Şimdi Ara

CENAZE... (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
156
Cevap
1
Favori
9.997
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Çok dikkatli okuyamamışsın bir kere daha ve acele etmeden sindire sindire oku. Her satırdan bir kaç cümle okuyup " her halde bunu demek istemiştir " diye düşünerek OTOMATİK cevap vermişsin gibi geldi bana.
  • Melih Abicim ve diğer arkadaşlar,
    İnanın sözlerimle kimseyi eleştirme gibi niyet taşımadım.Farklı görüşlerin olması normaldir ve bunları tartışmak da son derece sağlıklı birşeydir.
    Ancak farkında mısınız,millet olarak hemen hemen hiçbir konuda ortak bir noktaya gelemiyoruz.Buradaki tartışma için söylemiyorum bunu.Başka forumlarda ,değişik ortamlarda, bir konu açıldığında bu hemen tartışma (kavga anlamında) ortamına sürükleniyor.Bence günümüzde milletçe bizi geri bırakan konulardan en önemlisi bu.Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur deriz ama bazen Türk'ün Türk'e yaptığını başka hiç kimse yapamaz.
    İçimizdeki bu birleşememe problemi belki de kastılı olarak yıllardır yapılan çabaların sonucu.Türk milletinin tek yürek olduğunda neler yapabileceğini bilenler ,öncelikle bunun tedbirlerini almışlardır herhalde.Ama buradan hemen "dış mihraklar" edebiyatına da sapmamalıyız.Evet "dış mihraklar" olabilir.Mihrak kelime anlamıyla "odak,güç" anlamına geliyor.Dış mihraklar varsa iç odaklar da olmalıdır o zaman.Yani bizler.Bunun da bir savaş cephesi olduğunu bilmeliyiz.Artık dördüncü nesil savaşlardan,psikolojik savaşlardan bahsediliyor.Bu konular elbette bizim alanımıza girmiyor.Bunu da milli hassasiyete sahip uluslararası ilişkiler uzmanlarımızın,siyasetçilerimizin ve stratejistlerimizin düşünmesi lazım.Ancak görülen o ki "irtica" dan başka bir tehdit algılamamız yok.
    Amerika konusuna gelince:
    Tarihte değişmeyen bir gerçek vardır:Hangi devlet zamanının bilim adamlarına düşünürlerine sahip çıkmış onları desteklemiş ise o devlet süper güç olmuştur.Bugün Amerika’yı süper güç yapmış gücün teknolojik alandaki ilerlemesi olduğu hepimizin kabulüdür herhalde.Yani olay tarihin bir gerçeğidir.Ordaki buluşları yapanların çoğunun yabancı olması gerçeği değiştirmez.Amerika’nın belki de en takdir edilecek özelliğ de budur (belki de tek özelliği) Dünyanın en büyük beyinlerini kendisine çekmiştir.Bugün bu süreç biraz gerilemekte.Uzakdoğulu birçok mühendis ve bilim adamı ülkelerine dönmektedir.Çünkü artık ülkeleri de kendilerine uygun ortamları sağlayacak duruma gelmiştir.Darısı ülkemizin başına.
    Bütün bu tartışma bir arkadaşımızın “değer”e dönüşemeyen bir projesi yüzünden oldu.Arkadaşa geçmiş olsun demekten başka diyecek bir şeyimiz yok.Nice beyinler boşa harcanmakta ülkemizde.Ama bu birgün değişecektir elbette.O güne kadar elimizden geleni yapmaktan başka çaremiz yok.




  • işte bu noktada geri kalıyoruz. şunu demek istiyorum. neden bu ucuzculuk? neden kalite olmasın? neden japon mallarına kaliteli denir ? neden çin malına uyduruk denir anında. nedeni bu işte ucuzculuk!
    halbuki biraz pahalı olsun, kaliteli olsun. dünya çapında tanınalım. marka edinelim. marka bu şekilde olur. yoksa bu zihniyetle gidilirse ancak markasız çin ürünleriyle fiyat yarıştırıp arada eriyip gidersiniz....
    quote:

    Orjinalden alıntı: untayk

    selamlar.
    arkadaşlar BURAK kardeşimiz olayın açıklamasını yapmıştı kendi lisan-ı halince , ancak forum yönetimince kısa bir süreliğine uzaklaştırılmış cevabi yazısındaki kelimalar yüzünden.
    Olayın özeti şöyle:
    bir firmada yaklaşık 1 yıl gibi çalışarak bu cihazın biraz daha basit bir şeklini gerçekleştirdi. ancak bu proje hiçbir zaman üretime geçirilmedi.
    Bunun üzerine arkadaşımız işten ayrılarak kendi imkanları ile bunu üretmeye karar verdi. Burada da karşısına laboratuar ve imkansızlıklar çıktı maalesef.
    En azından birkaç test cihazını temin edebilmek uğruna bir zamanlar benim de çalıştığım bir firmaya proje olarak benzeri bir cihazı geliştirdi. Ve bu yaklaşık 7-8 aylık çabanın sonucunda birkaç laboratuar cihazını ücret olarak aldı. bu dönem içerisinde de sektörde iyi bilinen bir firmada pro-audio cihaz tamiri yaparak geçimini sağlamak zorunda kaldı. Bunun manası ise geceleri sabahlamak zorunluluğu !!!
    Bu kez tamir servisi olarak çalışan firma projeye heveslendi. Son aşama resimlerdeki cihaz oldu. Ve tam üretim aşamasında o firma da , yan çizerek " bu kadar maliyetli olacağını düşünmüyorduk !!! " dedi. Halbuki işin başlangıç günlerinden beri maliyet kabaca belli idi ve bir artış da olmadı son aşamada.
    Cihaz test edilirken CROWN marka cihazla karşılaştırıldı ve aradaki fark tamamen ihmel edilebilecek seviyede idi. Ancak fiyatı , INTER-M marka uzakdoğu malı paçavra bir cihazla oranlanmaya kalkıldı. Zaten olayın bu kısmı niçin ilerleyemediğimizi ve zihniyetimizin bozukluğunu anlatmaya sanırım yeterli olacaktır.
    Kardeşimiz bu can acısı ile yazdığı kötü kelimelere bu yüzden diyecek birşey bulamıyorum. Yine de tüm arkadaşlardan , dostumuz adına özür diliyorum.
    Saygılar.




  • Bunun için öncelikle bir "devlet politikası" nın oluşturulması lazım.Yani devlet "ben önümüzdeki 10/20/30 yıl için .... alanında gelişeceğim,bu konuda teşvikler vereceğim,teknoloji stratejimiz budur" diyecek.Bu aland çalışma yapan firmalar,projeler desteklenecek.Bakın bugün Hindistan 20-30 yıl
    önce uygulamaya koyduğu politikaların sonucunu alıyor.Çin de ciddi anlamda bir devlet teşviği uygulanmıştır.Bu işler hemen bugünden yarına olacak şeyler değil.
    Bizdeki teşvik politikası ise belirsizdir.Herkese,her alana teşvik olamaz.Öncelikli alanların belirlenmesi lazım.
  • Sevgili coşkun arkadaşım. Şunun bilinmesi isterim ki yazdıklarım kavga için değildi. Herhangi bir satırı yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermişse kastım bu değildir. Sana ve buradaki herkesin fikirlerine ve bunu belirtme istemine her zaman saygı duydum ve duyacağım. Ben bu sebeple bu forumun bağımlısıyım. Kimseyi yermek gibi bir tavır içinde değilim olamam.

    Ayrıca yukarıda yazdıklarına canı gönülden katılıyorum.

    Saygılar.
    Melih
  • başın sağolsun dostum...
  • Sevgili dostlar.
    hemen hemen tüm arkadaşların söylediğine katılıyorum.
    Mesela ben İTÜ el. ve hab. müh. bölümünde PROF. sıfatlı bir zata 1FARAD lık kondansatörün bir top sahası büyüklüğünde değil , bir kalem pilin 6 da biri gibi bir boyutta üretidiğini söylediğim için , daha ortaokulda iken öğrendiğim elektroteknik bilgilerimin yetersiz olduğu iddiası ile okuldan atıldım. Ve bir müh. olmaktan nefret eder bir vaziyete geldim. Halbuki orası ilk tercihim di ve orası tutmasa idi 5. tercihimdeki Yıldız T.Ü. nin aynı bölümünü kazanacaktım.
    Bu tür nefret edilesi şeref abidesi !!! proflar yüzünden İktisat mezunu olabildim ancak.
    Ama bu kişilerin hatası , benim meslek olarak bu dalı seçmeme ve acizane çok yüksek bilgi seviyelerine ulaşmama mani olamadı. Bu tür insanlara rağmen birşeyler yapmalıyız. Çok zor. mesele ben hiçbir zaman bir CAM PLAZA tarzı bir ofiste çalışma imkanına kavuşamadım. Hatta aksine hep izbe , kuytu elektronik atölyelerine mahkum oldum. Show-room lar ışıltılı , temiz , dekoratif vs. olduğu halde atölyeler hep üvey evlat muamelesi görüyor ülkemizde. Ama buna rağmen birşeyleri başaramazsak , o zaman elin oğlunu düşman görmeye devam ederiz. Düşman düşmanlığını elbette yapacak. bu onun doğal görevi... Bize düşen ise tüm zorluklara rağmen sonuna kadar mücadelemizi sürdürmektir.
    Zor , eziyetli ve maalesef çok da maddi imkanlar vermeyecek bu mücadele bizlere ama birşeyleri kendimiz başarmak zorundayız.
    Saygılar.




  • Yapma yaw içim gitti yaw demek okuldan atıldın biraz alttan alsaydın be abicim
    quote:

    Orjinalden alıntı: untayk

    Sevgili dostlar.
    hemen hemen tüm arkadaşların söylediğine katılıyorum.
    Mesela ben İTÜ el. ve hab. müh. bölümünde PROF. sıfatlı bir zata 1FARAD lık kondansatörün bir top sahası büyüklüğünde değil , bir kalem pilin 6 da biri gibi bir boyutta üretidiğini söylediğim için , daha ortaokulda iken öğrendiğim elektroteknik bilgilerimin yetersiz olduğu iddiası ile okuldan atıldım. Ve bir müh. olmaktan nefret eder bir vaziyete geldim. Halbuki orası ilk tercihim di ve orası tutmasa idi 5. tercihimdeki Yıldız T.Ü. nin aynı bölümünü kazanacaktım.
    Bu tür nefret edilesi şeref abidesi !!! proflar yüzünden İktisat mezunu olabildim ancak.
    Ama bu kişilerin hatası , benim meslek olarak bu dalı seçmeme ve acizane çok yüksek bilgi seviyelerine ulaşmama mani olamadı. Bu tür insanlara rağmen birşeyler yapmalıyız. Çok zor. mesele ben hiçbir zaman bir CAM PLAZA tarzı bir ofiste çalışma imkanına kavuşamadım. Hatta aksine hep izbe , kuytu elektronik atölyelerine mahkum oldum. Show-room lar ışıltılı , temiz , dekoratif vs. olduğu halde atölyeler hep üvey evlat muamelesi görüyor ülkemizde. Ama buna rağmen birşeyleri başaramazsak , o zaman elin oğlunu düşman görmeye devam ederiz. Düşman düşmanlığını elbette yapacak. bu onun doğal görevi... Bize düşen ise tüm zorluklara rağmen sonuna kadar mücadelemizi sürdürmektir.
    Zor , eziyetli ve maalesef çok da maddi imkanlar vermeyecek bu mücadele bizlere ama birşeyleri kendimiz başarmak zorundayız.
    Saygılar.




  • sene 1984 idi ve YÖK ün en etkili , yetkili ve şiddetli olduğu yıllardı maalesef. Ve bahsettiğim zatın 25 yıl önce yazdığı kitabı , ders kitabı olarak okutuluyordu...
  • Tahmin etmiyorum ama Bu hocanın adı İsmail ( soyadını hatırlayamadım ) miydi. Elektirik Mühendisliğinden sonra yüksek Lisansla Elektronik Mühendisi olduğunu söylemişti. Kendisi benim kurs öğretmenim olur merak ettim.
    quote:

    Orjinalden alıntı: untayk

    Sevgili dostlar.
    hemen hemen tüm arkadaşların söylediğine katılıyorum.
    Mesela ben İTÜ el. ve hab. müh. bölümünde PROF. sıfatlı bir zata 1FARAD lık kondansatörün bir top sahası büyüklüğünde değil , bir kalem pilin 6 da biri gibi bir boyutta üretidiğini söylediğim için , daha ortaokulda iken öğrendiğim elektroteknik bilgilerimin yetersiz olduğu iddiası ile okuldan atıldım. Ve bir müh. olmaktan nefret eder bir vaziyete geldim. Halbuki orası ilk tercihim di ve orası tutmasa idi 5. tercihimdeki Yıldız T.Ü. nin aynı bölümünü kazanacaktım.
    Bu tür nefret edilesi şeref abidesi !!! proflar yüzünden İktisat mezunu olabildim ancak.
    Ama bu kişilerin hatası , benim meslek olarak bu dalı seçmeme ve acizane çok yüksek bilgi seviyelerine ulaşmama mani olamadı. Bu tür insanlara rağmen birşeyler yapmalıyız. Çok zor. mesele ben hiçbir zaman bir CAM PLAZA tarzı bir ofiste çalışma imkanına kavuşamadım. Hatta aksine hep izbe , kuytu elektronik atölyelerine mahkum oldum. Show-room lar ışıltılı , temiz , dekoratif vs. olduğu halde atölyeler hep üvey evlat muamelesi görüyor ülkemizde. Ama buna rağmen birşeyleri başaramazsak , o zaman elin oğlunu düşman görmeye devam ederiz. Düşman düşmanlığını elbette yapacak. bu onun doğal görevi... Bize düşen ise tüm zorluklara rağmen sonuna kadar mücadelemizi sürdürmektir.
    Zor , eziyetli ve maalesef çok da maddi imkanlar vermeyecek bu mücadele bizlere ama birşeyleri kendimiz başarmak zorundayız.
    Saygılar.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi melih.yanardağlar -- 3 Ekim 2006; 4:12:59 >




  • ya cenaze diye başlık yazmayın ya da başlığı yazdıktan sonra ölün ya da saçma sapan başlık yazıp insanları endişelendirmeyin.
  • sanırım haklısın lftx dostum...
    bu arada bahsettiğim zaat-ı muhterem hocamız:
    http://www.elk.itu.edu.tr/tarih/honal.html
    idi sağolsun.
    Saygılar.
  • abi bu hocanın son kullanma tarihi geçmiş.cumhuriyetle yaşıt bu amca. Bizim de böyle bir hocamız var ama o daha sonraki modellerden. böyle harcanıyor genç beyinler. farklı bir düşünce oluştumu attır okuldan gitsin. Nasıl bir zihniyet anlamış değilim. çok sinirleniyorum böyle tiplere.




  • evet cezam bitti. merhaba yeniden.fazla soz gereksiz.yuz yillardir sure gelen turk mantigini degistirmemize imkan yok.turkiye her zaman geri kalmaya mahkum bir ulkedir.bu ulkeyi degistirmeye calismak sedece omur tuketmektir.bosa calismayalim.eger bir gun param olursa bankaya yatirip faizini yiyecem sadece...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: irdal

    abi bu hocanın son kullanma tarihi geçmiş.cumhuriyetle yaşıt bu amca. Bizim de böyle bir hocamız var ama o daha sonraki modellerden. böyle harcanıyor genç beyinler. farklı bir düşünce oluştumu attır okuldan gitsin. Nasıl bir zihniyet anlamış değilim. çok sinirleniyorum böyle tiplere.

    Arkadaşım kesinlikle katılıyorum görüşlerine. Sinirlenilmeyecek gibi değil. Adamlar zamanında elde ettiği kadroları babalarının malı zandediyorlar. Olmaz ki böyle.Amca 70-80 yaşına gelmiş hala bundan gençlere birşeyler öğretmesini bekliyoruz. Onun zamanındaki teknoloji şuanki bir değil birkere. Bu insanların bu yaşalardan sonra yeni gelişmeleri takip etmeleri mümkün değil. Tamam belki zamanında bu öğretim görevlileri bu ülke için verimli şeyler yapmış olabilir ama zamanı geldiğindede gençlere yerlerini burkmaları gerek. Gençlerimizin önü kapanmamalı. Bir eğitimci olarak böyle düşünüyorum.




  • Merhabalar konu amerika ,beyin göçü ,üreten adama köstek vb. konulara gelmiş.25 yıldan beri yaşıyor olmama rağmen bugün tv de birşey öğrendim ve internette araştırdım. sizler biliyormuydunuz bilmiyorum ama 1961 yılında tamamen Türk mühendisleri tarafından ve sadece 4.5 ayda bir otomobil üretildi peki sonra nemi oldu eğer vaktiniz varsa okuyun benim çok canımı sıktı nedense.Konuyla alakası olmadığını düşünenler olursa kusura bakmasınlar ama neden bu haldeyiz sorusuna cevap bulmaya çalışırken belki bir fikir verebilir. bir kaç siteden konuyla ilgili yazılanları aldım aşağıdakiler alıntıdır

    -----------------------------------------------------------------------------------
    Türk milletinin mensupları boylarını aşan işlerle uğraşmayıp
    sürekli "ekmek" peşinde koşmalı, öyle değil mi ya!

    İşte "Devrim", bundan tamı tamına 42 yıl önce, hayâl kurması
    şiddetle yasaklanmış olan böyle bir toplumda doğdu.
    Türkiye'nin ilk gerçek yerli otomobil prototipiydi o. Koç
    topluluğunun resmî tarihe göre "ilk" sayılan "Anadol"undan
    daha önce doğmuştu. Ancak, dedik ya, bu sıkıştırılmış toplum için
    haddi fazlasıyla aşan bir çabanın, cüretkâr bir
    hayâl gücünün ürünüydü "Devrim".

    Nitekim, anında cezalandırıldı. Bir daha da yıllar boyunca kimseler
    adını bile anmayacaktı. Anmamak şöyle dursun,
    üç tane gıcır gıcır "Devrim"den ikisinin karanlık güçler tarafından
    preslenerek yok edildiğini biliyoruz bugün.
    Sonuncu otomobili ise ona emek veren Eskişehirli işçiler güç bela
    kurtardılar hayâl düşmanlarının ellerinden...

    16 Haziran 1961 günü Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendislerinden 20 kadarı Ankara' da bir toplantıya çağrıldılar.

    Toplantıya başkanlık eden Genel Müdür Yardımcısı Emin BOZOĞLU, Ulaştırma Bakanlığından alınan bir yazıyı okudu. Yazıda “ Ordunun cadde binek ihtiyacını karşılayacak bir otomobil tipinin geliştirilmesi “ görevinin TCDD İşletmesine verildiği ve bu amaçla 1.400.000.-TL ödenek ayrıldığı belirtiliyordu.

    Verilen termin 29 Ekim 1961, yani tanınan süre 4.5 aydı. Bu süre içinde bu çapta bir geliştirme çalışması yapılabilir miydi ? Bırakınız geliştirmeyi, hiçten yola çıkarak, çalışabilecek bir otomobil yapılabilir, böyle bir mucize gerçekleştirilebilir miydi? Toplantıda söz alanların çoğu böyle bir projede seve seve çalışmaya hazır olduklarını, fakat böylesine kısa bir sürede sonuç alınabileceğini sanmadıklarını dile getirmeye çalışmış, bir kısmı da “ hayır “ demişlerdi.

    Tüm ülkede ise üniversitesinden, basınına, bir avuç sanayicisinden, politikacısına, sesini duyurabilen herkes Türkiye'de ne otomobil, ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, hatta film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyordu.

    Fakat bu inanılmaz şey gerçekleşiyor ve 29 Ekim 1961 sabahı Türkiye' de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye' de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi binasının önüne götürülerek Cumhurbaşkanı Cemal GÜRSEL Paşa' ya sunulabiliyor, bir ikincisi Paşa' yı Anıtkabir' e götürüyor, sonra da Hipodrom' daki geçit resmine katılıyordu.

    Bu nasıl gerçekleşmişti ?

    Projeyle başka bir kuruluşun değil de Demiryollarının görevlendirilmiş olması,bir yandan, o tarihlerde TCDD' nin onarım amacıyla kurulmuş fakat geniş ölçüde yedek parça imal eden Ankara, Eskişehir, Sivas ve Adapazarı' ndaki fabrikaları ile önemli bir teknik potansiyeli ve yetişmiş işçisinden mühendisine kadar güçlü bir teknik kadrosunun bulunması, öte yandan Genel Müdür Yardımcısı Yüksek Mühendis Emin BOZOĞLU' nun asker kökenli ve aynı zamanda Sıtkı ULAY Paşa' nın akrabası olması dolayısıyla Milli Birlik Komitesi ve çoğu kabine üyelerince yakından tanınıyor ve güveniliyor olmasının sonucu idi.

    Yüksek Mühendis Emin BOZOĞLU yönetim grubunun başı olarak, projenin yürütülmesi ve sonucuna ulaştırılmasında da gruptaki öteki yöneticiler gibi bütün bürokratik engelleri cesaretle aşarak her türlü imkanı sağlamak ve kimi kişisel sorunlar, kimi görevin çok yanlılığı ve ivediliği gibi nedenlerle büyük gerilim altında bulunan 20 mühendisin olağanüstü bir tempoyla fakat gönül rahatlığı içinde çalışmalarını sağlamak suretiyle de birinci derecede rol oynamıştı.

    Zamana karşı yapılan yarışın kazanılmasında ikinci etken, görev alan mühendislerin proje süresince hafta sonları da dahil her gün, en az 12' şer saat, gerektiğinde bazı geceleri sökülmüş bir otomobil sedirinin üzerinde birkaç saat kestirmek suretiyle işbaşında kalmaktan kaçınmayacak ölçüde davaya gönül vermiş olmalarıydı.

    16 Haziran 1961 günü yapılan toplantıda, çalışmalar için en uygun yerin, (bugünkü TÜLOMSAŞ) Eskişehir Demiryol Fabrikalarında dökümhane olarak yapılıp kullanılmayan bir bina, en uygun yöntemin de elden geldiğince çeşitli tipten otomobil yapısını yakından inceleyerek fikir edindikten sonra, yapılacak tipin boyutları, motor, şanzıman vb. öteki grup ve parçalarının nasıl tasarlanıp imal edileceği üzerinde durulması olduğu sonucuna varıldı.

    İşyeri olarak seçilen atölyenin hazırlanması için Eskişehir' e talimat verildi ve otomobili olanların 19 Haziran' da Eskişehir' de bulunmaları istendi. Dökümhane binası zemini, lokomotif kazanlarında kullanılmak üzere alınan saç levhalarla döşendi. Kapının üzerine, kocaman rakamlarla kaç gün kaldığını gösteren bir levha asıldı. Projenin bitimine dek bu levha, her gün bir azalarak, sonuna kadar orada kaldı. Atölyede bir başüstü gezer vinç, çeşitli bankolar ve bir toplantı masası vardı. Yakınında bir de çay ocağı bulunan bu masa dört ay süreyle hem toplantılar, hem dinlenme, hem de gerektiğinde çalışma masası olarak kullanıldı.

    Atölyede yapılan ilk toplantıda “ Yönetim Grubu “ açıklandı. Genel Müdür Yardımcısı Emin BOZOĞLU başkanlığında, Fabrikalar Dairesi Başkanı Orhan ALP, Cer Dairesi Başkanı Hakkı TOMSU, Cer Dairesi Başkan Yardımcısı Nurettin ERGUVANLI, Eskişehir Demiryol Fabrikaları Müdürü Mustafa ERSOY, Adapazarı Demiryol Fabrikası Müdürü Celal TANER, Ankara Demiryol Fabrikası Müdürü Mehmet NÖKER' den oluşan grupta iki de emekli subay vardı: Genel Müdürlük Müşaviri Hüsnü KAYAOĞLU ve Necati PEKÖZ. Ardından çalışma grupları belirlendi: Dizayn, motor-şanzıman, karoseri, süspansiyon ve fren, elektrik donanımı, döküm işleri, satın alma işleri ve maliyet hesapları grupları.

    Önce otomobilin ana hatları saptandı. Dört ila beş kişilik, toplam 1000-1100 kg-ağırlığında, orta boy denilebilecek bir tip üzerinde mutabık kalındı. Motor 4- zamanlı ve 4 silindirli olmalı, 50-60 BG vermeliydi.

    Karoseri için hazırlanan 1:10 ölçekli maketlerden seçilen birinin 1:1 ölçekli alçı modeli yapıldı. Karoserin damı, kaput ve benzeri saçları, bu modelden alınan kalıplarla yapılmış beton bloklara çekilmek ve çekiçle düzeltilmek suretiyle tek tek imal edildi. Bir yandan da Willy's Jeep, Warswa, Chevrolet, Ford Consul, Fiat 1400 ve 1100 motorlarının incelenmesinden sonra Warswa motoru örnek alınarak yandan supaplı bir 4- silindirli motorun gövde ve başlığı Sivas Demiryol Fabrikasında dökülüp, Ankara Demiryol Fabrikasında işlendi. Piston, segman ve kolları Eskişehir' de yapıldı. Motor Ankara Demiryol Fabrikasında monte edildi. Frenlemede 40 BG' den fazla güç alınamayan bu motora alternatif olarak Ankara Fabrikası aynı gövde ve krank milinden yola çıkarak başka bir tip geliştirdi. B- motoru adı verilen üstten supaplı bir üçüncü motorda Eskişehir' de imal edildi.

    Süspansiyon grubu ön takımlar için “ Mc Pherson “ sistemini önerdi ve numuneye göre Eskişehir' de imal edildi.

    Eylül sonlarına doğru ön ve arka camları piyasada bulunabilenlere intibak ettirme zorunluluğu nedeniyle modele göre biraz değiştirilmiş, iki gövde çakılmış ve biri A, öteki B tipinden iki ayrı motor hazırlanmış bulunuyordu. Şanzımanlar, Ankara Fabrikasınca tümü yerli olarak yapılmıştı.

    Montaja geçildiğinde karşılaşılan en büyük sorun, gövde – motor uyumunu sağlamak, debriyaj, gaz ve fren kumanda mekanizmalarını yerleştirmek ve direksiyonun en uygun konumunu bulmaktı. Ayarlı direksiyon önerisi kabul edilmedi. İki yıl sonra Cadillac bunu bir yenilik olarak getiriyordu.

    Nihayet Ekim ortalarında Devrim otomobillerinden ilki tecrübeye hazır duruma gelebildi. Elektrik donanımı ile diferansiyel dişlileri, kardan istavrozları ve motor yatakları ile cam ve lastikleri dışında tüm parçaları yerli idi.

    Bir yandan bu ilk otomobilin yol tecrübeleri sürdürülürken bir yandan da Cumhurbaşkanı' na sunulmak üzere B- motoru ile donatılan ikinci otomobilin yetiştirilmesine çalışılıyordu. Siyah renkteki bu 2 numaralı Devrim' in son kat boyası ancak 28 Ekim akşamı vurulabildi. Pasta ve cilası Ankara' ya sevk edilirken gece trende yapıldı. Buharlı lokomotiflerle çekilen trende bacadan sıçraması muhtemel kıvılcımlardan ötürü güvenlik önlemi olarak benzin depoları boşaltıldı.

    Tren sabaha karşı Ankara' ya ulaştı. İki Devrim Otomobili o zamanlar Sıhhiye semtinde bulunan Ankara Demiryol Fabrikası' na indirildi. Manevra imkanı sağlamak için depolarına yalnızca birkaç litre benzin kondu. Asıl ikmal sabahleyin Sıhhiye' deki Mobil Benzin İstasyonundan yapılacak, sonra da Meclis' e gidilecekti.



    29 Ekim sabahı, Devrimler motosikletli oldukça kalabalık bir trafik ekibinden oluşan eskortun arasında yola çıktı. Çıktı ama, eskorttakiler, benzin alma işinden haberleri olmadığı için, Mobil' e uğramadan yola devam ettiler. Meclis' in önüne gelindiğinde durum anlaşıldı, acele getirilen benzin 1. Arabaya kondu. 2 numaraya konacağı sırada Cemal Paşa Meclis' in önüne gelmiş ve Anıtkabir'e gitmek üzere 2 numaralı Devrim Otomobiline binmişti. Yola çıkıldı. Fakat 100 m. Kadar sonra motor öksürerek durdu. Cemal Paşa' nın “ Ne oluyor ? “ sorusuna direksiyondaki Yüksek Mühendis Rıfat SERDAROĞLU “ Paşam, benzin bitti. “ cevabını verdi. Paşa' dan özür dilenilerek 1 numaralı Devrim' e geçmesi rica edildi. Buna uyan Cemal Paşa Anıtkabir' e bu otomobil ile gitti. İnerken ünlü “ Batı kafasıyla otomobil yaptınız ama, doğu kafasıyla benzin ikmalini unuttunuz ” sözlerini söyledi.

    Ertesi gün bütün gazetelerin söz birliği etmişcesine “ 100 metre gidip bozuldu “ başlığını attıkları 2 numaralı Devrim, aynı gün Hipodrom' daki geçit törenine katılıyor, ne bundan, ne de Cemal Paşa' nın Anıtkabir' e bir başka Devrim otomobili ile gittiğinden söz ediliyor; yalnızca haber, yorum ve fıkralarda harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vuruluyordu. Oysa aynı yıl Tarım Bakanlığı bütçesine konmuş bulunan “ At neslinin ıslahı “ için 25 Milyon TL. ödenek ve sonucundan kimse söz etmiyordu.

    TÜLOMSAŞ Karoseri Grubundan Y. Mühendis SALİH KAYA SAĞIN' ın yazısından derlenmiştir.

    NOT : 1961 yılında 4 adet üretilen DEVRİM Otomobillerinden sadece birisi günümüze ulaşmıştır. TÜLOMSAŞ Müzesi bahçesinde, özel olarak yapılan camlı garajda muhafaza edilen DEVRİM Otomobili halen çalışır durumdadır.

    İLK TÜRK OTOMOBİLİ'NİN TEKNİK ÖZELLİKLERİ

    OTOMOBİLİN AĞIRLIĞI 1250 KG
    MOTOR TİPİ A4L
    MOTOR DEVRİ 3600 D/DK
    SİLİNDİR SAYISI 4
    SİLİNDİR ÇAPI 81 MM
    GÜÇ 50 HP
    KARAKTERİSTİK 4 ZAMANLI, SU SOĞUTMALI,YANDAN SÜBAPLI,
    BASINÇLI YAĞLAMA.

    İMAL SÜRESİ 4,5 AY
    İMAL TARİHİ 1961

    İMAL YERİ ESKİŞEHİR DEMİRYOLU FAB.
    ÜRETİM SAYISI 4


    Not:Alıntıdır

    İKİNCİ BİR SİTEDEN ALINANLAR.

    Bunu okuyun da içiniz parçalansın...

    --------------------------------------
    --------------------------------------

    Efsane otomobil'e dokunmak

    Yeryüzündeki hiçbir otomobil onun kadar yanlış tanıtılmadı, onun
    kadar aşağılanmadı.
    40 yıla yakın bir süre boyunca -olanca masumiyetine karşın- 27 Mayıs
    darbesinin simgesi gibi görüldü ve gösterildi.

    Kimileri "modeli çalıntı" dedi, kimileri ise "Türk mühendislerinin
    yetersizliğinin simgesi" olduğunu ileri sürdü.
    Ancak gerçek o kadar farklıydı ki...Türkiye, destansı filmlere konu
    olabilecek "büyük cesaret öyküleri"nin öyle pek
    sık yaşanmadığı bir ülke. Gündelik hayatında "kira ve fatura ödeme"
    çemberinin içine sıkıştırılmış olan bir toplumun
    mensupları, bu kısır döngüden sıyrılıp kendilerini nasıl aşabilirler
    ki? Bizlere dayatılan tek boyutlu hayat ve buna bağlı

    olarak gelişen köşeye sıkışmışlık duygusu, sadece ilginç ve sıradışı
    toplumsal portreler üretmedeki kabızlığımızın
    değil, edebiyatımızda polisiye, bilim-kurgu ya da gerilim gibi
    popüler türlerin güdük kalışının da temel nedeni kanımca.

    Türk milletinin mensupları boylarını aşan işlerle uğraşmayıp
    sürekli "ekmek" peşinde koşmalı, öyle değil mi ya!

    İşte "Devrim", bundan tamı tamına 42 yıl önce, hayâl kurması
    şiddetle yasaklanmış olan böyle bir toplumda doğdu.
    Türkiye'nin ilk gerçek yerli otomobil prototipiydi o. Koç
    topluluğunun resmî tarihe göre "ilk" sayılan "Anadol"undan
    daha önce doğmuştu. Ancak, dedik ya, bu sıkıştırılmış toplum için
    haddi fazlasıyla aşan bir çabanın, cüretkâr bir
    hayâl gücünün ürünüydü "Devrim".

    Nitekim, anında cezalandırıldı. Bir daha da yıllar boyunca kimseler
    adını bile anmayacaktı. Anmamak şöyle dursun,
    üç tane gıcır gıcır "Devrim"den ikisinin karanlık güçler tarafından
    preslenerek yok edildiğini biliyoruz bugün.
    Sonuncu otomobili ise ona emek veren Eskişehirli işçiler güç bela
    kurtardılar hayâl düşmanlarının ellerinden...

    "Bana bir otomobil yapın"

    Yıl 1961... Cemal Gürsel cuntası işbaşındadır ve Menderes'in
    idamının üzerinden henüz çok kısa süre geçmiştir.
    Çeşitli firmalarda çalışan 23 tecrübeli Türk mühendisi, kendilerine
    gönderilen ayrı ayrı mektuplarla "mühim bir
    konuyu istişare etmek üzere" Ulaştırma Bakanlığı'na davet edilirler.
    Bu insanların bazıları yurt dışında görev
    yapmaktadır; ancak mesajı alan herkes "devletin isteği başımız
    üstüne" diyerek işini gücünü bırakıp Ankara'ya gelir.

    O yılın 16 Haziran'ında bakanlıkta biraraya gelen mühendislere,
    bizzat Cemal Gürsel'den gelen "çok gizli" damgalı
    bir emir okunacaktır: "Bu yılın Cumhuriyet Bayramı törenlerinde
    halkımızın görüş ve takdirlerine sunulmak üzere,
    hem tasarımı hem de malzeme olarak tamamen yerli malı bir otomobil
    üretmenizi istiyorum."

    O gün orada bulunan 23 mühendis bu emri "Türk insanının makûs
    talihine karşı bir meydan okuma" olarak algılarlar.
    En küçük bir tereddüt ya da endişe sergilenmeksizin derhal işe
    başlanır. Çalışma mekanı olarak Devlet Demiryolları'nın
    Eskişehir'deki Cer Atelyesi seçilir. Zaman müthiş dardır, Cumhuriyet
    Bayramı'na kadar yalnızca 129 günü vardır ekibin...

    Günde birkaç saat uyuyarak ve bu süre zarfında tesislerden hiç
    ayrılmaksızın, modeli tümüyle kendilerine ait olan,
    tüm parçaları el işçiliğiyle üretilmiş, 4 silindirli ve
    direksiyondan vitesli harika bir "aile otomobili" üretir
    kahramanlarımız.

    Hem de bir tane değil, tam üç tane!

    Üç araç da insanüstü bir çabanın sonucunda 28 Ekim akşam saatlerinde
    tamamlanmıştır. Araçlara "Devrim 1",
    "Devrim 2" ve "Devrim 3" ad> ı verilir. Mühendislerden biri
    Cumhurbaşkanı'nın alternatif bir renk isteyebileceğini
    düşünerek, araçlardan birinin siyah olmasını teklif eder.
    Böylelikle, iki araç krem rengi kalırken, üçüncüsü ise
    onu 29 Ekim geceyarısı Ankara'ya götüren "Karakurt" treninde binbir
    güçlük içinde siyaha boyanır.

    Depolarında, trendeki güvenlik kuralları gereği hiç benzin
    bulunmayan "Devrim"ler, 29 Ekim törenlerinde
    Cemal Gürsel'e hipodrom önünde kılpayı yetiştirilir.
    Çevresinde yarattığı panik ortamıyla araçlara doğru düzgün bir
    benzin ikmali yapılma şansı dahi tanımayan Gürsel,
    bindiği krem renkli "Devrim"den inip siyah "Devrim"e geçince, aracın
    zaten az miktarda olan benzini de biraz sonra biter.

    Ve siyah "Devrim" yarı yolda durur. Gürsel'in, şoför koltuğundaki
    mühendise sorusu kısa ve nettir: "Ne oldu?"

    Şoför, "Benzin bitti Paşam" der korkarak. Bunun üzerine "Garp
    kafasıyla araba yapıyorsunuz, ama Şarklı olduğunuz için
    benzin koymayı unutuyorsunuz" diyerek hışımla aracı terkeder Gürsel.
    Oysa, o aracı yapmayı başaranlar deposuna benzin koymayı da
    bilmektedirler elbette. Fakat, kimse aksiliğin yaşanan
    panikten kaynaklandığını cunta liderine anlatamaz ve "Devrim'ler"
    daha doğdukları gün bizzat devlet eliyle öldürülürler.

    Arkalarında, kendilerine doğru düzgün bir teşekkür bile edilmemiş 23
    tane gözüpek mühendisi bırakarak...

    'Devrim' koruma altında...

    Aradan geçen yıllarda Eskişehir DDY tesislerinin, hem yurt içi hem
    de yurt dışı pazarlara vagon ve makine üreten dev bir

    devlet şirketine dönüştüğünü görüyoruz. "Tülomsaş" adını alan bu
    şirketin hangarlarından birinde, tamamen orada çalışan
    insanların özverisiyle korunmaya çalışılan iki numaralı "Devrim",
    hakkında sarfedilen onca hakaret cümlesine inat,
    adetâ akıllı bir varlık gibi yokoluşa direndi. Zaman zaman test
    sürüşleri için çalıştırılması dışında, işçiler bu eşsiz yadigârı

    yıpratmamaya azami özen gösterdiler.

    "Efsane otomobil" ile ilk kez bundan bir kaç yıl önce Tülomsaş'ı
    ziyarete gittiğimde tanışmıştım. Orijinal jantların göbeklerinde

    ve kaputunda "Devrim" yazısını görünce içimin fena olduğunu
    hatırlıyorum.
    Ama beni en çok "Devrim"in ön paneli etkilemişti o zaman.
    Kadranlarındaki bütün ibareler Türkçeydi.
    "Hararet","benzin", "yağ" gibi sözcükleri görünce kendimi bir an
    için Alman gibi hissettim. Diyeceksiniz ki bu ne demek şimdi?

    Hani Almanlar'ın yüzde yüz kendi üretimleri olan BMW, Mercedes, Opel
    gibi dünya markası olmuş otomobillerine bindiklerinde

    yüzlerine yayılan mağrur bir ifade vardır ya, "Devrim"in milliyetçi
    kadranı da bana bir an için ona benzer bir gurur duygusu

    vermişti işte. Bu karşılaşmadan önce ve sonra bir daha hiç
    yaşayamadığım türden bir gurur...

    Geçtiğimiz günlerde, "Devrim"in son durumunu öğrenmek üzere, uzun
    bir aradan sonra yeniden Tülomsaş'ı aradım ve
    Basın-Halkla İlişkiler Müdiresi Semiha Ünal ile görüştüm. Ünal, bu
    görüşmemizde bana sevindirici bir haber verdi.
    Geçtiğimiz aylarda Tülomsaş Genel Müdürü Dilaver Zeki Daloğlu'nun
    direktifleriyle tesisin bahçesinde bir "mini müze"
    oluşturulmuş ve "Devrim" bu müzede yıpratıcı iklim koşullardan
    etkilenmeyeceği camekanlı bir bölüme konulmuş.

    Ne güzel! Birileri yıkmaya çalışırken, birileri de herşeye rağmen
    direniyor ve bir kentin onuru olan bu eşsiz eseri koruma

    altına alıyor. Tülomsaş ailesine buradan içten bir selam
    gönderirken, yolu bundan sonra Eskişehir'e düşecek okurlarımıza

    da ısrarla sesleniyorum: Gidin ve Tülomsaş'ın bahçesindeki "Devrim"i
    mutlaka görün. Onu, bu ülkede toplu iğne bile
    üretilemediği bir dönemde Türk mühendisleri yaptı. Ve birçoğu o
    günlerde henüz otomobil kullanmayı dahi bilmiyordu.

    A. TAN - usa




  • Yukarıdaki yazılar isteyince Türk insanının neler yapabileceğini gösteriyor.Ee elbet bunu istemeyen "dahili ve harici düşmanlar" olacaktır.Ee ne yani biz de elimiz kolumuz bağlı mı oturacağız? Pes mi edeceğiz?
  • evet aynen oyle.gercekler ve hayalleri ayirmak lazim.pes edip kisa yoldan para kazanmaya bakmakli.turkiye'de yasayacaksaniz buranin kurallarina uymalisiniz....
  • halimizi gerçekten çok iyi anlatan canlı ve yaşanmış bir örnek bu otomobil mevzusu. bu arada burak kardeşim.... bu cümleyi biryerden tanıyorum sanki...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: |burak|

    evet aynen oyle.gercekler ve hayalleri ayirmak lazim.pes edip kisa yoldan para kazanmaya bakmakli.turkiye'de yasayacaksaniz buranin kurallarina uymalisiniz....


    Sayın burak kardeşim bilgisayar programcısıyım. sistem analizim iyi sayılır ve bize öğretilen kökleşmiş bi sistemi tamamen düzeltmeye çalışmamamızdı.Sadece ilgili kısmı çalışacak, günü kurtaracak kadar düzeltme yapıp iyi yada kötü bi şekilde çalışan sitemi rahat bırakıp işimize bakmamızdı, üstelik bunu patronlarımızda bu şekilde söylerlerdi. sistemi tamamen düzeltmeye çalışmayın işin içinden çıkamazsınız derlerdi.

    Akıl mantık çerçevesinde düşününce "kısa yoldan para kazanmaya bakmak" iyi bir çözüm gibi görülebilir. Uzun vadede bakıldığında ise bu düşünce yapısıyla gidildiğinde bizim ömrümüz yetmese bile bırak kısa yoldan para kazanmayı çocuklarımızın hayal kurabileceği bir ülke bile kalmayabilir. Günümüzde okullardaki bazı kendini bilmez, hangi milleten olduğundan şüphe duyulabilecek bazı canlıların öğretmenlerine yaptıkları şaka denen rezillikleri görünce bu gençlikle otomobil üretmeyi bırak adam gibi insan üretmenin bile ne kadar güç olduğu görülebilir.Ben iyiye gitmediğimizi düşünüyorum burası tüm dünyanın gözü olan bir ülke ve bir tesadüfmü bilmem ama süper güç hep bizim etrafımızdaki ülkeleri vuruyor ve insanı sinir eden bir haritayla bir yabancı asker birşeyler anlatıyor.




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.