Kuranı kerimde güç ve teknoloji
Kur’an’da güç, başlı başına kötü bir olgu olarak sunulmaz. Aksine güç; bilgi, imkân ve yetenekle birlikte bir emanet olarak değerlendirilir. Ancak Kur’an’ın altını özellikle çizdiği nokta şudur: Güç, ahlaktan koparıldığında adalet üretmez; zulüm üretir. Bu ilke, bugün teknolojiyle ilgili en güncel meseleleri doğrudan ilgilendirir.
Kur’an’da teknik bilgiye ve üretim gücüne işaret eden kıssalardan biri Zülkarneyn anlatısıdır. Burada dikkat çeken unsur, yapılan işin büyüklüğünden çok niyet ve sınırdır. Demirin eritilmesi, setin inşa edilmesi bir mühendislik başarısıdır; fakat Kur’an bu gücün nasıl kullanıldığını merkeze alır. Amaç tahakküm değil, fesadı engellemektir.
Kur’an’ın eleştirdiği güç modeli, Firavun ve Nemrud örneklerinde açıkça görülür. Bu figürler bilgisiz değildir; aksine dönemin imkânlarını kullanan, sistem kuran ve yöneten yapılardır. Sorun, teknik kapasite değil; bu kapasitenin mutlaklık iddiasına dönüşmesidir. Güç kendini sorgulanamaz gördüğünde, adalet ortadan kalkar.
Bugün teknoloji de benzer bir sınavdan geçmektedir. Yapay zekâ, gözetim sistemleri, veri toplama ve kontrol mekanizmaları; teknik olarak ilerleme sayılabilir. Ancak bu ilerleme ahlaki bir çerçeveye oturmadığında, insanı özgürleştirmek yerine denetlenen bir nesneye dönüştürebilir. Kur’an’ın uyarısı tam da bu noktada anlam kazanır: Güç, sınır tanımıyorsa tehlikelidir.
Kur’an’a göre gerçek problem teknoloji değil; teknolojiyi kullanan insanın niyetidir. Güç, adaletle birleştiğinde nimet olur; kibirle birleştiğinde felaket. Bu nedenle Kur’an, insanı teknolojiden uzaklaştırmaz; onu sorumlu kılar. Sahip olunan her imkân, bir gün hesaba dönüşür.
Sonuç olarak Kur’an, teknik ilerlemeye karşı değildir. Ancak ilerlemenin ahlaktan bağımsızlaşmasına karşıdır. Bugünün dünyasında asıl soru şudur: Daha güçlü müyüz, yoksa daha adil mi? Kur’an bu sorunun cevabını teknolojiye değil, insana bırakır.
KURAN,DA AHLAKLI KADI ANLAYIŞI
Kur’an’da adalet, sadece verilen kararlarla değil; kararı veren kişinin ahlaki duruşuyla birlikte ele alınır. Bu nedenle Kur’an’ın adalet anlayışı, mekanik bir hukuk sisteminden ziyade, ahlakla beslenen bir yargı bilinci ortaya koyar. Bu bağlamda “kadı” ya da yargı yetkisine sahip kişi, yalnızca kanunu bilen değil; vicdanı diri olan kişidir.
Kur’an’da hâkimiyet, emanet olarak tanımlanır. Emanet ise ehline verilmediğinde zulme dönüşür. Bu yüzden adalet dağıtan kişinin en büyük imtihanı bilgi değil, güçle kurduğu ilişkidir. Güç, ahlakla sınırlandırılmadığında adalet bozulur; hukuk, güçlülerin lehine işleyen bir araca dönüşür.
Kur’an’ın eleştirdiği temel sorunlardan biri, hükmün kişisel çıkarlara göre verilmesidir. Rüşvet, kayırma, korku veya aidiyet; adaletin önüne geçtiğinde kadı artık adil değil, taraflıdır. Bu noktada Kur’an, adaletin akrabalıkla, zenginlikle veya çoğunlukla ölçülemeyeceğini açıkça ortaya koyar.
“Ahlaklı kadı” anlayışı, yalnızca doğru karar vermek değil; doğru kalabilmektir. Çünkü karar anı geçicidir, fakat karakter süreklidir. Kur’an’da adalet, dış baskılara rağmen doğruda sebat edebilme gücüyle tanımlanır. Bu da ancak ahlaki bir duruşla mümkündür.
Sonuç olarak Kur’an’a göre adalet, metinlerde değil; onu uygulayan insanın vicdanında başlar. Ahlak zayıfladığında en doğru kanun bile zulme hizmet edebilir. Bu yüzden Kur’an, adaleti önce kalpte, sonra hükümde arar.
KUR.AN İTAETMİ İSTER YOKSA BİLİNÇLİ İMANIMI
Kur’an, insana hitap ederken onu yalnızca inanmaya değil, düşünmeye çağırır. Bu çağrı, dinî metinler arasında dikkat çekici bir duruştur. Çünkü Kur’an’da iman, aklın devre dışı bırakılmasıyla değil; aklın sorumluluk almasıyla anlam kazanır. Bu nedenle Kur’an, kör itaati değil, bilinçli yönelişi esas alır.
Kur’an’da sıkça tekrar edilen “Akletmez misiniz?”, “Düşünmez misiniz?”, “Hiç bilmeyenlerle bilenler bir olur mu?” gibi ifadeler, aklın imanın karşısında değil, onun temelinde yer aldığını gösterir. Burada amaç, insanı sorgusuz kabule zorlamak değil; onu düşünmeye mecbur bırakmaktır.
Bazı dinî anlayışlar aklı bir tehdit olarak görür. Oysa Kur’an’da eleştirilen akıl değil, kullanılmayan akıldır. Kur’an, düşünen insanı değil; düşünmeyen toplulukları eleştirir. Geçmiş kavimlerin helâk anlatımlarında asıl problem inkâr değil, düşünmeme ısrarıdır.
Kur’an’da bilgi (ilm) yüceltilirken zan sert biçimde eleştirilir. “Zan, haktan hiçbir şey ifade etmez” ifadesi, kulaktan dolma bilgilerin ve sorgulanmadan kabul ediKur’an’ın en sert eleştirilerinden biri de “atalar dini” anlayışınadır. “Biz atalarımızı böyle bulduk” söylemi, bireysel aklın devre dışı bırakıldığı bir inanç biçimini temsil eder. Kur’an’a göre gelenek tek başına hakikat değildir; hakikat, sorgulanabilen ve akılla savunulabilen olandır.
Sonuç olarak Kur’an’ın hedeflediği insan tipi; susan, düşünmeyen ve sorgulamayan bir figür değildir. Aksine Kur’an, düşünen, soran ve bilinçli yönelen insanı muhatap alır. Akıl, imanın alternatifi değil; onun yol arkadaşıdır. Asıl tehlike fazla düşünmek değil, hiç düşünmemektir.len inançların tehlikesine işaret eder. Bu nedenle Kur’an, insanı sadece inanmaya değil; neye ve neden inandığını bilmeye çağırır.
Son Giriş: 15 sa. önce
Son Mesaj Zamanı: 16 sa.
Mesaj Sayısı: 3
Gerçek Toplam Mesaj Sayısı: 3
İkinci El Bölümü Mesajları: 0
Konularının görüntülenme sayısı: 0 (Bu ay: 48)
Toplam aldığı artı oy sayısı: 0 (Bu hafta: 0)
En çok mesaj yazdığı forum bölümü: Kültür, Güncel ve Tarih






Yeni Kayıt
Özel Mesaj

Görüntülenme
Yanıt Yok





