Şimdi Ara

Rus zulmu - Turk soykirimi

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
1 Misafir - 1 Masaüstü
5 sn
3
Cevap
0
Favori
254
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • 150 yıl önce, 1 milyonu aşkın Çerkes topraklarından sürülerek hayatını kaybetti. Bu, modern Avrupa tarihinde ilk soykırımdır.

     Rus zulmu - Turk soykirimi

    Kırım Savaşı sonrasında Kuzey Kafkasya topraklarının kontrolünü devralan Rusya, o bölgede binlerce yıldır yaşayan Çerkes halkını, Osmanlı’ya yakın, sürekli sorun çıkartan asiler olarak görüyordu. 1859’da Ruslar, bölge nüfusunu kıyı bölgelerine sürmek amacıyla dağ köylerini boşaltmak ve direnenleri katletmeye yönelik bir askeri seferberlik başlattı. 1860’ta Çar II. Aleksander tarafından Çerkeslere iki seçenek sunuldu: Ya bataklık olan Don bölgesine yerleşecekler ya da Osmanlı’ya sürgün gideceklerdi. Çerkesler cevap olarak bağımsızlıklarını ilan etti. Katliamlar devam etti. Rusların kendi rakamlarına göre üç yıl içinde 450 binin üzerinde Çerkes öldürülmüştü. 1864’te sağ kalanların, Sochi ve diğer limanlardan Türkiye ’ye gönderilmesine başlandı. Kimi tarihçilere göre 1.200.000 civarında insan sürgün edildi. Bunun tahmini 400 bin kadarı tutuldukları kamplarda, gemilerde; açlıktan, hastalıktan, yoksulluktan, donarak, boğularak telef oldu. Çok değil, bundan 150 yıl kadar önce, 1 milyonun üzerinde Çerkes yaşadıkları topraklardan zorla sürülerek hayatını kaybetti. Bu, modern Avrupa tarihinde yaşanan ilk etnik temizlik, ilk soykırımdır.

    Küçüktüm. Babam beni bir süreliğine Düzce’de iki kardeşi ile birlikte yaşayan babaannemin yanına bırakmıştı. 70 küsur yaşında üç Adige (Çerkes) ve 6 küsur yaşında ben birkaç yıl birlikte yaşadık. Karşı komşumuz Gürcüler, yan komşumuz Abazalar, arka tarafta Tatarlar, diğer tarafta Şapsığlar, Çeçenler. Çocuklarla sokakta değil, sürgün Kafkasya’sında koşturuyorduk.

    Büyük dayımın canı balık çekmiş, Hendek’ten aldığı koca bir yayın balığını eve getirmişti. Büyük teyzem ise balığı istememiş, kapının önüne koymuştu. Dayı durmadan, bunun bir ‘tatlı su balığı’ olduğunu, Karadeniz’in tuzlu suyunda yaşayamayacağını anlatıyordu ama “Balık balıktır” diyordu babaannem. Sonunda dayım beni gösterip, “Çocuk yiyecek, bu yaptığınız günah!” deyince, artık susulmuştu. İçeri giremesek de dayımla ağacın altında oturduk, balığımızı yedik. O günlerde Çerkes evlerinin çoğuna girmezdi balık, hele ki Karadeniz’den çıktıysa. Bu bir ritüel değil, yastı. Anadolu’da yaşayan ikinci kuşaktı bizimkiler. Karadeniz’de dedelerini, babalarını, ninelerini, halalarını kaybetmişler, tanımıyorlarsa da tek tek isimlerini biliyorlardı, büyüklerinden devralmışlar, yasları tazeydi daha. Dokunmuyorlardı balığa, o balıklar sevdiklerini yemişti.

    Çerkes peyniri ile ‘lepsi’ ile tanıştım ve benden bir şey sakladıklarında konuştukları tuhaf dilleriyle. Anlayamıyordum önce. Bir süre sonra, kelimeleri değil belki ama çıkan ses ve niyet arasındaki ilişkiyi kurup, çözmeye başlamıştım Çerkesçeyi. Artık hayatım daha kolaydı, ne yapacaklarını, nereye gideceklerini biliyordum. Aile sırlarımızı öğreniyordum minik minik. Babamla ilgili bana çaktırmadan konuştuklarını duyuyordum. Bunu bir yıl kadar sürdürsem de sonunda kurdukları pis bir planla beni yakaladılar. Bir akşam yemekte aralarında gizli gizli Çerkesçe konuşmaya başladılar, beni İstanbul ’a yollamakla ilgili bir şeyler anlatıyor, biletler filan ayarlanıyor; ben tabii çözüldüm, başladım ağlamaya, onlar ise sevindiler. Ankara ’ya babam için ‘normal’ bir telefon kaydı verildi hemen, “Kendi kendine Çerkesçe öğrendi” diyecekti annesi oğluna torunu için. Kendimle gurur duydum.

    Ama hiç konuşmadım, anlamak bana yetiyordu. Belki de o sesleri çıkartacak cesaretim yoktu. Onlar Çerkesce konuşuyor, ben Türkçe cevap veriyordum. Her şey bir sene daha sürdü, hâlâ namaz kılarken önlerinden rahatça geçebildiğim bir yaştaydım, babaannem hastalandı. İstanbul’a döndüm, okula başladım. Bir hastanede gördüm en son onu. Hastalığı ilerlemişti. Çerkesçeyi tane tane değil, kardeşleriyle konuşur gibi hızlı ve yuvarlayarak konuştu. Ben de bir Çerkes gibi onu dinledim. Gelmeden okulda düşmüş, alnımda koca bir şişik vardı, bir ekmek çiğneyip, romatizmalı yamuk elleriyle şişime yapıştırdı.

    Sonra büyük dayımı kaybettik, sonra da büyük teyzemi. Çerkesçe bitti. Önce sesi unutursun derler, sonra da yüzü. Şimdi her şeyi unuttum. Bildiklerimin hepsi zamanla yitti gitti. Ama bir kelime kaldı geriye, elimden içmeyi severdi babaannem, ‘psı’, yani ‘su’. Babaannemin sesine, yüzüne yapışmış bu kelime, her şeyi birlikte tutuyor, unutmuyorum. Halamdan öğrendim, arada ‘lepsi’ yapıyorum.

    Babaanneler, dedeler, anneanneler öldü; şehirler birbirinden uzaklaştı. Dillerini unuttular, yemeklerini unuttular, masallarını, şarkılarını unuttular. Bilmedikleri, görmedikleri vatanlarından kopup dünyaya saçıldılar. Bir arada olmaları tehlikeliydi, onları parçaladılar, dağıttılar, uzaklaştırıldılar. Sürgün hep sürdü. Okulları olmadı, kitapları olmadı, örgütleri olamadı, yalnızlaştırıldılar. En kalabalık birim ‘aile’ olarak bırakıldılar. Geçen yüzyıl yüz binlerin canını aldı, bu yüzyıl da milyonların dillerini, masallarını. Tertemiz yaptılar, neredeyse hiçbir şey kalmadı. Mecburen kendilerini koruyacak, saklanacaklardı, hızla asimile oldular, uzaklaştılar, birbirlerini unuttular.

    Karşılaşınca bir iki yemek ismi, akılda kalmış bir iki boy-kabile adı sıralamaktan, Çerkestavuğundan biraz daha fazlası olduğumuzu anlatmaya çalışmaktan başka yapabileceğimiz bir şey yok. Tek ortak yanımız, unutmak. Hiç sahip olmadığın bir şeyi kaybettiğin hissi ile mütemadiyen dolaşmak. Ve arkanda dikilmiş o kocaman hayalet, seni dünyaya saçan çirkin katliam, “Sus!” diyor, “Kimseye söyleme beni! Sakın anlatma!”
    Diğerleri de aynı şarkıyı söylüyor, tüm soykırımları; “gömdük sizi, bir daha çıkmayacaksınız ortaya” diyorlar.

    Yaşananlar düşünüldüğünde, olimpiyatların Sochi’yi seçmesine Çerkeslerin gösterdikleri tepkiler rahatlıkla anlaşılabilir. Bu durumu üstü hep örtülmüş bir trajediyi hatırlatma fırsatı olarak görüyoruz.
    Ne istiyoruz peki?
    Bir kez olsun hatırlanmak ve hatırlamak istiyoruz. İstiyoruz ki birileri çıksın, desin ki: “Biz bu insanlara kötülük yaptık, özür dileriz.”
    Desin ki: “O hayalet gerçekti, üzgünüz!”
    Biz de diyelim ki: “Korkunç bir şey gelmiş başımıza ama işte, birileri geldi ve özür diledi. Bu sürgün artık bitti.”
    (*) 20 Mayıs 2011 tarihinde Gürcistan Meclisi, Çarlık Rusyası’nın Çerkeslere soykırım uyguladığını kabul etti. Gürcistan, Çerkes soykırımını tanıyan ilk ve tek ülke oldu.

    http://www.radikal.com.tr/yorum/cerkes-soykirimi-babaannem-ve-sochi-1176669/







  • Bilgilerde yanlislik var. Birincisi Cerkesler Turk degildir. Ikincisi de Kirim Savasi sonrasinda Karadeniz askeri bolgelerden arindirildi.

    Asil katliamlar SSCB doneminde ozellikle Nogay Turklerine karsi olmustur.

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • Türkiye Çerkesleri: Çerkes adı Kafkasya'da Çerkesçe denen lehçe grubunun Batı Çerkesçesi ve Doğu Çerkesçesi olmak üzere iki kolunu konuşan Kuzey Kafkasyalıları nitelendirirken, Türkiye'de (ve Osmanlı coğrafyasında) ise bunlar dışında ayrıca Abazalar, Abhazlar, Osetler, Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve Dağıstanlılar gibi farklı diler konuşan Kuzey Kafkasyalıları topluca belirtmek için Çerkes/Çerkez adı yaygın biçimde kullanılır. Osmanlı döneminde Karaçaylar için Kara Çerkes (قره چركس), Balkarlariçinse Dağ Çerkes (طاغ چركس) adı da kullanılmıştır.[18] Türkiye ve diğer diaspora Çerkesleri Kafkasya'dan sürgün edilmeleri tarihini 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anma Günü olarak kabul etmektedirler





  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
    
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.