Şimdi Ara

Ülkemizin Kaçırdığı En Büyük Eğitim Projesi: Köy Enstitüleri (3. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
64
Cevap
0
Favori
5.093
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • köy enstitülerinin kapatılması, sadaka toplumunun yaratılmasının ilk adımıdır.
    aç bırak doyur felsefesiyle milletin iradesine sahip olanlara bu fırsatı veren ilk adımdır.

    halkın okuması, fikir sahibi olması, Atatürk ve icraatlarını anlaması, dünya gerçeklerini öğrenmesi ve daha birçok önemli olayın önüne geçmiştir köy enstitülerinin kapatılması.

    dün, komünist yetiştirdiğini iddia ederek köy enstitülerinin kapatılmasına neden olanlar, bugün imam hatip liseleri ile üniversitelere ve devlet kademelerine yerleşmek için ellerinden geleni ardına koymuyorlar.

    rahmetli uğur mumcu'nun imam hatip liseleri ile ilgili konuşmasını dinleyenler ne demek istediğimi anlar.

    imam hatip liseleri mevcudu, ihtiyacın kat ve kat üstündedir. çoğunun içerisinde verilen eğitim, öğrencilerinin zihninde laik demokratik Atatürkçü cumhuriyet ve getirdikleri hakkında büyük soru işaretleri oluşturuyor. sabırlı ve sinsi bir hareket karşısında, mağdur edebiyatı yapan ülke düşmanlarına karşı sesimiz çok az çıkıyor malesef.

    dün; komünist yetiştirdiğini iddia ederek köy enstitülerine karşı olanlar, bugün imam hatipler konusunda öyle değillerdir.
    ülkenin tehdit edilmesi sözde, olay sadece ideolojiden ibaret.




  • bu köy enstitüleri projesi eger amacından saptırılmasdaydı çok güzel bir projeydi ve bu prıoje ile ülkenin tamamının okur yazar olması sağlanabilirdi ancak amacındn saptırıldığı için sonlandırılmak zorunda kalındı.
    zeki öğrencilere sadece eğitimde öğretecekleri bilgi değil ekstradan bilgiler de (zirai bilgiler, marangozluk bilgileri vb.) öğretilip insanlar köylere gittiğinde halkı da eğitebilecekti mantık buydu.

    babam 30 küsür yıldır eğitim camiasının içinde olan bir insandır (2009-1978) idareci veyönetici olarak çok değişik görevlerde bulundu.
    (öğretmen - müd yrd - müd - şube müdürü - ilçe m.e.md. vs. -
    ve 15 yıldan fazladır da müfettiş olarak görev yapıyor)
    bu yüzden bu camia içinde çok fazla köy ens. mezunu insanla tanıştım konuştum ve neler öğrendiklerini neler yaşadıklarını az çok biliyorum

    ve özetle söyleyebileceklerim şunlardır. keşke bunlar olmasaydı ve bu proje doğru düzgün devam etseydi.

    (bu yazdıklarımı belki ispatlayamam ancak bunlar gerçek olaylardır ve bizzat yaşayan insaknlardan dinlediğim olaylardır gerçek olmasalar bunları yazmazdım)

    - köy enstitülerinde yatakhanelerde aynı yatakta kız ve erkek öğrencileri birlikte yatırılması sonucu düşük olayları görülmüş ve tuvaletler ceninlerin bulunması yaygınlaşmıştır

    - okullarda okumaya giden gençler okulda aldıkları eğitimden sonra köylere döndüğünde aileleri ile birtakım çatışmalar yaşamıştır. mesela eskiden cumaya babası ile giden gençlerin okulda aldıkları eğitimden sonra geri döndüğünde veya izinde olduğunda cuma namazı vakti babası cumaya giderken oğlunun artık cumaya gitmek istememesi ve bunun yerine tarlaya çalışmaya gitmesi,

    bunun gibi verebilecek örnekler mevcuttur ancak hepsini yazmadım ve yazmanın doğru olmadığı kanaatindeyim en azından bu ikisini herkesin okumasında fayda var ve insanlar anlayacağını anlar

    bunlardan anlayacağımız dini inancı yok edilmeye çalışılmış ve kişi ile toplıum arasında çatışmalar yaşanmıştır. keşke bunlar olmasaydı insanların inançlarıyla oynanmasaydı, bunun sonucunda halkın okullara bakış açısını değiştirmiştir. yani insanların inançları ile oynanmış ve inanç zayıflığı yaratılmıştır, inanç ortadan kaldırılınca batılı ülkelerde sık görülebilen ancak muhafazakar bir toplumda hoş karşılanmayacak ve olmaması gereken olaylar yaşanmıştır.

    şimdi bazı arkadaşlar bu olaylar yaşanmadı veya az yerde yaşandı veya bunlar münferit olaylar gibi açıklama yapmaya çalışabilir ancak bu hiç bir şeyi değiştirmez bu olaylar yaşandı ve münferit değil çok yerde yaşandı bunlar bize projenin amacından saptırılıp başka insanların ideolojilerini yaydığı yerlere dönüştürüldüğünü gösterir

    proje çok güzel hazırlanmış bir proje olmasına rağmen içine edilmiş ve sonlandırılmak zorunda kalınmış, bence proje ideolojik olmayacak şekilde yeniden düzenlenip gündeme getirilebilir amaç iyi ancak doğru insanların elinde yapılandırılmalıdır.




  • Sevgili Mehmet Metin Gülcan,
    Öncelikle, bilim kültür bölümüne hoşgeldiniz.

    Konuya gelecek olursak, verdiğiniz örnek tamamen dini içeriklidir. İnsanlardan dinden çıkmasın diye ya da kendi seçimlerini yapmasınlar diye kurumların kapatılmasını doğal karşılamak ne kadar doğaldır? Ayrıca, anladığım kadarıyla mühendissiniz ve size mühendisçe cevap vereceğiniz bir soru sormak isterim. Bir ülkeyi be kalkındırır? Namaz mı yoksa tarlaya gidip çalışmak mı? Çünkü bahsettiğiniz örnekteki insan, cuma namazı yerine bara ya da pavyona gitmemiş; üretmek için, emek harcamak için tarlaya gitmiştir.

    İkinci konuya gelirsek, benim babam da 1971 senesinde öğretmen oldu. Kayınbabam ise 1960'lı yılların başında öğretmen oldu ve bu yüzden de öğretmen camiasını ben de bilirim. Eğer size kısa bir analiz yapmam gerekirse, babanızın son 30 yılda öğretmenlikten sonra müdür yardımcılığı, müdürlük ve müfettişlik yapması demek, zaten sizin muhafazakar bir aileden geldiğinizi göstermektedir. Bunun kötü bişey olduğunu ima etmiyorum, beni yanlış anlamayın lütfen, ama sizin çıkış noktanız tamamen din eksenli ve bahsettiğiniz olayların bir kısmı (kız ve erkek öğrencilerin aynı yatakta yatması) kanıtlanması gereken bir örnektir. Bu çok ağır bir ithamdır. Bu tür ithamları toplum birçok farklı konuda kullanmıştır. Aynı çevreler senelerce aleviler için de ağza gelmeyecek rivayetler üretmişlerdir.

    Eğer bahsettiğiniz gibi, bu enstitülerin tek sorunu insanların beynini yıkayıp dinden çıkarması ise, aynı insanlar zaten o dinleri kendi istekleri ile de seçmiyorlar; aynı yöntem uygulandıktan sonra seçiyorlar.

    Saygılar...




  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie
    bahsettiğiniz örnekteki insan, cuma namazı yerine bara ya da pavyona gitmemiş; üretmek için, emek harcamak için tarlaya gitmiştir.




    çalışmak en büyük ibadettir
  • sayın @webbie ve @hashus1099 yorumlarınız için teşekkürler
    verdiğim örnek 'dini' içerikli olabilir, buna inanmak veya inanmamak okuyanların ve forumda değişik konularda yazdıklarımın doğruluk payını da hesaba katarak okuyucuların vereceği bir tercihdir,

    ben muhafazakar bir aileden gelen bir insan olabilirim veya olmayabilirim, bu önemli mi değil mi bilmiyorum
    ancak bana sorarsan babam muhafazakar değil. babamın yaptığı görevler ile muhafazakarlığı arasında kurdugunuz bağ da yanlış
    bunu da açayım biraz babam mesleğine başlarken müd. yrd. olarak başlamış zaten okulda 1 müd ve 6 öğr varmış müdür işleri yetiştiremediğinden hepsini m. yrd kadrosuyla çalıştırmış okulun norm kadrosu 6 md yrd imiş, sonraki yıllarda babam şb md oldu sebebi babamın çalışmalarından memnun kalan valinin ismini ank. bildirip daha üst görev verilmesini istemeleri sebep bu, vali babamın vali yrd. yapılmasını bile teklif etmiş ama ank kabul etmemiş ve vali belki haklıdır adam iyi çalışır diyerek şube müdürü olarak görevlendirmiş ve bir takım hükümetler gelip geçtikçe babam da farklı illere görevlendirildi ve bazen alt göreve atandı hep mahkemeyi kazandı geri döndü ve uzlaşma yoluna gidildi ve 8 yıllık eğitim çıkınca müfettiş ihtiyacı dolayısıyla müfettişlik teklif edildi babam da kabul etti o gün bugün müfettiş yani bu hükümetle alakası yok, bilip bilmeden yazmak doğru değil keşke özelden sorsaydın

    benim çıkış noktama gelince size göre din eksenli olabilir başkasına göre olmayabilir aslında forumda dini konular yazmamaya çalışıyorum mecbur kalmazsam da yazmayacağım

    bahsettiğim 1. örneğe gelecek olursak canlı kanıtlayamayacağımı söyledim örneğe katılıp katılmamakta serbestsiniz
    yani iki öğrencinin aynı yatakta çekilmiş fotoğrafı yok elimde veya tuvalette çekilmiş cenin fotoğrafları da yok elimde

    bu örnekleri bana köy enstitüsü mezunu olup fikirleri ve inancı değiştirilememiş ve yaşadıklarını anlatan öğretmenler anlatmıştır
    (fikirleri değştirilememiş diyorum çünkü fikirleri değiştirilmeye çalışılmış ama değiştirilememiş)
    ve bunu eğer sadece bir iki kişiden duysam yazmazdım ama farklı coğrafi bölgelerde farklı insanlardan da duyunca yazabileceğimi düşündüm (bu olayı hem marmara bölgesinde hem karadenizde hem iç anadoluda hem d. anadoluda yaşarken duydum)
    bir olayı bir kişi iki kişi anlatırsa lan derim bu olay münferittir bir iki yerde olmuştur derim
    ancak her yerde bu olaylara rastlanıp anlatan insanlarla ve canlı şahitlerinden duyarsanız bunun sistematik yapıldığı sonucuna varırsınız

    tarla örneğine de gelelim tarlaya gidip çalışmak elbette kötü birşey değil
    ben kötü bir şey demiyorum ancak her şeyin de bir zamanı var
    sadece benim vurgulamak istediğim eskiden babası ile fikir çatışması olmayan insanların enstitüde eğitim alıp
    (beyni yıkanıp diyenler olacaktır ben ısrarla fikirleri değiştirilmiş diyorum) köye geldiğinde babası ile çatışacak kadar fikirlerinin değiştirildiğini söylemek istiyorum yani kişiler istedikleri yere gidip gitmemekte elbette özgürdür isteyen camiye gider isteyen başka yere gider bu kişisel tercih meselesidir inanç meselesidir buna kimsenin karışacak hali de yok
    ancak insanların beyni bir şekilde yıkanıyorsa bunun sonucunda aslında güzel olan bir proje amacından saptırılıyor bunu sorguluyorum sadece

    projeye komple karşı değilim güzel bir projeymiş ama amacından uzaklaştırılmış

    İnsanlardan dinden çıkmasın diye ya da kendi seçimlerini yapmasınlar diye kurumların kapatılmasını doğal karşılamak ne kadar doğaldır? soruna cevap verecek olursam kurumun kapatılmasının yanlış olduğunu ben de söylüyorum suçlu insanlar varsa bulunup cezalandırılsaydı
    ama insanlar durup dururken de dinden çıkmaz
    bir takım sebepler olmuş ve insanlar da değişmiş ve aileleri ile çatışmış ki toplumun siyasilere baskısıyla bu kurumu kapatmışlar
    eğer halk kapatılmamasını isteseydi sokaklara dökülürdü veya tepki olarak alternatif partiye oy verirdi diğer parti de tekrar kurumu açardı

    bugün bile çeşitli derneklerle birlikte hareket edip (ben dernek ismi vermek istemiyorum kimse özel mesajla isim falan istemesin benden)
    kız öğrencilere -> açılın, saçılın, anneniz gibi teyzeniz gibi olmayın, ve erkek öğrencilere -> aslında eskiden peygamber de içki içerdi vs diyen öğretmenler de mevcut bunları sağda solda duyuyorum (bilmeyenler için açıklama: içkinin ayet ile yasaklanmasından önce içilmesinde engel yoktu)

    şimdi böyle öğretmenler yetişiyor diye fakülteler mi kapatılmalı?
    elbette kapatılmamalı ancak bir öğretmenin işi eğitim vermektir öğrencilerin açılıp saçılması ile işi olmamalı beynin yıkama yapmaması gerekir
    benim görüşüm bu sadece

    konuyu saptırmak istemiyorum dediğim gibi proje mantık olarak güzel ama uygulamada sorunlar çıkartılmış mesele bu işte




  • Sevgili Mehmet Metin Gülcan,

    Cevabınız için teşekkür ederim. Ancak anladığım kadarıyla, yukarıda tarihlerle birlikte verdiğin kanun numaralarına dair yorumu okumadığınızı görüyorum. Bu forumda genelde yaşanan sıkıntı, 3 satır yukarıda yazılan şeyin hiç yazılmamış gibi yorum yapılması ve bu da bizleri çok yoruyor. Ben yukarda dedim ki "bu enstitüleri kapatan insanlar toprak ağalarıdır ve bu ağalar yasanın oylamasına bile girmeyerek baştan reddetmişlerdir." Buna karşılık siz de diyorsunuz ki, "Şikayetler gelmiş ve baskı yapılmıştır." Acaba köylüler daha enstitüler açılmadan önce toprak ağalarının yanlarına gidip durumu önceden sezdiklerini ve bu kurumların kurulmadan yok edilmesi gerektiğini mi söylemişlerdir?
    İkinci önemli konu ise, nesiller arasındaki çatışmadaki bakış açınızla ilgili. Bir baba var ve tüm hayatı köyde geçmiş. Okuma-yazma bilmiyor ve hayatında 300 yıl öncesine göre hiçbir değişim yok. Bu adamın yaşayış şeklini oğlunun kabul etmemesi neden yanlış? Siz bu adam gibi yaşamayı neden seçmiyorsunuz? Ya da, yaşamak demek sadece müslüman olarak mı yaşamak demektir?

    Mesajımı bireyselleştirmek istemiyorum, ama cezalandırmadan bahsetmişsiniz. Neden cezalandırıyoruz insanları? Sizinle aynı inanca sahip olmadıkları ve bunu da söyledikleri için mi? İnsanların durup dururken dinden çıkmayacakları bir gerçektir. Bunun için sorgulamak gerekir, soru sormak gerekir. Her insan dinden çıkmaz ama her insan da dini inancına bağlı kalmaz; çünkü insanlar birbirinden farklıdır.

    Ayrıca, ilk yorumunuzda verdiğiniz örnek ile yorumuma cevaben yazdığınız yorumdaki örnekler tamamen kanıtsız yorumlardır. Ben de size bişeyler söylerim, ben gördüm ya da duydum derim. Sonuçta herkes dedikodu yapabilme yeteneğine sahiptir, ama bilim-kültür bölümüne çok yakışan bir durum değildir. Öğrencisini taciz eden öğretmen, hastasını taciz eden doktor, kadınları taciz eden imam da vardır. Bunlar sapkınlıktır ve bu konuda aynı şeyi düşünmek için illa ki dini inanca gerek yoktur. Ama bir tane örnekten çıkıp, ki sizin verdiğiniz örnek gibi örnekler gerçekten olmuş olsa emin olun ki medya bunu ağzından düşürmezdi, bugüne kadar dedikodudan daha ileri giderdi.

    Yorumlarınızı "sağda-solda" duyduklarınızın dışına taşırsanız daha kabul edilebilir yorumlarınız olur. Ama bundan önce size tavsiyem, yukarıda verdiğim tarihleri ve kanunları bir okuyun derim.

    Saygılar...




  • bilmemiz gereken bazı bilgiler de şunlardır.
    Köy Enstitüleri mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Mezunlar, 20 yıl köyde kalmak mecburiyetindeydiler.
    Enstitülerin fikir babalarından İsmail Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç’un açıklamalarından birisi şöyle:
    “Köy Enstitüleri sistemi başlıbaşına, ne bir okuma-yazma kampanyası, ne bir öğretmen yetiştirme çabası, ne bir köy kalkınması sorunu idi.
    Temel amacı bakımından, tarihsel koşulların hazırladığı bir olanaktan yararlanarak, iktidara katılıp, elde edilen yürütme gücü ile, emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği idi.”
    yani Köy Enstitüleri öyle köylüye okuma-yazma öğretmek, öğretmen yetiştirmek için kurulmamış diyor, Köy Enstitüleri, işçi sınıfını teşkilatlandırmak, bilinçlendirmek ve en kısa zamanda Marksist devrimi gerçekleştirmek için düzenlenen taktiklermiş.

    Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişlerinden Fethi İsfendiyaroğlu raporunda şunları yazıyordu: (bu resmi bir rapordur kişisel görüş değil)
    1- Enstitülerde, 'Komünist Manifestosu' teksir edilerek dağıtılmıştır.
    2- Rus eğitim sistemi övülmüş, enstitülerde de Rus eğitiminin uygulanması istenmiştir.
    3- Düziçi Köy Enstitüsünde, bayrağımızdaki ay-yıldız yerine orak-çekiç resmi çizilmiştir.
    4- Öğrenciler için düzenlenen konferanslarda söylenen bazı sözler:
    “Bugün biz komunizmi kabul etmiyorsak, bu o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafamızın geriliğindendir.”
    “Aile kudsiyeti, bir saçmadan başka bir şey değildir. Tabiat, senin karın-benim karım diye bir ayırım yapmamıştır. Bu insan egoizminin ortaya çıkardığı bir şeydir. Bunları bizler ortadan kaldırmalıyız.”
    “Arkadaşlar, köle olarak yaşayan köylüyü kurtarmak bize kalmıştır. Yegâne çare hükümeti devirerek yerine geçmek, komünizmi ilân etmektir.”

    Ayrıca Köy Enstitüsü dergisinde açıkça zengin düşmanlığı yapılmakta sermaya sahipleri hain olarak gösterilmektedir.'

    Enstitü mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Oradan mezun olanlar 20 yıl köylerde kalmak mecburiyetindeydiler.
    Maaşlarını Özel idareden alıyorlardı. Aylıkları sadece 25 liraydı. DP devrinde Tevfik İleri, Köy Enstitüsü mezunlarına da fırsat ve imkân eşitliği sağlamıştır.
    - İsteyenler köylerde kaldılar. Daha ileri seviyede eğitim almak isteyenler, şehirlerde okudular ve maaşları 105 liraya çıkarıldı.
    Şehirlere yerleşenler, eğitimde, şöhrette daha çok yükselenler, kendilerine bu imkânı sağlayan DP’ye ve Tevfik İleri’ye düşman kesildiler. Niçin? -Komünist oldukları için.

    yukarıda Bir ülkeyi be kalkındırır? Namaz mı yoksa tarlaya gidip çalışmak mı?
    şeklindeki soruna cevap vermeye calışırsam yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek bir soru olduğu için yuvarlak cevaplayacayım. ikisi de tek başına kalkındırmayabilir. şimdi, tarlada çalışmak ülkeyi kalkındırır desem -> bir insanlar gider tarlada çalışır eker biçer çapalar vs ibadet yapmaz bir sel olur fırtına çıkar bilmem ne olur tarla mahvolur ülke kalkınmaz, namaz kılmak ülkeyi kalkındırır desem -> şimdi herkes işi gücü bıraksa gece gündüz secdeye kapansa kimse bir şey ekip biçmese üretmese herkes başını ibadetten kaldırmasa gene ülke kalkınmaz yani her şeyin zamanı var demiştim



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mehmetmetingülcan -- 22 Aralık 2009; 2:13:22 >




  • Yukarıdaki cevabınızı okudum ve araştırdım. Anladığım kadarıyla, bahsettiğiniz yazı genelde dini ya da ülkücü forumlarda var. Bahsi geçen müfettiş ile ilgili tek bilgi ise, yukarıda yazılı olandır. Bunun dışında kimdir ya da nereden gelmiş ve nereye gitmiş gibi bir bilgi ortada yoktur. Buraya kopyaladığınız yazı ile ilgili olarak da, ne o başmüfettiş ne de herhangi bağımsız bir kaynak bulamadım. Sadece forumlarda bulunan ve tamamen "kopyala-yapıştır" şeklinde, kaynağı belli olmayan, yazanın kimliği hakkında bilgi bulunamayan bir yazıdır.
    Üşenmeyip, yaklaşık 1 saat bu söylediğiniz iddianın peşini kovaladım, ama dediğim gibi sadece forumlardaki yazılar var. Ayrıca, yazının tamamına baktığımda ise, Adnan Menderes dönemine kadar tüm milli eğitim bakanlarını, üst düzey bürokratları "mason" olmakla itham eden, masonları da solcu olarak gösteren ilginç bir yazı. Kusura bakmayın ama, baştan sona saçmalıklarla dolu bir alıntı yapmışsınız. Tamam, aldığınız eğitime göre hem masonlar hem de solcular kötü olabilir, ama ikisini bir potada eritmeye kalkmak, ikisi hakkında da hiçbir bilgiye sahip olmamakla açıklanabilir.

    Engin Tonguç ile ilgili "kopyala-yapıştır" alıntınıza gelirsek, mümkünse o alıntının tamamını okumanızı tavsiye ederim. Bakalım alıntıladığınız "Devrim" kelimesinin karşılığı neymiş...
    quote:

    Köy Enstitüleri'nin amacı



    Dr. Engin Tonguç



    Cumhuriyet kurulduğunda halkın yüzde sekseni köylerde yaşıyor ve ilkel bir tarımla yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Tarıma elverişli toprakların birçoğu işlenemiyor, kullanılanların da bir bölümü ağaların ellerinde bulunuyordu. Köylülerin yüzde seksenbeşi okuma yazma bile bilmiyordu. Kişi başına yıllık gelir ortalaması 150 dolardı. Yeni devletin temel sorunu halkın çoğunluğunu bu yoksulluk ve bilisizlikten kurtararak gerçek cumhuriyet vatandaşları yapmaktı. Cumhuriyetin temelleri ancak böyle sağlamlaşacaktı. Ama 1935'e gelindiğinde bile, bu bir türlü başarılamamıştı. Atatürkçü bir yazarımız, köyden kente göç ve gecekondulaşma konularında 6o'lı yıllarda şöyle yazıyordu: "...Kurtuluş Savaşı'nı onlar vermişlerdi. Sonra haklarını ve hayatlarını bir devrim yönetimine emanet edip, köylerine döndüler. Devrim gelecekti: Toprak düzeniyle, iş düzeniyle, eğitim düzeniyle, adalet düzeniyle. Beklediler beklediler. Gelmedi. Gelmeyince onlar geldiler..." (1).



    Köy Enstitülerinin (Köy Enstitüleri) amacını ve anlamını incelerken bu tarihsel gerçeklerden hareket etmek gerekir. Ayrıca, bazı yanılgılardan da kaçınılmalıdır:



    1. Köy Enstitüleri salt köy öğretmeni yetiştirmeye yönelik bir okulculuk hareketi değildir; geniş kapsamlı bir tasarıdır; eğitmen girişimini, köy ilkokullarını, köy bölge okullarını, köy enstitülerini, yüksek köy enstitüsünü, bunlara bağlı üretim birimlerini, kooperatifleri, dayanişma örgütlerini, köy okulları yapımını, ilköğretim seferberliğini, m.eğitimde yeni bir örgütlenmeyi kapsar. İncelemelerde bunlar bir bütün olarak ele alınmalıdır.



    2. Bu nedenle de uygulanma süresini Köy Enstitüleri yasasının çıkarıldığı l940'dan değil, eğitmen girişiminin yapıldığı l936'dan başlatmak ve sistemin bozulmaya başlandığı l946/47'de sona erdirmek gerekir.



    3. İncelemelerde tasarının ancak bir bölümünün uygulanabilmiş olduğu da göz önünde tutulmalı ve projenin tümü dikkate alınmalıdır.



    4. Köy Enstitüleri olayını dar anlamda eğitim ve eğitbilim disiplinleri çerçevesinde değerlendirmeye çalışmakla doğru yorumlara varılamaz. İncelemeler tüm toplumbilimleri kullanılarak yapılmalıdır. Köy Enstitüleri öncesindeki başarısızlığın nedenlerinden biri "...Gerek ekonomistler, gerekse eğitimcilerin kendi alanlarının sorunları içinde birbirlerinden kopuk olarak bocalamakta olmaları...," idi (2).



    Bu yanılgılara sapmadan konuyu irdelemeye çalışalım:



    Köy Enstitüleri nin düşün temelinde yerli ve yabancı toplumcu eğitbilimcilerin (sosyal pedagogların) görüşleri ve tarihsel birikimleri vardır. "...Nerede önemli bir ilköğretim hareketi olmuşsa, bu mutlaka sosyal düşünen eğitkenlerden gelmiştir..." (3). Bunlar l8. Yüzyılda küçük kentsoylu Fransız Devrimi'nin eğitiminde yardımı ile bir sosyal devrimle tamamlanmasını düşleyen Pestalozzi'yle başlayarak, eğitimin toplumsal gelişim ve değişimleri hızlandırma amacına hizmet etmesi için uğraş vermişlerdir. Bu, insanlığı mutluluğa götürecek sosyal devlet ülküsüdür; kişilere ABECE öğretmenin çok ötesinde bir erektir.



    Köy Enstitüleri ile nasıl bir toplum yetiştirilmek isteniyordu? Yeni devletin vatandaşları çağdaş bilgi ve becerilerle donatılmalı, üretken olmalı, olanak eşitliği içinde yetenek ve eğilimlerine göre mesleklerini seçebilmeli, kapalı köy ekonomisini mesleksel ayrımlaşmayla dışa açabilmeli, sömürüden kurtulabilmek için haklarını bilmeli, bu hakları savunabilmek için demokratik yollardan örgütlenebilmeli, böylece baskı gücü oluşturabilmeli, ülkenin yönetimine katılabilmelilerdi. Cumhuriyet ancak o zaman gerçekten kurulmuş olacaktı. İleriye, gelişmeye açık Atatürkçülüğün yönü, doğrultusu da bu değilmiydi? Köy Enstitüleri kurucularının şu sözleri bu yorumumuzu kanıtlamıyor mu: "...Kurtuluş savaşlarında kanlarını dökenlerin, inkılap hareketlerine emek verenlerin hakları ödenecekti. Yeteneklilere, çalışkanlara hakları verilecekti...İmparatorluk döneminde olduğu gibi ezen ve ezilen, sömüren ve sömürülen sınıflar bulunmayacaktı. Bu güçlere devletin bünyesinde yer verilecekti...Cumhuriyet bu demekti...Devrim, en uygun koşulları bularak yeni insan tipleri yaratmak zorundaydı..." (4).



    Eğitimin toplumsal değişmeyi ve devrimci gelişmeyi hızlandırmak için bir araç olarak sınırlarına kadar zorlanarak kullanılması doğal olarak çıkarları zedelenecek toplum kesimlerinin tepkilerine yol açacaktı. Ama tutucu eğitimciler de rahatsız oldular. Onlara göre meslek disiplini sınırlarının dışına çıkılmıştı. Köy Enstitüleri ni yıkma yol ve yöntemlerini politikacılara gösterenler de onlar olacaklardı. Bundan hemen bir güncel sonuç çıkaralım: Bu tür eğitimcilerle Köy Enstitüleri nin gerçek anlmını çarpıtmadan geleceğe dönük yeni tasarılar üretilemez.



    Toplumda köklü alt yapı değişikliklerinin bir üst yapı kurumu olan eğitimle gerçekleştirilemeyeceği Köy Enstitülerine yapılan eleştirilerden biridir. Bu yargı doğrudur. Ama o değişiklikleri isteyecek bilinçlenmiş vatandaşlar olmadıkça, bunlar baskı gücü oluşturmadıkça bunun başarılamayacağı da doğrudur. Köy Enstitüleri sisteminde yalnız eğitimle bu değişimin sağlanacağı hiçbir zaman savunulmamıştır. Tam tersine, eğitim atılımı ile birlikte diğer alanlarda da devrimci dönüşümlere girişilmesinin gereği vurgulanmıştır: "...Toprakla insan, vatandaşla iş, servetle vatandaş arasındaki münasebetler ahenkli bir şekilde kurulmayacak olursa, umumi hayatın akışına yol olan bütün kanallar tıkalı kalmaya mahkumdur...Memleketin hayatına şekil veren bu problemleri oldukları gibi kabul ederek köylüyü sadece okutmaya çalışmaktan ne kazanılabilir?.".(5)



    Buna koşut olarak, tek başına Köy Enstitüleri hareketi ile köyde ekonomik kalkınmanın sağlanacağına kurucuların inandığı savıyla yapılan eleştiriler de haksızdır. Şu sözler bunun tam tersini göstermiyor mu: "...Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki bir surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köylü insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiç bir kuvvet istismar edemesin. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir." (6).



    Köy Enstitüleri nin, alt yapı değişiklikleri çabalarında önemli bir dayanak olarak kullanılmasının tasarlandığı, bulunan belgelerle kanıtlanmıştır (7,8): Toprak reformu yasası çalışmalarına destek olarak, Köy Enstitüleri ve köy bölge okullarında 200 bin tarımcı yetiştirilmesi, bu birimlere bağlı olarak geniş tarım alanları, çiftlikler, tarım araç gereç merkezleri, onarım işlikleri, üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması tasarıları bunu göstermektedir.



    Eğitim her zaman egemen güçleri temsil eden siyasal iktidarların isteği doğrultusunda şekillenir. Köy Enstitüleri nin otoriter bir tek parti yönetiminde kurulmuş olması, yanlış bazı yorumlara yol açmıştır. Yüzeysel bir bakışla, Köy Enstitüleri nin böyle bir iktidarın temsilcisi olması gerektiği yorumları yapılmıştır. Burada gözden kaçırılan, o yılların tek partisinin karmaşık siyasal yapısıdır.Parti, güçleri ve sayıları giderek azalan Cumhuriyetin öncüleri asker-sivil ilerici aydınlardan, Osmanlı kalıntısı bürokratlardan, esnaf ve tüccar temsilcilerinden, belde eşrafından , derebeyi artıklarından, sınıf gerçeğini yadsıyan sağcılardan oluşuyordu. Ama en önemlisi, Köy Enstitüleri atılımı süresince devletin başında Atatürk ve İnönü gibi iki tarihsel lider vardı. Tasarı onların tartışılamaz siyasal güçlerine ve yetkelerine dayanarak uygulanabilecekti. 2. Dünya Savaşı döneminin olağanüstü koşulları da elverişli bir ortam yaratacaktı. Koşulların ve parti içi grup dengelerinin değişmesi ile de Köy Enstitüleri nin sonu gelecekti. Tarihsel açıdan, kolaylıkla yinelenemeyecek çok olağandışı bir durum söz konusuydu ve Köy Enstitüleri nin gerçekleştirilmesinde bundan yararlanılmıştı. Köy Enstitüleri ni doğru yorumlayabilmek için bu noktanın anlaşılması çok önemlidir. Köy Enstitüleri den yararlanılarak ileriye dönük yapılacak tasarılarda, dayanılacak siyasal güç konusu düşünülmez ve çözümlenemezse, hiç bir yere varılamaz. Köy Enstitüleri de uygulanmış eğitim öğretim ilkeleri evrensel ilkelerdir. Bunlar her tür ve düzeydeki eğitim kurumlarında tek tek uygulanabilirler. Ama bu Köy Enstitüleri nin sistem olarak canlandırıldığı anlamına gelmez. Bu ancak uygun siyasal baskı gücünün bulunmasıyla gerçekleşebilir. l936-46 döneminde siyasal gücün kendi içindeki dengelerinin kaypaklığını gören kurucuların ileriye dönük dayanak arayışlarında demokratik kitle ve meslek örgütlerinin geliştirilmesi üzerinde durduklarını sanıyorum. l960'dan sonra Köy Enstitüleri den yetişenlerin öncülüğünde kurulan TÖS'ün etkin bir baskı gücü düzeyine çıkması, "Devrimci Eğitim Şurası" nı toplaması bunun kanıtı sayılabilir.



    Sonuç olarak:



    Köy Enstitüleri uygulamasında, eğitim bir araç olarak toplumsal değişimi ve devrimci gelişimi hızlandırmak, bunun ön koşullarını hazırlamak, bunu başaracak insan gücünü ve kişiliğini yaratmak için son sınırına kadar kullanılmıştır. Karmaşık yapıdaki bir tek parti iktidarının başındaki iki önderin tarihsel kişiliklerinden gelen yetkelere dayanarak yürütülmüş bir eğitim atılımı söz konusudur. 2. Dünya Savaşının olağanüstü koşulları nedeniyle karşı güçlerin etkin olamadıkları bir ortamdan, çok ender olarak ortaya çıkacak tarihsel koşulların bir araya gelmesinden yararlanılarak bir "DEVRİM İÇİN EĞİTİM" çabası yürütülmüştür. Konu, doğrudan doğruya Cumhuriyetin temel sorunu olan devrimlerin ileriye götürülmesi, vatandaşlık bilinci kazanacak halk kitlelerinin Kemalizmin özünde bulunan ve Anayasalarda öngörülen sosyal devleti gerçekleştirerek rejimi güvenceye almaları sorunudur. Böyle olduğu için bugüne kadar süregelmiştir ve ilerici güçlerle gericiler arasında başlıca tartışma konusu olmayı sürdürmektedir. Bu arada, eğitimin devrimsel süreçleri hızlandırıcı bir etken olarak kullanılıp kullanılamayacağı tartışması da sürecektir. 1950'den sonra din sömürücülerinin eğitimi kendi amaçlarına göre toplumsal değişimi etkilemek için başarı ile kullanmış olmaları da konunun önemini arttırmaktadır.



    Dr. Engin TONGUÇ, İstanbul, 17. Nisan 2001





    Kaynaklar:



    1. Kansu, Ceyhun Atuf, Atatürkçü Olmak, Varlık y. İstanbul l966, s. l29

    2. Türkoğlu, Pakize, Tonguç ve Enstitüleri, Yapi Kredi y. İstanbul l997, s. 8l

    3. Tonguç, İsmail Hakkı, İlköğretim Kavramı, Remzi K.y. İstanbul l946, s. 83

    4. Tonguç, İsmail Hakkı, Canlandırılacak Köy. 3.basım, Köy Enstitülerive Çağdaş Eğit. Vakfı y. Ankara l998, s.l9

    5. Tonguç, İ.H. a.g.e. s. 5l

    6. Tonguç, İ.H. a.g.e. s. 27

    7. Tonguç, Engin, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, Ant y. İstanbul l970, s. 222-269 ve s. 280-289

    8. Yetkin, Çetin, Toprak Reformu ve Köy Enstitüleri Müdafaa-i Hukuk, Köy Enstitüleri özel sayısı, bayı no. 20, Antalya 30.3.2000, s.34-38



    Okumadıysanız, özellikle orada geçen "devrim" kelimesinin anlamını taşıyan yeri kalın harflerle yazdım. Sizin için tek devrim "Marksist" olabilir ama Atatürk'ün devrimleri de vardır. Sizin için tek görülecek kısım da sizden yana olan olabilir ama işte o yazının tamamı da budur.

    quote:

    yukarıda Bir ülkeyi be kalkındırır? Namaz mı yoksa tarlaya gidip çalışmak mı?
    şeklindeki soruna cevap vermeye calışırsam yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek bir soru olduğu için yuvarlak cevaplayacayım. ikisi de tek başına kalkındırmayabilir. şimdi, tarlada çalışmak ülkeyi kalkındırır desem -> bir insanlar gider tarlada çalışır eker biçer çapalar vs ibadet yapmaz bir sel olur fırtına çıkar bilmem ne olur tarla mahvolur ülke kalkınmaz


    Bu cümlenizden sonra ise, üniversite eğitimi almış ve mühendis olmuş birinin namazla sele engel olunabileceğini düşünmekte olduğunu gördüm. Oysa ki müslüman Endonezya'nın başından deprem ve tsunami eksik olmazken, Avrupa'da böyle şeylere pek rastlanmıyor. Japonya'da ise hergün deprem oluyor ama dünyanın en kalkınmış ülkelerinden biri. Yoksa gizlice namaz kılıyorlar da bizim mi haberimiz yok?




  • Can Dündar'ın meşhur belgeselini izlemiştim bu konuda hakkında. İyi bir hareket gibi görünse de bana biraz daha farklı etki yaratmıştı. Özellikle bir kare vardı o belgeselde. Yüzlerce mezun tek bir sıraya dizilmiş, üzerlerinde tıpa tıp aynı kıyafetler ve aynı bavulu taşıyorlardı. Tek tipçilik, farklılığın olmayışı ve bireyselliğin yokluğu korkutmuştu beni. Hani Pink Floyd'un Another Brick in the Wall klibindeki korku ile aynıydı. İşin açığı ben de Komünizm destekli bir yapı olduğunu düşünüyorum. Liberal biri olarak beni böyle tek tipçilikler korkutuyor.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Bay Edepsiz

    Can Dündar'ın meşhur belgeselini izlemiştim bu konuda hakkında. İyi bir hareket gibi görünse de bana biraz daha farklı etki yaratmıştı. Özellikle bir kare vardı o belgeselde. Yüzlerce mezun tek bir sıraya dizilmiş, üzerlerinde tıpa tıp aynı kıyafetler ve aynı bavulu taşıyorlardı. Tek tipçilik, farklılığın olmayışı ve bireyselliğin yokluğu korkutmuştu beni. Hani Pink Floyd'un Another Brick in the Wall klibindeki korku ile aynıydı. İşin açığı ben de Komünizm destekli bir yapı olduğunu düşünüyorum. Liberal biri olarak beni böyle tek tipçilikler korkutuyor.


    askeri okullarda da tek tipçilik vardır. pijamasından temizlik çantasına, donuna kadar tek tiptir her şey. valiz de dahil. komünizm ile bir alakasının olduğunu düşünmüyorum, ben daha çok standart yakalamak olduğu düşüncesindeyim.




  • Askerlik kısa sürelidir. Fiziksel açıdan bir eğitim varken ideolojik bir eğitim söz konusu değildir. Ancak Köy Enstitülerinde ise ideolojik bir eğitim söz konusudur. Aynı şeyin günümüzde örneği mevcut; Gülen cemaati. Gülen cemaatine mahsus bir şakird adlı eleman 5 tane talebeyi kendi gibi düşünen, davranan şakirdler haline getiriyor. Sonra bu 5 şakird, abisinin yaptığı gibi 5 tane şakird yetiştiriyor. Oluşan 25 ürün, 125 tane ürün yetiştiriyor sonra da 625... Bu ivme ile bir bakmışsın ülke Gülen cemaati elemanları kaynıyor. Buna cidden tahammülüm yok. Alerjim var hatta. Fabrika ürünü gibi milyonlarca insan. Aynı şey Köy Enstitülerinde amaçlandı. Sadece baz aldıkları idelojiler farklı. Hangi ideoloji olursa olsun bu yaptıkları pek bir yanlış. Senin de dediğin gibi belli bir standart yakalamak istiyorlar. Oysa insanların belli bir standartı, tarifi olmamalı.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Bay Edepsiz

    Askerlik kısa sürelidir. Fiziksel açıdan bir eğitim varken ideolojik bir eğitim söz konusu değildir. Ancak Köy Enstitülerinde ise ideolojik bir eğitim söz konusudur. Aynı şeyin günümüzde örneği mevcut; Gülen cemaati. Gülen cemaatine mahsus bir şakird adlı eleman 5 tane talebeyi kendi gibi düşünen, davranan şakirdler haline getiriyor. Sonra bu 5 şakird, abisinin yaptığı gibi 5 tane şakird yetiştiriyor. Oluşan 25 ürün, 125 tane ürün yetiştiriyor sonra da 625... Bu ivme ile bir bakmışsın ülke Gülen cemaati elemanları kaynıyor. Buna cidden tahammülüm yok. Alerjim var hatta. Fabrika ürünü gibi milyonlarca insan. Aynı şey Köy Enstitülerinde amaçlandı. Sadece baz aldıkları idelojiler farklı. Hangi ideoloji olursa olsun bu yaptıkları pek bir yanlış. Senin de dediğin gibi belli bir standart yakalamak istiyorlar. Oysa insanların belli bir standartı, tarifi olmamalı.


    yanlış anlaşıldım galiba, 15 aylık askerlik eğitiminden bahsetmiyorum, askeri okullardan bahsediyorum.

    askeri liseler, myo'lar, harp okulları...
    bu okullarda da ideolojik eğitim veriliyor, Atatürkçülük.
    ülkemizde bunu yapan nadir okullardan.

    tek teipçilik komünizm ile bağdaştırılmamalıdır, standart sağlamak, disiplin sağlamanın en kolay yoludur.

    20 kişi 200 metrede 3 atış yaparken, 1 kişi seri modda atarsa bunu çok rahat anlarsın. standart kurallar, kural ihlalini çok daha çabuk görmemizi sağlar.




  • @webbie verdiğiniz detaylı cevap için teşekkürler elbette yazdıklarınızı okudum
    ancak belirttiğim örneğe googleda başka bir konu aratırken
    http://bg-bg.facebook.com/note.php?note_id=74667748211
    sitesinde rastlamıştım
    bana pek forum gibi gelmedi ve tamamını yayınlamamıştım.
    sebebi de yazarın yazdığı bilgilerin doğruluk payına olan inancımdır.
    (yazarın fikirlerine çoğu kez katılıyorum bazen katılmadığım fikirleri de mevcuttur)
    elbette bir insanın yazdığı her şey doğru olacak diye bir kaide yok yanlış anlamlar çıkartılmaması
    amacıyla yazarın yazısının tamamını yorumsuz alıntı ile yayınlıyorum (yorumlarımı yukarıda belirtmiştim)

    quote:


    DÜŞÜNDÜKÇE
    Yavuz Bülent BÂKİLER
    yavuzbulent.bakiler@tg.com.tr
    26 Nisan 2009 Pazar

    Özdemir İnce’nin Köy Enstitüleri

    Özdemir İnce, Hürriyet gazetesinin Marksist yazarlarından biri. Marksizme dayalı düşüncelerini eğmeden, bükmeden, saklamadan, korkmadan.. açıklayan bir kalem. Marksizm, bütün dünyada iflas etmesine, Sovyet Rusya gümbür gümbür yıkılıp gitmesine rağmen, Özdemir İnce, dâvâsına aşkla bağlı bir adam.
    Köy Enstitülerinin kuruluşlarının 69. yıldönümleri dolayısiyle, 17 Nisan 2009 tarihli yazısında şu iddialarda, suçlamalarda bulunuyor. Diyor ki: “Köy Enstitüleri düşmanca kapatıldılar”
    “Ağızdan dolma bilgilerle Köy Enstitüsünü karalayanlar, (Enstitülerin) komünizm yuvaları olduklarını, bir de öğrencilerin ve enstitü yöneticilerinin Mao gibi üniforma giydiklerini ve din düşmanı olarak yetiştirildiklerini sözlerine ekleyeceklerdir.”
    “17 Nisan 1940 yılında kurulan Köy Enstitülerinin amacı, köylerde çalışacak öğretmen önderler yetiştirmekti.” “1954 yılında ise, Demokrat Parti, bu güzelim okulları kapattı.”
    Özdemir İnce’nin iddiaları özetle böyle. Peki doğru mu bu iddialar? Hayır! Hiçbiri doğru değil. Yalan! Yalan! Yalan!
    Evvela hiçbir Köy Enstitüsünün kapısına kilit vurulmadı. Köy Enstitülerinin sadece isimleri ve eğitim-öğretim usülleri değiştirildi. Yani Köy Enstitülerinde Marksist bir eğitim zihniyetine son verildi.
    1940 yılında, tahsil çağında bulunan çocuklarımızın %61’i şehirlerde, %19’u, köylerde bulunuyordu. Köylü çocuklarının da eğitim görmeleri için onyedi yerde Köy Enstitüleri kuruldu. Hesaplara göre her yıl bu onyedi enstitüden üçbin öğretmen mezun olacaktı. 15-20 yıl sonra yaklaşık 50 bin öğretmenimiz, 40 bin köyümüzün hem öğretmeni, hem de sağlık memuru, nalbantı, marangozu, tesfiyecisi, çiftçisi, işçisi, öncüsü olacaklardı.
    Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: “Hayatımın sonuna kadar takib edeceğim tek kuruluş bu Köy Enstitüleridir“ demişti. Bu söz, enstitülerin kapılarına, duvarlarına kocaman harflerle yazılmıştı.
    Ancak İnönü, sözünün arkasında durmadı. Çünkü gördü ki Marksist kişiler, Köy Enstitülerini, komünizmin fideliği haline getirmek için çok ciddi bir gayret içindedirler. Bu münasebetle, meşhur komünistlerimizden: Sabahattin Ali, Behice Boran, Pertev Boratav, Sabahattin Eyüboğlu, Meliha ve Niyazi Berkes gibi kimseler, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne giderek Köy çocuklarına komünizmi sevdirmeye çalışmaktadırlar. Enstitü öğrencilerine Yurt ve Dünya, Adımlar, Ant, Pınar, Gün, Ses... gibi Komünizmi öven dergiler dağıtmaktadırlar.
    Sonra, plânlarıyla ortaya konuldu ki, Ankara’nın burnu dibindeki Hasanoğlan Köy Enstitüsü binası bile, kocaman bir orak şeklinde yapılmıştır. O devâsâ orağın sap kısmı kırmızı kiremitlerle örtülmüş, demir kısmı ise sacla kaplanmıştır. Yani, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne havadan bakıldığında, kör gözlere bile kocaman bir Moskof orağı batmaktadır.
    İsmet İnönü, oynanan sinsi oyunu görünce, Enstitülerin bayraktarlığını yapan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i vazifesinden alarak yerine Reşat Şemsettin Sirer’i oturtmuştu.
    Özdemir İnce’nin kaba-saba yalanlarını yarın da ele alacağım.




    DÜŞÜNDÜKÇE
    Yavuz Bülent BÂKİLER
    yavuzbulent.bakiler@tg.com.tr
    27 Nisan 2009 Pazartesi

    Köy Enstitüleri çağ dışında kalan kuruluşlardı

    Köy Enstitüleri üzerine bildiklerimi yazsam, bu sütun ebadında 40 sütun bile kâfi gelmez.
    Köy Enstitüleri gerici bir zihniyetle kurulmuşlardı. Mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Mezunlar, 20 yıl köyde kalmak mecburiyetindeydiler. Enstitüler, önce CHP tarafından frenlenmeseydi, sonra DP tarafından islah edilmeseydi, milletimiz, devletimiz için büyük felâketlere yol açabilirlerdi.
    Özdemir İnce’ye göre: “Birtakım kimseler, ağızdan dolma bilgilerle Köy Enstitülerini karalamakta onların komünizm yuvaları olduğunu söylemektedirler“ Breh! Breh! Breh!
    Bu konuda, enstitülerin fikir babalarından İsmail Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç’un açıklaması şöyle: “Köy Enstitüleri sistemi başlıbaşına, ne bir okuma-yazma kampanyası, ne bir öğretmen yetiştirme çabası, ne bir köy kalkınması sorunu idi. Temel amacı bakımından, tarihsel koşulların hazırladığı bir olanaktan yararlanarak, iktidara katılıp, elde edilen yürütme gücü ile, emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği idi.”
    Neymiş efendim? Demek ki Köy Enstitüleri öyle köylüye okuma-yazma öğretmek, öğretmen yetiştirmek için kurulmamış. Köy Enstitüleri, işçi sınıfını teşkilatlandırmak, bilinçlendirmek ve en kısa zamanda Marksist devrimi gerçekleştirmek için düzenlenen taktiklermiş.
    Yine Özdemir İnce’ye göre: “Bir takım kimseler Köy Enstitülerine kara çalıyorlarmış. Enstitülerde din düşmanlığı yapıldığını iddia ediyorlarmış“
    Adam, herkesi kör, alemi sersem sanarak desteksiz atıp duruyor. Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişlerinden Fethi İsfendiyaroğlu kılı kırk yararak tuttuğu raporda diyor ki:
    1- Enstitülerde, Komünist Manifestosu teksir edilerek dağıtılmıştır.
    2- Rus eğitim sistemi övülmüş, enstitülerde de Rus eğitiminin uygulanması istenmiştir.
    3- Düziçi Köy Enstitüsünde, bayrağımızdaki ay-yıldız yerine orak-çekiç resmi çizilmiştir.
    4- Öğrenciler için düzenlenen konferanslarda denilmiştir ki:
    “Bugün biz komunizmi kabul etmiyorsak, bu o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafamızın geriliğindendir.”
    “Aile kudsiyeti, bir saçmadan başka bir şey değildir. Tabiat, senin karın-benim karım diye bir ayırım yapmamıştır. Bu insan egoizminin ortaya çıkardığı bir şeydir. Bunları bizler ortadan kaldırmalıyız.”
    “Arkadaşlar, köle olarak yaşayan köylüyü kurtarmak bize kalmıştır. Yegâne çare hükümeti devirerek yerine geçmek, komünizmi ilân etmektir.”
    “Köy Enstitüsü dergisinde açıkça zengin düşmanlığı yapılmakta sermaya sahipleri hain olarak gösterilmektedir.”
    Köy Enstitüleri, gerici bir zihniyetle kurulmuşlardı. Enstitü mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Oradan mezun olanlar 20 yıl köylerde kalmak mecburiyetindeydiler. Maaşlarını Özel idareden alıyorlardı. Aylıkları sadece 25 liraydı. DP devrinde Tevfik İleri, Köy Enstitüsü mezunlarına da fırsat ve imkân eşitliği sağladı. İsteyenler köylerde kaldılar. Daha ileri seviyede eğitim almak isteyenler, şehirlerde okudular. Maaşları 105 liraya çıkarıldı. Şehirlere yerleşenler, eğitimde, şöhrette daha çok yükselenler, kendilerine bu imkânı sağlayan DP’ye ve Tevfik İleri’ye düşman kesildiler. Niçin? diyeceksiniz. Komünist oldukları için.


    şimdi bu yazıya katılıp katılmamayı okuyanlara bırakıyorum
    katılanlar da çıkacaktır katılmayanlar da çıkacaktır
    insanrlar bu yazılanlara katılıyor veya katılmıyor diye kimse kimseyi eleştiremez
    herkes fikirlerini ortaya döker
    insanlar neye inanmak istiyorlarsa ona inanır

    sele engel olunabileceğini düşündüğüm gibi bir mana çıkarmanıza açıkçası şaşırdım Endonezya'nın başından deprem ve tsunami eksik olmayabilir, Avrupa'da böyle şeylere pek rastlanmıyor olabilir
    bunlar tamamen coğrafi yapı ve yeryüzü şekillerinin oluştuğu zamanlar ile alakalıdır.
    doğu avrupa ve İskandinav ülkelerinde depreme rastlanmaması yeryüzü şekillerinin oluşumlarını diğer bölgelere göre geç veya erken zamanda tamamlamış olmasından kaynaklanır.
    Japonya'da hergün deprem olabilir dünyanın en kalkınmış ülkelerinden biri de olabilir
    çünkü depremlerin etkisini azaltacak sistemler geliştirmişlerdir
    (depremler sallanadrak meydana geldiği için binaların tabanına kuvvetli çekimi olan mıknatıs sistemi yerleştiriyorlar )
    ancak imparatorlarına güneşin oğlu olduğu şeklinde (bizce çok saçma) inanışları vardır.
    yani inançlarına bağlı insanlardır



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi mehmetmetingülcan -- 22 Aralık 2009; 16:47:00 >




  • Beyler, konu siyasete giriyor. Lütfen dikkatli olalım. İkinci bir ihtarım olmayacak.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: webbie

    Sevgili Kurtbaşlı Sancak,
    Ben komünist değilim, ama komünizmi de okuyarak öğrenmiş biriyim. Das Kapital ya da Ütopik Sosyalizm gibi kaynaklardan, bana göre birinci ellerinden öğrendim bahsettiğiniz sistemi. Belki yorumlarımın altında Atatürk'ün resmini görmediniz ve o yüzden de böyle bir yorum yaptınız. Bu açıklama benim kendimi size ifade etmem için kullandığım açıklamadır.
    Türk toplumlarının İslam öncesi yaşam şekli hakkında bilgiye sahipseniz, zaten bu toplumların da komünal yaşam şekline sahip olduklarını, yani sizin ve benim gurur duyduğumuz atalarımızın da aslında sizin kötülediğiniz sistemle yaşadıklarını, ancak müslüman oldurulduktan sonra kapitalizm ile tanıştıklarını da biliyorsunuzdur.
    Köy Enstitüleri'nin kapanma sürecine gelince, Adnan Menderes ve Emin Sazak önderliğinde belirli propagandalar kullanılarak halk arasında "komünist yuvasıdır" ve "komünist olan allahsızdır" telkinleriyle kapatılmıştır. Adnan Menderes ve Emin Sazak birer köy ağasıdır. Hatta Eskişehir'de hala Sazak Köyü vardır ve bu köy o dönemde Emin Sazak'a hem toprakları hem de tebasıyla birlikte aitti.
    Peki sizce neden bu insanlar köy enstitülerine bu kadar karşı olabilirler? Köylünün okuması, öğrenmesi, birey olması neden ve kimler için tehlike oluşturmuştur?
    Güneydoğuda yıllardır çözülemeyen, çözülmek istenmeyen sorunların da kaynağını aynı neden oluşturur. İnsanların büyük bir kesimi marabadır, maldır. Köyle birlikte alınıp satılır. Köyün ağasını ya da tarikatin şeyhini memnun eden parti, en azından o yöreden 20.000 oyu garantiler. Çünkü birey olamamıştır oradaki insanlar. Aile meclisi oturur karar verir. Biri ölecektir. Ne ölenin ne de öldürenin yaşamı önemlidir, çünkü onlar değerli değildir. Ne kendi yaşamları ne de karşılarındakilerin yaşamları onlar için değerli değildir.
    Eğitim çok tehlikelidir. Eğitim maliyet yükseltir. Eğitim sermayeyi azaltır. Eğitim, insanın olaylara bedeniyle değil beyni ile tepki vermesini sağlar. Eğitim, insanları düşünmeye ve sorgulamaya sevk eder. Eğitimli insan ne ağası için ne de şeyhi için kul olur; inancı varsa Allah'ı için kul olur.





    Kalınla belirttiğim yerler işte bugun Turkiye de terörü doğuran en büyük sebeplerden biri malesef. Yazık ki bu olguyu bizden önce kavrayanlar pkk yı istediği gibi kullanıyor.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Roohans


    quote:

    Orijinalden alıntı: destroyer39


    quote:

    Orijinalden alıntı: Roohans

    Üniversitelerde tez olunmalı, ders diye okutulmalı, araştırılmalıdır bizim ülkemizin durumu.
    Bu kadar zenginlik içinde bu kadar fakirlik çeken tek ülke biziz heralde.
    Halkın büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan bir ülkede tarımın gelişmemiş olması tamamen devletin suçudur.
    Köy Enstitülerinin kapatılmasında kimin pay varsa yatacak yeri yoktur diyorum. banane kominist yetiştirmesinden, vs.. olmasından.
    Vilayetimiz büyüklüğündeki İsrailden tohum alıyorsak bu bizim utancımızdır.


    Söylediğiniz gibi halkın büyük bir çoğunluğu kırsal kesimde yaşamıyor.

    31 Aralık 2008 tarihi itibarıyla Türkiye nüfusu 71.517.100 kişidir. 2008 yılında Türkiye nin yıllık nüfus artış hızı Binde 13,1 olarak gerçekleşmiştir. Ülke nüfusunun % 75 i il ve ilçe merkezlerinde yaşamaktadır.

    http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?tb_id=39&ust_id=11


    Tam bilgim yok sadece tahminen söyledim. Ama son 10 yıldaki batıya göç hayli fazla.
    Bunlar göç etmemiş olsaydı kırsal kesimde yaşayan sayısı fazla olabilirdi.
    Yani demek istediğim köylü bir milletiz, şehirli değiliz.


    Halkın büyük çoğunluğu kırsal kesimde yaşayan bir ülkede tarımın gelişmemiş olması tamamen devletin suçudur.

    Siz tam da böyle söylemişsiniz,bir daha okuyun ne söylediğinizi;yani şimdi söylediğiniz ''köylü milletiz şehirli değiliz'' sözü ile alakası yok.

    Ayrıca son 10 yılda çok göç olduğu ve bu göçler olmasa ''kırsal nüfusun'' daha fazla olabileceğini söylemişsiniz.

    1990 yılı istatistiği;1990 yılında kent nüfus oranı ''Yüzde 59'',yani tam 19 yıl önce.




  • Bu konu sitedeki ilk mesajlarımdan biri. O zaman sermayeden(hatırımda kalanlardan) harcayarak yorum yapmıştım ama şimdi kaynaklı konuşmak gerekecek sanırım.

    Evvela şunu söyleyeyim. Bu enstitüleri sağla solla şunla bunla özdeşleştirmeye gerek yok.

    SadeceEmrehan;

    quote:

    1.si köy enstitüsü mezunlarının "topluma yabancılaşması" neymiş?bu nasıl oldu,ya da olabilir?


    Bu kaygı henüz yasa görüşmeleri sırasında ilk olarak Kazım Karabekir tarafından dile getirildi. Diyordu ki;

    “..3. madde hükümleriyle Köy Enstitüleri yalnız köy ilkolkullarını bitiren çocuklara hasrediliyor.Şehir ve kasaba çocuklarının köylerle temasını kesiyor.Şu halde 40-50 sene sonraki hayatı tasvir edersek, memleketimiz ikiye ayrılmış olacaktır.Biz şehir ve köy çocuklarını birbirine kaynaştıracak yerde bir safiyeti fikriye ile ayırırsak, sonra acaba bu köylere başka taraflardan yapılacak telkinlerle günün birinde biz bu şehirlilerin karşısında başka fikirlerle onları mücehhez bulmaz mıyız?”

    Karabekir’in bu tereddütüne H.Ali Yücel şu cevabı verdi,

    “…içtimai bir sınıf doğurma meselesi mevzubahis değildir. …bizim arzumuz, köyün içerisinde bilgili, sıhhatli, memleketine bağlı ve müstahsil vatandaş yetiştirmektir…mesele köylü çocuğunu hayat bakımından köylülük mahiyetini kaybetmeksizin yetiştirmektir…”

    Yasa tasarısının görüşülmesi sırasında dile getirilen endişeler, maalesef haklı çıkmıştır. Radikal aydınların köy hayatının olumsuzluklarını enstitüleri kendi görüşlerine vasıta kılarak toplumu geliştirmek değil, tamamen topluma aykırı olacak değişimden yana diretmesi, sadece topluma yabancılaşmayı getirmedi aynı zamanda hem enstitülerin yararını gölgeledi hemde kapanmasına zemin hazırladı.(komünizm payandalı teşebbüsler –ki Atatürk Cumhuriyeti ilkeleriyle de bağdaşmaz bu evrim ve devrim-)

    quote:

    2. si......


    Ben o dönemdeki koşullardan bahsediyorum, siz o koşulları günümüz şatlarına kanalize ederek kıyas ediyorsunuz. Neyse yazının devamında bir cevap bulursunuz herhalde.

    quote:

    2-17 Nisan 1940 yılında Köy Enstitüleri ile ilgili kanun kabul edilir. Bu oylamaya, Adnan Menderes ve Celal Bayar da dahil olmak üzere, daha sonra Demokrat Parti'yi kuran milletvekilleri katılmaz.


    Köy Enstitüleri ile ilgili yasa oylamasına sadece adları zikredilen iki kişi değil, 146 milletvekili katılmamıştır. Şayet bu katılmama, muhalefet gereği ise , bu muhalefete iki kişi dışındaki 144 kişiyi de dahil etmek gerekir ki, hepsi toprak ağası mıydı? Enstitüleri kapatmak için toprak ağalarının çabası tek sebep olarak gösterilirse , enstitüleri baltalamak isteyen aynı zamanda toprak ağası olan ve toprak kanununa övgüler yağdıran Emin Sazak’ın durumu ne ile izah edilebilir?

    Köy Enstitülerinin bir pedagojik yanı bir de iktisadi yanı vardır. Bu görmezden gelinemez. Sanırım siyasi görüş olarak kendinize yakın bulacağınız; tarihçi Taner Timur’un bu konuda çelişkili sözler ve davranışlar olmasının nedenini neye bağladığı dikkatinizi çekecektir.

    “Kanımca mesele şöyle açıklanabilir. İkinci Dünya savaşı başlayınca Türkiye’de iktidarın kontrolünde orta sınıf kökenli bürokratların ağırlığı artmıştı.Öte yandan silah altında tutulan büyük bir ordunun iaşesini sağlamak üzere tarımsal üretimi de artırmak gerekiyordu. İşte Köy Enstitüleri savaş yıllarında ortaya çıkan bu iki olguya dayanmaktadır.” (Daha fazlası için Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Yay. Ankara 1997, s.191-214 sayfalarına bakılabilir.)

    quote:

    3-1946 yılında, milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel görevinden alınır ve yerine Reşat Şemsettin Sirer getirilir…… ardından gelen Reşat Şemsettin Sirer ise İmam Hatip Liseleri'nin açılması gibi yeniliklere önayak olmuştur.


    Enstitülerin Tonguç tarafından sol eğitime kaydırıldıkları tezi ve H.Ali Yücel’in de buna göz yumduğu( H.Ali Yücel- Kenan Öner davası bu sebeple yapılmış ve mahkeme Yücel’in okulları komünizme alet ettiğine dair iddiaların ispatını istemiş, ispatlanınca Öner beraat etmiştir.) gerekçesi ile; Yücel’e , Recep Peker kabinesinde yer verilmemiş yerine Milli Eğitim Bakanlığına Sirer getirilmiştir.

    Siz ise, Sirer, Recep Peker kabinesinde değilmişçesine bir algıya sebep veriyorsunuz.Her ne yaptıysa bu kabine görevde iken yaptı. Üstelik bunu yanlış da yapıyorsunuz. Neden? Sirer, Enstitülerin kapanmasına değil iyileştirilmesine çalıştı.Bu konuda yapılacak alıntı çok ama birkaç cümlesine yer verelim.(4 , 5 ve 10 nolu şikayetlere de cevap niteliği taşısın)

    “…köy enstitüsünü bitirip köylerde hizmet alan öğretmenlerimizin geçimleri şu suretle sağlanıyordu. Devlet bütçesinden kendilerine çok az bir miktarda ücret veriliyor ve hizmet aldıkları köylerde geçim arazisi adı altında devlet malı olan, kamulaştırılan ya da pazarlıkla satın alınan topraklardan bir köylü ailesini geçindirebilecek genişlikte ve oranda tahsis yapılmaya çalışılıyordu……bu değişiklik yapılınca köy enstitüsünü bitirenler de öteki kamu görevlileri gibi maaş sahibi olacak…artık geçim arazisi diye bir şey ve köylerde bu yüzden kamulaştırma işlemi kalmayacaktır….”

    “Bugüne kadar köy enstitülerinde 1943 tarihli müfredat programı uygulanmıştır…..değişiklik yapılması gereğini duyduk. Köy enstitülerine mahsus kitaplar çıkıncaya kadar da öteki okulların kitapları okutulacaktır.Köy okulları için şehir okullarındakilerle ortak temele dayanan yeni bir müfredat programı hazırlanmaktadır.Bizim köy öğretmenlerinden beklediğimiz öğretmenliktir. Aynı zamanda köyün ustası ve sanatçısı olmasını beklemiyoruz.Okullardaki sanat araçları öğretmenlerin sanat ustası olmaları için değil öğrencilerin iş terbiyesi almaları içindir…..”

    Okul yapma yükümlülüğünün kaldırılmasına giden süreç için şu sözleri dikkate alın;

    “her yıl altı bine yakın köy okulu yapmak zorundayız.Bunun için şimdiye kadar her köye imkan oranında yardım yapılıyordu.Bundan böyle bölge köyleri birlik halinde işleri sıraya koyarak çalışacaklardır, devlet yardımı da sırası gelen köy okuluna verilecektir. Çocuklarımız sadece kendi enstitütlerindeki yapımlarda el yatkınlığı ve alışkanlığı için çalışmalara katılmaktadırlar.….”

    Bu konudaki celse tutanakları hayli uzun ve diğer milletvekillerinin de teklif ve yergileri var. Sirer’in bu okulları düzeltme teklif ve çabası hükümete karşı olan CHP’li otuzbeşlerce de desteklendi. (Ayrıntılar için 1946 yılı meclis tutanaklarına bakılabileceği gibi yazının sonunda vereceğim kaynaklara da bakılabilir.)

    quote:

    Ayrıca, 1947 yılından itibaren ABD tarafından Türkiye'ye sağlanan yardımların karşılıklarından bir de Köy Enstitüleri'nin kapatılmasıdır.


    Bahsettiğiniz yardım Truman yardımı olsa gerek ki, bu yardımda Türkiye’ye tarım makinelerinin satılması öngörülüyordu.Bu durumda siz, dünya üzerinde tarım, makinelerle yapılırken biz demokrat olacağız diye tarım makinelerine geçiş yapmayalım,demeye getiriyorsunuz herhalde. Öyle mi?

    Ayrıca

    quote:

    Türk toplumlarının İslam öncesi yaşam şekli hakkında bilgiye sahipseniz, zaten bu toplumların da komünal yaşam şekline sahip olduklarını.....


    Nasıl bir komünal yaşam şeklidir bu, örneklerle açıklayabilir misiniz?

    Eski Türk ailesi geniş aile tipinde görünmesine rağmen küçük aile tip taşır.Pederi bir kabul varsa da aile reisine itaatten kaynaklanan kollektif mülkiyet yoktur. Ortaklık yalnız otlaklar ve hayvan sürüleri hakkındadır.İslam’dan önce dahi özel mülkiyet vardır.

    Kemal H.Karpat, Türk Demokrasi Tarihi,
    Şükrü Karatepe, Tek Parti Dönemi,
    Tevfik Çavdar, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi,
    Mahmut Goloğlu, Demakrasiye Geçiş,
    Esat Öz, Tek Parti Yönetimi ve Siyasal Katılım




  • quote:

    Orijinalden alıntı: Yadigar.

    Senide kapatmak gerekiyormuş
    Gereken yapılmış


    quote:

    Orijinalden alıntı: Kurt Başlı Sancak

    Bakıyorumda bu konuda ağlaşanların tamamı komünistlerden oluşuyor. Köy ensitülerinin komünist yuvası olduğu doğrudur ve defalarca kanıtlanmıştır. Dönemin gazetelerine bakarsanız köy ensitülerinin lağımlarına Türk bayrağı dahi atılmıştır... Yarardan çok zararı vardır kapatılması doğru bir karardı


    Ne diyorsun birde şimdi söyle bakalım? Köy ensitülerinin yozlaşmasındaki en büyük sebep bir zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı yapmış Hasan Ali Yüceldir diye düşünüyorum. İster kabul edin ister kabul etmeyin azılı komünistlerin bir çoğu köy ensitülerinden çıkmıştır.

    İslamiyet öncesi Türk sosyal yapısına gelince;

    Evet her yıl Kağan ve Eşi saraydan beraber çıkarak yağma törenleri yaptırırdı. Budun ( millet) sarayı yağmalar daha sonra eğlenceler / yemekler vs düzenlenirdi. Fakat Eski Türkler'de komünal bir düzen yoktur.




  • @seymes belgeli/dokümanlı cevaplar ile konu daha iyi anlaşılmasını sağladığın için teşekkürler,
    umarım bu eğitim modeli daha sonra daha ideolojik düşünmeyen insanlar/idareciler tarafından ülke gündemine tekrar getirilir
  • Atatürk'ün İsmet İnönü'ye devrettiği bir fikir olan, Köy Enstitüleri'nin amacı, toprak reformunu gerçekleştirecek kadrolar oluşturmaktır. İyi bir şekilde başlamış, hızla başarılı olmuş, fakat ne yazık ki karşıdevrimin ağır kıyımına kurban edilmiştir.
  • 
Sayfa: önceki 1234
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.