Şimdi Ara

Estetik olmasa da olur mu?

Bu Konudaki Kullanıcılar:
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
3
Cevap
0
Favori
1.251
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • http://realitydream.deviantart.com/
     Estetik olmasa da olur mu?


    3 - O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
    http://www.kuranikerim.com/melmalili/mulk.htm

    Allahü teâlânın yarattığı her şeyde muhakkak bir güzellik, bir sanat, bir tenasüp vardır. O yaratılıştan daha güzeli düşünülemez. Kur’an-ı kerimde, (Biz insanı, en güzel şekilde yarattık) buyuruluyor. (Tin 4)
    http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3889

    Birinci Nokta : Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecâtına göre o muhabbet tezayüd eder, aşkın en müntehâ derecesine kadar gider.

    Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hafıza, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.

    Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemâle karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, kâinatta tezahür eden âsârıyla bilbedâhe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi, bu mevcudatta tezahür eden nukuş-u san'atıyla bizzarure sübutu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ı ihsan ve in'âmâtıyla bilyakin ve belki bilmüşahede vücudu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır. Elbette, zîşuurların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerden, hadsiz bir muhabbeti iktiza ediyor.
    (Bediüzzaman)

    Para ve Yunus Emre... Uygun düştü mü, bilemem, ama yeni paralardan birinin üstüne Yunus Emre’nin resmi konuldu ya, bu hafta ayrı ayrı iki arkadaştan aynı Yunus hikayesini dinledim farklı vesilelerle... Dün de “Yaşamdan Dakikalar” programında Sunay Akın anlatınca, bu kıssadan benim aldığım hisseyi aktarmayı daha fazla geciktirmek istemedim.

    Tapduk Emre, Yunus’u dergahın odunculuğuna tayin eder. Yunus kırk yıl boyunca bu hizmette bulunduğu halde, bir kez olsun dergaha eğri ve yaş odun getirmez. Bunu farkeden Taptuk Emre bir gün Yunus’a: “Dağda hiç eğri odun kalmadı mı?” diye sorar. Yunus: “Dağda eğri odun çok, ancak senin kapına odunun bile eğrisi yakışmaz.” diye cevap verir.

    Felsefenin üç bahsi olan “mantık”, “etik” ve “estetik”i işaret eden “üç selim formülü”nün, yani “akl-ı selim”, “kalb-i selim” ve “zevk-i selim”in, zıtlıklarıyla birlikte ifade edecek olursak “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” ve “güzel-çirkin”in, insanlığın en temel terazileri olarak iletişimin de birbirinden ayrılmaz temellerini oluşturduğunu yeri geldikçe yazıyorum.

    Yunus Emre, Tapduk’un dergahında, erdemli bir insan olmanın, yani “iyilik”in yolunu ararken, aynı zamanda yaş olmayan odunla “akıl”a, eğri olmayan odunla “güzellik”e çağırmıyor mu bizi?

    Ve bunların birbirinden ayrılamaz olduğu hissesi çıkmıyor mu bu kıssadan?
    http://selimtuncer.blogspot.com/2008/10/bu-kapdan-odunun-bile-erisi-geemez.html

    Osmanlı uygarlığının üç temel üzerinde inşa edildiği söylenir; akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim. Yani, kısaca doğruluk, iyilik ve güzellik. Aslında bütün uygarlıkların, değerler felsefesi aksiyolojinin iştigal alanı ve insanlığın en temel terazileri olan olan bu üç unsur üzerinde yükseldiğini söylemek yanlış olmaz. “Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.” denir, bence de bu üç unsurdan sadece biri zayıfladığında bile o uygarlık çöker. İbn Haldun’un işaret ettiği gibi “küllerimizden yeni bir uygarlık canlandırmak” istiyorsak bunu “güzellik”siz yapamayız. İşte grafik tasarım da, çok açık ki bu kapsamın en önemli alanlarından biridir.

    İyi ve kötü kavramları, aslında etik felsefesinin konusudur. Estetik bilimi de, felsefe tarihi boyunca, güzellik ve iyilik arasında bir ilişki kurmuştur. Baumgarten’in, “estetik”i “güzel üzerine düşünme” bilimi olarak tanımlayışından bu yana iki yüz elli yıldan fazla bir süre geçti. Kant’a kadar da filozoflar için “iyi, doğru, güzel” kavramları eş anlamlı sayılıyordu.

    İdeal insanın “iyi insan” olduğunu düşünen Eski Yunanlar için, “güzellik” ve “iyilik” aynı şeydi; “tokalon” hem iyilik hem güzellik demekti. Schiller’e göre “güzellik”, hem akla hem de ahlaka dayanıyordu. Kant için “güzel”, ahlaki iyiliğin dünyadaki sembolüydü. “Güzellik” ile “iyilik” arasında sıkı ilişki kuran filozofların kaygısı, sadece estetik alanına değil, etik alanına da dâhildir. Her ikisinin de kaynağındaki değerlerimiz, güzellik ve iyilik algımızı belirliyor. “Doğru” olmayan bir şey de “iyi” olamaz.
    http://selimtuncer.blogspot.com/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

    Türk modernleşmesinin, farklı alanlarda, iyi kötü, doğru yanlış bir yol aldığını söylemek mümkünse de, hem yüksek sanatla kendini ifade eden hem de günlük yaşamla bütünleşen bir estetik sentez üretme konusunda çok ciddi zaaflar taşıdığını görmek zor değildir. İlginç olan şu ki, bugün bu estetik yozlaşmanın öncülüğü konusunda toplumun en alt katmanlarıyla kamu iradesi el ele vermiş durumdadır.
    http://selimtuncer.blogspot.com.tr/2013/02/o-ampul-krlp-yerini-ideografik-bir.html

    Müslüman bilincinin daha uzun bir süre gözle ve görsellikle ilişkilerinde sorun yaşaması kaçınılmazdır. Görmeyi ve göstermeyi öğrenmek zaman alır. Asırlık alışkanlıklardan sıyrılmak ve/veya yerleşmiş hassalarla hesaplaşıp onları eğitmek pek o kadar kolay değildir.
    http://yenisafak.com.tr/yazarlar/default.aspx?i=20362&y=DucaneCundioglu

    “Görsellik, dile nazaran çok daha hızlı değişiyor. 21. yüzyıl tepeden tırnağa, tıpkı 20. yüzyıl gibi, bir görsel çağdır. Yeni görsel ideoloji hepimizi kıskıvrak bağlamış ve tutsak etmiştir. Reklamlardan tasarıma, televizyondan internete kadar hayatımız görsellikle kuşatılmıştır. Buna direnmek de, bunu görmezden gelmek de olanaksızdır. Derrida'nın eski meselesine dönersek ben artık körlerin bile gördüğü kanısındayım. Böylece edebiyat, elendi, dolandı, geldi, soyluluğun bir aracı oldu. Bir dönemin popüler kültür kurucusu edebiyat ve yazınsal kültür bugün artık yüksek kültürün belkemiği. Üstelik görselliğin desteğine de ihtiyaç duyuyor. Üzülsem mi, sevinsem mi bilemiyorum. Eşlerin sevgili, sevgililerin eş olması gibi bir şey bu ve galiba çok zor bir durum.”
    http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2014/01/05/21-yuzyil-tepeden-tirnaga-gorsel-bir-cagdir

    Mimarlık sanatı bakımından değerli ve üstün olan bir camiye, bir binaya, bir köprüye bakmanın onu doya doya, derin derin seyretmenin stres giderici, şifa verici bir tesiri olduğunu duymuş muydunuz? Böyle bir şifa herkese nasip olmaz. Değerini bilerek, anlayarak, idrak ederek seyredeceksiniz; bakışlarınız size zevk ve haz kazandıracak.

    Bundan on beş sene kadar önce Dolmabahçe Sarayında bir tarihî hilyeler sergisi açılmıştı. Serginin tertipçisi Turgay Bey, üzüntülü ve şikâyetçiydi, "Müslüman kesimin kodamanlarından, üst tabakasından, güçlülerinden hiç kimse gelmedi" diyordu.

    Çirkin bir bina insanın içini karartır, biz bunun da farkında değiliz.

    İçindeki bilgiler faydalı, güzel bir kitap düşününüz. Kağıdı sanatlı bir kağıt, hurufat karakteri o da sanatlı, cildi bir harika, yan kağıdı nefis bir ebru, insan bu kitabı okurken hem muhteva (içerik) hem şekil dolayısıyla birkaç çeşit zevk duyar. Avrupa'da kitapseverler için böyle lüks ve orijinal baskılar yapılıyor, numaralanıp meraklılarına satılıyor. Bizde merak yok ki, böyle kitap basılsın, satılsın...

    ***

    Liselerimize (hattâ kabilse ilkokuldan itibaren) tez elden "Pratik Estetik" dersleri konulmalıdır. Pratik diyorum...Kafa karıştırıcı teorilere, felsefelere lüzum yoktur. Pratik Estetik ders kitabında herşey resimlerle, kısa ve keskin hüküm ve formüllerle anlatılmalı ve açıklanmalıdır.

    Bu kitapta yapılan yeni binaların güzel olması gerektiği konusu işlenmelidir. Mimarlığın babası Romalı Vitruvius bir binanın üç özelliğini şöyle sıralıyor: Sağlam olacak, kullanışlı olacak, güzel olacak... Güzel olmayan bir bina iyi bir bina değildir. Ev, apartman, han, fabrika, depo, okul, mahkeme, resmî daire binaları mutlaka güzel olmalıdır. Yakın tarihimizde, yetmiş beş senedir şu güzelim ülkemizi çirkin, berbat, korkunç, iğrenç binalarla doldurduk. Genç nesillere bu acı gerçeği anlatmamız gerekir. Sultanahmet'teki eski hapishane binası, Osmanlı'nın inşa ettiği en son amme hizmeti binasıdır. Nihayet bir hapishane... Hapishane ama bir mimarlık âbidesi, bir sanat şaheseri... Bu bina artık hapishane olarak kullanılmıyor, beş yıldızlı uluslararası bir otel olarak hizmet veriyor. Bu yapıya sanat bakımından değer kazandıran husus nedir? Onda milli sanatımızın şekilleri, üslubu, havası vardır. Kapısı, balkonu, çinileri, kitabesi, iç avluları, çatısı, her tarafı güzeldir.Kitabesi dedim, üzerinde "Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi" yazılıdır.Büyük bir hattatımızın kaleminden çıkmıştır.Bendeniz bundan kırk küsur yıl önce bu hapishanede doksan dokuz gün kaldım, içini dışını iyi bilirim. Osmanlı'nın ne büyük bir medeniyeti varmış ki, devlet batarken bile böyle bir bina yapabilmiş. Osmanlı mezbahalara, tren istasyonlarına, gümrük binalarına ve depolarına, okullara sanat koyabilmiştir.

    İstanbul Şehremini'nde karşı karşıya iki okul vardır. Biri Osmanlı zamanından kalma "Yüksek Kız Muallim Mektebi" diğeri "Şehremini Lisesi". İstanbul'da yaşayanlar gitsinler, alıcı gözle iki binaya baksınlar. Aradaki farkı anlamak için mimar, şehirci, sanat uzmanı olmak gerekmez...

    Bazen İstanbul civarında birkaç saatlik yolculuklar yapıyorum, yüz kilometre gidiyorum, bir tek ipe sapa gelir, bahçeli ev, villa, köşk göremiyorum. Hiç yok değil, zaman zaman binde, on binde bir güzel bir bina çıkıyor karşıma. Yetmez ki...

    Birkaç hafta önce Gürcistan'a küçük bir seyahat yaptım. Trabzon'a kadar uçakla gittim, oradan Sırp sınır kapısına kadar otomobille... İster inanın, ister inanmayın, Trabzon'dan sınıra kadar mimarlık ve şehircilik bakımından korkunç, dehşetli, berbat bir manzara gördüm. İstisnasız bütün yeni binalar çirkindi. Üstelik kara ile deniz arasına bir sahil yolu yapmışlar, sanat ve ekoloji açısından bir felaket. Öldürmüşler, batırmışlar, bitirmişler farkında da değiller. Aman ne gözel oldu, aman ne gözel oldu.

    Sürmene civarında, yol kenarında eski bir konak gördük, geleneksel mimarî ve sanata uygun. Devletimiz binayı satın almış, restore ettirmiş, bir orası çok güzeldi.

    "Be adam, yeni şeyler içinde hiç güzel olanı yok mu?" Olsa söylerim. Ben yanılıyorsam, uluslararası çapta birkaç mimar, şehirci, sanat uzmanı bulalım. Bunlar bilirkişilik yapsınlar, ben verecekleri hükme razıyım.

    Bütün Türkiye'yi çirkinleştirdik, nereye gitseniz aynı manzara. Çirkin çirkin binalar, beton yığınları, ruhsuz yapılar. Edirne'de böyle, Bursa'da böyle... Edirne'de güzel ve sanatlı olan her şey eskiden kalma; eski Osmanlı binaları, Rum evleri, Bulgar evleri, Yahudi evleri...

    Sadece yapılarımız değil, sanayi ürünlerimiz, otomobillerimiz de güzel değil. Bugatti ne demiş? "Güzel olmayan bir otomobil, iyi bir otomobil değildir." Çok doğru söylemiş. 70'li, 80'li, 90'lı yıllarda yapılan otomobillerimiz ne kadar zevksizdi. Yahu, yaparken şuna biraz güzellik katsana.

    Evlerimizin dekorasyonu, lokantalarımız, kahvelerimiz, pastanelerimiz, çarşılarımız, pazarlarımız da güzel değil.

    ***

    61. İstanbullunun el yazısı estetik olur. Eski İstanbullular düzgün rik'a yazısını bilirlerdi. Sultanî ve idâdilerde Fransızca okudukları için de Latin kaligrafisine vakıf idiler. İstanbul kültürüne sahip olmak isteyen gençler mutlaka kaligrafi=güzel yazı dersleri almalıdır.
    (MehmetŞevket Eygi)

    (3:45'den itibaren)
    http://www.youtube.com/watch?v=U9awy713Ft4

    Bahsettiğiniz sanatların günümüzde unutulmasının nedenini neye bağlıyorsunuz?

    Bizim en büyük sıkıntımız sanatın ne olduğunu kavrayamamak. Bunu anlatmak da son derece zor. Sanatın ilkokuldan itibaren öğretilmesi gerekiyor. Sanat bir koruyucu hekimliktir. Sanat Allah'ın kullarına lütuf ettiği ortak dilin adıdır. Bu aşamalardan geçmezseniz harcanmış, yalnız kalmış anlamayan ve anlaşılmayan insanlar olursunuz. Bu milletin sanata şaşı bakması hem kendinin dünyada dışlanır hem de kendi içinde problemli hale getirmiştir. Ben şimdiye dek kimsenin ayak izine basmadım bırakalım başkaları bizim ayak izimize bassın. Geçmişimiz ve yaptıklarımız dünyaya güzel örneklerdir.
    http://yenisafak.com.tr/pazar-haber/kendi-sanatlarimiza-sasi-bakiyoruz-02.03.2014-622619?fb_action_ids=10152303403577164&fb_action_types=og.recommends

    * Otomobil tasarlarken göz önünde bulundurduğunuz en önemli şey ne? Güvenlik, rahatlık, stil...

    - Otomobillerin iki yönü var. Biri duygusal, diğeri mantık... Duygusal yönü şu ki; bir otomobil insanları çekmeli, baştan çıkarmalı. Bizim stratejimiz bu, çok güzel otomobiller yaparak insanların otomobillerimize aşık olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Mantık tarafına gelirsek... Fiyatı uygun olmalı, ergonomisi, teknolojisi yerinde olmalı. İkisinin birlikteliğini hedefliyoruz. Biraz şunun gibi... ıyi birisiyle tanışıp ona aşık oluyorsunuz ama aynı zamanda onunla birlikte yaşayabilmelisiniz.

    * İnsanlar otomobil alırken duygusal kararlar mı veriyor, yoksa fonksiyonelliğiyle mi ilgililer?

    - Onlara sorsanız mantıklarıyla seçim yaptıklarını söylerler. Ama aslında tamamen duygusal nedenlerle otomobillerini seçiyorlar. ınsanların otomobil seçimlerinde en önemli etkenin tasarım olduğunu biliyoruz. Tasarım fiyattan, sadakatten, çevreden ve güvenlikten önce geliyor.
    http://www.hurriyet.com.tr/magazin/magazinhatti/19310150.asp

    "Bizim tasarımlarımızda çizgiler herşeydir. Muhakkak eşşiz ve kendine has orijinal güzellikte olmaları lazım. Ben de Ken'de (Okuyama) onu gördüm. Kendine has çizim stili, ileri görüşlülüğü ve hayal gücü; beni emsalsiz araçlar üretebileceğine ikna etti."
    (Lorenzo Ramaciotti)
    http://www.pininfarina.it
    http://www.youtube.com/...age&v=HIggUsALsHs#t=621



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 7 Eylül 2014; 20:09:12 >







  • Çocuğun yaşadığı mekan, ev içi, bahçe, sokak, komşu evler, ağaçlar, çiçekler, çeşme ve cami, çarşı, eğer meselâ eski Bursa sokakları gibiyse, çocuk orada gayrı ihtiyari olarak bir ölçü-oran, renk, ışık-gölge, hacim estetiğinden nasiplenir. Zihninde ve gönlünde güzelliğin unsurları yer eder. Yani çocuk estetik eğitimine doğup büyüdüğü mekanda başlar. Bir vitraylı cami penceresi, evde ve camide serili bir güzel halı, seccade, duvardı bir levha, bir tablo; bir güzel ezan sesi, Teravih namazlarından dinlediği Kur'an-ı Kerim, ilahiler-kendiliğinden göz ve kulak eğitimi verir ona.

    Oysa okullarımızda resim ve müzik dersleri "olsa da olur, olmasa da olur" kabilinden bir "angarya" gibi algılanmakta, bazı veliler daha ileri giderek bu dersleri sadece kabiliyeti olanlara vermenin gerekli olduğu öteki öğrencileri boşuna bu işlerle uğraştırmanın vakit kaybı sayılacağını bile söylerler.

    Öğrenci ne bakmayı öğrenir ne görmeyi. Güzel ile çirkin arasındaki farkı fark edemez; iyiyi kötüden ayıramaz. Kendini toplumun genel beğenisine, modaya teslim eder.

    Sosyal ilimlerden, Din derslerinden gereği gibi donanım kazanamadığı için; güzel sanatlardan nasibi olmadığı için, yontulmamış bir odun gibi kalır.

    Bu durum davranışlarına, kararlarına, ilişkilerine sirayet eder. Merhametten yoksun, incelikten nasipsiz, kaba, kırıcı, geçimsiz, uyumsuz, çıkarcı bir tip olup çıkar.


    (Mustafa Kutlu)
    http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?i=21610&y=MustafaKutlu

    Ankara Atatürk Lisesi'nin orta kısmında okuyordum. Resim öğretmenimiz Sema Hanım, resme aşık bir insandı. Her ders, koca koca albümleri sınıfa taşır, büyük ressamların eserlerini bize gösterir, özelliklerini anlatırdı. Bir gün, Leonardo Da Vinci'nin "Mona Lisa" (La ja conde) tablosunu gösterdi. O gün o tabloya hayran olmuştum. Harçlıklarımı biriktirdim. O tablonun kopyesini satın aldım. O gün bu gündür, Mona Lisa'ya bakmadığım bir tek günüm olmadı. Şu an yine karşımda. Halâ doyamadım bakmaya... Ayağımdaki yara nedeniyle iki yıldır yataktayım. Tam karşımda Millet' nin "Sabah Duası " tablosu var. 20 yıldır o tabloya bakıyorum. Halâ doyamadım. Merhum Ranâ Hanım'la evliliğimiz 44 yıl sürdü. Her Allah'ın günü Rânâ Hanım'da ayrı bir güzellik gördüm.

    Ya Rabbi, bu güzellik kavramı karşısında duyduğumuz sihir, aşk nedir? Neden insanı ömür boyu büyülüyor.?

    Aşkla bakılırsa, bütün dünya, bir sanat eseri değil mi? Dağlar, denizler, ormanlar, gökyüzü, yıldızlar, insanlar, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, bütün kâinat, insanı çıldırtan güzelliklerle dolu. Bir atasözü vardır, "görenedir görene, köre nedir köre ne" bu muhteşem güzellikler, gözleri ve gönülleri kamaştırırken, "batsın bu dünya..." Diye saçmalayanlar, ne kadar zavallı, ne kadar hayvandan daha aşağı yaratıklardır...


    (Sabri Tandoğan)
    https://www.facebook.com/sabriumittandogan




  • "Bir otomobil dinamik bir görüntüye sahip değilse, sürüşünün dinamik olduğuna nasıl inanabiliriz? Otomobilin karakterini hem görebilmeniz hem de hissedebilmeniz gerekir. Tıpkı yetenek gibi, sadece sahip olmanız yetmez, kullanabilmeniz de gerekir."
    Adrian van Hooydonk, BMW Group Tasarım Başkanı)
    http://www.bmw.com.tr/tr/en/newvehicles/5series/sedan/2010/showroom/design/exterior.html




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi okuryazarcizer -- 12 Kasım 2014; 9:49:07 >




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.