Şimdi Ara

Bilim/Kültür Haberleri.... (41. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
807
Cevap
0
Favori
104.150
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 3738394041
Sayfaya Git
Git
Giriş
Mesaj
  • ════════════════════════════════════════════════════
    Türkiye'deki siteler nasıl analiz ediliyor?
    ════════════════════════════════════════════════════

    İnternet sitelerinin ziyaretçi trafikleri en büyük başarı kriteri olarak görülüyor. Peki Türkiye'de en popüler siteler hangi servisi kullanıyor?

     Bilim/Kültür Haberleri....

    Google Analytics, işletmelerin yatırım geri dönüşünün hangi
    oranda olduğunu belirleyebilmeleri için oldukça kullanışlı bir
    performans analiz servisi sağlıyor.


    İnternet sitelerinin “başarısı” söz konusu olduğunda; siteyi ziyaret eden kişilerin sayısı, ziyaret sıklığı, bu ziyaretçilerin sitelerde ne kadar vakit geçirdiği ve kaç sayfayı "tık"ladığı büyük önem taşıyor.

    Tüm bu bilgileri, web sitesi sahiplerine sağlayan performans analiz servisleri içinde öne çıkan bir isim var: Google Analytics.

    Web sitenizin gizli ajanı olarak nitelenebilecek ve tamamen ücretsiz bir servis olan Google Analytics, işletmelerin yatırım geri dönüşünün hangi oranda olduğunu belirleyebilmeleri için oldukça kullanışlı bir performans analiz servisi sağlıyor. Google Analytics, ziyaretçilerin sitenize nasıl ulaştığı ve sitenizde ne tür aksiyonlarda bulunduğunu detaylı bir şekilde inceleyerek yatırımınızı ne yönde yapacağınız konusunda önemli bilgiler sunuyor.

    Google Analytics’ın Türkiye ortağı SEM tarafından yapılan araştırmaya göre en popüler 1000 Türkçe içerikli sitenin %72’inin performans analizi konusunda Google Analytics’i tercih ettiği sonucuna ulaştı.

    Araştırma sonuçlarına göre Türkiye'den en çok ziyaret alan 1000 site içinde 642 sitenin Google Analytics kullandığını belirten SEM Genel Müdürü Cem Özkaynak, bu sayının Türkçe içerikli 676 site içinde 499 gibi ciddi bir rakam olduğunu belirtiyor.

    Kısa süre içinde en popüler Türkçe içerikli sitelerin en çok tercih ettiği performans analiz servisi haline gelen Google Analytics, 30 Nisan’da Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek olan Google İnternet Reklamcılığı Günü kapsamında saat 15:20’de Cem Özkaynak tarafından detaylı olarak incelenecek.

    SEM'den alınan bilgiye göre:
    Türkiye'den en çok ziyaret alan 1000 site içinde:


    • 227 sitede Urchin (Eski tip Google Analytics veya urchin.js)
    • 394 sitede ga.js (yeni tip Google Analytics kodu)
    • 9 sitede hem Urchin hem ga.js (Urchin yazılımı ve yeni Google Analytics kodu)
    • 1 sitede Webtrends ve yeni tip Google Analytics kodu
    • 1 sitede Omniture yazılımı
    • 8 sitede Urchin ve yeni tip Google Analytics kodu
    • 1 sitede Urchin, yeni tip Googel Analytics, ve eski tip Google Analytics (ya da eski urchin kodu) bulunuyor.
    • 359 sitede ücretsiz analiz etme yazılımı kodu bulunmuyor.


    En çok ziyaret alan 1000 site içinde yer alan 676 Türkçe sitede:


    • 173 sitede Urchin (Eski tip Google Analytics veya urchin.js)
    • 312 sitede ga.js (yeni tip Google Analytics kodu)
    • 6 sitede hem Urchin hem ga.js (Urchin yazılımı ve yeni Google Analytics kodu)
    • 1 sitede Webtrends ve yeni tip Google Analytics kodu
    • 1 sitede Omniture yazılımı
    • 7 sitede Urchin ve yeni tip Google Analytics kodu
    • 176 sitede ücretsiz analiz yazılımı kodu bulunmuyor.







    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 5 Mayıs 2009; 19:52:38 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Oriental

    Arkadaslar bu sefer ki yazmizda gene Osmanli Tarihinin en nazenin rukunlerinden biri olan ve Osmanli Zerafet ve mefkuresini en iyi yansittigina inandigim bir konuyu ele alacagiz...
    Genelde Istanbulda yasayanlar bilir...
    Istanbulda bir sokak yoktur ki onda bir sebil bir cesme bulunmasin...Ve gerek aska,gerek sanata,gerek osmanliya ve gerekse de hayata anlamli bakmanin en velud ifadelerini buldugu ve yakaladigi cesmesiz semtler hemen hemen yok gibidir...
    Bu cesmeler hayatin ve sokaklarin her ne kadar kenarinda kuytusunda olsalarda bizi her sabah selamlayan her gece ugurlayan ve sadik birer dost gibi her an gulumseyen bence canli varliklardir...
    Cesmeler sadece hayatin en vazgecilmez en sevgili varligini su'yu bize saglamak ve kendi elleriyle icirmekle kalmiyor yukarida da ifade ettigim gib aska ve guzellige susayan gonulleride sesiyle esenligiyle serinlik ve azizligiyle de doyuruyor...
    Benim ne zaman bir cesmenin onunden gecsem hic susamamis olsamda mutlaka o cesmeye ugrar ellerimi yuzumu onun feyziyle iyice yikar;olursa da bir iki damla suyundan sifa niyetine icerim...
    Su ictikce gozlerimizde doyar...Zira o cesme sadece su vermekle kalmaz ayni zamanda mutlaka ustunde yazili bir kitabesiyle sizlere kendisi hakkindaki bilgileri Hat Sanatinin en muhtesem ornekleriyle sunar...
    Lutfen eger onunden gectigimiz veya gececegimiz bir cesme olursa ona hic olmazsa yasinin hatirina ona merhaba demeden gecmeyiniz...
    Simdilerde kendi kaderine terkedilmisligin verdigi elemden olacak cogu artik suyu akmasada kendisini bir gun anlayacak taze nesilleri hasretle beklemektedirler.

     Bilim/Kültür Haberleri....

    OSMANLI CESMELERI

    ÇEŞMELER


    “Su gib aziz ol” sözünü duymayanımız var mı? Susuzluğunu gideren insanın minnet duygusunu ifade eden dilimize yerleşmiş sözlerden sadece biridir bu söz. Bir yudumu için böylesine güzel dualarla teşekkür edilen su, tarih boyunca en belirleyici unsurlardan biri olagelmiştir. Su için savaşılmış, kuraklıktan dolayı büyük göçler yaşanmıştır. Ve su deyince hemen çeşmeler gelir akla. Özellikle de bizim çeşmelerimiz. Eşsiz zerafette bir “su kültürü”nü nakış nakış yansıtan, su gibi güzel bir nimeti daha da güzelleştiren çeşmelerimiz.

    Tarihin her döneminde suyun hayat için vazgeçilmez bir ihtiyaç olması, insanoğlunu suyu kendi bulunduğu yere getirmeye zorlamıştır. Bu da kaçınılmaz olarak “su mimarisi”ni doğurmuştur. Su mimarisi deyince akla neler gelmiyor ki! Bentler, su kemerleri, sarnıçlar, çeşmeler, sebiller, şadırvan ve havuzlar...

    Geçmiş dönemlerde bütün yerleşim birimlerinde mümkün olan her yere çeşmeler yapılmıştır. Özellikle Osmanlı’nın gözde şehri İstanbul’da su mimarimizin birbirinden güzel örnekleri bulunur. Bu eserlerin bir bölümü, islâmî hayat tarzıyla suyun nasıl içiçe olduğunu kanıtlarcasına halâ ayaktadır.

    İstanbul’un fethinden sonra şehrin nüfusunun hızla artmasına paralel olarak şehrin su ihtiyacı da artmıştı. Bu sebeple devrin mimarî teknik ve anlayışının çok üzerinde projeler geliştirilmiş, özellikle Kanunî devrinde şaşırtıcı mükemmellikte su tesisleri yapılmıştır. Suyu kaynağından şehre nakletmek üzere su kemerleri inşa edilmiş, şehre getirilen su, hemen hemen her köşebaşına yapılan zarif çeşmelerle halkın istifadesine sunulmuştu. Bu su kemerleri arasında Mimar Sinan’ın yaptığı Uzun Kemer, Güzelce Kemer, Müderris Kemeri ve Moğlova Kemeri, hem teknik ve mimarî özellikleri bakımından, hem de sanat açısından birer şaheserdir.

    Osmanlı’da vakıf anlayışı, çeşmeleri hayır hizmetlerinin önde gelenlerinden biri saymıştır. Bu anlayış, Osmanlı şehirlerini ve özellikle de İstanbul’u bir çeşmeler şehri haline gerirmişti. Başta hükümdar olmak üzere sadrazamdan bostancıbaşıya kadar yöneticiler ve halktan hali vakti yerinde olanlar sayısız çeşme yaptırmıştır. Bu çeşmeler, anıtsal çeşmeler, meydan çeşmeleri, köşebaşı çeşmeleri, sokak çeşmeleri ve duvar çeşmeleri gibi çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Bu çeşmelerin en sadeleri kesme taştan, sivri kemerli duvar nişleri şeklindedir. Bunların su toplamak için bir haznesi, ön yüzünde de kabartmalarla işlenmiş bazen kitabeli bir ayna taşı bulunur. Su, ayna taşının ortasındaki musluktan önündeki yalağa akar. Musluğun her iki yanında zincirle bağlanmış kalaylı bakır tasın konacağı küçük hücreler yer alır. Çeşmenin önündeki yalağın iki yanında hem oturmaya hem de kovaları, testileri koymaya yarayan yatay iki taş bulunur. Bazı çeşmelerin, gelenleri güneşten ve yağmurdan korumaya yarayan sundurmaları da vardır.

    Çeşmelerin kitabelerinde ise içlerinde sultanların da bulunduğu devrin ünlü şair ve hattatlarının ustalıklarını görebiliriz. Bu tarihi kitabelerin her birinde insanı tefekküre yönelten derin anlamların dile getirildiği, insana hizmetin yüceltildiği ve teşvik edildiği beyitler bulunur.

    Tarihî çeşmelerimizden söz ederken, Sultan Üçüncü Ahmet’in Topkapı Sarayı önüne 1728 yılında yaptırdığı çeşmeye ayrı bir yer ayırmak gerekir. Biz, tek kelimeyle bir sanat şaheseri olan bu çeşmeyi anlatmak yerine, medeniyetimizdeki ruh inceliğini ve zerafeti görerek, dokunarak hissetmenizi; İstanbul’a yolu düşenlerin bu şaheseri ziyaret etmesini öneriyoruz. Bu çeşmedeki altın yaldızlı kalem işleri, renkli taş süslemeler, çiniler, kitabesindeki yazılar ve saçak süslemeleri, birçok klasik sanatımızı size bir arada sunacak.

    Su kültürümüzde çeşmeler kadar olmasa da zengin süslemeleri ile selsebiller de önemli yer tutar. Ustaca düzenlenmiş akustiklerle suyun sesinden de yararlanma amcıyla yapılan selsebiller, bahçeleri, parkları canlandırmak için kullanılırdı. Ardarda küçük yalaklardan akan su, minik çağlayanlar şeklinde önlerindeki havuza dökülürdü. Boğaziçindeki yalı ve köşklerin bahçelerinde ağaçlar ve çiçekler arasından çok cazip şekillerde yapılan selsebiller, bilhassa 18. asırda yaygınlaşmıştır. Selsebillerin görüntüsü kadar, suyun çıkardığı ses insanı etkiler.

    Su mimarimizi oluşturan bu eserler, işlevlerinin ötesinde yüksek değeriyle de yerli-yabancı çok sayıda araştırmanın konusu olmuştur.

    Geçmişte, akla gelebilecek her alanda hizmet sunmak üzere kurulan vakıflar sayesinde kamu hizmeti gören diğer yapılar gibi çeşmeler de korunabiliyor, böylece yapılan hayırlar uzun ömürlü oluyordu. “Sadaka-i câriye” düşüncesinin bir ürünü olan çeşmeler, hayatımızda eskisi gibi yer almıyor artık. Susadıysanız köşebaşındaki çeşmeye değil, markete gitmek zorundasınız. Ağzınızdan önce gönlünüzü ferahlatan güzelim bir çeşmeden değil, suyu tutsak eden bir pet şişeden içeceksiniz. Oysa çeşme kültürümüzü koruyabilmemiz, yenilerini ekleyebilmemiz gerekirdi.

    Bir köşede yıkılmaya terk edilmiş mahzun çeşmeleri gördükçe, “biz yaşadığımız zamana ve mekâna kültürümüzün, imanımızın hangi mührünü vurabildik acaba?” diye sormadan edemiyor insan. Tarihî bir çeşme görürseniz, durun ve dinleyin. Artık suskun olsa da size anlatacak çok şeyi var.
     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

    />

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

    CESME KITABELERI
     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

     Bilim/Kültür Haberleri....

  • ════════════════════════════════════════════════════
    Efsanevi oyun Tetris, 25 yaşında
    ════════════════════════════════════════════════════

    Dünyada yaygın olarak kullanılan tetris oyununun 25. yılı, Los Angeles'te bugün düzenlenecek törenle kutlanacak.

     Bilim/Kültür Haberleri....

    Rusya'nın Ria Novosti ajansının haberine göre, Los Angeles'te yapılacak törene oyunun mucidi Aleksey Pajitnov ve oyunun yazılmasına en büyük desteği sağlayan Bullet-Proof Software şirketinin başkanı Hank Roger de katılacak.

    SSCB Bilimler Akademisi Bilişim Merkezinde çalışan 29 yaşındaki genç Pajitnov,1984 yılında, işi gereği sanal zeka ve dil algılama problemleriyle uğraşırken, beyni çalıştıran bir bilgisayar oyun programı yazmaya karar verdi.

    Oyunun, ilk başta klasik Pentomino Puzzle'ın gelişmiş versiyonu olarak yazılması düşünülse de, o dönemin teknolojisiyle bu yeni versiyonun gerçek zamanlı oynanması imkansız görüldü. Oyundaki her figürün bir karesini azaltarak toplam dört kareden oluşan figürlerle işi daha da kolaylaştırmayı kararlaştıran Pajitnov, oyunu da Yunancada 4 anlamına gelen "tetra"dan esinlenerek "tetris" olarak adlandırdı.

    Tetrisi 1985 yılı haziran ayında hayatımıza sokan Aleksey Pajitnov, oyun dünyasında yaptığı hizmetlerin karşılığı olarak 2007 yılında "Game Developers Choice Awards First Penguin Award" ödülünü kazandı.






    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 4 Temmuz 2009; 23:44:31 >
  • ════════════════════════════════════════════════════
    Sigara nerelerde içilemeyecek?
    ════════════════════════════════════════════════════

    Başbakan Erdoğan, 19 Temmuz'dan itibaren yürürlüğe girecek sigara yasağıyla ilgili bir genelge yayımladı. Nerelerde içilmeyecek, hangi koşullarda içilebilecek? İşte sigara yasağıyla ilgili tüm ayrıntılar...

     Bilim/Kültür Haberleri....

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''4207 Sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun Hükümlerinin Uygulanması'' konulu genelgesi, Resmi Gazete'de yayımlandı.

    Erdoğan, genelgede “Sigara tüketim oranlarında ve kişi başı sigara tüketimindeki azalma ile kapalı ortamların hava kalitesindeki belirgin iyileşmeler, vatandaşlarımızın bu konuya verdiği desteğin eseridir'' dedi.

    UYULMASI GEREKEN KURALLAR
    Genelgede, kahvehane, kafeterya, birahane gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerde ve lokantalarda tütün ürünlerinin tüketilmesine ilişkin 5727 sayılı Kanunla gerçekleştirilen düzenlemelerin 19 Temmuz itibarıyla yürürlüğe girecek olması sebebiyle, uygulama birliğinin sağlanması ve herhangi bir aksaklık yaşanmaması bakımından uyulması gereken konular şöyle sıralandı:

    ''İkamete mahsus konutlar hariç olmak üzere, kahvehane, kafeterya, birahane, nargile içilen mekanlar, dernek ve vakıflara ait lokaller gibi eğlence hizmeti verilen işletmeler ve lokantalar dahil kamu ve özel hukuk kişilerine ait tüm binaların kapalı alanlarında tütün ürünleri tüketilmeyecek. Kahvehane, kafeterya, birahane, nargile içilen mekanlar, dernek ve vakıflara ait lokaller gibi eğlence hizmeti verilen işletmelerin ve lokantaların açık alanlarında tütün ürünleri tüketilmesi durumunda diğer kişilerin tütün dumanından etkilenmelerini önleyecek düzenlemeler yapılacak, kapalı alanlara tütün dumanı geçmemesi için gerekli tedbirler alınacak.

    Sabit veya seyyar bir tavanı veya çatısı (çadır, güneşlik vb. dahil) olan, kapıları, pencereleri ve giriş yolları dışında bütün yan yüzeyleri geçici veya kalıcı olarak tamamen kapatılmış alanlar ile aynı şekilde tavanı veya çatısı olup yan yüzeylerinin yarısından fazlası kapalı bulunan yerler 'kapalı alan' olarak değerlendirilecek.

    Taksi hizmeti verenler dahil olmak üzere karayolu, demiryolu, denizyolu ve havayolu toplu taşıma araçlarında tütün ürünleri tüketilmeyecek.

    Özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere ilk ve orta öğrenim kurumları ile okul öncesi eğitim kurumlarının, dershanelerin, kültür ve sosyal hizmet binalarının kapalı alanları ile birlikte açık alanlarında da tütün ürünleri tüketilmeyecek.

    Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalarının yatarak tedavi gördüğü birimlerde ve ceza infaz kurumlarında toplam alanın yüzde 10'unu geçmeyecek şekilde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilecek. Bu alanlardan, bu kuruluşların çalışanları ve ziyaretçiler yararlandırılmayacak.

    Bu alanlar, koku ve duman geçişini önleyecek şekilde tecrit edilmiş ve standartlara uygun havalandırma tertibatı ile donatılmış, tavanı, kapı ve pencereleri dışında dört tarafı sert zemin veya duvarla kaplı olacak.

    Alanların kapıları, yangın talimatları da dahil olmak üzere, mevcut diğer düzenlemelere uygun, mekanik kapanan kapılar şeklinde olacak. Bu alanların duvarlarında tütün ürünleri kullanımının zararlarını anlatan sağlık uyarıları görülebilir yerlere asılmış olacak ve kapılarında tütün ürünlerinin tüketimine mahsus alan olduğunu belirtir uyarı yazıları bulunacak.

    Şehirlerarası veya uluslararası güzergahlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde toplam alanın yüzde 10'unu geçmeyecek şekilde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilecek.

    Bu alanlar diğer yolcuların etkilenmesini önleyecek şekilde tecrit edilecek ve girişlerine gerekli uyarı yazıları asılacak. 18 yaşını doldurmamış kişilerin bu alanlara girmesine izin verilmeyecek.

    Otelcilik hizmeti verilen işletmelerin, tütün ürünleri tüketen müşterilerin konaklamasına tahsis edilmiş odalarında standartlara uygun havalandırma tertibatı bulunacak. Tahsis edilen bu odaların mümkün olduğunca aynı kat ve koridor gibi müstakil bölümlerde yer alması sağlanacak.

    Açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin yapıldığı yerler ile bunların seyir yerlerinde tütün ürünleri kullanılmayacak, bu tesislerde tütün ürünlerinin tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulması halinde bu alanlar toplam seyir alanının yüzde 50'sini geçmeyecek ve ortamda bulunan diğer kişilerin etkilenmesini önleyecek şekilde düzenlenecek.

    Tütün ürünleri tüketiminin yasak olduğu alanlarda, kanuni düzenleme ve buna uymamanın cezai sonuçlarını belirten uyarılar mutlaka mevzuata uygun şekilde asılacak.

    4207 sayılı Kanun çerçevesinde, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon ve radyolarda yayımlanmak üzere ilgili kurumlarca hazırlanan programların, Sağlık Bakanlığı’nın uygun görüşü alındıktan sonra Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından yayımlanması sağlanacak.

    18 yaşını doldurmamış kişilere tütün ürünlerinin satışı yapılmayacak ve tüketimlerine sunulması önlenecek.

    Sağlık, eğitim ve öğretim, kültür ve spor hizmeti verilen yerlerde tütün ürünlerinin satışı kesinlikle yapılmayacak.

    Kanuna aykırı davrananlar için öngörülen idari yaptırımlar, başta vali ve kaymakamlar olmak üzere tüm ilgililer tarafından adil ve etkili bir şekilde uygulanarak Kanunun amacına ulaşılması sağlanacak.

    Kanunla kendilerine yüklenen görevleri yerine getirmeyen memurlar ve kamu görevlileri hakkında mevzuatta yer alan cezai hükümler ve disiplin hükümleri uygulanacak.''

    Bu konularla ilgili ''www.havanikoru.org.tr'' web sayfasından ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz.






    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Ömer -- 16 Temmuz 2009; 16:56:36 >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: GoldPunch

    Uyurken beynimizde neler oluyor?

    Uyanık ve hareketsiz durumdaki bir insanın beyni, saniyede 10 kez salınım yapan 'alfa' dalgaları yayar. Hareketli bir insanın beyni ise, salınımı iki kez fazla olan 'beta' dalgaları yayar.



    Uyku sırasında ise beyin, salınımları çok daha az olan iki tür dalgayı, 'teta' ve 'delta' dalgalarını yayar. 'Teta' dalgalarının salınımı saniyede 3.5 ila 7 arasında olup, 'delta' dalgalarınınki saniyede 3.5'tan azdır. İnsanın uykusu derinleştikçe, beyin dalgaları da yavaşlar. İnsanda en derin ve uyandırılmasının en zor olduğu uyku zamanında, beyin artık 'delta' dalgaları yaymaya başlamıştır.

    İnsanlar her gece uykudayken 3-5 kez REM uykusu denilen bir safha yaşarlar. Gözlerin öne ve arkaya hızla titrediği, hatta kollar, bacaklar ve yüz kaslarında seğirmelerin yaşandığı, REM uykusu sırasında beyin dalgaları uyanık bir insanınki kadar hızlanır. Rüyalar bu evrede görülür. Normal uykudaki bir REM veya rüya bölümü 5 ila 30 dakika sürer.

    Neden esneriz?


    Aslında esnemenin ve fizyolojisinin ardında yatan gerçek hala tam olarak bilinememektedir. Önceleri insanın yorgun olduğu zamanlarda kandaki oksijen miktarını artırmak için vücudun yaptığı bir solunum sistemi refleksi olarak düşünülen esnemenin, sonradan solunum olayına kısa bir destek verdiği, ancak onun önemli bir fonksiyonu olmadığı tespit edilmiştir.

    Sadece insanlar değil, birçok canlı türü de esner. Ancak yapılan araştırmalarda, hayvanların daha çok dikkat gerektiren bir olayı karşılama sırasında esnedikleri, insanların ise, tersine dış uyarılarda azalma olduğunda esnedikleri saptanmıştır.

    Esneme de gülme gibi bulaşıcıdır. Esneyen kişinin yüz hatlarında meydana gelen şekillenmenin, diğer insanlar üzerinde esnemeyi teşvik edici bir etki uyandırdığı tahmin ediliyor. Bu, yemek yiyen bir insanı görünce acıkmaya benziyor. Bir görüşe göre ise ilk insanlardan kalma bir davranış olarak esnemekteyiz. İlkel atalarımız akşamları ateşin etrafında topluca otururken grubun lideri tüm dişlerini göstererek esner, oturumu kapatır, artık gecenin başladığı, herkesin sabaha kadar yatması ve hareket etmemesi gerektiği sinyalini verirdi. Grubun diğer üyeleri de esneyerek görüş birliği içinde olduklarını beyan ederlerdi.



    Saçlarımız niçin uzuyor?


    Vücudumuzdaki kılların her biri topraktaki çim gibi, derimizin altındaki kendi torbasında yetişir ve büyür. Bu torbalardaki yeni saç hücreleri kılların köklerini oluşturur. Yeni hücreler oluştukça, eskilerini torbalardan dışarı iterler ve bu hücreler dışarı itildikçe canlı olma özelliklerini kaybederler, yani ölürler ve de kıllarımızın ve saçlarımızın bizim görebildiğimiz kısmını oluştururlar.

    Vücudumuzun hangi kısmında olduklarına bağlı olarak, kıl torbasında belirli bir sürede yeni kıl hücreleri üretilir. Bu süreye 'büyüme süreci' denir. Sonra büyüme bir süre için durur. Buna da 'durma süreci' denir. Bu sürecin de sonunda kılların yine büyüdüğü 'büyüme süreci' gelir ve bu böyle devam eder, gider. Durma sürecinde kıl kopar ve alttan gelen bir yenisi yerini alır. Yani bir kılın veya saç telinin ulaşabileceği en uzun boyutu bu büyüme sürecinin uzunluğu belirler.


    Nasıl sarhoş olunuyor?


    İlk yudumla birlikte, alkol ağız ve yemek borusu ile temas ettikten sonra, ciddi miktarda kana karıştığı ilk durak olan mideye gelir. Ancak alkolün kana karışması en çok ince bağırsaklarda olur.

    Büyük bir kısmı ince bağırsaklarda kana geçen alkol, derhal merkezi sinir sistemimizi etkilemeye başlar. Birkaç dakika sonra beyne geçerek sinir hücrelerini etkiler ve mesaj iletimini yavaşlatır.

    İçmeye devam edilirse, beyindeki görme, denge, konuşma ve muhakeme ile ilgili sinir merkezleri etkilenmeye başlarlar. Bu arada alkolün baskılayıcı etkilerini yenebilmek için, kalp kası zorlanır ve nabız artar. Biraz daha içilirse şuur kaybı meydana gelebilir. Daha da devam edilirse, alkolün kandaki oram alkol zehirlenmesi seviyesine ulaşır, solunum yetmezliği nedeni ile ölüm kaçınılmaz olur.



    Niçin gıdıklanıyoruz?


    Gıdıklanmak rahatsız edici olduğu kadar eğlendiricidir de. Başkaları tarafından, hatta bazen dokunulmadan gıdıklanırız, ama kendi kendimizi gıdıklayamayız. Bazıları gıdıklanmaya karşı çok hassasken bazıları etkilenmez bile.

    Bir insan gıdıklanınca, derinin yüzeyinde bulunan küçük sinir lifçikleri harekete geçer. Özellikle tüyle okşama, böcek yürümesi gibi olaylara hassas olan bu lifçikler, sinyalleri beyne gönderirler. Ancak araştırmacılar bu sinyallerin beyinde nereye kaydedildiğinden emin değiller. Beyinin gıdıklanmaya tepkisi, kaşınmaya olan tepkisi gibi, gönülsüz yapılan bir tepkidir.

    Gıdıklama ile kan basıncı artarken, nabız ve kalp atışı hızlanır, beynin uyanıklığı fazlalaşır. Gıdıklanmanın fiziksel olduğu kadar psikolojik yanı da vardır. Gıdıklanma başlangıçta zevkli olabilirse de sürdürüldüğünde korku ve paniğe dönüşebilir.

    İnsanların daha çok gıdıklandıkları yerler, ayak altı, avuç içi ve koltuk altı gibi bölgelerdir. Bunun nedeni, buraların çok hassas bölgeler olmalarıdır.

    İnsan beyni vücuda gelen uyarıların hangisinin insanın bizzat kendisinden, hangisinin dışarıdan geldiğini ayırt eder ve ona göre öncelik verir. Acil refleks gerektiren dışarıdan gelen uyanlara öncelik verir. Bu nedenle bir başkası tarafından gıdıklandığımızda tepki gösteririz ama kendi kendimizi gıdıklamaya çalıştığımızda, beyin bu noktalardaki hassasiyeti azalttığından gıdıklanamayız.

    Renklerden nasıl etkileniriz?


    Renklerin insan davranışını ve psikolojisini önemli ölçüde etkilediği kesinleşmiştir. Ancak insan gözünün ışık ve rengi algılayan ağ tabakasının görme sinirleri vasıtasıyla bunu beyne ilettikten sonra beyinde nasıl fizyolojik etkiler yarattığını renkbilimciler henüz açıklayamıyor.

    Yapılan deneylerde, pembe renge bakan kişilerin rahatladıkları, kırmızı, turuncu ve sarı gibi sıcak renklere bakanlarda tansiyonun yükseldiği, nabzın ve solunumun hızlandığı, terlemenin çoğaldığı, mavi rengin ise tam tersi etki yarattığı belirlenmiştir.

    Bir binada sarı renge boyanmış bir tavan, odayı daha yüksek, sarı renkli duvarlar ise daha geniş gösterir. Kliniklerin sıcak renklere boyanması, beyaz rengin hastalarda yarattığı hüzün duygusunu azaltır. Ayaküstü hazır yiyecek satan dükkanların duvarları iştah açtıran portakal rengine boyanırken yarış arabalarında kırmızı veya turuncu-sarı renkler tercih edilir. Aslında bir renk olmayan, daha doğrusu renksizlik olan siyah da makam araçlarının klasik rengidir.

    Niçin uyuyoruz?


    Kimse bilmiyor! İşte çeşitli teoriler:

    Uyku, insana kaslarını ve diğer dokularını onarma, yaşlanan veya ölen hücrelerini yenileme şansı verir.

    Uyku, insan beynine hafızasındaki bilgileri düzenleme, gereksizleri unutma ve arşivleme şansı verir. Rüyalar da bu işlemin bir parçasıdır.

    Uyku, enerji tüketimimizin miktarını azaltır. Bu nedenle günde 4-5 kez yerine üç öğün yemekle yetinebiliriz. Gece karanlığında zaten hiçbir şey yapamayacağımızdan, anahtarı kapatarak enerji tasarrufu yaparız.

    Uyku, bütün gün çalışan beynin bir şarj süresi olabilir. Diğer organlardaki enerji harcanmasını kısarak, beyin hücre aktiviteleri için gerekli olan enerjiyi artırabilir.



    Vücudumuz ısısını nasıl ayarlıyor?


    Vücudumuzun ısısını korumasına kış aylarında üzerimize giysiler giyerek biz yardımcı oluyoruz ama sıcak yaz aylarında vücudumuz ısısını terleme yolu ile koruyor ve ayarlıyor. Beynimizde terlemeyi düzenleyen özel bir bez var. Adı da 'hipotalamus'.

    Ayrıca derimizin altında yumak görünümlü 2 milyon ter bezi ve bu bezlerin her santimetrekaresinde 400 ince kanal var. Çevre ısısının artması ile beyin, ciltteki ter bezlerini uyarır. Bu ter bezleri de ince kanallar vasıtası ile, deri üzerine gözle görülemeyecek kadar az bir sıvı salgılarlar. Cilt üzerine çıkan bu sıvı buharlaşırken vücudun ısısını da alır.

    Gözle görülen ve görülmeyen olmak üzere iki çeşit terleme vardır. Nefes verirken bile terleriz. Bu arada çıkan su buharı gözle görülmez. Diğeri de yüzümüzde, ensemizde ve özellikle koltuk altlarımızda yoğun olarak bulunan ter bezlerinin salgıları sonucu oluşan terlemelerdir. Böylece vücudumuzun bir şekilde soğuması sağlanmış olur.



    Alkolün ne kadarı trafikte zararlıdır?



    Trafik denetlemelerinde yapılan alkol testlerinde, cihaza üflemeyle dışarı verilen havanın 2.000 santimetreküpü kanda bulunan alkol miktarını gösterir. Bu oran, alınan alkol miktarının kişinin ağırlığına bölünmesi ve erkeklerde 0.7, kadınlarda ise 0.6 katsayısının çarpılması ile hesaplanabilir.

    Bir kadeh sek rakı veya iki bardak şarap kanda 40 gram alkol bulunması anlamına gelir. Böyle bir doz 75 kilo ağırlığındaki erkekte 40((75XO,7)=0.76 gr/litre sonucunu verir ki, trafikteki yasal limiti aşar. Bu miktarda alkolü 60 kilo ağırlığındaki bir kadın aldığında suçlu olur, çünkü hesaba göre kanında 40( (60x0,6)= 1.1 gr/litre alkol çıkar.

    İnsanlarda bir litre kandaki alkol oranı 0,5 gramı geçtikten sonra refleksler yavaşlar, sürücü bilincine hakim olamaz. Bu da ciddi kazalara yol açar.



    Banyodan sonra ellerimiz niçin buruşur?



    Bütün vücudumuz, çoğu ancak çok dikkatli bakınca görülebilen kıl ve tüylerle kaplıdır. Bu tüy ve kılların dibinde 'sebum' adı verilen yağ bezleri vardır. Bunların çıkardığı yağ, su geçirmez keratin bir tabaka oluşturur ve suyun derimizden içeri girmesini önleyerek derimizi yumuşak tutar.

    Sadece parmak uçlarımız ve tabanlarımızda kıl veya tüy yoktur. Dolayısıyla koruyucu keratin tabaka da yoktur. Ayrıca parmaklarımızın uçları ve ayaklarımızın tabanları kalın bir deri tabakası ile kaplanmıştır.

    Parmaklarımızın uçları ve tabanlarımız suyun altında belli bir süre kalıp iyice ıslanırsa derimizin altına su girer ve bu su burada kendine yer bulmak ister. Ancak buradaki kalın derimizin genleşerek bu suya ayırabileceği fazla yeri olmadığı için bükülür yani büzüşür.

    Karagözlülerin çocuğu nasıl mavi gözlü olabilir?


    Her anne ve baba iki tam gene sahiptir. Ve bunlardan birini çocuğuna geçirir. Eğer anne ve babadan alınan genler aynı ise, yani çocuk her iki taraftan da mavi göz genini aldı ise çocuğun gözlerinin rengi mavi olacaktır.

    Ancak bir taraftan mavi göz, diğerinden kahverengi göz genini aldı ise, koyu renk göz geni hakim gen olduğu için, çocuğun gözleri kahverengi olacaktır. Mavi göz rengi gibi mücadeleyi kaybeden gene de saklı (recessive) gen denilmektedir.

    Anne ve babadaki her iki gen de hakim gen ise sonuç aynı olacaktır. Saklı gen bu mücadelede ancak her iki tarafın geni de saklı gen ise galip çıkabilir.



    Kanımız kırmızı iken damarlarımız niçin mavi?



    Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.

    Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.

    Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.



    Suyun altında niçin bulanık görürüz?



    Denize dalıp gözlerimizi açtığımızda etrafı bulanık görürüz ama deniz gözlüğünü takınca her şey netleşir. Anlaşılıyor ki, gözümüzün önünde deniz gözlüğünün içindeki hava olmadıkça, suyun içinde görme işlevinde bir aksama olmaktadır.

    Gözümüzün dışı bir görme elemanından ziyade, görüntünün ince ayarını yapan basit bir mercektir. Işık, havadan suya veya bir prizmanın içinden geçerken olduğu gibi, farklı yoğunluktaki cisimlerden geçerken kırılır. Gözümüzün yoğunluğu ve dışbükeyliği öyle ayarlanmıştır ki, gelen ışık kırılma sonucunda gözümüzün arkasındaki retinada odaklaşır.

    Işığın sudaki hızı, gözümüzü geçerkenki hızı ile yaklaşık aynıdır. Ancak suyun yoğunluğu farklı olduğundan buradan gelen ışık, havadan gelecek ışığa göre yoğunluğu ayarlanmış gözümüzde tam kırılamaz, görüntü retinada tanı odaklaşamaz ve suyun altında cisimleri flu görürüz.

    Eğer su ile gözümüz arasına bir cam koyar ve arkasında havanın bulunduğu bir boşluk bırakırsak, sudan havaya geçen ışık oradan gözümüze gelerek normal olarak kırılır ve görüntü de retinada net olarak odaklaşır.



    Niçin hıçkırırız?


    Süratli yemek yenildiğinde, yutkunma neticesinde yemek ile birlikte bir miktar da hava alınır. Hıçkırık, yiyeceğin yüzeyine yapışarak sindirim sistemine giren bu havayı atmak için sistemin gösterdiği bir tepkidir. (Göğsümüzü karnımızdan ayıran ve akciğerlerimizin altına bitişik büyük bir kas olan) Diyafram süratle büzüşerek, çok ani ve hızlı nefes almamızı sağlar. Bu arada boğazımızın üst tarafında, ses tellerimizin bulunduğu kısımda bir kapanma olur ve buradan geçen hava bir an bloke edilir. Bu da 'hıck' şeklinde bir sesin çıkmasına neden olur.

    Midedeki bir olayla diyaframın ilişkisi, bu iki organdaki sinirlerin birbirine çok yakın hatta iç içe geçmiş olmalarındandır. Bu nedenle en çok yemekten sonra hıçkırırız. Sindirim işlemi bittikten sonra hıçkırık olmaz.



    Nasıl ve niçin hapşırıyoruz?



    Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki toz burada filtre edilir.

    Buradaki sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka birçok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir.

    Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir. Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da...



    Tırnaklarımız nasıl uzuyor?



    Genel anlamda tırnaklarımız saçlarımızla ortak bir özellik gösterir. İkisinin de görülen kısımları ölü hücrelerden oluşmuştur ve kompozisyonlarındaki ana madde keratindir. Tırnaklarımız parmaklarımızı mekanik dış tehlikelere karşı korurlar. Özellikle el tırnaklarımız parmaklarımız için çok önemlidir.

    Onlar olmasaydı derimizin yumuşak tabakası ile eşyaları tutup kaldıramazdık. El ve ayak tırnaklarımız, derimizin altındaki, tırnak diplerine çok yakın köklerinden çıkarlar. Burada tırnak çok inceleşir ve yarım ay şeklinde beyaz bir renk alır.

    Kökteki hücreler ölü bir hücre olan keratin üretirler ve yeni hücreler üredikçe ölü tırnağı dışarı doğru iterler. Bu nedenle de aynen saçlarımız gibi tırnaklarımızı keserken de acı duymayız. Tırnaklarımız derimize her iki yandan elastik fiberlerle bağlıdırlar. Bu sayede yanlardan bağlı oldukları halde uzadıkça rahatlıkla ilerlerler. Derideki yatakları ile irtibatı biten tırnaklar beyazlaşır ve kesilmeyi beklerler.



    Erkek ve kadınların el yazıları farklı mıdır?



    El yazısına bakarak yazanın kadın mı, yoksa erkek mi olduğunu tespit edemezsiniz. Bir el yazısının analizi sonucu, yazanın kişiliği, karakteri, hissi durumu, açıklığı, akıl durumu, enerjisi, motivasyonu, korkulan ve savunması, hayal gücü ve uyumluluğu gibi birçok konuda fikir sahibi olunabilir ama cinsiyeti konusunda bir karar verilemez.

    Gerçi kadınların ve erkeklerin el yazılarında ayrı ayrı bazı karakterleri benzer şekilde kullandıkları bilinmektedir ama bu tüm bir yazı hakkında tatmin edici bir fikir vermez.

    Eğitimli ve tecrübeli bir analizci yüzde 85-95 doğrulukla yazının sahibi (cinsiyeti değil) hakkında bilgi verebilmektedir. Bu analizcilere iş başvurularında, firmalara ve devlete adam almada hatta mahkemelerin yaptırdığı tatbikatlarda başvurulmaktadır.



    Niçin her insanın sesi farklı?


    Sesimizin oluşmasının ana nedeni şüphesiz ses tellerimizdir. Ses tellerinin boyu sesimizin kalınlığını belirler. Ne kadar uzunsalar ses o kadar ince çıkar. Kadınların erkeklere göre avantajları ses tellerinin daha uzun olmalarıdır.

    Tabii ki ses tellerimiz sesimizin tınısını tek başlarına belirleyemezler. Dudağımız, dişlerimiz, dilimiz olmasaydı ortaya anlaşılmaz rahatsız edici bir gürültü çıkardı. Konuşurken nefes veririz. Bu nefes konuşmanın karakteristiğini etkileyen en az 11 noktadan geçer.

    Ayrıca kişinin karakteri, havanın akışı ve hızı, ağız ve dudak yapısı da konuşmada etkin faktörlerdir. Ancak tüm konuşma olayının organizatörü beyindeki bir bölgedir. Burada düşüncenin ana yapısı oluşturulur, kulak ve gözlerden gelen sinyallerle birleştirilir ve boğaza sinyal olarak gönderilir.


    http://resim.donanimhaber.com/m_34113008/tm.htm
  • burda guzel seyler varmis
  • çok ilginç seyler var
  • 
Sayfa: önceki 3738394041
Sayfaya Git
Git
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.