Şimdi Ara

Selahaddin Eyyubi'yi nasıl bilirsiniz? (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
42
Cevap
0
Favori
1.833
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Evet, Selahattin’in ağzından hep birlikte Selahattin’i tanıyalım. “Önce, ben Kürdüm. Ramadi aşiretindenim. Bu aşiret, Kürdlerin en eski ve asil aşiretlerinden biridir.


    Eyyûbîler
    eyyubi-devleti
    Eyyubileri Gösteren Harita




    Eyyûbîler Devleti veya Eyyûbîler (Arapça: أيوبيون 'ayyūbīyūn; 1171-1250, Hama'nın yerel yönetimi olarak 1348'e kadar), Zengi Devleti'nin komutanı olan Kürd lider Selahaddin Eyyûbî'nin kurduğu Sunni İslam Hanedanı'nın egemen olduğu Mısır'daki devletin adıdır.En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen'i egemenliği altında tutmuştur.


    selahattin-eyyubi
    Kürd Lider Selahaddin Eyyubi Selahaddin Yusuf bin Eyyubi (Kürtçe: سەلاحەدینی ئەییووبی/Selahedînê Eyûbî; Arapça: صلاح الدين الأيوبي, tam adı: الملك الناصر ابو المظفّر صلاح الدين يوسف ابن ايّوب; el-Melik el-Nasır Ebu'l Muẓaffer Selahaddin Yusuf bin Necmeddin Eyyub)




    Fransız ve Bizans ordularının müşterek saldırılarına karsı büyük başarılar elde eden Selahaddin Eyyubi, İslam dünyasında kendisini büyük sempati duyulan, tam anlamı ile güçlü bir vezir ve önder durumuna geldi. 1171´de, varlığını 200 yıl sürdürmüş olan Mısır Fatımi halifeliğine son verdi. Hicaz, Yemen, Aden ve Mekke´yi aldı. Eyyubilerin buralardaki hâkimiyeti 50 yıldan fazla sürdü. Suriye Kralı Nureddin´in 13 Mayıs 1174´te ölmesi üzerine Selahaddin bir ordu ile Suriye´ye dönerek orayı da hâkimiyeti altına aldı. Bağdat´taki Abbasi halifesi, Mayıs 1174´te Selahaddin Eyyubi´nin krallığını kabul ederek fethettiği topraklardaki otoritesini tanıdı. Musul şehrini de alarak Musul Atabeklerine son veren Selahaddin, ülkesinin sınırlarını Fırat Nehri´ne kadar genişletti. Yukarı Mezopotamya´daki küçük beylikleri de hâkimiyeti altına alan Eyyubi İmparatorluğu´nun sınırları doğuda Dicle Nehri´ne, kuzeyde Ermenistan hudutlarına, güneyde Yemen´e, batıda ise Tunus´a dayanıyordu.

    1187´de Kudüs şehrini Hristiyanların elinden aldı ve bu, İslam dünyasında ona büyük bir saygınlık kazandırdı. İslam´in Sünni öğretisiyle yetişen Selahhadin, kurduğu devletin resmi mezhebinin de Sünni olduğunu ilan etti. Dinde yaptığı reformlardan dolayı, adi Yusuf iken, dini ıslah eden anlamında "Selahhadin " olarak değiştirildi. Eyyubiler döneminde pek çok Kürt yazar, sair, bilim adamı ve aydın yetişti. Izzeddin Ali, Mecdeddin Ebu Saadet, Ibnul Esir el Cezeri (Nasrullah ) bunlardan birkaçıdır.
    eyyubiler
    Güney Kurdistan(Irak Kurdistanı veya Kuzey Irak) Yönetiminin bastırdığı Para Bir tarafı Selahattin Eyyubi öbür tarafındaysa Kurdistanı temsil eden dört dağ bulunmaktadır

    Eyyûbîler Kürt Mü? tartışmalarına açıklık

    Eyyûbîlere Kürt, Türk Arap devleti denilmiştir ama yaygın görüş Eyyubilerin Kürt kökenli olduklarıdır. Öyle ki, El-Hazrecî'nin Eyyubileri anlatan eserinin ismi Târihu Devleti'l-Ekrâd (Kürd Devletinin Tarihi) ismini taşımaktadır.


    selahattin-eyyubi

    Diyarbakır(Amed) Selahaddin Eyyubi Üniversitesi




  • Ailesi donem donem farkli bolgelere goc etmesi sebebiyle arap kurt ve turk akrabalari mevcuttur. Buna binaen tam olarak su milliyet demek cok mantikli olmaz. Kudus fatihi olarak bildigimiz Selahaddin Eyyubi sehri aldiginda unlu komutan aslan yurekli richardi yenmistir. Kudusu alana kadar cölde yattigina dair riyavetler bulunsada bunun Selahaddin Eyyubinin kudüse verdigi degeri anlatmak icin soylenen hikayelerdir. Ayrica kendisi iyi bir komutan olup eyyubi devletinin kurucusudur. Umarim faydali olmusuzdur..

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • adam kendisi yazmış kürdüm.diye en kuvvetli ve diğerlerini ezip geçen yaklaşım krüt olduğu.diğer iddialar ideoloji sebebiyle böyle gündemde.bak üstte mesajımda var.
  • efsi E kullanıcısına yanıt
    şahinşah, tuğtekin, tacilmülk büri, seyfettin ebu bekir, turanşah, sitt al-sham hatun, ve rabia hatun , bunlar da kardeşleri...

    Bir başka deyişle; ismi anderson , johanson, millerson, valramson olan kardeşlerin birde abdullah diye bir başka kardeşleri olması anlamına geliyor.


    Tarihe geçmiş, şan ve şerefle anılan bir kahramanın mirasını tabiki herkes sahiplenmek ister... Kimse çıkıpta ortadoğuda yaşamış ve kaynaklara geçmiş sapık, katil bir adamın mirasına sahip çıkıpta bizim ırktan dı diye söylemez. Aksine karşı çıkar, bizden değildi derler....

    Selahattin Eyubi' yi türk görmesek bile yerine onlarca , yüzlerce hükümdar, binlerce komutan, on binlerce asker koyabileceğimiz, örnek gösterebileceğimiz isimler var. Selahattin Eyubi nin savaş teknikleri, arap dünyasındaki Baybars başta olmak üzere türk komutanları dikkate alınca; Selahattin Eyubi ' ninde bu türk komutanlardan biri olabileceği akla daha yatkın geliyor.. Çünkü karşısında hem o dönemde, hemde önceki ve sonraki dönemlerde sahneye çıkabilmiş bir kürt lider, komutan, asker vb isim yok...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mahmudhudavendi -- 22 Ekim 2015; 19:43:45 >




  • tarihte tanınmış deger kazanmış bütün dünyada onay görmüş binlerce türk komutan varken kürtlerin savaş kazanamamış olmaları hatta ve hatta osmanlıdan bu yana kalkıştıkları hiçbir isyandan başarı elde edememeleri kürtlerin güdülen ve liderlik vasfı bulunmayan bir millet olduklarının açık örneğidir.
  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    çünkü annesi türktür.yarı türktür ama adam kendisini hiç türk görmemiş.bende % 25 türküm kendimi hiçte türk görmüyorum.kims fatih sulta nehmete alparsalana selçuk beye bilmem neye kürt diyor.orta doğuda böyle önemli adamımız siyasi bazda sadece selahattn eyyübi var.ve adam kendi yazmalarında kürdüm diyor.tamamını atayım mı yazmanın?

    El-Hazrecî'nin Eyyubileri anlatan eserinin ismi Târihu Devleti'l-Ekrâd (Kürd Devletinin Tarihi) ismini taşımaktadır.[3] İbn'ül-Esîr (1160-1233) ve İbn Senaü'l-Mülk (1155-1212) gibi yazarlar ise Eyyûbî saltanatını "Türk Devleti" (devlet'ül-Türk) olarak tanımlamışlardır. Bu isim Memlûk Sultanlığı'nın en yaygın adıdır. Fakat bu yazarların Memlûk Sultanlığı'nın isminden esinlenmiş olma ihtimali yoktur, çünkü hem İbnü'l-Esîr hem de İbn Senaü'l-Mülk, Memlûk Sultanlığı'nın kuruluşundan (1250) önce ölmüşlerdir.[4] Siyasi yapısı bakımından, Eyyûbî konfederasyonun yönetim tutumları kendi yurdunun siyasi kurumları ile alakalı olabilir. Fakat bu kurumları çağdaş Türk devletlerinin temel yapısıyla önemli ölçüde farksızdı ve Eyyubîler birçok yönden sadece Selçukluların bir halefi olarak anlaşılabilir.[5]

    türk devleti yazmasının sebebi türk devletlerini yönetim olarak olarak örnek almalarıydı.ayrıca katil olmayan devlet adamı azdır.bütün hükümdarların eline haksız kan bulaşmıştır.çünkü devlet yönetiminin kendisi sorunlu olup fetih işgal ve hükmetme saygı görme hırsı hükümdarları bu hale getiren sorunlu sistemdir.en iyisi anarşizm.

    bak bu adam en önemli sasani olup kürt tarihinin en önemli adamı ve en önemli kürttür.sasani imparatorluğuna altın çağ yaşattırmıştır.nasılsa araplar hz muhammed sayesinde birçok yer fethettiyse sasanilerde bence bu adam sayesinde mısıra kadar fethetmiştir.

    https://tr.wikipedia.org/wiki/I._H%C3%BCsrev

    sasanilerin fethettiği yerlerin videosu ve yıkılışına kadar olan süreç var burda.

    https://www.youtube.com/watch?v=Qf2Hm2AP8D8

    her harita bunun kadar büyük değil ama buna yakın burda ordularının kısa sürede olsa fethettiği yerler var.diğer haritadan farklı olmasının fethin kısa olması sanırsam.ayrıca anadolunun yarını fethetmiş yarısınıda işgale girişmilşer.doğuda türk devletleri güneyde mısır batıda karşılarında istanbul var.

     Selahaddin Eyyubi'yi nasıl bilirsiniz?


    sasani devleti kürt devletidir.aynen partlar ve medlere fars demeniz ama fars olmaması gibi bunlarda fars değildir.çünkü medlerin kürtlerle aynı olduğu tarihçiler tarafından kuvvetle öne sürülmektedir..ve partlarda fars kabul edilmez.hatta bazı türk siteleride bu yüzdne partlara türk demektedir.bu bilgiyide yine o türkçü sitesinden aldımü.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi efsi -- 23 Ekim 2015; 17:50:04 >




  • efsi E kullanıcısına yanıt
    1- El-Hazreci kim?
    2- Selahattin Eyubi, arap ve türk kökenlidir.



    D. Ahsen Batur’un “Kürtler” üzerine çok ayrıntılı bir çalışma yaptığını ve birçok yanlışı düzelttiğini belirtmiştim. Kitap, sanırım, bir aya kadar piyasada olacak. Bildiklerinizin hepsini bir tarafa bırakın ve bu kitabı okuyun lütfen. Kitabın adı bile neleri yıkacağını gösteriyor: “Kürdoloji Yalanları”. D. Ahsen Batur, çok iyi bildiği Arapça, Farsça, Rusça, İngilizce ve Fransızcadan hemen bütün ilgili kaynakları inceleyerek, yıllarca uğraşıp gerçekleri ortaya koymuştur. D. Ahsen Batur, Salahaddin Eyyubî’nin nesebini başlı başına inceliyor ve “Kürt”, “Arap”, “Türk” olduğuna dair iddiaları ayrı ayrı başlıklar hâlinde ele alıyor.
    Taha Akyol, Salahaddin Eyyubî’nin babasını kesin “Kürt” gösteriyor. Ahsen Batur ise bunu “şüpheli” görüyor. Çünkü, İbn Esîr’de “Kürt” aşiretine mensup olduğu belirtilmiş, ardından gelen kaynaklar sadece bunu kullanmışlardır. Salahaddin’in çağdaşı olan ve onun meclislerine katılan İbn Şeddâd ise “Kürt” olduğundan bahsetmiyor. Yalnız babasının çevgan oynamayı çok sevdiğini ve hatta çevgan oynarken attan düşüp öldüğünü yazıyor. Çevgan oyunu da Türklere hastır. At üstünde bir sopa ve bir top gibi bir şeyle oynanır. Burada “Kürt” olması meşkuk yani.
    Araplığı hususunda en ayrıntılı çalışma İbn Vasıl’ındır. Nesebini tek tek incelemiş ve Salahaddin’in dedesi Şazi (Şadi)’ye kadar gelmiş; ancak, ötesini getirememiştir.
    Ahsen Batur ünlü tarihçi Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’ın görüşünü aktarır:
    “Salahaddin Eyyubî’nin soyunun güney Araplarından inme olduğunu ileri sürenlerden biri de Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’dır. Görüşünü Aksarayî’nin eserinin 76. sayfasında verilen bilgiye dayandıran Togan, Eyyubîlerin önce Kürtleşmiş, sonra Türkleşmiş bir Arap sülalesi olduğunu ileri sürmektedir. Kanaatimizce Aksarayî de bu görüşünü, Arap yazarların eserlerine dayandırmıştır.”
    Salahaddin Eyyubî’nin “Türk” olması meselesine gelince:
    Ahsen Batur şu bilgileri veriyor:
    “Eyyubî hanedanında yönetici olarak görev yapmış kişilerin çoğunun adları ya doğrudan Türkçedir ya da adında veya unvanında Türkçe bir kelime vardır. Örneğin bizzat Salahaddin’in büyük kardeşinin adı Turanşah’tır ve daha sonra babasının yerine geçen oğulları da bu soyadı aynen kullanmışlardır. Kardeşlerinin adları Tuğtekin ve Böri’dir. Dayısının adı Şihabeddin Mahmut bin Tekeş (veya Tukuş) idi. Yani annesi Türk’tü. Salahaddin’in hanımlarından birisi Muinüddin Üner Bey’in kızı İsmetüddin Âmine’dir ve Türk’tür. Salahaddin kız kardeşlerinden birini Üner Bey’in oğlu Sadettin Mesud, diğerini Muzafferüddin Gökbörü’yle evlendirmiştir. (...)Ahmet Ateş’in ‘Arapça Yazı Dilinde Türkçe Kelimeler Üzerine Bir Deneme’adlı makalesinde ‘Eyyubî sarayında Türkçe konuşulurdu. Salahaddin’in kendisi de Türkçe konuşurdu.’”
    Burada, A. Batur, Prof. Dr. Ahmet Ateş’in kaynak göstermediğini belirtir.
    A. Batur, daha birçok ayrıntıya girdikten sonra sonuç olarak şunları yazar:
    “Salahaddin Eyyubî ve ailesinin kökeni, kaynakların yetersizliği ve muğlaklığı yüzünden karışıktır. Dolayısıyla siyasî Kürtçülerin ellerinde somut deliller olmadığı halde Salahaddin ailesinin Kürt, olaya biraz daha hissi yaklaşan Türklerin Türk, düzmecelik kokusu saçan şecerelerle bu ailenin Arap asıllı olduğunu iddia eden Arapların, kanaatimizce, bu iddiaları bırakıp Salahaddin Eyyubî için bir tek cümle sarf etmelerinin en doğrusu olacağı kanaatindeyiz: (...) O Kürtlüğü, Türklüğü veya Araplığı değil, vatanını ve dinini kâfirlere karşı savunmuştur!”
    Bütün mesele bu işte!

    ARSLAN TEKİN

    Yeniçağ



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mahmudhudavendi -- 23 Ekim 2015; 17:25:51 >




  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    csb.çünkü o oyun türklerden görülüp uygulanmış olabilir.2 babasının tüğrkelştiğine dair hiçbir kanıt yoktur elnizde.kardeşlerinin türk ismi taşımasının nedenidfe annesinin türk olmasıdır.türkçe konuşurlarsa konuşsubnlar.orda yıllardan gelen bir türk devlet kültürü geleneği var.dediğim gibi türk kültürünü yakın görme ve mısırda yerleşmiş türk devlet kültüründen olabilir mi bu? al sana saladinden bir yazı.hatta bu şarkıyıda dinle.buı repliğide ordan aldım.al sana şebekeden bir nasihat.






    Kullanıcı:Mürid yusuf

    Vikipedi, özgür ansiklopedi
    Şuraya atla: kullan, ara
    SULTAN SALAHADDİNE EYYÜBİ Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin sultanı ve Eyyubi hanedanının ilk hükümdarı. Kudüs’ü HIITIN SAVAŞINDA Haçlılardan alarak (2 Ekim 1187) kentte 88 yıl süren Frank işgaline son vermiş, Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri III. Haçlı Seferi’ni etkisiz hale getirmiş, ilmî ve ve askerî dehasıyla tarihin en büyük kahramanlarından biridir.

    KENDİ DİLİNDEN SULTAN SALAHADDDİN EYYÜBİ Orijinali İskenderiye Kütüphanesinde bulunan Selahattin Eyyubi’nin el yazması günlüğünün, Fransız Gazetesi Genevieve Chauvel tarafından romanlaştırılmış, “Ben Selahattin” isimli kitapta şöyle diyor: “Bunları yazmaya başlamadan önce kendimi tanıtayım.” Evet, Selahattin’in ağzından hep birlikte Selahattin’i tanıyalım. “Önce, ben Kürdüm. Ramadi aşiretindenim. Bu aşiret, Kürdlerin en eski ve asil aşiretlerinden biridir. Aşiretin yerleşik yeri, Batı Azerbeycandır. Dedem Şadinin babası Mervandan önceki soyumuz üzerine fazla bilgim yoktur. Bizim beşiğimiz sayılan Dovin, 10. yüzyılda Küçük Ermenistan’ın başkenti idi. Buraya İç Ermenistan da diyorlardı. Amcam Şêrkoh ve babam Eyup Dovin’de dünyaya geldiler. 1128’de Dovin Türkmenlerin saldırısına uğradığında, dedem Şadi iki oğlunu ve karısını yanına alarak, canlarını Türkmenlerin acımasız katliamından zor kurtarmışlardır. Türkmenler acımasız bir katliam, büyük bir tahrip ve vicdansızca bir talanla Dovin’i yerle bir etmişler. Bununla birlikte, bizimkiler de bütün varlıklarını Türkmenlere kaptırmışlar, sadece canlarını kurtarabilmişlerdir. Bu katliamdan kurtlan dedem Şadi, Bağdat’ı hedef alarak güneye doğru kaçmaya devam ediyor. Bağdat, o sıralar halifeliğin merkezi ve Selçuklu hanedanlarından Melik şah’ın oğlu Sultan Muhammed tarafından yönetiliyordu. Dedemin eski dostu Behruz da burada vezirdi. Bu Behruz, daha önce Dovin’de bir esirdi. Dedem bunu buradaki esaretten kurtararak, İsfahan’daki Selçuklu sarayında prenslere öğretmen olmasını sağlamıştı. Sultan Muhammed Bağdat’a yönetici olunca, hocası Behruz’u da buraya vezir yapmıştı.” “Bağdat’a vardıklarında dedem Şadi, eski dostu ve Bağdat Veziri Behruz’u görebileceğini ve ondan yardım alabileceğini düşünüyordu. Aile Bağdat’a vardığında doğruca saraya gittiler. Vezir Behruz, dostu Şadi’yi çok iyi karşıladı. Hal hatırdan sonra Şadi olanları Behruz’a anlatıyor. O da büyük bir dikkatle dostu Şadi’yi dinledikten sonra, “Şadi” diyor “Allah seni bana gönderdi. Pek yakında Tikrit’i aldık. Orada yöneticimiz yoktur. Seni Tikrit’e yönetici olarak atıyorum ve bundan sonra senin unvanın ‘Dizdar’ olacak. En kısa sürede Tikrit’e gideceksin, görevine başlayacaksın.” “Tikrit’e geldikten kısa bir süre sonra dedem Şadi öldü. Mezarı Tikrit’tedir. Yerine büyük oğlu babam Eyup geçti. Babama da ‘Necm ed-din’ unvanı verildi. Dinin yıldızı. Babam, Iraklı bir aşiret reisinin kızı El Harimi ile evlendi. Bu evlilikten ağabeyim Şahin şah ve Turan Şah, sonra üçüncü oğul olarak, 1137’de ben dünyaya geldim. Ama tanrı, beni çok ilginç bir şekilde dünyaya gönderdi. Amcam Şêrkoh, vezirin çok sevdiği hukukçu bir gence kızıp, bir kılıç darbesiyle kellesini uçurunca, vezir de babamın bütün yetkilerini elinden alıyor ve “şafak atmadan Tikrit’i terk et, yoksa daha çok kelle uçacak’ diyor. Bunun üzerine bütün aile, hemen yol hazırlıklarına başlıyor. Tam bu sırada, ben annemi sıkıştırıyorum ve kadınlar bölümünde annemin sancıları tutuyor. Şafak atmadan beni bir kundağa beliyor, bir hizmetçinin kucağına tutuşturuyorlar, kervan Musul’a doğru yola koyuluyor. Ancak ikinci günü akşam, kervanın konakladığı yerde benim doğumumu kutluyorlar. Babamın anlattığına göre; çok cılız ve çelimsiz bir çocuk olduğum için, öleceğimi düşünerek, istemeyerek bana Yusuf adını veriyor, ikinci adımı da Selahattin koyuyor. Daha sonraları Selahattin benim birinci adım oldu.” “Babam Eyup Tikrit’ten sürüldükten sonra, hedefi Musul olarak seçiyor ve yoluna devam ediyor. Çünkü Musul’un yöneticisi Zengi babamın çok iyi bir dostu idi. Ben doğmadan önce 1132’de, Tikrit yakınlarında, Zengi Selçuklulara yeniliyor ve kaçıp babama sığınıyor. Babam da, Zengi ve adamlarının canını kurtarıyor ve Musul’a yeniden dönmesine yardımcı oluyor. Aile Musul’a vardığında Zengi, dostu Eyüp’e vefa borcunu fazlasıyla ödemeye çalışıyor. Bize Dicle’nin kenarında büyük bir bahçenin içerisinde, taştan ve çamurdan yapılmış çok büyük iki katlı bir ev verdiler. Musul’un çevresi uçsuz bucaksız okaliptüs ormanlarıyla kaplıydı. Bahçemiz portakal, limon ve diğer bütün meyve ağaçlarıyla doluydu. Annem son derce becerikli ve zevkli bir kadındı. Bin bir çiçekle dolu olan bahçemizi daha da zenginleştirerek gerçek bir cennete çevirdi. Zengi’nin düşmanları da çoktu. İran Selçukluları, Şamdaki Nusayriler, Diyarbakırlı ve Erbilli Kürdler ve batıdan gelen Franklar. Biz Musul’a varır varmaz, babam ve amcam da Zengi’nin ordusuna katılarak Frankları denize dökmeye gittiler. Annem üç oğluyla yalnız kaldı. Benim çelimsizliğime çok üzülen annem, bütün zamanını bana ayırıyor, beni ipek kundaklara beleyerek büyütüyordu. Zengi, Şam ve çevresinde stratejik önemi olan bir çok kaleyi alıyor, bunların en önemlisi olan Baalbek’e babamı komutan olarak atıyor. Babam buraya yerleşir yerleşmez, bizi Musul’dan almak üzere adamlarını gönderiyor. Ben artık büyümüştüm ama babamı hiç görmemiştim ve sesini hiç duymamıştım. Sadece beni ipekli ve kokulu kundaklara beleyen ve güzel sesiyle ninniler söyleyen annemin sesini duymuştum. Baalbek’e vardığımızda, altın takılarla bezenmiş ipek kalpaklı resmi elbiseler içerisinde bizi karşılamaya gelen babamı görünce, korkudan ağladım ve annemin arkasına saklandım. Ayrıca bu heybetli adamın, annemin gözlerine bakarak ağladığını gördüm. Annem de bu heybetli adamı teselli etmeye çalışıyordu. Büyüdükten sonra öğrendim ki, babam bizden ayrı kaldığı üç yıl içerisinde başka bir kadınla evlenmiş, annemin de bundan haberi yokmuş.” “Ben çok güzel bir şehir olan Helipolis’te büyüdüm. Babam buraya bir cami ve sofiler için de bir manastır yaptırdı. Babamı resmi elbiselerinin dışında ve geleneksel Kürd kıyafetlerinin içinde görebilmek için, hep ikindiyi beklemek mecburiyetindeydim. Amcam Şêrkoh, ağabeylerime savaş oyunlarını öğretmeye başladığında, ben çelimsiz halimle onları kıskanırdım. Bu arada okula başladım. Hocalarım sufilerden oluşuyordu. Okumayı öğrendikten sonra, en çok okuduğum sufilerden Gazali beni etkilemiştir. Bize bu güzel yaşamı sağlayan Zengi 14 Eylül 1146’da öldürüldü. Kısa bir süre sonra Şam’ın büyük ordusu kapımıza dayandı. Amcam Şêrkoh’un girişimleri sonucu çok sayıda Kürd aşireti bizi destekledi. Taraflar büyük kayıplar verdiler. Babama pazarlık yapmaktan başka çare kalmamıştı. Böylece Baalbek eski sahiplerine verildi. Buna karşılık Şam’da bir ev ve arazi aldı, böylece Şam’a taşındık. Amcam Şêrkoh gizlice Zengi’nin adamlarıyla buluşur, Halep yöneticisi Nurettin’e katılır. Burada Franklara karşı başarılı savaşlar yaparlar. Bu da Şam komutanını korkutmaya başladı. Şam’da hocalarım artık Sufiler değildi. Burada matematik, tarih ve coğrafya derslerini sevmeye başladım. Hocam Abu Taman, Kürd dili, tarihi ve geleneklerini bana öğreterek, benim bütün hayatımı değiştirdi ve hayatım boyunca onun etkisinden kurtulamadım.” “24 Temmuz 1148’de sabahı Frank ve Alman birleşik ordusu Şam’ı kuşattı. Bunlar daha önce Kudüs’ü almışlardı, sıra Şam’a gelmişti. Çok kanlı çatışmalar oldu. Franklar, Arapların da biz desteklemeye geldiklerini duyunca, savaşmayı bırakıp kaçmaya başladılar. Savaşı kazandık ama çok sayıda ölü verdik. Bu savaşta büyük abim Şahinşah da hayatını kaybetti. İki küçük oğlu öksüz ve karısı dul kaldı. Babam çok üzgündü. İlk defa bana yaklaşarak başımı okşadı, ‘artık sen benim ikinci oğlumsun’ dedi ve ben çok mutlu olmuştum. Savaştan kısa bir süre sonra vezir öldü. Sultan da babamı komutan olarak atadı. Muhtemel Arap saldırılarına karşı tedbir alıyordu. Artık babam benim atlara binmeme ve savaş oyunlarını öğrenmeme izin vermişti. Ama şunu unutmamam gerekiyordu: ‘Ben bir Kürdüm ve Başkomutanın oğluyum.’ Artık ince bedenim ata binmeme çok uygundu. Bu da beni sevindiriyordu. Halep Komutanı Nurettin, komutanı Şêrkoh’u babama gönderiyor, güçleri birleştirmek istediğini söylüyor. Babam da bunu kabul ediyor. Böylece de Şam Valisi oldu. Ben o zaman 16 yaşındaydım. Sultan, bütün toplantılarında beni yanından ayırmıyordu. Kendisi entelektüelleri, filozofları, düşünürleri, şairleri ve din adamlarını çok severdi. Bunlara sık sık davetler verir, sohbetlerini dinlerdi. Bu davetlere ben de katılırdım. Bazen ava çıkardık; panterleri, geyik kovalayan çıtaları ve aslanları seyrederdik. Mart 1164’te Sultan Nurettin, Generali Şêrkoh’a Kahire Seferi için emir verdi. Amcam Şêrkoh beni yanına çağırarak; ‘Yusuf, sen de benimle geliyorsun’ dedi. Ben o zaman 27 yaşındaydım. 1 Nisan 1164’te Sudan Kapısından Şamdan çıktık. General Şêrkoh, on binlerce Kürd süvariden oluşan ordusuyla gurur duyuyordu. Mayısın başı 1164’te zaferle Şam’a geri döndük. Bu savaşta gösterdiğim başarı, sevk ve idaredeki becerim nedeniyle, Sultan Nurettin beni ‘Şina’ ilan etti. Böylece de 27 yaşımda, koca Şam’ın Emniyet Müdürü olmuştum. Akşamları sufi arkadaşlarımla buluşuyor, saatlerce zikir çekiyorduk. ‘La ilahe illallah’ diyerek, belden yukarısını sallayarak, ruhumuz huzura kavuşuncaya kadar devam ediyorduk. “Ocak 1167’de tekrar Kahire’ye sefere çıktık. Bu sefer General Şêrkoh’un yanında komutan olarak. Ağustos 1167’de Şam’a geri döndük. Buradan da Halep’e Sultan Nurettin’in yanına gittik. Burada zamanımı kuş, çita, panter ve aslan avlamakla geçiriyordum. Halep ovası ve dağları bu hayvanlarla doluydu. Bu arada annem bütün tanıdıkları seferber etmiş, beni evlendirmek için kız arıyordu. Benim için o kadar çok seçenek vardı ki; mavi gözlü Kürd kızları, yeşil gözlü Suriye (Nusayrili) kızları ve siyah gözlü Arap kızları. Ben de sonunda, asil ve mavi gözlü bir Kürd kızını tercih ettim. Çünkü evimize en uygun olanı o idi. Şemsê ile nişanlandık. Aralık 1168’de Franklar, Kahire’de yaptığımız anlaşmayı bozmuşlar ve Kahire’yi yeniden işgal etmişlerdi. Sultan beni çağırdı; ‘acele Şêrkoh’u bul’ dedi. Ben Şêrkoh’u bulduğumda; ‘6000 Kürd süvariyi çoktan hazırladım bile’ dedi. 2000 süvari de Halep’te hazırdı. Bunların arasında Türkmenler de vardı. Amcam çok istemesine rağmen, bu sefere katılmak istemiyordum. Ama yine de katıldım. 4 Ocak 1169’da Kahire kapılarına dayandığımızda, Franklar bizimle savaşmayı bile göze alamadılar, çekilip gittiler. Böylece, Şêrkoh hiç kan dökmeden Kahire’yi teslim aldı. Fatımi Halifesi bize çok büyük ilgi gösterdi. Ama, vezir Şavar ikiyüzlünün biriydi. Biz Kahire’den ayrılınca, yeniden Frankları çağıracağı haberini aldım. Amcamın karşı çıkmasına rağmen, vezir Şavar’ı öldürdüm. 18 Ocak 1169’da Şêrkoh kendisini Kahire’ye vezir ilan etti. 23 Mart 1169’da, akşam yemeğinden sonra banyoya giren Şêrkoh, kalp krizinden öldü. Çok üzüldüm, artık ben her şeyimi kaybetmiştim. Derhal Halep’e dönmek istiyordum. 26 Mart 1169’da Fatımi Halifesi, beni Şêrkoh’un yerine vezir atadı. Bu işte gönülsüz olmama rağmen, çok zorluk çekmedim. Çünkü daha önce Şêrkoh için şehrin idaresini ve memurlarını hep ben ayarlamıştım. Ben 32 yaşında, artık küçük Yusuf değildim. Çünkü artık Mısır’ın Veziri Selahattin olmuştum. Ağustos 1169’da kardeşim Turanşah, diğer kardeşlerimi ve Şemsê’yi de alarak, Kahire’ye yanıma geldiler. Burada Şemsê ile evlendim. Şemsê çok güzel bir Kürd kızıydı. Ay gibi yüzünü, yay gibi kaşlarının altındaki mavi gözler süslüyordu. İnce uzun boylu, sarı saçları beline kadar iniyordu. Sanki başından aşağı bal süzülüyordu. Şemsê beni çok mutlu etti. Haziran 1170’te oğlum El Abdal Ali’yi doğurdu. İlk defa baba oldum. Daha sonra çok çocuklarım oldu. Nisan 1170’te babam Eyüp de Kahire’ye geldi. Onu İskenderiye Komutanlığına, kardeşim Turanşah’ı Yukarı Nil Komutanlığına getirdim ve diğer kardeşlerime de Mısır’ın idaresini paylaştırdım. Eylül 1171’de Bağdat’ta Halife El Mustarut öldü, yerine oğlu El Mustazi geçti. Sultan Nurettin’e karşı çıktı. Çünkü Kahire’de hala Abbasilerin siyah bayrağı dalgalanıyordu. 200 yıldan beri, Mısır’da bir Şii Fatımi Halifeliği vardı. Biz aile olarak Şafiiydik. Buradaki Şii Fatımi Halifesine dokunmak istemiyordum. Çünkü el yakıyordu. Ayrıca, beni Vezir yapan da Fatımi Halifesiydi. Sonunda, 14’üncü Fatımi Halifesi hastalandı ve öldü. Önemli bir olay da kendiliğinden çözüldü. Halife öldüğünde 21 yaşındaydı. Arkada 4 dul kadın, 11 erkek ve 4 kız evlat, 152 hizmetçi, muhteşem bir saray ve bir servet bıraktı. Sarayın kütüphanesinde 200 binden fazla kitap vardı. Kasadaki 2 milyon dinarın talan edildiği söylendi. Bu servetin bir kısmını ben aldım ve önemli bir kısmını Sultan Nurettin’e gönderdim. 15 Mayıs 1174’te sultan Nurettin kalp krizinden öldü ve geride sadece 11 yaşındaki oğlu Melik Salih İsmail’i bıraktı. Böylece bana yeni ve çok önemli görevler düşmüştü. Çünkü Araplar bu fırsattan yararlanarak, Şam’ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Ben derhal Şam’a hareket ettim. Böylece Şam yönetimini ele aldım. Suriye’deki bütün kaleleri ele geçirdim. Hatta kısa bir süre önce, Nurettin’in Kılıç Aslandan aldığı Konya’yı, Ermenilerden aldığı Malatya’yı bile ele geçirdim. Sonunda Halife Mustazi, beni Suriye ve Mısırın Sultanı ilan etti. Şubat 1177’de İskenderiye’ye geri döndüm. Oğullarım El Abdal Ali ve El Aziz Utman da yanımdaydı. Çocuklar denizi görünce çok sevindiler. Benim amacım, güçlü bir bahriye oluşturmaktı. Elimizdeki gemileri yenileyip ve yenilerini yapmaktı. Bu iş için, Ürdün Dağlarındaki sonsuz ormanlar, bize istediğimiz kadar ağaç veriyorlardı.” Bu Metin İbrahim Aksoy tarafından aktarılmıştır.Yazarın NAVKURD adlı sitedeki mekalesinden alınmıştır.

    Selahaddin Eyyubi’nin ilme ve sanata karşı çok büyük bir sevgisi vardı. Önceleri bir hükümdar olmayı değil de, bir ilim adamı olmayı düşünmüştü. Selahaddin Eyyubi, alçak gönüllü, iyilik ve yardım sever, dürüst ve mert bir Müslümandı. Kısa zamanda kurduğu muazzam devlete ve zaferlere rağmen aslâ gurura kapılmadı. "Ben, Allah yolunun bir hizmetçisiyim," diyerek güzel bir ömür sürdü. "Kudüs işgal altındayken, ben nasıl gülebilirim ki?.." diyerek günlerce mahzun olarak yaşadığı rivayet edilir. Selahaddin Eyyubi, Hicret’in 589. yılında, henüz 57 yaşında iken Şam’da vefat etmiştir. Vasiyeti gereğince kefeni bir mızrağın ucuna takılıp, ölümü Müslümanlara duyurulmuştur. Selahaddin Eyyubi’nin kefenini halka gösteren kişi şunları söylemiştir: "Ey Müslümanlar! İşte bunca devlet ve memleket sahibi olan Sultan Selahaddin vefat etti. Öyleyse, Allah’a kulluk ve ibadette gevşeklik göstermeyin. Çünkü bir gün mutlaka siz de öleceksiniz…" Ruhu şad, mekânı Cennet olsun.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi efsi -- 23 Ekim 2015; 18:18:24 >




  • efsi E kullanıcısına yanıt
    saçma sapan cevaplar, örnekler vereceksen hiç konuşma daha iyi...
    El-Hacrezi kimdir diye sordum, cevap vermemişsin. Madem anlattıklarına itibar ettiğin tarihi bir kaynak.. Kim bu o zaman arkadaşım? Hani nerede o ve alıntıladığın kaynak?

    Fransız Gazetesi Genevieve Chauvel tarafından romanlaştırılmış.... O yazmanın aslı nerede? Arapça, farsça dır büyük ihtimal.. O nerede onu göster...

    Ortadoğuda çocuklara annesi türk diye türk ismi verilmez. Müslümanlarda isim ve soy , baba tarafından yürür...
  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    niye saçma düzgün cevap ver.öyle bir soru sorduğunu anlamadım.belki sen soru sorarak anlatma anlamnda dedin sandım.

    http://www.sozcu.com.tr/2015/gunun-icinden/hakkaride-acilan-havalimanina-adi-verilen-selahaddin-eyyubi-kimdir-843063/

    5 kaynak var internette fazlabilinen birşey değil belki sizin asimilasyon politikanızın ürünüdür.

    ben tarihçi değilim.tarihçileri akademik olarak doğrulayacak bilgiye birikime sahip değilim.sadece araştırıyorum.mısıra git bak yada bilen birine sor ben ne bilim?

    verilmeyeceği yazılı veya sözlü ahlaki bir kural mı?vermeyeceğini nerden biliyorsun belki adam istemiş vermiş.adamın keyfinin kahyası mısın?hemde şu şekilde vermiştir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi efsi -- 23 Ekim 2015; 19:05:15 >




  • efsi E kullanıcısına yanıt
    Daha El-Hazreci kim onu bile bilmiyorsun ama anlattığı iddia edilen şeye itibar ediyorsun..

    Bak, tarih aşağıdaki gibi yapılır. Orjinal metinleri (çinceden) okunarak gösterilir... Hemde Selahaddin Eyyubi den 600 yıl öncesine ait..
    Eğer kürtler madem devlet ve tarih ispatına bu kadar hevesliyse, o zaman aşağıdaki video gibi bilimsel ve gerçek verilerle yapmalıdır. Uyduruk tarihle değil.
    Ayrıca kaynağı ve içeriği iddia eden sensin, senin göstermen gerek..





  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    elimde full akademik çalışma var.ayrıca internetin bile bilmediği adamı ben bilecem.doğru haklısın!

    belkide sizin asimilasyon çalışması olduğu için ortaya çıkmamıştır.ayrıca ma gardaş selahaddin eyyübinin kendisinede mi itibar etmeyah.gandisi yazmış işte. çok merak ediyorsan böyle bir yazmanın olmadığını sen kanıtla.

    gelip bana tarih iddia ediyorsun kanıt getir ne biçim tarih konuşuyorsun deme.ben bu kadar kanıt bulabiliyorum gerisini bilmiyorum.peki sen bu iddialarıma hala mantıklı bir cevap getiremedin.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi efsi -- 23 Ekim 2015; 20:27:54 >
  • Guzel bir filmi vardir Cennettin Kralligi diye izlemeyenlere onerilir biraz Hristiyanlik ve Hristiyan Komutan ovulmus fakat guzel anlatilmis karsi dinlere saygili davranmis filmdede hac isareti olan seyi yerden kaldiriyordu yakip yikmamis biridir. Sadece Kadir misiroglu alehinde konusur ordulara konan uckagitci diye soyler.

    Benim dusunceme gore guzel komutandir.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • efsi E kullanıcısına yanıt
    Ben olduğunu iddia etmiyorum ki, herhangi bir kanıt veya olmadığına dair bir ispat yapayım. Sen var diyorsun, o zaman gösterde bilelim..
    Bir tarihçeden alıntı yaparak bir iddia atıyorsun ortaya, o tarihçi kim diye soruyorum.. Cevap yok.
    Biz neyi asimile ettik ki bugüne kadar bunuda asimile edelim. Daha devlet, youtube a atılan videoları kaldırtmaktan aciz. Tövbe yarabbi..
  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    iskenderiyede varmış işte daha ne istiyorsun.yalan olsa zaten direk yalanlanırdı.internet gazetelerine konu olurdu ama yok.demekki ben burdan şunu çıarıyorum kesin olmamakla birlikte böyle bitr yazmanın olması yüksek ihtimal.resminide görmedim ama yalanmamış.yoska araplar türkler boş durur mu durmez.demekki böyle birşey büyük ihtimalle var.kardeşim o tarihçi bilinen biri değil koyduklarına göre uydurmadan değildir.yoksa yalanlanır.yalan olduğuna dair bir kaynak yok.ama var olduğuna dair koskoca nette 5 kaynak var.merak etmeyin yeniçerileri direnen halkı katliamlarla biz uslu hale getirmedik osmanlı yaptı.ayrıca osmanlı öncesi tarihtede katliam çok vardır.katillik katliam olmadan devlet olmaz devletin yapısı böyle.bütün katliamcı devlet zihniyetinden kurtulmak için en iyisi anarşizm.ha sealand katliamsız ülkedir diyorsan bilemem.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi efsi -- 24 Ekim 2015; 19:02:37 >




  • efsi E kullanıcısına yanıt
    Bir kere internet diye bir kaynak olmaz.... İnternet, kaynakların sunumunun yapıldığı bir araç olur ancak... Senin verdiğin örnekler sunuma yani internet e ait öğeler. Bunların kanıt olabilmesi için; ispatlanması gerekir... Sana Ahmet Taşağıl ın video sunu gösterdim. Çin metinlerinde geçen , Kürşad diye bildiğmiz türk karakter hakkında bilgi ve ispat sunuyor... Senin veya sunduğun iddialarında böyle olması gerekir...
    Şimdi ben sana, Orhun anıtlarında; iki başlı ejderha var ve türkçe konuşuyormuş desem? İspatla dersin değilmi? Ben de sana; ne ispatlayacağım kardeşim, orhun anıtları kaç yüzyıldır orada. git de bak dersem, sen ne dersin?
    İnternet de 5 hatta 50 kaynak olması birşeyi değiştirmez. Zaten yarısı birbirinden kopyala yapıştır dır... El- bilmem ne diye birinden söz ettin, O'nun varlığı bile meçhul..





  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    bende kesin kanıt olarak sunmadım ki.şüpheli ama yalanlanmadığına göre doğru olması muhtemel kanıt olarak sunuyorum.çok istiyorsan ulaş mısıra sor.benim ne üzerime gelip duruyorsun?
  • efsi E kullanıcısına yanıt
    Yalanlandığı zaten o video da izlediğin tarih profesörlerinin yaptığı açıklamalarda da görünmüyormu?
    İddia ettiğin kaynak romancı bir fransız.. Tarihçi bile değil....
    İşi romancılara bırakırsak.....



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mahmudhudavendi -- 24 Ekim 2015; 21:36:59 >
  • mahmudhudavendi kullanıcısına yanıt
    ben bu ideolojik tarihçileri bu konuda izlemem bile merak etme.
  • efsi E kullanıcısına yanıt
    git o zaman varlığını ispatlayamadığın tarihçi ile fransız roman yazarına itibar et...
  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.