Şimdi Ara

••••TÜRK ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ •••• (42. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.817
Cevap
16
Favori
434.108
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 4041424344
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • İngiliz Amiral'in göğsünde taşıdığı Ay Yıldız'ın sırrı


    Londra’daki Trafalgar Meydanını duymayan yok gibidir. Meydanının adı, tarihimize de bir vesileyle hizmeti geçmiş olan İngilizlerin efsanevî Amirali Horatio Nelson’un (ölümü: 1805) Napolyon’u tarihten silen zaferin hatırasını taşır.

    İşte Nelson’un daha önce 1798 yılında kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz zaferi de, İngiltere’nin dünya denizlerine egemen olduğunu perçinleyen, Avrupa ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birisi olmuştur.

    Amiral Nelson’u, Napolyon’a karşı kazandığı, Aboukir (Ebu Hur) deniz savaşından sonra III. Selim’in sorgucu ve sol kolundaki apoletin hemen altında bulunan ay-yıldızlı “murassa nişanı”yla gösteren bir tablo.

    Amiral Nelson, 1798 yılında yine Fransızlara karşı yaptığı bir deniz savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve İngiltere’de bir süre tedavi görüp iyileştikten sonra tekrar görevinin başına dönmüştü. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Çekilen Fransız donanması şimdi Akdeniz’deydi ve nereye yöneleceği İngilizlerin meçhulüydü. Bir türlü doğru dürüst haber alınamıyordu. Oysa Fransız gemileri, Napolyon Bonapart’ın hiç beklenmedik kararıyla Mısır’a çevirmişti rotalarını.

    Akdeniz’de ateşli bir arama ve kovalamaca başlamıştı. Nelson, tam 2 ay boyunca Fransız donanmasının izini aradı Akdeniz’in tuzlu sularında. Geçerken Malta adasını zapt eden Fransız filosunun, Mısır’ın İskenderiye şehrine yöneldiği haberi gelmişti nihayet. Nelson büyüklüğünü burada da gösterdi ve derhal filosuna emir verdi: İskenderiye’ye Napolyon’dan önce varacaklardı. Nitekim filo, düşmanlarından 2 gün önce İskenderiye’ye varmıştı.

    İyi ama nerdeydi bu Fransızlar? Acaba istihbaratları yanlış mı çıkmıştı?

    Endişeli bekleyiş, sonunda geri dönüp Fransız gemilerini arama emrine yol verdi. Halbuki biraz daha sabredip bekleselerdi, ne Napolyon’un Mısır’a çıkması imkânı vardı, ne de İngilizlerin yenilmez armadasının elinden kurtulması.

    Ancak tam bu noktada tarihte nadir görülen bir olay meydana geldi. İskenderiye limanında Fransızları göremeyen Nelson, geriye dönmüş, fakat 60 mil mesafeden limana doğru ilerleyen Fransız donanmasını görememiş, filolar birbirinden habersiz bir şekilde ters yönde geçip gitmişlerdi. İki ezelî rakipten Napolyon İskenderiye’ye yollanırken, Nelson oradan ayrılıyordu. İşte Napolyon’a Mısır’ın kapılarını açan, bu yıldızın parladığı andı.

    Şimdi Fransızları ellerinden kaçırmışlardı ve bir daha onlardan haberdar olabilmek, bir aylarını alacaktı.

    Dönüp dolaşan ve İskenderiye limanına geri gelen İngiliz filosu, 1 Ağustos 1798’de, gün batımına yakın bir saatte nihayet Fransız gemilerini gördü. Nelson hep yaptığı gibi vakit kaybetmeden hücum emrini verdi. Baskına uğrayan Fransız gemileri büyük bir şaşkınlık içindeydi.

    5 Fransız gemisine, 8 İngiliz gemisi ateş açıyordu. Saatler gece yarısını gösterirken, Napolyon’un, sayesinde Mısır’a çıkarma yaptığı filosu darmadağın olmuş, çoğu batmış veya esir alınmıştı. Bu arada Amiral Nelson da başından ağır surette yaralanmıştı. Ancak o sırada Nelson, yaralarına değil de, elinden kaçırdığı 2 Fransız gemisine yanıyordu!

    Mısır’a çıkıp Doğu seferini başarıyla gerçekleştiren fakat orada mahsur kalan Napolyon, o moral bozukluğuyla ve can havliyle Akka kalesine saldırmışsa da Cezzar Ahmed Paşa’nın kuvvetleri karşısında yenilmiş, nihayet 1799 yılında bir fırkateyne atlayarak Mısır’dan Fransa’ya kaçmak zorunda kalmıştı. Ardında bıraktığı Fransız ordusunun İngilizlere teslim olması, sürpriz olmamıştır tabiatıyla.

    İşte bu zafer sonrasında Osmanlı Sultanı III. Selim, Amiral Nelson’u, “bilvesile” Osmanlı’ya yardımlarından dolayı tebrik etmiş ve “daima hafifçe titreyip pırıldayan” pırlanta sorgucu ve apoletin püsküllerinin hemen bitişiğindeki ortası beyaz ay-yıldızlı “murassâ nişanı” göndermişti.

    Diğer Osmanlı hediyelerinin altın kılıflı bir kılıç, bir altın kaplama zarf ve kahve fincanı takımı olduğunu öğreniyoruz. III. Selim’in bu değerli hediyeleri, halen Londra civarında, İngiliz Deniz Harp Okulu’nun bulunduğu Greenwich’deki İngiliz Deniz Müzesi’nde teşhir edilmektedir.

    Zaferiyle Osmanlı Devleti’ne dolaylı olarak yardımda bulunan Nelson, Padişah’tan aldığı pırlantalı sorgucu önemli törenlerde taktığı gibi, murassa nişanı da göğsünden hiç eksik etmemiştir. Hatta 1805 yılında yapılan ünlü Trafalgar savaşında Napolyon’un ipini çektikten sonra, savaşta aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinin ambarlarından birinde son nefesini verirken, üniformasındaki 3 nişandan birisi, bu ay-yıldızlı zarif Osmanlı nişanıydı.

    Şimdi Greenwich’deki İngiliz Deniz Müzesi’ne gidenler, Nelson’un bir tutam saçıyla birlikte murassa Osmanlı nişanını ve (yanda resmi görülen) “çelenk” adı verilen pırlanta sorgucunu, kılıç ve kahve takımıyla birlikte görerek şu savaşların nelere kadir olduğunu düşüneceklerdir muhtemelen.

    Velhasıl Osmanlı Devleti, herkesin çöktü çökecek dediği yaralı bir döneminde dahi yabancı generallerin göğsüne bir nişan taktığı zaman bu, dünya tarihine geçen bir hadise oluyordu. ‘Ya bugün?’ demeye dilim varmıyor.







    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi karahisar -- 5 Temmuz 2008; 11:36:12 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Jansay

    @ares_turk

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Hezarfen_Ahmed_%C3%87elebi işte kaynak burada uçuş hikayesi de var ve sende göreceksin şöyle bir ibare geçiyor:

    Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi.





    verdiğiniz kaynakta şöyle bir ifade var

    "Bu uçuş hakkındaki belgeler şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir."

    sanırım bu olay avrupa da büyük yankı bulmamış!!!




  • turkiyem birazda rusların Türk kanı döktükleri savaşlardan bahset istersen...
  • ben de varım
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Fetih

    turkiyem birazda rusların Türk kanı döktükleri savaşlardan bahset istersen...



    Ben sana akıl veriyormuyum istedigim konudan bahsederim sen arapların bizi arkamızdan vurmasından bahset 1. dunya savasında
  • güreşmeden
  • Her ne kadar yazmak istemesende Rus'ların Türk'leri katlettikleri gerçektir.Dikkat ederseniz yardım etmediler demiyorum.Birazda Rus'ların Türk kanı döktüklerini anlatın diyorum ama siz olayı tartışmaya çekiyorsunuz..

    ayrıca araplar burada anlatıldı:

    http://forum.donanimhaber.com/m_22293386/mpage_11/key_lawrence//tm.htm#24028895


    quote:

    Orjinalden alıntı: turkiyem


    quote:

    Orjinalden alıntı: Fetih

    turkiyem birazda rusların Türk kanı döktükleri savaşlardan bahset istersen...



    Ben sana akıl veriyormuyum istedigim konudan bahsederim sen arapların bizi arkamızdan vurmasından bahset 1. dunya savasında



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Fetih -- 5 Temmuz 2008; 14:33:29 >




  • biz dunyanın 4 tarafını isgal ettik savastık avrupalara dayandık kan dökmedikmi? Ne demek simdi bu rus lada savastık yendik yenildik

    savas da erkekler icin
  • quote:

    Orjinalden alıntı: turkiyem

    biz dunyanın 4 tarafını isgal ettik savastık avrupalara dayandık kan dökmedikmi? Ne demek simdi bu rus lada savastık yendik yenildik

    savas da erkekler icin

    Hala Osmanlı zihniyetinde yaşayanlara anlatamazsın bazı şeyleri.Boşuna uğraşma.

    ABD-Rusya soğuk savaş dönemimde ABD nin uyguladığı Panislamizm etkisi altında hala bu arkadaşlar.

    ABD Rusyanın etrafında bir YEŞİL KUŞAK oluşturdu ve bizden bundan nasibimizi aldık.

    ABD Komunizme karşı siyasal islamcılığı destekledi.

    Afganistanda Gülbittin bizde de fetullah ve diğer tarikatları detekledi.

    ABD desteği ile yapılan darbeler bile siyasal islam yönündeydi.Bakınız 12 eylül darbesi.

    Kenan Evren ve saz arkadaşları ABD için BİZİM ÇOCUKLARDI.

    Sovyet Rusya 1984 de göçtükten sonra ABD bu sefer Siyasal İslamı hedefi olan BOP için kullanmaya başladı.

    Hatta sadece siyasal islam yetmedi ABD ye bir de bölücülüğü destekledi.

    Bakınız yıl 1984 İBDA,C ve PKK nın kuruluşu.

    Şu anda Türkiyenin hali bu ABD destekli siyasal İslam sonuçları ile açıklanır.

    Daha yazacak çok şey varda konu devam ederse yazarım yine.




  • Biz rus yardımını inkar ettikmi? Peki bu arkadaş niye Rus ların Türk kanı döktüklerini kabul edemiyor?

    quote:

    Orjinalden alıntı: aykutx


    quote:

    Orjinalden alıntı: turkiyem

    biz dunyanın 4 tarafını isgal ettik savastık avrupalara dayandık kan dökmedikmi? Ne demek simdi bu rus lada savastık yendik yenildik

    savas da erkekler icin

    Hala Osmanlı zihniyetinde yaşayanlara anlatamazsın bazı şeyleri.Boşuna uğraşma.
  • quote:

    biz dunyanın 4 tarafını isgal ettik savastık avrupalara dayandık kan dökmedikmi? Ne demek simdi bu rus lada savastık yendik yenildik

    savas da erkekler icin



    ne anlıyorsun burdan savasmıs olabiliriz ruslarla cok savas yaptık bizanslada yaptık haclı seferlerinede karsı durduk biz rus kanı dökmedikmi? onların hepsi carlık rusyasında kaldı

    sovyetler birligi kurulduktan sonra bizi tanıyan ilk ülke sovyetlerdir moskova antlasması ile
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ares_turk


    quote:

    Orjinalden alıntı: Jansay

    @ares_turk

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Hezarfen_Ahmed_%C3%87elebi işte kaynak burada uçuş hikayesi de var ve sende göreceksin şöyle bir ibare geçiyor:

    Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi.





    verdiğiniz kaynakta şöyle bir ifade var

    "Bu uçuş hakkındaki belgeler şimdiye kadar sadece Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir."

    sanırım bu olay avrupa da büyük yankı bulmamış!!!



    aynı kaynakta avrupada da yankı bulduğu yazmıyor mu görmedin mi kardeşim? Ben o kaynağa itibar ederek söylüyorum. Ayrıca niye bu mümkün olmasın ki? Bir gayr-i müslim orada izlemiştir ve ülkesine dönünce de birilerine söyledi mi tamam işte haber yayılır. Olmayacak bir olayda değil, kaynaksız bir cümlede değil.






    karahisar paylaşım için çok sağol çok ilginç bir bilgi(tam bana göre).




  • meraklısına önemli bir not :


    burada mesele suyu bulandırmaksa ben yokum
    yok eğer gerçekler nedir diye düşünmekse buyrun kaynaklar konuşur
    osmanlı yıkıldı yıkılacak denilen dönemden bile hatta nasıl bir gerileme ve çökme dönemi ise bu 300 yıl sürmüş.şu an yaşadığımız cumhuriyeti kimsenin inkar ettiği veya değiştirdiği yok büyük atamızı da düşündüğünüzden fazla severiz böyle değişik beklentilere girmenize gerek yok tarih milletlerin hafızasıdır .tarihini bilmeyen milletlerin geleceği de olamaz onun için gerçeğin peşine düşen insanları yaftalamaya gerek yok .

    tarih,bir anlamda milletlerin kutsal kitabıdır,önemli,vazgeçilmez kitabı;varlık ve etkinliklerinin aynası;ilham ve kuralların sicili ;ataların torunlarına vasiyeti ;halihazırın açıklaması ve ona yapılan ilavedir ;dahası ,geleceğin numune-i imtisalidir (liah greenfeld)




  • Çok güzel kulüp benide üye yaparmısınz lütfen
  • NAPOLYON'UN OSMANLI ORDUSUNA GİRMEK İSTEMESİ


    25 yaşında general olup büyük bir üne kavuşan Napolyon, bazı zararlı kişilerle irtibatı olduğu öğrenilince rütbeleri alınıp askerden atıldı. Ünü filanda kalmadı. Paris sokaklarında ümitsizce dolaşıyordu. Sıfıra inmişti.

    O sıralar Osmanlı batı uygarlığını örnek alıp çağdaşlaşma hareketleri içindeyken, kendi askerlerine çağdaş bir eğitim vermek amacıyla avrupadan öğretmen arıyorlardı. Yabancıların başvurularını değerlendirecek bir komite olurşurmuşlardı.

    Napolyon bunu duyunca, ününü geri kazanma ümidi ile başvurdu. Osmanlı askerine kayıt yaptıracaktı. Hatta kardeşi Josef'e "beni osmanlı askerine alacaklar. Orada meşgul olacağım." gibi mektuplar da yazmıştı. Pasaportu dahil herşey tamam olsa da başvurusu kabul edilmedi! Tarihin akışı değişebilirdi.


    Bir fransız kontu Bonneval'da başvurmuştu ve kabul edildi. 3 tuğlu paşalık istemişti ama ona 2 tuğlu paşalık verildi ve humbaracı ocağına girdi. Orada din değiştirdi ve adını "Humbaracı Ahmed Paşa" olarak değiştirdi. Onun oğlu da Osmanlı'ya girdi ve din değiştirerek "Süleyman Paşa" adını aldı.

    Bonneval'den sonra Fransa'da bir sürü kont, asker kimselerde Bonneval'in ocağında subay olmak için başvurdu. Görüldüğü gibi: Fransa kontu olmak yerine Osmanlı subayı olmayı tercih ediyorlardı.

    Napolyon'a ne mi oldu? İtalya'ya gitti ve orada bir takım askeri başarılarla tekrar ün yaptı.


    Napolyon'un zaten Osmanlı'ya karşı hep bir hayranlığı olmuştu. Bu sözleri de bunu açıklıyor zaten:

    "İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler."


    Kont Bonneval Nam-ı Diğer Humbaracı Ahmed Paşa


    Alıntı değildir. Kaynak: Şahsi Blogum



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Jansay -- 5 Temmuz 2008; 18:33:39 >




  • quote:

    Orjinalden alıntı: Jansay





    "İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler."


    teşekürler jansay bizi bize özetleyen güzel bir cümle
  • quote:

    Orjinalden alıntı: Jansay

    aynı kaynakta avrupada da yankı bulduğu yazmıyor mu görmedin mi kardeşim? Ben o kaynağa itibar ederek söylüyorum. Ayrıca niye bu mümkün olmasın ki? Bir gayr-i müslim orada izlemiştir ve ülkesine dönünce de birilerine söyledi mi tamam işte haber yayılır. Olmayacak bir olayda değil, kaynaksız bir cümlede değil.






    karahisar paylaşım için çok sağol çok ilginç bir bilgi(tam bana göre).


    arkadaşım bu olay sadece ve sadece evliya çelebinin seyahatnamesinde geçmekte diğer kaynaklar yok ne avrupa ne de osmanlı kaynaklarında wikipedia benim için sağlıklı bir kaynak değil, kusura bakmayın ama bu olay benim için koca bir yalan!!!




  • çok guzel olmjş ellerinize sağlık.bende girmek istiom bu gruba eklermisiniz
  • İdama Karşı Padişah

    Saddam Hüseyin’in idam edilmesi bu ceza yöntemiyle ilgili tartışmaları alevlendirirken idama karşı olan bir padişahı hatırlamakta fayda var.

    SADDAM Hüseyin’in Kurban Bayramı’nın ilk gününün şafak vakti idamı, ardından da ölüm anlarının saniye saniye evlerimize vızır vızır servis edilmesi, ister istemez idam olgusunu yeniden düşünmemize yol açtı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasından tutun da idam cezasının şart olup olmadığıyla ilgili bir tartışma cangılına dalmış olduk, 2006’nın son gününden itibaren.

    600 küsur yıllık Osmanlı tarihinde çok sayıda idam infaz edilmiştir ama bir padişah vardı ki, idama karşıydı. İdam dosyalarını birkaç istisnasıyla ya tekrar görüşülmesi için geri gönderiyor ya da müebbet hapse çeviriyordu.

    Kimdi bu padişah?

    Aslında çoğu düşmanları tarafından yazılmış kitaplara bakılırsa, adı Kızıl Sultan’a çıkmış, tarihçilerin gözünde aforoz edilmiştir. Mesela tescilli bir Mason olan ve bunu kitaplarında açıkça beyan eden Paul de Regla, hızını alamayıp, onun için, 'Öylesi bir cinayet labirentine ve keyfi eylemlere daldı ki' demiştir, 'Bütün bunlar Padişahın saltanat dönemine silinmeyen bir damga bastı.'

    Adı yalnız Kızıl Sultan değil, Lanetli Sultan, Kanlı Sultan, Büyük Katil gibi vahşet çağrışımlı sıfatlara da açılıyordu.

    Tarihin vicdanı diye bir şey var mıdır bilmiyorum ama varsa eğer, bu sıfatlar karşısında mutlaka kanamalıdır. Saltanatı boyunca siyasî hiçbir idam hükmünü onaylamayan bir padişah hakkında Harbiye öğrencilerini toplatıp denize attırdığından sekso-manyaklığına kadar yığınla efsane üretilmiştir. 1909’da tahttan indirildikten sonra, tıpkı Bush’un Irak’ta başına geldiği gibi, İttihatçılar, ne kadar uğraşsalar da aleyhte tek bir kanıt bulamamanın sıkıntısını yaşadılar yıllarca.

    Ancak tarih, onu aklamakta hiç acele etmedi. 20. yüzyılın ikinci yarısı, derinden akan sular gibi aklandığına dair belgelerle doldurup taşıracaktı kütüphaneleri. Gelin o tanıklıklara çevirelim kulaklarımızı ve bu Canavar Sultanı eski başbakan ve cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar’ın nasıl anlattığını dinleyelim:

    'Kendisine muhalefet eden hakimlere, davaya ve mahkemenin kararlarına karşı hiçbir hareket ve teşebbüste bulunmamıştır. Esasen adlî ve kazáâ hakkına bağlı işlerin sorumluluğunu, Adliye Názırı Abdurrahman Paşa’ya bırakmıştı. Adliye işlerine karışmazdı. Abdurrahman Paşa da bu konuda ziyadesiyle dikkatli ve ciddi idi. Müdahale, kimden ve nereden gelirse gelsin asla kabul etmez, reddederdi. O da Paşa’nın bu hareketini takdirle karşılardı. Bu yüzden Abdurrahman Paşa zamanının adliyesi ve kaza organlarının başında bulunan hakimleri, vasıfları ve feragatleri bakımından, bugün için dahi aranacak değerli şahsiyetlerdi. O idamlardan hoşlanmazdı.' (Celal Bayar, Ben de Yazdım, cilt 5, İstanbul 1986, s. 205.)

    Artık merakınızı giderme vakti geldi. Yukarıya 'O' diye aldığım şahsın adı, Sultan II. Abdülhamid’dir ve tahttan indirilmesinin üzerinden yaklaşık yüz yıl geçmesine rağmen, dostları ile düşmanları savaş halindedir. Tam da bu yüzden günümüz üzerindeki etkilerini, ortalıktaki toz dumandan görmeyi başaramıyoruz ya zaten.

    Mesela farkında değiliz ama Adalet Bakanı’nın hükümet protokolündeki sırası dahi onun eseridir. Çünkü Adalete ve Abdurrahman Paşa’ya çok önem vermişti. İşte sırf bu yüzden imparatorluk protokolünde Milli Savunma Bakanı’nın (Harbiye Nazırı’nın) önüne alınmıştır Adalet Bakanı (Adliye Nazırı). Ve bu değişiklik, yüz yıl geçtiği halde günümüzde de devam etmektedir. (Yılmaz Öztuna, Tarih Sohbetleri I, İstanbul 1998, Ötüken, s. 206-207.)

    Tek adam yönetimiyle ilgili eleştirebilirsiniz Abdülhamid’i. Her işe maydanoz olduğu için hiciv oklarınızı yollayabilirsiniz kendisine. Bütün atamalara karıştığından dolayı illet olarak da görebilirsiniz onu. Ancak adalet konusunda çok hassas olduğu inkár edilemez. Hákimlerin tayinine karışmadığı gibi, ünlü hafiyeleri, mahkemeler ve hákimler hakkında jurnal veremezlerdi. Namık Kemal’in deyişiyle istiklál-i mehákim, yani yargı bağımsızlığı, kurduğu rejimin esaslarından biridir.

    Devrinde pek çok iç ve dış kökenli olay patlak verdiği halde siyasî suçlulara karşı müsamahalı davranışı çok dikkat çekicidir. 'Yargının bağımsızlığını bir Tanzimat ilkesi olarak sonuna kadar savunmasıyla mahkemelerden çıkan idam hükümlerini onaylamakta gösterdiği müşkülpesentlik çelişki oluşturmuyor mu?' diye bir soru gelebilir aklınıza. Haklısınız, bir çelişki var gibi görünüyor. Hatta bu durumun, zamanın Adalet Bakanı’nı da rahatsız ettiğini biliyoruz. Saraya onanması için gönderilen idam kararlarının sürekli müebbede çevrilmesi karşısında adaletlerine güvenilmediğini düşünerek istifa etmek isteyen bakan Abdurrahman Paşa’ya şöyle dediğini biliyoruz Abdülhamid’in:

    'Hakimler de insan oldukları için hata yapabilirler. Diğer konularda değil ama idam gibi geri dönülmesi mümkün olmayan ve insan hayatını ilgilendiren bir konuda hata yapılmış olması ihtimali beni korkutuyor. Sonradan pişman olabileceğimiz bir hatadan dolayı vicdan azabı çekmektense idam cezalarını affetmeyi tercih ediyorum.'

    ÖLDÜREMEYİNCE HİZMET ETTİ

    Padişahın bu makul gerekçesi karşısında Adalet Bakanı istifasını geri almak zorunda kalmıştır.

    Abdülhamid döneminde hiç kimse idam edilmedi mi? Adi suçlulardan idam edilenler olmuştur. Ne var ki, bunlar da bir elin parmakları sayısıncadır. 30 küsur yıl boyunca 11 idam cezası; düşünün sırf Menemen olayında 36 idam cezası verilmişti. Bu 11 idamın da çoğu anne baba katillerine verilmiştir. Bir de durduk yerde sarayda bir arkadaşını öldüren Harem Ağası’nın idamını, kötü örnek olmaması için imzalamıştır.

    Bunların haricinde kendisine bomba atarak öldürmek isteyeni dahi affettiğini biliyoruz. 1905 yılında cuma namazı kılmak için Yıldız Camii’ne gelen Abdülhamid’i cami çıkışında Şeyhülislam durdurmuş ve Mekke’den gelmiş bir misafiri takdim etmiştir. Bu kısa fasıla, Belçika’dan gelen profesyonel suikastçının planlarını bozmuş ve saatli bomba erken patlamış, 28 kişi ölmüş, 56 kişi de yaralanmıştır. Modern tarihimizin gerçekleşmiş en büyük suikast girişiminde elebaşılar yakalanmış ve mahkemede yargılanmıştır. Karar, idamdır.

    Ancak Sultan Abdülhamid, kararı, yeniden görüşülmesi isteğiyle geri göndermiştir. Mahkeme yeniden toplanmış ne var ki, karar değişmemiştir. Masasına tekrar giden idam kararı, bu defa hiç kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde müebbet hapse çevrilmemiş; doğrudan doğruya affedilmiştir!

    ‘Nasıl yani? Kendisine bomba atanı da mı affetmişti?’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Evet Sultan suikastçı Jorris’i affetmiş, bununla da yetinmeyerek iş teklifinde bulunmuştur.

    Mabeyn Başkátibi Tahsin Paşa’nın da hayretle aktardığına göre, Jorris Avrupa’daki Ermeni komitacıların aleyhine çalışmak ve bunların hal ve hareketleri hakkında padişaha bilgi sızdırmak üzere para karşılığı, cebine 500 altın harcırah konularak Abdülhamid’in hizmetine girmiştir. Kendisini öldürmeye kastetmiş adamı idamdan kurtardığı yetmiyormuş gibi, bir de kendi hizmetinde kullanmayı akıl eden bir devlet adamına biz de kalkmış Kızıl Sultan veya Büyük Katil diyoruz.

    Peki kim kazançlı çıkıyor bu suçlamadan?

    Şair Tevfik Fikret bu zehirlenen neslin temsilcilerinden birisi sıfatıyla yazdığı şiirde (Bir Lahza-i Teahhur) suikastçının hedefini vuramaması karşısında kahrolmuş ve üzüntüsünü,

    'Ey şanlı avcı, dámını beyhude kurmadın, Attın fakat yazık ki yazıklar ki vurmadın'

    dizeleriyle dile getirmişti. Tabii aynı Tevfik Fikret’in, gençliğinde aynı Sultan’a övgüler düzdüğünü hatırlamak bize hüzün veriyor ve aydınlarımızın bu deplasmanı daha ne kadar sürecek diye düşünüyoruz. Gerçekten de bitecek mi bu deplasmanımız? Kendi sahamıza dönüş umudumuz hangi FIFA kararına ertelenmiştir dersiniz?

    Kendi canına kasteden bir idamlığı dahi affeden Kızıl Sultan portresini hafızamızda asacak münasip bir yer bulacağımız günlere kadar bu bocalamalarımız devam edecektir korkarım.





  • quote:

    Orjinalden alıntı: turkiyem

    quote:

    biz dunyanın 4 tarafını isgal ettik savastık avrupalara dayandık kan dökmedikmi? Ne demek simdi bu rus lada savastık yendik yenildik

    savas da erkekler icin



    ne anlıyorsun burdan savasmıs olabiliriz ruslarla cok savas yaptık bizanslada yaptık haclı seferlerinede karsı durduk biz rus kanı dökmedikmi? onların hepsi carlık rusyasında kaldı

    sovyetler birligi kurulduktan sonra bizi tanıyan ilk ülke sovyetlerdir moskova antlasması ile

    Kardeş bizi tanıyan ilk ülke AFGANİSTAN'DIR




  • 
Sayfa: önceki 4041424344
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.