Şimdi Ara

1975 yılından bir deprem yazısı... Okuyun anlayacaksınız

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
6
Cevap
0
Favori
599
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Bundan 36 sene önce, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde yaşanan ve 2 bin 400 kişinin ölümüne yol açan 6.6 büyüklüğündeki depremin ardından sosyalistlerin dile getirdiği gerçekler, bugün aynen geçerli.

    1975 Lice Depremi'nin ardından, dönemin Türkiye İşçi Partisi çizgisinde yayın yapan Yürüyüş dergisinde yer verilen bir yazıyı okuyacaksınız 36 sene önce yazılmış bu yazının dile getirdiği azgelişmişlikten ırkçılığa kadar birçok gerçek, herkese tanıdık gelecek.

    Deprem ve Doğu

    Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan son deprem olayı, burjuva iktidarlarının yoksul halkı kayıtsızca ölüme dahi terkedişinin somut bir örneğini daha vermiştir. Burjuvazi, ilericileri, devrimcileri, ölümcül hastalıklarının tedavilerini engelleyerek ölüme mahkum ederken, aynı yöntemi daha geniş planda büyük kitleler için uygulamaktadır adeta.

    Dünyanın birçok bölgesinde doğal afetler olmaktadır. Hiç eğitilmemiş bir göz dahi, bu afetlerin yol açtığı can ve mal kaybının ülkeden ülkeye ne kadar değiştiğini gözleyebilecek durumdadır. Doğal afetler en çok ekonomik bakımdan azgelişmiş ülkelerde kayıplara yol açmaktadır. Sanayileşmesini tamamlamış ülkelerde kayıplar büyük ölçüde azaltılabilmektedir.

    Doğal afetlerin yol açtığı hasar ve kayıp iki bölümde ele alınabilir. Birincisi, afet - sel, deprem vs. anında uğranılan kayıplar, ikincisi ise, afet sonrasında, alınacak tedbirlerin yetersizliği, gecikmişliği nedeniyle uğranılan kayıplardır. Türkiye'de her iki tür kayıplar da çok yüksek olmaktadır. Her iki tür kaybın da önüne geçilebilmesi, alt yapı kuruluşlarının gelişmişlik düzeyine bağlıdır. Hatta, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, nerdeyse doğal afetleri korkulacak bir şey olmaktan çıkaracak düzeye erişmiştir.

    Dünyanın azgelişmiş ülkelerinde altyapının büyük yetersizliği, bunun da ötesinde çarpıklığı, sağlık ve ilk yardım hizmetlerinin ilkelliği gibi nedenler, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan yoksul kitlelerin doğal olaylardan korunmasını "tesadüfe" bırakmıştır. Söz konusu temel gereksinimlerin toplum kesimleri ve bölgeler arasındaki adaletsiz dağılımı bu ülkelerdeki durumu daha da kötüleştirmektedir. Bütün bu olguların temelinde, sanayileşmenin gerçekleştirilememesi, emperyalizmin tarihten ve bugünden gelen ekonomik baskı ve sömürüsü yatmaktadır.

    Türkiye bu "kader"den kendisini kurtaramamıştır. Türkiye'deki, diğer azgelişmişlere görece bir ölçüde "ileri" olan sanayi hala son derece yetersizdir. Olduğu kadarıyla da çarpık, üretici güçleri israfa dayanan, kitlelere temel hizmetleri götürmeyen niteliktedir. Oysa yol, su, elektrik, sağlık hizmetleri gibi altyapı kuruluşlarının sağlıklı gelişimi, hem ileri hem de dengeli ve uyumlu bir sanayileşme gerektirmektedir. Türkiye'nin dışa bağımlı geri kapitalizminin ülkeyi böyle bir düzeye eriştirmesi mümkün değildir. İşbirlikçi, tekelci büyük sermaye ve büyük toprak sahiplerinin ekonomik egemenliğine son verilip, merkezi planlamaya dayalı uyumlu bir sanayileşme gerçekleştirilmeksizin bu düzeye çıkmak yine olanaksızdır.

    Fakat iktidarların, Türkiye'nin bir deprem bölgesi içinde olması gibi çok açık bir olgu karşısında yıllardan beri ve çok acı deneylerden sonra hiçbir tedbir almamış olmaları, yeterli altyapı tesislerinin kurulmamış olmasıyla açıklanamaz ve haklı gösterilemez. İktidarların bu tutumu, der deprem ertesinde yapılan vaadlerle uygulananların karşılaştırılmasıyla açıkça görülmektedir. Lice ilçesinin bir başka yöreye tahliyesiyle ilgili 1966'da alınan kararın bugüne kadar uygulanmamış olması, iktidarların, yoksul halkı kaderiyle başbaşa bırakıcı tutumlarının açık kanıtıdır. Bir kere daha görülmektedir ki, burjuvazinin çıkarlarına dayanan iktidarların, ne ülke sorunlarını çözmeye gücü, ne de halkın sorunlarına eğilme isteği vardır.

    Nitekim, gerekli önleme, uyarı, ilk yardım ve telafi işlemleri için hiçbir tedbir ve örgütlenme düşünülmemiştir. Örneğin deprem felaketzedelerine, sonradan özel tipte evlerin sağlanması "dostlar alışverişte görsün" mantığıyla ele alınmaktadır. Bir kere ithal yoluna gidilmektedir. İkincisi, Varto depremi sonrasındaki olaylar, getirilen evlerin bölgedeki iklim koşullarının bile dikkate alınmadığını göstermektedir. Bu evler kullanılamamaktadır. Kullanılabilecek nitelikte evlerin de sosyal gereklere uyması, ayrıca ekonomik bakımdan uygun olması gerekmektedir. Bu gerekler yurt içinde organize bir sanayii, bu da doğrudan devlet girişimini zorunlu kılmaktadır.

    Konuyla ilgili olan İmar İskan Bakanlığı, ona bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlar görevini yerine getirmemektedir. İktidarların, bu gibi kuruluşlarda görev yapmaya çalışan teknik kadrolara politik nedenlerle uyguladıkları baskılar, engellemeler, önerilerinin kaale alınmaması, köhneleşmiş bürokratik yapıyı iyice yozlaştırmaktadır. Bu olgu, devletin burjuvazinin elinde kalmasının sonuçlarını bir kez daha göstermektedir. Topluma hizmet amacıyla çalışan elemanların hiçbir engellemeyle karşılaşmayacağı, işlerin savsaklanmayacağı biçimde kamu kuruluşlarının demokratikleştirilmesi ivedi bir sorundur.

    Ancak, Diyarbakır depreminin yol açtığı büyük kayıplar, gerekli sosyal ve ekonomik tedbirlerin alınmamış olmasından daha geniş bir anlam taşımaktadır. Türkiye'de Doğu Anadolu bölgesinin, yurdun diğer bölgelerine göre daha da geri bırakılmış olmasının, kayıpların büyüklüğünde önemli payı vardır. Can ve mal güvenliğinin sağlanmasında yurttaşlar arasında hiçbir ayrım yapılamaz; fakat Türkiye'deki ekonomik düzen ve iktidarlar bu ayrımı yapmaktadırlar.

    Elinizdeki sayının orta sayfasında, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanununun Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini nasıl geri kalmışlığa mâhkum ettiği objektif verilerle gösterilmektedir. Türkiye ekonomisinin ve sanayiin emperyalizme bağımlılığı, ekonomik gelişmedeki bu eşitsizliği derinleştirmektedir.

    Fakat Doğu Anadolu bölgesinin geri kalmışlığını sadece ekonominin kendiliğinden işleyen mekanizmasıyla açıklamak mümkün değildir. Yine elinizdeki sayıda yer alan bir haber, bilinerek alınan ekonomik kararlarla bu bölgenin gelişmesinin engellendiğini, bölgede yaşayan yurttaşlarımıza ikinci sınıf insan işlemi yapıldığını göstermektedir. Uygulanan sosyal politika ile insanca yaşamanın gerekleri bu bölgede iyice mumla aranır hale gelmiştir. Tarım ve hayvancılığın bölge halkının esas geçim kaynağını oluşturması, kapitalizm öncesi bağımlılık ilişkilerinin politik düzeyde etkinliğini sürdürmesi, bilinçli olarak uygulanan ayrımcı politika, Doğu Anadolu'da emekçilerin örgütlenme ve hak arama olanaklarının da düzeyini düşük tutmaktadır.

    Bütün bunların üzerine egemen sınıfların uyguladıkları ırkçı ve şoven politika eklenmektedir. Burjuva iktidarları ve burjuva partileri, bölgenin geri bırakılmasını ve şoven propagandayı her zaman politik çıkarları için uygun bulmuşlardır. Ülkenin bütününde demokratik hak ve özgürlüklerin yaygınlaşmasını ve emekçi halk tarafından kullanılmasını engellemeye çalışan egemen sınıflar, çıkarlarını gerçekleştirmek için insanları dilinden, dininden, mezhebinden sorumlu tutarak maddi ve manevi baskıya başvurmaktadırlar. Bu durumun son bulması ancak ülkenin demokratikleşmesi ve tekelci burjuva iktidarına son verilmesiyle mümkündür.

    Özetle, bugün deprem bölgesinde acılarıyla başbaşa bırakılmış yoksul halkın kaderi, bir rastlantı sonucu değil, bütün emekçi halkın kaderinin bir parçasıdır. Doğu Anadolu bölgesinin geri kalmışlığına son verilmesi, bölgedeki yurttaşlarımızın demokratik hak ve özgürlüklerini tam olarak kullanabilmeleri, işçi sınıfının sosyalizmi hedef alan mücadelesinin bir parçasıdır.

    Yürüyüş, Başyazı, 16 Eylül 1975 SOL Dergisi

    ------

    Eğer o günden bu yana bu dergide yazılanların onda birine atılım yapılmış olsaydı bugün ne pkk yı konuşuyor olacaktık nede Van'da yaşayan kardeşlerimize çoğu göz kötü bakmayacaktı onları küçümsemeyecek,nefret etmeyecekti arkadaşlar...

    Bu yazının halen bugün geçerliliğini bile koruması ise ayrı bir trajikomik durum yazıyı okuyunca elinizden acı acı gülümsemekten başka birşey kalmıyor seneler değişiyor yurdum insanının birbirleriyle arasındaki uçurum git gide artıyor ama durumlar maalesef değişmiyor arkadaşlar... üstteki örnek gibi..

    saygılar



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Heliosaga -- 27 Ekim 2011; 12:03:44 >







  • yani diyorsun ki oylarınızı sola verin ne varsa solda var. valla çok iyi güzel konuşuyorlar ama solda da tık yok. kaldı ki madem çok iyi biliyorlar niye iktidara gelemiyorlar? sen başörtüsü ile uğraşıyorsun, bilmem neyle uğraşıyorsun, ben çözerim diyorsun, çözemiyorsun, bugün kü politikaya baktığımızda da çözüm politikası yerine agresif bir saldırı politikası izliyorsun. her konuyu anayasaya götürüyorsun. madem o kadar çok iyi biliyorsun bu millet seni niye iktidara getirmiyor, bunu çözemiyorsun daha. aslında çözümü basit de çözüm pek uymuyor çakışıyor kısaca. e bu durumda da yapacak birşey kalmıyor sen kendi ağacının dallarına değil gövdesine balta vuruyorsun. uçurum da git gide artıyor ve muhalefetten de olacaksın yakında..




  • bu yazıyı paylaşmaktaki amacım propaganda değil yanlış anlaşılmasın bunu paylaştım çünkü 1975 den bu yana her iktidar döneminde deprem ile ilgili ufak bir önlem alınmaması yetmezken birde doğudaki yaşanan bu sorunlarada hiçbirşekilde el atmamıştır yazıyı bir kez daha okumanızı tavsiye ederim..
    saygılar..



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Heliosaga -- 4 Kasım 2011; 2:15:55 >
  • yok sen öyle yazsan bile sadece bugünkü partiyi değil genelde sağa yüklenenler var. mesela seçim zamanı öncesinde yapılan kaçak yapılara verilen izinlerden bahsedilebilir. ama neyden bahsedersen bahset sonuç olarak sorunlar bulunduğu aynı ortamda bulunulduğu için kimse kendisini ortamdan çekip alamıyor. meclisin çalışması lazım. her kafadan değil de birlik içerisinde. ama bu nasıl, ne zaman olur bakacağız göreceğiz. hep bakıyoruz ya bir de görsek..
  • quote:

    Orijinalden alıntı: The souls migration

    yani diyorsun ki oylarınızı sola verin ne varsa solda var. valla çok iyi güzel konuşuyorlar ama solda da tık yok. kaldı ki madem çok iyi biliyorlar niye iktidara gelemiyorlar? sen başörtüsü ile uğraşıyorsun, bilmem neyle uğraşıyorsun, ben çözerim diyorsun, çözemiyorsun, bugün kü politikaya baktığımızda da çözüm politikası yerine agresif bir saldırı politikası izliyorsun. her konuyu anayasaya götürüyorsun. madem o kadar çok iyi biliyorsun bu millet seni niye iktidara getirmiyor, bunu çözemiyorsun daha. aslında çözümü basit de çözüm pek uymuyor çakışıyor kısaca. e bu durumda da yapacak birşey kalmıyor sen kendi ağacının dallarına değil gövdesine balta vuruyorsun. uçurum da git gide artıyor ve muhalefetten de olacaksın yakında..

    10 yıldır sağ var, onlar niye çözmedi Hadi son2 yıldır Anayasa Mahkemesi engeli vardı, şimdi o da yok. Seçimlerden ve referandumlardan önce ağızlarına malzeme yapacaklarına çözşünler




  • Vakit kaybı..
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.