Şimdi Ara

TİMUR'UN MEZARINI AÇMIŞLARDI!!! (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
45
Cevap
0
Favori
20.197
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • @aksın
    Hepsini okudum, açıkcası dehşete düştüm.

    Lakin içinde Yıldırım Beyazıtın eşine tecavüz ya da başka birşeyden bahsetmiyor...



    Ayrıca konu sahibi, bu konuyu Kültür - Bilim e taşınması için talepte bulun, orada daha iyi tartışılır
  • Timur türk tarihine çok büyük zararlar verdi onun sayesinde ruslar karadenize inmeye başladı.sonuçlarını da biliyorsunuz.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: B.S.S.

    @aksın
    Hepsini okudum, açıkcası dehşete düştüm.

    Lakin içinde Yıldırım Beyazıtın eşine tecavüz ya da başka birşeyden bahsetmiyor...



    Ayrıca konu sahibi, bu konuyu Kültür - Bilim e taşınması için talepte bulun, orada daha iyi tartışılır

    -
    -diğer bazı türkmen kaynaklardada geçiyor yıldırımın gözü önünde yıldırımın karısına timur ve askerleri tarafından tecavüz ediliği yıdırımın sırtına basarak ata bindiği ne ait ifadeler var
    -internette bulabilirsiniz ancak yıdırımın ruhu daha fazla rahatsız olmasın diye yapıştırmıyorum
    -
    -at ölür
    -don yırtılır(elbise)
    -mülk eyler intikal
    -vebal ve günah ise ta mahşere kalır hesabı



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi aksın -- 2 Temmuz 2008; 11:54:42 >
  • Alıntıdır...Türkmenlere soykırım yapıp tamamen savunmasız duruma düşen Selçuklu devleti, ilahi bir kırbaçla 1243 yılında
    Tatarlar tarafından işgal edildi. Lakin Tatarlar da kendilerine kayıtsız şartsız itaat eden Farslar ve yerli uşaklar
    yerine Türkmenleri hedef aldılar. Kâfire itaat etmeyi küfür (18:28; 25:52; 33:48; 33:1; 68:8-14) olarak gören
    Türkmenler, var güçleriyle Moğollarla çarpıştılar. Yüz binlercesi bu putperestler eliyle katledildi. [69]
    Tatar istilası altında kukla bir yönetim mevcuttu. Türkmenler ise bunu asla kabul edemiyorlardı. Mücadele hem
    Moğol’a hem de yerli işbirlikçilere karşı veriliyordu. Savaş askeri alanla sınırlı değildi. En büyük psikolojik harp,
    din üzerinden verilmekteydi. İşbirlikçi Farslar ve Saray, Mevlahum Celalettin Rumi’nin ruhani liderliği etrafında
    kenetlenmişlerdi. [70] Mevlahum ülkesi işgal edilmiş ve namusuna tecavüz edilmiş bir ülkenin evlatlarına
    savaşmamayı, hangi koşul ve şart altında olursa olsun Moğollara itaat etmeyi emretmekteydi. [71] Mevlahum’un
    karşısında ise Ahi Evren (Nasrettin hoca), Hacı Bektaş,[72] Yunus Emre, Baba Saltuk, Şeyh Edebali gibi Baba
    İlyas’ın talebeleri olan Türkmen şeyhler konuşlanmıştı. II. İzzettin Keykavus [73] liderliğinde Moğollara ve yerli
    uşaklara karşı başkaldıran Türkmenler, 1261 yılında feci bir mağlubiyete uğradılar. Heyhat! İçlerinde Ahi Evren’in
    de bulunduğu 10 binlerce Türkmen şehit edildi. [74] Sarı Saltuk ve Keykavus hayatlarını ancak Balkanlara
    kaçarak kurtarabildiler. [75] Diğer Türkmenlerse Tatar nüfuzunun ulaşamadığı batı kentlerine sığınarak…[76]
    1299 yılı yaklaşık bir asırdır Tatar (Putperest), Frenk (haçlı), Acem (Sünni) ve Rum’un (Ortodoks) elinde kocamış
    kurt gibi köpeklerin oyuncağı olan Türkmenlerin yeniden yüzlerinin güldüğü senedir. Tatar mezaliminden
    canlarını uç bölgelere kaçarak kurtaran Türkmenler, kendileri gibi gazi olan Otman’ın [77] [78] önderliğinde
    Türkmen Şeyhi Edebali’nin feyizleriyle yeni devletlerine kavuştular. Günümüz bir ilçesine tekabül eden bu beylik,
    temelini saf İslam’a dayayan her devlet gibi muazzam bir gelişme gösterdi.
    En uçta böyle gelişmeler yaşanırken, Anavatan’dan tüm Haniflerin yüzünü güldüren haberler gelmekteydi. Barlas
    boyundan Timur [79] adında bir yiğit çıkmış ve tüm Türk boylarını bayrağı altında toplayarak, 700 yıldır Hanif
    Müslümanlara her türlü zulmü reva görenlerden intikam almaya ant içmişti. Tüm zamanların en büyük Türk
    hakanı ve Hz. Ömer’den sonra en kudretli ikinci İslam Emiri olan Timur, ilk önce Moğollarla yarım kalmış
    hesabımızı kapattı. Müslüman taklidi yapan ancak hâlâ Cengiz yasalarıyla yönetilen sözde İslam devletlerini tek
    tek tarihe gömdü. Sonra başta imam Ali, Hasan, Hüseyin ve Zeyd’e [80] ihanet edip arkadan vurmuş olan Acem
    şiasından öcümüzü aldı. [81] Ardından bir milyona yakın Hariciyi katletmiş Emevi tağutunun ve Müstearaplığın
    (Sünniliğin) başkenti Şam’a yürüdü. ALLAH’ın kamçısını onlarında sırtında layıkıyla şaklattı. Hurufiler ve Bâtıniler
    gibi her tarafa zehirli mikroplarını saçan illetlerin de kökünü kazıdı. En sonunda kurucu unsur olan Türkmenler
    yerine, Hıristiyanları seçip gaza devletini imparatorluğa dönüştürmeye çalışan Yıldırım’a hak ettiği dersi verdi.
    [82] Maalesef Çin seferindeyken yolda şehit düşen İmam Timur’un ardından çocukları, seferi devam ettirip Çin’i
    İslamlaştırmak şöyle dursun, babalarının vasiyetini dinlemeyerek taht kavgasına girip, bu mukaddes hamlenin
    kalıcı olmasına mani oldular.
    Timur Kağan’ın yerinde müdahalesiyle, Otmanlı ağacının erken çıkmış dalı budanarak, devlet asli görevi olan
    gazaya tekrardan yöneldi. [83] Bu süre zarfında başta İstanbul olmak üzere pek çok yer İslam’a açıldı. Ta ki
    1501 yılında dengeleri değiştiren Safevi Devleti ortaya çıkıncaya kadar. Başlangıçta tipik bir Türkmen tarikatı
    olan Safeviler, [84] Şeyh Cüneyt zamanında defalarca denemelerine rağmen devlet haline gelemediler.[85]
    Bunun üzerine Türkmenlerle aynı görüşte olunduğu sürece devrim yapamayacaklarını fark eden Şeyh Haydar
    1476 yılında U dönüşü yaparak tarikatı Şii bir yapıya bürüdü. [86] 1501’de Akkoyunluları yenip Tebriz’i ele
    geçiren İsmail, şahlığını ilan etti. Uyuşuk bir politikacı olan II. Beyazıt olanları seyretmekle yetinince,
    Anadolu’dan getirttiği Türkmenlerle [87] devletini kuran Şah İsmail, ateşli Şia propagandası sayesinde 1510
    yılına gelindiğinde Basra körfezinden-Kafkaslara, Fırat’tan Ceyhun’a kadar ki tüm Şii hinterlandını işgal etti. [88]
    Babasını defalarca uyaran Selim,[89] en sonunda onu tahtından devirdiği sırada (1512) çoktan iş işten geçmişti.
    Yavuz,[90] 1514’te Kızılbaşların üzerine yürüdü. Görkemli bir zafer elde etmesine karşın tedavide oldukça geç
    kalınmış olduğundan uru tam olarak alamadı. 1517’de Suriye ve Mısır seferine çıkan Selim, dönerken yanında
    tüm Ortadoğu’yu ve Halifeliği getirdi. Bu devletin açıkçası mezhep değiştirmesi anlamına geliyordu. Otmanlı
    devletinin resmi mezhebi statüsündeki Bektaşiliği,[91] Sünnilikle tebdil eden Yavuz, dört temel fayda gütmüş
    olmalı:
    1- Sadece Türkmenlerin padişahı olmaktansa tüm Sünnilerin halifesi olmak daha cazip gelmiştir.
    2- Safevi Kızılbaşlığıyla ancak Sünnilikle başa çıkabileceğini düşünmüştür.
    3- Arapları Bektaşi yapamayacağını ancak Türkmenleri kolaylıkla Sünni yapacağını zannetmiştir.
    4- Timur’dan kaçan Hurufilerin sızması [92] ve Balım Sultan’ın (Ö.1516) Bektaşiliği Hıristiyan İslam sentezine
    bürümüş olması [93] Bektaşiliğe olan itimadı azaltmıştır.
    Aslında bu seçime Yavuz’u şartlar zorlamıştır diyebiliriz. Çünkü o da kralların çoğu gibi ALLAH yerine saltanatına
    iman etmekteydi. Hanedanının çıkarlarına ne geliyorsa onu yapmayı kendisine borç biliyordu. Lakin Türkmenler,
    tahmininden de çetin ceviz çıkmışlar ve inançlarını öyle kolay tebdil etmemişlerdir. Yavuz’un hilafetle İstanbul’a
    geldiği yıl (1519) [94] başlayıp bir asır sürecek “Celali isyanları” boyunca Türkmenler, bir milyonun üzerinde
    kayıp vermelerinden sonra ateşleri ancak dindirilebilmiştir. Anadolu’nun her köşesinde, her bucağında medrese
    öğrencilerinin önderliğinde [95] kesintisiz bir şekilde 100 yıl süren bu başkaldırıları, ancak Türk tarihinin “yüz
    karası” olan Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat denilen melun, 150 bin Türkmen’i bir seferde kuyulara gömdürerek
    durdurabilmiştir. “Büyük kaçgunluk” [96] olarak adlandırılan bu mihnetli asırda, ancak kuş uçmaz kervan geçmez
    dağlara sığınabilenler kurtulabilmiş, [97] yakalananlar ise zorla Sünnileştirilmiştir. “Dönen dönsün ben
    dönmezem yolumdan.” diyen yüz binler, topluca darağaçlarında sallandırılmışlardır. Yavuz’un deyimiyle
    “aptal,[98] pis, şerli Türkmenler” [99] kendileriyle beraber imparatorluğu da toprağa gömeceklerdir.
    Hareketli, etken, mücadeleci, üretken ve çalışkan doktrin yerine tembel, uyuşuk, hurafeci, riyakâr, edilgen, akıl
    karşıtı ve statükocu ekolu benimseyen Eskinin Otmanlı’sı şimdininse Osmanlı’sı, son üç asır boyunca ancak
    batılı devletlerin birbiri arasındaki mücadeleleri ve açık sömürge şekline girmeleri sebebiyle ayakta kalabildi.
    Halkın cihada ve çalışıp üretmeye pek vakti yoktu. Çünkü onlar, tuvaletten hangi ayakla çıkılacağı, tırnakların
    nasıl kesileceği, kaç bin kaç yüz kaç tane salat’ül terficiyeler okunacağı, askerin börkünün nasıl olacağı,
    matbaanın helal olup olamayacağı, Kuran’ın meal edilip edilemeyeceği, çay ve kahvenin haram olup olmayışı
    gibi mühim (!) sorulara cevap bulmakla meşguldüler. Halkın Sünnilikle bağlantısı arttıkça medeniyete de aynı
    oranda uzaklaşıyordu. Çünkü üçüncü asır âlimleri olmuş, olacak ve olabilecek her türlü müşkülü düşünmüşler ve
    ona göre içtihatlarını da yapmışlardı. Aman giren olmasın diye de kapıyı sıkı sıkıya örtmüşlerdi. Yeni ortaya
    çıkan her şey, yok edilmesi gereken bir bidatti. Nasıl ki Sünnilik, Arapların görkemli medeniyetlerini yerle bir
    etmişse, şimdi aynı işlevini Türkler üzerinde sahneliyordu.
    Elin gâvuru ise bu sırada tüm hurafe ve dogmalarından kurtuluyordu. Din olarak Araplara, askeriyede ve
    bürokraside devşirmelere, burjuvazide de gayri Müslimlere tercih edilen ve Osmanlı resmi evraklarında “aptal,
    şerli, pis Türkmen” [100] olarak vasıflandırılan ve asırlarca soykırıma uğratılan Türkler, gene de kadirşinaslık
    göstermişler, devletin her köşeden saldırıya uğradığı I. Dünya savaşında gemiyi tek terk etmeyen onlar
    olmuşlardır. Hem de milyonlarca kayıp vererek. Günümüzde ekserisi din düşmanı olan Alevilerin neden bu
    durumda olduklarını yazmama gerek yoktur sanırım.
    19. asra gelindiğinde (sözde) Müslümanlar, her alanda Batının karşısında kasırga önünde uçuşan samana
    döndüler. Nasıl dönmesinler ki, onlar basmakları üçer beşer tırmanmışlarken biz altışar yedişer inmiştik. Yarı
    sömürge Osmanlı’nın haricinde tüm İslam beldeleri kâfir postallarıyla çiğneniyordu. 1918’de bağımsız tek bir
    Müslüman devleti bile kalmamıştı. Ve bu istilacı ne Tatar’a ne de Hunlara benziyordu. Galibiyetleri sadece askeri
    alanla sınırlı değildi. Hayatın her alanında Müslümanları nakavt etmişlerdi. Bu yenilgi doğal olarak aşağılık
    psikolojisini doğurdu. Kendisine özgü ne değeri varsa ona düşman olan nesiller yetişti. Bu tufandan din de
    payına düşeni aldı. Süpürücü mantık sebebiyle Sünnilik yüzünden aldığımız ağır yenilgi, Kuran’a ve İslam’a
    fatura edildi. Dinin her türlüsüne alerji duyan Mehmetler, Ahmetler ve Mustafalar türedi. Öyle ki Batının önümüze
    sunduğu değerler mutlak hakikat olarak rağbet gördü. Eğer din mefhumu olacaksa da moderniteden onay aldığı
    sürece olabilirdi. Hatta Kuran bile bundan müstağni değildi. Günümüz Türkiye’sine bakacak olursak, ekstreme
    bireyleri hesaba katmazsak bu girdaba herkes tutulmuş görünmektedir. Kuran’a uymamak için çırpınan Sünni ve
    Şiilerin, moderniteye balıklama atlamaları hazindir.




  • V_lkan V kullanıcısına yanıt
    Timur han degildir yanlış biliyosun Emir olarak geçer Timurun han ola bilmesi için anne ve babasının mogol olması gerekir babası mogol barlasların lideridir yalnız annesinin mogol olmadıgı kesindir mogol olsaydı zaten han ünvanını alırdı Cengiz Han Gibi Cengiz hanın gerçek ismi temuçindir cengizin anlamı yurt kuran savaşmak için dogan sert tabiatlı ı, kolay yumuşamayan anlamına gelmektedir. güçlü yılmaz ve gözü pek olan anlamlarınada gele bilir cengiz isminin diger arap tarihçilerden tut bizans tarihçilerine kadar bak hepsi ayrı ayrı şeyler söylemiştir şimdi sana cengiz hanı anlatırımda olayın onunla ilgisi yok ben sadece söyledigin yanlışı düzeltmek istedim o kadar
  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.