygun yere doğuştan yerleştirilmiş bir organ.

    Peki sivrisinek bu alete nasıl sahip oldu? Acaba yavrularının ihtiyaçlarını gözlemlerle ve deneylerle tespit eden sivrisinek, kendi vücuduna bir tür “dedektör” eklemeye mi karar verdi? Daha sonra bu karar doğrultusunda kendi vücudunda değişiklikler mi yaptı?

    Yoksa “evrim süreci” içinde, bir gün tesadüfen, bir sivrisineğin vücuduna ısı ve nem ölçümü yapabileceği bir organ mı eklendi?

    Bu son ihtimal her ne kadar insana garip ve mantıksız da gelse, temeli şuursuz tesadüflere dayanan evrim teorisinin görüşü budur. Teoriye göre bütün canlıların özellikleri, birbirinden bağımsız tesadüflerin yaptıkları değişimlerin, birbirlerine eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.

    Oysa üstteki soruların yanında, bu tesadüf açıklamasını geçersiz kılan yüzlerce soru vardır. Öncelikle eğer organ tesadüfen ortaya çıktıysa, sivrisinek bu organı hangi amaç için, ne şekilde kullanacağını nasıl öğrenmiştir? Eğer bu organ tesadüfen oluştuysa, bunun bir kerede olması gerekir. Tam çalışmayan ya da eksik ölçüm yapan -örneğin yalnızca nemi veya yalnızca ısıyı ölçen- bir organ işe yaramaz. İşe yaramayan bir organın muhafaza edilmesinin, evrim teorisinin kendi mantığı içinde bile anlamı yoktur.

    Sivrisineğin kendi vücuduna özel bir tarayıcı yerleştiremeyeceği, bu tarayıcının hangi amaç uğruna ve nasıl kullanılacağını içeren bilgilerini bir sonraki nesle aktaramayacağı da açıktır.

    Ortada kusursuz bir uyum vardır ve tesadüflerin hiçbir şekilde böyle bir uyum yaratamayacağı ortadadır. Kaldı ki bu uyum yalnızca sivrisineğin hayatında değil, bütün canlılarda ve doğanın her köşesinde görülür.

    Kanatların Titreşimi ve Neslin Devamı

    1920′li yıllarda, Kanada’da yeni inşa edilmiş bir elektrik santralındaki bütün jeneratörler çok kısa bir süre sonra bozulmuştu. Sebep jeneratörlerin motorlarına sıkışmış yüzbinlerce sivrisinekti. Acaba bu sinekleri jeneratörler çeken neydi? Jeneratörler temizlendikten kısa bir süre sonra yine aynı olay tekrarlanınca, sineklerle ilgili bir uzmana başvuruldu ve sorun bu sayede çözümlendi.


     Hayvanlara dair
     Hayvanlara dair

    Erkek sivrisineğin duyargaları. Bu duyargalar, binlerce ses içinde, dişisinin kanat sesini tanıyabilmesi için üstün bir yetenekle donatılmıştır.

    Jeneratörlere saldıranların tümü erkek sivrisineklerdi. Sebebi de bu makinelerin içinde kendilerine kur yapan dişilerin var olduğunu düşünmeleriydi! Jeneratörlerin vızıltısıyla dişilerin vızıltısını birbirine karıştırmışlardı. Jeneratörlerin hızının değiştirilmesiyle sivrisineklerin aklının karışması da önlendi.

    Bu ilginç olay, sivrisineklerin çiftleşmesini sağlayan çok daha ilginç bir sistemi hatırlatır bize: Erkek sivrisineklerin dişilerini, onların çıkardığı kanat seslerinden tanımalarını. Şimdi bu konunun detaylarına bir göz atalım.

    Sivrisineklerin çiftleşmesi havada uçarken gerçekleşir. Fakat erkekler erişkin bir sivrisinek olana kadar, yani kısa yaşamlarının ilk 24 saati boyunca çiftleşemezler. Çünkü bu süre içinde antenleri henüz kurumadığından sağırdırlar. Bu yüzden dişilerin kanat seslerini -yani çiftleşme çağrılarını- duyamazlar.

    Sivrisineklerde işitme yeteneği çok gelişmiştir. Erkeğin kafasından çıkan 2 tane küçük ve tüylü antende bulunan çok sayıda duyu hücresinden meydana gelmiş “Johnston organı”, ses dalgalarının titreşimlerini alır ve ayırt eder. Bu tüylü duyargalar yalnızca dik durumdayken ses titreşimlerine karşı duyarlıdırlar.
     Hayvanlara dair
    Erkeğin dişisini havada tutmak için kullandığı kıskaçlar olmasaydı, çiftleşme gerçekleşemez, bu da sivrisinek neslinin sonu olurdu.

    Dişi sivrisineğin kanatlarından çıkan ses erkek sivrisineği etkileyen en önemli faktördür. Dişinin kanat sesleri, erkeğin antenindeki reseptör hücreleri titreştirir ve sivrisineğin beynine elektrik sinyallerini gönderir. Dişiler kanatlarını erkeklerden daha hızlı çırparlar ve dişinin kanatlarından çıkan titreşimler erkeklerde çiftleşme isteğini artırır. Sivrisineklerin bol olduğu yaz günlerinde etraftaki sesleri bir düşünelim. Taşıt sesleri, insan sesleri, hayvan sesleri… Kısacası insanın duyabildiği ve duyamadığı frekanslardaki pek çok ses. Bu kadar ses arasında erkek sineğin, dişisinin cılız kanat sesini duyması oldukça zor bir iş olmalıdır. Ama yine de erkek sivrisineğin hassas “kulakları”, bütün bu seslerin arasından dişisinin sesini ayırdeder ve böylece erkek sivrisinek çiftleşmek için dişiye doğru uçar.

    Sivrisinek sürüsünün içine düşen bir dişi, erkeklerden biri tarafından farkedildiğinde, erkek sivrisineğin cinsel organının yanında bulunan özel kıskaçlarla tutulur ve çiftleşme genellikle havada bazen de yerde gerçekleşir. Çiftleşmeden sonra erkek, sürüsüne geri döner ve bir süre sonra da ölür.

    Bu noktada konuyu daha derin incelemek gerekir. Ortada çok ilginç bir sistem bulunmaktadır. Sivrisinekler karşı cinsi kanat çırpma sesinden tanımaktadırlar.

    Peki nasıl olur da, her yıl dünyaya gelen trilyonlarca sineğin herbiri kanatlarını kendi cinsiyetlerini belli edecek frekansta çırparlar?

    Her dişi kanatlarını daha yavaş, her erkek de daha hızlı çırpma kabiliyetine sahiptir. İşte burada evrim teorisinin cevaplaması gereken bazı sorular ortaya çıkar.

    Eğer sivrisinek yaratılış değil, tesadüflerin sonucunda varolmuş olsaydı, doğan her sivrisineğin kanatlarını rastgele bir hızda çırpması ve bir kaos yaşanması gerekirdi. Çünkü erkeğin daha yavaş, dişinin daha hızlı kanat çırpmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak her cinsiyet mensubu, adeta bir emre uyarcasına, hiçbir mecburiyetleri yokken, kendi cinsiyetlerini belli edecek hızda kanat çırparlar.

    Ancak bu frekans farkının gerçekte tek başına bir anlamı yoktur. Eğer erkek sivrisinekte yaratılıştan bulunan üstün algılama yeteneği olmasaydı, bu kanat çırpışların hiçbir anlamı olmazdı. Dişi sivrisineğin çıkardığı titreşimler, insan için ne kadar anlamsızsa, erkek sivrisinek için de o kadar anlamsız olurdu. Böyle bir durumda erkek dişiyi algılayamayacağından, çiftleşme gerçekleşmezdi.

    Kuşkusuz bunun tersi de mümkündür. Erkek sivrisinekte üstün bir algılama yeteneği olsa, fakat erkeği de dişisi de bütün sivrisinekler farklı farklı frekanslarda kanat çırpsalardı, bu kez de erkekte üstün bir algılama yeteneğinin bulunmasının bir anlamı olmazdı. Bu, her iki durumda da sivrisineklerin daha o nesilde yokolması anlamına gelirdi.

    Bu durum bizlere sivrisineklerin çiftleşmek için birbirlerini tanımalarını sağlayan sistemin, daha ilk sivrisinek çiftinden itibaren varolması gerektiğini gösterir. Bu denli hassas bir mekanizmanın birdenbire ortaya çıkmasının tek açıklaması ise bilinçli bir yaratılıştır.

    Çiftleşme gerçekleştikten sonra dişi sivrisinek, erkeğin spermlerini özel bir kesede muhafaza ederek, haftalar boyu döllenmiş yumurta yumurtlayabilir. Dişi sivrisinek çiftleşme anından itibaren kan emmeye başlar, çünkü yumurtalarının gelişebilmesi için kana ihtiyacı vardır.

     Hayvanlara dair


    “Ey insanlar! Size bir misal getirildi; şimdi onu dinleyin: Sizin Allah’tan başka, dua edip çağırdıklarınızın (bâtıl ilahlarınızın) hepsi bir araya gelseler, bir sineği yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenene de!” (Hac, 73)

     Hayvanlara dair


    “Allah, sivrisinekle yahut ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o, Rablerinden gelen hakkın tâ kendisidir. İnkâr edenler de “Allah bu misalle ne demek istedi?” deyiverirler. Allah, bu misalle nicelerini saptırır, nicelerini de doğru yola ulaştırır. Aslında, Allah’ın saptırdıkları, zaten yoldan çıkmış olanlardır.”





  • ══════════════════════════════════════════
    Yüzmeyi seven koca kedi.
    ══════════════════════════════════════════

    Kedisine banyo yaptırmayı deneyenlerin de bildiği gibi, aslında çoğu kedi ıslanmayı pek sevmez. Fakat resimdeki bu dev beyaz Bengal kaplanı, ‘kediler suyu sevmez’ kuralını yıktı.
     Hayvanlara dair

    San Francisco yakınlarındaki, Six Flags Discovery Kingdom hayvanat bahçesinde yaşayan 6 yaşındaki Odin, diğer kedigillerin aksine çok iyi bir yüzücü.

    Doğada vahşi hayat süren, hayvanat bahçelerinde ise sayılı sayıda olan beyaz kaplanın rengi sıradışı genetik özelliklerinden kaynaklanıyor.

    İngiliz yetiştiricisi Lee Munro tarafından keşfedilen Odin, havuza atılan et parçasının peşinden suya büyük bir keyifle atlıyor.

     Hayvanlara dair


    Hayvanat bahçesi ziyaretçileri de kenarları cam dev havuz içinde yüzen Odin’i seyretmenin keyfini yaşıyor.

     Hayvanlara dair


    Aslında büyük kediler sudan hoşlanmaz. Su kaynaklarının kenarına avlanmak amacıyla gelen aslanlar için av sırasındaki ıslanmak, onlar için yeter de artar...

     Hayvanlara dair







  • Kuşları incelediğimizde, vücutlarının tüm özelliklerinin uçuş için özel olarak tasarlandığını görürüz. Öz kütlenin düşürülmesi ve böylece ağırlığın azaltılması için kemiklerin içi boş olarak yaratılmış ve vücuda hava keseleri yerleştirilmiştir. Dışkının katı olmayıp yarı sıvı olması vücutta gereksiz su tutulmasını ve böylece ağırlığın artmasını engeller. Tüyler de hacimlerine karşılık son derece hafif yapılardır.

    Kuşlardaki bu özel yapıları sırayla inceleyelim.

     Hayvanlara dair




    1- İskelet

    Kuş kemiklerinin içi boş olmasına rağmen, iskelet, hayvanın sahip olduğu kuvvete oranla fazlasıyla güçlüdür. Örneğin 18 cm. uzunluğundaki kocabaş kuşu, bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68,5 kg.lık bir basınç uygulayabilir. Kara canlılarınınkinden daha "derli-toplu" bir yapıya sahip olan kuş iskeletinde omuz, kalça ve göğüs kemerleri birbirine kaynaşmış bir şekilde birleşiktir. Bu yaratılış kuşa daha sağlam bir yapı kazandırmaktadır. İskeletin bir başka özelliği, başta belirttiğimiz gibi diğer bütün omurgalı canlıların iskeletinden hafif olmasıdır. Örneğin bir güvercinin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığının toplamının sadece % 4.4'ünü oluşturmaktadır. Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplamı ise 118 gr gelmektedir ve bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır.

    2- Solunum Sistemi

    Kara canlılarıyla kuşların solunum sistemleri de birbirlerinden tamamen farklı prensiplerle çalışır. Bunun sebebi kuşların oksijen ihtiyacının kara canlılarına göre çok daha fazla olmasıdır. Örneğin, bir kolibri kuşunun oksijen ihtiyacı bir insanınkinin neredeyse 20 katıdır. Dolayısıyla, bir kara canlısının akciğeri, kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni sağlayamaz. Bu nedenle, kuşların akciğerleri çok farklı bir yapıyla yaratılmıştır.

    Kara canlılarının akciğerleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.

    Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuşun yüksek enerji ihtiyacı karşılanmış olur. Bu durumu konunun uzmanı H.R.Duncker şöyle ifade eder:

    "Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. Parabronşi diye adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler... Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu "avien" sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır."

    Ünlü bir biyokimyacı olan Michael Denton bir yazısında bu kadar mükemmel bir sistemin kademeli evrimle oluşamayacağını şöyle açıklar:

    "Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişiklerle standart omurgalı dizaynından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava sağlanmasını garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraberce, iç içe geçmiş mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz."

    Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş, ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin olmaması sebebiyle mümkün değildir. Akciğeri çalışmayan bir canlı ise birkaç dakikadan fazla yaşayamaz. Çünkü mutasyonların kendisini tesadüfen kurtarmalarını bekleyecek milyonlarca yılı yoktur.

    Kuş akciğerinin bu benzersiz yapısı, uçuş için gerekli olan yüksek miktarda oksijen ihtiyacını karşılamaya yönelik, çok mükemmel bir yaratılışın varlığını göstermektedir. Yalnızca kuşlara özgü bu anatominin bilinçsiz mutasyonların amaçsız bir sonucu olamayacağını görmek için, biraz sağduyu yeterlidir. Açıktır ki kuş akciğeri, canlıların Allah tarafından yaratıldıklarının sayısız delilinden sadece biridir.



    3-Denge Sistemi

    Allah tüm canlılar gibi kuşları da kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Bu gerçek, her detayda kendini belli eder. Kuşların vücutları uçuştaki muhtemel bir dengesizliği engellemek için özel bir yaratılışla var edilmiştir. Hayvanın uçuş sırasında öne doğru eğikleşmesini engellemek için, kafası özel olarak hafif kılınmıştır: Ortalama bir kuşun kafasının ağırlığı, vücut ağırlığının yalnızca %1' ini oluşturur.

    Tüylerin aerodinamik yapısı da kuşların denge sistemindeki önemli bir özelliktir. Özellikle kanat ve kuyruk bölgelerindeki tüyler, kuşa çok etkili bir denge sistemi sağlar.

    Bu özellikler, bir doğanın (falcon pereginus) saatte 384 km. hızla avına dalarken, hiçbir şekilde dengesini yitirmemesini sağlar.



    4- Güç ve Enerji Problemi

    Bir olaylar zinciri şeklinde ortaya çıkan her bir süreç, ister biyoloji, ister kimya veya fizik bilimlerini ilgilendirsin, "enerjinin korunumu prensibi"ne uygun olarak gelişir. Bunu özetle "belli bir işin yapılabilmesi için belirlenmiş miktarda enerji gereklidir" şeklinde de anlatabiliriz.

    Enerjinin korunumu prensibinin çarpıcı bir örneğini, kuşların uçuşunu gözlemlediğinizde bulabilirsiniz. Göçmen kuşların, uçuşa başlamadan önce, yolculuklarını tamamlamalarını sağlayacak miktarda enerji depolamaları şarttır. Buna karşın, uçmanın bir diğer şartı da mümkün olduğunca hafif olabilmektir. Uçabilmek için, bedeli ne olursa olsun fazla kilolardan kaçınılmalıdır. Bu arada yakıtın da mümkün olduğunca verimli olması şarttır. Yani yakıt minimum ağırlıkta tutulurken, verdiği enerjinin maksimum olması gereklidir. Bunların hepsi kuşlar için çözümlenmiş olması gereken problemlerdir.

    İlk adım en ekonomik uçuş hızının tespit edilmesidir. Eğer kuş çok yavaş uçacak olsa, havada asılı kalması için çok enerji sarf etmesi gerekecektir. Çok hızlı uçacak olsa, bu sefer de meydana gelen hava direncini aşmak için çok yakıt tüketmesi gerekecektir. Bu durumda yakıtın en az tüketilmesi için ideal değerde bir uçuş hızının gerektiğini görürüz. Bu arada şunu da hatırlatmak gerekir ki, iskeletlerinin ve kanatlarının aerodinamik yapılarındaki farklılar nedeniyle her kuş için farklı bir ideal hız geçerlidir.

    Bu enerji sorununu altın yağmur kuşu (Pluvialis dominica fulva) üzerinde inceleyelim: Bu kuş, kışı geçirmek için her yıl Alaska'dan Hawaii'ye göç eder. Durmaksızın yaptığı uçuşu sırasında rotası üzerinde hiç ada bulunmaz. Dolayısıyla kuşun uzun yolculuğu sırasında hiçbir dinlenme imkanı yoktur. Varış, başlangıç noktasından 4000 km uzaktadır ve bu mesafe aralıksız yaklaşık 250 bin kanat çırpışını gerektirir. Yolculuğun tümü 88 saaten fazla sürer.

    Kuşun yolculuğa başlarken ağırlığı 200 gramdır. Bunun 70 gramı, yolda yakıt olarak kullanılacak yağlardan oluşur. Ancak kuş bilimciler, bir altın yağmur kuşunun bir saat uçmak için harcadığı enerjiyi tespit etmiş ve kuşun 88 saatlik uçuş için en az 82 gram yakıt harcayacağı sonucuna varmışlardır. Yani kuşun 12 gramlık bir açığı vardır ve hesaplara göre Hawai'ye varmadan yüzlerce kilometre önce enerjisinin bitmesi ve denize düşmesi gerekmektedir.

    Ama bu hesaba rağmen altın yağmur kuşları hiçbir zaman denize düşmez ve her sene başarıyla Hawai'ye ulaşır.

    Peki bu canlıların sırrı nedir?

    Bu kuşları yaratan Allah, onlara uçuşlarını kolaylaştıracak ve verimlileştirecek bir yöntem ilham etmiştir. Kuşlar gelişigüzel bir şekilde değil, sürü halinde uçar. Uçarken de hepsi belirli bir sıraya girer ve havada bir "V" şekli oluşturur. Bu V şekli, karşılaştıkları hava direncini azaltır. Bu uçuş düzeni o kadar etkilidir ki, kuşlar bu sayede yaklaşık % 23'lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu şekilde, yere indiklerinde fazladan 6-7 gram daha yağları kalmış olur. Bu artan yağ ise gereksiz değildir; rüzgarların ters yönden esmesi durumunda kullanılacak yedek yakıttır.

    Bu olağanüstü durum karşısında şu soruları sormak gerekir:

    Uçuş için ne kadar yağ gerektiğini kuş nereden bilir?

    Bu kadar yağı tam yolculuk öncesi nasıl ayarlayabilir?

    Uçuş mesafesini ve tam olarak ne kadar yakıt tüketileceğini nasıl hesaplar?

    Kuş Hawai'nin Alaska'dan daha iyi koşullarda olduğunu nereden bilir?


    Serçenin kalbi dakikada 460 defa çarpar vücut sıcaklığı ise 42 derecedir. Bir kara omurgalısına ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, gücü arttıran bir etken olarak kuşlar için hayati önem taşır. Kuşların uçuş sırasında ihtiyaç duydukları büyük enerji, bu hızlı metabolizma sayesinde karşılanmaktadır




  • ══════════════════════════════════════════
    Vahşi kediler Güneydoğu’da evcilleşti.
    ══════════════════════════════════════════

    New York Times’ın haberine göre, bugün sayıları 600 milyonu bulan ev kedilerinin ilk örnekleri Güneydoğu Anadolu ve Irak’ta bulundu. İlk evcil kedinin Yakındoğu vahşi kedileri olduğu tahmin ediliyor.
     Hayvanlara dair

    New York Times’da yayınlanan haberde şunlar ifade edildi:

    Binlerce yıl önce Yakındoğu’da bir yerlerde görkemli bir vahşi kedi, buğday ve arpayı ilk olarak işleyen, ilk yerleşik insanların kaba köylerinden birine girdi. Burada, bölgedeki yırtıcıların pekçoğundan, örneğin sırtlanlardan ve daha büyük kedilerden saklanabildi ve kendini güvende hissetti. İnsanların evlerine ve tahıl ambarlarına giren kemirgenler karnını doyurmaya yetiyordu. Böylece orada kalmayı hak ettiğini düşünen insanlar ona tahammül ettiler ve çocuklar, bu vahşi kedinin yavrularını büyük bir neşeyle karşıladı. O ve onun gibi en az beş farklı türden dişi vahşi kediler, bugün sayıları 600 milyonu bulan ev kedilerinin ilk örneği olarak vahşi hayattan yerleşik hayata geçişi sağladılar.”

    Bu senaryonun bilimsel bir temeli de var. Ulusal Kanser Enstitüsü’nden Carlos A. Driscoll ve çalışma arkadaşları, altı yılı aşkın bir süre boyunca İskoçya, İsrail, Nambiye ve Moğolistan gibi birbirinden oldukça farklı ülkelerden vahşi kedi türlü topladılar ve bu kedilerin DNA’larını binlerce ev kedisininkiyle karşılaştırdılar.

    ATALARI YAKINDOĞU VAHŞİ KEDİSİ
    Eski Dünya üzerinde, beş farklı vahşi kedi türü bulunuyor. Bunlar, Avrupa vahşi kedisi, Yakındoğu vahşi kedisi, Güney Afrika vahşi kedisi, Orta Asya vahşi kedisi ve Çinli çöl kedisi. Herbirinin DNA modeli, farklı bir kümeye denk düşüyor. Bütün ev kedilerinin DNA’sı, Yakındoğu vahşi kedisinin kümesiyle uyuşuyor. Science dergisinin internet sitesinde yayımlanan bir raporda da, ev kedilerinin atasının Yakındoğu vahşi kedisi olduğu ifade ediliyor.

    Araştırmacılar, ev kedilerinin DNA’sına en yakın vahşi kedi DNA’sının İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Bahreyn’den toplanan 15 kediden geldiğini söylüyor. Araştırmadaki ev kedileri, dişilerden geçen mitokondriyal DNA’larına göre beş farklı aileye denk düşüyor. Kedi kalıntıları bulunan en eski arkeolojik alan 9.500 yıl öncesinde olduğu bilindiğinden genetikçiler, bu beş ailenin ilk örneklerinin bu dönemlerde yaşadığını ve evcilleştirilen ilk kedileren olduklarını ileri sürüyorlar.
    Yakındoğu’da buğday, arpa ve çavdar yaklaşık 10.000 yıl önce işlenmeye başlamıştı. Bu dönemlerde bölgedeki tahıl ambarlarına farelerin ve sıçanların girdiğini tahmin etmek çok zor değil. İlk neolitik yerleşkelerde yaşayanlar, bu kemirgenleri kontrol etmeye yardımcı oldukları için kedileri köylerine kabul etmiş olmaları da oldukça mümkün.

    KENDİ KENDİLERİNİ EVCİLLEŞTİRDİLER
    İnsanlar tarafından evcilleştirilen diğer evcil hayvanların aksine kediler muhtemelen kendi kendilerini evcilleştirdiler. Bu da onların soyundan gelenlerin neden bağımsızlıklarına bu kadar düşkün olduğunu açıklıyor. Dr. Driscoll, “Kediler kendilerini yeni bir çevreye uydurmuşlardır, yani evcilleşme isteği insanlardan değil kedilerden gelmiştir” diyor. Driscoll’a göre kediler, “insanların kültürel ergenliğinin göstergeleridir” çünkü kedilerin insan hayatına girdikleri dönem, insanların avcılık-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçtikleri o zor döneme denk geliyor.

    Yakın zamana kadar kedilerin, kült olarak kabul edildikleri Eski Mısır’da evcilleştirildiğine inanılıyordu. Ancak üç yıl kadar önce, Jean-Denis Vigne liderliğinde bir grup Fransız arkeolog, Kıbrıs’daki, neolitik döneme ait bir kazı alanında sahibiyle birlikte gömülmüş sekiz aylık bir kedinin kalıntılarını keşfetti. Akdeniz’deki bu adada o dönemde, kendi evcil hayvanlarını beraberinde getiren Türk kökenli çiftçiler yaşıyordu. Kedilerin de onlara ait olduğu düşünülüyor çünkü Kıbrıs’a özgü vahşi kediler olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmuyor.

    TÜRKİYE’NİN GÜNEYDOĞUSU VE IRAK
    Bu gömünün tarihi, Mısır uygarlığının çok çok öncesine dayanıyor. Yeni genetik kanıtların da ışığında bakıldığında, kedilerin evcilleşmesi bağlam değiştiriyor. Kedilerin ilk kez, Türkiye’nin güneydoğusundan Irak’a kadar uzanan “Bereketli Hilal” (Fertile Crescent) bölgesinde, tarımın başladığı dönemlerde evcilleştiği düşünülüyor.

    36 FARKLI TÜR YOK OLMAK ÜZERE
    Kedi familyasının genetiği konusunda uzman ve Science dergisindeki raporun yazarlarından biri olan Dr. Stephen O’Brien, kedinin evcilleştirilmesini “biyolojik tarihin en önemli deneylerinden birinin başlangıcı” olarak tanımlıyor çünkü bugün dünya üzerindeki ev kedilerinin sayısı yarım milyarı geçerken, kalan 36 farklı kedi türü ve pek çok vahşi kedi yok olma tehdidi altında.






  • ════════════════════════════════════════
    Kanatlı sürüngen türü keşfedildi.
    ════════════════════════════════════════

    220 milyon yıl önce yaşamış karga büyüklüğünde bir kanatlı sürüngen türü keşfedildi.
     Hayvanlara dair

    Paleantologlar, Kuzey Carolina - Virginia’da 220 milyon yıllık kanatlı bir sürüngen türü bulduklarını açıkladılar. Türe “Mecistotrachelos apeoros” (uçabilen, uzun boyunlu) ismi verildi.

    Virginia Doğa Tarihi Müzesinden Nick Fraser “Yeni uçucunun en çok ilgimizi çeken özelliklerinden biri ayaklarının biçimi oldu. Ayakları kanca özelliği gösteriyor ve bu da tutunabilme yeteneğinin gelişkin olduğuna işaret ediyor. Bu kancayla ayaklarını dallara tutunmak için kullanıyor” dedi.

    Sürüngenin ağaçlardaki böceklerle beslendiği ve ağaçtan ağaca uçarak avlandığı sanılıyor.

    Fraser, küçük uçucunun türleri o dönemde tükenmiş olan uzun boyunlu sürüngen türü Protorosaurslar’la akraba olabileceğini düşünüyor.

    “Boyunlarının uzunlukları gerçekten şaşırtıcı. Ama bundan daha da çarpıcı olan boyunlarının hemen altından başlayan kalın kaburga kemikleri” diyen Fraser, bu kemiklerin kanat altı kaslarını kuvvetle desteklediğini belirtti. Kanatlı sürüngenin bu özellikleri sayesinde bilinen tüm uçan sürüngenlerden daha yüksek manevra kabiliyeti olduğu düşünülüyor.

     Hayvanlara dair


    Fraser’a göre bu yeni keşif, uçabilen dinazorların evrimleri konusunda pek çok soruya yanıt olabilecek araştırmaların yapılmasını sağlayacak.






  • ═══════════════════════════
    Filler ayaklarıyla da duyabiliyor.
    ═══════════════════════════

    Fillerin, uzaklardaki fil sürülerinin ayak seslerini hassas ayaklarıyla dinlediği anlaşıldı.
     Hayvanlara dair

    New Scientist dergisinde yayınlanan makaleye göre, düşük frekanslı sesler çıkararak kilometrelerce mesafeden bile haberleşebildikleri zaten bilinen fillerin, birbirlerinin ayak seslerini de çok uzaklardan hissedip anlayabildiği anlaşıldı.

    Stanford Üniversitesi’nden Caitlin O’Connell-Rodwell başkanlığındaki araştırmacılar, fillerin Namibya ve Kenya’da çevrelerine aslanlar sokulduğunda ayak hareketlerinden yayılan titreşimleri kaydedip, bunları su kaynaklarının civarında biriken fil sürülerine iletti.

    Sinyalleri alan filler, önce donup kaldı, sonra da hemen yavrularını aralarına alacak şekilde kümeler oluşturdu.

    Filler, titreşim yayan sürüden ne kadar uzakta iseler sinyallere o kadar az tepki gösteriyor.

    Araştırmanın başka bir ilginç noktası da, Namibya fillerinin pek tanımadıkları Kenyalı sürülerin yaydığı uyarı sinyallerine fazla itibar etmemesi oldu.

    Araştırmanın ayrıntıları “Acoustical Society of America” dergisinde yayınlanacak.






  •  Hayvanlara dair


    Kanat açıklığı 3 metreyi bulan albatros dünyanın en büyük kuşlarından biridir. Böylesine büyük bir gövdenin uçması için de büyük bir enerjiye gereksinim vardır. Ancak Albatros eğimli süzülme metoduyla kanat çırpmadan ustaca uçabilir. Bu uçuş tekniği, canlıya büyük bir enerji tasarrufu sağlamaktadır.

     Hayvanlara dair


    Skimmer kuşu, suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapmaz. Ancak alt gagası üsttekinden daha uzun olarak yaratılmıştır ve uçları dokunmaya karşı hassastır. Öte yandan kanatları öyle tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak bu teknikle uçar. Gagasına bir av temas ettiğinde ise hemen onu yakalar.

     Hayvanlara dair


    Yaban kazları 8000 metre yükseklikte uçabilir. Ancak atmosfer, 5000 metrede bile deniz seviyesine kıyasla %65 daha seyrektir. Atmosferin bu denli seyrek olduğu bir yükseklikte uçan kuş, daha hızlı kanat çırpmak zorundadır. Ama çok kanat çırpmak için de daha çok oksijen yakması gerekir. Nitekim bu hayvanların ciğerleri, yükseklerdeki seyrek oksijenden maksimum oranda faydalanabilecek şekilde yaratılmıştır. Memeli hayvanlarınkinden farklı şekilde çalışan akciğerler, kuşların seyrek havadan normalden fazla enerji almalarını sağlar.




  •  Hayvanlara dair



    Mükemmel uçuş teknikleri



    Albatroslardan akbabalara kadar tüm kuşlar, rüzgardan yararlanmalarını sağlayacak uçuş yöntemleri ile birlikte yaratılmıştır.

    Uçmak çok fazla enerji gerektiren bir iştir. Bunun için kuşlar, gelişmiş göğüs kasları, büyük bir kalp ve hafif bir iskelete sahip bir bedenle yaratılmıştır. Kuşlardaki üstün yaratılış örnekleri sadece bedenleri ile sınırlı değildir. Çoğu kuşa uçmak için gerekli olan enerjiyi azaltacak yöntemler de ilham edilmiştir.

    Kerkenez, Avrupa, Asya ve Afrika'da çok bilinen yırtıcı bir kuştur. Kerkenezin çok ilginç bir özelliği vardır: Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına tamamen hareketsiz kalır. Gövdesi rüzgara göre yalpalanmasına rağmen, kafası sabittir. Bu sayede kuşun görüş yeteneği her türlü sarsıntıya rağmen hep mükemmeldir. Bu yöntem savaş gemilerinde kullanılan ve denizdeki çalkantılara rağmen silahları hedefe bağlı tutan jiroskoba benzemektedir. Bu neden kerkenezin kafası, bilim adamlarınca "jirostabilize kafa" olarak adlandırılır.



    Zamanlama Tekniği

    Kuşlar uçarak avlanma sürelerini azami verim alacak şekilde düzenler. Kerkenezlerin ana besin kaynağı tarla faresidir. Tarla faresi toprağın altındaki oyuklarda yaşar ve beslenmek için her iki saatte bir yeryüzüne çıkar. Kerkenezler de avlanmalarını tarla faresinin beslenme vaktine göre ayarlar. Gündüz avlanmalarına karşın, avlarını bekletir ve akşam karanlığında yerler. Bu sayede gün boyunca boş mide ile uçar ve dolayısıyla ağırlıklarını azaltmış olur. Bu yöntem uçuş için harcanan enerjiyi azaltır. Kerkenezin bu sayede %7'lik bir enerji tasarrufu yaptığı hesaplanmıştır.



    Rüzgarda Süzülme

    Kerkenezler avlanırken, harcadıkları enerjiyi rüzgarı kullanarak da azaltır. Kanatları üzerindeki hava akımını artırmak için rüzgarda süzülür ve eğer yeterli rüzgar varsa havada kanatları açık şekilde "asılı" kalabilir. Hava akımının yerden yukarıya doğru olması da onlara ayrı bir avantaj sağlayacaktır.

    Hava akımlarından yararlanarak enerji sağlayıp, bunu uçarken kullanmaya "süzülme" denir. Kerkenez, bu yeteneğe sahip birçok kuştan sadece biridir. Süzülebilme özelliği bu türlerin havadaki üstünlüğünün bir işaretidir.

    Süzülerek uçuşun başlıca iki yararı vardır.

    Birincisi, yiyecek ararken ya da avlanma alanını diğer kuşlardan korurken, havada kalabilmek için gerekli enerjiyi azaltır. İkincisi, kuşa çok daha uzun uçuşlar yapabilme olanağı verir. Süzülerek uçan bir martı, kanat çırparken harcadığı enerjinin %70'ini tasarruf eder.



    Hava Akımlarından Gelen Enerji

    Bir kuş, hava akımlarından farklı şekillerde enerji elde edebilir: Bir yamaçtan süzülen kerkenezin ya da denize inen sarp kayalıklardan aşağıya süzülen bir martının yukarı çıkan hava akımını kullanarak yaptığı uçuşlar "eğimli süzülme" diye adlandırılır.

    Bir tepenin üzerinden kuvvetli bir rüzgar estiği zaman, hava akımı hareketsiz dalgalar şekline dönüşür. Kuşlar bu dalgaları kullanarak da dalga süzülmesi yapabilir.

    Sümsükkuşu ve diğer deniz kuşları, adaların neden olduğu bu çeşit hareketsiz dalgaları kullanır. Ender olarak kuşlar, gemilerin üzerinde süzülen martıların yaptığı gibi, daha küçük engellerin oluşturduğu havayı kullanarak da süzülür.

    Kuşun yukarı doğru süzülmesini sağlayan akımlar, daha çok hava cephelerinde görülür.



    Su üzerinde alçaktan uçuş

    Skimmerlar (kırlangıç benzeri bir kuş) da alışılmadık bir şekilde avlanırlar. Skimmer'ın alt çenesi, üst çenesinin iki katı büyüklüğündedir. Suya çok yakın uçarken bu uzun alt çenesini suya daldırarak avlanır. Gaganın ucuna bir cisim değdiğinde hemen üst çenesini

    de kapatarak avını yakalar. Bazen bunlar suda yüzen sert cisimler de olabilir. Skimmer'ın gagasını bu sert cisimler ağzındayken aniden kapatmasıyla oluşacak şokun kendisine zarar vermesi gerekirken, böyle olmaz. Çünkü Skimmer'in başında ve boynunda şok emici güçlü kaslar vardır. Skimmer ilk taramada nadir olarak başarılı olur. İkinci atakta kuş tekrar havalanır ve biraz önce farkettiği ava doğru tekrar uçar. Su yüzeyinde hala kabarcıklar vardır ve bu kabarcıklar genellikle suyun üstünü araştırmak isteyen balıkları çeker. İşte bu Skimmer'ın ikinci atağıdır ve bu defa çok daha başarılı olur.




  •  Hayvanlara dair



    Yunustaki Tasarım


    Yunuslar ve balinalar diğer tüm memeliler gibi ciğerleri ile solunum yaparlar. Bu, onların su içinde iken balıklar gibi nefes alıp veremeyecekleri anlamına gelir. Bu nedenle nefes almak için düzenli olarak su yüzeyine çıkarlar. Başlarının üstünde hava alıp vermelerini sağlayan bir delik bulunur. Burası öyle tasarlanmıştır ki hayvan suya daldığında delik bir kapak tarafından otomatik olarak örtülür ve içeri su kaçması önlenir. Su yüzeyine çıkıldığında ise, kapak yine otomatik olarak açılır.

    Boğulmadan Uyumayı Sağlayan Sistem

    Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin % 80- 90'ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak % 15'i bulur.Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.

    Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir. Yunus uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkarak hayvanın nefes almasını kontrol eder.

    Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı ise sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka tasarımdır. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak, daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır.

    Yunusların Sosyal Yaşamı

    Yunuslar çok büyük gruplar halinde yaşar. Güvenli bir koruma için dişiler ve yavrular böyle bir grubun ortasında yer alır. Grubun hasta üyesi yalnız bırakılmaz, ölene kadar grubun içinde tutulur. Bu güçlü dayanışma bağı, yeni bir yavru gruba katıldığı ilk günden itibaren başlar.

    Yunus yavruları önce kuyrukları dışarı çıkacak biçimde doğarlar. Bu sayede doğum tamamlanana kadar yavrunun havasızlıktan ölmesi önlenmiş olur. En son yunusun başı doğum kanalından çıkar çıkmaz, ilk nefesini alması için hızla su yüzeyine çıkarılır. Genellikle, yardım amacıyla anne yunusa bir başka dişi yunusda eşlik eder.

    Anne yunus doğumdan sonra hemen yavrusunu emzirir. Süt emmek için dudağı olmayan yavru, annesinin karnındaki bir yarıktan çıkan iki süt kaynağından beslenir. Bu bölgeye ufak ağız darbeleriyle dokunduğunda süt fışkırır. Yavru her gün onlarca litre süt içer. Bu sütün % 50'si yağdan meydana gelir (ineklerde ise sütün sadece % 15'i yağdır). Bu yoğun kıvam sayesinde, yavrunun vücut ısısını dengelemek için ihtiyaç duyduğu yağlı deri tabakası hızla oluşur. Hızlı dalışlar esnasında diğer dişiler yavruyu aşağı doğru iterek yardımcı olurlar. Ayrıca, yavruya avlanmayı ve sonarını kullanmayı da öğretirler. Bu yıllarca süren bir eğitim safhasıdır. Bazıları yıllarca sevdikleri bir aile üyesinin peşinden ayrılmazlar. 30 sene boyunca bu böyle devam edebilir.

    Vurgun Yemeyi Önleyen Sistem

    Yunuslar insanlarla kıyaslanamayacak kadar derin sulara dalabilirler. Bu konudaki rekor Balinagillerden amber balığına aittir. Amber balığı bir nefes alışla 3000 metre derine dalış yapabilir. Gerek yunuslar gerekse balinalar bu tip dalışlara uygun bir tasarımda yaratılmışlardır. Palet şeklindeki kuyruklar suya dalmayı ve yüzeye çıkmayı oldukça kolaylaştırır.

    Dalış için yaratılmış bir başka tasarım da hayvanın ciğerlerinde gizlidir: Hayvan derine daldıkça üzerindeki suyun ağırlığı, yani basıncı artar. Bu basıncı dengelemek için, ciğerlerinin içindeki hava basıncını da giderek artırır. Ancak bu hava basıncı giderek çok yüksek derecelere çıkar. Aynı basınç bir insan ciğerine uygulansa, ciğer yırtılıp parçalanacaktır. İşte bu tehlikeye karşı yunusun vücudunda çok özel bir koruma yaratılmıştır: Yunusların akciğerlerindeki bronşlar ve hava kesecikleri, basınca karşı son derece dayanıklı kıkırdak halkalarla korunmuştur.

    Yunusların vücutlarındaki bir diğer yaratılış örneği ise, vurgun tehlikesine karşı alınan tedbirdir. Dalgıçlar su yüzeyine hızlı çıkışlarda basınç farkından kaynaklanan bu tehlikeyle karşılaşırlar. Vurgunun nedeni, akciğerlere çekilmiş olan havanın ani bir biçimde kana karışarak damarların içinde hava kabarcıkları oluşturmasıdır. Bu baloncuklar kan dolaşımındaki düzeni bozarak ölüm tehlikesi meydana getirir. Balinalar ve yunuslar ise bizler gibi akciğerleriyle solumalarına karşın böyle bir problemle asla karşılaşmazlar. Bunun nedeni, derinlere dalarken insanlar gibi dolu ciğerle değil, boş ciğerle hareket etmeleridir. Ciğerleri hava ile dolu olmadığı için, bu havanın basınç değişikliği nedeniyle kana karışması ve dolayısıyla "vurgun yeme" tehlikesi ile karşı karşıya kalmazlar.

    Ama asıl soru burada ortaya çıkar: Eğer ciğerlerini hava ile doldurmuyorlarsa, oksijensiz kalıp boğulmaktan nasıl kurtulurlar?

    Bu sorunun cevabı, bu canlıların kaslarındaki yüksek orandaki "miyoglobin" proteinidir. Bu miyoglobin proteinleri, çok yüksek miktarda oksijen molekülünü kendi üzerlerine bağlar ve muhafaza ederler. Yani canlı için gereken oksijen, ciğerdeki havada değil, doğrudan kasların içinde saklanır. Yunuslar ve balinalar bu sayede uzun süre nefes almadan yüzer ve diledikleri kadar da derine dalabilirler. İnsanlarda da miyoglobin proteini vardır, ama çok daha az oranda olduğu için, aynı yüzme serbestliğini sağlamamaktadır. Yunus ve balinalara özel olan bu biyokimyasal ayarlama, elbette bilinçli bir tasarımın açık delilidir.




  • Konu güzel başlamıştı ama "ne zaman Samanyolu belgeseli kıvamına gelecek acaba?" diye bekliyordum. Fazla beklememe gerek kalmadı, sağolun...

    Amacınızı anlamakta güçlük çekiyorum. Tahrik mi? İnancını kanıtlama çabası mı? Propaganda mı? Her ne ise kolay gelsin, ne diyeyim...
  • quote:

    Kuşları elektirik çarpmamasının nedenin tüylerin elektiriği iletmiyor olmasından dolayı olduğu yazılmış ama kuşlar elektrik tellerine pençeleriyle tutunuyor ve bilindiği gibi ayak ve bacaklarında tüy yok. O zaman çarpılmaları gerekiyor :)


    hayır, elektrik, kuşların tüylerinden dışarı çıkamadığı için akamıyor, yani bir akım meydana gelmiyor. Dolayısı ile kuşlar çarpılmıyor. Oysa bir insan, ayağında lasitk ayakkabı bile olsa ve tele dokunsa, bedeni ve cildi havaya bir miktar elektrik iletecek ve insan şöyle bir titreyecektir. Hele hele çıplak ayakla dokunursa o tam bir facia olur.
  • Çöl Yılanı tarafından yakalanmamak için eğimli bir kum tepesinden aşağıya kendini küreye benzeterek saatte 280km hızla aşağıya bırakan bir örümcek türü vardı.
    Sağolsun National Geographic doğayı beton evlerimizin içlerine kadar sokmayı başarıyor...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Konu güzel başlamıştı ama "ne zaman Samanyolu belgeseli kıvamına gelecek acaba?" diye bekliyordum. Fazla beklememe gerek kalmadı, sağolun...

    Amacınızı anlamakta güçlük çekiyorum. Tahrik mi? İnancını kanıtlama çabası mı? Propaganda mı? Her ne ise kolay gelsin, ne diyeyim...

    beğenmediğiniz konuya girmezsiniz.
    yanlış gördüğünüz bir şey varsa da şikayet edersiniz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Hasbi 81

    Konu güzel başlamıştı ama "ne zaman Samanyolu belgeseli kıvamına gelecek acaba?" diye bekliyordum. Fazla beklememe gerek kalmadı, sağolun...

    Amacınızı anlamakta güçlük çekiyorum. Tahrik mi? İnancını kanıtlama çabası mı? Propaganda mı? Her ne ise kolay gelsin, ne diyeyim...


    Sorun nedir?
    Bir de kim sağ olsun? Biraz daha samimi ve belirgin konuşur musunuz?
  • quote:

    Orjinalden alıntı: kaotika

    quote:

    Kuşları elektirik çarpmamasının nedenin tüylerin elektiriği iletmiyor olmasından dolayı olduğu yazılmış ama kuşlar elektrik tellerine pençeleriyle tutunuyor ve bilindiği gibi ayak ve bacaklarında tüy yok. O zaman çarpılmaları gerekiyor :)


    hayır, elektrik, kuşların tüylerinden dışarı çıkamadığı için akamıyor, yani bir akım meydana gelmiyor. Dolayısı ile kuşlar çarpılmıyor. Oysa bir insan, ayağında lasitk ayakkabı bile olsa ve tele dokunsa, bedeni ve cildi havaya bir miktar elektrik iletecek ve insan şöyle bir titreyecektir. Hele hele çıplak ayakla dokunursa o tam bir facia olur.


    Açıklamalar için teşekkürler.




  • ══════════════════════════════════════════════
    Dişi köpekbalıkları çiftleşmeden üreyebiliyor
    ══════════════════════════════════════════════

    Çekiç başlı köpekbalıklarının eşsiz üremesi üzerine yapılan bir araştırma, dişi köpekbalıklarının kendi kendilerine yumurtlayabildiğini ve erkek spermine gerek kalmadan doğum yapabildiğini ortaya koydu.
     Hayvanlara dair


    Kuzey İrlandalı ve ABD’li zoologlar, 2001 yılında Nebraska’daki bir akvaryumda dünyaya gelen köpekbalığının, DNA analizlerinde hiçbir erkek kromozomuna rastlanmadığını açıkladı.

    Akvaryumda yaşayan 3 dişinin en az 3 yıldır, erkek çekiç başlıyla temasta bulunmadığını belirten uzmanlar, eşsiz üremenin bazı böcek ve nadiren balık türlerinde görüldüğünü; memeli türlerinde ise bu durumun hiç görülmediğini söylediler.

    Bu çalışmadan önce köpekbalıklarının, memeliler gibi sadece çiftleşerek üreyebildiği ve dişi köpekbalıklarının uzun bir süre çiftleşmese bile, son çiftleşmesinden spermleri depoladığı görüşü kabul görüyordu. Ancak DNA analizleri bu ihtimali de tamamen ortadan kaldırdı.

    Köpekbalıkları, evrim zincirinin en eski halkalarından biri. En az 450 milyon yıldır süren bir evrimi temsil eden köpekbalıklarının var oluşu, dinozorların var olmasından yaklaşık 100-200 milyon yıl öncesine kadar dayanıyor.






  • ═══════════════════════════════════════
    Hindistan’da yeni bir tür kertenkele keşfedildi.
    ═══════════════════════════════════════

    Hindistan’ın Kuzey Orissa Üniversitesi’nden zoolog Sushil Kumar Dutta, ülkenin doğusundaki ormanlarda yeni bir tür sürüngen keşefettiklerini açıkladı.
     Hayvanlara dair

    Yeni keşfedilen kertenkele, yaklaşık 18 santimetre uzunluğunda ve yılanlarla şaşırtıcı bir benzerlik taşıyor. Kertenkele, taşların arasında ya da yumuşak ve nemli topraklarda yaşıyor.

    Modern yılanlar ve kertenkeleler ortak bir atadan gelmelerine rağmen bugün iki farklı tür olarak anılıyorlar.

    Dutta’ya göre yılanlar, bin yıllardır devam eden bir evrim süreci sonucunda kollarını ve bacaklarını kaybederek bugünkü hareket özelliklerine kavuştular. Bu yüzden de sürüngen olmalarına rağmen kertenkelelerden farklı bir yapıları var.

    Dutta ve ekibinin yaptığı açıklamaya göre yeni türün adı yapılacak araştırmalar sonucunda belirlenecek.






  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ice Cube

    Hayvanlar alemi oldum olası beni büyülemişdir. Teşekkürler bu konuyu açan arkadaşa. Birde orta okuldayken bu kuşların elektrik çarpmaması olayı matematik dersinde dile gelmişdi matematik öğretmenide şöyle bir cevap vermişdi yanlış hatırlamıyorsam '' Kuşlar bir ayaklarıyla bir diğer tele, bir diğer ayaklarıyla bir başka tele konsalardı ozaman elektrik çarpardı ama iki ayaklarıylada bir tele kondukları için onları elektrik çarpmıyor'' ama bütünüyle yanlışta hatırlıyor olabilirim bunu ..Bunun mümküniyatını ozaman burada tartışabiliriz isterseniz ? Hem bilgilenmiş oluruz ...Birde şeye çok güldüm Kanguruların ters ters yüzemeyeceği haberine.. Sadece kangurular değil hayvanların çok büyük çoğunluğuda ters yüzemiyor olmamılar .Ben kedimin ters ve geriye doğru yüzdüğünü gözümün önüne getiremiyorum mesela


    Sanırım o konuda bir yanlışlık var. Dediğinize katılıyorum birçok hayvan geri geri yüzemez bu durumda kanguruların bir ayrıcalığı yok!

    Şu şekilde değiştirilmeli ama tam emin değilim! Kangurular geri geri yürüyemezler.




  • Konu sahibi arkadaş Kangurular ters yüzemezler diye yazınca bende öyle yazdım.Belki konu sahibi arkadaşın yazısında yanlışlık olmuş olabilir.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Ice Cube

    Konu sahibi arkadaş Kangurular ters yüzemezler diye yazınca bende öyle yazdım.Belki konu sahibi arkadaşın yazısında yanlışlık olmuş olabilir.


    Evet. Haklısınız.
  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.