Şimdi Ara

maturidilik/eşarilik ve osmanlının duraklama devrine girmesi.

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
11
Cevap
0
Favori
3.964
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Osmanlının neden yıkıldığı/ne zaman duraklama dönemine girdiği tartışam konusudur. Bununla ilgili farklı bir yorumu aşağıda alıntıladım. Osmanlının yıkılışını maturidilik/eşarilik bağlamında tartışmak istiyorum.

    Yavuz Sultan Selim Merci Dabık ve Ridaniye savaşlarından sonra Tebrizdeki Şiia ve Kahiredeki Eşarici, yani Fars ve Arap alimlerini İstanbul'a getirmiş ve böylece İstanbul'un Dünyanın İlim merkezi olmasını temenni etmiştir. Fakat buralardan gelen alimler Kuran ve Hadis ilmi dışında her türlü ilim tefaruatır demişler ve de Osmanlı Üniversitelerinde fizik, matematik, astronomi, biyoloji, tıp vb, müsbet ilim dalları teferuat sayılmıştır. Böylece hemen 30-40 içinde Osmanlı Üniveristeleri Üniversite olmaktan çıkmıştır vede bizim batışımız başlamıştır. Eşari ile Maturidi arasında oldukca çok fark vardır, bünyemize uymayan Eşarilik bizi yıkıma sürüklemiştir.

    bu yorum sizce ne kadar haklı?







  • yukarı.

    kimse itibar etmemiş konuya fakat yinede birileri çıkar konuşuruz diye düşünüyorum.
  • Kısa olarak eşarilik/maturudilik tanımlarını yapsaydınız daha anlaşılır olurdu sanırım
  • maturidilik eşariliğe göre biraz daha akli yoruma imkan verir.

    eşarilik biraz daha kadercidir.

    türkiye sunnileri genelde hanefi-maturidi dir.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi vese -- 19 Eylül 2007; 18:35:24 >
  • ancak eşarilik de maturidilik de hak mezheptir.suç eşarilik'de değil eşariliği o şekilde yorumlayan o devirdeki imamlara aittir bence.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: sauron86
    ancak eşarilik de maturidilik de hak mezheptir.suç eşarilik'de değil eşariliği o şekilde yorumlayan o devirdeki imamlara aittir bence.


    ne şekilde yorumlayan?
  • arkadaşın yazdığı gibi dini ilimler dışında her türlü ilmi teferruat olarak yorumlamaları.ama ben öyle yorumlayanların tüm ulema içinde çok az olduğunu düşünüyorum..
  • Yapay Zeka’dan İlgili Konular
    Daha Fazla Göster
  • quote:

    Orjinalden alıntı: sauron86

    arkadaşın yazdığı gibi dini ilimler dışında her türlü ilmi teferruat olarak yorumlamaları.ama ben öyle yorumlayanların tüm ulema içinde çok az olduğunu düşünüyorum..



    dini ilimler dışında hertürlü ilim teferruattır...

    fakat buradaki teferruat kelimesi yanlış anlaşılmaktadır.
    kastedilen ölüm gerçeği ve ölümden sonraki hayata imanın tezahürüdür...
    bu bağlamda teferruattır.
    aşk ın yanında geriye kalanı önemsiz görmenin ifade edilişidir.
    bu, "madem öleceğim ne diye çalışıyorum" gibi bişeydir.eee çalışmak gerekir tabi...

    bu kelime ve kompleks kelimesi nedense hep kötü bişeymiş gibi anlaşılır...

    @the_point

    osmanlı daki bu iki görüşün geçirdiği merhaleler ve devlete etkileri hakkında bilgi sahibi değilim.
    güzel bir konu, aslında bu vesile ile araştırmak lazım.konuyu biraz bilgilendirmelisin sahibi olarak.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: the_point

    ...bünyemize uymayan Eşarilik bizi yıkıma sürüklemiştir.

    bu yorum sizce ne kadar haklı?


    İtikadi olarak iki mezhep var.Biri maturidi diğeri eşari.Maturidi mezhebiin kaynağı da İmam-ı Azam'a dayanır.Asıl temeller İmam-ı Azam tarafından atılmış fakat yazılı hale İmam-ı Maturidi zamanında getirilmiştir.Hanefiler itikaden maturidi'dir çoğunlukla.Ama Eşari'de ha bir titikadi mezheptir.Hak olarak kabul görmüş bir mezhep bünyemize nasıl uymamış?Yani eşarilikte ne var da bize ters geliyor?Bu konuda bilgilerinizi istirham ediyorum the_point...
  • SELEFİYYE
    Lügat olarak selef önceki manasını ihtiva etmektedir. Hiçbir hususta Maturidilik ve Eşarilikle ayrışmadığı halde ayet ve hadislerin zahiri manaları ile yetinerek manası açık olmayan müteşabih ayetler üzerine, te'vil ve yorum yoluna gitmemişler. Aynen almışlar, kader ve kazaya inanıp fikir belirtmemiş ve inançı tatbik sahasına geçirmişler. Sonraları özellikle tartışma meselesi olan mutezile, müşebbihe yâda cebriye, kaderiye gibi sapık akımların zuhuruna sebebiyetle neticelenen aklın tartamadığı Cenabı hakkın zati ve sübüti sıfatları ve beri olduğu sıfatlar hususunda münakaşalarda bulunmamış akıl ile tartılamayacak hususlarda akla yer vermemişlerdir. "Vallahü A'lemü" yani "Allah bilir" diyerek yoruma gitmemişlerdir. Maturidilik ve Eşarilik ortaya çıkıncaya kadar Sünni çevrenin itikadı selef itikadıdır. Ehlisünnet itikadı, İmam Maturidi ve İmam Eşari sayesinde art niyetlilerin sarsamayacağı bir yapı üzerine oturtulur. Ehli–Sünnet itikadında selef gibi olmak yerine artık zamanında tartışılan meseleler sebebiyle şüpheye girebilmek ve itikadı bir sapkınlığın içine düşebilmek ihtimalinden uzaklaşılmıştır. Her Ehli–Sünnet mensubu itikadı mezhep olarak bulundukları memleketteki yaygınlığına göre Maturidi veya Eşariyi tercih etmiştir.
    Hanbelî mezhebinin kurucusu olan İmam Ahmed bin Hanbel'i takip edenlerin ise itikada mezhebi Selefiyye olsa bile miladi 300'ler den sonra kendilerini sonraki selef, (selefi müte'ehhirun) selef ehlini ise önceki selef,(selefi mütekaddimun) diye isimlendirmiştir. Bu tertemiz ve saf selef itikadını menşeinden çıkararak, Ehli–Sünnet itikadına zıt düşen içtihatlarda bulunan İbn'i–Teymiyye ve İbn'i–Cevziyye ve onların yolunu takip edenler sebebiyle ehlisünnet uleması artık selefiyyunu zikretmez olmuştur.
    Zaten her ehlisünnet mensubu Maturidi veya Eşari olduğu için sonraki selef diye adlandırılan grup da pek taraftar toplayamamıştır. Bugün amelde Hanbelî itikat da Selefi olduğunu söyleyenler ise genelde İbn–i Teymiye'nin yolunu takip eden Vehhabilerdir. Yoğun oldukları ülkelerse Suudi Arabistan, Kuveyt ve birkaç körfez ülkesidir.

    * * *
    Önceki selef diye adlandırılanlar, itikadı meselelerde fikir belirtmedikleri için ve nihayetinde Maturidi ve Eşari mezhepleri bu hususta açıklayıcı nitelikte oldukları için kendini sonraki selef diye isimlendirenlerinse itikatları ehlisünnet itikadına uymadığı için Ehli–Sünnet itikadında hak mezhebin iki olduğuna hükmedilmiştir. Bu iki mezhep de Maturidi ve Eşari mezhepleridir.

    MATURİDİ MEZHEBİ
    Kurucusu İmam Mansur Muhammed bin Muhammed bin Mahmut el–Maturidi Hazretleridir. Hicri 238/miladi 852 yılında, bir başka rivayete göre ise 862 yılında Türkistan'ın Semerkant şehrinin Maturid köyünde doğmuş ve 333/944 tarihinde vefat etmiştir. Hal'i hayatında iyi bir eğitimle yetişmesinin yanında, Basra'ya giderek İslam mezheplerinin uygulanış biçimlerini araştırmış ve eserleri incelendiğinde onun ilmi–kelam ilmi–akaid, mezhepler tarihi, ilm'i–usulu fıkıh ve tefsir alanlarında otorite olduğu görülür. Amel olarak, fıkıhta ise Hanefi mezhebine bağlıdır.

    * * *
    Hicri 2. asırdan itibaren ortaya çıkmaya başlayan ve yukarıda bahsettiğimiz gibi başta Mutezile olmak üzere Cebriye ve Kaderiye gibi sapık akımlara karşı İmam'ı Maturidi hazretleri itikadı meselelere ayetler ve hadisler ışığında yorumlar, çözümler ve açıklamalar getirmiştir. Çok kısa bir zaman sonra aynı metodu başta İmam'ı Eşari hazretleri ve onların talebeleri ve arkalarından gelen Ehli–Sünnet uleması takip etmiş ve bu sayede Ehli Sünnetin iki itikadı mezhebi vücut bulmuş ve ehlisünnet inancı kalıplaşmış ve sarsılamaz bir hale gelmiştir.
    Bugün dünyadaki Sünni Müslümanların yarısından fazlasını oluşturan amelde Hanefi mezhebi mensubu olanlar itikat da Maturidi mezhebine bağlıdırlar. Maturidiyye Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hindistan, Pakistan ve Eritre'de yayılmıştır.


    EŞARİ MEZHEBİ
    Kurucusu Ebu'l–Hasan Ali b. İsmail el–Eşari Hazretleridir. Hicri 260, miladi 873 senesinde Basra'da doğmuştur. Ebu Ali el–Cübbai'nin talebesi olduğu için kırk yaşlarına kadar her şeyi akılla tartmaya çalışan ve ortaya koyduğu hükümlerle ehlisünnet itikadının dışına çıkan Mutezile üzerine amel etmiş, sonra Cübbai'ye üstün gelerek bir rivayete göre de sebebi bir rüya olan dönüşü ile büyük bir ehlisünnet âlimi olmuştur. Sonra başta Mutezile olmak üzere, sapkın akımların itikatlarını çürüterek, bu alanda ekol hali ile Eşari mezhebinin kurucusu olmuş 324/936 tarihinde Bağdat'ta vefat etmiştir.

    MATURİDİ VE EŞARI ARASINDAKİ FARKLAR
    Maturidi ve Eşari mezhepleri arasındaki farklardan bazılarını zikredeceğiz. İslam'ın amel bölümüne değil de inanç yönüne taalluk eden görüşlerden ibaret olduğu için hükümler;
    Allahın sıfatları.
    Kur'an–ı Kerim mahlûk mudur?
    Cennet ve cehennemin varlığı ve devamlılığı.
    Kâfirlerin çocuklarının durumu.
    Sırat köprüsü.
    Şefaat, gibi meselelerdir.

    * * *
    Mesela Tövbe–i yeis (ölüm anında yapılan tövbe) hem Maturidi hemde Eşariye göre caizdir. Cennette Allah'ın görülmesi hak olduğu gibi meselelerde ittifak ederken Maturidi mezhebinde kendisine tebliğ ulaşmayan kişi Allah'ın daha doğrusu yaratıcının varlığına inanmakla yükümlüdür der.
    Eşari mezhebi kendisine hiçbir tebliğ ulaşmayan kişinin aklı ile Allah'ı anlamaya kifayet etmediği için bununla mükellef tutulmaz, demektedir.
    Maturidi mezhebi delillerin yorumu ışığında peygamberlik için erkek olmanın şart olduğunu ifade etmiştir.
    Eşari mezhebi ise kadınlarda hiç peygamber gelmemiştir ama yinede bu peygamberlik için erkek olmanın vucübunu göstermez buyurmuştur.
    Maturidi'ye göre kul gücünün yetmediği şey ile mükellef değildir.
    Eşari hazretleri ise bu zamana kadar hiç böyle bir şey olmasa dahi Allah kulunu, kulun gücünün yetmeyeceği şey ile mükellef kılabilir buyurmuştur.
    Gayrimüslimlerin çocuklarının ne olacağı hususunda yine naslar ve sağlam deliller ışığında birisi toprak olacaklarını diğeri ise cennette mü'minlerin hizmetçileri olacaklarını beyan buyurmuşlardır. İkisi de olabilir ama biz maturidi olduğumuz için cennette hizmetçi olacaklarına daha yakın dururuz ve öyle inanırız. Geri kalan bütün meselelerdeki hükümler ittifak halindedir.

    * * *
    Temel de ayrılık olmamasına rağmen, zaman zaman farklı delil ve hükümler getirseler de sonuçta her ikisi ortak noktada birleşip Müslümanların nezih itikatlarını muhafaza edebilmeleri için ömürlerini ortaya koymuşlardır. Nihayetinde her biri de bu işe liyakatli ve bu sahada gelmiş geçmiş en büyük ekol oldukları için ve ehli sünnet itikadının müdafaası için uğraştıklarından dolayı peygamber efendimizin "İhtilafü ümmeti rahmetün vasiatün" hadisi şerifinin sırrına mazhar olmuş ve bu hususta artık tartışılacak ve söylenecek söz bırakmamışlardır. Allah onlardan razı olsun. Gelecek yazımızda amel'i mezheplerden bahsedeceğimiz için Peygamber efendimizin İmam'ı–Azam'ı nasıl müjdelediğini gelecek aya bırakıyorum.
    Sanırım mezhepleri anlatırken mezhebin lüzumu da anlaşılmıştır. Zira bilgi seviyemiz malum olduğu gibi yüzlerce yıldır gelen bütün ulema mezhep mensubiyetinin lüzumunu savunmuş ve buna göre amel etmişlerse, aksini iddia etmek en hafif ithamla art niyet ve ihanetten ibarettir.



    beyan dergisinden alıntıdır




  • Geniş açıklama istenmiş. Yapalım. (gerçi çok geniş bir açıklama olacak ama yararlı olacağına eminim. sonuna kadar okuyun lütfen:) (ayrıca bu tartışmada taraf değilim.)


    İmam Ebu Mansur el-Mâturidinin akaiddeki mezhebine mensub olanların meydana getirdiği topluluğa Matüridiyye denilir.

    Alemü'l-Hudâ, İmamü'l-Huda ve el-Mütekellim lakablarıyla da anılan Matüridi takriben 238/852'de Maveraünnehir'de bulunan Semerkand'ın Matürid köyünde doğmuştur. 333/944'te Semerkand'da vefat etmiştir. O, İslama çok değerli hizmetler vermiş öncü İslâm âlimlerinin başında gelir. Maveraünnehir'de Ehli Sünnet'e nisbet edilen Kelâm ekolünün kurucusu ve mümessilidir. Ehli Sünnet kelâmının Irak'taki mümessili ise Ebul Hasen el-Eş'arî'dir (v. 324/936). Maturîdinin yaşadığı çağda, ilim ve edebiyata hizmet etmiş olan Samanoğulları devleti (844-999) hüküm sürmekteydi. Bize kadar gelen Te'vilâtu'l-Kur'an ve Kitâbü't-Tevhîd gibi eserlerinden anlıyoruz ki, Matüridi, Kelâm, Tefsir, Mezhebler Tarihi, Fıkıh ve Fıkıh usulünde derin bilgi sahibiydi. Mâturidinin hocaları, ilimleri İmam A'zam Ebu Hanife'ye uzanan Ebu'n-Nasr el-İyazi, Ebu Bekr Ahmed el-Cürcânî ve Muhammed b. Mukatil er-Râzî'dir. Bunların hocası ise İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'den okumuş olan Ebu Süleyman b. Musa el-Cürcânî'dir. İmameyn lakabıyla tanınan İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, İmam A'zam'ın en seçkin talebeleriydi. Matüridi, hocalarından İmam A'zam'ın akaide dair el-Fıkhü'l-Ekber, er-Risale, el-Vasiyye, el-Fıkhü'l-Ebsat, el-Âlim ve'l-Müteallim isimli risalelerini de okuyup rivayet etmiştir. Matürîdî, imam ismini almaya lâyık Hâkim es-Semerkandî (340/951), Ebul-Hasen er-Rustuğfeni (v. 345/956), Ebu'l-Leys el-Buhârî, Ebu Muhammed Abdülkerim b. Musa el-Pezdevî (v. 390/999) gibi büyük afimler de yetiştirmiştir. İmamları Mâtürîdiyye büyük bir sevgi ve saygı ile bağlı olan bu âlimler, Maveraünnehir'de Matüridiyye mezhebini delilleri ile kuvvetlendirerek açıklıyorlar ve yaymaya çalışıyorlardı.

    Eş'ariyye Kelâm mektebinin doğup geliştiği yer olan Irak, pek çok bid'at mezhebinin çıktığı bir bölgeydi. İmam Eş'arî, Revâfız, Karamita ve özellikle Mu'tezile ile çok şiddetli ve gürültülü cedel ve münakaşalarda bulunmuştu. Matüridî'nin yetiştiği Maveraünnehir ise Irak'tan uzak olduğu için az da olsa bid'at akımlarından uzak kalmıştı. Fakat sonunda bu akımlardan bir kısmı Maveraünnehir'e sızmış, Mu'tezile'nin sesi buralara kadar aksetmişti. Nisbi de olsa, bid'at mezheblerinin mensubları buralarda da bulunuyordu. İmam Matüridî, Maveraünnehir'e kadar gelen Mu'tezile'den başka, Dehriye, Seneviyye ve Karâmita'ya karşı mantıklı ve istikrarlı mücadeleler vermişti. Onun Kitâbü't Tevhid'i bunlar gibi sapık fikir ve bid'at cereyanlarını içine alan ve bunları gereği gibi çürütmeye çalışan en değerli ve en eski vesika mahiyetini taşımaktadır.

    Metod:

    Gerek Eş'arî gerekse Matüridî, Mu'tezile ve diğer bid'at mezheblerine galebe çalabilmek için, hasımlarının metodlarının akl-ı selime uygun taraflarını almışlar ve Ehli Sünnet Kelâmı'nın kurucusu olmuşlardır. Fakat, Ehl-i Sünnet'in Kelâm metodunu daha ziyade doğru ve ilmi bir şekilde başlatan, akla ve nakle de lâyık oldukları değeri vererek bu iki asla bağlı kalan ve bu şekilde İslâm akaidini açıklamaya çalışan, imam Matüridî olmuştur. Çünkü, dinde akla uymayan bir şey yoktur. Allah'ın varlığı, hayat, ilim, kudret, irade gibi sıfatları ve Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliği akılla isbat edilir. Yine naklin bildirdiği ahiret ve ahvali gibi gayb haberlerinin imkânı akıl ile gösterilir ve Resulün haber verdiği şekilde bunlara iman edilir. Kelâm metodunda iman edilecek esas ve konuların hepsi haber-i sadık (sahih bir şekilde bize kadar gelen haber-i Resul ile) tesbit edilir. Bunları isbat etmeye yarayacak delillere gelince... Bunlardan duyulur âleme ait olanlar için duyular ve bunun ötesinde kalanlar için akıl kullanılır. Bu şekilde bilgilerimizin üç temel kaynağı ve bunların değerleri hakkında gerekli açıklamayı yapan, İmam Matüridî olmuştur. O, bilgilerimizin sebepleri ve değeri hakkında söz edilen ilk İslâm âlim ve mütekellimi olduğu için bu konularda kendisinden sonra gelen kelâmcılara çığır açmıştır. Ondan sonra gelen kelâmcılar da yazdıkları eserlerin mukaddimelerinde bilgilerimizin kaynağı ve değeri hakkındaki görüşlerini yazmışlardır.

    Matüridî, Kitabü't-Tevhidinde, insanı ilme ulaştıran yolların iz'an (sağlam duyu organları ve bunlarla yapılan deney ve gözlem), haberler ve aklî istidlal olduğunu ve bilgiye ulaşabilmek için bu yolların hiç birisinden müstağni olunamayacağını söylüyor. Ona göre bunlardan her birinin sahasına giren bilgiler grubu vardır. Her bilgi alanına ancak kendisine götüren yolla gidilir. Duyularla elde edilen bilgiyi inkâr eden, inatçı ve kendisini beğenmiştir (Kitabü't-Tevhid Beyrut, 1970 s. 7-8).

    Matüridî iki çeşit haber olduğunu söyler: 1- Mütevatir haber. Bunun doğru olduğunu tesbit etmek için konuyu araştırıp tetkik etmek lâzımdır. 2- Peygamberlerin haberleri. Yanlarında doğruluklarını gösteren ayetler (mûcizeler) bulunduğu için, onların verdikleri haberlerden daha doğru bir haber yoktur. Çünkü doğruluklarının açıklık ve seçikliği bakımından kalbin ısınıp yatışacağı sözler peygamberlerin haberleridir.

    Matüridî akıl hakkında şöyle der:

    Aklın istidlâline gelince; bunun ilmin sebebi olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü duyular vasıtası ile elde edilen bilgileri düşünüp tertipleyerek hüküm veren odur. Duyulardan uzak olan ve bunların dışında kalan şeyleri anlayan, haberlerle bilinen şeyler de yanlışlık olup olmadığı ihtimali üzerinde duran, sonra peygamberlerin mucizeleri ile sihirbazların aldatmacalarını ayırdeden ve başka şeylerin doğruluğunu veya yanlışlığını anlayan akıldır. Aklın tefekkürü ile mahlukattaki hikmeti ve yaratıcı olan Allah'ın varlığına delâlet eden delilleri anlarız.

    Nitekim akıl ile, Kadîm olan Allah'ı bilir ve onu hâdis olan mahlukattan ayırdederiz (Kitabü'l-Tevhid,s. 78). Matüridî, Tevilatü'l-Kur'an ve Kitabü't-Tevhid isimli eserlerinde aklî tefekkür ve istidlâli müdafaa eder; vahyin aklî delil getirmesini mutlaka gerekli görür. Akıl şaşar veya doğruyu bulamaz korkusuyla, sadece nakle dayanmayı gerekli gören fukaha ve hadisçilere karşı çıkar ve şöyle der:

    "İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir. Çünkü şeytan, kişiyi aklının semeresinden alıkoyar, iyi fırsatlara nail olmak ve istediğini elde etmek için güvencelerini sarsar. Aklı kullanarak eşyayı düşünmek, onun prensip ve sonuçlarından gizli olanları bilmek içindir. Sonra bunlarda, eşyanın hâdis olduğuna ve bunları yaratanın varlığına, nefislerini şehvetlerine uymaktan alıkoyanlar için deliller vardır. Bilinsin ki, aklı kullanmaya engel olan, şeytanın vesvesesi ve işidir" (Kitabu't-Tevhid s. 136).

    Yine Matüridi'ye göre aklı hata ve sürçmelerden korumak için ihtiyatlı davranmak, makûlün yanında nakle de dayanmak gerekir. O bu konuda şöyle der: "Kim nakle dayanarak aklı kullanmada dikkatli ve ihtiyatlı bulunmayı inkâr eder ve akıldan gizli kalan şeylerin mahiyet ve künhünü anlamak ister ve Hz. Peygamber'den bir işaret olmaksızın nakıs ve sınırlı aklıyla Allah'ın hikmetlerinin tamamını ihata etmeye çalışırsa, aklına zulmeder ve ona kaldıramayacağı şeyleri yüklemiş olur" (M. Ebu Zehra Tarihul-Mezahibil-İslamiyye fi's-Siyaset-i Vel-Akaid, s. 212-213).

    Matüridî'nin elinde hocalarından okuyup rivayet ettiği İmam A'zam'ın risaleleri, Akaid'den, İlm-i kelama dönüştü. Bu risaleler inanılması lâzım gelen Ehli Sünnet akidesini açıklayan bilgiler idiler. Matüridî bunlarda beyan edilen akaidi başka nakli delillerle takviye etti ve aklı kesin delillerle destekledi. Akâid'in teferruâtını bürhanlarla kesinleştirip kuvvetlendirdi. O Maveraünnehir ülkesi ve diğer İslam bölgelerinde Ebu Hanife ekolünün kelamcısı Ehl-i Sünnet Vel-Cemaatın reisi oldu. Bu sebeple akaidte Hanefî mezhebi, Matüridi'ye nisbet edildi. Böylece, az bir kısmı hariç, Hanefî mezhebinde bulunan kelâmcılara Matüridiyye denildi. Ebu Hanife'nin ismi ancak Hanefî fıkıhçılarına nisbet edilmekle yetinildi. Bir çok kelâmcı ve araştırıcılar, Matüridiyye diye anılan bu Ehli Sünnet mezhebinin asıl kurucusunun İmam Matüridi değil, İmam A'zam Ebu Hanife olduğunu, Matüridî'nin ise onun yazdığı akaid esaslarını aklî ve naklî delillerle destekleyerek açıkladığını ifade ederler. Bazılarının iddia ettiği gibi Matüridî, İmam Eş'arî'ye bağlı bir kimse değil, İmam A'zam ve arkadaşlarının esaslarını tedvin ettiği Ehli Sünnet mezhebini açıklayan ve destekleyerek devam ettirenlerdendir.

    İmam Ebul-Hasen el-Eş'arî ile İmam Ebu Mansur el-Matüridî, Ehli Sünnet akidesini yayma gayesinde ve pek çok izahlarının neticelerinde birleşiyorlarsa da; her ikisinin Kelâm metodları birbirlerininkinden az çok farklıdır. Şüphesiz her iki kelâmcı da Kur'an'ın ihtiva ettiği akaidi, akıl ve mantığı bürhanlarla isbat etmeye çalışıyorlardı. Çünkü selim akıl ile sahih nakil asla çatışmazdı. Fakat Matüridî, Eş'arî'nin verdiği önemden daha fazla akla değer veriyordu. Ona göre aklın daha çok değeri olduğuna şu örnekler delâlet etmektedir:

    1- Her iki mezhebe göre; Allah'ın varlığını aklî delil getirerek bilmek farzdır. Matüridiyye'ye göre peygamber gönderilmezse bile Allah'ı aklen bilmek gereklidir. Allah'ı bilmenin vücubunu idrak eden akıldır. Akıl tek başına Allah'ın varlığını ve bunun vacib oluşunu bilebilirse de, peygamber gönderilmeden, Allah tarafından yapılması teklif edilen hükümleri tek başına bilemez. Allah'ı akılla bilmenin aklen vacib olduğu görüşü, Matüridilere İmam A'zam Ebu Hanife'den geçmiştir. Beyazî'nin (1098/1687) açıklamasına göre, Ebu Hanife "Akıl yaratıklara bakarak Büyük Yaratıcıyı bilmenin aleti olduğu için Allah'ı bilmemekte kimsenin mazereti olamaz" demiştir (Ebu Hanife'nin bu görüşleri için bk. Kemaleddin el-Beyazî, İşaratü'l-Meram, Mısır 1949/1368, s. 78).

    Eş'arîler ise; akıl, Allah'ın varlığını ve birliğini bilmede alet olduğu halde, ona bu bilmenin vücubunu emreden akıl değil, Allah'tır. Allah'ın emri de vahiy ve şeriatla bilinir, diyorlar.

    Matürîdîler de; Allah'ı bilmenin vücubunu emreden Allah ise de, akıl, Allah'ın koyup emrettiği bu vücubu bilebilir, diyorlar. Fakat, "akıllı bir kimsenin mazeretsiz olarak Allah'ın varlığına ve birliğine dair akli delil getirmeyi terketmesi haramdır. Aklî delili bir özrü olmadan terkeden günahkâr olur. Akıl tek başına Allah'ı bilebilir. Fakat teklifi hükümleri (insanların Allah tarafından mükellef tutulduklârı hükümleri) bilemez" düşüncesinde her iki mezheb de birleşiyorlar.

    2- Matüridî, yine, hüsün ve kubuh meselesinde der ki: "Allah bir işi haddi zatında ve aslında güzel olduğu için veya faydası zararından daha çok olduğu için emreder. (Hüsün emrin medluldür) Allah'ın bir işi emretmesi, o işin aslında güzelliğine delâlet eder. Bir şey mahiyeti itibarıyla çirkin olduğu için Allah o şeyden nehyeder. Allah'ın bir şeyi nehyetmesi, o şeyin aslında çirkinliğine veya zararının faydasından daha çok olduğuna delâlet eder." Matüridi'ye göre hüsün ve kubuh açısından eşya ve işler üç kısımdır: a) İnsan aklının tek başına güzelliğini anladığı şeyler, b) Tek başına aklın çirkinliğini idrak ettiği şeyler, c) Tek başına insan aklının ne güzelliğini ne de çirkinliğini anlayamadığı şeyler, ki, bunların da güzelliği ve çirkinliği ancak Allah'ın emretmesiyle anlaşılır. Şu kadar var ki; aklın güzelliğini bildiği şeyleri bile Allah emreder, çirkinliğini bildiği şeylerden de Allah nehy eder. Aklın tek başına mükellef kılma ve sorumlu tutma hakkı yoktur. Dini sorumluluklarda sorumlu tutma hakkı yalnız Allah'ındır. Yegâne hüküm veren ve insanları mükellef tutan O'dur.

    Eş'arîler ise; "eşyanın aslında ve fiillerin mahiyetinde güzellik ve çirkinlik yoktur. Allah emrettiği için bir şey güzeldir, nehyettiği için de çirkindir", derler. Aklın, fiillerin aslında güzellik ve çirkinliği idrak ettiğini kabul etmezler.

    Mutezileye göre ise; aklın güzelliğini idrak ettiği şeyler, yine aklın mükellef kılmasıyla vacib olur. Çirkinliği anlaşılan işten de kaçınmak aklın teklifiyle vacib olur.

    3- Eş'arî; "Allah Teâlâ, bir sebeb ve maksattan dolayı fiillerini işlemez (Allah'ın fiilleri, maksat, gaye ve illetlerle muallel değildir). Yani, Cenab-ı Hak bir şeyi sebeb, maslahat ve gayesiz olarak işler de; bir sebebe müstenid ve bir maslahata mebni işlemez. Çünkü o işlediğinden sorumlu tutulmaz. Ayetlerde geçen Allah'ın hikmetini de ilim ve iradesine irca eder.

    Matüridi'ye göre, Allah kendisine hakim (hikmet sahibi) diyor. O halde O'nun hikmet sıfatı da vardır. Allah boş ve abes işlerden münezzehtir. Her işinde hikmet vardır. Yüce Allah, gerek teklifi hükümlerinde, gerekse yarattığı işlerinde bir zorlayan ve vacip kılan olmaksızın bu hikmeti murat etmiş ve kasdetmiştir. Çünkü O muhtar, serbestçe dileyen ve dilediğini işleyendir. Mutezile'nin dediği gibi, kullarının mesalihine riayet etmesi O'na vacip olmaz. Çünkü, vücub ve gerekli olma, iradeye aykırı olur ve başkasının O'nda hakkının olduğunu hatırlatır ve O'nun yaptığı şeylerden sorumlu olmasını gerektirir. Allah yaptığından sorumlu değildir.

    4- Matüridiler, Allah'ın tekvin (halk) sıfatını, kudret sıfatından başka ezeli ve hakiki sıfat kabul ederler. Çünkü Allah, Kur'an'da kendisini halık (yaratıcı) olarak vasıflandırmıştır. Allah eşyayı kudret sıfatıyla değil, tekvin sıfatıyla yaratır, derler.

    Eş'arîler ise, tekvin sıfatını, Allah'ın kudret sıfatının yaratacağı şeylere hadis olan bir taallûku olarak kabul ederler.

    Görülüyor ki Matüridi'ler nakle bağlı kalmışlar ve bu başlılıktan taviz vermeksizin, nassların özüne uygun akli açıklamalarda bulunmuşlardır. İzmirli İsmail Hakkı'nın "Yeni ilm-i Kelâm" isimli eserinde Eş'ariyye ile Matüridiyye arasındaki farkları belirtirken; "Eş'ariyye indinde, tevbe-i ye's (bir kimsenin ölüm esnasında ilâhi azabı görürken tövbekâr olup iman etmesi) makbul değildir; Matüridiyye'ye göre ise makbuldür" (Yeni İlm-i Kelâm, I, 115) demesi tamamen yanlıştır. Çünkü Matüridilere göre de tevbe-i ye's asla makbul değildir.

    Matüridî, Te'vilâtında; Ebul-Mu'in en-Nesefi, et-Tabsira' adlı eserin de tevbe-i ye'sin makbul olmayışının sebeplerini açıklarlar: "Çünkü bu iman korku ve azabı gidermek için inanmadır; çalışma ile erişilen iman değildir ki onun (ölenin) inanması ictihad (emek ve gayret ile husule gelen iman olsun..." (Te'vilat li-Ebi Mansur el-Matüridî, Kayseri Raşid Ef. Kütüphanesi No: 47 vr. 1829).

    "Bir kimsenin ye's halinde veya ahirette azabı görürken iman etmesi geçersiz ve faydasız olur... (Tabsıratül-Edille, Raşid Ef. Küt. No: 496, vr. 86).

    Tevbe-i ye'sin makbul olmayacağı hakkında Kötülükleri işleyip dururken ölüm bunlardan birine geldiği zaman şimdi tevbe ettim, diyenlerin tevbesi yoktur... " (en-Nisa, 4/18) Azabımızı gördükleri vakit iman etmeleri kendilerine fayda verecek değildir" (el-Mü'min, 40/85) gibi âyetler vardır. Matüridîler ayetlerin zahirine aykırı düşecek görüşlerde bulunmazlar.

    İslâm tarihinde akaidi açıklayan itikadî mezhebler başlıca dörttür. Bunlar, Resulullah'ın ve Ashab-ı kirâmın akâidine ve üzerinde bulundukları yola yakınlıkları itibarıyla şöyle sıralanırlar:

    a) Ehl-i Sünneti hassa denilen Selefiyye: Bunlar nassların zahirine bağlılığı ve teslimiyeti prensip edinmişlerdir. Kur'an'da bildirilen iman esaslarını akılla fazla irdeleyip kurcalamadan iman ederler.

    b) Eş'ariyye: Nassları esas olarak alıp akli delillerle bunları desteklerler.

    c) Matüridiyye: Bunlar da Eş'ariyye gibi kelâm metodunu kabul ederler. Kur'an ve sahih sünnette bildirilen akaidi daha fazla aklî ve kuvvetli delillerle desteklerler.

    d) Mutezile: Bunlar aklı esas alıp nakil ile bunu desteklemeye çalışırlardı. Bazı araştırıcılar, akla bu kadar önem verdiği için Matüridiyye, Selefiyye'den daha çok Mutezile'ye yakındır demişlerdir. Dikdörtgen şeklinde bir alanın ucunda Selefiyye yani Ehl-i hadis; öteki ucunda Mutezile bulunur. Alanın Mutezileye bitişik 1/4'ünde Matüridiyye; Muhaddislerin yanında Eş'ariyye mevcuttur, demişlerdir.

    Matüridî, nassların yardımıyla akli istidlalin gerekli oluşu prensibini tefsirinde de uygulamıştır. O "Tevilatü'l-Kur'an"isimli eserinde müteşabihleri muhkem ayetlere hamletmektedir. Yol bulabildiği vakitte Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmektedir. Çünkü Kur'an'ın bir kısmı diğer bir kısmıyla çelişmez. Eğer o (Kur'an) Allah'tan başkası tarafından olsaydı, elbette içinde birbirini tutmayan bir çok şeyler bulurlardı" (en-Nisa, 4/82). Matüridî, müteşâbih ayeti, dayanacağı bir muhkem ayet veya kat'i bir delil bulamazsa te'vil etmekten kaçar. Müteşabih ayetleri te'vil hususunda takib edilen bu metodu Eş'ari de kullanmıştır. Ancak Eş'ariyye ve Matüridiyye kelamcılarının müteahhirini, halk yanlış yorumlayarak teşbihe düşmesinler diye müteşabih ayetleri te'vil etmişlerdir. Bu te'villerinde bu ayetlerin kesin anlamı olmadığını, ihtimal dairesi içinde olduğunu belirtmişlerdir.

    Matüridiyye Mezhebini Geliştirenler:

    Matüridi'nin akaid ve kelam metodu bizzat bu ekole bağlı olan müelliflerin eserlerinden öğrenilmektedir. Matüridî pek çok eser telif etmiştir. Ancak bunlardan pek çoğu kaybolmuş, günümüze kadar ancak iki tanesi gelebilmiştir:

    Bunlardan birisi "Tevilâtü'l-Kurân "diğeri adı "Te'vilatü Ehli's-Sünne"dir. Dünya kütüphanelerinde elli tane kadar nüshası olduğu sanılmaktadır. Hemen hemen İstanbul'un her kütüphanesinde bir nüshası mevcuttur. Dirayet usulünü takip eden çok kıymetli bir Kur'an tefsiridir. Müellif münasebet düştükçe akaid konularına çok yer ayırır ve bid'at mezheblerinin görüşlerini reddeder. Bu bakımdan Matüridiyye akaidine ait kıymetli bir kaynak sayılır. Bu eser, Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî (v. 533/1158) tarafından şerh edilmiştir. Bir nüshası şehid Ali Paşa kütüphanesinde No: 283 mevcuttur. Matüridi'nin diğer eseri Kitabü't-Tevhid olup, dünyadaki tek nüshası Cambridge Üniversitesi kütüphanesinde 3651 numarada kayıtlıdır. Dr. Fetullah Huleyf tarafından tahkik edilerek 1970 de Beyrut'ta bastırılmıştır.

    Matüridiyye mezhebini geliştiren ve zirvesine çıkaran alim Ebul-Mu'in Meymun b. Muhammed en-Nesefi'dir (417-508/1024-1115). Matûridiyye'nin yetiştirdiği en büyük kelamcıdır. Nesefi, İmam Matüridi'nin görüşlerine (Mukallidin imanı hakkındaki görüşü hariç) bağlı kalmıştır. Eş'ari kelamında Ebu Bekir el-Bakıllani (v. 403/1013) ve Gazzali (505/1111)'nin değeri ne ise Matüridi kelamında da, Nesefi'nin değeri aynıdır. Matüridi'nin kitablarının özellikle Kitâbü't Tevhîdinin iyi anlaşılması için Nesefi'nin Tabsiratül-Edille, isimli kitabı bir anahtar mesanesindedir.

    Nesefi'nin diğer bir kitabının ismi "et-Temhid li-Kavaidi't-Tevhid"tir. Bu kitabın İstanbul Kütüphanelerinde bir kaç nüshası vardır. Mesela Beyazıd Küt. No: 3078,158. (vr.) Nesefî'nin Bahrul-Kelâm fi Akaidi Ehli'l İslâm isimli kitabı ise Konya'dan Ali Ramazan Hadimi tarafından 1327-1329/1911 de bastırılmıştır. Bu kitap yine aynı yılda Kahire'de de basılmıştır.

    Matüridiyye kelâmına hizmet eden başka Nesefîler de yetişmiştir. Nesefi Semerkant ile Ceyhun nehri arasında bulunan bir şehirdir. Ortaçağda bu şehirde İslâmî ilimlerin her dalında eser telif etmiş pek çok alim yetişmiştir. Ebu Hafs Necmeddin Ömer en-Nesefi (v. 537/1142) Burhanuddin en-Nesefi (687/1289) Ebul-Berekat en-Nesefi, Matüridiyye mezhebine hizmet eden büyük âlimlerdendir. Bu sonuncusunun "Medariku't-Tenzil ve Hakaiku't Te'vil" isimli tefsiri. pek meşhurdur. Tefsirin muhtelif yerlerinde Matüridî kelâmına ait görüşler yer alır.

    İmam Ebu Mansur Matüridî, bir müminin inancını akli delile dayanmadan körü körüne taklid eden kimsenin (mukallidin) imanının, kuvvetli bir temele dayanmadığı için, makbul olmadığını söylemiştir. Matüridînin bu konudaki görüşleri, Nesefi'nin Tabsiratül-Edille'sinde şöyle dile getirilir: "Delilsiz olduğu için mukallidin tasdiki faydalı olmaz. Çünkü sevap kulun çektiği meşakkat karşılığında verilir. Mukallidin, imanın aslını kazanmasında sıkıntısı yoktur. Bilakis, imana ulaşmada delil getirme ve şüphe ile kesin delilleri ayırdetmede düşünmenin kaidelerini gözetip nazar ve teemmüle alışarak karşılaşılan kuşkuları gidermek için sıkıntı çekilir... Kişi emek ve gayretini sadece peşin lezzetleri elde etmek için harcar, yalnız kendisini geçici dünya ile faydalanmaya terkeder, sonra hiç bir sıkıntıya göğüs germeksizin külfet ve meşakkate katlanmaksızın iman ederse, sevap elde edemez ve bu imanının faydasını görmez. Nitekim önceden istidlali olmadığından dolayı, azabı görürken inananın bu imanı kendisine fayda vermez" (Tabsıratü'l-Edille, Raşid Ef. Küt. No: 496, vr. 86; Fatih Küt. No: 2907, vr. 96-10). Matüridi'nin bu görüşüne başta Nesefi olmak üzere hiç bir Matüridiyye kelâmcısı katılmamıştır. Çünkü iman Allah'ı ve Resulünün Allah tarafından getirdiklerini tasdik etmektir. Kalbte şüphesiz kesin tasdik bulunup bunun zıddı tekzib gelmediği müddetçe iman makbuldur. Gücü yettiği halde Allah'ın varlığına deliller getirmeyi terkeden mümin, günahkâr olur.


    bu açıklamalar sonucu ilk mesajdaki olgu(yavuzun mısır seferi) dikkate alındığında, osmanlının çöküşü bilime bakış açısının değişmesi bağlamında değerlendiriliyor.




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.