Şimdi Ara

YILMAZ ÖNER

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
5
Cevap
0
Favori
1.327
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Vaktiyle aydın çubukçu'nun "kendisine özgü bir felsefe ve buna uygun bir dil geliştirmek anlamında yılmaz öneri saymazsak bir türk filozofu yoktur olmamıştır, sistem kuruculuk anlamında söylüyorum felsefeyle uğraşmak anlamında değil" dediği şahsiyet. prodeterministik diyalektik adını verdiği düşünce sisteminin kurucusu. aslında onlarca kitabı ve 30 - 40 tane de çok önemli çevirisi olduğu halde hem entelektüel camia hem de bilim çevreleri kendisini hemen hiç tanımaz. hakkında ciddi bir inceleme yapılmış değildir. götingende okumuş matematik, fizik ve felsefe eğitimi almıştır. ingiltere/cambridge'de ve fransa/poitier'de kalmıştır. kuantum fiziği, matematik, kimya, moleküler biyoloji, doğu ve batı felsefesi, tarih felsefesi, iktisat teorisi, sosyoloji ve psikolojiye kadar uzanan çok geniş bir alanda söyler sözünü. teorisini sistemleştirirken yoğun bir matematik ve fizik terminolojisine dayandırır ve bu da söyleminin anlaşılmasını zorlaştırır. özellikle pozitivizmle ve idealizmle yoğun bir hesaplaşmaya girişir; marksizmi içerdiği pozitivist öğelerden dolayı diyalektik bir teori kurtmak konusunda yetersiz görür. en önemli eserleri, "zamanın topolojisinin temelleri", "canlıların diyalektiği ve yeni evrim teorisi", "bilimlerde ve sanatta diyalektik", "geleneksel çin felsefesi ve sosyal karar teorisi", "prodeterminisik us"tur. bunun yanı sıra, max planck, philip frank, werner heisenberg, theodor adorno, walter benjamin, karl korsch, györgi lukacs, melani klein, gibi düşünürlerin eserlerini çevirmiştir. çeviri çalışmaları da başlı başına bir değerdir, zira çevirdiği eserleri neredeyse o eserin kendisi kadar bir miktar not ekleyerek veya ek bölümlerle zenginleştirerek eleştirel bir çeviri yapar.(hafizami kaybettim hukumsuzdur ekşi sözlük)


    Böylesi bir zeka, bu üretkenlik sessiz sedasız ölüp gitmiştir kimsenin haberi olmadan. ah ülkem ah. otu boku, ünlülerin sırt sivilcelerini bilen vatandaşım bu bilgenin adını duymamıştır. bu bilge ölmüştür.
    ikinci bir örneği yoktur,matematik, biyoloji, felsefe vs kadar geniş bir spektrumda bu kadar değerli eserler veren. kitaplarının bir kısmı almanca-türkçe yazılmıştır, adeta "beni okumayın" demektedir okurlara.
    prodeterminizm diye adlandırdığı bir konuda epey kafa yormuştur, yazılar yazmıştır. (1234321 ekşisözlük)

    ...............................................................................................................................................................................................................................................

    Yılmaz Öner’in Yaşam Öyküsü ve Bakışı

    Yılmaz Öner, 1928 yılında İstanbul’da doğuyor. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik bölümünde okuyor; felsefeyle olan ilişkisi o yıllarda başlıyor; bütün hayatı boyunca da sürüyor. Şöyle konuşuyor Yılmaz Öner, o dönemdeki matematik hocaları hakkında: “Matematiğin arkasında bir temel olduğunu seziyorsun. Cahit Arf dışındaki hocalar iyi niyetliydiler ancak matematiğin arkasındaki temeli anlamıyorlardı.” Heisenberg bir seminer vermeye geliyor; “Bir şeyler söylüyor ama kimse bir şey anlamıyor” sözleriyle anlatıyor durumu Öner. O dönemde Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim insanları Türk üniversitelerine gelip çalışmaya ve öğretmeye geliyorlar. Fen fakültesine “pozitifist bir hava” getiriyorlar; pozitivizmi fen fakültesine onlar sokuyorlar Öner’e göre.
    Öner, fizik ve matematik formüllerinin arkasındaki temeli Türkiye’de anlayamayacağına karar verip Göttingen Üniversitesi’ne gitmeye karar veriyor. Götingen’e giderken Roma’dan geçiyor. “Roma’da her taraf heykel. Bunları kim yapmış? Orada insan, sanatı doğurtan sebepleri seziyor gibi.”

    Yılmaz Öner, Göttingen’de Heisenberg’in Beethoven’ın bir piyano sonatı çaldığını görünce, “bir doğulu olarak” çok şaşırıyor. “Sanırsınız ki bu adamlar taş kafalı; sadece fizik, matematik okuyorlar. Yok öyle bir şey.” Kendisi de o yıllarda keman çalıyor, tiyatroya ve İngiliz edebiyatına merak salıyor.
    Öner, matematik, fizik teorilerinin birer kurgu, birer “imajinasyon”, birer fantezi olduklarını düşünür; insanın gerçekliği, kendi gözlükleriyle gözlemesi, yeniden düşlemesi, yeniden kurması anlamında…
    Öner, Göttingen’de Heisenberg’in öğrencisi oluyor; ama onun fantezilerini benimsemiyor.
    “Kendi fantezilerinle Heisenberg’in fantezilerini bağdaştırabilir misin? Sen aynı adam mısın? Ben doğu insanıyım. Benim hayallerim var. Mahkum muyum pozitivizmin arkasından gitmeye?” diye isyan ediyor; hem pozitivizme, hem de determinist anlayışın bittiğini iddia eden belirsizliğe.
    Türkiye’ye döndükten sonra yıllarca, mesleğini söylediğinde “muhasebeci misiniz” sorusuyla karşılaşmaktan kurtulamıyor.
    1971’de “Zamanın topolojisi”ni yazıyor. “Her an şimdiki andayız” diye açıklıyor zamanı Öner; hareket anlayışı “fiilileşmek” kavramına dayanıyor.
    Öner, Heisenberg’in belirsizlik ilkesinin, determinizme koyduğu “buraya kadar” sınırını olasılıkçı determinizm kavramıyla aşmak üzere çalışmalar yapıyor. Belirsizlik ilkesinin determinizmi ortadan kaldırdığı, herşeyin belirsiz, ölçülemez, öngörülemez olduğu savına karşı çıkıyor, prodeterminizm adını verdiği bir kurgu üretiyor.
    Sovyet bilim insanları olasılık teorisi konusunda önemli çalışmalar yapıyorlar. ABD’lilerin “güvenirlilik teorisi” adını verdikleri teoriyi Ruslardan “apardıklarını” söylüyor Yılmaz Öner.

    Aydın Çubukçu, “Türkiye’de başka felsefeci yoktur ve olmamıştır” diyor Yılmaz Öner için. Doğu kültüründe, düşünce alanında parçalı üretimlerin olduğunu, ancak sadece Öner’in kendi içinde tutarlı bir sistem geliştirdiğini söylüyor; hayatın her alanına, maddenin her şekline aynı şekilde uygulanabilecek bir sistem.


    Zaman; Nasıl İçimizde, Neden Dışımızda? Yılmaz Öner

    “Her an şimdiki andayız” diye açıklıyor zamanı Öner; hareket anlayışı “fiilileşmek” kavramına dayanıyor.

    *”Zamanı soyut kavramların metafiziksel dünyasından kurtaramadık değil mi? Peki, zamanı özne olarak biz mi icat ettik? Öyle ya, Platon’un dediği gibi, zaman “ebediliğin hareketli bir kopyası mı”?
    Ancak bir “akış” olarak anlaşılıyorsa ebedilik bir “durgunluk” değil midir ya da şimdiki-zamanlılığın bütün fenomenler için süregelmesi? Yoksa zaman, Hint düşüncesinde olduğu gibi, bir “tekrarlanmalar döngüsü” ile mi bağlantılıdır?
    Eski Mısırlılar tasarımında böyle bir “döngü” imgesi yok. Orada “Dün”, daha öncesi olmayan, içinde kurtulunamayan ebedi bir dün (Diyet) iken, “Yarın” hiçbir vakit geçmişe dönüşmeyen ebedi bir Yarın (Neheh)dir.
    Ama ilk kez Eski Hintlilerin tasarladıkları döngü veya periyodiklik olgusu ise, “ölçüm açısında gerekli kesinlik için yeterli” bir yasaya oturtulacak gibi değil. Her ölçüm gibi, zamanı ölçmek için de bir yasa oluşturmaya ihtiyaç var! Ne var ki ölçüm de maddesel sürece yapılan bir müdahaledir, yani quanta-teorik etkileşme sürecinde yaratılan bir Arıza’dır. O nedenle ölçüm yasası da böyle bir müdahalenin şiddetini hesaba katmak zorundadır. Peki, müdahale denen Arıza (Ölçüm) nerede meydana geliyor? Elbette, elementer maddenin bağrındaki, onun enerjisini üreten ilişkilerde. İşte zaman da bu enerji üretim-ilişkilerinin virtüel olarak (fiilileşmeksizin) yapılandığı potansiyel düzeyden ortaya çıkıyor. Biyolojik nesnel süreçlerde direkt olarak beliren zaman, her insanın psikolojik yapısına bilinç-altından bu biyolojik süreçler aracılığıyla yansıyor ve Öznel Zaman biçimine bürünüyor dolaylı olarak.” *“Ben doğu insanıyım. Benim hayallerim var. Mahkum muyum pozitivizmin arkasından gitmeye?”

    alıntı:www.insanokur.org

    .............................................................................................................................................................................................................................................

    Mehmet Yılmaz Öner Prodeterministik Diyalektik Materyalizmin kurucusudur, felsefi sistem kurucusu olduğu için de bildiğim kadarıyla bu toprakların yetiştirdiği son filozoftur, belki de tek filozoftur. Prodeterminizm olasılıkçı determinizm demektir, 1900'lü yılların başlarından itibaren kuantum dünyasının keşfi ve kuantum fiziğindeki gelişmeler klasik newton fiziğindeki bazı kuralları altüst etmişti, Newton fiziğindeki gerekircilik bazı durumlarda işlemez olmuştu. Yılmaz Öner işte bu açık noktaları kapatmak için pro-determinist sistemi oluşturdu.

    Yılmaz Öner'in çeşitli yayın organlarından basımı yapılan çeşitli kitap ve çevirileri mevcuttur, bu çalışmaları felsefenin yanısıra fizik, iktisat, genetik ve şiir üzerinedir. Kurduğu felsefi sistemi anlattığı kitap ise yani manifesto niteliğindeki kitap ise Belge yayınlarından çıkan Prodeterminizm adlı kitabıdır. Bu kitap çok ağır bir matematiksel dil ile yazıldığı için anlaşılması çok güçtür. Benim düşünceme göre en azından doktora düzeyinde matematik ve fizik bilgisi gerektirmektedir, gerektireceği felsefe bilgisi de cabası.


    Aşağıda alıntıladığım yazı ise Ragıp Duran'ın mallesef 2003 yılında kaybettiğimiz Yılmaz Öner üzerine çekilmiş bir belgesel film üzerine yazılmıştır.

    "BİR FİLOZOFUN PORTRESİ"

    Genç bir sinemacı ekibinin başlattığı "Umudu Güle Yoranlar" projesinin ilk ürünü olan "Bir Filozofun Portresi" adlı belgesel filmin İstanbul ve Basel'deki gösterimleri, dikkatlerin yeniden filozof Yılmaz Öner'e yönelmesine neden oldu. Bu projenin daha sonraki isimlerini ise, Hasan Hüseyin ve Enver Gökçe oluşturuyor.
    Yılmaz Öner'in taşıdığı önem, Türkiye'de Aydın Çubukçu'nun deyimi ile, "kendine ait felsefi bir sistemi olan tek Türkiyeli filozof olması yanında, diyalektik bir yaklaşımla, özellikle fizik ve biyoloji bilimi alanlarındaki son gelişmeler ışığında, nedensellik kavramını, 'prodeterminizm' kavramı çerçevesinde yeniden üretmesidir." Dizi sorumlu olan A. Naki Gündoğdu'nun, aynı zamanda Yılmaz Öner'in düşüncelerini en iyi özümseyen ve bu konularda çeşitli üniversitelerde seminerler vermiş bir kişi olmasının, zor bir konu ve zor bir kişiyi konu seçen filmin başarısında önemli katkıları olmuş. Filmin kurgulanmasında, Yılmaz Öner'in fizik, biyoloji, matematik, ekonomi ve edebiyat gibi çok farklı alanlarda at koşturan düşüncelerinin oluşumu sergilenirken, aynı zamanda yaşanılan dönemin özelliklerinin de yedirilmesi başarıyla sergilenmiş. Böylece ağır bir konunun merakla izlenmesi sağlanmış. Düşünce insanlarını yok sayan, onlara hiçbir fırsat tanımayan ve onların insanlarla buluşmasına inanılmaz güçlükler çıkaran bir ülkede, bu gençlerin hiçbir kurumdan destek sağlamadan, son derece kıt olanaklarla böylesi bir belgesele imza atmaları gerçekten büyük bir kadirşinaslık olması yanında alkışlanması gereken bir çaba. Ve Yılmaz bunu fazlasıyla haketmiş birisi. Türkiye toplumu Yılmaz Öner'e özür borçlu. Başka bir ülkede yaşasaydı, ya da Türkiye'ye dönmeyi tercih etmeseydi, onun yapıtlarını oluşturması için her türlü olanak sunulacağı gibi, adına çoktan enstitüler kurulurdu. Bir uzun mesafe koşusucudur Yılmaz Öner. Bir bilgi avcısıdır.

    1951 yılında parlak bir öğrenci olarak İ.Ü. Fen Fakültesi'nin Matematik bölümünü bitirdiğinde, hemen ilk kitabını patlatır: "Metafizik Şuur ve Matematik Metafizik". Bu genç bir felsefecinin, idealist düşünce çerçevesinde yaptığı hayli iddialı bir atılımdır. Ve geleceğin filozofunu muştulamaktadır. Yılmaz Öner'in bundan sonraki koşusu, metafizik alandan gerçeklikler alanına sürekli bir yönelimi yansıtacaktır. Yılmaz Öner, Avrupa'ya ulaştığında kıta yıkıntılar altındadır, ama çok hızlı bir inşa sürecindedir. Her yanda bir hareketlilik, her yanda bir üretkenlik yansımaktadır. Ve bilgiye aç, hırslı bir çocuk doyumsuzca, Göttingen Üniversitesi'nde çağdaş fiziğin ilahlarından biri olan Heisenberg'i dinlemektedir. Ve çağdaş matematiğin, biyolojinin en önemli ustalarından feyz almaktadır. Bu, Türkiye'nin maddi ve manevi doyumsuzluğundan gelmiş bir gencin adeta oburca, bilgi, bilim ve felsefeye saldırısıdır sanki. Filmde, raylar üzerinde yol alan tiren, sanki Yılmaz Öner'in, Alice Harikalar Diyarında gibi, bilim ve felsefe topraklarında dolaşımını simgelemektedir. Göttingen, Berlin, Kiel, Cenevre, Bern, Zürich, Paris, Poitier, Londra, Cambridge, Oxford, Londra, Roma, Prag gibi duraklara uğrar bu yaşam tireni... Filme Türkiye'den, Avrupa'dan ve bilim ve felsefe adamları dünyasından, 50'ler öncesi ve sonrasının görüntülerinin yedirilmesi, Yılmaz Öner'in o dönemdeki görüntülerinin serpiştirilmesi, bu filozofik temalı filme bir renk ve hafiflik sağlamış. Yılmaz Öner'in geliştirdiği, "arıza", "yaşar kalıcılık", "prodeterminizm" gibi kavramların, Türkiye gibi "arızalı" bir toplumun algılanmasında ve yorumlanmasında önemli katkıları olabilir. Yeterki iyice kavranarak, gerçekliklerimize uygulanabilsin. Yılmaz Öner'in koşusunun son evrelerinde psikoloji, psikanaliz gibi alanların da önemli bir yeri oldu. Yılmaz Öner düşüncelerini oluştururken, fildişi kulelere çekilmeyi de düşünmedi. Hiçbir zaman toplumun dışında kalma gibi bir tavrı benimsemedi. O aynı zamanda sokakta yaşayan bir filozoftu. Delikanlıydı, öfke doluydu ve bunları sergilemekte hiçbir sakınması da yoktu. Filmde de delikanlı bir filozofun, tadına doyum olmaz, bir çeşit bilgece derinlik kazanmış görüntülerine tanıklık ediyoruz. Ve bu görüntülerde o kadar doğal, o kadar kendisi ki... Onun o onurlu, dik, kendinden emin ve rahat tavrına baktığımızda, kendi kendisini "Türk Einstein"i ilan edenlerin tavrı o kadar komik ve zavallıca kalıyor ki... Onun kendisini hiç kimseyle oranlamasına, başkaları ile anıştırmasına hiç ihtiyacı yok. Çünkü o, Yılmaz Öner.


    Film de bunu duyumsamamıza olanak sağlıyor. Evet, yaşamın içinde bir filozof olduğunu hatırlatıyoruz. Yılmaz Öner'in, 80 öncesi dönemde devrimci gençlerin katledilmesine karşı yüreği öfkeyle doluydu. Ama bu isyanı aynı zamanda toplumumuza egemen olan irrasyonalizme yönelikti. Bu duygularını, anti-faşist şiirler çevirerek, anti-faşist edebiyatı inceleyen yazılarla yansıttı. "Canlıların Diyalektiği ve Yeni Evrim Teorisi"ni yayınladığı 1978 yılında, şöyle yazıyordu düşünceyi şiirselleştiren bir dille: "Biz Anadolu insanları ki, yalnız fiziksel dünyayı algılayan bir duyu organları yığını, toplumsal dünyayı kavrayan birer akıl/ruh parçası değiliz. Biz ki belli bir tarihsel dönem, birer sınıfın ve hele 'at sırtında gelip Orta Asya'dan, Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan' dinamik, rahat yüzü görmemiş, belki de görmek istemeyen insanlarıyız. Nasıl geldikse bir hışımla dalkılıç, nasıl ölçtükse tımarı zeameti, ekini tırpan tırpan, arşın arşın kubbeleri ve kalyonların su kesimini... Bu iş burada bitmez, soluğumuz kesilmez." 1976'da yayınlanan "Fizik ve Felsefe"ye ise şöyle not düşüyordu: "Bu tarihsel dönemece sosyal bilimler alanında yüreklilikle ve giderek artan bir bilinçle girmekte olan gençler, aynı devrimci yolu matematik bilimlerinde de yürümeye hazırlanmalıdır. Şartlanmış mantığımızı yıktık, bunun pratiğini kazandık mı, düşünmeye başladık demektir. Bu pratiği kazanmamız gerek. İster sosyal, ister matematik içerikli olsun, öyle bir depremden yürüyoruz ki, olaylar olasılıklarla biçimlenip iç-dinamizmle güçlenerek kaçınılmaz bir determinizme doğru ilerliyor." Yılmaz Öner 1990 sonrası sürece de yabancı kalmadı. 1993 yılında intihar eden şair Soysal Ekinci'nin kitabına İsmail Beşikçi'yi öven bir önsöz yazdı. Yılmaz Öner kavgacı biriydi, ama bu barışı özlememesi, özellikle toplumumuz için bunu dilememesi anlamına gelmiyordu. Ancak toplumumuzun ciddi "arızaları" giderilmeliydi bunun için. Öner, insanımızın ruh dünyasına da ciddi bir biçimde kafa yordu.

    "İçimizdeki Kavga"adlı kitabında şöyle diyordu: "Evet, kim istemez tanımak, içinden geçtiği bu fırtınalı ve tedirgin süreci? İnsanın bağrındaki yıkıcı ve yapıcı duygusal kuvvetleri tanıması zorunludur. Evet, ruhbilimsel alandaki bilgilenme, insanın en başta dış dünyanın içinde sağlıklıkla ayakta durabilmesi için zorunludur, sonra da insanın dış dünyayı değiştirip yönlendirecek kuvvetleri ilkin kendi bağrında yaşadığını fark etmesi, dış dünyadaki yeni düşünsel eğilimleri yaratan her dürtünün aslında bağrımızdaki o diyalektik dünyadan kaynaklandığını bilmesi için! 'İçimizdeki Kavga'nın bizi biraz olsun barışa götüreceğini umuyorum."

    Evet, kavga olmadan, mücadele olmadan barışa nasıl ulaşılabilir ki? Onu ancak kendi ellerimizle koparabilir ve sürekli kılabiliriz. Ötesi ise ham hayal!

    alıntı:www.sosyalistforum

    .............................................................................................................................................................................................................................................

    http://www.youtube.com/watch?v=hvqAQR4aSDE&feature=related sırayla izleyebilirsiniz







  • sen tut heisenberg hocanın dersine gir bir takım profesörlerle tartış ve belirli yöntemleri tanzim et ve onları öğrenmek zorunda kal sen o çizgiyi izleyeceksin başka bir şey düşünemezsin mahkummusun öyle pozitivistlerin ardından gitmeye ben doğu insanıyım benim hayallerim var
  • Öner gerek klasik determiniz gerkse heisenbergin belirsizlik ilkesiyle otaya koyduğu indeterminist teoriye karşı prodeterminist yani olsaılıkcı bilgi teorisini geliştirmeye başladı heisenbergin ortaya attığı konum ve momentumun bir ve aynı anda belirnemezliği olgusunun ötesinde bu kez öner enerji ve zaman arasında belirsizliğin tam tersini savunan prodeterminizmi ortaya attı
  • Böyle kıymetli bir insandan neden bu zamana kadar haberim olmadı acaba diye düşünüp utandım.

    “Kendi fantezilerinle Heisenberg’in fantezilerini bağdaştırabilir misin? Sen aynı adam mısın? Ben doğu insanıyım. Benim hayallerim var. Mahkum muyum pozitivizmin arkasından gitmeye?” diye isyan ediyor; hem pozitivizme, hem de determinist anlayışın bittiğini iddia eden belirsizliğe.

    Özellikle şu kısım çok hoşuma gitti.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nasozby
    Böyle kıymetli bir insandan neden bu zamana kadar haberim olmadı acaba diye düşünüp utandım.

    “Kendi fantezilerinle Heisenberg’in fantezilerini bağdaştırabilir misin? Sen aynı adam mısın? Ben doğu insanıyım. Benim hayallerim var. Mahkum muyum pozitivizmin arkasından gitmeye?” diye isyan ediyor; hem pozitivizme, hem de determinist anlayışın bittiğini iddia eden belirsizliğe.

    Özellikle şu kısım çok hoşuma gitti.

    aynı yerden vurmuş ikimizide:) benim de en çok o söylemi hoşuma gitti
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.