Arkadaşlar 17 yaşına yeni girmiş amatör olarak (belki bazılarınıza göre amatör bile değil) yazan bir ergenim.İlerleyen yıllarda yazmayı düşündüğüm romanım(şu an kurgu,karakter oturtma ve gözlem aşamasında) için özgüven,cesaret ve azarlanmaya ihtiyacım var.Lütfen yazılarım için aklınızdan geçirdiğim ilk düşünceyi yazın.Her ama her türden eleştriye ihtiyacım var.
İlk denemem ,kurgu uydurma bir olay;
-- DONDURMA -- Şık teknelerin önünde göze batacak kadar kötü giyimli bir baba küçük oğluna parasının olmadığını ve ona Twister alamayacağını söylüyor. Pahalı bir yattan sapsarı saçlı 5 yaşlarında bir çocuk ile onun elini tutan 30 yaşlarında güzel bir kadın iniyor ve oğluna dikkat etmesini söylerken konuşmasında Amerikan aksanı seziyorum.Çocuk şımarık.Annesini inatla geriye doğru çekmeye çalışırken neredeyse denize düşecekler.Kadınsa çok sakin.Bu tür sorunlarla ilgili psikolojik destek almış olabilir.Çocuğun tüm mızmızlıklarına soğukkanlılığını koruyarak cevap veriyor ve görüş alanımdan çıkıyorlar. O sırada fakir baba oğlunun atletini donundan içeri sokmuş,ayakkabılarını bağlıyor.Çocuk denize bakarak saçma sapan bir şeyler söylüyor.Adamın sıcakta damarları kabarmış,muhtemelen kokuyor.Ama o da oğluna karşı çok sakin.Büyük olasılıkla çocuk babasından hiç tokat yemeyecek.Yanımdaki banka oturuyorlar.Adamla göz göze geliyoruz.O anda gözlerinin şaşı olduğunu fark ediyorum.Kendisine acıdığımı düşünmesini istemediğimden yeniden takneleri izlemeye koyuluyorum.Ama ben de ondan daha az pejmürde sayılmam.Üstümde uyduruk bir tişört,altımda çiçekli mavi bir şort var.Bir haftadır bunları giyiyorum. Çocuğun sessiz isyanını duymak için dikkatimi solumda biriktiriyorum. "Madem getirdin,niye para almıyorsun?" "Annenlere gönderdim oğlum." Adam bunu söylerken sesi titremiyor.Bu tür avuntuları çok kullanıyor olmalı.Sesinde bir şefkat var.Saf şefkat. Çocuğun saç kesimine dikkat ediyorum.Berbat görünüyor.Yüzü sevimli sayılmaz ama yakışıklı olacak.Adamın kısa kollu gömleğinin yakasından amele yanığı tabir ettiğimiz beyazlığı görüyorum. Bir süre sonra çocuk yanındaki reklam panosuna anlam katan harika kadın resmine bakarak "Kulaklara bak." diyor ve anlamsız bir gülme krizine tutuluyor.Adam denizi seyretmeye(ya da hiç birşey görmemeye çalışmaya)devam ediyor.Çocuk reklam panosuna dokununca dehşete kaplıyor ve sakin ama tehditkar bir sesle "Hişt! Memet,elleme onu,abi kızacak bak"diyor. O anda elim ayağıma dolanıyor.Dakikalardır izlediğim adam sanki her şeyin farkındayım der gibi gözlerimin içine bakıyor.Yutkunurken çocuğa sevimli görünmeye çalışıyorum.Ama aklıma sadece gülümsemek geliyor. Kafamı denize doğru çevirirken adama sessizce "Merhaba abi" diyorum.Sonra tuhaf bir utanca kapılıyorum.Çıplak kalmışım gibi hissediyorum.Bir kaç dakikalığına aklım boşalıyor.İçimden markete koşup çocuğa Twister almak,o dondurmasını yalarken babasıyla tavla oynayıp hayat hikayesini dinlemek geçiyor. Çocuk cebinden Ülker veya Eti olmayan bir paket çubuk kraker çıkarıyor.Muhtemelen terden yapış yapış olmuş bir paket.Çocuk pis bir külot tutuyormuş gibi parmaklarının ucuyla babasına uzatıyor,babası da bana ikram ediyor.Bir tane alıyorum.Yarısı yenmiş bir tane.Gülümseyerek ısırıyorum.Bunu hayatı boyunca hiç kimseyle aynı bardağı bile paylaşmamış birisi olarak yapıyorum.Sakin sakin tamamını yiyorum.Çocuğun ağzında iyice öğütüp lapa haline getirdiği krakeri paketin içine tükürdüğünü görünce kendimi denize atıp sonsuza kadar duş almak istiyorum.Derken adam bir kraker daha uzatıyor. "Yok abi sağol.Yedim de geldim"diyorum. Saçmaladığımı sonradan fark ediyorum.Çocuk krakerin ambalajını denize attıktan sonra sarı saçlı çocukla güzel kadın beliriyor ufukta.Kadını seyretmek çok keyifli.Herhangi bir dekoltesi yok ama güzel işte.Koca bir tekerlekli çantayı yanımdaki babaya uzatırken adamın yüzüne bile bakmıyor.Sarı saçlı çocuk denize bakarak Magnum Gold'unu ısırmaya çalışıyor.Memet'in çocuğa bakışı kanser olduğunu öğrenip hayata küsmüşçesine umutsuz.O asla ödediği paraya içi cız etmeden bir Magnum yiyemeyecek.Ne kadar zengin olursa olsun bu rahatlığa sahip olamayacak. Adam pazar çantasını yata çıkarmaya çalışırken inliyor.O an adamın topal olduğunu fark ediyorum.Çantayı ulaştırıyor ve güzel kanına yardım etmek için elini uzatıyor.Kadın o aşağılık ,mikroplu eli görmüyor.Zaten adamı bakmaya değer bulmuyor.Cidden adamda göz yorucu bir hava var.Yüzündeki ifadesizlik çok rahatsız edici.Adam havada kalan elini indirmeden gülümsüyor.Ama ifadesiz bir gülümseme bu.O eli asla böyle bir kadın tutmayacak abi.O el daima yük taşıyacak.Yumuşak elleri okşamayacak. Kadın yatta ilerlerken adam muhteşem kalçaları kesiyor.Ben de keserken far ediyorum zaten.Kadın görüş alanımdan çıkınca ufaklıklara yöneliyorum.Sarı saçlı çocuk çoktan Magnum'un dış kaplamasını yiyip yumuşak kısmını yere atmış.Sanırım bir ara midem bulanıyor demişti.Memet ellerini arkada birleştirmiş git gide eriyen dondurmayı izliyor.Sarı çocuk PSP sini çıkarıp sanal aleme dalmış durumda.Zaten geldiğinden beri dünyayla ilişkisi yok. Adam yattan inerken elindeki 5 Lira yı sallayarak oğluna sesleniyor. "Koçum!Gel bir dondurma yiyelim. Memet nereye giderse gitsin,ne yaparsa yapsın bir daha bu kadar mutlu olmayacak.Belki bu günün sonuna kadar gülümseyecek.Babasının elini tutuyor ve marinayı terk ediyorlar.Adamın aldığı ilk bahşişle bunu yapmayı planladığını anlıyorum.Cebindeki tek para o. Ve başka bir şey de kafama dank ediyor; Ben aslında hiç yaşamamışım! Tüm bu olanlara sadece seyirci kalıyorum.Eğer bir gün bir oğlum olursa bu tür bir olay yaşamak istiyorum.Memet çok güçlü bir adam olacak. Eve dönerken bir Twister alıyorum.Paketini açarken yarısı yere düşüyor.Eriyişini izliyorum.İçim cız ediyor.
Diğer Sanatlar adlı başlığa açman daha uygun olurdu.
Bu arada betimlemelerinin yetersizliği gözüme ilk çarpan eksikliğin, ama devam et
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.Kitap konusunda benzer konular görmüştüm.O yüzden buraya açtım.
İkinci denemem İzmir'de kaldığım dönemde yazdığım gerçek bir olayın hafif çarpıtılmış hali;
--Kumrular-- Artık onları yakınımda tutmak için değil,kaçmalarını sağlamak için çaba sarf etmem gerekiyordu.İki küçük saksının arasında etraftaki tehditleri hızla gözden geçirip refleks süratinde hamlelerle bulgur tanelerini mideye indiriyorlardı.Bunu izlemekten zevk almaya başlayalı tam bir hafta olmuştu. Daha iri olanının boynundaki halka daha inceydi.Nedenini bilmemekle beraber küçük olanı daha çok seviyordum.Hatta kendimle özdeşleştirmiştim.Hayvanları oldum olası severdim ama artık bu sevgiden çok karşılıklı bir ilişkiye dönüşmüştü.İki kumru bana güven kazanmanın ne kadar kolay olduğunu öğretmişti.Benden öğrendikleri şeyse muhtemelen sevilmenin hassasiyetiydi.Beni kaybetmek istemiyorlardı.Bu çok ince bir halatın üstünde dengede durmaya çalışmaktan farksızdı.Eğer onları korkutursan seni sevmezlerdi bu kadar basit. Sıkıcı ve sıradan bir yaz gününde pencereden dışarıya hafif bir esinti için yalvarabileceğiniz bir sıcakta her zamanki yerime yayılmış kitap okuyordum.Televizyonda açık olan şey her neyse umurumda değildi.Yine de evde başkaları varmış gibi hissettiriyordu.Kalabalık ama özgür bir dünya gibi ki bu herkesin hayalidir.Kendimde günlerdir duş almaya yetecek kadar bile kuvvet bulamıyordum.Tek yaptığım oturduğum koltukta derin bir çöküntü oluşturmaktı.Bazen ne yediğimi fark etmeden tıkınıyor bazen de horul horul uyuyordum.16 yaşındaki bedenim kesinlikle 60 yaşında bir memur emeklisini gizliyordu.Bu saçma ıssızlıkta her türlü zevk veren vücutsal pisliği yapabiliyordum.Bunlardan keyif alamaya başladığınız an bir şeyleri değiştirmeniz gerekir.Ben de böyle bir öğüt verecek kadar şuurlu olarak değişiklik yapmam gerektiğini biliyordum .Ama bunu yapma görevini benim adıma alakasız bir anda yanımdaki pencereye konan iki kumru üstlenmişti.Hem de bambaşka bir amaçla.Ne önemi var ki... Teyzem gözümün içine bakan iki kumrudan söz etmişti."Eğer gelirlerse mutfakta damacananın yanındaki dolaptan bulgur kavanozunu alıp iki avuç serpiştiriver."Ne günah işlediğimin de farkında değildim ama sevap kazanmam gerekiyormuş gibi hissettim ve güçlükle yerimden kalkıp öğüdü yerine getirmek üzere mutfağa yöneldim.Salona geri döndüğümde iki kumru aynı ifadesizlikle beni süzmeye kaldıkları yerden devam ettiler.Evet iki hayvandı,iki geri zekalı hayvan ama iyice kaybettiğim özsaygım onların önünde bile aşağılık herifin tekiymişim gibi hissettiriyordu.Bulguru serpiştirmek için pencereye yaklaştığımda dehşetle kalkış yaptılar ve ben güvenli bir mesafeye çekilinceye kadar ziyafete dokunmadılar.ilk bir kaç saniye bana minnetle bakması gerektiğini düşündüğüm boncuk gözleri pek umursamadım.Ta ki gerçekten tuhaf bir şey dikkatimi cezp edinceye kadar.Lavaboya gidip tükürmeye üşendiğim kuru balgam beni her öksürttüğünde iki kumru gerdanlarını şişiriyor ve o bilindik "gu guk guk" sesini çıkarıyorlardı.Sanki kumrularla kimsenin bilmediği gizli bir dilde sohbet ediyorduk.Bunu fark ettiğimde kitabı bir köşeye fırlatıp onları korkutmayacak en yakın mesafeye kuruldum.Onlar da artık yemeklerini yemiyor sadece bana bakıyorlardı.Üçümüz de bir hareket bekliyorduk.Yeryüzündeki en gelişmiş canlı türüne mensup olarak ilk adımı benim atmam gerekiyordu.Afallamış bir halde iki kuştan daha mantıksız olabiliyorsunuz.Bir süre sonra toparlandım ve gu guk guk demeyi akıl ettim.Boğazım yapış yapış olduğundan daha önce hiç duymadığım bir ses çıkardım.Ama bu ses kumrulara yabancı değildi anlaşılan.İkisi de resmen benimle konuşuyordu.defalarca uzun uzun öttüler.İçimi inanılmaz bir mutluluk kapladı.Bir sandık altın bulduğunuzda hissedeceğiniz türden bir mutluluk. Aramızda geçen anlamsız(aslında her şeyden daha anlamlı) diyalog kendimi hiç olmadığım kadar samimi hissetmemi sağladı.Bu samimiyetten olacak ki iki dostumla burun buruna gelecek kadar yaklaşma gafletinde bulunmak çok normal göründü.Ama onlar daha yavaş ilerlememizi önerircesine kaçtılar.Arkalarında bir kaç yumuşak tüy bıraktılar ve apartmanların arasından kaybolup gittiler.Ama biliyordum ki az sonra yine geleceklerdi.Çünkü bulgurlar hala kabak gibi ortadaydı ve sıkıntı haliyle izlediğim Nat GEO Wild'a göre hiç bir hayvan avını bitirmeden ya da yuvasına zulalamadan rahat edemez ayrı düşseler bile mutlaka geri gelirmiş .Ama gelmediler. İki kumrunun beni böylesine üzeceği hiç aklıma gelmezdi doğrusu.Her zaman öküz taklidi yapmış,bunu bir görev bilmiştim.Çevreye uyum sağlamanın bir numaralı koşulu buydu çünkü.Ama bilirdim ki her insan gece olup da başını yastığına koyduğunda vicdan denen şeye hesap vermek zorunda kalıyordu.Her insan dünyanın en duygusal insanıydı ama öküz taklidi yapmak insan doğasının kanunuydu.Ama kumruları beklerken öküz olma mecburiyeti umurumda değildi.Ya hiç gelmezlerse ya bir doğa mucizesini kendi ellerimle yok ettiysem.İnanın dışarı çıkıp o garip balgamlı sesle guguklamayı bile denedim.Ama yoktular. Bu travma ertesi gün öğleden sonra 16:00 a kadar devam etti.Yavaş yavaş onları bilinçaltıma gömmeye başlamıştım ki dün geldikleri saatte yine yaşananları unutup(belki hiç farkına varmamışlardı) panjura konuverdiler.Hemen mutfağa koşup bulgur kavanozunu kaptım.Halıda patinaj çekecek kadar aceleciydim.Salona varıp da kırmızı boncuk gözlere takılınca durumun hassasiyetini hatırladım.Çok sakin olmalıydım.Ama ellerim onlara yaklaştıkça Parkinson nöbeti geçirmeye başladı.Neyse ki geçici bir korkuyla bir kaç kanat geriye çekilip bulguru sunuşumu izlediler.Ben de koltuğuma oturup onları seyretmeye koyuldum.Bulguru mutfağa bırakamazdım.Ya bir güvercin gelip dostlarımı rahatsız ederse.Bir süre sonra onlarla yeniden konuşmak istedim.Ama gu guk guk derken fark ettiğim korkunç bir sorun vardı.Balgamı dün gece tükürmüştüm.Yani artık o insansılıktan çok uzak olan sesleri çıkaramayacaktım.Saçma sapan ıslık melodileri ve kikirdemelerele dikkatlerini çekmeye çalıştım ve tuhaf bir şekilde başardım.Yine yemeyi kesip bana bakmaya başladılar.Gerdanları balon gibi şişmişti ve aynı anda gugukladılar.İşte bu tam bir mucizeydi.Hayvanlarla konuşma fikri,çocukça bir fikir beni mutlulukların en güzeline çocukça bir mutluluğa kavuşturuvermişti.Bir süre bulgurları hüpletmelerine izin verdim.Yiyeceklerini bitirnce de benimle ilgilenecekler mi diye merak ediyordum.Güvenimi boşa çıkarmadılar ve sohbete devam ettik.Bir ben gugukluyordum bir onlar.Ne dediklerini anlamıyordum belki ama artık çok daha yakınlarında durabiliyordum.O ana kadar defalarca onları yakalamayı düşünmüştüm.Az ötede ki muhabbet kuşu gibi esaret altında yaşayabilirler miydi?Eğer bunu başarırsam benim kuşlarım olurlardı ve bir daha endişelenmem gerekmezdi.15 santim mesafeden onları rahatlıkla yakalayabilirdim ama parlak gri tüylerine vuran turuncu güneşin bana söylemek istediklerini anlamıştım.Onlar özgürdü.Yaşamaları gereken şey her gün karınlarını doyurma derdinin üstesinden gelmekti.Tıpkı insanlar gibi.Büyük amaçlar insanlığı küçültür.Doğaya karşı gelmeye başlarlar ve aslında karşı geldikleri şeyin hayatları olduğunu anlamazlar.Bir açın çöpten bulduğu bozuk bir sucuğu tadarken yaşadığı mutluluğu 1 milyon dolar bile hissettiremez.Ama bunu anlamak da günahlara kanmak gibi masum bir çelişki sayılabilir.Eğer bunu yapıyorsak doğamızda var demektir ve bu durumda tıpkı günah işlemek gibi tatminsiz bir zevk bahçesinde bozulmuş sucuğun verdiği hazzı arar dururuz.işte ben kumrulara bundan dolayı imreniyordum.Onlar sadece bozuk sucuğu arıyorlardı. Aramızdaki can ciğer hali iki gün daha devam etti.Her gün konuşma dilimizle ilgili yeni şeyler keşfediyor yeni şeyler deniyordum.Mesela bir 3. günde dudakları yapıştırıp basınç oluşturduktan sonra bir anda gazoz kapağı açıyor gibi patlatınca çok büyük gürültülerle tepki veriyorlardı.Ama bunu korkarak değil severek yapıyor gibilerdi.Bunu görmek harikaydı.Her şeyden daha harika. Ve 5. gün.Bugün onlar için harika bir çalışma programım vardı.tüm tepkilerini not edecek kendime göre bir alfabe oluşturacaktım.Yine güneş turuncu ışıklarıyla günün en güzel tablosunu çizmekle meşgulken gözüm gökyüzünde dostlarımı bekliyordum.Aradan geçen 20 dakikada hiç bir kanatlı hayvan bulgurlara rağbet etmedi.Sanki öz evlatlarım geç kalmış gibiydi.İçime bir taş oturdu.Garip ama onları hep çift olarak görmüştüm.O günse hiçbir şey.Hiçlik tüm korkuların kaynağıdır.Ölümü hiçlik olarak görmektir bizi korkutan.Belirsizlikten kaçar dururuz ama kaderin belirsizliği bile hayattan korkmak için yeterlidir aslında.O gün gelmediler.Bu kadar basit.İçim kan ağladı.Bu da çok basit. Ertesi gün sabahtan itibaren bulguru serpip beklemeye başladım.Bir kaç serçeyi ağırladım ve onlarla konuşmayı da denedim.Kumrular kadar mükemmel olamazlardı.Olamadılar da zaten.Derken öğlen saatlerinde büyük olan kumru çıkageldi.Bunu gerdanındaki halkadan anlayabildim.Önündeki bulgura dokunmadan öylece bana bakıyordu ve sadece onun gelmiş olması bile paniğe kapılmak için yeterliydi.Kafasını bir sağa bir sola eğiyor,benden bir şeyler söylememi bekliyordu.Ama ilk günden beri benim gözüm hep küçük kumrunun üzerindeydi.Bu yüzden onu kabaca es geçip küçüğü beklemeye koyuldum.İçimi yine umutsuzluk kapladı.Derin bir umutsuzluk.İri kumru bulgurlara dokunmadan çekip gitti.Arkasından bakmadım bile.Küçük olan daha önemliydi. Masumiyet acımanın kaynağıdır.Acıma da iyiliğin.Yeni doğuş bir bebek masum olduğu için sevimlidir.Koruma gereği uyandırır.Küçük kumru da benim için öyleydi.Korunması gereken oydu.Onu sanırım bu yüzden bekliyordum.7. günde cidden tuhaf bir şey oldu.İkisi birlikte geldiler ama küçüğümün kuyruk tüyleri yolunmuştu.Çok sinirlendim.Bu bilinçsiz sinirdi.En kötüsü yani.Bulgura dokunmadan bana bakmaya devam ettiler ve küçüğümün kanatlarının altındaki kurumuş kanı o anda fark ettim.Ona uzanıp almak istedim ve başardım.Farkında olmadan ağlıyordum.Ürkek bir kumrunun güveni tüm odayı kaplayan bir huzurun kaynağı,ellerimdeydi.Büyük olan bizi izliyordu.Sanırım dün de benden yardım istemişti.Küçüğümün canını yakmak istemediğimden yavaşça kanatlarını kaldırdım.Beyin ameliyatı yapıyormuşçasına dikkatle.İki kanadı da kan revan içindeydi.Canı yanmasına rağmen bana pek karşı koymadı,kendini bana bıraktı.Ne yapmam gerektiğine dair en ufak fikrim yoktu.En doğrusunun teyzemi beklemek olduğuna kanaat getirdim.Tam 6 saat... Teyzemin gelmesine ve bu ızdırabın bitmesine sadece 1 saat kaldı diye sevinmeye başladım.Hemen bir veterinere gidecektik muhtemelen.Onu tam 5 saattir çıplak ellerimde tutuyordum ve uyuşukluk umurumda değildi.Büyük olan bize refakat ediyordu.Sonra küçüğüm öksürmeye başladı.Şirin gagası ardına kadar açıldı ve gözleri camlaşmaya başladı.İşte şimdi dehşete kapıldım.Onu hemen veterinere götürmek zorundaydım.Gagası kapanmıyordu.Bir kaç kez elimle ittirmiştim.Ayrıca yardım bekler gibi büyük olana baktığımda küçüğümün kafasında bir anormallik olduğunu fark ettim.Gözlerinin üstü biraz içeriye göçmüştü.Saatlerdir çok az hareket etmişti ve artık hiç etmiyordu Ellerimin git gide daha katı bir şey tuttuğunu hissediyordum.Küçüğüm ölmüştü.Benim ellerimde can verecek kadar güvenmişti demek ki bana.Beni sevmişti.
Üçüncü denemem bu yaza yakın bir zaman diliminde yazdığım tamamıyle gerçek psikolojik sayılabilecek bir yazı.Bazı özel sebeplerden dolayı imla hataları var.Bu yüzden kendim başta olmak üzere okuyan herkesten özür diliyorum.
--TİKSİNTİ--
lisede yine berbat geçen bir günün finalinde,yeni zift dökülmüş karanlık yolun ortasında ,40 derece sıcağın altında minibüs bekliyorum ve burada olmayı gerektirecek ne yapmış olabileceğimi düşünüyorum.iki kızla tanışırım diye biraz da zorlamalarla gittiğim mega alışveriş merkezinden elimde kalan tek şey korkunç bir ter kokusu.muhtemelen saçım da berbat görünüyor.sivilcelerim güneşin altında daha bir parıldıyor.yüzümdeki nur ortalama bir cellattınkinden daha fazla değil.o an koltukaltlarımın ayrılıp uzak bir köşeye çekilmesini istiyorum.bu kadersizliğin içinde malum refüjde dolmuş bekleyen tek organizmayım.karnım acıkmış ama aldırmıyorum.akran bir dişinin beni görmesi olasılığının içime saldığı korku herşeyden daha ağır bir ızdırap.düşünüyorum düşünüyorum ama söyleyemiyorum.çirkinim ben.
beklediğim dolmuş saat başı geçiyor ve yanımda herhangi bir zaman betimleyici cihaz yok.her şey derin bir belirsizliğe gömülmüş durumda.sağ ayakkabımın tabanı çıktı çıkacak.neyse ki markası nike ve durumu kurtarıyor.ya da ben öyle sanıyorum.sefilin tekiyim.
sanırım gözlerim bozulmaya başlamış.karşıda beliren her beyaz taşıtın üstünde yalıkavak yazdığı sanrısına kapılıyorum.ona binmek bir kurtuluş olmayacak hatta beni avutmayacak bile ama içeride benden daha çirkin birilerine rastlayabilirim.bunu bilmek güzel sayılır.ama attığım ilk adımda herkesin brad pitt,herkesin adriana lima olduğunu fark ediyorum.allah ım ne büyük ızdırap diye geçiriyorum içimden ve kendime geliyorum.arka dörtlü muhtemelen hollandalı gençlerden oluşuyor ve evet hepsi brad pitt.önlerinde ise üçlü koltuk mevcut ve üstlerindeki popolar adriana limalara ait.bu da doğru.ama önlere bakınca bilincim yerine geliyor.bir kaç işçi,bir kaç bodrumlu kocakarı ve bir kaç çirkin ergen var.bir de ortada efendi efendi oturan bilge görünümlü muhtemelen alman,yaşlı bir çift.düşündüğümden daha yaşlı olabilirler.adamın ayakkabıları adidas.siyah şeritli beyaz ağırlıklı.üstünde bir safari gömleği var.bodrum u çöllerle kaplı sanmış garibim.onlara acımıyorum ama kollamak istiyorum.burada olmayı hak etmiyorlar.önlerindeki işçiler her an üstlerine atlayıp kötülük yapabilirler.adamın bakışların bunu anlıyorum ve hak veriyorum.sanki onları rehin almış bir el kaide üyesi gibi hissediyorum.bir kaç kez göz göze geliyoruz ve hemen bakışlarımı bana benziyen çirkin insanlara çeviriyorum.ama yandan görüntü vermemeliyim çünkü burnum gereğinden fazla büyük.allah kahretsin
bu arada dakikalardır ayaktayım ve hiç kimsenin inmeye niyeti yok.ellerimi mikrop dolu demirlere sabitlemişim ve ön tarafta ter şeklinde başlyapım arkalara doğru parfümleşen kokuyu takip ediyorum.yine utanıyorum.neyse ki trafik yok diyorum ama ilerledikçe şoförümüz bodrum şivesyle hayat dersi vermeye başlıyor.tartıştığı kişi de önümde ayakta seyahat eden,geniş basenli,çirkin bir yerli bayan.üstelik az önce hapşurdu ve ben "tiksiniyorum" dercesine kafamı geriye doğru çekip yüzümü ekşittim.kadın hasta ve hastanede sıkıntılı saatler geçirdikten sonra dolmuşta yer bulamamaktan yakınıyor.söylediği şeyler turist kardeşlerimin aleyhine "şunlara baksana kamil hepsi domuz gibi gibi,biri de kalkıp buyur demiyoru." bu ne küstahlık diye geçiriyorum içimden.sen kimsin kadın.onlarla bir misin?diye haykırmak istiyorum ama yapamayacak kadar hayatı akışına bırakıcılardanım.derken şoför çıkışıyor."gız sen şimdi niye kalbimi kırıyon?yarın öbür gün gaza etsem,geberip gitsem sen netcen?bunları düşünecen hatice bacı...bunlar hayatın gerçekleri.tamam dilin kemiği yok ama tutmasını bileceen.kalp kırma şu yalan dünyada.ben de elçiyim borda bacım.bana zeval etme."diyor ve arkasında oturan çirkin ergenlerin gülüşmesinden cesaret alarak gaza geliyor,dolmuşu durduruyor ve "gel sen geç bora bakam rahat mıymış?gel geç.geçsene hadi."ulan sen yoluna baksana manyak herif demek istiyorum ama bunu yaparsam koca göbeğiyle çıkık köprücük kemiklerime indireceği ilk darbede cehennemin dibini boylayacağımı düşünerek korkuyorum.ama tuhaf bir şekilde her şeyin şaka olduğunu fark ediyorum.türkler samimi kahkahalar atıyorlar ve onlara bir tek ben eşlik etmiyorum.güzel insanlar anlamsız ve haklı olarak küçümseyici gözlerle bizi izliyorlar.
ama ben biz olmak istemiyorum.diğer tarafta olmak istiyorum.ama güzel insanlarla göz göze gelmeye korkuyorum.eğer dolmuş devrilirse onlarla aynı yerde ölecek olmak bir gurur benim için.onlar yaşamayı hak ediyor.bir süre sonra muhteşem yalıkavak manzarasını gizleyen yeldeğirmenli tepeleri aşarken gururlanıyorum.çünkü az sonra harika bir tabloyla karşılaşacaklar ve bu bizim.hak etmiyoruz ama bizim.bu yakışıklı kötü olmak gibi bir şey.yalıkavak baş verdiğinde beklediğim gibi güzel insanlar pencerelere yumuluyor,fotoğraf çekmek için cebelleşiyorlar.bu çok güzel bir his.farkında olmadan gülümsüyorum.
yokuşu inerken sanayinin önünde işçiler iniyor ve hatice boş koltuğa koca kıçını yayıyor.ben de istemsizce onun boşalttığı ayakta durma yerine kuruluyorum.cama daha yakın ve dehşetle irkiliyorum.hatice az önce hapşurmuş ve elini tutacaklara iyicene bulamıştı.beyaz elim şu anda hatice nin sümüğüyle sevişiyor.zığlık atmak üzereyim.ayakta kalan son kişi olarak yere yığılmak üzereyim.gözlerim kararıyor,midem bulanıyor.ama başarıyorum ve alaman çifte gülümseyebilecek kadar özgüvenim kaldığını fark ettiğimde güçlenip toparlanıyorum.ama onlar gülümsemiyor,hatta bakmıyorlar.doğru ya ben bir teröristim onlar için.özür dilemek istiyorum.
son kilometrede üçlü fıstıkları hiç kesmediğimi fark ediyorum.sanırım dekolteleri olmadığından.zaten çok beyazlar ten uyuşmazlığı yaşarız büyük ihtimalle.ama yüzleri melek gibi.umutsuz durmda ter kokularına gömülmeye devam ediyorum.üçlüdeki kokunun hayali bile güzel.nefis bir dişi kokusu.acımasızca ereksiyon oluyorum.gizlemem gerek.işte şimdi mahvoldum.kıçımı fıstıklara dönerek dışarıyı seyrediyor gözlerim ama aklım bambaşka yerlerde.
garaja yaklaşırken alman çiftin inmeye yeltendiğini fark ediyorum ve saygıyla kenara çekiliyorum.boşalttıkları yerde gözüm yok.oraya layık değilim.ama o da ne yaşlı bayana gülümsereken beyefendi sırtındaki devasa bavulla burnuma hayvani bir darbe indiriyor ve müthiş bir acıya kapılıyorum.saygıdeğer çift özür dilemeden çekip gidiyor.gözlerim doluyor.ama acıdan dolaı değil.bu tuhaf bir his belki de şu ana kadar yazdığım her şey bu duyguyu betimlemek için çünkü inanılmaz üzücü bir durum bu.garaja girdiğimizde gözümden bir damla yaş geliyor.
herkes indikten sonra parayı denkleştiriyorum.4 liram var.bir öğrenci demeye korkuyorum.adam paragöz çok belli.ne de olsa yerli.dikiz aynasından beni süzüyor.tuhaf bir utanca kapılıyorum.bu babadan utanmak gibi."ne kadar?" diye soruyorum.adam halime acıyarak "bu seferlik bedava genç"diyor.başımdan vuruluyorum.parayı koltuğa bırakıp boğazımda düğümlenen utancı yutmaya çalışarak aşağı fırlıyorum.adam arkamdan bağırıyor."delikanlı gel peçete al burnun kanıyor."
evet ben potansiyel bir dalkavuğum.bunu anlamakla kalmıyor.her hücreme işliyorum.sen bir sefilsin diyorum.kendimden tiksiniyorum.