Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş.Bir gün eşi Sokrates'e verip veriştirmi, ağzına geleni söylemiş .Bakmış kocası hiçbir tepki gistermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış.Sokrates,"Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum"demiş.
------------------------------------------------------------------------ Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken,keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:-300 bin kişilik düşman ordusu bize yaklaşıyor" der .Alparslan hiç önemsemeyerek şöyle der: -Biz de onlara yaklaşıyoruz.
------------------------------------------------------------------------- Bir filozofa sormuşlar: Şansa inanırmısınız ? Filozof:Evet, yoksa sevmediğim insanların başarısını neyle açıklarım.
------------------------------------------------------------------------- Bernard Shaw ile Churcill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş.Bernard Show, bir oyunun ilk gecesine, Churchill'i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş: "Size iki kişilik davetiye gönderiyorum.Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz.Tabii dostunuz varsa" Churchill,hemen cevap göndermiş: "Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğimiz için oyuunuzu seyretmeye gelemeyeceğim.İkinci gece gelebilirim,tabii oyununuz ikinci gece oynarsa."
------------------------------------------------------------------------- MUSTAFA KEMAL'DEN DERS
Mustafa Kemal, kurulacak devletin şekli ile ilgili toplumun her kesiminden insanlarla görüşmeler yaparken sıra, mollalar, şeyhler ve din büyüğü geçinen kişilere gelir. Mustafa Kemal bunlara haber göndertip, gelecek hafta kendileriyle bu konuyu görüşeceğini ancak konuşmalarının bir temeli olarak katılacak olan herkesin Bakara suresini 288. ayetine kadar okumalarını rica eder. Toplantı günü gelip çattığında, Mustafa Kemal kürsüye çıkar ve sorar: "Arkadaşlar, buraya gelmeden önce hepinizden Bakara suresini 288'e kadar okumanızı rica etmiştim. Kimler okudu Bakara'yı 288'e kadar?" Salondaki bütün eller istisnasız olarak bu ricayı yerine getirdiklerini belirtmek için havaya kalkar. Bunu üzerine Mustafa Kemal sözlerine devam eder: "Beyler işte, kuracağımız devletin neden din temeline dayanamayacağının açıklaması: Bakara yalnızca 286 ayettir."
4 öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve de matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler, arabaya bindik yolda lastik patladı o yüzden kaçırdık demişler. Neyse demiş hoca 3 gün sonra gelin sizin 4'ünüze sınav yapacağım! 3 gün sonra bu 4 öğrenci sınav olmak için gelir, matematik hocası bu 4'unu sınıfın köşelerine birbirlerine en uzak olacak şekilde oturtmuş. Finali geçmek için de en az 50 almak gerekiyor. Hoca 5 tane soru sormuş ve sayfanın önünde ki 4 tane matematik sorusu basit sorularmış. Ve her biri 10 puanlıkmış. Ancak, kağıdın arkasındaki soru ise tam 60 puanlıktır ve de soru aynen şöyledir: "Arabanın hangi lastiği patladı?"
-------------------------------------------------------------------------- İLGİNÇ ÖLÜM
Ülkenin birinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkum yıllarca uğraşıp bir tünel kazmayı başarır. Fakat kaçmayı başardıktan hemen sonra cezaevi görevlileri tarafından tünel fark edilir ve kaçan mahkum ile polis arasında amansız bir takip başlar. Tekrar cezaevine döndüğünde bir daha asla çıkamayacağının farkında olan mahkum tüm gücü ile kaçar. Ama polis onu yakalamak üzeredir. Kaçarken bir tren istasyonuna ulaşan mahkum, gördüğü ilk trenin vagonuna atlar ve hemen arkasından polis trene ulaşamadan tren hareket eder, vagonların kapıları kapanır. Bu tren yolculuğu boyunca hiç durmayacak olan bir ekspres yük trenidir. Tren hareket ettikten sonra mahkum içerisinde bulunduğu vagonun bir derin dondurucu vagonu olduğunu anlar. Ve bu yolculuktan sağ çıkmasının da mümkün olmadığının farkındadır. Tren durup ta kapıları açılınca kaçan mahkum girdiği vagonda ölü bulunur. Etrafta intihar edebilecek hiç bir malzeme yoktur. Hatta vagonun derin dondurucusu bile çalışmamaktadır!?
-------------------------------------------------------------------------- YAŞLI ADAMIN VERDİĞİ DERS
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar. Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak... Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir. Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve, 'Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim' der. Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle! der, 'Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim.' Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları. 'Bakın' der, 'Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?' 'Olanaksız bayım' der içlerinden biri, 'Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz.'
Büyük gazetelerimizin birinde yönetici semineri veren uzman Türklerin dünyada en kötümser milletlerden biri olduğunu iddia etmiş. Peşinden küçük bir test yapmış. Bitişik sözcüklerden oluşan aşağıdaki cümleyi birkaç saniyeliğine gösterip yöneticilerden okumalarını istemiş: "THEGODISNOWHERE" Katılımcıların hepsi bu cümleyi: "THE GOD IS NO WHERE" diye okumuş. Yani "Tanrı hiçbir yerde değildir" şeklinde. Uzman acı acı gülümsemiş... "Tam beklediğim gibi" diye mırıldanmış. Batı ülkelerindeki seminerlerde katılımcılar bu cümleyi şöyle okurlarmış: "THE GOD IS NOW HERE" Yani: "Tanrı şimdi burada"...
-------------------------------------------------------------------------- BEN OĞLUNUZ
Vietnam' da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır. San Francisco'dan ailesini aradı: "Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum." "Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz," diye cevapladılar. Oğulları, "Bilmeniz gereken bir şey var" diye devam etti. "Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum." "Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz." "Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum." " Oğlum," dedi babası, "bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır." Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.
Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi? Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı.. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu.. Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti. Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..." "Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..." Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?" Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.
-------------------------------------------------------------------------- ALLAH'TAN BİR HEDİYE
Bir genç bir adam üniversiteyi bitirmek üzereydi. Aylardan beri çok istediği ve hoşuna giden bir araba vardı. Bunu babasına duyurdu ve hayatının en çok istediği şeyin bu olduğunu da söyledi babasına. Babasının da bu arabayı alacak gücü vardı. Okulun biteceğine yakın bir donemde, babasından bazı sinyaller bekler arabayı aldı diye. Ve sonunda diploma alma günü gelmiştir ve babası ona onu ne kadar sevdiğini söyledi. Ve sonunda babası oğlana bir hediye paketi verdi. Meraklı ve az hüzünlü bir şekilde paketi çocuk açar ve için de deri kaplı bir KURAN-I KERİM bulur. Kızgın bir şekilde babasına bağırır: "Bu kadar paran var ve sen bana KURANI KERİM veriyorsun" Çocuk kitabı bırakır ve evden koşarak kaçar. Yıllar geçer aradan ve genç adam çok başarılı bir iş adamı olur. Her istediğine kavuşmuş biri olur. Çok güzel bir evi ve sevgi dolu bir ailesi vardır. Ama bir dönem sonra kendi kendi ne düşünür, babasının çok yaşlandığını ve onu görmeye gitmesi gerektiğini düşünür. O evden çıktığı günden beri babasını hiç görmemiştir. İşlerini halledir babasına gidesiye kadar, kendine bir telgraf gelir ve telgrafta babasının öldüğünü ve babasının tek varisidir. Onun için oraya gitmesi lazımdır. Babasının evine geldiğinde kendisini üzüntülü ve suçlu hisseder. Ve babasının bütün kağıtlarına bakarken birden gözüne o Kuran-ı Kerim çarpar. Kitap kendisinin evden çıktığı zaman ki bıraktığı yerdedir. Kitap o dönemden beri hiç yerinden alınmamıştır. Gözlerinden yaş gelerek Kuran-ı açar ve içinden okumaya başlar. Sözleri okurken, içinden bir zarf çıkar ve içinde de bir anahtar. Ve anahtarın ucunda bir anahtarlık vardır. Onun üstünde de bir yazı; araba garajının ismi ve o araba garajında da beğendiği araba durmaktaydı. Bir başka yazı da diploma töreninin günü ve bir kelime daha......'Parası tamamen ödenmiştir"
quote:
İLGİNÇ ÖLÜM
Ülkenin birinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkum yıllarca uğraşıp bir tünel kazmayı başarır. Fakat kaçmayı başardıktan hemen sonra cezaevi görevlileri tarafından tünel fark edilir ve kaçan mahkum ile polis arasında amansız bir takip başlar. Tekrar cezaevine döndüğünde bir daha asla çıkamayacağının farkında olan mahkum tüm gücü ile kaçar. Ama polis onu yakalamak üzeredir. Kaçarken bir tren istasyonuna ulaşan mahkum, gördüğü ilk trenin vagonuna atlar ve hemen arkasından polis trene ulaşamadan tren hareket eder, vagonların kapıları kapanır. Bu tren yolculuğu boyunca hiç durmayacak olan bir ekspres yük trenidir. Tren hareket ettikten sonra mahkum içerisinde bulunduğu vagonun bir derin dondurucu vagonu olduğunu anlar. Ve bu yolculuktan sağ çıkmasının da mümkün olmadığının farkındadır. Tren durup ta kapıları açılınca kaçan mahkum girdiği vagonda ölü bulunur. Etrafta intihar edebilecek hiç bir malzeme yoktur. Hatta vagonun derin dondurucusu bile çalışmamaktadır!?
nasıl ölmüş o zaman
çok hoş. okumak güzeldi...
quote:
quote:
quote:
İLGİNÇ ÖLÜM
Ülkenin birinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkum yıllarca uğraşıp bir tünel kazmayı başarır. Fakat kaçmayı başardıktan hemen sonra cezaevi görevlileri tarafından tünel fark edilir ve kaçan mahkum ile polis arasında amansız bir takip başlar. Tekrar cezaevine döndüğünde bir daha asla çıkamayacağının farkında olan mahkum tüm gücü ile kaçar. Ama polis onu yakalamak üzeredir. Kaçarken bir tren istasyonuna ulaşan mahkum, gördüğü ilk trenin vagonuna atlar ve hemen arkasından polis trene ulaşamadan tren hareket eder, vagonların kapıları kapanır. Bu tren yolculuğu boyunca hiç durmayacak olan bir ekspres yük trenidir. Tren hareket ettikten sonra mahkum içerisinde bulunduğu vagonun bir derin dondurucu vagonu olduğunu anlar. Ve bu yolculuktan sağ çıkmasının da mümkün olmadığının farkındadır. Tren durup ta kapıları açılınca kaçan mahkum girdiği vagonda ölü bulunur. Etrafta intihar edebilecek hiç bir malzeme yoktur. Hatta vagonun derin dondurucusu bile çalışmamaktadır!?
nasıl ölmüş o zaman
belliki korkudan ölmüş.
quote:
Orjinalden alıntı: barsgan
quote:
quote:
quote:
İLGİNÇ ÖLÜM
Ülkenin birinde ömür boyu hapis cezasına çarptırılan bir mahkum yıllarca uğraşıp bir tünel kazmayı başarır. Fakat kaçmayı başardıktan hemen sonra cezaevi görevlileri tarafından tünel fark edilir ve kaçan mahkum ile polis arasında amansız bir takip başlar. Tekrar cezaevine döndüğünde bir daha asla çıkamayacağının farkında olan mahkum tüm gücü ile kaçar. Ama polis onu yakalamak üzeredir. Kaçarken bir tren istasyonuna ulaşan mahkum, gördüğü ilk trenin vagonuna atlar ve hemen arkasından polis trene ulaşamadan tren hareket eder, vagonların kapıları kapanır. Bu tren yolculuğu boyunca hiç durmayacak olan bir ekspres yük trenidir. Tren hareket ettikten sonra mahkum içerisinde bulunduğu vagonun bir derin dondurucu vagonu olduğunu anlar. Ve bu yolculuktan sağ çıkmasının da mümkün olmadığının farkındadır. Tren durup ta kapıları açılınca kaçan mahkum girdiği vagonda ölü bulunur. Etrafta intihar edebilecek hiç bir malzeme yoktur. Hatta vagonun derin dondurucusu bile çalışmamaktadır!?
nasıl ölmüş o zaman
belliki korkudan ölmüş.
Hayır adam kendini dondurucuda sanmıs pisko olarak donmuş yani buraı sıcak oldu diyince insana sıcak geliy ya onun gibi bişi...