Şimdi Ara

C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C· (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
70
Cevap
1
Favori
5.484
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • 12 eylül darbesi

    12 Eylül Darbesi veya 1980 Darbesi, Türkiye'de, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askeri müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi. Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı.

    Sıkıyönetim ilanı
    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre:

    İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur


    12 eylül dönemi

    Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları tarafından oluşturulan askeri cunta Milli Güvenlik Konseyi adı altında 1983 genel seçimine kadar Türkiye'ye ilişkin tüm kritik kararları aldı.

    Darbe ardından geçen 3 yıl içerisinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve cuntanın belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, 1982 yılındaki halk oylamasında, yüzde 92'lik "Evet" oyu ile büyük farkla kabul edildi. Halk oylamasında 'Hayır' oyu kullananları sandık başında baskı altında tutmak için rengi dışardan görünen oy pusulaları kullandırıldığı iddia edildi ama bu, Anayasa'nın çok büyük çoğunlukla kabul edilmesini açıklayan tek neden değildi. Anayasa'nın kabulünün bir başka önemli etkeni olarak, ihtilal öncesi iç savaş ortamı nedeni ile vatandaşların kendi hayatlarından endişe etmesi de ifade edilir.[2]

    12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye'de halkın önemli bölümü tarafından sosyal,siyasi ve ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan iflas etmiş parlamenter rejimin 'haklı' alternatifi olarak görüldü. Bu nedenle, darbeye bir direniş olmadığı gibi, büyük çoğunluk, darbe liderlerini, ülkenin yeni liderleri olarak kısa sürede benimsedi.

    Aynı halk oylamasında, Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. Kabul edilen Anayasa'da, cunta üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, seçimlerle iktidara gelen hiçbir hükümet tarafından kaldırılmadı ve 12 Eylül liderlerinin dokunulmazlığı sürdü.

    12 eylül gerçekleri
    12 Eylül 1980 askeri darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı'nı seçememesi ve 6 Eylül günü Konya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi.

    Ülkede tırmandırılan sağ - sol ve alevi - sünni gerginliği bireysel ve kitlesel siyasi cinayetleri besledi. 12 Eylül 1980 öncesinde sağ ve sol siyasi hareketin önde gelen temsilcileri cinayetlere kurban gitti. Doç. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Gün Sazak, Nihat Erim ve tanınmış birçok kişi sağ ve sol gruplara mensup militanlar tarafından öldürüldü. Darbe öncesinde siyasi cinayetlerin sayısı her gün 30'a yaklaşıyordu.

    12 Eylül 1980'e gelindiğinde 19 ilde sıkıyönetim uygulanıyordu.

    Ülkede, yönetemeyen hükûmet, karar alamayan Meclis ve ardı arkası kesilmeyen siyasi cinayetlerin yol açtığı yılgınlık havası, 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel'in "70 sente muhtacız" sözü ile özetlenen işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ile yoğunlaştı.

    Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği / önleyemediği sorularını da beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a "bizim çocuklar işi bitirdi" anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı.Darbeden sonra ilk idam edilenler 9 ekim 1980 tarihinde ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu ve sol görüşlü Necdet Adalı olmuştur.

    .

    12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye'de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler geçici de olsa alt-üst edildi.




  •  C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    12Eylül 1980 DARBESİ SPORU’DA ETKİLEMİŞTİ.

    12 Eylül'de Kulüplere Arsa Verdim, Evren Gece Kulübü Sandı
    12 Eylül Darbesinin Üzerinden 27 Yıl Geçti. Yıllardır İhtilalin, Siyasi, Ekonomik, Sosyolojik Etkileri Tartışıldı. Ancak Yönetimi Ele Geçiren Askerlerin Türk Sporunda Yaptığı Değişim Neredeyse Hiç Gündeme Gelmedi.

    12 Eylül darbesinin üzerinden 27 yıl geçti. Yıllardır ihtilalin, siyasi, ekonomik, sosyolojik etkileri tartışıldı. Ancak yönetimi ele geçiren askerlerin Türk sporunda yaptığı değişim neredeyse hiç gündeme gelmedi.

    Zaman gazetesinden Erhan Güvan'in haberi şöyle;

    Spor camiası, tahmin edildiğinin aksine, en az derbenin spora vurulduğuna dikkat çekiyor. Ankaragücü'nün 1. Lig'e terfi ettirilmesi dışında vahim bir hata dile getirilmiyor. Milli Güvenlik Konseyi'nin, alanında uzman birçok sporcuya taş çıkartacak isimleri göreve getirdiğine dikkat çekilirken, Gençlik ve Spor Bakanı Albay Hüsamettin Yılmaz ve Beden Terbiyesi Genel Müdürü Albay Yücel Seçkiner buna örnek gösteriliyor. O dönem de yaşadıklarını Zaman'a anlatan Seçkiner, ilginç bir anısını ise şöyle aktarıyor: "Statları kulüplere devrettim. 'Tesis bizden, işletmesi sizden' dedim. Kulüplere arsa vermemiz Kenan Evren Kayıtlı 'in kulağına kadar gitmiş. Beni yanına çağırdı, 'Ne veriyorsun kulüplere devletin malını?' diye sordu. Kulüp deyince gece kulübü anlamış!"

    12 EYLÜL EN AZ SPORA DARBE VURDU NETEKİM!

    İETT 'nin başına gelen albayın ilk emri, "Burada sakallı insan görmek istemiyorum!" olmuştu. Sakalları vardı ve böyle bir dayatma karşısında sessiz kalamazdı. İstifasını verip ayrıldı. İETT 'ye veda etmesiyle futbolculuk hayatı da tehlikeye girmişti. Çok geçmeden mahallesinin takımı ve futbola başladığı kulüp Erokspor'a döndü. Hem futbolcu hem de fahri başkan olarak Erokspor formasını terletiyor, bu sayede çok sevdiği futboldan uzaklaşmıyordu. Ne var ki iş temposu, askerlik gibi etmenler araya girince daha fazla sürdüremeyeceğini anladı. Ve birkaç yıl içinde meşin yuvarlakla tüm bağlarını kopardı.

    Bu hikayenin kahramanı 60. hükümetin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 'dan başkası değil. İETT 'de işçi kadrosunda çalışan ve bu kurumun futbol takımında görev yapan Erdoğan'ın yaşam çizgisi Türkiye'deki milyonlarca insan gibi 12 Eylül 1980 tarihli askerî darbeyle tamamen başka bir yöne kaydı.

    Cuma günü sabaha karşı açıklanan bildiriden sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Silahlı Kuvvetler üçüncü kez yönetime müdahalede bulunmuştu. Toplumun her kesiminde darbenin tahribatı çok geçmeden ortaya çıkacaktı. Siyasî, ekonomik, sosyolojik ve daha birçok açıdan 12 Eylül'ün sarsıntıları tartışılsa da spordaki darbe etkisi nedense bugüne kadar hiç gündeme gelmedi. Peki tüm yönetimi eline geçiren askerler, Türk sporuna neler yansıtmıştı?

    Spor faaliyetleri durduruldu

    13 Eylül gününe ait Tercüman gazetesi, askerî cuntanın karar mekanizması Milli Güvenlik Konseyi'nin spor konusundaki tutumunu okuyucularına şöyle aktarıyordu: "Bu hafta sonu yapılacak bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre bilahare izin verilecektir." Spor etkinlikleri durdurulmuştu. Futbolda 1. Lig ve 2. Lig'e ara verilmişti. Ama Avrupa kupası maçları için soru işaretleri vardı. Zira F.Bahçe ile Trabzonspor, 17 Eylül'de önemli sınavlar verecekti.

    F.Bahçe ve Trabzon hazırlıklarını Avrupa maçlarına göre sürdürürken rakipler de Türkiye'ye gelmiş, karşılaşmaların oynanmasında herhangi bir sakınca olmadığı bildirilmişti. İşin ilginç yanı, ligler ertelenmese hafta sonu İstanbul'da Galatasaray-F.Bahçe derbisi vardı. F.Bahçe Teknik Direktörü Rausch da darbenin ilan edilmesiyle derbinin tehir edilmemesi için çok dua etmişti. Çünkü G.Saray'ı yenip Avrupa kupasına moralli çıkmak istiyordu! F.Bahçe, UEFA Kupası'nda karşılaştığı Bulgaristan temsilcisi FK Beroe Stara Zagora'ya İstanbul'da 1-0 yenilmişti. Trabzonspor ise Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Polonya'nın GKS Szombierki Bytom takımını 2-1 mağlup etmişti.

    Türkiye 1. Ligi'nin bir haftalık aranın akabinde devam etmesi uygun görülse de A Milli Takım'ın İzlanda ile oynayacağı maç nedeniyle ara uzuyordu. Futbolda durum böyleyken basketbolcular darbe haberini gurbet ellerde işitecekti. Balkan Şampiyonası düzenleniyordu ve Basketbol Erkek Milli Takımı, Romanya'da turnuvadaydı. 12 Eylül'ün ardından Türkiye, İzmir'de İslam ülkelerini ağırlamaya hazırlanıyordu. 28 Eylül-5 Ekim tarihlerindeki 1. İslam Oyunları'na, askerî yönetim izin vermişti.

    Milli Güvenlik Konseyi'nin, kamu kurum ve kuruluşlarına atadığı kişiler ne kadar işinin ehliydi bilinmez; fakat sporda alanında uzman birçok sporcuya taş çıkartacak isimler göreve getirilmişti. Gençlik ve Spor Bakanı Albay Hüsamettin Yılmaz olmuş, Albay Yücel Seçkiner ise Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü koltuğuna oturmuştu.

    Kulüplere arsa verdim, Kenan Evren gece kulübü zannetti!

    Milli Güvenlik Konseyi, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne Albay Yücel Seçkiner 'i atamıştı. Seçkiner, her yönüyle sporcuydu. Köln Spor Akademisi'ni ve Hava Kuvvetleri Lisan Okulu İngilizce bölümünü bitiren Seçkiner'in 22 branşta hakemlik ve antrenörlük belgesi vardı. Askerler darbenin 6. ayında yerlerini sivillere bırakırken tek istisna Seçkiner'di. Merhum Turgut Özal 'ın da has adamlarından biri olan Seçkiner, 1985 yılına dek sporun yönetiminde söz sahibi oldu. Seçkiner, askerî yönetimden sivil demokrasiye geçişte Türk sporunun önemli kilometre taşlarından biriydi. Daha sonra spordan sorumlu bakanlık da yapan Seçkiner, o sıkıntılı dönemi şöyle anlatıyor: "Darbe yanlısı değilim. Askerî darbeler, ülkeyi geriye götürür. Allah bir daha göstermesin. Ama 12 Eylül'de en faydalı işler sporda yapıldı. Çünkü politikanın dışında kaldık. 1982'den sonra da Turgut Özal benimle devam etmek istedi. Askerî kanattan kalan tek kişiydim. 11 Eylül'de görevim tebliğ edilmişti. Gece 03.00'te işe başlamıştım. 1952 yılında atletizmde ilk derecemi kazanmıştım. Spordan gelen bir insan olduğum için 1982 Anayasası'na sporu da yerleştirdim. Yasayla birlikte sporculara ev ve para verilmeye başlandı. Türk sporunun önünü açtık. Federasyonlara ilk kez 1982'de seçim yaptırdım. Statları kulüplere devrettim. 'Tesis bizden, işletmesi sizden' dedim. Sadece büyüklere değil, mesela Gençlerbirliği'ne de tesislerini kazandırdım. Kulüplere arsa ve tesis vermemiz Kenan Evren 'in kulağına kadar gitmiş. Beni yanına çağırdı, "Ne veriyorsun kulüplere devletin malını?" diye sordu. Kulüp deyince gece kulübü anlamış! Durumu hemen izah ettim. Halka spor yaptırmak için yürüyüşler düzenledim. Bir keresinde Evren Paşa'ya bile eşofman giydirip sokağa çıkarttım. Halka sporu sevdirdik.

    Ankaragücü'ne özel yönetmelik çıktı

    Yücel Seçkiner ne zaman Kenan Evren 'in yanına gitse Ankaragücü konusunu duyuyordu. Birçok kez Ankaragücü'nün 1. Lig'e çıkması için ne yapılması gerektiğini soran Evren Paşa, emir verilerek bu işin çözülemeyeceğini biliyordu. Yakın zamanda Türkiye Kupası finali vardı. Seçkiner'in aklına 'kupayı kazanan takım hangi ligde olursa olsun 1. Lig'de oynama hakkı tanınsın' fikri gelmişti. Bunun alt liglerdeki takımlara da teşvik oluşturacağı düşünülüyordu. Ankaragücü de finalde Boluspor'u yenerek kupayı kazandı. Bu, yönetmeliğe işlendi. Evren, Ankaragücü'nün Devlet Başkanlığı Kupası'nı almasını da çok istiyordu. "Kupayı kazansınlar da kararımız sağlam olsun" diyordu. Başkentin Sarı-Lacivertli ekibi, Trabzonspor'u yenerek Devlet Başkanlığı Kupası'nı da müzesine götürmüştü.

    Evren, Avrupa'da da başarı beklemişti!

    Darbe olduğunda Ankara Tandoğan'da kamptaydık. Dışarıda tanklar vardı. Askerlerin izniyle evlerimize gittik. Ankara Valisi Mustafa Gönül'ün Kenan Evren)'le arası iyiydi. 1. Lig'e çıkmamız için bir şeyler yaptılar; ama biz de hak etmiştik. 2. Lig'deydik ve Türkiye Kupası'nı Boluspor'u yenerek kazandık. Böylece 1. Lig'e yükseldik. Bolu'dan dönüşte kupayı Evren'e götürüp hediye ettik. Evren Paşa, Devlet Başkanlığı Kupası'nı da istediğini, hatta Avrupa'da başarılar beklediğini söyleyince epey gülüşmüştük. Adil Eriç (Evren'in elinden kupa kaldıran Ankaragücülü kaleci)

    Kemal Belgin (Gazeteci): Darbeyi Ziya Şengül'den duydum

    Tercüman Gazetesi Spor müdür yardımcısıydım. F.Bahçeli Ziya Şengül telefonla darbe olduğunu söyledi. O dönemin spora yansıyan en çarpıcı yanı, Ankaragücü'nün 1. Lig'e çıkarılmasıydı. Gerçeği söylemek gerekirse ihtilali yapanların spora bir baskısını görmedik. Darbe, Türk sporunu diğer alanlar kadar etkilemedi. Turgut Özal 'ın gelişi de 'Allah'tan darbe oldu' denebilecek kadar fayda sağladı ülkemize.

    Ali Sami Alkış (Gazeteci): Seçkiner, baskıları hissettirmedi

    Askerî yönetimin en iyi yanı, Yücel Seçkiner 'in sporun başına getirilmesiydi. Darbe hiç olmamış gibi bir ortam hazırlamıştı. Genel anlamda futbolcular üzerinde de çok büyük etkisi görülmedi. Evet, darbe siyasî ve ekonomik açıdan bakıldığında büyük olumsuzluklar yaşattı. Ancak Kenan Evren spora çok fazla müdahale etmedi. Ankaragücü'nün 1.Lig'e terfi ettirilmesi dışında öyle vahim bir hata yapmadılar.

    Doğan Hakyemez (Eski milli basketçi): İhtilal olduğunu Yunanlılar söyledi!

    Romanya'da Balkan Şampiyonası'ndaydık. O dönem takım kaptanıydım. 12 Eylül gece saat 12.00'ye yaklaşırken darbe haberini duyduk. Yunan kafilesinin haber vermesi herhalde işin en garip tarafıydı. Yine de maçlarımızı oynadık. Takım şoka uğramıştı. Döndüğümüzde ise havaalanı askerlerin kontrolü altındaydı. Ağır bir baskı hissetmedik. Sporda zaten böyle bir şey söz konusu olamazdı




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Oriental -- 27 Kasım 2007; 1:38:20 >




  • TÜRKİSTAN
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·

    Türkistan (Farsça ترکستان Türklerin ülkesi) siyasi bir terim olmamakla birlikte, Orta Asya'da çoğunlukla Türklerin yaşadığı coğrafyanın adıdır. Türklerin ana vatanı kabul edilmektedir. Bölgede bugün Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Doğu Türkistan (Sincan-Uygur Özerk Bölgesi) bulunmaktadır. Ayrıca Türkistan doğu ve batı olarak ayrılır.





  • KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ VE TARİHİ
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·

     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Akdeniz'de yer alan Kıbrıs adasının kuzey kısmında yer alan, uluslararası camiada yalnızca Türkiye tarafından tanınan devlet. Pakistan ve Bangladeş de bir süre KKTC'yi tanımıştır; ancak uluslararası camiadan gelen baskılar sonucu tanımaktan vazgeçmişlerdir.

    Kuzeyde Dipkarpaz, batıda Güzelyurt, güneyde de Akıncılar'a doğru KKTC toprakları yayılır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Rum Kesimi toprakları arasında Birleşmiş Milletler'in kontrol bölgesi bulunmaktadır. KKTC'nin de Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı adında bir ordusu vardır.
    1960'ta Kıbrıs'ta yaşayan Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk cemaatleri arasında kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti yaşanan iç çatışmalar sonucu sürdürülemez olmuş ve 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasının Kıbrıs'da darbe yaptırması sonucu gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekâtı'nın ardından gerçekleşen İkinci Barış Harekâtı'nın hemen ardından 25-26 Ağustos 1974 tarihinde BM Genel Sekreteri Kıbrıs'a gelmiş ve toplumlar arasında ikili görüşmelerin başlatılmasını istemişti. İkili görüşmelerde varılan mutabakat gereği nüfus mübadelesi yapılmış ve Rumlar güneye, Türkler ise kuzeye geçmiştir. Böylece iki bölgeli ve iki toplumlu bir federal yapı için uygun ortam sağlanmıştı. 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilanı Doktor Fazıl Küçük tarafından açıklanarak gerçekleşti. Amaç federal bir Kıbrıs Devleti yaratmaktı.

    15 Kasım 1983 tarihinde KKTC'nin ilanı gerçekleşti. Türkiye, Pakistan ve Bangladeş KKTC'yi ilk tanıyan ülkeler olup Türkiye dışındaki ülkeler daha sonra bu tanımayı geri çekmişlerdir. KKTC'nin kuruluş bildirgesini kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş okumuştur.

    Bu makale ile ilgili orjinal metin, VikiKaynak'ta bulunmaktadır:
    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Bağımsızlık BildirgesiDaha sonra yapılan referandum sonucu halk KKTC Anayasasına büyük bir çoğunlukla evet demiştir. Yıllarca süren toplumlararası görüşmelerden bugüne değin herhangi bir sonuç çıkmamıştır. En son BM Kıbrıs Çözüm Planı ile iki toplum arasında yeniden birleşme imkânı da referandumda Kıbrıslı Türklerin evetine karşı Rumların hayır demesi sonucu gerçekleşmemiştir.


    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti cumhuriyetle yönetilmekte olup yarı başkanlık sistemi bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı aynı zamanda devlet başkanı, başbakan ise hükümetin başkanıdır. Çok partili sistem uygulanmaktadır. Yürütme yetkisi hükümetin elindedir. Yasama yetkisi ise hükümetle beraber KKTC Meclisi'ne aittir.

    Cumhurbaşkanlığı seçimi her beş yılda bir yapılır. Cumhurbaşkanını halk seçer. Bu görevi 17 Nisan 2006'dan beri Mehmet Ali Talat yürütmektedir. 50 kişiden oluşan Cumhuriyet Meclisi halkın oylarıyla seçilmektedir. Şubat 2005'de yapılan seçim ile başa gelen Mehmet Ali Talat önderliğindeki CTP, Mehmet Ali Talat'ın cumhurbaşkanı olmasıyla CTP genel sekreteri Ferdi Sabit Soyer'i Cumhuriyetçi Türk Partisi başkanlığına ve başbakanlığa getirmişlerdir. Partinin iktidar ortağı Turgay Avcı önderliğindeki Özgürlük ve Reform Partisi de hükümette yer almaktadır.
    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Türkiye dışında tanınmamakta ve ada Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin olarak gösterilmektedir. Azerbaycan'a bağlı özerk ülke olan Nahcivan KKTC'yi hâkim güç olarak tanımakta, fakat Azerbaycan KKTC'yi resmî olarak tanımamaktadır. İslam Konferansı Örgütü KKTC'yi üye olarak kabul etmiş ve gözlemci statüsü vermiştir. Diğer ülkelerden Pakistan, Katar ve Gambiya'nın görüşleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımaya doğru gitmektedir.

    2004 Nisan'ında yapılan Annan Planı referandumundan bugüne uluslararası camia KKTC ile var olan ilişkilerini iyileştirmeye başladı. Avrupa Birliği'nin genişlemesi'nden sorumlu üyesi Günter Verheugen raporunda bu şartlar göz önünde tutulursa AB ülkelerinin KKTC'de temsilcilikler açabileceklerini söyledi. AB KKTC'ye 259 Milyon Euro yardım taahhüt etti. Rum Kesimi tarafından engellenmeye çalışan bu yardımı, KKTC direkt olarak almak istemektedir.

    Bir yandan, KKTC cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat önemli dünya liderleri ile görüşmelerine devam etmektedir. ABD dış işleri bakanı Condoleezza Rice, İngiltere eski dış işleri bakanı Jack Straw ile görüşmelerde bulundu. Ayrıca 2006 Ağustos'unda Pakistan devlet başkanı Pervez Müşerref tarafından cumhurbaşkanı sıfatı ile ağırlandı.

    KKTC bağımsızlık ilanını ardından Bangladeş ve Pakistan tarafından da tanınmasına rağmen uluslararası baskılar sonucu bu ülkeler tanımalarını geri çekmiştir[kaynak belirtilmeli]. KKTC uluslararası toplum tarafından, uluslararası ilişkilerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte tek devletmiş gibi anılır (örneğin Avrupa Birliği'ndeki üye sayımı). Yine uluslararası ilişkilerde dünya haritalarında Kıbrıs Adası'nın tamamı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne aitmiş ve KKTC yokmuş gibi gösterilir (örneğin Eurovision Şarkı Yarışması'nda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin adının Cyprus olarak gösterilerek, oylama sırası Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne geldiğinde ülkenin, Kıbrıs Adası'nın tamamı olarak gösterilmesi).

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ordusunda 2000 kadar 18 ile 40 yaşları arasında zorunlu askerliğe alınmış Kıbrıslı Türkler bulunmaktadır. Bunun yanında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 11. Kolordu'su adanın kuzeyine yerleşmiş durumdadır. Bölgedeki Türk kuvvetleri yaşanabilecek Kıbrıslı Türk-Rum anlaşmazlıklarına karşı bölgeye yerleşmiş ve Kıbrıslı Türklerin yaşamını koruma altına almış bulunmaktadır.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Peacifullord -- 27 Kasım 2007; 1:52:50 >




  • o zaman gazeteler vardı , şimdi tuvalet kağıdı görüyoruz etrafta.

    bu arada yazılarını okumadım ama yine de teşekkürler!

    son bir şey hukuk kısmına göz attım ŞU AN HUKUKTAN ESER YOK
    ŞERİ YÖNETİLİYORUZ ŞERİ!

    TEKEL DEMOKRASİ ALMIŞ BAŞINI GİDİYOR!

    hani dabeci diyorlar ya İŞTE BUGÜNLERİN SEBEBİ
    KENAN EVREN!



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Usak_Efesi -- 27 Kasım 2007; 8:09:24 >




  • siyasete pek girmesek iyi olacak fakat ben yine 10 seneye kadar darbe kokusu alıyorum.
    neyse siyasete pek girmeyelim.
    herşeyin düzelmesi dileğiyle
  • Bu konuyu düşünen ve başlatan Polatüründül ve katkıda bulunan magnum_1453 kullanıcı isimli arkadaşlara bu güzel başlığı ve içeriği oluşturdukları için teşekkür ediyorum.
    İnsan bir şey yaparken Allah'ın rızasını gözetirse ve insanlığa faydasının olup olmadığını gözden geçirirse doğruya ve güzele daha çabuk ulaşır belkide.
    İnşallah zor gibi gözüksede tek zorluk amaca ulaşmamızdaki isteksizliğimiz ve gözümüzde büyütmemiz olarak düşündüğüm Türk Ülkelerinin tek bir ülke olması veya Avrupa Birliği gibi bir birlikteliğe gitmesi.
    Bende amacı Türk Ülkelerini bir araya toplamak ve TEK YUMRUK olmak isteyen ve bunun için çaba sarfeden bir sitenin adresini veriyorum.Geçenlerde youtube koydukları bir videodan ilk defa kendilerine rastlamıştım sanırım.

    www.turkbirdev.org




  • Konuyu açan ve boş bırakmayanlara teşekkürler.

    Turan (Hilal) Taktiği veya Kurt Oyunu
    Ecdadımız yıllarca bu taktiği kullanmıştır. 1040 Dandanakan, 1071 Malazgirt, 1396 Niğbolu, 1526 Mohaç...vb savaşlarda bu taktik kullanılmıştır.
    Düşman ordusuyla karşı karşıya gelen Türk ordusu, düşman ordusu yaklaştıkça hilal şeklini alır. Hızlı hareket ettikleri için atlı okçular düşman ordusunu vur-kaç taktiğiyle kanatlardan zayıflatır. Burada vur-kaç taktiğinin hilal taktiği içinde uygulanması çok önemlidir. Kanatlardan vurulan düşman, budana budana artık tek bir merkezde toplanmak zorunda kalır. Zaten istese de artık dağılamaz. Böylece hilal şeklinde dizilmiş Türk ordusu son hamlesini yaparak hilali kapatır ve merkezdeki düşman ordusunu dize getirir.




  • Yiğitler Sultanı Alparslan

    Selçuklu Devleti hükümdarı, Türk milletinin en büyük kahramanlarından. Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı beyin oğludur. 20 Ocak 1029’da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar.

    Alparslan 27 Nisan 1064’te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiri’yi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.

    1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğu’nun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti. İsyan eden kardeşi Kavurd’u itaate zorladı. 1065’te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğu’nu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı.
    1070 yılında Alparslan , Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti. Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir'den Elcezire’ye girdi, Urfa’yı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısır’ı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı.

    Alparslan ’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071’de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vad etmişti. Diyojenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Haleb’i teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan , Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı. Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü. Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddetilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı.

    26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi.

    Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparatoru, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyac halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış andlaşması yapıldı. Fakat Diyojenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizas tahtının el değiştirmesi, andlaşmayı geçersiz kıldı. Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda Anadolu’ya hakim oldular.

    Sultan Alparslan , Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, batıni sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi. Hain Yusuf, Alparslan ’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultan’a hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. “Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?” diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü tealadan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah!...” diyerek şehid oldu. Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti.
    Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyet’i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni, şii hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, halis Türkleri aziz kıldı.” demişti.

    Alparslan, büyük tarihi zaferlerinin yanısıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama te’sisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam-ı a’zam’ın türbesini, Harezm Camii’ni ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi. Zamanında; İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmişti.

    Kaynak: biyografi.net




  • Bozkır Türkleri giyim eşyalarını koyun, kuzu, sığır, tilki ve av hayvanlarının derisi ile koyun, keçi, deve yününden yaparlardı. Eski Türkler ayrıca bez dokurlar, giyecekleri için de kendir yetiştirirlerdi. Yün kumaş ve bezden iç çamaşırı yapar, ürettikleri yün kumaş ve keçeleri başta Çin olmak üzere çeşitli ülkelere ihraç ederlerdi. MÖ 1. yüzyıldan kalma bir Asya Büyük Hun hükümdar ailesine ait Noyun-Ula kurganında (Prens mezarı), 20 çeşit ipekli kumaş ile birlikte üzerine bir Hun Türkü'nün portresi işlenmiş olan yün kumaş ve süslü keçeler bulunmuştur.

    Bilindiği üzere yeryüzünde atı ilk evcilleştiren ve atı binek hayvanı olarak kullanan ilk kavim, Türkler'dir. Yeryüzünün ilk atlı milleti olan Türkler, pantolon ve ceketi ilk kullanan kavim de olmuşlardır. Çünkü pantolon ve ceket süvari giysisidir ve bir süvarinin içinde en rahat edeceği giyecekler pantolon ve cekettir. Dünyada pantolon ve ceket kullanımı ilk olarak Türkler'de, daha sonra da Türkler'le yakın ilişki içinde olan milletlerde görülmüştür. Romalılar ketenden gömlek yapıp giymesini Hun Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Kazar (=Hazar) konçuyu (=prensesi) Çiçek'in Bizans sarayına gelin gittiği zaman giydiği Türk tipi imparatoriçelik giysisi, daha sonra Çiçekion adıyla Bizans'ta moda olmuştur. Bugünkü çağdaş giysi tipinin ilk örneği olan bozkır tarzı giyim-kuşam, Çin'de MÖ 4. yüzyıldan, Avrupa'da MS 5. yüzyıldan, Bizans'ta ise MS 6. yüzyıldan sonra Türk usûlüne göre yapılan askerî ıslahatlar sonucu dünyaya yayılmıştır. Adı geçen kavimler Türkler'le temas kurmadan önce bol ve uzun entari biçimindeki giysiler giyerlerdi. Bunu, bu kavimlerin Türkler'le temasa geçmeden önceki dönemlerinden kalan yontu, kabartma ve resimlerinden kolayca anlayabiliriz.

    Altaylar'daki Pazırık kurganının Büyük Hun Devleti zamanına tarihlenen katlarında buzlar arasında korunup günümüze değin çürümeden gelen gömlekler ve başka giysiler, Türk giysilerinin ilginç örneklerindendir. İkinci Pazırık kurganında bulunan önü kapalı bir gömlek, yine Hunlar'dan kalmış Noyun-Ula'daki gömleklere çok benzemektedir. Katanda kurganında da bu tür bir gömleğe rastlanmıştır. Pazırık gömleğinin üzerinde altın süsler vardır. Ayrıca üçüncü kurganda, giysilerin fiyonk biçiminde düğümlenmiş kuşakları da bulunmuştur. Bu eserlerin yanında Türk kaftanlarına da rastlanmaktadır. Pazırık ve Noyun-Ula kurganları, bulunan eserlerin kanıtladığına göre aynı kültürün ürünleridir. Yine bu kurganlarda ele geçen keçe çoraplar, taraklar ve aynalar bize o çağın yaşam biçimi hakkında bilgi vermektedir. Keçe çorap ve çizme, Türkler'e özgü kültür ürünleridir. Ayrıca üstüne basarak belirtmek gerekir ki Pazırık'ta bulunan ve mumyalandıkları için etraflıca incelenebilen iskeletler, Türkler'in ilk ataları olan Andronova İnsanları gibi beyaz ve turanid ırktandır. Pazırıkta bulunan cesetlerin gövdeleri döğmelerle süslemiştir. Kimi cesetlerin gövdelerinin hem arkaları, hem önleri baştan ayağa değin döğmelenmiştir.

     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Katanda kurganlarının Kök Türk dönemine ait katlarında ipek ve kürklü giysiler bulunmuştur. Katanda kurganında, giysilerin yanında pantolonlar da kürkle süsülüdür. Kurganda ele geçen kaftanın kolları uzun, kolların ağızları da dardır. Yine Kök Türk döneminden kalma Tuyahta'da açılan kurganların birindeki ölünün giysisi üç kattır. Üst kısıma giyilen giysi koyu kırmızı, ortadaki yeşilimsi, alttaki de altın sarısı ipekten yapılmıştır.

    Bugün kullandığımız pantolon ve ceket sözcükleri yabancı kökenlidir. Eski Türkler ceket sözcüğü yerine bertü - pırtı sözcüğünü, pantolon sözcüğü yerine de üm sözcüğünü kullanırlardı. Bertü - pırtı sözcüğü, bugün kullandığımız Pılını pırtını topla deyiminde halen yaşamaktadır.

    Eski Türkler'in giyim-kuşam tarzının çevrelerindeki kavimlerden bazı farkları da vardı. Mesela, başka kavimlerin kopça kullanmalarına karşılık, Türkler düğme kullanırlardı. Türkler ceketlerini Çinliler'in ve Moğollar'ın aksine, sola açarlardı.

    Soğuk ve sıcak havalarda ayrı ayrı pelerinler kullanan Türkler, ayaklarına çizme, başlarına da börk giyerlerdi. İleri gelenler ile makam sahipleri, başlıklarının daha uzun ve gösterişli olmasından tanınırlardı ki aynı gelenek Osmanlılar'da da vardır. Savaş zamanlarında ise başa tolga (=miğfer) giyilir, gövdeyi ve savaş atlarını korumak için yarık denilen zırhlar kullanılırdı.

    Hemen hemen bütün Orta Asya yontularının belinde bir kemer ile bu kemerin yanlarından sarkan birer süs uçları bulunur. Kuray ve Kudirge kurganlarındaki Kök Türk buluntuları da bu kemerlerin varlığını ortaya koyar. Buluntulardan anlaşıldığına göre kemer kayışının üzeri maden plakalarla süslenirdi. Kemerden sarkan uçların hepsi aynı boyda olmazdı; çeşitli motiflerle süslenmiş bu uçlar ayrı boyda olurdu. Bu kemer biçimi Turfan'da, Uygurlar'da ve Avrupa Avarları'nda çok yayılmıştır. Altaylar'da, bilhassa bugünkü Tuva topraklarında bulunan yontularda, bu tür kemer uçlarına çok rastlanır. Kemer kelimesi için Eski türkçe'de kurşak sözü kullanılıyordu.

    Hun, Kök Türk, Uygur, Apar (=Avar), Kazar (=Hazar), Oguz ve Bulgar Türkleri'yle ilgili belgelerden öğrenildiğine göre Eski Türkler sakallarını çoğunlukla keserler, bıyıklarını uzatırlardı. Saçları ise uzundu. Uzun kesilmiş saç, Avrupa'da Hun Tıraşı olarak tanınmakta idi. Öteki Türkler gibi saçlarını uzun bırakan Avrupa Hunları, bazan -yine uzun bırakmakla birlikte- başlarının tepe bölümünü tıraş ederlerdi. Kimi araştırmacılar Türkler'in saçlarını ördüklerini öne sürmüşlerse de bu yanlış bilginin nedeni Türkoloji'ni başlangıç döneminde Türk, Moğol, Çin ve Tibet geleneklerinin tam olarak ayırt edilememesi ve birbirine karıştırılmasıdır. Saç örmek Çin ve Tibet geleneğidir; bazen Moğollar'da da görülmüştür. Kök Türk çağından kalmış yontuların büyük bir kısmı bıyıklıdır. Bıyıkların aşağıya doğru bükülenleri olduğu gibi yanakları kaplayanları da vardır.

     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Pazırık kurganlarından çıkarılmış bazı eşyalar:

    Halı motifleri:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·

     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    At başına takılan süs:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Keçe kılıf:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Keçe çadır malzemesi:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Ağaca işlenmiş motifler:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·

     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Keçe şabrak:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Kazagistan'daki Essik kurganlarındaki altın elbiseli adamın kıyafeti:
     C· | Türk Tarihi ve Kültürü Köşesi | C·


    Kaynaklar:
    tarihogretmeni.net
    genckolik.net
    dialoghaber.com




  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.