Şimdi Ara

1999 Depremi yaşayanlar anlatsın (4. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
444
Cevap
47
Favori
37.983
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Depremde askerdim ,gölcük ve cevresine ilk müdahale eden birlikteydim.Gördüklerimden ,yasadıklarımdan sonra tek diyecegim şey ;deprem ,doğal değildi ,bunun aksine de beni kimse inandıramaz..
  • İstanbul'da oturuyorduk. O sene 5. sınıfı bitirmiş. 6. sınıfa başlayacak olan bir öğrenciydim. Kardeşimle birlikte aynı odada kalıyorduk gece sallanmaya başlamamız ve dışarıdan gelen uğultu hala aklımdadır. Allah'tan ikinci kattaydık ta sarsıntının şiddetini daha yüksektekilere göre daha az hissettik. Babamın kıyametin koptuğunu zannedip kelimei şehadetler getirdiği bir depremi yaşamıştık. Sarsıntı biter bitmez kendimizi dışarı attık ve gün boyunca eve girmedik. Mahalleli ile birlikte dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra da gökyüzünde üçgen biçiminde uçan gök cismi fark ettik. Yıldız kayması desek değil , uçak falan desek yine değil. Biri önde ikisi arkada olmak üzere üçgen biçiminde ve birbirine çok yakın uçan cisimler kaldı hatıra olarak o geceden aklıma. Allah bir daha o günleri göstermesin.
  • daha ilkokul çocuğuyum. keyfi bir ziyarete gitmiştim istanbula. sıcak da vardı çok. uykumuz yarım. tık dese uyanırsın, öyle işte. derken bir gümbürtü koptu. böyle cam tabaklara çatal sürtersin bir ses çıkar, öyle sesler. sonra sallantı başladı. çocuğuz ya öyle hemen biter diye umuyorsunuz. bitmedi işte. dolaplar açıldı, tabaklar, bardaklar saçıldı yerlere. bitti sandık bitmedi. sallantı bir türlü bitmedi. saatler sürdü sanki. gece loşunda gölgeler oyun oynadı. dolap kapakları gece lambaları bir oraya bir buraya.. kalabalık evde şahadetler getirildi, çocuklara korkma yavrum dendi. ama yedin bi kere o korkuyu. gerçek bir dehşet. bitince attık kendimizi sokaklara. ağlayanlar mı ararsın, bağıranlar mı ararsın. feryat figan. herkes korkmuş. uyanmayan zaten yok. kiminin yüzü gözü kan olmuş. kaşı açılanlar, elleri kesilenler. herkesin kucağında bir çocuk. uyanmışlar da ağlıyor korkmuşlar da. öylece oturduk. hiçbir şey yapmadan. şortlarla, atletlerle. belki 1 belki 2 saat geçti. şehir uyanmaya başladı. sirenler, bağıranlar yine ayrı bir dünya.

    gün gelince pılımızı pırtımızı toplayıp iki araba memlekete döndük. her yer ova olmuş, moloz tepeleri. yol saatler sürdü. git git bitmedi.

    evet vardık. çocuktuk. unuttuk bir haftaya. iyi ki çocuktuk. ama bugün iyi korktm. o günler geldi aklıma. neyse. allah korusun..




  • quote:

    Orijinalden alıntı: seylem

    Depremde askerdim ,gölcük ve cevresine ilk müdahale eden birlikteydim.Gördüklerimden ,yasadıklarımdan sonra tek diyecegim şey ;deprem ,doğal değildi ,bunun aksine de beni kimse inandıramaz..

    hocam biraz açabilir misiniz gördüklerinizi ?pm de olabilir

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • o gün bi tören nedeniyle israilden adamlar gelmiş ve o gece hiç yahudi ölmemiş onların parmagı oldugu söyleniyordu lojmanlar zaten bi başkaydı
  • quote:

    Orijinalden alıntı: *InfLeXibLe*

    İstanbul'da oturuyorduk. O sene 5. sınıfı bitirmiş. 6. sınıfa başlayacak olan bir öğrenciydim. Kardeşimle birlikte aynı odada kalıyorduk gece sallanmaya başlamamız ve dışarıdan gelen uğultu hala aklımdadır. Allah'tan ikinci kattaydık ta sarsıntının şiddetini daha yüksektekilere göre daha az hissettik. Babamın kıyametin koptuğunu zannedip kelimei şehadetler getirdiği bir depremi yaşamıştık. Sarsıntı biter bitmez kendimizi dışarı attık ve gün boyunca eve girmedik. Mahalleli ile birlikte dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra da gökyüzünde üçgen biçiminde uçan gök cismi fark ettik. Yıldız kayması desek değil , uçak falan desek yine değil. Biri önde ikisi arkada olmak üzere üçgen biçiminde ve birbirine çok yakın uçan cisimler kaldı hatıra olarak o geceden aklıma. Allah bir daha o günleri göstermesin.

    hayalet uçaklar( B-2 Spirit)??

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • Anlatılmaz yaşanır ama;

    O acayip gümbürdeme sesi,binadan gelen çatırdama sesleri,insanların çığlıkları.

    Kaldırımda kaçışırken parkelerin oynayışını hissetmek.

    Sonra gün aydınlanmaya başladı.Binanın karşısına dizilmiş oturuyor herkes.Radyo dinliyor.Kimse birbirinden haber alamıyor.Radyoda canlı yayında bölgeleri sayıyorlar,dümdüz olmuş diyorlar ve siz oradaki kişilere ulaşıp bilgi alamıyorsunuz onlarda size ulaşamıyor.

    24 saat geçti ve biz babamlardan haber alamadık.Farklı ilçelerde yaşamıştık depremi.Yollar tıkanmıştı,otoban ortadan yarılmış yol çökmüş ve kapanmıştı.
    Elinde soparlala insanlar trafik polisi gibi yol açıyordu yaralısı olan araçlara.
    Bir ara bizim arabayı kullanan abi yarıktan araç ile atlamayı bile düşündü ancak ilerde ne olduğunu kim bilebilir.O gün de ulaşamamıştık.

    Ekmek yiyecek bulmak ne mümkün.Yinede saolsunlar kimi yardımsever insanlar başka şehirlerden minibüslerle ekmek vb getirip dağıtıyordu.

    3 gün sonra telefonla haber alabildik,Allah'a şükür bizim ailemizde kayıp ve binamızda hasar yoktu.

    Ertesi gün babamların yanına şehir merkezine varabildik.İşte asıl unutamadığım şey,şehre çökmüş o ceset kokusu.

    En son eve eşya almaya girdik ve yine bir artçı oldu.Atladığımız gibi memlekete yöneldik.8 saat hiç durmadan gittik.Polisler bile 41 plaka görünce durdurmuyordu.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kdy00


    quote:

    Orijinalden alıntı: *InfLeXibLe*

    İstanbul'da oturuyorduk. O sene 5. sınıfı bitirmiş. 6. sınıfa başlayacak olan bir öğrenciydim. Kardeşimle birlikte aynı odada kalıyorduk gece sallanmaya başlamamız ve dışarıdan gelen uğultu hala aklımdadır. Allah'tan ikinci kattaydık ta sarsıntının şiddetini daha yüksektekilere göre daha az hissettik. Babamın kıyametin koptuğunu zannedip kelimei şehadetler getirdiği bir depremi yaşamıştık. Sarsıntı biter bitmez kendimizi dışarı attık ve gün boyunca eve girmedik. Mahalleli ile birlikte dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra da gökyüzünde üçgen biçiminde uçan gök cismi fark ettik. Yıldız kayması desek değil , uçak falan desek yine değil. Biri önde ikisi arkada olmak üzere üçgen biçiminde ve birbirine çok yakın uçan cisimler kaldı hatıra olarak o geceden aklıma. Allah bir daha o günleri göstermesin.

    hayalet uçaklar( B-2 Spirit)??

    Hocam , 3 tane hayalet uçağın birbirine o kadar yakın uçabileceğini düşünmüyorum. Zaten gökyüzünde belli bir süre ilerleyip aniden kayboldular. Tüm komşular ile birlikte şok olduk zaten.




  • Halimize şükretmek lazım takipteyim

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: nfsworld

    Anlatılmaz yaşanır ama;

    O acayip gümbürdeme sesi,binadan gelen çatırdama sesleri,insanların çığlıkları.

    Kaldırımda kaçışırken parkelerin oynayışını hissetmek.

    Sonra gün aydınlanmaya başladı.Binanın karşısına dizilmiş oturuyor herkes.Radyo dinliyor.Kimse birbirinden haber alamıyor.Radyoda canlı yayında bölgeleri sayıyorlar,dümdüz olmuş diyorlar ve siz oradaki kişilere ulaşıp bilgi alamıyorsunuz onlarda size ulaşamıyor.

    24 saat geçti ve biz babamlardan haber alamadık.Farklı ilçelerde yaşamıştık depremi.Yollar tıkanmıştı,otoban ortadan yarılmış yol çökmüş ve kapanmıştı.
    Elinde soparlala insanlar trafik polisi gibi yol açıyordu yaralısı olan araçlara.
    Bir ara bizim arabayı kullanan abi yarıktan araç ile atlamayı bile düşündü ancak ilerde ne olduğunu kim bilebilir.O gün de ulaşamamıştık.

    Ekmek yiyecek bulmak ne mümkün.Yinede saolsunlar kimi yardımsever insanlar başka şehirlerden minibüslerle ekmek vb getirip dağıtıyordu.

    3 gün sonra telefonla haber alabildik,Allah'a şükür bizim ailemizde kayıp ve binamızda hasar yoktu.

    Ertesi gün babamların yanına şehir merkezine varabildik.İşte asıl unutamadığım şey,şehre çökmüş o ceset kokusu.

    En son eve eşya almaya girdik ve yine bir artçı oldu.Atladığımız gibi memlekete yöneldik.8 saat hiç durmadan gittik.Polisler bile 41 plaka görünce durdurmuyordu.

    hocam geçmiş olsun o ceset kokusu nasıl bir koku




  • quote:

    Orijinalden alıntı: kdy00


    quote:

    Orijinalden alıntı: seylem

    Depremde askerdim ,gölcük ve cevresine ilk müdahale eden birlikteydim.Gördüklerimden ,yasadıklarımdan sonra tek diyecegim şey ;deprem ,doğal değildi ,bunun aksine de beni kimse inandıramaz..

    hocam biraz açabilir misiniz gördüklerinizi ?pm de olabilir

    Hani film olur derler ya öyleydi yasadıklarımız , Depremin tam merkezi gölcük donanma komutanlıgıdır.Buranın stratejik önemi cok büyük deyim kısaca ,şimdi yazmaya kalksam sayfalar tutar.
  • 3 yaşındaydım duvarda büyük, yeşil dijital bir saatin yansıması vardı. Her yer sallanıyordu duvarlar birbirini yiyecek gibiydi abimi uyandırmaya çalıştım abim tır geçiyor hadi sende yat dedi sonra saate tekrar bakmaya başladım derken babam yatak odasının kapısını kırarak içeri daldı bizi aldı gerisini hatırlamıyorum.
  • ekşi sözlük
    17 ağustos depremi yapay yollarla gerçekleşmiş
    https://eksisozluk.com/17-agustos-depremi-yapay-yollarla-gerceklesmis--1050677

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >




  • Anlatılmaz o deprem. Ama şu olaylar hala beni şaşırtır yerde sanki deniz dalgası gibi bir kuvvetle haraketle geldi ve yıldızlar o gece öyle bir yakındı kı sanki kafamızdalardı mükemmel bir bir yıldız Savaşları yaşandı gökyüzünde o gece deprem olsaydı o yıldızlar kesinlikle orda olmazdı depremsiz bir gecede yine o yıldızları görmek isterim. Yaşım galiba 14 dü 10 gün korktum her gece deprem olacakmış gibi bursada yaşadım o anı ve anne memleketi orduya zorla dönmek istedim resmen kaçış oldu bizim ki ama o psikoloji çok sert ve acımasız. Sesimi duyan varmı? Cümlesi benim için koca bir yıkımdır hala.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Uykum çok ağırdır. O zamanda uyuya kalmıştım bugünde yine uyuya kaldım. Abi hiç hissetmiyorum ya depremleri :D
  • Konu güzel takipteyim

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: seylem

    Depremde askerdim ,gölcük ve cevresine ilk müdahale eden birlikteydim.Gördüklerimden ,yasadıklarımdan sonra tek diyecegim şey ;deprem ,doğal değildi ,bunun aksine de beni kimse inandıramaz..

    Hocam ayrıntı lütfen

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Uzun ama ilginc bir yazi.


    17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİ BİLİNMEYEN VE GİZLENEN GERÇEKLER
    17 AĞUSTOS BİLİNMEYEN BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde Rütbe Devir-Teslim Törenleri Uluslar arası olmamasına rağmen İsrail’li Subaylar neden geldi.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrail’li Subayların TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katılmamışlar iken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar.

    Ruslar’ın yardım için gelen gemisi neden boğazlardan içeri alınmadı.(Çünkü Ruslar ABD ve İsrail’in TESLA Deprem Makinesini denediğini anlamıştı ve kanıtlar olabileceği düşüncesi ile Gölcük’e acilen bir gemi göndermişlerdi fakat patlama sonucunda cesetler ve makine parçalarının açığa çıkması sebebi ile bunları birilerinin görmesini istemiyorlardı.)

    Gölcük’ten İstanbul Avcılar’a kadar geniş bir alanda insanlarımız tarafından görülen “Ateş Topu”nun ne olduğunun hala açıklanamaması. (HAARP-TESLA Makinesi sayesinde iyonosfer tabakasından yeryüzüne yansıtılan ışık)

    Depremde görülen bu “Ateş Topu”nun, bilim adamlarının “Deprem Işıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde benzeri bir ışıma yaşanmamıştır.

    Furkan Dergisi Temmuz 1999 sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyledir. “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..” Yazının Devamı İçin Tıklayınız

    Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atılmıştı fakat içlerinde en ilginç olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikaye şöyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı mucit Nicola TESLA tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.

    ARAŞTIRMA :

    (ABD’nin üçüncü uzay teleskobu Chandra’yı yörüngeye taşıyan Columbia uzay mekiği 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de fırlatıldı.NASA tarihinde ilk kez kadın pilot Eileen Collins’in komutasında uzay görevine başlayan Columbia fırlatıldıktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye bıraktı. Bu teleskop kara delikleri, çarpışan galaksileri ve supernovaların kalıntılarını incelemek için kullanılacak. Kasım 1998′den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmişti).

    ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

    Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.

    Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

    ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır. Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler : olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

    İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti. Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde ŞAMPANYA patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket…

    Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

    İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

    Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. (bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

    Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı : “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

    Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.

    Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

    Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.) Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; – Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

    Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

    Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?

    Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

    Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

    Ancak hesapta doğanın (Cenab-ı Allah’ın) oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. (demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu) (ABD’li ve İsrailli Siyonistler bir insan olarak Cenab-ı Allah’ın doğa olaylarına karışamayacaklarını anlayamamışlardı,)

    Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.) (Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

    Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

    Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

    Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

    Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.

    Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabı çektikleri için, yıllardır bu milletin sırtından geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.

    (Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.) CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu. Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

    Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi. (bizlerde; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mış dedik) ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

    Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

    “Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor…

    Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

    Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.

    Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

    ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi.

    Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”

    Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız.

    Ancak İzmit’te, Gölcük’te Yalova’da Halıdere’de Avcılar’da,

    Bolu’da Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında hayatlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi? Emekli Bir Subay.

    17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi derinden sarstı. Deprem bütün ülke halkını derinden üzerken, depremin açtığı yaralar hâlâ tam haliyle sarılabilmiş değil.

    Açıkça söylemek gerekirse 17 Ağustos Gölcük depreminden sonra ben de yukarıdaki senaryoya benzer şeyler düşünmüştüm. Daha sonra sağduyusuna güvendiğim bir dostuma “acaba onların işi olabilir mi?” diye sordum. Önemli bir devlet kurumunda uzman olarak çalışan dostum “Açıkçası ben de aynı şeyi düşündüm” diye cevap verdi, son derece sakin bir şekilde…

    Kısa süre sonra yalnız olmadığımız ortaya çıktı ve Sabah gazetesinden Can Ataklı köşesinde şunları yazdı : Yenişafak gazetesinden Taha Kıvanç’ın yazısı : Sabah gazetesinden Sedat Sertoğlu bu konuda en detaylı yazıyı yazıyordu Yazı metinleri ekte),

    Bu yazı Sayın Aydoğan VATANDAŞ Bey’in “HAARP-KIYAMET TEKNOLOJİSİ” adlı kitabından özet olarak alınmıştır.(Parantez içindekiler benim araştırma ve yorumlarım)

    İNANMASANIZ DA OLUR

    Taha KIVANÇ – 15 Kasım 1999 – Yenişafak Gazetesi

    İster inanın ister inanmayın, bundan 2,5 ay önce, “Gerçek değil, hayal” başlıklı Kulis’i yazarken olayın bu boyutlara varacağını hiç hesap etmemiştim. Dikkatimi çeken bir filme işarette bulunmuştum o yazıda; Bill Clinton’un Türkiye’ye gelişi, filmin konusu ve deprem olayları arasında irtibat kurmuştum… Sonunda, o yazıda ‘hayal’ diye kaydettiğim gelişmelerin hemen hepsi fazlasıyla gerçekleşti. Üstelik Clinton da beklendiğinden bir gün önce (dün) ülkemize geldi… Sanki komplolara meydan okuyor Clinton…

    O yazıma esas teşkil eden filmin adı ‘Komplo Teorisi’; başrolde ünlü sanatçılar Mel Gibson ve Julia Roberts oynadığı için dünyanın her tarafında milyonlarca sinemasever tarafından izlendi film. Üşütük görüntüsü veren bir taksi şoförü, adalet bakanlığında çalışan bir genç kadınla ilgileniyor. Genç kadın da şoförü ciddiye almıyor önceleri, ancak birbiri ardına meydana gelen olaylar kadının gözünü açıyor. İzleyiciler olarak bizim zihnimiz karışıyor film boyunca, karşımıza çıkan olayların hangisi gerçek, hangisi ‘komplo’ ayırt edemez oluyoruz…
    Mel Gibson’un canlandırdığı üşütük görüntüsü veren taksi şoförünün filmdeki adı Jerry Flecher… Adam şoförden öte bir şey; ‘Komplo Teorisi’ adıyla sadece sınırlı sayıdaki abonelerine gönderdiği haftalık bir haber bülteni de çıkartıyor… Bültenin son sayısında bir kaç senaryoya yer veriyor Flecher; bunlardan en önemlisi, NASA’nın, ödeneklerini kesen ABD başkanının hayatına kast eden bir komployu sahneye koyacağını tahmin etmesi… Flecher gazetelerde öylesine yayımlanan bir kaç masum haber arasında irtibat kuruyor ve NASA’nın uzaya gönderdiği bir araçtan yeryüzünü harekete geçireceğini, depreme sebep olacağını tahmin ediyor… Jerry, Avrupa gezisi sırasında ziyaret edeceği Türkiye’de, NASA’nın yapay hareketlendirmesiyle meydana gelecek yer sarsıntısında, ABD başkanının hayatını kaybedeceğini de öngörüyor…
    Filmi, ya da o filmin hikâyesine temas ettiğim Kulis’i hatırladınız mı? Senaryoyu kaleme alanlar, Türkiye’deki muhtemel depremin şiddetini bile doğru tahmin etmişlerdi: 7.4… Ben filmin senaryosundaki bizi ilgilendiren ilginç ayrıntılara Kulis’te temas ettikten (25 Ağustos 1999) sonra, ‘Komplo Teorisi’ filmi benim işaret ettiğim özellikleriyle bazı gazetelerde birinci sayfa haberi oldu. Dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen depremlerdeki garip bağlara, ilintilere dikkat çekilen mesajlar İnternet’te dolaşıp durdu. Önceki gün Düzce’de yeni bir deprem meydana geldiğinde ‘Komplo Teorisi’ filmi yeniden hatırlandı…
    Bakın 2,5 ay önceki o Kulis’te neler yazmışım: “Beynim Jerry Flecher gibi komplo teorilerine fazla çalışmaz; NASA gibi bir kurumun istediği yerde istediği zaman yeri harekete geçirebileceğine inanmam da mümkün değil benim. Jerry Flecher olsaydım, ‘Komplo Teorisi’ filmini bütünüyle gerçek hale getirecek bir senaryo yazmam mümkün olurdu. Sırf Clinton’u ortadan kaldırmak için harekete geçen birileri, iz sürenleri şaşırtmak için, ellerindeki teknik gücü filmde öngörüldüğü şekilde bir kere değil iki kere kullanmaya kalkışmış olabilirler pekâlâ. Birincisi, Gölcük merkezli bir deprem için, ikincisi de başkanı ortadan kaldıracak İstanbul merkezli ikinci bir deprem için… Tabii böyle bir senaryo ancak Jerry Flecher’in hayal dünyasında bulunabilir…”
    Tabii, Düzce merkezli yeni depremden sonra senaryo biraz değişmek zorunda; iki değil üç ayrı deprem planlamak gerekiyor çünkü. Biri Gölcük merkezli, diğeri Düzce merkezli, bir de bu ikisinin hazırladığı zihinlerin kabul edebileceği daha güçlü bir üçüncü deprem… Bill Clinton NASA’nın ödeneklerini kısıyor mu, NASA yapay depreme sebep olabilecek teknolojiye sahip mi, şu sıralarda Türkiye’nin üzerinde NASA’ya ait bir uzay aracı dolaşıyor mu? Bu soruların hiçbirinin cevabını bilmiyorum ben. Zaten Jerry Flecher değilim ki, birbiriyle ilintisiz olaylar arasında bu tür ilişkiler kurabileyim.
    Şu sıralarda cevabını en çok merak ettiğim soru ne biliyor musunuz? “Acaba Bill Clinton Komplo Teorisi filmini gördü, Brian Helgeland’ın yazdığı senaryoya dayalı filmin başarısından sonra J. H. Marks’a yazdırılan romanını okudu mu?”

    SİSMİK BOMBA ŞÜPHESİ

    Can ATAKLI – 31 Ağustos 1999 – Sabah Gazetesi

    Adam diyor ki: “Deprem olmadı, sismik bomba atıldı” al başına belayı, olacak iş mi, ama şeytan da dürtüyor “neden olmasın?” diye.
    Balıkçının biri “Tam deprem olurken göğe bir ateş topu yükseldi, gökyüzü aydınlandı, yıldızları tutacak gibi oldum” demesiydi belki de “fısıltı gazetesi”nin tirajı bu kadar büyük olmayacaktı. Balıkçının bu ifadesini başka görgü tanıkları da destekleyince ve bir de üstelik Büyükada açıklarında “ağların eridiği” söylentisi yayılınca “komplo teorileri” de devreye girdi.
    Yarın depremin üçüncü haftasına giriyoruz. İlk haftanın sonundan beri konuşulan bir konu var. Hatta öyle ki kimi okurlar “Kardeşim bunu niye yazmıyorsunuz, niye saklıyorsunuz? diye sitem bile ediyor.
    Konu şu: Marmara’daki depremin “görülmemiş” ölçüde büyük olmasının nedeni sadece doğa olayı olmayabilir, İzmit Körfezi’ne “sismik bomba” atılmış olabilir.
    Böyle bir bomba var mı?
    Şu ana kadar böyle bir bombanın imal edilip edilmediği konusunda resmi bilgi yok. Yok ama, teknik olarak mümkün. Sismik bomba şu oluyormuş: Dünyanın çevresine yerleştirilmiş bir uydu, dünyanın herhangi bir bölgesine, insan kulağının asla duymayacağı çok güçlü ses dalgası gönderiyor. Bu da yer sarsıntısına neden oluyor. Eğer bu ses dalgaları kırılmaya yüz tutmuş fay hatlarına gönderiliyorsa, sarsıntı çok daha şiddetli oluyor.
    Madem lafa girdik, artık sürdüreceğiz mecburen. “Sismik bomba atılmış olabilir” teorisi nereden kuvvet buluyor? “Fısıltı gazetesi”nin haberlerine göre, CNN’de Ecevit’e sorulan bir soru akılları karıştırmış. CNN muhabiri “Depremde PKK parmağı olabilir mi?” diyor, Ecevit de “Zannetmiyorum” karşılığını veriyor, konu kapanıyor. Ama “komplo teorisi üretecek kapasitede” beyin taşıyanlarda merak başlıyor. “Ne demek PKK parmağı, yani biri istese deprem yapabiliyor mu?
    Ardından şu sıralarda CİNE-5’te gösterilmeye başlanacak olan, “Komplo Teorileri” isimli film geliyor. İzlemeyenler için yazıyorum, eski bir ajan olan filmin kahramanı, çeşitli teoriler üretiyor ve ilgili makamlara bildiriyor. Bunlardan biri Amerika Başkanı’na düzenlenecek suikastle ilgili. Filmin kahramanı diyor ki “Başkanı öldürmek isteyenler, Türkiye gezisini bekliyor. Başkan Türkiye’deyken, sismik bomba atılacak, deprem olacak, İstanbul yıkılacak, başkan da enkaz altında kalıp ölecek.”
    Nitekim filmin ilerleyen dakikalarında Başkan Türkiye’ye gelmeden az önce deprem oluyor ve binlerce kişi ölüyor.
    “Fısıltı gazetesi”nin yaydığına göre, İzmit Körfezi’ndeki alev topu, denizin içinde bulunan ve lava benzeyen madde, Altıncı Filo’nun gelişi, bir Rus araştırma gemisinin depremden iki saat sonra Marmara’ya girişi, bir Amerikan heyetinin Tsunami olup olmadığını araştırmak için bölgeye gelip dalış yapması, Amerika’nın fevkalâde yakın ilgisi, uzmanların yeni deprem olabilir uyarıları “depreme başka şeylerin karıştığı” sanılarını arttırıyormuş.
    Tabii böyle anlarda insan beyni “normalden çok farklı” çalışıyor. Hele bizim gibi pekçok işe şeytanın karıştığı ülkelerde bu tür “paranoyak” düşünceler ortaya çıkıyor.
    Çıkmakla da kalmıyor, bir sürü insan inanmasa da “Valla neden olmasın?” sorusunu soruyor. Olabilir mi?
    Buraya kadar “fısıltı gazetesi”nin yayınlarından derlenen bilgileri okudunuz. Peki gerçekten böyle bir bomba olabilir mi, olsa bile bunu kim, hangi amaçla ve Türkiye’nin kalbine atacak cesareti nasıl kendinde bulur?
    Filmdeki gibi “cani bir bilimadamı” olması mümkün değil. Bu silahı elinde tutan bir devletin şu ya da bu nedenle bunu yapması da günümüz dünyasında mümkün olamaz.
    Geriye bir tek “yanlışlık” ve sanal hedef olarak da İzmit Körfezi’ni nişanlıyor. Ama ne oluyorsa oluyor, sistem devreye giriyor. Ondan sonrası malum.
    Uçuk gibi geldi size de değil mi? Bana da öyle.
    Amaaa, Ege Denizi’nde bir Amerikan gemisinin, dünyanın en gelişmiş teknolojisi ile denetlenen ateşleme sisteminin, “yanlışlıkla” devreye girdiğini ve gidip bir Türk savaş gemisini, en önemli noktasından vurduğunu, pekçok Levendimizin ŞEHİT olduğunu da unutamıyorum bir türlü.”
    CAN ATAKLI ŞİMDİ İŞSİZ……………
    H A A R P

    Sedat SERTOĞLU – 24 Ağustos 1999 – Sabah Gazetesi

    Bu harfler, ABD’nin en gizli askeri projelerinden biri olan “High Frequency Active Auroral Research Program” isminin baş harfleri… Adından görüldüğü gibi yüksek frekansla ilgili bir program bu…
    Bu konuyu gündeme getirmemizin nedeni, son zamanlarda bazı kişilerin İnternet aracılığı ile HAARP projesini, Yıldız Savaşları filmleri senaryosu türünden senaryolarla Körfez depremine bağlayıp, birbirlerine iletmeye başlamaları. Hayal gücü oldukça yüksek bir milletiz. Kendimiz uydurup, sonra da kendimiz inanıyoruz. “Fısıltı gazetesi” akıl almaz bir hızla yalan yanlış herşeyi yayıyor. Bu nedenle konuyla ilgili doğruları bilmekte yarar var..
    Bu proje 6 yıldan beri, Alaska’da Gakona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri’nce gerçekleştiriliyor. Resmi amacı, İyonosfer’de araştırma yapmak. Bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri, önemli rol oynadı ve hâlâ oynuyor..
    Amerikalı askeri yetkililere göre,

    HAARP şunları gerçekleştirecek:
    1-Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,
    2-Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,
    3-Radar sistemlerini son derece geliştirmek,
    4-Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,
    5-EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,
    6-Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,
    7-Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek.
    Gelelim, bu projeye karşıt olan Amerikalı bilimadamları da var. Bunun son derece tehlikeli olduğunu savunuyorlar. Çünkü, onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur..
    Projenin karşıtlarından biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre, elektromanyetik teknoloji bakın daha neler yapabilir:
    1-İklimleri değiştirebilir,
    2-Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir,
    3-Ozon tabakası ile oynayabilir,
    4-Deprem yaratabilir,
    5-Okyanus dalgalarını kontrol edebilir,
    6-Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir,
    7-Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir…
    Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı.. Dehşet değil mi?
    Ancak, Amerika Hava Kuvvetleri, iklimlerin kontrolünü amaçlayan “Spacecast 2020” projesi ile ilgili olarak “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır” açıklamasını da yapmış durumda…
    Bu proje çok küçük sinyallerle çok büyük enerjileri kontrol etme mantığı üzerine kurulduğuna göre, Zbigniev Brezinski’nin 1970’lerde sözünü ettiği “İlerki yıllarda teknolojiye bağlı daha kontrollü bir toplum olacağı ve elitlerin bu imkanı kullanacağı” cümlesi sanki gerçek oluyor…
    ABD eski Başkanı George Bush, “Yeni Dünya Düzeni” cümlesini kullanırken, acaba sadece, siyasi anlamda mı bunu söyledi?
    Sizce HAARP ile ilgili bir başka ilginç şeyi anlatalım… Bu konuda Web’de açılan sayfalar, buradaki konuşmalar, gelen bilgiler, tartışılan konular sık sık esrarengiz eller tarafından silinip yok ediliyor. HAARP, bu konuyu inceleyenlere göre, 1994 yılından bu yana, en çok sansüre uğrayan konu durumunda…
    Bir de bu konuda yazılmış olan ve adını çok ilginç bulduğumuz bir kitaptan söz edelim:
    “Angels D’ont with HAARP..”
    HAARP tartışması ABD’de daha çok uzun süreceğe benziyor.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kenshi -- 24 Mayıs 2014; 23:11:08 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 4 yasindaydim. Oturma odasinda ceviz yiyorduk babamla, dogum gunumdu o gece, 17 agustos. Kocaman bi vitrin vardi tum duvari kapatan o devrildi. Sony trinitron tuplu televizyonumuz dusmustu, bozuldu diye cok aglamistim. Ps one vardi dolapta, ona birsey olacak diye cok korkmustum. Disarda cadirda kaldik, gece annem kestane sekeri getirmisti, kuzenlerimle yemistik. Tum sulale ayni sitedeydik, cocuklar icin kocaman bir cadir kurulmustu. Tum gece uyumamistik oyun falan oynamistik fenerlerle

    edit: gölcukte oturuyorum



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi thunderstruck7 -- 24 Mayıs 2014; 23:12:50 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Allahim o depremde allahtan annemler memleketteymis (sivas). Orada yakinlarina kaybedenlerin basi sag olsuh. Bu gun ku depremde oturuyordum ben kupon hazırliyorum. Bi sallanmaya başladım gacirti sesleri geldi. Allah allah cinler mi basti diyorum. Sonradan anladım deprem olduğunu...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 
Sayfa: önceki 23456
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.