Şimdi Ara

<<<KİŞİLİK BOZUKLUKLARI>>> (3. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
52
Cevap
0
Favori
3.772
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • Panik Atak



    Başta "Panik Bozukluk" olmak üzere, bir çok psikiyatrik bozuklukta görülebilen; aniden beklenmedik bir anda herhangi bir yerde ortaya çıkan yoğun kaygı-bunaltı, korku karışımı bir nöbettir.
    Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatırki; kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder. Bu korku fırtınasını yaşayan insan doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir, bir an önce yardım alınabilecek bir sağlık kuruluşuna müracat edilir.....çoğu kerede hastane, doktor gördüğünde kişide rahatlama olur ve nöbet geçebilir...
    Panik atağı yaşayanların bazıları, o esnada; kalp krizi geçirdiklerini aklını kaçıracağını, felç geçireceğini, kontrolünü yitireceğini, düşüp bayılacağını hissederler.

    PANİK ATAK TÜRLERİ
    1-Beklenmedik Ataklar: Nedensiz, birden ortaya çıkan nöbetler, Panik Bozuklukta bu tür ataklar vardır.
    2-Duruma bağlı olanlar: Korkulan bir kedi, köpek veya başka bir nesneyle yada bir durum karşılığında ortaya çıkar.
    3-Durumsal yatkınlık gösterilen panik ataklar: Genellikle destekleyici bir etken vardır, ama her zaman panik oluşmaz, örneğin araba kullanırken panik atak oluşmaktadır, bazen araba kullandıktan sonra atak geçirmektedir...

    Panik Atağın 13 bedensel bilişsel belirtisi vardır. Bunlardan 4 tanesinin olması nöbet için yeterlidir çoğunlukla 7-10 arası belirti yaşanmaktadır. Nöbet hızlı başlangıçlıdır, 10 dakikada zirveye çıkar. Bazen yarım-veya bir saat sürebilir.

    PANİK ATAKTA GÖRÜLEN BELİRTİLER:
    1-Çarpıntı, kalp atışlarını duyumsama, kalbin yerinden fırlayacakmış gibi olması, göğüste basınç bazen sol kola yayılan ağrı ve uyuşmalar...
    2-Terleme (Sıcak -Soğuk boşalımlar, bazen üşüme bazen alevlerin basması hissi)
    3-Titreme-sarsılma-itilme hissi
    4-Boğulma ve nefes alamama hali (Boğazda düğümlenme veya bir yumru, tıkanma hissi)
    5-Soluğun kesilmesi (Derin nefes alma ihtiyacı havanın yetmemesi gibi hisler)
    6-Göğüste daralma, sıkışma, ağrı duyumsama
    7-Bunaltı, karında ağrı, şişkinlik ve gaz oluşması
    (Bazen mideden başlayıp boğaza doğru yayılan kalkışma rahatsızlık hali)
    8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma hali
    9-Derealizasyon (Gerçek dışılık duyguları panik yaşandığında olaylar bir sis perdesinin gerisinde algılanır, cisimler, küçülür her şey bulanıklaşır...yada depersonalizasyon (Benliğinden ayrılmış olma hali: sanki bedenle ruh birbirinden ayrılıyor ve kişinin kendisini hissedememe, algılayamama kendisine yabancılaşma durumu oluşur....)
    10-Panik anında kontrolünü kaybedeceği yada çıldıracağı korkusu (Kendisine çocuklara, çevreye zarar verme korkusu)
    11-O esnada "yaşamım buraya kadarmış" duygususu-ölüm korkusu
    12-Ellerde, kollarda, bacaklarda, başta ve birçok yerde uyuşmalar, yanmalar, karıncalanmalar, diken ,diken olma halleri
    13-Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları

    PANİK BOZUKLUK TOPLUMDA NE ORANDA YAYGINDIR?

    Panik bozukluk-kadınlarda erkeklere göre 2-3 kat daha sık görülür.
    Panik bozuklu tanılı hastaların %75-80'i kadındır. Aile çalışmalarında; eğitim, etnik yapı, sosyal durumla bağlantı bulunmamıştır.
    Yaşam boyu yaygınlığı değişik çatışmalarda %1,5-3,5 arasında saptanmıştır. Bu oran gittikçe artmaktadır.
    Değişik hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan panik ataklar ve "sınırlı belirtili atakların" ise %15-20 arasında olduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla gerek panik bozukluğuna bağlı gerekse diğer pisikolojik, biyolojik nedenlere bağlı panik atakların her yüz kişiden 20-25 inde görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu oran her 4 kişiden 1'inin panik ataklı olduğu anlamına gelmektedir. Paniğin bu kadar popüler olması bu yaygınlığı ve korkutucu belirtileri olsa gerek...
    Panik hastalarının çoğunluğu psikiyatri dışı hekimlere başvurmaktadır. Görülen belirtiler otonomik ve fiziksel belirtiler olduğunda kalp hastalığı görünümü verebilmektedir. İlk başvurular bu yüzden dahili branşlar olmaktadır.
    Stein, 1994, Chignon 1993'de yaptıkları bir araştırmada panik bozukluklu hastaların % 35'nin sık sık nefes alma, % 20-30'unda kalp damarlarının normal çıktığı, anjiosu normal bulunan hastaların % 35-45'inin ayrıntılı muayenesinde panik bozukluğu olduğu saptanmıştır. (Mukerji, katun) bu yanlış anlayış ve yöntemin ABD'ye yıllık maliyetinin 33 milyon dolar olduğu iddia edilmektedir.


    PANİK BOZUKLUKTA SOSYAL-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLER:

    -Panik Bozukluğu her yaşta başlayabilir.
    -En sık 20-30 yaş arasında başlar, yaş ilerledikçe başlama oranı düşer.
    -Etnik, kültürel farklılıklar çok önemli bulunmamıştır.
    -Şehir yaşamında, kırsal bölgelere göre daha sık görülmektedir.
    -Ekonomik durumla bağlantısı bulunamamıştır.
    -Eğitim düzeyiyle panik bozukluğu arasında direkt bir ilişki saptanmamıştır.
    -Evli insanlarda, dul yada boşanmış insanlara göre daha az görülmektedir, (bir çalışmada boşanmış yada dullarda 5 kat daha fazladır.)


    PANİK ATAK VE PANİK BOZUKLUĞUNUN TESHİŞ KRİTERLERİ NELERDİR?

    PANİK ATAK TEŞHİS ÖLÇÜTLERİ
    (DSM_IV'e göre panik atağı tanı ölçütleri)
    Not: Panik atağı kodlanabilir bir bozukluk değildir. Aşağıdaki semptomlardan dördünün (ya da daha fazlasının) birden başladığı ve on dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık duyma döneminin olması:
    1-Çarpıntı, kalp atımlarının duyumsama ya da kalp hızında artma olması
    2-Terleme
    3-Titreme ya da sarsılma
    4-Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
    5-Soluğun kesilmesi
    6-Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
    7-Bulantı ya da karın ağrısı
    8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
    9-Derealizasyon (gerçekdışılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma)
    10-Kontrolunu kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
    11-Ölüm korkusu
    12-Paresteziler (uyuşma ya da karıncalanma duyumları)
    13-Üşüme; ürperme; ya da ateş basmaları.

    DSM-IV (Psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma kitabı)'e göre
    "AGORAFOBİ OLMADAN PANİK BOZUKLUĞU" TANI ÖLÇÜTLERİ
    A-Aşağıdakilerden hem(1), hem de (2) vardır:
    1-Yineleyen beklenmedik Panik Atakları
    2-Atakların en az birinin, 1 ay süreyle (ya da daha uzun bir süre) aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) izler:
    (a)başka atakların da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı
    (b)atağın yolaçabilecekleri ya da sonuçlarıyla (örn. kontrollunu kaybetme, kalp krizi geçirme, "çıldırma") ilgili olarak üzüntü duyma
    (c)ataklarla ilişkili olarak belirgin bir davranış değişikliği gösterme
    B-Agorafobinin olması
    C-Panik atakları bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn. hipertiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
    D-Panik Atakları, Sosyal Fobi (örn.korkulan toplumsal durumlarla karşılaşma üzerine ortaya çıkan). Özgül Fobi (örn. özgül bir fobik durumla karşılaşma), Obsesif-Kompulsif Bozukluk (örn.buluşma üzerine obsesyonu olan birinin kir ve pslikle karşılaşması), Posttravmatik Stres bozukluğu (örn. ağır bir stres etkenine eşlik eden uyaranlara tepki tepki olarak) ya da ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (örn. evden ya da yakın akrabalardan uzak kalmaya tepki olarak) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.



    AGORAFOBİ NEDİR?

    Agorafobinin belirgin özeliği; yalnız kalmaktan yada kaçmanın zor olabileceği ve ani bir sorun yaşanacağından yardım alınamayacağı korkusu ile kalabalık, topluma açık yerlerde bulunmaktan duyulan korkudur. İşlek bir cadde, sinema, tiyatro, cami, tünel, asansör, toplu taşıma vasıtaları, büyük kapalı alış veriş merkezleri en sık kaçınılan yerler ve durumlardır. Agorafobikler çoğu kez evden çıktıklarında mutlaka güvendikleri birinin kendilerine eşlik etmelerini ısrarla isterler.
    Agorafobi panikle birlikte veya tek başına da olabilir. Gözlemlerimize göre çoğunlukla birlikte olmalarıdır. Çünkü panik atağı yaşayacağı korkusu kişinin düşünce ve davranışlarında ciddi kaçınma davranışlarına yol açar.

    AGORAFOBİ TEŞHİS ÖLÇÜTLERİ

    A. Beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilecek ya da durumsal olarak yatkınlık gösterilen bir Panik atağın ya da panik benzeri semptomların çıkması durumunda yardım sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği (ya da sıkıntı doğurabileceği) yerlerde ya da durumlarda bulunmaktan anksiyete duyma. Agorafobik korkular arasında özel birtakım belirli durumlar vardır ki bunlar arasında tek başına evin dışında olma, kalabalık bir ortamda bulunma ya da sırada bekleme, köprü üzerinde olma ve otobüs, tren ya da otomobile geziye çıkma sayılabilir.
    Not: Kaçınma, bir ya da sadece birkaç özgül durumla sınırlı ise Özgül Fobi tanısını, toplumsal durumlarla sınırlı ise Sosyal Fobinin tanısını düşününüz.

    B. Bu durumlardan kaçınılır (örn. geziler kısıtlanır) ya da Panik Atağı ya da panik benzeri semptomlar olacak anksiyetesiyle ya da yoğun bir sıkıntıyla bu durumlara katlanır ya da eşlik eden birinin varlığına gereksinilir.

    C. Bu anksiyete ya da fobik kaçınma, Sosyal Fobi (örn. utanacak olma korkusuyla giden toplumsal durumlarla sınırlı kaçınma), Özgül Fobi (örn. asansör gibi tek bir durumla sınırlı kaçınma), Obsesif Kompulsif Bozukluk (örn. buluşma ile ilgili obsesyonu olan birinin kir ve fislikten kaçınması), Posttravmatik Stres Bozukluğu (örn. ağır bir stres etkenine eşlik eden uyaranlardan kaçınma) ya da Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu (örn. evden ya da akrabalardan ayrılmaktan kaçınma) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

    PANİĞİN ALT TİPLERİ

    Panik atak yaşayanların hepsi aynı biçimde belirti ve korku yaşamayabilirler. Araştırmalara göre paniğin alttipleri şunlardır;

    -KLASİK PANİK (solunum ve kalp sistemi belirtileriyle giden...)
    -KOGNİTİF PANİK (bilişsel belirtilerin önde olduğu) panik
    -NONKOGNİTİF PANİK (bilişsel belirtilerin olmadığı panik)
    -NOKTURNAL PANİK (uykuda gelen ve kişiyi uyandıran panikler)
    -ALEKSİTİMİK PANİK
    -GASTRO İNTESTİNAL PANİKLER (mide, barsak sistemi belirtileriyle seyreden panik)
    -KORKUSUZ (nonfearful) PANİK


    Klasik panik: kişide önce çarpıntı, heyecan başlar göğüste sıkışma, sol kola vuran ağrı ve uyuşma görülür. Bununla birlikte hızlı soluk alıp verme ve boğazda düğümlenme başlar. O anda kalbin solunumunun duracağı; kalp krizi geçirileceği hissi oluşur. Yakınlarından kalp krizi geçirenlerde daha sık görüldüğü gözlenmektedir.


    Kognitif panik: Bilinç sistemini etkiler. Kendisini tam algılayamama,ruhun bedenden ayrılması hissi.Etrafı sisli,cisimleri uzak farklı algılama baş dönmesi,boşlukta olma hissi görülür.
    Ayrıca kontrolün yitirileceği elde olmadan kötü şeylerin olabileceği , aklın kaçırılabileceği bazen ölüneceğinden korkulur.

    Nonkognitif panik: Kognitif panikteki belirtiler görülmez .Daha çok bir fenalık , göğüste baskı , çarpıntı hissi olur.

    Nokturnal panik: Uykudan ani bir çarpıntı ve korku ile uyanıldığı paniklerdir. Hemen pencere açılır ve hava alınmaya çalışılır uykuda "panikle ölürüm" diye kişinin uykusu kaçar bilinçli olarak uyumamaya çalışır. Zamanla uykusuzluğun getirdiği diğer sorunlarda ortaya çıkar.

    Aleksitimik panik: Nöbet nöbet bedensel belirtilerin olduğu bir türdür.

    Gastro intestinal panikler: Midede , karında başlayıp göğüse doğru dalga dalga yayılan fenalık hissidir. Boğazda düğümlenme yumru hissi oluşturur. Beraberinde bulantı , şişkinlik , gaz, ishal olabilir. Bu türünün "abdominal epilepsiyle" ayırd edilmesi önemlidir.

    Korkusuz (nonfearful) panik: Panik bozukluğun teşhis kriterlerini karşılayan bir durumdur. Buradaki panik ataklarda korku, anksiyete görülmez. Bu gruptakiler nöroloji, kardioloji uzmanlarına daha çok müracat ederler.Tahlillerde ve muayanede hiç bir şey saptanmaz.

    PANİK ATAĞIN GELMEMESİ İÇİN GELİŞTİRİLEN DAVRANIŞLAR

    PANİK BOZUKLUKLU HASTALARIN DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ:
    Panik Bozukluğu olan hastalar, yaşadıkları panik ataklar nedeniyle zamanla yaşamlarında bazı değişiklikler yaparlar. Çok şiddetli ölüm korkusu veya kontrolünü yitirme duygusu yaşadıklarından düşünce davranışların da aşırılıklar abartılar, korkular, dikkati çeker, fakat bütün bunlar hastanın elinde ve iradesinde değildir. Yapılan panik tedavisiyle bütün belirtiler ortadan kalkar...
    Örnekler: "Her an bana bir şey olabilir, düşüp bayılırım" korkusuyla aşağıdaki davranışlar geliştirilir:
    Yanında su taşıma,
    Sürekli kalbini ve nabzını dinleme ve tutma,
    Tansiyon aletiyle dolaşma, sürekli tansiyonunu ölçme ve ölçtürme,
    Yakınlarının adreslerini, telefonlarını özel bir şekilde yanında taşıma,
    Panik krizi yaşanır endişesiyle cinsel ilişkiden kaçma, sportif aktiviteleri bırakma,
    Sürekli yanında birilerinin bulunmasını isteme, yalnız kalamama, sokağa çıkamama, kalabalık, kapalı yerlere girememe, toplu taşıma vasıtalarına binememe...
    Bulunduğu muhitten uzağı gidememe,
    Tatile seyahate çıkamama,
    Birçok sağlık sigortasına üye olup, kartları yanında taşıma,
    Bir yere gideceği zaman sağlık kuruluşlarının olduğu güzargahlar dan gitme,
    Sık sık, acil ünitelerine başvurup kalp grafikleri (EKG) çektirme, Check-Up,lar Yaptırma,
    Berbere diş hekimine gidememe,
    Boğazını sıkan bir şey giyememe,
    Sütyen takmaktan sıkıntı duyma,
    Camiye gidememe, veya en arka safta namaz kılma,
    Cenaze arabası, ambulans, itfaiye aracı görünce hastanelere gidince fenalaşma hissi,
    Uykuda panikle ölürüm diye uyumama ve uykusunu kaçırma,
    Tansiyon yükselecek, kalp krizi geçirilecek veya felç kalınacak korkusu ile aşırı rejim-diyet uygulaması (bazı panik krizlerinde tansiyon ciddi bir şekilde yükselmekte ve yapılan kan tahlillerinde kolesterolda yüksek çıkmaktadır.),
    Tv'lerdeki, basındaki intihar, cinayet, felaket haberlerinden aşırı etkilenme, onlar gibi olma korkusu,
    Otomobilde panik yaşarım korkusu ile, otomobiline binememe, otomobilini satma,
    Uçağa, vapura binememe,
    Tek başına banyo yapamama, tuvalete gidememe, kapıda birisini bekletme,
    Bayılırım, ölürüm diye aylarca banyo yapamama,
    Panik krizi geçtikten sonra, aşırı yorgunluk, keyifsizlik halinin ortaya çıkması.
    Tünellerden, köprülerden geçememe, yüksek yerlere çıkamama. Kendisini aşağı atma korkusu,
    Panik anında bayılırım korkusuyla organlarını ve cildini belli etmeyecek giysi giymek.
    Değerli takı takmamak,
    Panik sürecinde tuvalete gitme isteği,
    Daha fazla güvenebileceği birilerinin yanına taşınma (aileden biri, doktoru ya da hastanelere yakın...)
    Kriz süresince bildiği bütün duaları okumak,
    Uyumadan önce dua etmek. Birgün panikle ölebilirim diye yakınlarına ve sevdiklerine servetini dağıtma ve vasiyet yazma.
    Her gömleğinin, ceketinin cebine kriz anında kullanılmak üzere ilaç koyma,
    Issız ve şehirden uzak yerlere gidememe

    PANİK BOZUKLUK NEDENLERİ

    1- Genetik ve ailesel nedenler.
    2- Biyolojik teoriler
    3- Psikodinamik teoriler
    4- Gelişimsel teoriler
    5- Öğrenme kuramları
    6- Bilişsel modeller

    1- GENETİK VE AİLESEL ÇALIŞMALAR:
    Panik bozukluğu olan hastaların birinci derecede yakınlarında panik bozukluğu ve panik atak görülme oranı %15-30 arası bulunmuştur.
    Aynı yumurta ikizlerinde aynı anda panik bozukluk görülmesi %30-40 arası saptanmıştır.
    Panikte klinik belirtilerin hastaların çoğunda benzerlik göstermesi genetik nedenleri düşündürmektedir.
    Yapılan genetik çalışmalarda; 16g 22 kromozomunda bir genin bu konumdaki rolünden bahsedilmektedir. Fakat kesinlik için yeni araştırmalara ihtiyaç vardır.

    2-BİYOLOJİK TEORİLER:
    Panik atağı esnasında oluşan biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklerden yola çıkarak; beynin hangi bölgelerinde ne türlü reaksiyonlar ortaya çıktığı araştırılmıştır.
    Panik atağı olan ve olmayanlara "sodyum-laktat" enjeksiyonu yapılmıştır. Panikli insanlarda "panik atağı" ortaya çıkarken, kontrol gruplarında çıkmamıştır.
    Diğer yandan aşırı egzersizle artan laktat panikte artmış, oksijen tüketimi, metabolik hızı artıran kafein, yohimbin ve karbondioksitinde panik atağı ortaya çıkardığı bilinmektedir.
    Karbondioksit beyinde katekolamin ve noradrenerjik siklusu artırarak paniğe neden olur. Panik esnasında aşırı noradrenalin salgısı olmakta ve otonomik belirtileri ortaya çıkarmaktadır. (Çarpıntı, ağız kuruluğu vs..)
    -SEROTONİN VE PANİK İLİŞKİSİ:
    Sinir hücreleri arasında iletişim görevi olan önemli bir "norotransmitter" dir. Serotonin seviyesindeki değişiklikler, serotonin işlev bozukluklarında paniğe yol açtığı söylenmektedir.
    Beyin görüntüleme çalışmaları ve panik:
    Panik oluşturan kafein, yohimbin, laktat gibi ajanlarla PET ve SPECT çalışmaları yapılmıştır. Beyin kan akımında düzensizlikler saptanmıştır
    MRI da hipotalamus ve temporal bölgelerde bozukluklar saptanabilmiştir.


    PANİK BOZUKLUKTA, RİSK FAKTÖRLERİ (Kimler paniğe daha yatkın?)

    -Birinci derece akrabalarında panik ya da başka anksiyete bozukluğu olanlar.
    -Sıkıntılı, telaşlı, aceleci, mükemmeliyetçi, insanlar.
    -Düşünce ve duyguların yeterince dışarıya yansıtamayan, "içsel insanlar."
    -Alkol yada başka bağımlılık yapabilen maddelere yatkınlık ve bağımlılık
    -Geçmişinde panik atak diğer anksiyete bozukluklarından bir rahatsızlık ya da depresyon geçirmiş olmak.
    -Sürekli baskı altında olmak, engellenmek yada kendi kendini baskılamak.
    -Sosyal fobik, kaçıngan kişilik yapıları
    -Sürekli "verici" davranma "iyilik meleği"gibi davranma "hayır" diyememe.
    -Öfkesini, kızgınlığı dışarıya yansıtamayan insanlar
    -Dürtülerini sürekli bastıran insanlar -Cinselliği baskılamak, cinsel tatminsizlik ve yoğun bilinç dışı aldatma dürtüleri ve gizli homoseksüel eğilimleri olanlar.
    -Aşırı hırslı, sürekli başarı ile beslenen, başarısızlıklarda kendisini suçlayan yapı..


    NEREYE KADAR PANİK? (Paniğin seyri, gidişatı)

    Panik bozukluk en çok 30'lu yaşlarda ortaya çıkar. Az sayıda çocuklukta başlar. 45 yaşında başlaması olağan değildir... Gidişatı kişiden kişiye değiştiği gibi aynı kişide bile belirtiler değişebilir. Uzun süreli izleme çalışmalarında % 40'nın belirtilerden arındığı, yaklaşık % 50'sinin belirtilerinin çok hafiflediği ve yaşamlarını engellemediği saptanmıştır. % 10-20 arası belirtilerin iniş-çıkışlarla devam ettiği görülmüştür.


    PANİK BOZUKLUKTA TEDAVİ

    Panik atak kesinlikle kontrol altına alınabilir.
    Tedavide Temel ilkeler şunlardır:
    1-Panik atakları ortadan kaldırmak
    2-Sürekli atak yaşayacağım diye bunaltı, kaygı yaşamayı önlemek.
    3-Panik atak korkusuyla yapılmayan davranışların yapılır hale gelmesi (tek başına yola çıkabilmek, kapalı mekanlara girebilmek, yalnız kalabilmek gibi... )
    4-Panikle birlikte görülebilen diğer bedensel ve psikolojik sorunları gidermek
    5-Zamanla paniği önemsemeyecek ve unutacak seviyeye gelmek
    6-Panikten dolayı bozulan aile, iş-sosyal yaşamın eskisi gibi normalleşmesi.
    7-Hiçbir panik belirtisi ve davranışı olmadığı halde tedaviye bir süre daha devam ettirmek.

    Hasta-hekim arasında çok iyi bir iletişim olmalıdır. Hasta hekimine her an ulaşmalıdır.
    Tedavide kullanılan ana ilaçlar antidepresanlardır. Yardımcı olarak; sakinleştiriciler, yatıştırıcılar, bedensel belirtileri önleyen ilaçlar kullanılır.
    Antidepresanların bir kısmı eski kuşak ilaçlardır. (Anafranil, tofranil, ludiomil, insidon, laroxyl, tolvon... gibi )
    Yeni kuşak, ilaçlar (efexör, seroxat, cipram, remeron, prozac, lustral, serzone, faverin, gibi.. )
    Bu ilaçların bir kısmı paniği tedavi eder. Hekimin yaptığı muayene ve tecrübesi sonuca en uygun ilaç seçilir. Bir ilaç her hasta da aynı sonucu vermeyebilir.
    İlaçların bir kısmı (eski kuşak) başlangıçta belirtileri arttırabilir, ağız kuruluğu, sıcaklık hissi, terleme, kiloartışı , kabızlık, cinsel problemler yapabilir. Yeni kuşakta bulantı, titreme, cinsel problemler, kilo artışı gibi yan etkileri olabilir. Bunlar kalıcı değildir. Bir süre sonra azalabilirler.
    Panik bozuklukta ilaç tedavisinin en aşağı bir buçuk yıl olması gerekir.
    -Hekim önerisi dışında kesinlikle ilaç almamak gerekir.
    -Panik belirtileri düzelir düzelmez ilaçları ne azaltmak nede kesmek gerekir. Yoksa kısa sürede tekrarlar.
    -Yardımcı ilaçlar yeşil reçeteye tabi olanlar (Xanax, diazem, nervium benzeri ilaçlar.)
    Ve bazı kalp-tansiyon ve mide ilaçlarıdır. Bunların kısa süreli kullanılması gerekir.
    -Başka hastalıklarınız nedeniyle ilaç alacaksanız doktorunuza danışın.
    -ilaçlar zamanla iştahınızı arttırır. Özellikle -tatlıya- karşı dayanılmaz istek olur. Bunun için tedbir alın bol su için, meyve ağırlıklı beslenin.
    İlaç tedavisi dışında -bilişsel, davranışsal, terapi'nin panikte iyi sonuç verdiği bilinmektedir.
    Burada kişinin bedensel belirtileri algılama ve onlara "kötü anlamlar yükleme" olayı anlatılır.
    Düşünce, beden ve belirtilerin ilişkisi; belirtilerini-düşünceyi nasıl etkilediği konuşulur. Yani önce hastalığın nasıl oluştuğu, belirtilerinin anlamını ne olduğu ve nelere yol açamayacağı anlatılır. Daha sonra kaçınma davranışlarının nasıl yok edileceğini geçilir. Bunları mutlaka bir terapistle birlikte yürütmek gerekir.
    Terapiye istekli ve azimli olduktan sonra bir ayla üç ay arasında epey yol alınır.
    -Panikli olmak bir "kader" olmamalı.
    -Paniğin süresi ne kadar olursa olsun, tedavi edilebilir. Yirmi otuz yıllık panikleri Depam'da çok tedavi ettiğimizi belirtmek isterim.


    PANİK ATAKTA EN ÇOK SORULAN SORULAR ve CEVAPLARI:

    -Panik atak kalp krizine yol açar mı?
    HAYIR
    -Panik felce yol açar mı?
    HAYIR
    -Panik anında ölebilir miyim?
    HAYIR
    -Panik anında kendimi, kontrolümü yitirir kendime ve çevreme zarar verebilir miyim?
    HAYIR
    -Panik atak bayılmaya sebep olur mu?
    HAYIR
    -Deliliğe yol açar mı?
    HAYIR
    -Uçakta panik atak gelirse ölür müyüm?
    HAYIR
    -Tedavisi var mıdır?
    EVET
    - İlaç beyni nasıl etkiler, düşünceyi ve davranışı nasıl değiştirir...?
    Beyindeki "alarm" sistemindeki hassasiyeti giderir. Bozulan dengeleri düzenleyerek aşırı bedensel duyum ve belirtileri yok eder. Aklımız beynimizden uzaklaşmaya başlar ve yaşamın diğer yanlarını tekrar görmeye algılamaya başlarız. Zamanla paniği unutur hale geliriz.
    -Panik Tekrarlar mı?
    Biyolojik, Sosyo-kültürel-ekonomik ve psikolojik şartlar müsaitse her hastalık gibi panikte tekrarlayabilir. Fakat ciddi uzun süreli bir tedavi ile tekrar riski azalır. Ayrıca tekrarlayacaksa çok hafif tekrarlar. Kontrol edilebilir seviyede olur. Bazen doktora bile ihtiyaç duyulmaz. Tedavide paniği kontrol altına almak ve onu tanımak ne yapıp-yapamayacağını bilmek önemlidir.
    -Panik şizofreniye çevirir mi?
    HAYIR
    -Alkol alarak paniği yenebilir miyim?
    HAYIR (zamanla artar ve bağımlılık gelişir)
    -Kendimi dine inanca versem geçer mi ?
    Paniğin inançsızlık ve ibadetsizlikle ilgisi yoktur. "İnançlı" insanlarda da panik yaşanır.
    -Yanımda ilaç, adres ve telefonlar, su, bisküvi, tansiyon aleti vs.. taşıyorum. Olmayınca yola çıkamıyorum bir şey olur mu?
    Bağlanma, garantiye alma ihtiyacından yola çıkıyorsunuz. Tedavi ile yavaş yavaş bu bağlanma nesnelerinden kurtulmak, özgür ve özgüvene dayalı "sahaya" çıkmanız mümkündür.
    -Spor paniği arttırır mı?
    HAYIR (faydası vardır)
    -Sex yapabilir miyim ?
    EVET
    -Panik geldiğinde acile gideyim mi?
    HAYIR (Daha önceki nöbetler nasıl geçtiyse bu nöbette geçecek)
    -Panik depresyonla beraber olur mu?
    EVET
    -Panik anında boğazım düğümleniyor, tıkanıyorum. Nefessiz kalıp ölebilirmiyim.
    HAYIR
    -İlaçla beraber alkol alınır mı?
    Çoğunlukla HAYIR, fakat doktorunuza danışmakta yarar var...
    -İlaçlar bağımlılık yapar mı? Hayat boyu kullanmam gerekir mi?
    HAYIR
    -Panikten dolayı işimi değiştirip, veya bırakayım mı?
    HAYIR Kesinlikle işinizi bırakmayın ve değiştirmeyin.
    -İlaçlar, yiyecekler içecekler boğazımı tıkar mı? Boğulur muyum?
    HAYIR
    -Bana büyü yapılmış veya 'cin' çarpmış olabilir mi?
    Paniğin bunlarla hiçbir ilişkisi yoktur kesinlikle hocalara, büyücülere, medyumlara, biyoenerjiyle uğraşanlara gitmeyin.


    ÖNERİLER

    1-Hastalık hakkında doktorunuzdan ve yayınlardan çok iyi bilgi alın.
    Temel Kural: "Düşmanını Tanı"
    Sana ne yapıp ne yapamayacağını bil!
    2-Dahili, fiziksel muayeneler ve tahlillerde hiçbir şey yoksa; bir daha tahlil yaptırmayın ve dahili muayeneye gitmeyin.
    3-Her hastanın tedavi süresi, onun kişiliğine durumuna bağlı olduğundan tedavi süresini bilin ve bu süreyi en verimli bir şekilde kullanın.
    4-Yakınlarınızıda doktorla görüştürün. Hastalığın sizin elinizde ve iradenizde olmadığını öğrensinler ve size "yüklenmesinler"
    5-Umudunuzu ve kendinize olan güveninizi hiçbir zaman yitirmeyin. "Başaracağım, bu hastalığı yeneceğim ve yaşama sımsıkı sarılacağım. Kendime inanıyorum ve güveniyorum!"
    Telkinini sık sık yenileyin.
    6-Mümkünse her gün yarım saat yürüyüş yapın.
    7-Her gün duş alın.
    8-Yüzme imkanınız varsa yüzün.
    9-Yılda iki kez tatil yapın.
    10-Çözemediğiniz ve sizinle direkt ilişkisi olmayan sorunlarda üzülmeyin. "Kulak arkası edin."
    11-Kahve, koyu çay, kolalı içeceklerden uzak durun.
    12-Midenizi tıka basa doldurmayın, uzun süre aç kalmayın.
    13-Sizin gibi panik yaşayan insanlarla bir araya gelin. Sosyal-kültürel faaliyetlerde bulunun.
    14-Panik krizini hissettiğiniz an dikkatinizi başka yere vermeye çalışın.
    15-Nefes egzersizleri yapın (Derin nefes alıp içinizde tutun ona kadar sayın ve ağzınızdan üfler gibi yavaş yavaş verin)
    16-Her gün gevşeme (relaksasyon) egzersizleri yapın. Bütün vücut kaslarınızı kasıp sonra gevşetin.
    17-Sex yaşamınızı canlandırın, fanteziler üretin.

    HASTA YAKINLARI NE YAPMALI? HASTAYA NASIL DAVRANMALI?

    -“Bir şeyin yok, evham yapıyorsun, her şey senin elinde” lafını etmemek.
    -Paniğin kişinin kontrolünün dışında olduğunu bilmek ve onu anlamak.
    -Fiziksel muayene ve tetiklerde bir şey saptanmayınca hemen psikiyatrist’ e başvuruyu sağlamak.
    -Onu eleştirmeyin, küçük düşürücü yada zorlayıcı davranışlarda bulunmayın.
    -Hastalık kontrol altında olana kadar ona destek olan ve psikiyatrist direktiflerini uygulamada ona yardımcı olun.
    -Hastayı zorlayarak korktuğu durumlarla yüz yüze getirmeyin.Örneğin,seyahate yollamak, asansöre bindirmek,kalabalık alışveriş merkezine sokmak gibi...
    -Kendi kaygı ve korkularınızı iyileşene kadar ona yansıtmayın.Çünkü, panikli insan hastalık,acı,keder,felaket haberlerinden olumsuz etkilenir.
    -Hastanız evhamlı yapıdaysa bir sefer iyi bir fiziksel muayeneden geçirtin. Ayrıntılı Çek-Ap yaptırın .Paniği açıklayan fiziksel bir neden yoksa, bir daha fiziksel işlemlere baş vurmayın.Hastanızın psikolojisini bilmeyen bazı hekimler, muğlak konuşarak hastanın paniğini artırabilir.
    -Hastanın yanında sağlık haberlerini okumayın,falan kalpten gitmiş,filan aklını oynatmış şeklinde kesinlikle konuşmayın.
    -"Yeter artık bir an önce iyileş bizde bıktık usandık" demeyin!
    -Hastanızın rol yaptığını, naza çektiğini sakın düşünmeyin ve telaffuz etmeyin.
    -“ Ne var canım bir gün ölmeyecekmiyiz, ölümden bu kadar korkulur mu “ demeyin bu korku klasik ölüm korkusundan farklı ve şiddetlidir. Büyük konuşmayın ve hastanızın “İnşallah başına gelirde beni anlarsın” beduuasın almayın.
    -Hastanıza “Senin için ne yapayım, nasıl yardımcı olayım “ diye sorun. Onu mutlaka can kulağıyla dinleyin ve anlamaya çalışın.
    -Şunu unutmayınki, panikli insanlar yaşama çok bağlıdırlar. Kendi kendilerine acı çektirmek isterlermi?
    -Paniğin dini inanç eksikliği, iman zaafı olmadığını bilin.Dindar insanda ülser olduğu gibi panik atak da yaşayabilir.
    -Hastanızın doktorundan aldığınız bilgi ve direktiflerle hareket edin.
    -Sabırlı olun panik atak mutlaka kontrol altına alınanbir durumdur.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • ÇOCUK İSTİSMARI: ÇOCUK CİNSEL TACİZİ

    GİRİŞ
    Çocuk ve ergenlerde cinsel kötüye kullanım, bir erişkinin cinsel arzu ve gereksinimleri için çocuk veya ergeni cinsel bir nesne olarak kullanması şeklinde tanımlanmaktadır (1). Araştırmacılar, çocuklukta ve ergenlikte cinsel kötüye kullanımın nadir olmadığını düşünmektedir. ABD'de 1976-1986 yılları arasında çocuk koruma kurumlarına bildirilen cinsel kötüye kullanım olgularında dramatik artış gözlenmiştir; 1976'da bildirilen cinsel kötü kullanıma uğramış çocuk sayısı 10.000'de 0.86 iken 1986'da 10.000'de 20.89'a yükselmiştir (2). Bunun sebebi hekimlerin cinsel örselenmeyi tanımada daha duyarlı hale gelmeleri ve bildirimlerin artmasıdır. Tahminlere göre kızların %20'si, erkeklerin %9'u çocukluk ve ergenlik döneminde uygunsuz cinsel davranışlara maruz kalmaktadırlar (3). Yapılan başka bir geniş ölçekli araştırmada ise toplum örneklemindeki her 10 erkek ve her 3 kız çocuktan birinin onsekiz yaşından önce cinsel kötüye kullanıma uğrama riski taşıdığını saptanmıştır. Bunların gerçek oranları tahminlerden daha yüksektir, çünkü bunların tanınmaları zor olmakta ve gizlenmektedir (4). Çocuk ve gençlerde cinsel kötüye kullanım ülkemizde de sanıldığının aksine daha yüksek oranlardadır. Ülkemizde Trakya Üniversitesinde yapılan bir çalışmada aile içi cinsel kötüye kullanımının %1.4 oranında olduğu bulunmuştur (5).
    Cinsel kötüye kullanımda çocuk için bir çok risk etmeni söz konusudur. Ancak bunlar arasında en önemli rol oynayan ailesel etmenlerdir. Çalışmalarda, cinsel kötüye kullanıma güvenli ailesel bağı olmayan bireylerde daha sık rastlandığı gösterilmiştir. Zayıf anne-baba-çocuk ilişkisi, anne ve baba arasındaki zayıf ilişkiler, koruyucu anne ve babanın bulunmayışı cinsel taciz riskini artırmaktadır. Aynı şekilde çocukta bir psikiyatrik bozukluğun bulunması (mental retardasyon gibi) çocuğun cinsel kötüye kullanım riskini artırmaktadır (6, 7). Cinsel kötüye kullanım genellikle aşamalı olarak gelişmektedir. Taciz yapan ilk önce arkadaşça ve dostça davranmakta, sonrasında baştan çıkarma aşaması ile devam etmekte, daha sonra ise sessizce zorlama ve baskı başlamaktadır (3). Cinsel tacize uğramış çocuklarda cinsel örselenmeye uyum sağlama sendromu (child sexual abuse accommadition syndrome) gözlenmektedir (2).

    Bu sendromda sırasıyla şu aşamalar gerçekleşir:

    1. Başlangıçta cinsel kötüye kullanım olayını gizleme (secrecy) söz konusudur. Bu durum, cinsel tacizi yapanın "bu bizim sırrımız, kimseye söyleme!" tarzında yaklaşımı veya tehdidi, çocuğun çevrenin kendisine inanmayacağı endişesi, aile içi bir taciz ise ailenin dağılması endişesi gibi birçok nedenlerden kaynaklanabilmektedir.
    2. Bundan sonraki aşamada çocuk kendini çaresiz hisseder (helplessness).
    3. Daha sonrasında çocuk kendini hapis olmuş (entrapment) hisseder ve sonrasında duruma göreceli uyum (accomadition) sağlar.
    4. Zamanla çocuk veya ergen gücünü toplayarak gecikmiş, çelişkili, içinde bizi ikna edemeyen itirafı (delayed, conflicted, and unconvincing disclosure) gerçekleşir.
    5. Sonrasında tekrar geri çekilme (retraction), hiçbir şey olmamış gibi davranma sergilenir.

    Cinsel kötüye kullanım iki gruba ayrılmaktadır:

    1. Dokunmanın olduğu cinsel kötüye kullanım tipleri: Vajinal, oral, anal cinsel ilişki veya cinsel organların okşanması.
    2. Dokunmanın olmadığı cinsel kötüye kullanım tipleri: Teşhircilik, çocuk önünde masturbasyon, pornografi vs.
    Epidemiyolojik çalışmalar teşhircilik, uygunsuz okşama ve dokunmanın olduğu cinsel kötüye kullanımın en yaygın görülen tipler olduğunu göstermektedir. Bunu masturbasyon ve koitusun olduğu tipler izler. Koitusun olduğu tiplerde olumsuz etkilenme daha fazladır (8).

    Klinik görünümler:

    Cinsel kötüye kullanıma uğrayan çocuklar, üç temel belirti ile hekimin dikkatini çeker:

    1. Davranışsal değişiklikler
    2. Genital-rektal veya diğer tıbbi yakınmalar
    3. Uygunsuz cinsel ilişkinin açıklanması
    1. Çocuk ve Ergendeki Davranışsal Değişiklikler:

    Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocuk ve ergenlerdeki en özgün davranış belirtileri artmış cinsel dışa vurumlar ve davranım bozuklukları tarzında kendisini göstermektedir. Yapılan çalışmalarda cinsel tacize uğramış çocukların daha sık cinsel davranışlar gösterdiği belirtilmektedir. Bu çocukların yaşına uygun olmayan cinsel davranışlar, teşhircilik, baştan çıkarma veya oyunlarında cinsel içeriğin olması, erişkin veya diğer genç çocuklarla daha sık cinsel ilişkiye girme davranışları gösterdikleri tespit edilmiştir. Ayrıca bu çocuklarda, aşırı veya açıktan masturbasyon, cinsel organları ile aşırı oynama, yetişkinlere veya çocuklara uygunsuz sarılma ve öpme veya ergenlikte flörte erken başlama sık gözlenmektedir (3, 9-12). Cinsel tacize uğramış çocuklar anksiyete ve depresyon belirtileri, korku, bedensel yakınmalar, uyku örüntüsü değişiklikleri ve kabuslar tarzında sorunlar yaşayabilir (13). Cinsel kötüye kullanıma uğramış erkek çocuklarda en sık görülen davranış tepkisi, saldırgan davranışların gelişimi şeklindedir. Erkek çocuklarda davranım bozukluğunun belirtileri de sıklıkla gözlenmektedir. Kızlarda gözlenen en sık davranış tepkisi ise, özkıyım ve kendine zarar verme davranışlarıdır. Kendine zarar verici davranışlar genellikle vücudunda sigara söndürme, bileğini kesme ve özkıyım girişimleri gibi davranışlar şeklinde kendini göstermektedir (14).

    Tablo I'de cinsel kötüye kullanıma işaret edebilecek davranışsal değişiklikler yeralmaktadır:

    Tablo I. Olası Cinsel Kötüye Kullanıma İşaret Eden Davranışsal Değişiklikler

    Davranım bozuklukları

    Baştan çıkarıcılık

    Fobiler

    Öfke nöbetleri

    Madde kötü kullanımı

    Uyku bozuklukları

    Saldırganlık

    Sosyal çekilme

    Gece kabusları

    Kendine zarar verme

    Depresyon

    Yeme bozuklukları

    Cinsel dışa vurumlar

    Düşük kendilik değeri

    Okul problemleri.


    2. Genital-rektal veya diğer tıbbi yakınmalar:

    Çocukla ilgilenen kişinin cinsel kötüye kullanmaya bağladığı veya hekimin muayene sırasında dikkatini çeken bulgular Tablo II'de sıralanmıştır:

    Tablo II. Muhtemel Cinsel Kötüye Kullanıma Bağlı Tıbbi İşaretler

    Genital, anal veya üretral travma

    Genital veya anal ağrı, kaşıntı, sıyrıklar, kanama

    Tekrarlayan üriner enfeksiyon, cinsel yolla geçen hastalıklar, dizüri, veya akıntı

    Vulvitis veya vulvovajinitis veya anal inflamasyon

    Gebelik

    Karın ağrısı, kronik kabızlık, ağrılı dışkılama

    Enürezis, enkoprezis


    3. Uygunsuz Cinsel İlişkinin Açıklanması:

    Muayeneler sırasında çocuk, cinsel kötüye kullanımı hekime açıklayabilir. Aile içi cinsel kötüye kullanım, aile içinden biri veya komşular tarafından ihbar edilebilir.
    CİNSEL KÖTÜYE KULLANIMA KLİNİK YAKLAŞIM

    Çocukla Görüşme: Çocuktan mümkün olduğu kadar ayrıntılı öykü alınmalıdır. Görüşme sırasında şunlara dikkat edilmelidir:

    Çocuktan öykü alırken çocuk veya ergenle yanlız bulununuz, dostça ilişkili kurunuz ve destekleyici olunuz.

    Tanışma sonrasında neden görüştüğünüzü anlatınız ve görüşmenin amacını açıklayınız.

    Çocuk veya ergen ile aynı düzeyde oturunuz. Görüşmeye arkadaşları, okulu veya ilgileri hakkında yumuşatıcı konuları sorarak başlayınız.

    Ses tonunuzun ve yüz ifadenizin yargılayıcı olmasından kaçınınız.

    Onu tehdit edici konuşmalar yapmayınız. Onun güvenini kazanınız ve konuştuklarınızın ikinizin arasında kalacağına güvence veriniz.

    Başlangıçta açık-uçlu sorular sorunuz. Açık uçlu sorular şu şekilde olabilir: "Birileri sana hoşlanmadığın bir tarzda dokundu mu?", "Birileri senin özel bölgelerine dokundu mu?", " Nasıl oldu?", "Konuyu biraz daha açar mısın?", "Hatırladığın başka birşeyler daha var mı?", "En son olan olayı bana anlatabilir misin?".

    Taciz olayından sonra ağrı, kanama veya idrar yaparken yanma olup olmadığını sorunuz. Taciz yapanın ismini ve tacizin nerede olduğunu öğreniniz.

    Tekrarlayıcı sorulardan kaçınınız.

    Açık uçlu soruların sorulması bitmiş ve hala cinsel taciz olayı açığa kavuşmamışsa, daha özel sorular sorunuz.

    Görüşme sırasında çocuğun davranışlarını gözlemleyiniz ve kaydediniz. Kayıtlarınızı çocuğun ifade ettiği tarzda yazınız.

    Görüşme sonlanırken çocuğa olan şeyleri anlatmasının doğru bir davranış olduğu söyleyiniz.

    Anne baba ile görüşme: Anne baba ile konuşurken çocuğu oyun odasına alınız. Anne baba ile görüşme aile öyküsünü ve gelişimsel tıbbi öyküsünü içermelidir.

    Fiziksel muayene: Cinsel kötü kulanıma uğramış çocukların çoğunda major fiziksel bulgular yoktur: Fizik muayene sırasında şunlara dikkat edilmelidir:

    Cinsel taciz şüphesi olan çocuktan tıbbi öykü alınırken ve fizik muayene yapılırken aceleci davranmamak gerekir. Çocuğa ve ergene nasıl fizik muayene yapılacağı anlatılmalıdır.

    Çocuğun özel bölgelerini çok nazik muayene ediniz. Çocuğun kendi vücudunun bölgeleri için kullandığı sözcükleri tanımlamasını isteyiniz.

    Muayene konusunda ve çocuğun korkularıyla ilgili sorularını cevaplandırınız.

    Muayene sırasında anne-babasının yanında bulunmasını isteyip istemediğini sorunuz.

    Muayene sırasında üzerine örtü örtünüz. Giysilerini çıkarırken odadan çıkarak ona saygılı davranınız.

    Muayene sırasında basit aritmetik soruları, bilemeceler, vb. sorular sorarak gevşemesini sağlayınız, konuşmalarınızla yüreklendiriniz.


    Genitallerin ve anüsun muayenesinde otoskop ve benzeri cihazlar kullanılabilir. Erkek genitallerini ayakta veya yatarak muayene ediniz. Anüsü muayene ederken anal dilatasyon nazikçe yapılmalıdır. Birçok prepubertal kızda vajinal vestibülün, himenin ve dış genitallerin görsel muayenesi yeterlidir. Çoğu kız için en uygun muayene diz-göğüs pozisyonudur. Bu muayenede başparmak ve işaret parmağı ile labialar bilateral olarak tutulur ve dışa aşağıya doğru nazikçe çekip ayırılır. Çocuğun istemsiz olarak pelvik kaslarını kasması nedeniyle vajinal vestibül yapıları görülmeyebilir. Labial traksiyon sırasında çocuğun gevşemesini sağlanmalıdır. Çoğu çocuk diz-göğüs durumunda daha rahat eder. Bu pozisyonda noninvazif olarak posterior himeni, vajinayı, anusu ve sıklıkla serviksi görmek mümkündür.

    Cinsel tacizi takiben fiziksel bulgular:

    Vajen dokusunun esnek ve travma sonrasında iyileşmesinin çabuk olması nedeniyle çoğu olguda fiziksel bulgu yoktur. Vajenin parmakla muayenesi dokuya zarar vermez. Bu nedenle normal genital muayene taciz belirtilerini değiştirmemektedir. Ayırıcı tanıda önemli olan bir durum da kazalara bağlı olarak sıklıkla kızlarda meydana gelen genitallerdeki yaralanmalardır. Ancak kazalara bağlı oluşan genital yaralanmalarında sıklıkla klitoris, mons pubis ve labial struktürler gibi anterior yapılar hasar görür. Genellikle straddle yaralanmalar (ata biner tarzda) asimetriktir ve himen olaya katılmaz. Aksine penetrasyonun olduğu cinsel tacizlerde doku hasarı primer olarak posterior kommissura, fossa navikularis, ve posterior himendedir. Bu nedenle kızlarda cinsel taciz için yapılan fizik muayenede posterior vestibul yapıları üzerinde odaklaşılmalıdır. Penetrasyonlarda genellikle posterior himende U veya V şeklinde yırtıklar olur. Cinsel tacize uğramamış prepubertal çocuklarda normal himenal açıklık vardır. Fakat posterior himen defekt varlığında duhulün olduğu cinsel tacizlerde himenal açıklığın aşırı derece genişlemiş olması tanıya götürücüdür. Erkek çocuklar nadiren anormal bulgu gösterir. Eğer bulgu varsa sıklıkla anus çevresinde yaralanma aranmalıdır. Penil ve skrotal yaralanmalar sık değildir. Akut anal bulgular şunlar olabilir: şişme, kızarıklık, abrazyonlar ve nadiren fissurlardır. Anal laserasyonlar nadiren skar bırakırlar. Kronik ve tekrarlayıcı travmalarda anal deformite veya tag olması, ampullada gaita olmaksızın 30 sn içinde 15 mm den fazla dilatasyon oluşması veya tam dilatasyondan sonra anal katlantılarda kalınlaşma ve düzensizlik gözlenebilir.

    Laboratuvar Bulgular:

    Cinsel yolla bulaşabilecek hastalıklar yönünden araştırılmalıdır. HIV, hepatit B ve sfiliz serolojisi, niesseriya gonore kültürü (vajina, rektum ve boğazdan), klamidiya trakhomatis (vajina, rektum) ve trikomanis vajinalis araştırılmalıdır. Cinsel saldırıya (tecavüz) uğramışlara 72 saat içinde adli jinekolojik muayene yapılmalıdır. Tecavüze uğrayanlarda eğer abdominal duyarlılık veya rijidite var ise vajinal veya rektal perforasyon düşünülmelidir. Vajinal veya rektal kanama varlığında soğuk kompres konmalı yaşam bulguları izlenmelidir. Cinsel saldırıyı takiben adolesanlarda cinsel yolla bulaşıcı hastalıklardan korunma (15): Seftriakson 125 mg tek doz i.m + Metranidazol 2 gr tek doz oral + Oksisiklin 2x100 mg oral 7 gün boyunca verilebilir. Aşılı değilse hepatit B aşısı yapılmalıdır. Post pubertal kızlarda gebelikten korunmak için kontrseptifler verilebilir. Ovral (ethinyl estradiol ve norgestrel) blastosit implantasyonunu engelleyerek etki eder. Önerilen doz ilk 72 saat içinde 2 tablet, 12 saat sonrasında tekrar 2 tablettir. Bulantı en sık görülen yan etkidir.

    Yaşanan olay nedeniyle çocuk ve aile suçlanmamalıdır. Çocuğa kendisinin hatası olmadığı anlatılmalıdır. Çocuklara, bazı çocukların başına da benzer şeylerin geldiği veya gelebileceği anlatılmalıdır. Cinsel kötüye kullanıma uğramış çocuklara uygun yaklaşımın sağlanması, çocuğun olayı çözümlemesi ve sıkıntısıyla başa çıkması konusunda yardımcı olacaktır. Bu sebeble cinsel kötüye kullanım olguları ile karşılaşan hekimler nasıl davranacakları konusunda eğitimli olmalı ve klinik yaklaşımları bilmelidir. Pediatristlerin bu olgularda çocuk ruh sağlığı uzmanlarıyla işbirliği içinde olmaları gerekir.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Çekingen kişilik



    Aşağıdaki belirtilerden en az dördünün varlığı ile birlikte erişkinliğin erken dönemlerinde başlayan yetersizlik duyguları, sosyal acıdan kendini geri çekme ve başkalarınca olumsuz değerlendirilmeye aşırı duyarlı olma, fazla incinme ile seyreden bir kişilik bozukludur.

    1-Başkaları tarafından kabul görmeme, küçümsenme, eleştirilme, dışlanma endişeleriyle sosyal ilişki gerektiren islerden uzak durma
    2-Sevilip, sayıldığına kesin inanmadıkça başkalarıyla iletişim kurmak,görüşmek istemez

    3-Hafife alınıp, dalga geçileceği endişesi ile yakın ilişkilerde rahat davranamaz,bu ilişkilerde tutukluk yasayıp, kendini ve sahip olduklarını ortaya koyamaz

    4-Başkalarının da bulunduğu iletişim gereken ortamlarda düşünce içerikleri yoğun bir şekilde eleştirilme, dışlanma düşünceleri ile kaplanmıştır

    5-Hissettikleri yetersizlik duyguları nedeniyle, daha önce karsılaşmadıkları kişilerle ayni ortamda bulunduklarında istedikleri gibi hareket edememelerine, konuşma ve davranışlarında kısıtlılık hissetmelerine yol acar.

    6-Kişiler kendilerini sosyal acıdan yeteneksiz, renksiz, etkisiz ,zayıf veya diğer kişilere göre daha değersiz bireyler olarak görürler.

    7-Küçük düşüp, mahcup olacakları seklindeki düşünce yapıları nedeniyle kendi baslarına bireysel girişimlerde bulunamaz ve yeni aktivitelere başlamak ya da başkalarına katılmak istemezler.

    Bu kişiler yeni sorumluluk ve dolay isiyle eleştiri alma olasılığı, odak noktası olma,üstlerle daha çok ilişki kurma ve inisiyatif kullanma durumları nedeniyle islerinde daha üst konumlara yükselme tekliflerini reddedebilirler. Başkaları hakkında başlangıçta "beni eleştirir, beni aralarına almazlar" diye düşündüklerinden yeni ilişkilere girmekten kaçınırlar. Kendilerinden bahsetmekte, iç dünyalarını açmaları konusunda yanlış anlaşılma ve reddedilme endişeleri nedeniyle zorluk yasarlar.

    Utangaç,ürkek, yalnız, kendini gizlemeye çalışan, sesi soluğu çıkmayan, kendini frenleyen kişilerdir.Olağan şeylerden bile bir çok tehlikenin oluşabileceğini düşünüp, hayatlarını alıştıkları ortam ve kişilerle geçirmeye çalışır, "kozaları içinde yasamaya çalışırlar". Korkulu ,endişeli ve diken üzerinde gibi olan davranışları başkalarınca alay konusu olabilir. Başkalarına kıyasla toplumdan uzak yasamayı yeğlerler, bu nedenle tanıyanları azdır ve iletişimleri de az olduğundan yeterli destek bulamazlar. Buna rağmen sevgi,saygı, yakınlık görmek ister, mükemmel ilişki hayalleri ile yasarlar.

    Beraber görülen bozukluklar:

    -Sosyal fobi

    -Depresif bozukluklar

    -Diğer kişilik bozuklukları (borderline , paranoid, sizoid, sizotipal k.b.)

    Toplumda %0.5-1 oranında görülmektedir. Çocukluk yaslarında utangaç, yabancılar arasına çıkamayan, yeni durumlar karsısında endişe edip, gerileyen, oyunlara katılmakta isteksiz ya da pasif kalan çocuklardır. Yıllar geçip, ilişki gereği arttıkça daha çok çekingenlikleri ortaya çıkar. .
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Çocuk ve erişkinde psikiatrik ilaç tedavisi


    1952 yılında klorpomazinin psikiyatride kullanılmaya başlanmasıyla ilk adımını atan psikofarmakoloji son yıllarda gelişen teknolojik ilerlemeler ile beyin nörokimyasının ve görüntülemesinin daha iyi tanınmasını ve ilaçların etki mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasını sağlamış ve daha seçici ve daha az yan etkili ilaçların bulunmasıyla önem kazanmıştır. Farmakolojik tedaviyi psikiyatrinin tek tedavi şekli olarak benimsemek tedavide bütüncül yaklaşıma uygun değildir. Çocuk ve ergen psikiyatrisinde farmakolojik tedavi birçok klinisyen için ilk seçenek olmamakta ve psikoterapi, davranış tedavisi, bilişsel tedavi, aile tedavisi ve oyun tedavisi gibi birkaç yöntem birlikte kullanılmaktadır. Buna karşın çocuk ve ergen ruhsal bozukluklarının daha iyi tanınır olması ve farmakolojik tedaviler dışındaki tedavilerle bazı bozukluklarda düzelmenin sağlanmaması ilaçlara olan başvuruyu artırmıştır. Diğer tedavi yöntemlerinde olduğu gibi farmakolojik tedavide de uygulayıcıların iyi eğitim almalarına, çok araştırma yapmalarına, bilimsel kuramlar geliştirmelerine ve uygulama fırsatları bulmalarına ihtiyaç vardır. Çocuk ve ergen psikiyatrisinde kullanılmakta olan farmakolojik ajanlar, bunların erişkinlerdeki kullanımından elde edilen sonuçlara dayanılarak uygulanmaktadır. Yoksa, çocuklar ve ergenler için özel farmakolojik ajanlar mevcut değildir. Bilinmesi gereken çocuk ve ergenlerde kullanılan farmakolojik ajanların bazı farmakokinetik ve farmakodinamik farklılıklardır. Örneğin, psikofarmakolojik ilaçların emilimi çocuklarda erişkinlerden daha hızlı olabilir. İlaçların yağ dokusunda depolanması az olabilir. İlaçların plazma proteinlerine bağlanma oranı düşük olabilir. İlaçların karaciğerde metabolize olması hızlı olabilir. Bu bölümde, çocuk psikiyatrisinde kullanılan ilaç tedavisindeki son gelişmeler psikotropik ilaçlar gruplandırılarak gözden geçirilecektir.

    Antidepresanlar:

    Trisiklik Antidepresanlar (TCA)

    Kullanım alanı: Çocukluk ve ergenlik depresyonları, obsesif kompulsif bozukluk, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, özel öğrenme güçlükleri, enürezis, enkoprezis, mental retardasyon ve otizmde kendine zarar verici ve saldırgan davranışlar.

    Kalp-damar sistemi üzerine yan etkisi: Çocuklarda ve ergenlerde TCA’ya başlamadan önce baseline EKG çekilmelidir. Her doz artımından ve kararlı duruma ulaştıktan sonra EKG izlemesi yapılmalıdır. 10 yaşından küçük çocuklarda PR intervali 0.18 sn, 10 yaşından büyük çocuklarda 0.20 sn’den büyükse TCA’nın dozu azaltılmalı ya da ilaç kesilmelidir. QRS intervali 0.12 sn’den büyükse ya da baseline QRS intervalinden %50 daha fazla uzama varsa ilaç azaltılmalı ya da kesilmelidir. 10 yaşından küçük çocuklarda dinlenme durumunda iken kalp hızının 110 vuru/dk’dan, 10 yaşından büyük çocuklarda 100 vuru/dk’dan yüksek olması durumunda ilaç azaltılmalı ya da kesilmelidir. 10 yaşın altındaki çocuklarda dinlenme durumunda iken kan basıncının 140/90 mmHg’dan yüksek ya da sürekli 130/85 mmHg’den yüksek olması; 10 yaşından büyük çocuklarda 150/95 mmHg’dan yüksek ya da sürekli 140/85 mmHg’dan yüksek olması durumunda ilaç azaltılmalı ya da kesilmelidir.

    Çocuk ve ergenlerde TCA’la depresyon tedavisine 1,5 mg/kg/gün ile başlanmalı ve her üç günde bir 1.0-1.5 mg/kg/gün artırılmalıdır. Etkin antidepresif doz 5 mg/kg/gündür. Küçük çocuklarda TCA dozunun 2 ya da 3’e bölünerek verilmesi ve plazma düzeyinin izlenmesi önerilir. İmipramin ya da amitriptilin için hedeflenen kan düzeyi 150 ng/ml’dir.

    Trisiklik antidepresanlara cevap vermeyen çocuk ve ergenlerde farklı sınıftan iki antidepresanın birlikte kullanılması; lityum karbonat, psikostimulanlar, tiroid hormonu ve anksiyolitik ilaçların tedaviye eklenmesi yararlı olabilir.

    Obsesif kompulsif bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde klomipraminin etkinliği gösterilmiştir. Bu etkinliğin değerlendirilmesi için 10-12 haftalık deneme önerilir. Obsesif kompulsif bozuklukta klomipraminin günlük dozu 250 mg’ı geçmemelidir. Daha yüksek dozlarda konvulsiyon olasılığı yüksektir. Klomipraminle tedavi edilen hastalarda tremor, ağız kuruluğu, yorgunluk ve halsizlik, başdönmesi, konstipasyon, taşikardi, terleme, uykuya başlamada güçlük, iştahsızlık, başağrısı, hipersalivasyon, karın ağrısı ve miksiyon güçlüğü görülebilir. Bu yan etkiler diğer trisiklik antidepresanların kullanılması sırasında da ortaya çıkabilir.

    TCA’lar dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda (DEHB) psikostimulanlara göre bazı avantajlara sahiptir. Bunlar şu şekilde özetlenebilir: TCA’lar 24 saat etkilidir; günde tek doz yeterli olabilmektedir. TCA’lar bağımlılık yapmaz. DEHB ile birlikte enurezis varsa bu bozukluk da düzelir. TCA’lar tiklere neden olmaz. TCA’lar daha az uyku sorununa neden olur. TCA’ların büyüme üzerine yan etkileri yoktur. DEHB olan okul çocuklarının yaklaşık %25’i psikostimulanlara yanıt vermez. DEHB’da en sık kullanılan TCA imipramindir. İmipramin tedavisine küçük dozlarla başlanmalı, 5 mg/kg/gün dozu aşılmamalıdır. Kardiotoksisite riski nedeniyle EKG izlemi gerekir.

    DEHB ile komorbidite gösteren bozukluklar arasında davranım bozukluğu ve karşı gelme bozukluğu %50 oranlarındadır. Bu bozuklukların birlikte olduğu DEHB olgularında TCA’ların kullanılması olumlu sonuçlar verebilir.

    Enürezis ve enkoprozis’de TCA’ların kullanılması genellikle tedavinin ilk aşaması değildir. Farmakolojik tedaviye başlamadan önce eğitimsel ve davranışsal tedaviler denenmelidir. Ancak bunların başarısız olduğu durumlarda TCA’lar kullanılabilir. Okul çağı çocukları için gece yatmadan önce verilen 10-25 mg gibi küçük doz TCA’lar, özellikle imipramin, yüzgüldürücü sonuçlar vermektedir. Gerektiğinde bu doz 2-3 katına kadar artırılabilir.

    Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSRI)

    Kullanım alanı: Çocukluk ve ergenlik depresyonu, obsesif kompulsif bozukluk, hiperaktivite, anksiyete ve panik bozuklukları, Tourette sendromu, trikotillomani, mental retardasyon, Prader-Willi sendromu, Lesch-Nyhan sendromu, enürezis, otizm.

    Yan etkiler: TCA’ların kullanılması sırasında görülen antikolinerjik, antihistaminik, sedasyon, ağırlık artışı, EKG değişiklikleri gibi yan etkiler SSRI’ların kullanılması sırasında daha az görülür. Fluoksetinin sık görülen yan etkileri bulantı, başağrısı, irritabilite, uykusuzluk, ishal, iştahsızlık, baş dönmesi ve uyuklamadır. Çocuklarda fluoksetin ile yapılan çalışmalarda bu ilacın genellikle iyi tolore edildiği ve yan etkilerinin erişkinlerdekine benzediği bildirilmiştir. Fluoksetin ile tedavi sırasında çocuk ve ergenlerin bir bölümünde davranışlarda aktivasyon ve kontrol güçlüğü görülebilir. Çocuklarda dikkat edilmesi gereken fluoksetin tedavisine düşük dozla başlanması ve dozun aşamalı olarak artırılmasıdır. Sertralinin yan etkileri bulantı, baş ağrısı, ishal, ağız kuruluğu, uykusuzluk, uyumaya eğilim, başdönmesi, tremor ve yorgunluktur. Çocuk ve ergenlerde sertralinin yan etkilerinin erişkinlerdekine benzediği, mide ağrısı, ishal ve hafif sedasyonun en sık yan etkiler olduğu bildirilmiştir. Genel olarak sertralin iyi tolore edilmekte, özellikle gündüz ajitasyonu ve gece uykusuzluğu olanlara önerilmektedir. Paroksetinin yan etkileri bulantı, yorgunluk, ağız kuruluğu, güçsüzlük, konstipasyon, başdönmesi ve uykusuzluktur. Fluvoksaminin yan etkileri ise bulantı, uyumaya eğilim, güçsüzlük, başağrısı, ağız kuruluğu,uykusuzluk ve karın ağrısıdır. Fluvoksaminin yan etki profili klomipramin (en sedatif) ile fluoksetin (en aktive edici) arasındadır. Obsesif kompulsif bozukluğu olan çocuklarda fluvoksamin ile yapılmış sistematik bir çalışmada genellikle bu ilacın iyi tolere edildiği ve fluvoksaminin en sık görülen yan etkilerinin uykusuzluk, ajitasyon, hiperkinezi, uyumaya eğilim ve dispepsi olduğu bildirilmektedir.

    Serotonin gerialımını inhibe etme güçlülükleri yönünden SSRI’lar yüksekten alçağa doğru sıralanırsa paroksetin, fluvoksamin ve fluoxetin şeklindedir. Klinik olarak yüksek güçlü olma ile antidepresif ve antiobsesyonel etkiler arasında doğrudan ilişki gösterilememiştir. SSRI’lar serotonin için oldukça seçici olmalarına karşın yüksek dozlarda hepsi norepinefrin gerialımını ve daha az olarak da dopamin geri alımını inhibe ederler. SSRI’lar TCA’lardan farklı olarak kolinerjik, noradrenerjik ve histaminik reseptörlere düşük affinite gösterirler. Bu nedenle daha az yan etkileri, örneğin, antikolinerjik, postural hipotansiyon ve sedasyon yapma özellikleri vardır.

    Fluoksetinin metaboliti norfluoksetindir ve en az ana bileşik kadar güçlü serotonin inhibitörüdür. Norfluoksetinin 15 güne kadar ulaşan yarı ömrü vardır. Fluoksetinin yarı ömrü de diğer SSRI’lar ile karşılaştırıldığında uzundur; 1 günden 4 güne kadar uzayabilir. Kararlı duruma ulaşmak için birkaç hafta gerekir. Fluoksetin kesildikten sonra 6-8 gün kadar sistemde kalır.

    Paroksetinin metabolitleri serotonini ve monoamin gerialımını inhibe etmez. Ana bileşiğin yarı ömrü 24 saat olmakla birlikte kişiler arasında büyük değişkenlikler vardır. Yetişkinlerde kararlı duruma 7-14 günde ulaşır.

    Sertralinin ana metaboliti desmetilsertralindir ve sertralinden 5-10 kez daha az güçlüdür. Sertralin kararlı duruma 7 günde ulaşır.

    Fluvoksaminin metabolitlerinin aktif olmadığı bildirilmektedir. Fluvoksaminin yarı ömrü yaklaşık 12-24 saattir ve kararlı duruma 10 günde ulaşır.

    SSRI’lar, özellikle fluoksetin ve sertralin MAOI’leri veya L-triptofan ile birlikte kullanıldığında ateş, myoklonus, konfüzyon, hipertermi, rijidite, takikardi, hipotansiyon, koma ve ölümle karakterize serotinin sendromu görülebilir. Bu nedenle hiçbir SSRI çocuk ve ergenlerde MAOI’leri veya L-triptofan ile birlikte kullanılmamalıdır.

    Çocuk ve ergenlerde en sık kullanılan SSRI fluoksetindir. Küçük çocuklarda sabahları 5 mg olarak başlanmalı, 10-20 mg/gün’lük terapötik doza aşamalı olarak ulaşılmalıdır. Fluvoksamine 25 mg/gün dozunda başlanmalı ve iki doz şeklinde günde 50 mg kullanılmalıdır. Sözü edilen dozlar depresyon tedavisi için önerilmektedir. Obsesif kompulsif bozuklukta ise bu dozların 2-3 katına çıkılması gerekebilir.

    Psikostimulanlar

    Kullanım alanı: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, özel öğrenme bozukluğu, tik bozukluğu.

    Yan etkiler: Psikostimulanların en sık görülen yan etkileri günün geç saatlerinde verildiğinde uykuya başlamada güçlük, iştahsızlık, kilo kaybı, başağrısı, dinlenme sırasında kalp ritminde artış ve sistolik kan basıncında hafif yükselmedir. Bu yan etkilerin bir çoğu kısa sürelidir ve dozun azaltılması veya ilacın gün içinde uygun zamanlarda verilmesi ile ortadan kalkabilir.

    Aşırı hareketlilik, kısa dikkat süresi ve yetersiz dürtü kontrolü ile karakterize olan DEHB’nda en etkili ilaçlar psikostimulanlardır. Metilfenidat, dekstroamfetamin ve pemolin bu grubun örnekleridir. ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de metilfenidat (MPH) DEHB’nun tedavisinde en sık kullanılan ilaç olmuştur. Psikostimulanlar katekolamin olmayan sempatomimetikler olarak adlandırılır. Psikostimulanların DEHB belirtilerini azaltması dopamin salınımına neden olmasına ve presinaptik uçlarda dopaminin gerialımını bloke etmesine bağlanmaktadır. MPH tabletleri hızla emilir ve kan-beyin engelini kolayca aşar. Plazmadaki doruk değerine 2 saatte, bu değerin yarısına ise (yarılanma ömrü) 3-4 saatte ulaşır. MPH plazma proteinlerine bağlanmadığından ve yağ dokusunda depolanmadığından hızlı metabolize edilir. MPH, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocukların tedavisinde kullanılan en güvenilir ilaçlardandır. MPH’nın etkisi ilk dozun verilmesinden 30 dakika sonra başlar. Standart sabah ve öğle dozları ile çocuklar okulda sakin saatler geçirmektedir. Çocuklarda “en az hatalı” davranışların görüldüğü “hedef doz” 0.3 mg/kg’ dan başlamaktadır. MPH’nın maksimum dozu günde 60 mg’dır.

    Psikostimulanlar, DEHB ile komorbit olan bozuklukların tedavisinde diğer ilaçlarla birlikte kullanılabilir. Örneğin, DEHB+Major Depresyonda MPH+SSRI, DEHB+Anksiyetede MPH+Yüksek güçlü benzodiazepinler ve DEHB+Davranım bozukluğunda veya DEHB+Tik bozukluğunda MPH+Klonidin.

    Klonidin

    Kullanım alanı: Tik bozukluğu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve davranım bozukluğu.

    Yan etkiler: Klonidinin en fazla görülen yan etkisi sedasyondur. Sedasyon genellikle hızlı doz artımında tedavinin başında ortaya çıkar ve birkaç hafta içinde hafifler. Klonidin kullanımı ile birlikte anksiyete ve irritabilitede artış gözlenebilir. Fakat bunlar da birkaç haftada kaybolur. Klonidin bazen kabızlığa yol açabilir. Bu yan etki zamanla kaybolmaz fakat yüksek fiberli diyet, bol sıvı alımı ve ekzersiz yapma ile kontrol edilebilir. Klonidin kullanımı sırasında ani ayağa kalkışlarda baş dönmesi olabilir. Klonidinin diğer yan etkileri arasında göz yaşında azalma ve gözlerde kurulur, ağızda kuruluk ve bulantı sayılabilir. Nadiren allerjik reaksiyonlar, depresyon, insomnia, kabuslar, idrar retansiyonu ve işitme hallüsinasyonları görülebilir.

    Klonidin antihipertansif bir ilaçtır. Alfa-2 noradreneljik reseptörleri uyararak negatif geri bildirim yoluyla tirozin hidroksilaz salınımını durdurur. Bu enzim katekolamin sentezinde hız belirleyici bir enzimdir. Bu şekilde noradrenalin sentez ve salınımı yavaşlar.

    Klonidin, DEHB’da psikostimulanlara alternatif bir ilaç olarak kullanılabilmektedir. DEHB olan çocukların tedavisinde klonidinin % 70 oranında etkili olduğu gösterilmiştir. Hiperaktivitenin azaltılmasında etkin olmasına karşın dikkat sorunu üzerine yeterince etkin değildir. DEHB ile davranım bozukluğu komorbit olduğunda klonidin tedavisi daha çok seçilmelidir.

    DEHB’nda klonidin tedavisine başlamadan önce kan basıncı ve nabız değerleri kaydedilmelidir. 4-17 yaş grubu çocuk ve ergenlerde tedaviye 0.05 mg’lık dozla başlanmalı ve her üç günde bir 0.05 mg artırılarak günde 0.2 mg doza ulaşılmalıdır. Hastaların her kontrolünde kan basıncı ölçülmelidir. Klonidinin Tourette sendromu (TS) tedavisinde yararlı sonuçlar verdiği gösterilmiştir. TS’lu hastaların % 40-50’si klonidinden yararlanmakdır. TS’daki motor ve vokal belirtilerin azalmasına ilave olarak klonidin dikkat ile ilgili sorunların, karmaşık motor ve fonik belirtilerin de azalmasında etkin görülmektedir. Haloperidolden farklı olarak klonidinin etkisi daha yavaş ortaya çıkar. Tedavi dozu düzeyine yavaş çıkıldığı durumlarda yararlı etkinin görülebilmesi üç hafta veya daha uzun bir süreyi alabilir. Tikler azalmadan önce hastaların gerginliği azalmakta ve enerjilerinde artış olmaktadır.

    Klonidin mide bağırsak kanalında hızlı emilir. En üst plazma konsantrasyonuna ağızdan alınmasından 3-4 saat sonra ulaşır. Yarılanma ömrü 12-16 saattir. Klonidin % 50’si idrarla değişmeden atılır, % 50’si karaciğerde metabolize olur.

    Antipsikotikler

    Kullanım alanı: Çocukluk ve ergenlik başlangıçlı şizofreni, otizm ve mental retardasyonda iletişim, hareket ve davranış bozuklukları , tik bozuklukları.

    Yan etkileri: Tipik antipsikotik ilaçların yan etkileri:Parkinsonizm, bradikinezi, distoni ve akatizi şeklinde motor yan etkiler; kayıtsızlık, duygulanımda küntlük, haz alamama, apati ve inisiyatifte azalma, enerji azalması, sosyal güdülenme kaybı, düşünme süreçlerinde yavaşlama, dikkat yoğunlaşmasında sorunlar, anksiyete, disfori; tardif diskinezi; nöroleptik malign sendrom.

    Atipik antipsikotik ilaçların yan etkileri: Klozapin ile agranulositozis, risperidon ile sedasyon ve ortostatik hipotansiyon, olanzapin ile kilo artışı ve karaciğer enzimlerinde artış, zotepin ile sedasyon, konvulsif nöbetler ve karaciğer fonksiyon testlerinde artış, quetiapin ile karaciğer enzimlerinde artış, T4 düzeylerinde azalma ve geçici nötropeni, sertindol ile ejakulasyon hacminde azalma, kilo artışı ve QTc’de uzama.

    Genel olarak kabul edilen görüş şizofrenik hastaların antipsikotik ilaçlarla tedavi edilmesidir. Antipsikotik ilaçlar ilk seçilecek ajanlar olmasına karşın antipsikotiklerin yan etkileri tedavi süresince aynı değildir. Akatizi, distoni, parkinsonizm ve diskinezi antipsikotik tedavi sırasında akut veya tardif şekillerde sık görülen klasik ekstrapiramidal sendromdur. Tedavinin başında akut ekstrapiramidal belirtiler (EPS) klinik tabloya egemenken uzun süreli tedavi sırasında beden ağırlığında artış ve cinsel fonksiyon bozukluğu klinik önemi olan sorunlar olur. EPS ortaya çıkaran standart antipsikotikler “tipik”, akut EPS ortaya çıkarma riski düşük olan klozapin, risperidon ve olanzapin gibi yeni ajanlar “atipik” olarak adlandırılmaktadır.

    Tipik antipsikotik ilaçların mezolimbik ve mezokortikal sistemlerde antidopaminerjik etki sonucu şizofreni belirtilerini iyileştirdiği kabul edilmektedir. Buna göre orta beyinden limbik sistem ve kortekste temporal ve frontal loblara yayılan dopaminerjik (D2) postsinaptik reseptörlerin blokajı antipsikotik etkinin ortaya çıkmasından sorumludur. Haloperidol, klorpromazin, flufenazin, pimozid ve tioridazin gibi tipik antipsikotik ilaçlar şizofrenideki pozitif belirtileri (sanrı, varsanı, eksitasyon, saldırganlık, garip davranışlar, dezorganize düşünce ve enkoherans) iyileştirir. Pek çok çocuk ve ergen şizofren hastalarda haloperidol ya da flufenazinin 0.5-2 mg/gün ya da buna eşdeğer antipsikotik kullanımının yeterli olduğu görülmüştür. Düşük doz uygulaması çocuk ve gençlerin yaşam kalitesini, verimliliğini ve sosyabilitesini artırır. Tipik antipsikotik ilaçların en önemli kullanım alanı şizofreni olmakla birlikte tik bozukluklarında, özellikle Tourette sendromunda, kronik organik psizoklarda, otistik ve mental retardasyonlu çocukların süregen hareket ve davranış bozukluklarının azlatılmasında da kullanılmaktadır.

    Klozapin tipik antipsikotiklerden daha az ekstrapiramidal belirtiler yapmaktadır. Klozapin ortaya çıkmış olan tardif diskinezinin kaybolmasını da sağlar. Klozapin daha az motor yan etkiler yapmasının yanında daha az ruhsal yan etkiler (asteni, indifferans, anhedoni, güdü ve inisiyatif kaybı, düşünme süreçlerinde yavaşlama ve yoğunlaşma zorluğu gibi) de ortaya çıkarır. Klozapinin en yaşamsal yan etkisi agranulositozistir. Diğer yan etkisi epileptik nöbetleri başlatmasıdır. Tipik antipsikotiklere dirençli hastalarda klozapin tedavisi bu hastalardaki intihar riskini belirgin şekilde azaltmaktadır. İntiharın azalması depresyonun ve ümitsizliğin iyileşmesi ile ilgilidir. Tipik antipisotiklerin etkinliğinin iyi olmasına karşın, pek çok hasta klinik olarak anlamlı bir iyileşme gösterememekte ve uzun dönemde kötü bir prognoz sergilenmektedir. Tüm hastaların % 20 ye varan bölümü tipik antipsikotiklere cevap vermemektedir. Ayrıca, bu hastaların başlangıçta tedaviye yanıt veren yaklaşık % 20-30 u idame tedavisine rağmen nüks gösterme eğilimindedir. Klozapin, bir atipik antipsikotik ilaç olarak, antipsikotiklere dirençli hastaların yüksek bir yüzdesinde daha iyi sonuçlar elde edilmesini sağlar. Bunlar içerisinde sosyal ve bilişsel işlevler ile yaşam kalitesi gibi boyutlar vardır. Tipik antipsikotikler şizofrenik hastaların yaklaşık % 60-70 inde pozitif belirtilerde ve dezorganizasyonda önemli ölçüde iyileşme sağlar ancak, hastaların % 25-50 sinin hastane tedavisinden sonraki altı ile oniki ay içerisinde tipik antipsikotik ilaçlara uyumunun azalacağı tahmin edilmektedir. Bu durum sonuçta nükse ve tekrar hastaneye yatmaya yol açar. Böyle bir durum tedaviye dirençtir. Klozapinin antipsikotiklere dirençli şizofrenik hastaların kısa ve uzun süreli tedavilerinde pozitif ve negatif belirtilerin azaltılmasında üstün olduğu bildirilmektedir. Emosyonel geri çekilmeyi, duygulanımdaki küntlüğü, psikomotor geriliği ve dezoryantasyonu anlamlı olarak düzeltmektedir. Klozapinin günlük ortalama dozu 300-450 mg dır. Merkezi sinir sistemi reseptörleri üzerinde antagonistik etkiye sahiptir. Nörofizyolojik ve biyokimyasal veriler, klozapinin striatal dopaminerjik yollardan çok mezolimbik yollar üzerinde seçici bir etkisi olduğunu ve bu özelliğinin onun atipik ekstrapiramidal yan etki profilinin altında yatan gerçek olabileceğini göstermektedir. Son zamanlarda elde edilen bilgiler klozapinin 5-HT2A ve D4 reseptörlerde antagonostik özellikleri olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca zayıf D2 blokajının olması bu avantajlara katkıda bulunan temel etmenlerden biridir. Klozapinin kendine özgü yan etki profili vardır. Tipik antipsikotiklere göre daha az EPS ortaya çıkar. Klozapin ile EPS ortaya çıktığında akatizi, tremor ve akinezi daha öncelikle görülürken, rijidite ve distoni hemen hemen hiç görülmemektedir. Klozapin tipik antipsikotiklerin aksine hiperprolaktinemi ve buna eşlik eden erkeklerde jinekomasti ve impotansa, kadınlarda ise galaktore ve amenoreye neden olmaz. Klozapin yüksek dozlarda verildiğinde bile serum prolaktin düzeylerinde yükselme yapmaz. Klozapin ile ilişkili granülositopeninin sıklığı % 2.8 dir. Agranülositoz ise % 0.6 kadardır. Bu risk tedavinin başlangıcındaki 18 haftalık sürede daha yüksektir ve olguların yaklaşık % 75 inde bu zaman içerisinde ortaya çıkar. Klozapinin konvulsif nöbetler, takikardi ve solunum zorlukları gibi diğer yan etkilerinin klinik olarak kontrol edilebilir oldukları kanıtlanmıştır. Sonuç olarak klozapin şizofreninin hem pozitif hem de negatif belirtilerini iyileştirir, bilişsel işlevlerde anlamlı ölçüde düzelmeye neden olur, intihar girişimlerine olan eğilimi azaltır, tipik antipsikotiklerde görülenden daha az EPS ortaya çıkarır, agranülostoz riski düzenli kan sayımları ile önlenebilir, yaşam kalitesini ve kişiler arası ilişkileri iyileştirir.

    Atipik antipsikotiklerin ekstrapiramidal sisteme etkilerinin olmaması veya az olması, prolaktin düzeylerini etkilememesi, negatif belirtiler üzerine etkin olması, tardif diskinezi yapmaması ve uzun süre kullanılabilmesi avantajlarıdır. Klozapin, risperidon ve olanzapin gibi atipik antipsikotikler tipik antipsikotiklere göre farklı farmakolojik profiller gösterir. Atipik antipsikotikler etkilerini dopaminerjik ve serotonerjik reseptörler üzerinden yaparlar. Atipik antipsikotikler tipik antipsikotiklere oranla 5-HT2A ve 5-HT2C reseptörleri üzerine daha fazla etkilidir.

    Risperidon güçlü antiserotonerjik, antidopaminerjik ve antiadrenerjik etkileri olan bir benzisokzazol türevidir. Risperidon dopamin D2 reseptörlerinden ziyade güçlü serotonin 5 HT2 blokajı yapması ve antikolinerjik aktivitesi olmaması nedeniyle atipik antipsikotiklerin birçok farmakolojik etkisine sahiptir. Eliminasyon yarı ömrü 3.2-24 saat arasındadır ve metaboliti 9-hidroksi risperidon, farmakolojik olarak ana bileşik kadar aktifdir. Risperidonun 1-6 mg/günlük dozları birçok şizofrenik çocuk ve ergende etkilidir ve tolere edilebilir. Çocukluk ve ergenlik başlangıçlı şizofrenide, otizimdeki ekolali ve stereotipik konuşma ve davranışlarda ve mental retardasyonlu çocukların kendilerine ve çevrelerine yönelik davranış bozukluğu sorunlarında 0.02-0.06 mg/kg lık günlük dozları belirtilerin azalmasında etkindir. Risperidon ile yapılan çalışmalarda bu ilacın antipsikotik etkinliği plasebodan daha iyi, haloperidole ise eşdeğer bulunmuştur. Risperidon haloperidonden daha az EPS’ye neden olmaktadır. Risperidon, pozitif ve negatif belirtilerin birarada bulunduğu akut hastalarda negatif belirtiler üzerinde de etkilidir. Sedasyon ve ortostatik hipotansiyon risperidon tedavisinin ilk günlerinde görülmesi olası yan etkilerdir.

    Olanzapin kimyasal yapı ve farmakolojik profil açısından klozapine benzer. Olanzapinin atipik bir farmakolojik profili olduğu gösterilmiştir. Olanzapinin plazma yarılanma ömrü 30 saat civarındadır. Günlük 5-20 mg arası dozlarda kullanılmaktadır. Risperidon gibi olanzapin de primer negatif belirtiler üzerinde etkilidir. EPS plasebo ile kıyaslanabilir oranlardadır ve diğer güçlü antiserotonerjik antipsikotiklerde olduğu gibi olanzapin ile kilo alımı ortaya çıkabilir. Olanzapin karaciğer enzimlerinde artış yapabilir. Lokositleri etkilemez.

    Diğer atipik antipsikotikler zotepin, quatiapin, sertindol ve ziprasidondur. Zotepin bir dibenzotiepindir ve serotonerjik, dopaminerjik, histaminerjik ve noradrenerjik reseptörleri bloke eder. Aynı zamanda güçlü bir noradrenalin gerialım inhibitördür. Kararlı plazma konsantrasyonlarına 3-4 gün sonra ulaşır. Günlük dozu 75-450 mg arasındadır. Haloperidol ile kıyaslandığında zotepin daha düşük EPS riski taşımaktadır. Açık çalışmalar negatif belirtiler ve major depresyon üzerindeki etkinliğine dikkat çekmektedir. Şimdiye kadar zotepin ile ortaya çıkan herhangi bir tardif diskinezi olgusu bildirilmemiştir. Doza bağlı yan etkileri arasında sedasyon, konvulsif nöbetler ve karaciğer fonksiyon testlerinde geçici artış olabilir. Lökositler üzerinde bildirilen ciddi bir etkisi yoktur.

    Quetiapin de bir dibenzotiazepin türevidir. Yarılanma ömrü yaklaşık 3 saattir. Herhangi bir aktif metaboliti yoktur. Yarılanma ömrünün kısa olmasına karşın positron emisyon tomografisi (PET) çalışmalarından elde edilen veriler günde iki defa kullanımının yeterli olduğunu göstermektedir. Diğer atipik antipsikotiklerde olduğu gibi quetiapinin de D2 reseptörlerine oranla 5-HT2A reseptörlerine olan afinitesi daha yüksektir. Muskarinik kolinerjik reseptörlere belirgin bir afinitesi yoktur. Quetiapin ile ortaya çıkan EPS oranı düşüktür. Ancak, negatif belirtiler üzerindeki etkisi diğer atipik antipsikotiklerden daha azdır. Yan etki profilinde karaciğer enzim artışları, serbest tiroksin T4 düzeylerinde azalma ve geçici nötropeni bulunmaktadır.

    Sertindol, 5-HT2A, D2 ve alfa 1-adrenoreseptörlere afinitesi yüksek ve eliminasyon yarı ömrü yaklaşık üç gün olan atipik bir antipsikotiktir. Plaseboya üstünlüğü ve haloperidol gibi tipik antipsikotik ilaçlara eşit etkinliği gösterilmiştir. Düşük EPS riski taşır. Nadir yan etkilerinden biri güçlü antiadrenerjik etkisi ile açıklanabilecek ejakülasyon hacminde azalmadır. Sertindol de EKG’de QTc’yi uzatır ve kilo artışına neden olur.

    Ziprasidon oldukça yeni bir ilaç olup 5 HT2/D2 reseptör antagonistidir. Ziprasidonun günlük 120 mg lık dozu plasebodan üstün bulunmuştur.

    Anksiyolitikler

    Son yıllarda, çocuk ve ergenlerdeki anksiyete bozukluklarının tedavisinde ilaç kullanımında belirgin bir artış görülmektedir. Ancak, anksiyete ile birlikte depresyon ve dikkat eksikliği ve hiperaktivite eşzamanlı bozukluklar olarak da ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda anksiyeteye eşlik eden bozukluklardaki hedef belirtiler saptanarak tedavide antidepresanlara veya psikostimulanlara yer verilmelidir.

    Kullanım alanı: Fobik bozukluk, ayrılma anksiyetesi bozukluğu, aşırı anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, posttravmatik stres bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk gibi anksiyete bozuklukları.

    Yan etkileri: Antihistaminik ilaçların antikolinerjik yan etkisi, aşırı yorgunluk yapması ve bazı hastalarda konvulsif nöbeti ortaya çıkarıcı yan etkileri vardır. Antikolinerjik özellikleri nedeniyle astımı olan çocuklarda nefes alma güçlüğü yapabilir.

    Benzodiazepinler aşırı sedasyon, sersemlik, dengesiz yürüme, konuşmada tutukluk, çift görme, titreme, bazen istenilenin tam tersi olan aşırı uyarılma durumu gibi tepkiler ve fiziksel bağımlılık yapabilir.

    Antidepresanlarla ilgili yan etkilerden önceki bölümde söz edilmiştir.

    Difenhidramin ve hidroksizin gibi antihistaminik ilaçlar sık kullanılanlardır. Bu ilaçlar anksiyolitik etki göstermeden önce uyku verirler. Tedaviye en az dozla başlanması ve dereceli olarak artırılması önerilir. Örneğin, 25 mg gibi küçük dozla tedaviye başlanıp günde 50-75 mg a kadar artırılabilir. Günlük doz difenhidramin için 300 mg dan, hidroksizin için 100 mg dan fazla olmamalıdır. Bebeklerde ve küçük çocuklarda yüksek dozların hallusinasyonlara, konvulsiyonlara ve ölüme neden olabileceği hatırlanmalıdır.

    Benzodiazepinlerin olumlu etkileri çocuk ve ergenlerde erişkinlerdeki kadar kesin değildir. Anksiyolitik etkilerini beyinin neokorteks ve limbik bölgelerinde bulunan GABA sistemini etkileyerek gösterir. Ayrıca, beyinde serotonin aktivitesini yavaşlatarak da etki gösterdiği düşünülmektedir. Yarı ömrü kısa olan oksazepam gibi benzodiazepinler uykunun başlamasında sorunu olanlar için seçilebilir. Yarı ömrü orta uzunlukta olan alprozolam ve lorazepam da insomniada ve anksiyolotik etki istenilen durumlarda kullanılabilir. Yarı ömrü uzun olan diazepam ve klordiazepoksid gibi ilaçlar uzun süreli anksiyolotik etki istendiği durumlarda etkilidir.

    Yarı ömrü 5.7-10 saat olan oksazepamın çocuk dozu belirlenmemiştir. Ergenlerdeki günlük dozu 30-90 mg dır. Yarı ömrü 12-18 saat kadar olan alprozolam ile lorazepamın kullanılması da çocuklarda onaylanmamıştır. Ancak bazı klinisyenler bu ilaçların çocuklarda kullanılabileceğini ileri sürmektedirler. Örneğin, alprozolam günde 0.375-l.5 mg, lorazepam günde 1-6 mg eşit bölünmüş dozlarda kullanılmaktadır. Yarı ömrü 30-60 saat olan diazepam çocuklarda günde 3-10 mg, yarı ömrü 24-48 saat olan klordiazepoksid günde 5-30 mg kullanılabilir.

    Antidepresanların anksiyete bozukluklarında kullanılması üzerindeki çalışmalar daha çok TCA’lar üzerinde yoğunlaşmıştır. Son yıllarda SSRI’larla yapılan çalışmalara da rastlanılmaktadır. Örneğin, ayrılma anksiyetesi olan çocuklarda imipramin depresyon tedavisi dozunda kullanıldığında % 80 etkin bulunmuştur. Böyle durumlarda imipramin ile alprozolamın birlikte kullanılması da düşünülebilir.

    Benzodiazepin olmayan, azopiron olarak sınıflandırılan buspiron da anksiyete giderici bir ajan olarak çocuk psikiyatrisinde kullanılmaktadır. Yarı ömrü 2-3 saat olan buspiron bölünmüş dozlar şeklinde günde 7.5-30 mg kullanıldığında aşırı anksiyete, fobik anksiyete ve uykusuzluk belirtilerinde düzelmeler yapmaktadır. Buspiron fiziksel ve psikolojik bağımlılık yapmadığından kullanılması güvenilir bir ilaç olarak görülmektedir. Ancak tedavi edici etkisinin ortaya çıkması için on-onbeş gün beklemek gerekir. Buspiron MAOI’leri ile birlikte kullanılmamalıdır. En önemli yan etkileri sersemlik, baş dönmesi, bulantı, baş ağrısı ve uykusuzluktur.

    Propranolol yarı ömrü 4-6 saat olan beta bloke edici bir ajandır. Özellikle uyku bozukluklarının anksiyete ile birlikte olduğu durumlarda yararlı olabilir. Çocuklardaki günlük dozu 30-60 mg dır.

    Duygudurum düzenleyicileri

    Çocuk ve ergenlerin iki uçlu duygulanım bozukluklarında en etkili ve yararlı ilaç lityumdur. Erişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da lityum tuzları bir iki hafta içinde manik belirtileri yatıştırır. Lityumun manik ve depresif nöbetlerin ortaya çıkışını ya da sıklık ve şiddetini önlemek amacıyla uzun süre kullanılması da olasıdır. Lityum tedavisinde kan düzeyi 1.5mEq/L’yi geçmemelidir. Lityum tedavisinin etkili olmadığı ya da yan etkilerinin fazla olduğu durumlarda karbamazepin veya valproik asit de kullanılabilir.

    ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİSİNDE KULLANILAN ANTİDEPRESANLAR

    A-Trisiklik Antidepresanlar

    Jenerik adları: İmipramin, amitripitilin, klomipramin, desipramin, nortriptilin

    Kullanım alanları: Çocukluk ve ergenlik depresyonları, obsesif kompulsif bozukluk, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, davranım bozukluğu, özel öğrenme güçlükleri, enurezis ve enkoprezis, mental retardasyon ve otizmde kendine zarar verici ve saldırgan davranışlar.

    Yan etkileri: Otonomik, örn., ağız kuruluğu, konstipasyon, terleme

    Nörolojik, örn.,tremor

    Gastrointestinal, örn., iştahsızlık, karın ağrısı

    Üriner, örn., miksiyon güçlüğü

    Ruhsal, örn., sedasyon, bilişsel bozukluk

    Somatik, örn., baş ağrısı, uykuya başlamada güçlük

    Kardiyovasküler, örn., taşikardi, baş dönmesi, kardiyotoksisite

    Ortalama doz: 10-75 mg/gün

    B-Serotonin Gerialım İnhibitörleri

    Jenerik adları: Fluoksetin, sertralin, paroksetin, fluvoksamin

    Kullanım alanları: Çocukluk ve ergenlik depresyonu, obsesif kompulsif bozukluk, hiperaktivite, anksiyete ve panik bozuklukları, Tourette sendromu, trikotillomani, mental retardasyonda ve otizmdeki davranış sorunları, Prader-Willi sendromu, Lesch-Nyhan sendromu, enurezis

    Yan etkileri: Fluoksetin ile bulantı, baş ağrısı, irritabilite, uykusuzluk, ishal, iştahsızlık, baş dönmesi, uyuklama

    Sertralin ile bulantı, baş ağrısı, ishal, ağız kuruluğu, uykusuzluk, uyumaya eğilim, baş dönmesi, tremor, yorgunluk, mide ağrısı, hafif sedasyon

    Paroksetin ile bulantı, yorgunluk, ağız kuruluğu, güçsüzlük, konstipasyon, baş dönmesi, uykusuzluk

    Fluvoksamin ile bulantı, uyumaya eğilim, güçsüzlük, baş ağrısı, ağız kuruluğu, uykusuzluk, karın ağrısı

    Ortalama doz: Fluoksetin 10-60 mg/gün

    Sertralin 50-200 mg/gün

    Paroksetin 10-50 mg/gün

    Fluvoksamin 50-150 mg/gün

    ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİSİNDE KULLANILAN PSİKOSTİMULANLAR

    Jenerik adları: Metilfenidat, dekstroamfetamin, pemolin

    Kullanım alanları: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, özel öğrenme bozuklukları, tik bozukluğu

    Yan etkileri: Uykuya başlamada güçlük, iştahsızlık, kilo kaybı, baş ağrısı, dinlenme sırasında kalb ritminde artış ve sistolik kan basıncında hafif yükselme.

    Ortalama doz: Metilfenidat 10-30 mg/gün

    Dekstroamfetamin 5-20 mg/gün

    Pemolin 8.75-112.5 mg/gün

    ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİSİNDE KULLANILAN ALFA-2 NORADRENERJİK RESEPTÖR UYARANI

    Jenerik adı: Klonidin

    Kullanım alanları: Tik bozuklukları, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve davranım bozukluğu

    Yan etkileri: Sedasyon, göz yaşında azalma, ağız kuruluğu, bulantı, allerjik reaksiyonlar, depresyon, idrar retansiyonu, uykusuzluk, kabuslar, işitme hallüsinasyonları, hipotansiyon

    Ortalama doz: Klonidin 0.150-0.450 mg/gün

    ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİSİNDE KULLANILAN ANTİPSİKOTİK İLAÇLAR

    Tipik antipsikotikler

    Jenerik adları: Haloperidol, klorpomazin, tioridazin, flufenazin, trifluoperazin, pimozid

    Kullanım alanları: Çocukluk ve ergenlik başlangıçlı şizofreni, otizm ve mental retardasyonda iletişim, hareket ve davranış bozuklukları , tik bozuklukları.

    Yan etkileri: Tipik antipsikotik ilaçların yan etkileri: Parkinsonizm, bradikinezi, distoni ve akatizi şeklinde motor yan etkiler; kayıtsızlık, duygulanımda küntlük, haz alamama, apati ve inisiyatifte azalma, enerji azalması, sosyal güdülenme kaybı, düşünme süreçlerinde yavaşlama, dikkat yoğunlaşmasında sorunlar, anksiyete, disfori; tardif diskinezi; nöroleptik malign sendrom.

    Ortalama doz: Çocuklarda Ergenlerde

    Haloperidol 0.25-6 mg/gün l-16 mg/gün

    Klorpromazin 10-200 mg/gün 50-600 mg/gün

    Tioridazin 10-200 mg/gün 50-600 mg/gün

    Flufenazin 12.5-50 mg/ay

    Trifluoperazin 2-20 mg/gün bilinmiyor

    Pimozid l-6 mg/gün 1-9 mg/gün

    Atipik antipsikotikler

    Jenerik adları: Klozapin, risperidon, olanzapin, zotepin, quatiapin, sertindol, ziprasidon

    Kullanım alanları: Çocukluk ve ergenlik başlangıçlı şizofreni, otizm ve mental retardasyonda iletişim, hareket ve davranış bozuklukları, tik bozuklukları

    Yan etkileri: Klozapin ile agranulositozis, daha az olarak asteni, indifferans, anhedoni, güdü ve inisiyatif kaybı, düşünme süreçlerinde yavaşlama ve yoğunlaşma zorluğu; risperidon ile sedasyon ve ortostatik hipotansiyon; olanzapin ile kilo artışı ve karaciğer enzimlerinde artış; zotepin ile sedasyon, konvulsif nöbetler ve karaciğer fonksiyon testlerinde artış; quatiapin ile karaciğer enzimlerinde artış, T4 düzeylerinde azalma ve geçici nötropeni; sertindol ile ejakulasyon hacminde azalma, kilo artışı ve QTc’de uzama

    Ortalama doz: Klozapin 300-400 mg/gün

    Risperidon 05-6 mg/gün

    Olanzapin 2.5-20 mg/gün

    Zotepin bilinmiyor

    Quetiapin bilinmiyor

    Sertindol bilinmiyor

    Ziprasidon bilinmiyor

    ÇOCUK VE ERGEN PSİKİTAYRİSİNDE

    KULLANILAN ANKSİYOLOTİK İLAÇLAR

    Jenerik adları: Benzodiazepinler (alprozolam, oksazepam, diazepam, klordiazepoksit), antihistaminikler (difenhidramin, hidroksizin), azopiron (buspiron), beta bloker (propranolol)

    Kullanım alanları : Fobik bozukluk, ayrılma anksiyetesi bozukluğu, okul korkusu, aşırı anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu, posttravmatik stres bozukluğu ve obsesif kompulsif bozukluk gibi anksiyete bozuklukları

    Yan etkileri : Benzodiazepinler aşırı sedasyon, sersemlik, dengesiz yürüme, konuşmada tutukluk, çift görme, titreme, bazen istenilenin tam tersi olan aşırı uyarılma durumu gibi tepkiler ve fiziksel bağımlılık yapabilir. Antihistaminik ilaçların antikolinerjik yan etkisi, aşırı yorgunluk yapması ve bazı hastalarda konvulsif nöbetleri ortaya çıkarıcı yan etkileri vardır. Antikolinerjik özellikleri nedeniyle astımı olan çocuklarda nefes alma güçlüğü yapabilir. Buspironun en önemli yan etkileri sersemlik, baş dönmesi, bulantı, baş ağrısı ve uykusuzluktur.

    Propranolol kan basıncını düşürebilir.

    Ortalama doz : Alprozolam çocuklarda 0.125-1 mg/gün, ergenlerde 0.5-3 mg/gün; oksazepamın çocuk dozu belirlenmemiştir fakat ergenlerdeki dozu 30-90 mg/gündür. Diazepam 2.5-20 mg/gün; klordiazepoksid 20-50 mg/gün. Difenhidramin 25-75 mg/gün; hidroksizin 10-50 mg/gün. Buspiron 7.5-30 mg/gün. Propranolol 30-60 mg/gün.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Narsistik kişilik



    Aşağıdakilerden en az besinin varlığı ile erişkinliğin erken dönemleri de başlayan , üstünlük hisleri, beğenilme ihtiyacı ve kendini başkasının yerine koyamayıp, insanlara uygun yaklaşımlarda bulunamama ile seyreden bir rahatsızlıktır.

    1-Kendisinin başkalarından çok daha önemli olduğu duygusu içindedir. ( gösterdiği başarıları , sahip olduğu becerilerini çok daha olağanüstü olarak görüp, yeterli bir temeli olmamasına karsın çok değerli ve yüksek bir şahsiyet olarak bilinmeyi bekler.)

    2- Düşünceleri ,hayalleri büyük bir güç, engin bir deha, kusursuz bir güzellik ve mükemmel , sonsuz sevgi üzerinedir.

    3-Özel, benzeri olmayan biri olup, kendisini ancak çok zeki ve ustun nitelikli kişilerin anlayabileceğini düşünür ve sadece bu kişilerle ilişki kurup, dostlarını bu kişilerden seçmeyi düşünür.

    4-Çevresindekiler tarafından çok beğenilmeyi bekler.

    5-Hak ettiği duygusu içindedir. Sahsına özel, başvuran diğer kişilerden farklı bir tedavi uygulanacağı düşünceleri ve davranışları içindedir.

    6-Diğer insanlarla karşılıklı ilişkilerinde bencilce, çıkar düşünerek hareket eder. Başkalarının zaaflarından yararlanıp, hedeflerine ulaşmayı gözetir.

    7-Kendini diğer kişilerin yerine koyup, onların hissettikleri , düşündükleri ya da ihtiyaçları konularını anlamaya ve bunlara saygı duymaya isteksizdir.

    8-Genellikle başkalarının başarıları, yaptıkları , değerleri ve onların genel olarak varlıklarını kıskanabilirler. Diğerlerinin de kendilerini kıskandığını düşünürler.

    9-Kendini beğenmiş, ukala ve küstahça tutumlar içine girerler.

    Kendilerinin çok önemli , vazgeçilemez oldukları seklinde bir düşünce içerikleri vardır. Halk arasında"Büyük dağları ben yarattım" denen tavırlar içindedirler, gösterişçi ve kendini metheden konuşma ve davranışlar içindedirler. Bunların karşılığında bekledikleri ilgi, övgü , hayranlık ifadeleri ile karsılaşmadıklarında hayrete düşüp, hayal kırıklığı ve mutsuzluk dönemleri yasayabilirler. Başkalarının da kendi başarılarındaki katkısını gözardı edip, onları hesaba katmazlar. Otorite ya da üst düzey kişilerle ilesin kurmak için çabalayıp, bağlantı kurdukları bu kişilere abartılı nitelikler atfederler. Bu şekilde kendilerini de bu kişilerden varsayarlar. Daima bir kurumun en yetkilisi ( başhekim, profesör, mudur, komutan, işveren vs.) gibi en yetkili ile iletişime geçip, diğerlerinin fikirlerine aldırmazlar.

    Devamlı olarak birselde ne kadar iyi oldukları, oradakilerin kendilerini nasıl el üstünde tutup, değer verdiği, sevgi ve saygıyla karşılandığı üzerinde düşünürler. Çevrelerinden sürekli övgü, alkış beklerler. Sıra beklemek, izin istemek, yol vermek onların sözlüğünde olmayan kavramlardır. Çünkü kendilerine göre hersele hakları vardır ve daima bir öncelikleri olduğu düşüncesi içindedirler. Başkalarından bu konularda destek ve yardim göremediklerinde öfkelenirler. Başkalarını kendi isleri ve keyfi için köle gibi kullanabilir, yakın çevrelerini üst düzey ya da kendilerini pohpohlayacak kişilerden seçerler (en güzel ,en tanınmış kişiyle görünmek, arkadaşlık etmek, bu amaçla o tur kişilerin bulunduğu sosyal klüp, derneklere girip,faaliyetlerde bulunmak gibi).

    Diğer kişilerin içinde bulundukları durumlar konusunda aşağılayıcı, eleştirici, ilgisiz ve hafife alır bir tavır sergilerken, kendinin karsılaştıklarını derinlemesine aktarmaya çalışarak cifte standart uygulayabilirler.
    Herkesin başarısına haset edip, onların hiç birsele layık olmadıkları, kendilerinin de isterlerse kolayca onu yapabileceklerini düşünürler.

    Kendilerine yapılan en ufak yapıcı eleştiri ya da düzeltme,ekleme ve öneri bu kişileri ağır bir şekilde yaralayabilir. Bu durumda küçük duşmuş, mahvolmuş ,ortada bırakılmış hissedebilirler. Bu durumda aniden hiddetlenip, kırıcı olabilirler. Bunlardan ötürü sosyal ilişkileri bozuk olup başarıları devamlı olamaz. Başkaları ile yarışma gerektiren islerde yenilme riski nedeniyle ,bu islere karsı isteksizlikleri is ve sosyal hayatta beklenen düzeyin altına düşmelerine yol açabilir.

    Birlikte bulunabilen rahatsızlıklar:

    -Majör depresyon

    -Distimi

    -Anoreksia nervosa

    -Madde kullanım bozukluğu

    -Kişilik bozuklukları ( histrionik, borderline,
    antisosyal, paranoid k.b.)

    Kimlerde görülebilmektedir:

    Vakaların yarıdan çoğunu erkekler oluşturmaktadır. Toplumda % 1 den daha az oranda görülmektedir.

    Tedavi:

    Bireysel psikoterapi uygulanmalıdır. Tedavide kişiliğe ait abartılı beklentiler, düşünceler ve davranışların uygun ve gerçekçi olanlarla değişimi, kişiler arası yaklaşımların düzeltilmesi ve kırılgan yapı üzerinde çalışılır.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Paranoid kişilik





    Aşağıdakilerden en az dördünün olduğu ,genç erişkinlik döneminde başlayan ,başkalarının davranışlarını kotu niyetli şeklinde yorumlayıp, devamlı olarak güvensizlik ve kuşku duyma halidir.

    1-Yeterli bir temele dayanmaksızın başkalarının kendisini sömürdüğünden , aldattığından ya da kendisine zarar verdiğinden kuşkulanır.
    2-Dostlarının ya da is arkadaşlarının kendisine olan bağlılığı ya da güvenilirliği üzerine yersiz kuşkuları vardır.
    3-Söylediklerinin kendisine karsı kotu niyetle kullanılacağından yersiz yere korktuğundan dolayı sır vermek istemez.
    4-Sıradan sözlerden ya da olaylardan aşağılandığı ya da gözdağı verildiği biçiminde anlamlar çıkartır.
    5-Devamlı kin tutar, haksızlıkları, görmezden gelinmeyi ya da onur kırıcı davranışları affetmez.
    6-Başkalarınca hissedilmeyen ama kendisince algılanan , karakterine ya da saygınlığına saldırıldığı seklinde bir yargıya vararak, öfke ya da karşı saldırı ile birden tepki gösterir.
    7-Haksiz yere, esinin ya da arkadaşının sadakatsizliğiyle ilgili kuşkulara kapılır.

    Bu kişiler is arkadaşları veya dostlarının güvenilirliği ya da kendilerine bağlılıkları konusunda yersiz kuşkulara sahiptirler.Başkaları ile paylaştıkları konuların kendilerine karsı kullanılacağından korktuklarından dolayı çevrelerindekilere güvenmeye ya da yakınlaşmaya isteksizdirler. Kendilerine yöneltilen kişisel soruları bu nedenle yanıtlamayı reddedebilirler. Kendilerine yapılan iltifatları bile yanlış yorumlayıp, zıt anlamda kabul edebilirler. Kendilerine yapılan yardim önerilerini “yetersiz görülme”olarak algılayıp,geri çevirirler. Kıskançlık düşüncelerini destekleyen önemsiz kanıtlar toplayabilirler.İhanete uğramamak için yakın ilişkilerinde kontrolü ellerinde bulundurmak isterler. Sürekli esinin yada arkadaşının nerede olup,ne yaptığını izlemeye çalışır.

    Bu kişilerin davranış tarzları:

    Genelde geçinmesi zor kişilerdir. Birebir ilişkilerinde çoğunlukla sorunlar yasarlar, kuşkuları nedeniyle uzak dururlar,soğuk görünebilirler,sevgi göstermeyebilirler. Kavgacı ve kuşkucu nitelikleri karsısındakilerde de sert tepkiler doğurabilir, bu da onların beklentilerini gerçekleştirir. Güvensizlikleri nedeniyle kendi baslarına yeterlilik gereksinimleri yüksektir. İlişkide olduklarını sürekli kontrollerinde tutma ihtiyacındadırlar. Eleştiriye aşırı duyarlı olup,cephe alabilir, işbirliğine girmezlerken kendileri diğerlerini eleştirmeye,yakınmaya eğilimlidirler.

    Kendi yaptıkları yanlışlıklarda bile kendilerini suçsuz görüp, başkalarını suçlarlar. Farz ettikleri tehditlere karsı yasal yollara başvurabilirler. Başkalarına da bazı kişi ve durumların bu ur algılanan özelliklerini onaylatma ihtiyacı içindedirler. Kişilik yapılarının altında gerçeklere uymayan,hayali aşırı büyüklük, güçlülük düşünceleri vardır. Kendilerine yakıştıramadıkları eksiklik ve yanlışlıkları yansıtma ( projeksiyon) denen bir savunma mekanizmasıyla karsılarındakilere yansıtırlar.

    Toplumda farklı sosyokültürel gruplar, değişik etnik gruplar ya da başka sosyoekonomik düzeydeki kişilere yönelik olumsuz önyargılı düşüncelerle hareket edebilirler. Benzer paranoid düşünceleri olan ya da kolay ikna olan kişilerle bir araya gelip,gruplar ya da inanç sistemleri oluşturabilirler.

    Bu kişiler başkaları tarafından plancı, içlerini açmayan, kapalı kutu, pireyi deve yapan, kıskanç,tartışmacı kişiler olarak görülebilirler. Sürekli gergin olup, kendilerini rahat ve gevsek bırakamazlar.Çevrelerinde huzursuzluk yaratırlar.Aşırı temkinli davrandıklarından girişkenlikleri kısıtlıdır.

    Birlikte görülebilen psikiyatrik bozukluklar:

    -Majör depresyon
    -Saplantı-zorlantı boz. (obsesif- kompulsif boz.)
    -Alkol-madde bağımlılığı.
    -Diğer kişilik bozuklukları ( en çok sizotipal k.b.olmak üzere ayrıca narsisistik,kaçıngan ve borderline k.b.)

    Çocukluk veya gençlik döneminde görünümü:

    Tek basına kalma, benzer yastakilerle arkadaşlıklarının iyi olmaması, kalabalık ortamlarda kaygı duyma, ders notlarının düşüklüğü, aşırı duyarlılık, tedirginlik, giyim,konuşma, düşünce itibari ile kendini kısıtlama, farklı hayaller ile kendini gösterebilir.

    Toplumda görülme derecesi:

    Genel toplumda % 0.5-2.5 arasında , ayaktan tedavi ile psikiyatri yataklı kurumlarında yatanlarda % 1 oranında görülmektedir.

    Kalıtımsal özellikler:

    Daha çok erkeklerde görülmektedir.Bu kişilik bozukluğunun ailesinde kronik şizofreni olanlarda daha çok görüldüğü gözlenmiştir. ayrıca ailede sanrısal (deluzyonel boz.) paranoid tipin varlığı ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir.

    Paranoid düşüncelerin varlığı:

    Mahkumlarda, mültecilerde, yaslılarda, işitme kaybı olanlarda da paranoid fikirler zaman zaman artış gösterir.

    Paranoid K.B.nin olası sebepleri:

    Ailenin mantıkdışı ve aşırı baskıcı ezici nitelikteki öfkesinden etkilenen çocuğun bu duygularla özdeşip, sonrasında bu saldırgan dürtülerin farkında lığından kaçınmak için bu dürtülerin kendinde değil, karsısındakilerde olup,kendine yöneldiği seklinde bir yansıtma mekanizması ile gerçekleştiği düşünülmektedir. ayrıca bu kişilerin yetersiz, aşağılanmış ve kendilerine yardim edilemez hissettikleri, bu duyguların etkisini hissetmemek için çevreyi suçladıkları düşünülmektedir

    Tedavi:

    Kişilerde güven ilişkisi kurmaya yönelik başlayan terapiler uzun sure ile sürdürülebildiği takdirde basarili sonuçlar vermektedir. Psikotik bozulma dönemlerinde küçük dozlarda antipsikotik grup ilaç tedavisi geçici olarak kullanılabilmektedir
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Psikosomatik bozukluk



    Sindirim sistemini ilgilendiren hastalıkların stres ve psikiyatrik durum ile bağlantısı:

    a- Irritabl bağırsak sendromu ( spastik kolit, membranoz kolit):

    Yurtdışında yapılan çalışmalara göre nüfusun ortalama olarak % 15 inde görülmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla üç kat daha fazla görülmektedir. Daha çok 45-64 yasları arasında görülmekteyse de yakınmalar erişkinliğe geçiş ya da erken erişkinlik döneminde başlamaktadır.

    Belirtiler:

    1-Disk ilama ile rahatlayan karın ağrıları ya da dışkının kıvam ve miktarında değişiklikler.

    2- Aşağıdakilerden en az 2 sinin varlığı ile birlikte olan dışkıda bozulma

    a- Dışkılama aralıklarında değişme ( haftada üçten az ya da günde üçten çok)

    b- Dışkı seklinde değişme ( gecen zamanın % 25 inden fazlasında ya çok sulu ya da çok katı yoğunlukta diski olması)

    c- Dışkının bağırsaktan geçişinde değişiklik (Gecen surenin % 25 inde varolan acele disk ilama isteği ya da tam olarak dışkılama ihtiyacını giderememe hissi.)

    d- Dışkı ile birlikte mukus ( sümüksü sıvı) gelmesi.

    3- Aşırı bir gaz hissi ya da karında gerginlik hissinin olması.

    Rahatsızlık fazla miktarda işgünü kayıplarına yol açmaktadır.Hastalarda ayrıca baş, sırt, kas, alt karın ağrıları ve boğazda yanma, cilt döküntüleri, aşırı adet sancıları, çarpıntılar,derin nefes alıp verme, kaygılar, sersemlik hissi, idrar yaparken sancı, halsizlik, terleme, yineleyen idrar yapma ihtiyacı ,avuç terlemeleri hissedebilmektedirler.

    Rahatsızlıkta bağırsağın hareket sistemine ait işlev bozukluğu on planda düşünülmektedir. Bu durumda normalde dakikada 6 olan bağırsak ritmi 3 e inmiştir.

    Vakaların yarısından çoğunda çevresel stres etkenlerinin mide- bağırsak belirtilerini tetiklediği bildirilmiştir.

    Bu stres etkenlerinin de erkeklerde mesleki ; kadınlarda ailesel kökenli olduğu belirlenmiştir. Bu kişilerde küçük yasta anne-baba kaybı, cinsel-fiziksel taciz gibi travma tik olaylara daha çok rastlanmıştır. Bu kişilere verilen değerlendirme ölçeklerine göre depresyon, kaygı, kisilerarasi duyarlılık, somatizasyon ve düşmanlık puanları yüksek çıkmış, başka bir ölçekte de histeri, hipokondriazis ve depresyon puanları yüksek çıkmıştır.

    Araştırma sonuçlarına göre rahatsızlıktan etkilenen bireylerin % 22 sinde hayatları boyunca bir duygu-durum bozukluğuna (depresif bozukluklar , mani gibi) rastlanmıştır. Hastalığın aktif döneminde % 15 oranında majör depresyon saptanmıştır.

    Rahatsızlığın seyri:

    5-8 yıl sure aralığı ile yapılan bir değerlendirmede hastaların % 85 inin kısa surede belirgin olarak daha iyileştiği, % 67 sinin ise uzun bir sure şikayetsiz kaldığı gösterilmiştir. Tedavide iyi gidisi gösteren işaretler arasında erkek cinsiyet, hastalığın başlangıç suresinin çok uzun olmaması, kabızlığın önde gelen yakınma olması, şikayetlerin ani bir mide-bağırsak düzensizliği ile başlaması sayılabilir.

    Tedavi:

    Bu rahatsızlıkta psikiyatrik sorunların da ( depresif bozukluklar gibi) daha fazla görülmesi nedeniyle uygulanan tedaviler sadece duygusal duruma değil, sindirim yakınmalarına da olumlu etki yapmaktadır. Gevşeme eğitiminin verilmesi ve bilişsel tedaviler ile genel gerilim düzeyinin azaltılması da sindirim sistemine ait yakınmaların tedavisine yardımcı olmaktadır. Stresle uygun bahsetme yollarının sağlanması ana hedeflerdendir.

    b- Pektik ülser:

    Mide ve on iki parmak bağırsağının besinlerle temas eden, iç yüzlerinde meydana gelen harabiyetlerdir. Bu zedelenmelerin boyutları genellikle 1 cm.den ufaktır.

    Rahatsızlığın sosyoekonomik düzeyin düşük olduğu kesimlerde daha çok gözlendiği saptanmıştır. Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha fazla ve kentsel yerleşim alanlarında daha çok görüldüğü gözlenmiştir. Orta yas üzerinde (45 yas sonrası) daha çok görülmektedir.

    Oluş sebepleri:

    Mide asidi ve sindirim enzimlerinin zararlı etkilerinden, mide duvarının korunmasını sağlayan sistemin bozulması, bikarbonat ve mu kus denen koruyucu sıvıların azalması veya ölen mide iç yüzeyi hücrelerinin sürekli yenilenmesine dayanan sistemin yetersiz çalışması gibi vücudun kendine ait sebepler rahatsızlığa yol açan etkenlerdir. Olaydan sorumlu diş etkenler arasında ise Helicobacter pylori denen bir mikroorganizma, ayrıca çeşitli ağrı kesici-romatizma ilaçları gibi mideye zararlı ilaçlar, büyük yanıklar ve stres on planda gelmektedir.

    Mide ülserinde midenin salgıladığı asit miktarı normalden az iken; on iki parmak bağırsağı ülserlerinde asit üretimi artmıştır.

    Stresli hayat koşulları ile peptik ülser arasında yakın ilişki saptanmıştır. Bu durum hem hastalığın erken , hem tekrarlayarak uzamış evrelerinde ve karin boşluğuna yırtılıp açılma hallerinde görülmektedir. Savaşlar ve çatışmalar esnasında askerlerde yoğunluk kazanmaktadır.

    Yapılan araştırmalara göre stresler ile mide asit salgılanması ve mide hareketleri artmakta,bikarbonat salgısı ise azalmakta, hastalığa zemin hazırlamaktadır. Kişinin hedeflerini gerçekleştirmek konusunda uzun sureli olarak yasadığı hayal kırıklıkları yine de ülser başlangıcı ve tekrarlamasında etkili olduğu görülmüştür.

    Peptik ülser yakınmaları:

    Karin bölgesinde yanma seklinde keskin ağrı, genellikle yemeklerden 1-3 saat sonra başlamaktadır. Ağrı besin ya da antiasit denilen ilaçlarla azalmaktadır. Bu yakınmalar nedeniyle uykusuzluk , zayıflama, bulantı, hazımsızlık, şişkinlik görülebilmektedir. Bazen kanama görülebilmekte, bu dışkıda belirlenebilmekte, ileri dönemlerde kansızlığa yol açabilmektedir. Teşhis endoskopi ve rontgen tahlilleri ile konabilmektedir. Tedavi edilmeyen vakalarda mide- oniki parmak bağırsağı delinmeleri oluşup, acil cerrahi girişim gerekmekte, bu evrede de ameliyat edilmezse peritonit (karin zari iltihabi) ile olum görülebilmektedir.

    Tedavi:

    Mide ic yuzune zararli etkenlerin kesilmesi ( ağrı kesici-romatizma ilaçları,sigara gibi) ,psikososyal sorunlarin giderilmesi, varsa baska vucutsal hastaliklarin tedavisi ve H. pylori adli mikroorganizmaya karsı tedavi uygulanmaktadır.Psikoterapi ile hastanın kendini, çevresini ve hayatı algılayışı olumlu bir yöne çevrilmekte, streslere karsı savunmaları güçlendirilmekte ve dengeli ortamı oluşturulması hedeflenmektedir.

    c- İltihabı bağırsak hastalıkları:

    Bu gruba Crohn hastalığı ve ulseratif kolit girmektedir. Amerika'da yapılan araştırmalara göre Crohn hastalığı yüz bin kişide 3-7; ulseratif kolit ise yüz bin kişide 3-15 arasında görülmektedir. Rahatsızlıklar kadınlarda ve genç erişkinlerde daha çok görülmektedir.

    Crohn hastalığı ağızdan anüse dek sindirim sisteminin herhangi bir bölümünü tutabilmekte , iç yüzeyde ülserler, diş yüzeyden Apseler , delinmeler, diğer organlara yapışmalar yapabilmektedir. Ulserztif kolit ise başlıca bağırsağın iç yüzeyinde görülmektedir. Her iki rahatsızlık ta da ishal, karnin sağ alt kısmında kramp seklinde ağrı, kilo kaybı ile seyretmektedir. Ulseratif kolitte makattan kanama görülebilmektedir.

    Hastaların % 10 kadarında ayrıca bağırsak dişi organlarda da belirtiler ( ateş, kansızlık, eklem sertlikleri- arterit,karaciğer hastalıkları, deride iltihabı döküntüler) gelişebilmektedir.Ulseratif kolitlilerde ileri donemde bağırsak kanseri gelişebilmektedir.

    Hastaların daha çok obsesif- kompulsif , bağımlı, narsistik tipte kişilik yapıları vardır. Kişiler duygusal acıdan olgun olmayıp.ayrılmalara çok duyarlı ve belirgin bağımlılık gereksinimleri olan , sürekli çevreden istekleri olan,çevrelerinden gelen mesajları reddedilme olarak algılayıp, duyarlılık gösteren kişilerdir. Bu kişilerdeki önemli ayrılıklar hastalığın şiddetini arttırabilir.

    Hastalıkta depresyon ve kaygı artmıştır.Bu artış hastalığın şiddeti ile doğru orantılı olarak artmaktadır.

    Hastaların 2/3 ünde en az bir kez operasyon gerekmektedir.Ulseratif kolitlilerin 1/5 inde tüm kalın bağırsağın çıkarılması ameliyatına gidildiği gözlenmiştir.

    Tedavi:

    Hastada gerekli cerrahi girişimlerin yapılması, damardan beslenme, iltihabı durumla mücadele için uygun ilaç tedavileri yanında psikiyatrik tedavi ( gelişebilecek depresyon , psikoz ve su-yüz denge bozuklukları nedeniyle delirium denen durum nedeniyle) uygulamak gerekmektedir.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Psikolog ile psikiatrist arasında ne fark var?



    Psikiyatrist ve Psikolog Arasındaki Farklar

    Ülkemizde insanlar genelde ruhsal sorunlarla uğraşan insanların tanımlamasını yaparken psikolog yada psikiyatristi aynı anlamda kullanmaktalar. Bu kullanım aslında aldıkları eğitim olarak çok farklı olan iki grubu birbirine karıştırmaktır.

    Psikiyatrist tıp fakültesinden mezun olmuş ve ondan sonra 4 yıl psikiyatri ihtisası yapmış hekimlere denir. Böylece aldığı eğitimle insanın hem genel hastalıkları hakkında bilgi sahibi olan hem de ruhsal yapısını tanımlama ve gerektiğinde tedavi etme yetki ve bilgisine sahip bir insan ortaya çıkmaktadır. Hem hekim hem de üstüne ruh sağlığı uzmanı.

    Oysa psikologlar edebiyat fakültesinin psikoloji bölümünden mezun insanlardır. Normalde psikiyatristler ile birlikte çalışırlar gerekli testleri hastalara uygularlar ve sonuçta psikiyatristin tanı koymasına ve tedavi etmesine yardımcı olurlar. Bazı özel eğitimlerden sonra psikoterapi yapmaya hak kazanırlar Bu işlev küçümsenemez. Hatta çok faydalı olduğunu da inkar edemeyiz. Ancak psikologların tek başlarına tanı koyma ve tedavi etme yetkisi yoktur. Hele ilaç yazma yetkileri hiç yoktur. Bu yapılmaya başladığı andan itibaren hastaya zarar verme başlamış olur. Bu yüzden müracaat ettiğiniz insan bir psikiyatrist mi yoksa bir psikolog mu iyi ayırım yapın. Hatta mümkünse diplomasını görün. Ve bir sorununuz varsa güvendiğiniz başka bir hekimden referansla gidin.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Psikolojik cilt hastalıkları



    Dermatolojik yani başka bir deyişle cilt hastalıklarının bir çoğunda psikolojik faktörler rol oynamaktadır. Psikokütan dermatozlardaysa psikolojik rahatsızlık ön plandadır ve bu hastalığın bir göstergesi olarak ciltte lezyonlar oluşmaktadır. Gerçekte psikokütan dermatozların kesin bir sınıflaması yoksada burda

    1.Artefakt dermatiti

    2.Nörotik ekskoriasyonlardan bahsetmek istiyorum:

    Artefakt dermatiti

    Esasında primer olarak bir psikiyatrik rahatsızlık olmakla beraber kişinin derisindeki problemler sebebiyle dermatologların teşhis koyduğu bir hastalıktır. Tanı koymak bazen zor olmakla beraber lezyonlar çoğu hastada tipik tanı koydurucuda olabilir.

    Hipokrat zamanından beri rastlanılmaktadır. Hastanın kendi derisinde kesme,delme,yolma,sıkıştırma,çimdikleme,vurma,enje ksiyon ve benzeri eylemlerle bilinçli veya bilinçsiz olarak yaptığı yıkımlar sonucu aniden ortaya çıkan lezyonlar vardır. Dediğim gibi bir psikiyatrik problem olan hastalıkta bu lezyonların oluşturulması sırasında acıya nasıl dayandıkları bazen hayret uyandırır.

    Artefakt dermatitinde ciltteki bulguları yani lezyonlar düzensiz ve dağınık olup, ellerin özellikle de sağ elin uzanabileceği alanlardadır. Bayanlarda genellikle yüz,el ve kollarda yerleşir.

    Artefakt dermatitinde belirtiler, yıkım için kullanılan malzemelerin niteliğine bağlı olarak değişmektedir: Hasta lezyonları oluşturmak için jilet,bıçak,cam parçaları yada kendi tırnaklarını kullanarak kesikler,yarıklar oluşturabilir.Lezyon şekilleri hiç bir deri rahatsızlığına benzemeyen türden köşeli,düzensiz yada geometrik biçimli olabilir. Çoğunluklada lezyon boyutları 1 cm den büyüktür bazen tüm karın yada kolun tamamında olabilir. Bunlardan başka hasta lezyonları oluşturmak için asit yada alkali ajanlar,fenol,gümüş nitrat gibi maddelerde kullanabilir yada vücudunda sigara söndürerek lezyon oluşturabilir.Bu durumlarda yerçekimine bağlı olarak sıvı maddelerin akması yada etraftaki deriye bulaşmasıyla çizgisel yada yılanvari lezyonlar göze çarpabilir. Buraya kadar yazdığım durumlarda tanı koymak genellikle zor değildir iyi bir muayeneyle tanı konulabilmektedir.

    Bunun dışında deri altına alkali,nişasta,silikon,yağ,gaita,tükürük,idrar,mür ekkep enjekte edenler,göz kapaklarına hava enjekte edip ödem oluşturanlar, allerjik hastalığı olup özellikle bu allerjenlere kendini maruz bırakıp hastalığının alevlenmesine sebep olanlarda vardır.Bu hasta grubunda lezyonlar başka deri hastalıklarını taklit edeceğinden tanılarıda zordur.

    Artefakt dermatiti kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Her yaşta görülebilmekle birlikte ergenlik ve genç erişkinlikte daha sıktır. Hastalar çoğunlukla içe dönük,emosyonel yönden olgunlaşmamış ve bencil yapılı kişilerdir bazen anoreksi ve de alkol bağımlılık problemleri de olabilir. Hastalık ergenlik döneminde ebeveynlerle iletişim bozukluğu, kıskançlık ,fiziksel yada cinsel travmalar sonrası yada ani gelişen strese karşı geçici bir uyum bozukluğu sonucu başlayabilir.

    Hastaların genellikle yüzeyselde olsa tıbbi bilgileri vardır.Kendisi veya çok yakın bir aile üyesi sağlık sektöründe çalışan hasta sayısı oldukça fazladır.Tüm bunlar hastaların lezyonları daha profesyonelce taklit ederek gerçek deri hastalıklarına benzetmelerini sağlamaktadır.

    Bu gruptaki hastalar lezyonlarının aniden çıktığını söyler ve çok ayrıntılı hastalık öyküsü verirler.Bazende lezyonların gelişiminden hiç haberdar olmadıklarını belirtebilirler.

    Tanıyı koymada bazen çok zorluk çekilebilinir.Hastalar lezyonları kendilerinin yaptığını inkar ederler hatta bazı olgularda tanı konulup bunun psikiyatrik bir problemden kaynaklandığı ve de psikiyatri konsültasyonu istendiğinde hastada dermatoloğa karşı düşmanca tavırlar gelişebilir. Bu hastalar oldukça zeki olabilirler ve bazen bu tür lezyonları kendi ailesinden intikam almak,üzerlerine ilgi çekmek içinde yapabilmektedirler.Dikkatli hareket edilmesi gereken bir hasta grubudur.Hatta kendisinin hastalığını ortaya çıkaran bir hocamıza silahlı saldırıda bulunan bir hastamız bu hastalıkta ne kadar dikkatli davranılması gerektiğine çok güzel bir örnektir.

    Bu grup hastaların askerlikten kaçmak,sigortadan para almak,işten kaçmak gibi kendilerine çıkar sağlama amacıyla (malingering) vücutlarında yaralar oluşturan kişilerden ayırdedilmesi gerekir. Çünkü bu gruptakiler gerçekten hastadırlar bazen küçük kazançları olsada bunlar ilgi,sevgi..gibi kazançlardır...
    __________________
    ALINTIDIR...
  • Uyku problemleri ve uykusuzluk




    Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır. Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır. Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir. Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısını çekeriz. Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız. Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız. O zaman da, problem olur bizim için. Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir. Altında yatan sebep araştırılmalıdır. En önemli sebeplerden biri depresyondur. Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir. O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz.

    “Uykunun normali nedir ?” diye bir soru sorulursa o zaman şöyle cevap vermek gerekir. Uyku uyuma hususunda herkes için geçerli olan bir normal olmamakla birlikte 6-8 saat normal uyku kabul edilebilir. Gerçi uykunun süresi kalitesi ile alakalıdır. Sık sık uykunun bölünmesi ile uyku süresi artar. Yani verimli bir dinlenme için daha uzun süre uyumak gerekir. Oysa rahat, normal sıcaklık ve neme sahip bir ortamda uyanmadan uyunan bir uyku daha kısa da olsa yetebilir. Bu nedenle şartlar da göz önüne alınmalıdır.

    Günlük olaylarla etkilenme uyku süresini bozabilir. Mesela sınavımız kötü geçmiş olabilir, eşimizle kavga etmiş olabiliriz yada o gün çok ciddi para kaybetmişizdir. Ama bu tür uyku bozuklukları gelip geçicidir . Sebep ortadan kalktıktan sonra tamamen düzelir.

    Bazen de çok uzun uyunabilir. Eğer tembellik etmiyorsak ve uykumuzun aşırı olması çok uzun zamandır varsa ve biz buna rağmen dinlenmemiş kalkıyorsak o zaman ilk önce uyku hijyeni şartlarımızı gözden geçirmeliyiz. Yani yatağımız sağlıklı mı ? Odamızın havası temiz mi? Oda ısısı normal mi ? Geceleri sık sık uyanıyor muyuz ? Tüm bunları gözden geçirdikten sonra hiçbir problemimiz yoksa ve fazla uyumamız hayatımızdaki baz işleri kısıtlamaya başlamışsa artık iş çığırından çıkıyor demektir. Biz uykumuz için bir hekime başvurmalıyız ve sebebe yönelik araştırma yapmalıyız. Kaynağını bulmalı ve bunu halletmeliyiz.

    Aslında herkesin herhangi bir zamanda uyku problemi olur. Bunun için pek çok neden bulunmaktadır. Uykusuzluk en az üç hafta süren uykuya başlama ve devam etmede güçlük olarak tanımlanmıştır. Bir ya da iki gece bozulan uyku, uykusuzluk kavramına uymaz. Aynı zamanda gün boyunca yorulmadıysanız, ne kadar kötü uyuduğunuzu düşünürseniz düşünün uykusuzluk yakınmanız yoktur. Böyle bir durum bile zaman zaman uyuma probleminin olmadığı anlamına gelmemektedir ve bozuk bir uykunun sıkıntısını bilmek için uykusuzluk çekiyor olmanız gerekmez.

    Genç kişilerin yaşlılardan daha az uyku problemi var gibi görünmektedir. Buna karşın yukarıda belirtildiği gibi bunun yaşlandıkça uyku paternlerinizde meydana gelen değişiklikle ilgisi olabilir. 20 li yaşlarında her 10 kişiden biri uyku problemi olduğundan yakınırken yetmişli yaşlardaki kişilerin 3 te biri şikayet etmektedir.

    Farklı kişiler klasik olarak aşağıdaki problemlerin bir ya da daha fazlasıyla, farklı şekillerde karşılaşmaktadır:

    - Uykuya başlama ve uyuma zamanı arasının uzunluğu (sıklıkla bir o yana bir bu yana dönme)

    - Gece boyunca pek çok kere uyanma, bunun sonucu olarak da sabahleyin kötü uyku uyumuş olma duygusu

    - Erken uyanma ve daha sonra tekrar uyuyamama

    Kötü uykunun nedenleri

    Endişe
    - stres ve anksiyete

    İlaçlar
    - aşırı alkol
    - aşırı nikotin
    - aşırı kafein
    - çeşitli reçeteli ilaçlar

    Dış faktörler
    - ses
    - ışık
    - aşırı sıcak ya da soğuk
    - rahatsız yatak

    Tıbbi durumlar
    - ağn
    - horlama ve uyku apnesi
    - nefessiz kalma (örn. kalp ya da akciğer hastalığının yol açtığı)
    - idrar sıklığı
    - depresyon

    Günlük hormonal ritmin bozulması
    - uzun mesafe uçak yolculuğu
    - gece işi

    Fizyolojik
    - yaşlılık


    Anksiyete

    Endişe, uyuma güçlüğü için öne sürülen en sık nedendir. Aslında; neredeyse herkes bir gece endişe nedeniyle rahatsız bir gece uykusu geçirmiştir - düşünceler kafanızda uykunuzu engelleyecek şekilde dolanırken klasik olan bir o yana bir bu yana dönme hikayesi. Eğer bu uyumada bir güçlüğün nedeniyse o zaman endişeye yol açan problemlerle uğraşmalı ya da en azından uyumak için geçmişin ya da ertesi günün endişelerini unutmak mümkün olacak şekilde yeni alışkanlıklar geliştirmektir.

    İlaçlar

    İlaçlar kötü uykunun en alışılmış diğer bir nedenidir. Uyku paternlerinde oluşturdukları rahatsızlıklar gençleri yaşlılardan daha az etkilemektedir.

    Aslında, sıklıkla gecenin sonunda içilen bir ya da iki bardak kahve 30 lu yaşlarındaki insanların bile iyi uyumasını engellerken, 20 li yaşlarındakiler hemen hiçbir etki hissetmez ve çok iyi uyurlar.

    Kafeinin sizi uyanık tuttuğu iyi bilinmektedir, özellikle de kahve gece geç içildiğinde nikotinin de benzer etkisi vardır.

    Alkolün bozuk bir uykuya yol açtığı belki de daha az iyi bilinmektedir. Sıklıkla gecenin sonunda içilen sevdiğiniz bir kadeh içkinin iyi bir gece uykusu uyumanıza yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu alkolün alımdan birkaç saat sonra oluşan geri dönüm ya da çekilme etkisi nedeniyledir. Zira uykuya çabucak dalıp fakat sabahın erken saatlerinde uyanma deneyimi.

    Uyku hapları doktorlar tarafından hastalarına geniş ölçüde reçete edilmektedir ve şaşırtıcı şekilde doktorların kendileri tarafından da kullanılmaktadır. Bu durum, kullanımlarının ortaya çıkardığı problemin şu anda iyi bilinmesi gerçeğine karşın devam etmektedir. En iyisi uyuma ile ilgili kısa dönem problemlerde yararlı olmalarıdır, fakat bu ilaçları uzun dönemler için kullanmak anlamlı değildir. Başka bir özellik de uzun süreli uyku hapları kullanmanın uyuma problemine neden olan sorunu ortadan kaldırmanıza yardımcı olmayacağı ve uyku haplarını aldıktan sonraki etkinin oldukça dramatik olabileceğidir. Tüm formülasyonlar REM ve non-REM uykusunun doğal ritmini değiştirmemesine karşın pek çoğunun etkileri belirsizdir.

    Dış Faktörler

    Çok gürültülü, çok sıcak, çok soğuk ya da yeteri kadar karanlık olmayan bir oda kolaylıkla uyku problemine yol açabilir. Eğer durum böyle ise o zaman odayla ilgili bazı değişikliklerin sırası gelmiştir. İdeal olarak da kat kat gecelik giymeyi gerektirmeyecek şekilde rahat olmanızı sağlayacak kadar sıcak olmalıdır (fakat tercihen rahatsız edici kadar da sıcak olmamalıdır!). Oda iyi havalandırılmalıdır - eğer mümkünse kısmen açık bir pencere ile uyuyun. Uyuyanların tümü, özellikle de iyi uykucular uykularını alabilmek için makul derecede bir sessizliğe gereksinim duyarlar ve tabii ki eğer ortam karanlık değilse uykuya dalmak daha güçtür - örneğin perdeler sokak lambalarını ya da dışarıdaki diğer ışıkları kapatmaya yetecek kadar kalın mı?

    Pek çok kişi orta derecede sert bir yatakta kendini en rahat şekilde hisseder - kısa dönemde yumuşak bir yatak daha rahat görünebilir, fakat uzun dönemde sırtınız için iyi değildir ve iyi bir uykuyu harekete geçirmesi olanaklı değildir. Çift kişilik yataklar bir problem ortaya çıkarabilir, özellikle de eşlerden biri diğerinden daha sert bir yatak severse. Bununla birlikte, iyi bir çift kişilik yatak ortada bombe yapmaz.

    Tıbbi koşullar

    Uykusuzluğa neden olabilecek pek çok tıbbi problem vardır. Uyku apnesi esasen aşırı kilolu erkekleri etkileyen ilginç bir durumdur. Bu durumda uykuya dalışta hava yolları soluk almayı engelleyecek şekilde 20 ila 30 saniye kadar tıkanmış gibi gözükür. Bu da hastayı uykudan uyandıracak şekilde iki ya da üç kez güçlükle nefes almasına yol açar. Ardından hiçbir şekilde iyi bir uyku uyunamaz. Horlama da aşırı kilolu olmakla bağlantılıdır ve horlayan kişi genellikle iyi uyuyabilmesine karşın, eşi ve hattı aynı evdeki diğer insanlar oldukça etkilenebilir.

    Uyku Sorununuzun Olası Yanıtları

    Eğer problemli uykunuz varsa bu durumu düzeltmeye çalışmak için yapabileceğiniz pek çok şey vardır:

    - Sizi uyandıran ya da uyutmayan şeyleri belirleyen birçok şey olabilir.

    - Ozel problemlerle gün içinde ya da akşam ilgilenmeye çalışın - tamamen üstesin -den gelinmediyse en azından ertesi gün ilgilenmek üzere hareket planı yapmaya çalışın; daha sonra onları gece boyunca bir kenara koymak için çaba sarf edin. Bazı kişiler hareket planlarını yazmayı yararlı bulmaktadır.

    - Gece geç saatte harekete geçirici aktivitelerden uzak durun - bunun içinde iş (bazen önlenemeyen ya da kurs!), ağır egzersiz ve tartışmalar vardır.

    - Hemen yatma saati öncesi aşın yemeyin

    - Kahve, çay ve tütün gibi uyarıcılardan gece geç saatte uzak durun

    - Gece aşırı alkolden kaçının - alkol uyumanıza yardımcı olacak gibi gözükse de harekete geçirdiği uyku kalite açısından zayıftır ve ertesi sabah kendinizi zinde hissetmemenizi yoiaçar.

    - Kendinize her akşam yapacağınız rutin bir iş bulun. Bu sizi rahatlatacak ve hoşunuza gidecek bir şey olmalıdır.

    - Yatak odasını sadece uyku için kullanın - yatak odasında okuma (bunun uyumanıza yardım ettiğini bildiğiniz takdirde aksi olabilir), televizyon seyretme, yemek yeme ve kesinlikle çalışma yapılmamalıdır

    - Hergün hatta erken kalkmanız gerekmeyen günlerde bile kendinizi erken kalkmak üzere ayariayın

    - Eğer uyanma güçlüğünüz varsa, odanın diğer bir tarafına çalar saat koymayı ya da uyandığınızda hemen ışıkları açmayı deneyin

    - Düzenli egzersiz yapmaya çalışın

    - Yatak odasını yatmak için hazırlayın, fakat sadece yorgun olduğunuzda yatağa gidin

    - Tüm bunlara karşın uykuya daima güçlüğünüz olduğunu fark ederseniz yatakta uyanık bir halde oradan oraya dönmeyin. Kalkın ve başka bir odada rahatlatıcı bir şeyler yapın. Kendinizi yorgun hissedene kadar da yatağa geri dönmeyin.

    - Gece yarısı ya da sabah erken uyanırsanız yatakta yatmayı sürdürmeyin. Kalkın ve başka bir odada bir şeyler yapın. Eğer gece yarısı kendinizi böyle bir durumda bulursanız endişelenmeyin. Normalde yapma fırsatı bulamadığınız bir şeyler yapın,örneğin kitap okuyun, hafif müzik dinleyin ya da normalde yoğun olan dünyanızın huzur, sessizlik ve sakinliğinin tadını çıkarın.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • İntihar


    Tüm ölümlerin % 0.4-0.9 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur. Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir. Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır. Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır. Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir. Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler.

    Acı ve düşündürücü olan şey, kişinin bu eylem öncesinde kendisi için olası ağırlaşan tehlikeyi fark etmesi ve bunu kendi beden dili ya da sözel ifadesiyle açıklamasıdır. Bazı vakalarda birey ‘ beni tek başıma bırakmayın, çocuklarıma ya da kendime bir şey yapmaktan korkuyorum’ seklinde uyarı mesajları verebilmekte, pencere kenarları, ecza dolaplarının bulunduğu mekanlara yakın durabilmekte, değerli ve kendince manevi değeri olan şeyleri çevresindekilere verebilmekte, artan yoğunlukta hayatın anlamsızlığından bahsedebilmekte ve tehlikeli eylemleri birer birer deneyebilmektedir. ‘ Selvi gibi ümitler birer iğdeye dönmüş’, intihar dışında yapacak hiçbir şey kalmadığı düşüncesi bilince hakim olmuş, yaşanan her saatin acı , günah ve sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı şeklindeki yaklaşımlar çoğu öz kıyım durumunda görülebilmektedir. Ancak buna rağmen bazı durumlarda gereken adımlar atılamayabilmektedir.

    Kişi intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamamasını sağlayıp, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür. Bireyde olum, mezara konmak ve hayata son vermenin sonrasına ait düşünceler bulunmamaktadır.

    İntihar girişimlerinde bulunan kişilerin kendilerini ezen, görmemezlikten gelen, kendileri ile ilgili istek, karar ve seçimlerine kulak vermeyen ebeveynlerden; güvenlerini sarsan, kendilerini yüzüstü bırakan arkadaşlardan bahsettikleri gözlenmiştir. Bu durumdaki kişiler kendilerini işe yaramaz, kullanılmış, günahkar , cezalandırılmayı hak etmiş kişiler olarak görebilmektedirler. Bireyler kendilerinin görüş ve duygularının ,daha doğrusu kişiliklerinin değiştiğini görebilmekte ve aklini kaybetme, kendi denetimlerini kaybetme gibi korkular yasayabilmekte ‘o ben gitti ,başka bir ben geldi kendimi tanıyamıyorum’ seklinde konuşabilmektedirler.

    Genel olarak intihar davranışlarında ölmek düşüncesi yanında daha iyi şartlarda yasamak yolunda bir kararsızlık ta bulunabilmektedir. Bu nedenle yüksek bir yerden atlamadan önce beklenmekte olduğu düşünülmektedir.

    Kişinin kendini topluma ait , onun bir parçası olarak görmesi, çevresinin kendinin arkasında olduğu, sorumluluğu altında onun yardımına muhtaç kişilerin olduğu , bu eylemin günah olduğu düşüncesi, kendine maddi ya da manevi olarak destekçi güçlerin bulunduğu inancı öz kıyımların önüne geçebilmektedir.
    __________________
    ALINTIDIR...
  • ZAYIFLIK SAPLANTISI



    Genel olarak 12-18 yaşları arasında başlayan ve şişmanlamaya karşı ağır korku yüzünden bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları ile belirlenen bir bozukluktur. Toplumda ortaya çıkma sıklığı bilinmemekle birlikte eskiden sanıldığı gibi çok ender rastlanan bir rahatsızlık değildir. Anoreksia Nervozalı bireylerin yaklaşık %95' i kadındır. Ve bir kişinin kız kardeşinde bu tür bir bozukluk varsa o kişide aynı hastalık riski belirgin oranda artmaktadır. Bozukluk daha üst sosyoekonomik sınıflarda daha sıktır.

    En temel belirti aşırı kilo alma korkusudur. Bu durum kişinin yiyecek konusunda neredeyse fobik olacak noktaya dek varmasına neden olabilir. Şişmanlama korkusunun yanı sıra beden imgesinde de bozulma vardır. Buna bağlı olarak bu kişiler çok zayıf ve ince olsalar bile kendilerini şişman bulabilirler. Vücut ağırlığını kontrol altında tutabilmek için iki yolu kullanırlar: Kişilerin bir bölümü yiyecek alımını ileri derecede kısıtlarlar. Zaten aldıkları çok az yiyeceğin de çok az kalorili yiyecekler olmasına dikkat ederler. Bu kişiler buna rağmen ağır egzersizler de yaparlar. Diğer gruptaki kişilerde yiyecek alımının ileri derecede azaldığı açlık dönemleri ile aşırı yeme dönemlerinin birbirini izlediği gözlenir. Bu gruptaki kişiler, aşırı yemeden sonra şişmanlayacakları korkusuyla boğazlarına parmaklarını bastırarak kusarlar. Sık sık bunu yapan kişilerin el sırtında deri sertleşmesi olabilir. Sık kusan kişilerde mide asidinin etkisiyle dişlerde bozukluklar, çürümeler olur.

    Bu kişilerin yeme davranışlarında ve yiyeceklerle olan ilişkilerinde gariplikler gözlenebilir. Yiyecekleri saklayabilir, yemek yapmak için mutfakta saatlerce uğraşabilirler.

    Anoreksia Nervoza' nın nedenleri günümüzde kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın oluşumu psikolojik, sosyolojik ve biyolojik olmak üzere üç boyutta ele alınabilir. Hastalığın ergenlikte ortaya çıktığı; bu dönemin cinsel ve sosyal çatışmalarla yüklü oluşu dikkate alınacak olursa; cinsel ve sosyal çatışmalarla başa çıkma konusundaki yetersizliklerin yiyeceklerden fobik kaçınma şeklinde ortaya çıkması öne sürülebilir.

    Aşağıdakilerin varlığı halinde bu rahatsızlıktan bahsedilmektedir.

    1-Bulunduğu yas grubu ve boy uzunluğu acısından normal kabul edilen en az kilo ya da bu ağırlığın üzerindeki bir kiloyu kendisi için uygun bulmayıp,kabul etmeme.

    2-Yas ve boy göz önüne alındığında beklenenden daha düşük bir kilosu olmasına rağmen kilo almak veya şişmanlamaktan aşırı derecede korkma.

    3-Kişinin kilosu ya da vücut şeklini algılayışında bozukluk vardır. Kişinin kendini değerlendirişinde kilo ya da vücut seklinin ,olağandan çok daha fazla ve anlamsız ölçüde bir yer kaplaması veya o anki kilosunun düşük olmasının öneminin farkına varmama.

    4-Bayanlarda birbirini izlemesi gereken en az 3 adet döneminin olmaması

    Bu rahatsızlığın kısıtlı ( bu durum yaşanırken kişide bir anda "patlayıncaya dek" yeme ya da kendini kusmaya ya da lavman- idrar söktürücüler ile yediklerini çıkarma davranışının olmadığı) tip ya da bu sayılan davranışların olduğu tiksinircesine yeme/ çıkartma tipi olarak 2 şekli vardır.

    Hastaların çoğunun düşünce içeriği yemek ile ilişkilidir. Kimileri kalan, artan, yiyemedikleri yiyecekleri bırakamayıp, biriktirir, bazıları da hiç yapamayacağı yemek tariflerini edinmeye çalışabilir. Topluluk içinde yemek yeme konusunda isteksiz davranabilirler. Başlangıç ta çevrelerinden ilgi ve beğeni görmek için , kendileri üzerinde kontrol sağladıklarını görmek amacıyla alınan besinleri kısıtlamaya başlarlar. Eski kilolarına ya da çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler. Kendileri gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartar
    Tıkınırcasına yeme-çıkartma tipine ait grubun alkol-madde kötüye kullanımı, daha çok duygusal durumda dalgalanmalar ve cinsel aktivitelere sahip olup, dürtülerini kontrollerinin daha zor olduğu gözlenmiştir.

    Kişiler kilo kayıplarını arttırmak için fiziksel egzersizler yapar ya da yorucu fiziksel uğraşılar içine girerler. Öyle ki kişi daha çok enerji harcayıp, kilo verebilmek için oturmayıp, ayakta durmayı yeğleyebilir ya da durduğu yerde el ve ayaklarını hareket ettirebilir. Kişinin toplumsal ilişkileri azalabilir. Sadece is, fiziksel egzersiz ve kilo düşünceleri ile ilgilidir. Bir deri bir kemik kalsa bile kilolu olduğu düşüncesindedir. Kişiler kendilerine listeler hazırlayarak kendilerine yasakladıkları yiyecekleri belirterek, bunları yemeyeceklerine yeminler ederler. Yarim kilo bile almaları onları zayıflıktan şişmanlığa geçtikleri seklinde düşündürür. Uzun sure bir konuya dikkatlerini veremezler . Kendilerine güvensizlik yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir. Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlar.

    Çocuk gelişiminin erken evrelerinde, anne-çocuk iletişiminde çocuğun kendi başına,özgür davranışları üzerine yapılan müdahalelerin önemine dikkat çekilmektedir.

    Anoreksia başlangıcı sonrasında genellikle obsesif- kompulsif davranışlar başlayabilir. Özellikle temizlik saplantıları ( ev temizliğine yönelik aşırı aktiviteler gibi) ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir. Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberindedir.

    Bu kişilerde hastalığın yol açtığı vücutsal değişimler:

    Hastalarda kansızlık, vücut su- tuz dengesinin bozulması, kanda kolesterol ve üre düzeylerinin artışı, karaciğer enzimlerinin yükselmesi, tiroid bezi hormonlarının düşmesi, kadınlarda ostrojen dediğimiz kadınlık hormonu ,erkeklerde testesteron denen erkeklik hormonu düzeylerinde düşme sonucu cinsel işlevlerde azalma, kalp atımında azalma ve düzensizlikler, beyin boşluklarının beyin dokusuna oranla kapladığı hacmin artışı oluşabilmektedir.

    Kimlerde görülmektedir:

    Bu rahatsızlık düzenli ve bol çeşitli yemek yeme olanaklarının olup, göze hoş görünmenin zayıf bir vücut yapısı ile paralel düşünüldüğü bati toplumlarında, kentsel alanlarda daha çok gözlenmektedir. Hastaların % 90-95 i kadındır. Anoreksia nervosa genç kızlarda % 0,5 oranında saptanmakta, genellikle 12-25 yas arasında rastlanmaktadır.

    Son yıllarda yurt dışında yapılan çalışmalara göre hastalığın yüz bin kişide 15-20 arasında görüldüğü saptanmıştır.

    Rahatsızlığın oluşumunda etkili risk faktörleri:

    - Yaşanılan sosyo-kültürel çevrenin etkisi ile zayıflığın kesin güzellik ölçütü olması durumu yaygınlaştırmaktadır. Bazı mesleki alanlar ( hosteslik, modellik, dans ve müzikle uğraşanlarda) bu yüzden özellikle risk altındadır.

    -Bu rahatsızlığı olanların ailelerinde depresyon, alkolizm, şişmanlık ve gene bir yeme bozukluğuna daha çok rastlanmaktadır. Bu kişilerin annelerinin daha çok diyet yapıp,yeme bozukluğunun olduğu, sürekli diyet yapma düşünceleri ile haşır nesir oldukları, kızlarının da diyetleri konusunda yoğun düşünceler içinde olabildikleri gözlenmiştir.

    - Aile yapıları itibariyle, bağımsız hareket serbestisinin verilmediği ve aile işleyişi açısından yeterli keyif alınmayan doyum sağlanamayan ilişkilerin varlığı.

    -Öncesinde var olan aşırı şişman beden yapısı

    -Çocukluk cağı başlangıçlı diabet ( seker hastalığı) varlığı

    - Geçmişte yaşanan cinsel, fiziksel tacizler.

    Rahatsızlıktaki kişisel düşünce yapıları:

    - Kişisel açıdan kendilerini yardıma muhtaç ama yardim edilemez görürler

    - Kendi ve çevreleri üzerindeki denetimi kaybetme korkuları vardır.

    - Aşırı bir şekilde başkalarının görüşlerine bağımlı olarak özgüvenlerini koruyabilen, onların yeterli ya da olumlu desteği olmadığında kendilerini bir hiç olarak görürler

    - Bir şey ya tam olmalı ya da hiç olmamalı seklinde bir düşünce yapısı olan kişilerdir.

    Hastalığın seyri:

    Hastaların yarısının ilerleyen donemde iyileştiği, dörtte bir oranında hastanın kısmen iyileştiği, ancak bir miktar yakınmalarının sürdüğü belirlenmiştir. Hastalık sonucu olum oranının % 5 civarında olduğu gözlenmiştir.

    Hastalığın gidisine olumsuz etki yapan faktörler:

    -Ailede aşırı geçimsizlik, tartışmalı ortam

    -bulimianın hastalığa eslik etmesi

    -Kusma, dışkılamayı arttırıcı ilaç kullanımları

    -Obsesif-kompulsif, histerik, depresif, nörotik davranış yapıları, zeminde bulunan psikiyatrik sorunlar nedeniyle, kişide vücutsal yakınmaların fazlaca gündeme gelmesi (gastrit, kolit vb.)

    -Hastalığı inkar eden davranışlar içine girilmesi.

    Hastalığın gidisini olumlu etkileyen etmenler arasında ise erken başlangıç yaşı, hastalığı kabul etmek ve kendine güvenen bir kişilik yapısının bulunması sayılmaktadır.

    Tedavi:
    Anoreksia Nervozalı hastaların tedavisi çoğu kez güçlüklerle doludur. Hastaların çoğunda, hastalık birkaç yıl önce başlamıştır. Tedaviye katılmak ve tedavi planları için isteksizdirler. Bu sebeple genellikle çocuklarının bu durumundan üzüntü ve endişe duyan anne babaları tarafından doktora getirilirler. Tedavide bireysel psikoterapi, grup ve aile terapisi, ilaç tedavisi gibi yöntemler kullanılabilir

    Psikoterapide hastanın kendi duygularını uygun bir şekilde ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip, çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.Tedavide davranışçı terapi, aile terapisi ve grup terapisi kullanılabilir
    __________________
    ALINTIDIR...
  • 
Sayfa: önceki 123
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.