Şimdi Ara

••••TÜRK ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ •••• (16. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
1.818
Cevap
16
Favori
434.097
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1415161718
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • OSMANLI TARİHİ'NDE İLKLER

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

    *Osmanlıların ilk Beylik merkezleri ve bir bakıma ilk başkentleri Söğüt Kasabası dır. Daha sonra sırasıyla Yenişehir, Bursa, Edirne ve İstanbul başkent oldu.

    * Osmanlı tarihinde ilk savaş,1284 yılında Bizans tekfurlarıyla yapılan Ermeni Beli savaşıdır.


    * Osman Bey in ele geçirdiği ilk kale Kolca Hisar Kalesi dir (1285).


    * Osman Bey in ilk askeri anlaşması 1306 yılında Ulubad Tekfuru ile yapılan anlaşmadır.


    * İlk fethedilen ada, 1308 yılında alınan İmralı Adası dır.


    * İlk barış anlaşması, 1330 yılında Orhan Gazi ile Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos arasında imzalanmıştır.


    * "Rumeli" adı verilen Avrupa yakasında ilk ele geçirilen yer, Gelibolu da Orhan Gazi nin büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından alınan Çimpe limanıdır.


    * "Sikke" adı verilen ilk Osmanlı madeni parası Orhan Gazi adına 1327 yılında basılmıştır.


    * İlk daimi ordu 1328 yılında Orhan Gazi Bey in emriyle kurulmuş olup bu orduya "Yaya" adı verilmiştir.


    * Osmanlı tarihinde ilk şair padişah Fatih Sultan Mehmed in babası İkinci Murad dır.


    * Osmanlı padişahlarından İstanbul u ilk kuşatan Yıldırım Bayezid dir (1391).


    * Osmanlı tarihinde savaş meydanında şehid olan ilk (ve tek) padişah Birinci Murad dır (1389). (1. Kosovo Savaşı)


    * İstanbul a defnedilen ilk padişah Fatih Sultan Mehmed dir.


    * Fethin sembolü olan Ayasofya da ilk Cuma Namazı fetihten üç gün sonra 1 Haziran 1453 günü Akşemseddin tarafından kıldırılmış olup cemaat arasında Fatih ve O nun şanlı askerleri hazır bulunmuşlardır.


    * Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul a tayin edilen ilk vali Karıştıran Süleyman Bey dir.


    * İlk İstanbul Kadısı Hızır Bey Çelebi olup; bugünkü Kadıköy semti O na tahsis edildiği için bu adı almıştır.


    * Devşirmelerden olup da Sadrazamlık makamına yükselen ilk kişi, fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından tayin edilen Mahmud Paşa dır.


    * Önceleri Asya ve Avrupa da toprakları bulunan Osmanlı İmparatorluğu na ilk defa Afrika da toprak kazandıran padişah Mısır Fatihi Yavuz Sultan Selim dir.


    * İstanbul da öldürülen ilk padişah, "Genç Osman" adıyla bilinen İkinci Osman dır.


    * "Valide Sultan" adıyla anılan ilk padişah anası, İkinci Selim in hanımı ve Üçüncü Murad ın anası olan Nur Banu dur.


    * Osmanlılarda ilk matbaa, Üçüncü Ahmed zamanında ve 1727 yılında faaliyete geçen İbrahim Müteferrika Matbaası dır.


    * İlk vapur, İkinci Mahmud zamanında ve 1827 yılında satın alınmış olup halk arasında "Buğu gemisi" adıyla anılmıştır.


    * İlk kıyafet kanunu 3 Mart 1829 yılında ve İkinci Mahmud zamanında yayınlanmıştır. Bu kanuna göre sarık ve cüppe ilmiye sınıfına ayrılmış olup devlet memurlarının fes, setre, pantolon ve kaput giymeleri kararlaştırılmıştır.


    * İlk gazete yine İkinci Mahmud döneminde ve 1 Kasım 1831 Salı günü yayınlanan Takvim-i Vakayi dir.


    * Osmanlı tarihinde ilk borçlanma Sultan Mecid döneminde ve 1855 yılında olmuştur. 28 Haziran Perşembe günü Londra da imzalanan anlaşma ile İngiltere ve Fransa dan beş milyon İngiliz altını borç alınmıştır.


    * Türkiye de ilk telgraf da yine Sultan Mecid döneminde kurulmuş, 9 Eylül 1855 Pazar günü faaliyete geçmiştir.


    * Avrupa seyahatine çıkan ilk ve tek Osmanlı Padişahı Sultan Aziz dir 21 Haziran 1867 tarihinde başlayan bu yolculuk 44 gün sürmüştür.


    * Türkiye nin yurt dışında katıldığı ilk sergi 1851 yılında Londra da düzenlenen Tarım ve Sanayi Ürünleri Sergisi dir.


    * Türkiye de ilk sergi ise 27 şubat 1863 tarihinde Sultan Ahmed Meydanı nda Sultan Abdülaziz in de katıldığı bir törenle açılan "Sergi-i Osmani" dir. Çeşitli el sanatları ile tarım ve sanayi ürünlerinin yer aldığı bu sergiye İmparatorluk sınırları içinde kalan ülkelerden olduğu gibi bazı Avrupa ülkelerinden de katılımlar oldu.
    * İstanbul a ilk tünel yine Sultan Abdülaziz zamanında Fransız Mühendis Emile Gavand tarafından yapıldı ve bu tünel 17 Ocak 1874 günü hizmete girdi. Dünyanın üçüncü yeraltı treni olan bu tünel 575 metre uzunluğunda ve 7 metre genişliğindedir.


    * Türkiye de Meşrutiyet in ilk ilanı, 23 Aralık 1876 (Sultan İkinci Abdülhamid).


    * İlk olarak Sultan İkinci Abdülhamid döneminde açılan okullar: Mekteb-i Hukuk-i Şâhâne (Hukuk), Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne (Tıp), Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne (Siyasal Bilgiler), Mekteb-i Şâhâne Hendese-i Mülkiye (Teknik Üniversite), Halkalı Yüksek Ziraat Mektebi, Orman ve Madenler Mektebi.


    * Haydarpaşa - İzmit - Ankara demiryolu ilk olarak 1888 yılında İkinci Abdülhamid in Almanya dan aldığı mâli destekle gerçekleştirildi. Ankara - Bağdat demiryolu hattının yapımına girişildi.


    * İlk Boğaziçi Köprü Projesi de Sultan İkinci Abdülhamid döneminde yapıldı. 1900 yılında, Anadoluhisarı ile Rumeli Hisarı arasında bir köprü kurulması için Bosphorus Railroad Company adlı şirket çalışmalara başladı. Köprü üzerine demiryolu döşenmesi de planlanmıştı. Böylece, Avrupa dan kalkan bir tren Bağdat a kadar gidebilecekti. Ancak iç karışıklıklar ve Sultan Abdülhamid in tahttan indirilmesi o zaman için bu projenin gerçekleştirilmesine engel oldu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Oriental -- 19 Temmuz 2008; 13:56:47 >




  • ekledim imzayi kardess
  • yeni arkadaşları ekledim.hoşgeldiniz.

    Surlarönünde başlığı değiştirdim.

    Hurmacı bir önceki fotoğraflar çok güzeldi.

    Magnum_1453 Allaha'a şükür gelebildin.
  • GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...(DEVR-İ KADİM)

    Hepimizin acı tatlı bir çocukluğu vardır arkadaşlar...
    Kimimiz zorlu bir yaşamın sırtında yürümeye mecbur kalırken,kimimizde şartların elverişliliği sayesinde güzel bir çocukluk geçirmişizdir...
    Ama her ikisinde de ortak olan şey;Acısıyla tatlısıyla çocukluk devresini yaşadığımızdır...
    Büyüklerimizin şefkatli elleri bir çoğumuzun yumuşacık al yanakları üzerinde dolaşmış,bu sıradada bizi elleriyle okşayan en çok da dedelerimizin gözlerini uzağa dikerek ahhhh ahhh nerde o çocukluk günlerimiz dediklerine belki sizde şahit olmuşsunuzdur...
    Bunların ötesinde misafirlik de olsun,ya da aile içi sohbetlerde olsun eskiye eskilere hep bir özlem vardır...
    Her defasında da söylenen cümle aynıdır:NERDE O ESKİ ZAMANLAR....
    Yani her defasında bir bilinmezlik çemberi içinde yuvarlanan bu sözlerde kastedilen eski zamanın hemde daha canlı olan şimdiki zamandan ne farkı vardı..?
    Evet belki eski zamanda teknoloji şimdiki gibi rahat değildi gelişmiş değildi ama hiçbir zaman unutulmayacak ve her defasında NERDE O ESKİ ZAMANLAR sözünü tekrarlatacak eski bir nur vardı...
    Şimdi gelin isterseniz bir an gözlerimizi kapayıp,geçmişi;Beynimizin sıcacık loş odalarında aramak yerine,mazinin bize bıraktığı karelerle takip edelim...
    Eminim bir çoğumuzun içinde o zamanları görmemiş olmamasına rağmen bir çok duygusal hal belirecek ve o geçmiş zaman denilen mekansız saadetin içinde yuvarlanırken AHHH NERDE O ESKİ ZAMANLAR demekten kendimizi bizde alamayacağız...
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Oriental -- 9 Mayıs 2008; 15:29:56 >




  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    KÜLTÜR



    Kulpsuz fincanlar, altın ya da gümüşten yapılan "fincan zarfı" adlı muhafazalara konurdu.
    Osmanlı'da kahve ikramı özel bir sunumdu. Kimi yerlerde kahveden önce lokum ya da bir şekerleme ikram edilir, daha onun tadı ağızdan geçmeden acı bir kahve servis edilirdi. Kahveyi ikram edecek olan mutlaka saçlarını düzeltir, temiz ve uzun bir entari giyerdi. Konukların çocuklarına usulen kahve tutulmazdı. İçmek isteyenlere ise "içersen Arap olursun" diye uyarılar gelirdi (bugün bile öyle değil midir?). Makbul kahve evde kavrulup çekilen ve mangal külünde pişirilen kahveydi. Buna "kül kahvesi" derlerdi ve bu kahvenin tadına doyum olmazdı. Bayramlarda konuklara kahve zarflı fincanlarda, diğer günlerde tabaklı fincanlarda ikram edilirdi. Sarayda kahve sitilin içine konur, ondan konuklara ikram edilirdi. Sitil, üç zincirli bir tas içine konan kahve güğümüdür. Osmanlı döneminde kahve fincanda tüketildiği için sitille gelen görevli, sürekli kahveleri tazeler, kahve dağıtımı aksamasın diye büyük sitillerle servis yapardı. Bazen, kahveye farklı bir tat kazandırmak için, kahvenin içine çiçek suyu, akambar ya da kakule katılırdı.

    Fincan endüstrisi Osmanlı döneminde oldukça gelişmişti. Kütahya ve İznik fincanları "okkalı cinsinden" çok rağbet görüyordu. Ufak bir kaseye benziyorlardı. İçlerinde fağfurdan (çok kaliteli Çin porseleni) olup da Doğudan getirilen ithal malı fincanlar da vardı. Bunların aynısı memleketimizde yapılıyordu. Bir de lülecilerin İstanbul Tophane'deki imalathanelerinde lüle çamurundan fincanlar yapılıyor, pişiriliyordu. Kapitülasyonlar yerli imalatı baltalamış, imalatçı dışarıdan ucuz gelen mallarla rekabet edemeyince, bu fincan imalatçıları piyasadan çekilmek zorunda kalmıştı. Osmanlılar sadece Çin'den porselen fincan getirmediler. Saksonya ve Sevres porseleninden, saray için özel olarak fincan imal ettirildi.

    Kulpsuz fincanlar, altın ya da gümüşten yapılan "fincan zarfı" adlı muhafazalara konurdu. Zarf kulplu olurdu ve hem tutamak görevini görür hem de fincana bir zerafet katardı. Ne yazık ki, zarflı fincanlar günümüzde özel tasarımlar dışında üretilmiyor.

    Viyana Kuşatması sırasında Osmanlılara tercümanlık yapan Kolschitzky adlı Polonyalı, ikili oynayarak yenilgimizin nedenlerinden biri oldu ve bizi içerden vurdu. Karşılığında, hem Viyanalılardan para ödülü, hem de Osmanlı'nın çekilirken bıraktığı kahve çuvallarını aldı. O zamana dek kahveyi hiç tanımayan Avusturyalılar, biraz da savaşta üzüm bağlarının yokolması nedeniyle o yıl şarap yapamadıklarından, Kolschitzky'nin açtığı kahvehanedeki Türk kahvesinin müdavimi oldular. Kahvenin telvesini süzüp, balla tatlandıran Polonyalı, Viyanalılara kahveyi sevdirdi. Hatta sonra kahveye süt de katarak çeşitlendirdi ve literatüre sütlü kahveyi soktu.

    Kahve 1827 yılına kadar tahta dibeklerde veya tahta demir karışımı aletlerde öğütülürdü ve "Dibek Kahvesi" diye anılan ve makbul sayılan kahvehane türü vardı. 1827’de tüfenkçi ustalarından Selim adlı bir sanatkar, kahve değirmenini icat etti. Kahveler evlerde de öğütülmeye başlandı.




  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi SurlarÖnünde -- 7 Mayıs 2008; 23:53:23 >
  • ASLANIYLA BERABER GEZEN BİR PAŞA:CEZAYİRLİ HASAN PAŞA

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

    III. Selim saltanatında 3 Aralık 1789 - 19 Mart 1790 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı ve askeridir. Evcilleştirdiği bir aslan ile birlikte dolaşması ile meşhur olmuştur.

    "Palabıyık" lakabı ile anılırdı. Aslen Balkan Pomak asıllı olduğu bilinmektedir.osmanlıların cezayir valilerine dayı denirdi soyununda lakabı dayı olarak kaldı Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşının devam ettiği 1738 yılında, Yeniçeri ocağına kaydoldu ve bazı muhaberelere katıldı. Belgrad'ın kuşatılması sırasında gayret ve cesaretini gösterdi.

    1761 Nisanında kalyon kaptanı olarak Osmanlı donanmasına giren Hasan Paşa, 1762'de riyale, 1766'da patrona ve bir yıl sonra da kapudane rütbesine kadar yükseldi. 6 Temmuz 1770'te Çeşme Deniz Savaşı'nda Rusların Osmanlı donanmasını yaktığı haberini, Çanakkale Boğazı'na kadar gelerek bildiren Hasan Paşa'ya, beylerbeyi rütbesi verildi.

    Rusların Çeşme faciasından sonra Limni Adasını kuşatması üzerine, adaya giderek oranın savunmasını üstlendi. Rusları adadan uzaklaştırmayı başardı. Bu başarısından dolayı vezirlik rütbesiyle kaptan-ı derya tayin edildi. Boğaz seraskerliğine, ardından Rusçuk seraskerliğine getirildi.

    Özi kalesinin düşmesi üzerine, muhaliflerin aleyhinde yaptıkları propagandalar sonucu kaptan-ı deryalıktan azledildi. Sultan III. Selim zamanında İsmail Kalesine serasker olan Hasan Paşa, gösterdiği başarılardan sonra sadrazam ve serdar-ı ekrem tayin edildi. Hayatı sürekli cephede geçen Gazi Hasan Paşa, 19 Mart 1790'da Şumnu'da vefat etti.

    Devlete sadık, gayretli ve sözünü esirgemeyen bir kişi olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, mal varlığının büyük çoğunluğunu devlet işlerine harcamış, öldüğünde tahminlerin çok altında bir servet bırakmıştır. Amerika Birleşik Devletlerini haraca bağlamış ve Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez sadece osmanlı imparatorluğuna vergi ödemiştir.Ayrıca cömertliğiyle bilinende paşa Osmanlı-rus savaşı çıktığında sefer masrafları için devlete 12.000 kese altın bağışladığıda bilinmektedir.




  • NAPOLYON MISIRI İŞGAL EDEBİLMEK İÇİN MISIRLILARA BEN DE MÜSLÜMANIM DEMİŞTİ

    Mısır'ı 1798'de işgale kalkan Napolyon Bonapart, Mısırlılar'ı yanına çekebilmek için bir bildiri dağıtmış ve ‘‘Buraya gaspedilmiş haklarınızı iade için geldim. Ben, Allah'a Mısır'ın başında olan Memlükler'den daha fazla inanıyorum. Hazreti Muhammed'e ve hayran olduğum Kur'an-ı Kerim'e büyük hürmet gösteriyorum’’ demişti.
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

    19 Mayıs 1798 sabahı Toulon'dan demir alan 600 gemilik Fransız donanması, taşıdığı 40 bin asker ile 1 Temmuz sabahı İskenderiye önlerine ulaştı. Napolyon, askerlerine yol boyunca 'Mısır'ın halkı Müslüman'dır. İnançlarına ve ádetlerine hürmet edin' demişti.
    Mısır valisi olan Ebubekir Paşa'nın, Fransız işgali karşısında yapacağı pek bir şey yoktu. Mısır, o dönemde resmen Osmanlı toprağı sayılıyordu ama asıl güç zaten ülkeye asırlardan beri hákim olan Memlükler'in elindeydi.

    Napolyon'un karaya çıktıktan sonraki ilk işi, gemide hazırlatmış olduğu Arapça bir beyannameyi halka duyurmak oldu. Beyannamede şöyle deniyordu:

    'Kafkas dağlarından ve Gürcistan'dan getirilmiş olan Memlükler, dünyanın en güzel yerini çoktan beridir zulüm altında tutuyorlar. Fakat her şeye kadir olan Allah artık bu hükümdarlığın son bulmasını emretti.

    Ey Mısırlılar! Size, benim buraya dininizi yıkmak için geldiğim söylenecektir. Bu açık bir yalandır, inanmayınız. Zalimlere benim buraya gaspedilmiş haklarınızı iade için geldiğimi, Allah'a Memlükler'den daha fazla inandığımı ve Hazreti Muhammed ile hayranlığımı celbeden Kur'an-ı Kerim'e hürmetkár olduğumu söyleyiniz. Nerede verimli arazi, kıymetli elbiseler, güzel esirler ve mükemmel evler varsa, hepsi Memlükler'e ait. Eğer Mısır onların çiftliği ise Allah'ın bunu onlara verdiğine dair tapu senetlerini göstersinler. Allah adildir ve merhametlidir. Bundan böyle herkes idareye ortak olacak ve mutlu şekilde yaşayacak.

    Ey şeyhler, imamlar, ve diğer önde gelenler! Halka Fransızlar'ın da hakiki Müslüman olduklarını ve Osmanlılar'ın şevketli padişahı ile her zaman dost bulunduklarını söyleyiniz. Amacımız, padişaha asi olan Memlükler'i ezmektir. Bize hemen destek verecek olanlar müsterih bulunsunlar. Fakat Memlükler'e katılacak olanların vay haline!. Onlar için hiçbir selamet yoktur ve dünyadan izleri silinecektir'.

    Halkı yanına çeken Napolyon kısa sürede Memlükler'i mağlup etti ve 22 Temmuz'da Kahire'ye girdi. Mısır artık Fransızlar'ın elindeydi. Napolyon Kahire'de kaldığı sürece sık sık dini törenler yaptırdı ve böylelikle halkın direnişe kalkmamasını sağladı.

    Napolyon, Mısırlılar'ı dini propagadayla kandırmıştı. Ama İngilizler Ebukir limanındaki Fransız donanmasını ani bir baskınla perişan edince işin rengi değişti. Fransızlar'ın anavatanlarıyla irtibatı kesildi. Osmanlılar da bu sırada Fransa'ya karşı siláhlı bir koalisyon kurmuşlardı. Mısır'daki güvenliklerini sağlayabilmek için Suriye'yi de ele geçirmeye çalışan Fransız kuvvetleri ise Akka Kalesi'ni kuşattılar ama büyük kayıplar verdiler. Suriye harekátı hezimetle sonuçlandı.

    Çaresiz kalan Napolyon, takviye birlikler getirmek bahanesiyle idareyi generallerinden Kleber'e devretti ve 22 Ağustos 1799 gecesi birkaç adamıyla beraber Mısır'dan ayrılıp Fransa'ya döndü. Fransızlar'ın Mısır'da hákimiyetleri ise bir süre daha devam etti ama 1801'de Kahire'den, aynı yılın Ağustos'unda da İskenderiye'den çekilmek zorunda kaldılar. Napolyon Bonapart, İslamiyet'i kullanma teşebbüsünün faydasını çok kısa bir süre görebilmiş ve Mısır seferi tam bir rezalet olmuştu.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Oriental -- 8 Mayıs 2008; 2:19:19 >




  • @magnum_1453 Tekrardan Hoşgeldin Yeni arkadaşlar sizlerde Hoşgeldiniz

    Süper paylaşımlar

    @kArpUz3
  • bastır magnum


    teşekkürler herkese
  • Cem Sultan

    Cem Sultan (1459 - 1495), Fatih Sultan Mehmet'in oğullarından biridir. Babasının yerine geçemeyince kardeşi II. Bayezid ile savaşmış ve sonra da Rodos şövalyeleri tarafından kandırılarak esir edilmiştir. Fransa'da esaret çekerken ölmüştür.

    3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine Amasya'da bulunan Şehzade Bayezit ve Konya'da bulunan Cem Sultan'a haberciler gönderildi. Ancak Cem Sultan'a gönderilen haberci, yolda Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalandı. Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Duruma kızan Yeniçeriler ayaklanıp sadrazam Karamanlı Mehmed Paşa'yı öldürdüler ve Şehzade Bayezid'in, İstanbul'da bulunan oğlu Korkut'u saltanat naibi ilan ederek onu taht'a çıkardılar. Şehzade Bayezid, İstanbul'a varır varmaz devlet idaresini eline aldı.

    Cem Sultan ise 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481'de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan'ın üzerine gönderdi. 28 Mayıs'ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa'da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı.

    Sultan II. Bayezid'e bir mektup gönderen Cem Sultan, Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı teklif etti. Sultan II. Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan'ın üzerine yürüdü. Yenişehir Ovası'nda yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya'ya geldi. Oradan da yanına ailesini de alarak Kahire'ye, ve oradan da Hac mevsiminde Hicaz'a gitti.

    Hac'dan sonra tekrar Kahire'ye gelen Cem Sultan, ağabeyi Sultan II. Bayezid'den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu. Ancak Cem Sultan bunu kabul etmedi. İkinci bir teklifi de geri çeviren Cem Sultan, tekrar ülkesine döndü.

    27 Mayıs 1482'de Konya'yı kuşatan Cem Sultan, Sultan İkinci Bayezid'in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara'ya gitti. Oradan da tekrar Mısır'a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d'Aubusson onu Rodos'a davet etti. 29 Temmuz'da Rodos'a giden Cem Sultan, yapılan antlaşma gereğince istediği zaman adadan ayrılacağını düşünüyordu ancak şövalyeler buna hiçbir zaman izin vermediler ve Cem Sultan esir hayatı yaşamaya başladı.

    Cem Sultan oradan, Fransa'ya gönderildi. Cem Sultan'ın Fransa'dan başka bir ülkenin eline geçmesini Osmanlı Devleti açısından sakıncalı gören Sultan II. Bayezid, Fransa'ya bir elçi gönderek Cem Sultan'ın Fransa'da tutulmasını istedi.

    Cem Sultan'ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII. Innocentius idi. Papa, Cem Sultan'ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan'a Hıristiyan olma teklifinde bulundu. Ancak Cem Sultan bunu kesinlikle reddetti.

    Sultan Cem`in Roma halkının fakirlerine para vermesi henüz insan sevgisinin tam oturmadığı Avrupa`da Cem Sultan`nın bu hareketi taraftar toplama olarak karşılandı.


    Cem Sultan ve kardeşi Mustafa'nın Bursa'daki TürbeleriCem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırm Bayezid'in Timur'un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük hadisedir. Rumeli'den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 13 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa'nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.

    Cem Sultan'ın bakım masrafları için Papa, Sultan İkinci Bayezid'den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan'ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.

    Cem Sultan, 25 Şubat 1495'de vefat etti. Sultan II. Bayezid bu olaya çok üzüldü ve üç gün yas ilan etti ve Cem Sultan'ın gıyabında cenaze namazı kıldırdı, Cem Sultan'ın naaşını alabilmek için uğraştı.

    Vefatından 4 yıl sonra 1499 yılının Ocak ayında Cem Sultan'ın cenazesi Osmanlı topraklarına getirilerek Bursa'da kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü.




  • Yavuz ve Midilli Olayı
    Yavuz ve Midilli Olayı, asıl adı SMS Goeben (Yavuz) olan Alman yapımı Moltke Sınıfı ağır kruvazörün ve asıl adı SMS Breslau (Midilli) olan Alman yapımı Magdeburg Sınıfı hafif kruvazörün İngiliz Akdeniz Donanması'ndan kaçarak Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul'a sığınması olayıdır. Bu gemilerin İstanbul'a sığınması Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşına girmesinde önemli bir katalizör görevi oynadı.

    Giriş
    Alman (sonradan Osmanlı İmparatorluğu) savaş kruvazörü Breslau (Midilli).1912 yılında Alman Kayzer Deniz Kuvvetleri'nin Akdeniz görevi için yalnız koramiral Wilhelm Souchon kumandası altındaki Goeben ve Breslau adlı gemileri Akdeniz'de bulunuyordu. Herhangi bir savaş halinde filonun görevi Cezayir'den Fransız kolonyal askerlerini taşıyan gemilerini engellemekti.


    Takip
    3 Ağustos günü Almanya'nın Fransa'ya savaş açtığını öğrenen ve daha önce Afrika sahillerine yakın bir konumda olan Souchon, üstlerinden bir an önce Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a gitme emri aldı. Afrika sahillerini bombalama hedefine çok yakın olan Souchon, ilk önce bu hedefini gerekleştirmek için şafak vakti Bône ve Philippeville limanlarını bombardımana tuttu. Daha sonra kömür almak için Messina limanına doğru yola çıktı.

    Yolda Indomitable ve Indefatigable isimli İngiliz savaş kruvazörleri ile karşılaşan Souchon, İngiltere'nin daha Almanya'ya savaş açmamamış olmasından (O günün akşamı Almanya'nın Belçika'yı işgal etmesinden sonra savaş ilanı yapıldı) yararlanarak hızlıca kaçmaya başladı.

    Bu kaçış sonucunda arkasında İngiliz savaş kruvazörleri olmasına rağmen Goeben ve Breslau, Messina limanına 4 Ağustos gece yarısı ulaşabildiler. Burada istediğini bulamayan Souchon, Osmanlı'nın halen savaşa girmemiş olması ve Avusturya'nın yardım sozünü tutmamış olmasına rağmen Çanakkale Boğazı'na doğru yola çıktı.


    Kaçış
    Souchon arkasında İngiliz hafif ve ağır kruvazörleri olmasına rağmen zor şartlar altında da olsa 10 Ağustos öğleden sonrası Çanakkale Boğazı'na ulaşabildi. Burada geçiş iznini bekleyen Souchon, Almanya'nın İttihat ve Terakki Partisi üzerindeki ağırlığını iyice koyması ve Osmanlı Savaş bakanı Enver Paşa'nın izni vermesi üzerine İstanbul'a doğru yola çıktı. Bu izin Çanakkale Boğazı'na her türlü bakımdan ihtiyacı olan Rusya'yı çok sinirlendirdi.


    16 Ağustos'ta İstanbul'a ulaşan Goeben ve Breslau gemileri Osmanlı Donanmasına katılarak Yavuz Sultan Selim ve Midilli isimlerini aldılar. Buna karşın Souchon halen gemilerin kumandanı, Alman mürettebat ise yerinde idi.

    Gemilerin satın alındığı Çanakkale'ye şu bildiriyle duyurulmuştu:

    “ Dahiliye Nezâreti
    Kale-i Sultaniye Mutasarrıflığı'na

    Almanya Hükûmeti bu iki zırhlının [Goeben ve Breslau] Devlet-i Aliyye'ye satılmasına karar verdiğini tebliğ etdiğinden dolayı Kale'ye duhûllerine muvâfakat edildiğini ve mürettebâtının İstanbul'dan sevki ve bayrağının tebdîli derdest olduğunu ve bu muameleden haberdâr olmayan kaptanların harekâtından dolayı hükûmetin müteessir ve müteessif olduğunu ve binâenaleyh Devlet-i Aliyye'nin bitaraflık hukukuna şiddetle riâyetde sâbit idüğünü cevaben tebliğ ediniz.

    29 Temmuz [1330] / [11 Ağustos 1914]

    BOA, DH. KMS, 27/2



    Buna misilleme yapan Churchill Sultan Osman I ve Reşadiye isimlerinde İngiliz tersanelerinde bitmek üzere olan Osmanlı gemilerini Osmanlı'ya göndermeme kararı aldı. Bunu Ingilizler böyle anlatmaktadırlar, fakat bu gemilerin Türklere ilk olarak verilmemesi Almanlara bu gemilerin teklif edilme imkanını sağlamıştı.


    Sonuçları
    Ağustos'ta çabuk bir zafer bekleyen Almanya, Osmanlı İmparatorluğunun tarafsız kalmasından hoşnuttu. Ayrıca Marmara Denizi'ndeki Goeben gibi güçlü bir savaş gemisi İngiliz Donanması'nın Çanakkale Boğazı'na yaklaşmasını engelliyordu. Fakat Eylül'de alınan Birinci Marne Savaşı yenilgisi ve Rusya'nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na karşı üstünlüğü Almanya'nın Osmanlı gibi bir müttefiği savaşta yannda görme isteğini artırdı. Bunun üzerine Osmanlı'nın 27 Eylül günü Çanakkale Boğazı'ndan bütün gemi geçişlerini yasaklamasi -ki Rusya'nın mevcut olan ihracat-ithalat trafiğinin %90'ı o sıralarda bu rotadan sağlanıyordu- bütün gerilimi artırdı.

    Süregelen Rus ve Fransız diplomasisi Osmanlı İmparatorluğunu savaşın dışında kalmaya ikna etse de, 29 Ekim günü Amiral Souchon'un Goeben, Breslau ve birkaç Osmanlı savaş gemisinden oluşan bir donanmayla Odessa, Sevastopol ve Tedosya limanlarını bombalaması bir dönüm noktası oldu ve 2 Kasım'da Rusya 5 Kasım'da İngiltere sırasıyla Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaş ilan ettiler.

    Osmanlı İmparatorluğunun savaşa girmesi ile savaşta çok sayıda yeni cephe açıldı




  • 93 Harbi

    93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde yapılan bir Osmanlı-Rus savaşıdır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Hem Tuna Cephesi'nde, hem de Kafkasya Cephesi'nde savaşılan 93 Harbi Osmanlı Devleti için büyük bir yenilgiyle sonuçlanmış; hem büyük bir toprak kaybına neden olmuş, hem de Rus ordusunun İstanbul'un eşiğine (Yeşilköy) kadar gelerek[1] Osmanlı Devleti'nin varlığını tehdit etmesiyle sonuçlanmıştır.

    Savaşı hazırlayan koşullar
    93 Harbi'nin en önemli nedenleri arasında Rusya'nın Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki Ortodoks vatandaşları üzerindeki etkisini arttırma amacı sayılabilir. İngiltere ve Fransa Rusların güçlenmesini istemediğinden Osmanlıların yanında olmayı tercih etmiştir.

    17 Haziran 1876Ayrıca Osmanlı hazinesi Sultan Abdülmecit'in döneminden beri yapılan aşırı harcamalar sonucu Avrupa'ya karşı ağır bir şekilde borçlanmıştı ve bu borçları ödeyebilmek için Balkanlardaki vergiler yükseltilmişti. Bu ağır vergiler Balkan halkları arasında hoşnutsuzluk yaratmıştı. Ayrıca Kafkaslar'dan Ruslar tarafından göçe zorlanan Çerkez, Abhaz gibi Müslüman gruplar Balkanlar'da yerleştirilmiş[2]; bu göçmenlerle Balkanlar'da yaşayan Hristiyanlar arasında büyük bir düşmanlık ortaya çıkmıştı. Nisan 1876 yılında ortaya çıkan Bulgar isyanları bu Müslüman göçmenlerin yardımıyla bastırıldı ama isyanların bastırılması sırasında ölen Bulgarlar için Avrupa'da büyük bir sempati oluştu. İsyanlar sırasında ölen Müslümanların sayısını hiçe sayan Avrupa basını Osmanlı Devleti'ne karşı çok olumsuz bir hava oluşturdu. Osmanlı Devleti'ni Bulgarlar, Sırplar ve Romenlere daha geniş bir özerklik vermeye zorlamak için İstanbul'da bir konferans toplandı.

    Tersane Konferansı adı verilen bu konferansın kararlarını yumuşatmak için tahta yeni çıkmış olan II. Abdülhamit konferansın toplandığı 23 Aralık 1876 günü alelacele I. Meşrutiyet'i ilan ettiyse de, konferans Osmanlı Devleti'ne karşı çok ağır kararlarla sonuçlandı. Bu kararların Osmanlı Devleti'nce reddedilmesi üzerine Rusya, Paris Antlaşması'nın (1856) Karadeniz'de tersane ve savaş gemisi bulundurulmayacağına ilişkin hükümlerini tanımadığını bildirdi. Ardından da Ortodoks uyruklarına söz konusu antlaşmadaki hükümleri uygulaması için Osmanlı Devleti'ne baskıda bulunmaya başladı. Bu sırada İngiltere, Rusya'nın Osmanlılara savaş ilan etmesini önlemek amacıyla Londra Konferansı'nın toplanmasına önayak oldu. Ama Osmanlılar konferansta hazırlanan protokolü içişlerine müdahale sayarak reddettiler. Ülkedeki Panslavist akımların etkisiyle protokolün reddini bir savaş nedeni sayacağını önceden bildirmiş olan Rusya 24 Nisan 1877'de Eflak ve Boğdan'a girerek Osmanlılara savaş açtı. Osmanlılar, Kafkasya ve Tuna olmak üzere iki cephede, kendilerinden üstün durumdaki Rus ordusuna karşı zorlu bir savunma savaşı vermek zorunda kaldılar.


    Kafkasya cephesi
    Kafkasya cephesinde Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri, General Loris-Melikov komutasındaki Ruslara karşı uzun süre direndi. Nisan - Mayıs 1877'de Doğubeyazıt ve Ardahan Ruslarca işgal edildi. Ama Halyaz ve Zivin'de Rus orduları yenilgiye uğradı. Gedikler (25 Ağustos) ve Yahniler (4 Ekim) çarpışmaları Osmanlıların zaferiyle sonuçlandı. Rusların 15 Ekim'deki Alacadağ Çarpışması'nda kazandığı zaferle Kafkas cephesindeki Osmanlı kuvvetleri çözülmeye başladı. Kasım 1877'de Kars'ı ele geçiren Rus Orduları Erzurum'a yöneldi.Ahmed Muhtar Paşa Kars-Erzurum arasında kurduğu savunma hattında kış koşullarını iyi değerlendirerek üstün bir savunma savaşı verdi[3]. Nene Hatun ve diğer Erzurumlu vatandaşların Aziziye tabyasında büyük bir cesaretle yaptıkları savunma 93 Harbi'nin unutulmayan anlarını oluşturdu. Erzurum Rusların eline geçti. Savaşın bitmesinden sonra Rus ordusu Erzurum'dan geri çekildi ama Kars ve Ardahan Berlin Antlaşması'yla Rusya'ya bırakıldı. Bu şehirler Brest-Litovsk Antlaşması'na kadar Rusya'nın elinde kaldı.





    Şıpka Geçidi Savaşı

    Gazi Osman Paşa Tuna Cephesinde ise Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Rusçuk, Silistre, Şumnu ve Varna arasında bulunan Doğu Tuna Ordusu, Vidin'de üslenen Batı Tuna Ordusu ve ikisinin arasında yer alan Balkan Ordusu olmak üzere üç ordudan oluşuyordu. Tuna Cephesi savaşları Rusların 21 Haziran 1877'de saldırıya geçmesiyle başladı. Tırnova ve Niğbolu'yu alan İosip Gurko komutasındaki Rus birlikleri 19 Temmuz'da stratejik açıdan büyük önemi olan Şıpka Geçidini ele geçirdiler[4]. Süleyman Hüsnü Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri Şıpka Geçidi'ni geri almak için çarpışırken Grandük Nikolay Nikolayeviç komutasındaki Rus birlikleri Osmanlı ordusunu Plevne'de abluka altına aldılar. Gazi Osman Paşa'nın 145 gün boyunca cesaretle sürdürdüğü Plevne Savunması ezici bir sayı üstünlüğü bulunan Rus ve Romen orduları karşısında 10 Aralık 1877'de başarısızlıkla sonuçlandı[5]. Plevne'nin düşmesinden sonra Sırplar da Osmanlılara karşı yoğun saldırıya geçtiler. Hızla ilerleyen Rus orduları Kazanlık, Samokov, Yeni Zağra, Çırpan, Tırnova ve Filibe'yi aldıktan sonra Meriç Nehri'ni geçti. 20 Ocak 1878'de Edirne düştü. Ruslar Silivri'yi de alarak Ayastefanos'a (Yeşilköy) kadar ilerlediler.Savaş Osmanlıların isteği üzerine imzalanan Ayastefanos Antlaşması'yla son buldu. Ama Avrupa'da dengenin Rusya lehine bozulduğunu gören Avusturya, İngiltere, Fransa ve Almanya bu antlaşmaya karşı çıktılar. Berlin'de uluslararası bir konferans toplandı ve 13 Temmuz 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması'yla savaş sona erdi.

    Savaşın sonuçları
    93 Harbi, Osmanlı Devleti'nin dağılma sürecini başlatan ilk önemli olaylardan biri sayılır. II. Abdülhamit'in, yenilgiden sorumlu tuttuğu Meclis-i Mebusan'ı süresiz tatil ederek Kanun-i Esasi'yi askıya alması, ayrıca savaş sonrasında Balkanlar'la Kafkasya'dan Anadolu'ya gelen 1 milyonu aşkın göçmenin yol açtığı toplumsal ve ekonomik bunalım öbür önemli sonuçlarıdır. Başlangıçtaki başarılara karşın ordunun donatım eksikliği ve teknik yetersizlikleri, özellikle Tuna cephesindeki komutanlar arasında görülen geçimsizlik ile II. Abdülhamit'in doğrudan ve yanlış müdahaleleri yenilginin başlıca nedenleri arasında gösterilir.



     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




  • II. Abdülhamit
    Babası Abdülmecit

    II. Abdülhamit 34. Osmanlı padişahıdır.

    Sultan Abdülmecit'in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecit'in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi Abdülhamit'i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamit'in eğitimiyle de yakından ilgilendi. Abdülaziz 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamit'i de beraberinde götürdü.

    Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla görevden alınarak Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.[1] Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı.

    33 yıl padişahlık yaptıktan sonra 27 Nisan 1909’da tahttan indirildi, 3 yıl Selanik'te bir konakta ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'a Beylerbeyi Sarayına getirildi. 10 Şubat 1918’de de İstanbul’da vefat etti. Büyükbabası için Divanyolu'nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi'inde yatmaktadır.

    Fransız Akademisi üyesi tarihçi Kont Albert Vandal tarafından II. Abdülhamit için Le Sultân Rouge (Türkçe: Kızıl Sultan) denmiştir.
    Adı
    II. Abdülhamit'in ismi Latin harfli Türkçe metinlerde Abdülhamit, Abdülhamid, Abdulhamit, Abdulhamid gibi değişik imlalar ile yazılır. Türk Dil Kurumu, günümüzde Abdülhamit şeklindeki yazımı benimsemiştir.[2]


    Şahsiyeti
    Fiziksel görünümü ve kişiliği

    II. Abdülhamit (1876)Sultan Abdülhamit uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Güçlü bir zekası vardı ve kültürlü bir padişah olarak yetişti. Çok güçlü bir hafızaya sahiptir. Bir gördüğünü bir daha unutmazdı. Açık ve net bir konuşması vardı. En önemli özelliklerinden biri, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlemesiydi.[3]

    Sultan Abdülhamit oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:

    “ Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur'ân-ı Kerîm okurdu.Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı.Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus"i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: "Din ve fen," derdi. "Bu ikisine de itikat etmek caiz" olduğunu söylerdi. ”




    Sultan Abdülhamit çalışkan bir padişahtı. Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir.[5]Kendisini devlet işlerinde görevli sayıp, çalışma saatleri dışında usta bir marangoz olarak atölyesinde çalışmıştır. Ayrıca Sultan gençliğinde at binme, yüzme, atıcılık gibi sporlara merak duymuştur. Tiyatro ve operaya da büyük ilgi duyardı. Yıldız Sarayı'nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi. En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedric Schiller'in Haydutlar adlı eseridir.. La Traviata, Aida, Karnım, Faust, Maskot en sevdiği operalardandır.[6]


    Kitap kolleksiyonu
    Abdülhamit matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirtip kaliteli divan eserleri bastırmıştır. Mesela Cem Sultan Divanı'nı mükemmel bir şekilde bastırıp bazı nüshalarını İngiltere'ye, Almanya'ya ve Amerika'ya göndertmiştir.[7]

    Abdülhamit dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamit'in 2 ile 5 bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı ve bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kaybolmuştur. Sherlock Holmes'un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıca'ya tercüme ettirmiştir.[8]

    Abdülhamit Yıldız Sarayında çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu. Bu kütüphane 4 bölümden oluşmaktaydı:

    Yabancı dillerde Türkiye ile ilgili yazılmış eserler. Bunların içerisinde elyazması pek çok kitap vardır. Bunlar özel olarak tercüme ettirilerek telif hakkı ödenmiş kitaplardır. Dolayısıyla bunları basmak ve dağıtmak yasaktı. Tek nüshadırlar.
    Ayrıca kütüphane Avrupa'da çıkan bütün önemli gazetelere aboneydi. Dolayısıyla son derece zengin bir süreli yayın koleksiyonu mevcuttu.
    Roman ve hikâyeler bölümü: Toplam 6 bin kadar kitap özel olarak saray için çevrilmiştir. Bu romanlar haremde de okunur ve elden ele gezer, sonra kütüphaneye teslim edilirdi. Mesela Carmen Silva'nın bütün eserleri mevcuttu. Kütüphanenin bir de Arapça ve Farsça eserleri içeren kısmı vardı ama bu kısım diğerlerine nazaran fakirdi.
    Coğrafya ve seyahatnameler koleksiyonu. "Yıldız duvarlarının çevirmiş bulunduğu mahdut bir orman içinde hayat geçiren Abdülhamit, sanki bütün dünyayı buradan seyredercesine" bu eserleri okurdu.

    Hakkındaki beyanlar
    Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Sultan Abdülhamit'e karşı olan Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını aşağıdaki şiirleri ile dile getirmişlerdir.

    “ Tarihler adını andığı zaman,

    Sana hak verecek hey Koca Sultan,
    Bizdik utanmadan iftira atan,
    Asrın en siyasi Padişahına
    - Rıza Tevfik



    .

    “ Padişahım gelmemişken yada biz,

    İşte geldik senden istimdada biz,
    Öldürürler başlasak feryada biz,
    Hasret olduk eski istibdada biz
    - Süleyman Nazif



    .

    Dünyanın son hükümdarı , son evrensel imparator II.Abdülhamid Han ' dır. İlber Ortaylı Kaynak : ( Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı , sf 285, Mustafa Armağan )

    " Abdülhamid'in idare tarzı azami müsamahadır. " Atatürk , Kaynak : Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı , sf 327 , Mustafa Armağan

    Beylerbeyi Sarayı’nda hapis olan sabık sultanı ziyaretten dönerken Talat Paşa’ya ağlaya ağlaya şu itirafta bulunur: “Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek. ” Enver Paşa,


    Saltanatı dönemi

    Tahta çıkışı
    Abdülhamit tahta çıktığında Osmanlı Devleti büyük bir bunalım içindeydi. 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden sonra Saray ile Babıali arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875'te Devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek Muharrem Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya'nın başını çektiği Pan-Slavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilanı fikri tartışmaya açılıyordu.

    Abdülhamit, tahta geçmeden Mithat Paşa'ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876'da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasi'yi ilan etti. Meclis-i Mebusan ve Âyan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmıştı. Ama egemenliğin kaynağı gene padişahtı.[10]Abdülhamit, Kanun-i Esasi’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa'yı sürgüne yolladı.


    Birinci Meşrutiyet

    Abdülhamit tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusyası Osmanlılara bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da Tersane Konferansı'nı toplayarak Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devletinden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamit siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

    Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisi'nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla kasımda açılıyor, Mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.

    II. Abdülhamit iç ve dış baskılar yüzünden meşrutiyeti ilan etmiş ve Mithat Paşa'yı sadrazam yapmıştı. Bundan dolayı ilk işi de, meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne göndermek oldu. Ardından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını da durdurdu. Ocak 1878'de meclisi yeniden topladıysa da kendisine mecliste yöneltilen eleştiriler üzerine 13 Şubat 1878'de meclisi kapattı. Ama hiçbir işlevi olmayan Âyan Meclisi'ne dokunmadı. Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.




    Ayastefanos Antlaşması

    Ayastefanos Antlaşmasının imzalandığı konakII. Abdülhamit'in karşı olmasına rağmen Midhat Paşa, Damad Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen Osmanlı-Rus savaşı, Osmanlı Devletinin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Rus orduları başkomutanı Grandük Nikolay Nikolayeviç, barış esaslarının mütarekeyle birlikte görüşülmesi şartıyla bu isteği kabul etti ve 3 Mart 1878’de İstanbul'un Yeşilköy semtinde ağır koşullar içeren bu antlaşma imzalandı. Buna göre;

    Osmanlı Devleti'ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak.
    Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek.
    Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek.
    Kars, Ardahan, Batum ve Doğubeyazıt Rusya'ya verilecek.
    Teselya Yunanistan'a bırakılacak.
    Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak.
    Osmanlı Devleti Rusya'ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

    Toprakları elde tutma dönemi [değiştir]Berlin Kongresi Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı Devleti'nden bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamit yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887'de Maraş'a bağlı Zeytun'da, 1891'de ise Siirt'e yakın Sason'da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895'te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul'da Ermeni örgütlerinin Kumkapı'da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu'da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi.

    1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle "Ermeni katliamı" olarak değerlendirildi; liberal Avrupa basınında Abdülhamit aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu. Fransız Akademisi üyesi tarihçi Albert Vandal, ilk defa Abdülhamit hakkında Le Sultan Rouge (Kızıl Sultan) lakabını kullandı.

    1897 yılında, Girit'in Yunanistan'a ilhakını isteyen Yunan hükümetinin Tesalya sınırında ihlallere girişmesi üzerine Osmanlı-Yunan Savaşı çıktı. 15-17 Mayıs tarihinde Dömeke'de yapılan muharebede Yunan ordusu kesin bir yenilgiye uğradı. Avrupa devletlerinin müdahalesi ile mütareke yapıldı. Tesalya sınırındaki bazı değişiklikler dışında savaştan önceki sınırlara dönüldü. Yunanistan Osmanlı Devleti'ne 4 milyon lira savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

    İttihatçılar tarafından Abdülhamit dönemine "İstibdat Dönemi" (devr-i istibdâd) adı verilir.


    Sıkıyönetim dönemi
    II. Abdülhamit Meclis'i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. Meraklı olduğu Sherlock Holmes dedektif hikayelerinden ve amcasının esrarengiz bir şekilde ölmüş olmasından da etkilenen Abdülhamit 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu[11]. Çok sayıda hafiye'den oluşan bu örgütün amacı Abdülhamit'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamit'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamit yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, zaman zaman sıradan insanların veya aydınların hapse atılmalarına veya sürgüne gönderilmelerine neden oluyorlardı.

    Abdülhamit'in sıkıyönetim dönemi her ne kadar demokrasi ve insan haklarıyla bağdaşmadıysa da bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:

    Düvel-i Muazzama'nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.
    İcra`yı baskı altında tutan bir meclis vardı.
    Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.
    240 üyeden sadece 60-70 kadarının Türk asıllı olduğu düşünülürse, gayrimüslimlerin bu meclis üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılabilir.
    Bu meclis ile Berlin Andlaşması imzalansaydı, Balkanlarda kurulan yeni devletler kadar Anadolu'da ve Ortadoğu'da yeni devletler kurulması ihtimali mevcuttu. Almanya Şansölyesi Bismark bu konuda aşağıdaki sözleri ifade etmişti:

    "Biz, Berlin Andlaşmasını, Osmanlı Devleti'nin lehine olsun diye yapmıyoruz; sadece Ayastefanos Andlaşması Avrupalı Devletlerin aleyhine olduğu için buradayız."


    II. Abdülhamit, Meclis'in, bağımsız Ermenistan, Pontus ve Kürdistan gibi devletlerin kurulmasını tartıştığını görünce, 13 Şubat 1878'de Meclisi fesh etti. Bu hareketini, Alman Şansölyesi Bismark şu sözüyle tasvip etmiştir:


    Bir devlet millet-i vâhideden (tek bir milletten) mürekkep olmadıkça (oluşmadıkça), meclis faydadan ziyade zarar verir.

    Durumdan rahatsız olan İngiltere, V. Murat'ı Padişah, Mithat Paşa'yı sadrazambaşbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi 'yi tahrik ederek tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilâlcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamit'in hafiyye denilen gizli teşkilâtını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti.





    İkinci Meşrutiyet

    Abdülhamit’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889'da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908'de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bunun üzerine, Abdülhamit 24 Temmuz 1908'de anayasayı kardeş kanı dökülmesin diye yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908’de açıldı.

    Artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının kışkırtmaları sonucunda, 13 Nisan 1909’da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23/24 Nisan gecesi İstanbul'a girerek ayaklanmayı bastırdı.

    İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya savaşlarına girdi. Üç savaşta da yenilgiyle ve toprak kayıplarıyla çıktı. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.


    31 Mart Ayaklanması ve tahtan indirilişi

    Abdülhamit'in tahttan indirilişi.12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükümet üyeleri tek tek istifa etti.

    Abdülhamit, olayların başlama sebebini hatıratında şu şekilde anlatır:

    Vekâyi'ın(olayların) ve acemi bir idârenin hergün bir sûretle izhâr ettiği mevâdd-ı müşte-ıle(tahrik edici hususlar) elbette infilâk edecekti. Hatta 31 Mart'a kadar te'hîri bile şâyânı-ı hayrettir. Hiçbir kimseye hesap vermek mecburiyetinde bulunmadığım bir zamanda, ma'a'l-kasem(yemin ederek) te'mîn ederim ki ben bir fenalık olmamasına elimden geldiği kadar çalıştım. Tehlikenin te'ehur-i vuku'unda(gerçekleşmesinin gecikmesinde) bu mesâ'î-i hayır-hâhânenin dahli bulunduğunu zannederim.

    Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamit yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.

    İstanbul'da denetimi elinden kaçıran İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi.Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu.Ayaklanmacılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.

    Diğer bir iddiaya göre 31 Mart ayaklanmasını İttihat Terakki, İngiltere ve Abdulhamid'e Filistin nedeniyle husumet besleyen Mason teşkilatları tertip ederek Abdulhamid'i tahttan indirmeyi amaçlamışlardır. Nitekim Abdulhamid'in tahttan inmesiyle Yahudiler Filistin'de toprak satın alma izni almışlardır. İttihad Terakki ise hiçbir etkisi olmayan padişah Vahidettin sayesinde yönetime tamamen hakim olmuştur. Abdulhamid'ten sonra imparatorluk hızlı bir parçalanma sürecine giderek İngiltere'de istediğini elde etmiş oldu.

    Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanıharpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed'in geçirilmesini kararlaştırmasıydı.Ayrıca II. Abdülhamit'in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamit'i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.

    Abdülhamid, Selanik'ten gelen Hareket ordusuna karşı herhangi bir direniş göstermedi. Kendi hatıratında bunu kardeş kanı dökülmesin diye yaptığını yazar. Oysa Osmanlı Paşaları bu toplama orduyu rahatlıkla geri püskürtebileceklerini padişaha arz etmişlerdi. [14]


    II. Abdülhamit'in projeleri
    Gerçekleştirdiği projeler
    Eğitim alanında:

    İlk kız okulları II. Abdülhamit zamanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir kişi olan Abdüllatif Subhi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma teşebbüsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenmesi üzerine Abdülhamit, "Sen mektebi aç, ben arkandayım", diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvik etmiştir.

    Ulaşım alanında:


    Abdülhamit dönemimde yapılan Hicaz garıDemiryolu ulaşımı;
    Büyük ölçüde gerçekleşen projelerden birisi Hicaz Demiryolu'dur. Bu proje Almanların finanse edip Haydarpaşa-Ankara arasında gerçekleştirdikleri Bağdat Demiryolu'nun aksine, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam âleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir.[15]

    Sirkeci ve Haydarpaşa garları Abdulhamid'in yaptırdığı önemli binalardır. Haydarpaşa Garı'nın yapımına 30 Mayıs 1906'da başlanmıştır.

    Karayolu ulaşımı;
    II. Abdülhamit zamanında bütün Anadolu'yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. [16] 1869 yılında getirilen bir sistemle halkın kara yollarının yapımına katılması sağlanmıştı. Buna göre 16-60 yaş arası erkek nüfus ile her hanenin sahip olduğu yük ve araba hayvanları senede 4 gün yol inşaatında çalışacaktı. Bu sayede inşaatın hızla bitirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Doğubeyazıt-İran kara yolu (1879) haricinde 12 bin kilometrelik bir güzergâha sahip Samsun-Bağdat şosesi 1895 yılma kadar tamamlanmıştı. Açılan yollar Samsun'a göçü başlatmış ve bu şehrin önemli ölçüde büyümesi Abdülhamit döneminde olmuştur.[17] Bursa için de durum böyledir. Hem şehir içi, hem de şehirler arası yollarla Bursa, yeniden bölgenin önemli bir kara yolu kavşağı haline gelmiştir.


    İletişim alanında:

    İlk olarak 1877'de Posta Telgraf Teşkilatı konuya daha etkenlik kazandırmak amacı ile aynı isimle bakanlık haline getirildi. Ayrıca 27 Haziran 1900'de Posta Telgraf Teşkilatında ilk defa bir "havale kalemi" devreye sokulmuş, 30 Mayıs 1901'de Şehir Postaları kurulmuş, 30 Ağustos 1901'de ise postaların yerine daha hızlı ulaşabilmesi için demiryolları (o zamanki adı Şark Şimendiferleri) şirketiyle özel bir anlaşma yapılmıştır. Telefon ise Avrupa'da kullanılmaya başlandığı tarihten (1876) sadece 5 yıl sonra, yani 1881'de İstanbul'a getirilmiş ve sınırlı da olsa istifadeye sunulmuştur. Telgraf hatları döşenmesine onun zamanında hız verilmiş, hatta bu hatların her birinde meteorolojik gözlemler yapılması için talimat verilmiştir. Böylece telgraf hatlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, hatların ulaştığı noktalardaki hava durumunun merkeze bildirilmesi imkân dahiline girmekte, böylece bu çabalar çağdaş 'hava durumu' raporlarımızın başlangıcını oluşturmaktadır.[18]

    Sağlık Alanında

    1899 yılında halen faaliyette olan Şişli Etfal hastanesini kurdu.

    Sosyal Yardımlaşma

    25 Mart 1306 tarihli fermanıyla Okmeydanı'ndaki Darulaceze'yi kurdurmuştur.


    Gerçekleştiremediği projeleri [değiştir]II. Abdülhamit 20. yüzyılın başlarında İstanbul'da Haliç'e, dahası Boğaziçi'ne birer köprü yaptırmayı düşünmüştür ve bunun için de çeşitli projeler hazırlatmıştır.Fernidan Arnoden adlı Fransız mimarın 1900 tarihinde bir, Boğaziçi Demiryolu Kumpanyası'nın iki Boğaz köprüsü projesi, gerçekleştirilememiş olsa da, en azından belgeleri, çizimleri, resimleri bulunmakta ve o devirde İstanbul'un geleceğini öngören yoğun altyapı çalışmalarına girildiğinin işaretleri görülmektedir.[19]

    Gerçekleşemeyen ama projesi çizdirilen, fizibilitesi çıkartılan ve ihalesi yapılarak inşasına başlanan projelerden birisi de Yemen Demiryolu'dur. Raporu 1898'de o zamanlar Yemen Valisi olan (sonradan Sadrazam) Hüseyin Hilmi Paşa vermiş ve 1913 yılında inşasına başlanmıştır. Ancak İtalyan kuvvetlerinin Yemen'deki Cibana limanını topa tutmasıyla çalışmalar durmuş ve proje iptal edilmiştir.[20]


    Döneminde yapılan mimari eserler

    Kültür, sanat ve mimari gibi konulara önem veren bir padişah olan Abdülhamit döneminde, özellikle yabancı mimarların faaliyetleri göze çarpar. II. Abdülhamit'in padişahlığı döneminde yerli ve yabancı mimarların yaptıkları mimari çalışmalardan bazıları şunlardı[21];

    İstanbul Arkeoloji Müzesi
    Eski Şark Eserleri Müzesi
    Yüksek Ticaret Merkezi
    Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi
    Düyun-ı Umumiye ve Karaköy Osmanlı Bankası
    Karaköy Palas İş Hanı
    Maçka Palas
    Ankara İş Bankası
    İstanbul Maçka İtalyan Sefareti
    Tarabya İtalyan Sefareti
    Haydarpaşa Garı
    Sultanahmet'de Alman Çeşmesi
    Sirkeci Garı
    Kütahya Ulu Camii
    İstanbul Yıldız Hamidiye Camii
    Cihangir Camii
    Beyazıt Devlet Kütüphanesi (Kütübhane-i Umumi-i Osmani)




  • 2.(GENÇ)OSMAN ATI ÖLÜNCE,ONA ŞİİR İTHAF ETMİŞ MEZARTAŞI YAPMIŞTI

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••
    2.Osman

    ‘‘Süslükız’’, tarihlere ‘‘Genç Osman’’ diye geçen Sultan İkinci Osman'ın sevgili atıdır. Hükümdar günün birinde dünyasını değiştiren can yoldaşının ismini sonsuza kadar yaşatmak ister ve Süslükız'ın Üsküdar'daki Kavak Sarayı'nın avlusuna defnedilmesini buyurur.


    Emir garip bir netice verir, ortaya tarihin hem ilk, hem de son ‘‘at evliyası’’ çıkar. Artık hastalık çeken atlar Süslükız'ın mezarına getirilecek ve mezar üç defa tavaf ettirilecektir.


    Asırlar geçer, Kavak Sarayı yıkılıp gider ve Süslükız'ın mezartaşı sokağa düşer. Yüzyılın ilk çeyreğinde Asar-ı Atika Müzesi'nin yani bugünün Arkeoloji Müzeleri'nin müdürü olan Halil Edhem Bey taşı Çinili Köşk'e naklettirir.


    Süslükız'ın 96’ya 62 santim ölçüsünde olan taşında şunlar yazılı:


    ‘‘Zıll-i Hak (Allah'ın gölgesi) Hazret-i Osman Han'ın / Süslükız nám (isimli) atı öğülmüştür / Emr-i Yezdán ile mevt irişecek (Allah'ın emriyle ölüm gelince) / Bu makam içre (buraya) o gömülmüştür’’




  • ORTAÇAĞ AVRUPASI'NDAN İBRETLİK İŞKENCE ALETLERİ

    Arkadaşlar aşağıdaki resimleri ben Donannım haberdeki kArpUz3 adlı kişiden rica ederek aldım...
    Aşağıdaki görüntüler Ortaçağ Avrupasının bugün kendisinden başka herkese BARBAR,İNSAN HAKLARI İHLALCİSİ olarak baktığı Avrupa'nın hepimizin yakından bildiği Engizisyon mahkemelerinde kullandıkları işkence aletleridir...
    Bu aletler bırakın bir insana bir hayvana bile reva görülmeyecek derecede acı,ve akla mantığa uygun olmayan şekilde tasarlanmıştı...
    Engizisyon'un ne olduğunu bilmeyenler için kısaca ne olduğunu görelim:
    Orta Çağ Engizisyonu, Valdensesler ile Katharlar'ın kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya başlamaları üzerine, 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu.
    Engisizyon Mahkemesi'nde mahkûm suçunu kabûl edene kadar işkence görürdü.Eğer suçunu kabul etmez ise işkenceden ölürdü, kabûl ettiğinde zâten mahpusta çürürdü.Yâni kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Engizisyona düşen bir ölü idi.
    Mesela dünyanın yuvarlak olduğunu söylerseniz Ki Galileo Gelilei bunun bir örnneği idi,Engizisyon mahkemeleri tarafından kiliseye karşı suç işlemiş sayılır ve anında cezalandırılırdınız.
    Avrupa bu şekilde adeta rezillikler içinde yüzerken Osmanlı Medeniyeti ise,insana en güzel şekilde davranmayı kendisine en büyük görev addetmiştir...
    Bu fotoğrafları burda yayınlamama izin veren DH nin güzel insanlarından kArpUz3 adlı nicke teşekkür etmek bir zevk olacaktır..

    İşte Ortaçağ Avrupası'nda kullanılan bazı işkence aletleri:

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

    Engizisyonun dehşet uygulamalarından bazı çizimler:
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••



    Kaynak:kArpUz3 nickli arkadaşımız...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Oriental -- 8 Mayıs 2008; 19:45:39 >




  •  ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




    Göktürkler veya Kök-Türkler (Çince: 突厥 pinyin: Tūjué; 552 - 744), Orta Asya ve Çin'de yaşamış eski bir Türk toplumuydu. Göktürkler inanç ve düşünce yapılarına göre Göktanrı (Tanrı veya Tengri) tarafından devlet kurma görevinin kendilerine verildiğine inanmakta ve bu doğrultuda hareket etmektedirler. Bu yüzden kendilerini Göktürk olarak tanımlamışlardırlar. Türk adı ilk kez Göktürkler dönemine ait Orhun Yazıtları'nda geçmektedir.

    "Türk" adını siyasi olarak kullanılan ilk Türk devletidir. Devletin ilk önderi Bumin Kağan'dır. Bumin Kağan'ın kardeşi İstemi Yabgu ülkenin batı kanadını yönetti. Göktürkler komşuları olan Çin, Sasani (İran) ve Bizans İmparatorluğu ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurdular. Doğu Göktürk Kağanlığı 630 yılında, Batı Göktürk Kağanlığı ise 659 yılında, Çin yönetimi altına girdiler.



    Göktürk Kağanlığı 552 - 745 yılına kadar varlığını sürdürdü. Çin'in Sien-pi kökenli Kuzey Zhou, Kuzey Qi, Sui ve Tang hanedanları ile uzun süre savaşmıştı.

    Kardeş kavgaları, iç savaşlar ve Çinliler ile olan uzun savaşlar yıkılmalarına neden oldu. Yine de Türk toplumu tarafından kurulmuş olan bu Kağanlık Asya tarihinde kalıcı izler bıraktı.

    * Göktürk Tarihi (552 - 745)
    * I. Göktürk Kağanlığı (552–581)
    * I. Göktürk Kağanlığı'nın Bölünmesi (581–603)
    * Doğu Göktürk Kağanlığı'nın Çöküşü (603–630)
    * Batı Göktürk Kağanlığı'nın Çöküşü (603–659)
    * II. Göktürk Kağanlığı (681–745)



    I. Göktürk Kağanlığı (Doğu-Batı Kağanlıkları


    Göktürk Kağınlığı, VI.yüzyılın ortasında, Asya'nın doğusunda Çin devletinin, batısında Sasani-İran devletinin sınırladığı İç Asya bozkırlarında, doğuda Avarlar, batıda Eftal / Ak Hunlar ile yapılan mücadeleler sonucunda ortaya çıktı. İlk Kağanları doğu kanadını yöneten Bumin Kağan, batı kanadını yöneten kardeşi İstemi Kağan'dır.

    İli derleyen ve bu nedenle İliğ Kağan diye de adlandırılan Bumin Kağan'ın ölümünden sonra yerine oğlu Ko-lo/Kara Kağan geçtiyse de iktidarı kısa sürdü. Bir yıl sonra Mukan Kağan devletin başına geçti. Mukan Moğol soylu Kitanları yenerek Doğu Göktürk Devleti'nin sınırlarını Büyük Okyanus'a kadar genişletti. Mukan'dan sonra tahta Ta-po/Taspar Kağan geçti. Ta-po Budizmi kabul eden ve Çin'i baskı altında tutan yönleriyle sivrildi.

    Doğuda bunlar olup biterken batıda sınırlarını Kırım'a kadar genişletmiş İstemi Kağan öldü. Yerine oğlu Tardu Kağan geçti. Tardu, 603 yılına kadar hükümdarlığını sürdürdü.

    Doğuda Ta-po'nun ölümü üzerine tahta çıkan To-lo-pien (ya da sonraki adıyla Apa Tarkan) toyda / kurultayda yapılan kengeş'te (müzakere) onaylanmadı. Yerine Ta-po'nun yeğeni Şa-po-lio / İşbara Kağan ilan edildi. Çin politikalarının da tesiriyle batı kağanı Tardu, To-lo-pien'i destekledi. İşbara'nın Apa'nın annesini öldürtmesi doğu ile batı arasındaki ilişkileri bir daha düzelmemek üzere bozdu; iki budun artık birbirlerine düşman hale geldi.

    Tardu'nun ölümünden sonra Batı Göktürkleri güçlerinin zayıfladığının bir göstergesi olan yabguluk ve şadlık adları altında Aşena ailesine mensup kişilerce yönetildikten sonra 630 yılında Çin egemenliğine girdi. Bundan sonra On Oklar adını alarak Türgiş boyunun önderliğindeki boylar federasyonu şeklinde yüzyılın sonuna kadar Çin hakimiyetinde kaldılar.

    Doğu Göktürk Kağanlığı ise, Şi-pi Kağan'nın 618'de ölümüne kadar benliklerini korudular. Ondan sonra görülen Hie-li / İliğ Kağan Çin'in başkentini kuşattı ise de tutsak alındı; esarette kederinden ölmesiyle I. Göktürk Kağanlığı tamamen yıkılmış oldu (630).

    Aynı tarihte Çin İmparatoru Tai-tsung kendisini Türklerin Gök Kağanı ilan ediyordu. Hakanlığa bağlı Türk ve yabancı boylar etrafa dağılmaya başladılar bir kısmı ise Çin'e sığındı. 50 yıl süren esaret hayatında Türk budununu toparlama çalışmaları ve Çin'e karşı başkaldırma hareketleri(isyanlar) eksik olmadı. Bunların en ünlüsü 639'da Gök-Türk prensi Kürşad'ın ihtilal denemesidir. Bu harekat dünyada ilk milliyetçi harekattır.



    II.Göktürk Kağanlığı (Kutluk Dönemi) [değiştir]
    Bizans İmparatorluğu, Emeviler ve II. Göktürk devleti
    Bizans İmparatorluğu, Emeviler ve II. Göktürk devleti

    681 yılında Aşena ailesinden Kutluk, Çin'in kuzeyine yerleşmiş Türk boylarını yeniden toparlamayı başardı. Çin, Kitan ve Dokuz Oğuzlar / Uygurlar ile yapılan savaşlar sonucunda Ötüken ormanında Göktürk Kağanlığı yeniden ihya edildi. Kutluk ili (devleti/ulusu) yeniden derlediği için İlteriş (ili derleyen) adını aldı. 692'de ölen İlteriş'in yerine kardeşi Kapgan/Kapağan (Günümüz Türkçe karşılığı kapan=alan=Fatih) kağan oldu. Devlet kurulalı beri kağanlık danışmanı olan Tonyukuk'un da bulunduğu Kitan'a Tatabilere, Basmıllara, Çiklere, Azlara, Bayırkulara, Türgişlere/On Oklara (Batı Göktürk budunu, Kitabelerde sürekli Türgiş Kağanı Türküm, budunum idi ifadeleri bununla ilgilidir), Kırgız ve Dokuz Oğuzlara yapılan seferlerle II. Göktürk Kağanlığı'nın sınırları Okyanus'tan Mâveraünnehir'deki Temir Kapığ/Demirkapı'ya kadar ulaştı. İpek Yolu'nun büyük bir kısmı denetim altına alınmış oldu.

    Kapgan'ın Bayırkuların kurduğu bir pusuda öldürülmesi üzerine Göktürk Kağanlığı'nın başına oğlu inel yada ünal geçti.Ancak kutlukun oğlu bilge inelin kağanlığını kabul etmedi.Boy begleri(beyleri) bilgeyi kağan ilan etti.İnel kabul etmese bile öldürüldü.Yeni kağan başa geçince kardeşine Kül Tigin ordunun komutanlığını verirken Tonyukuka vezirlik görevini verdi. Onun dönemi de amcası dönemindeki gibi devletin egemenliğindeki boyların başkaldırılarıyla geçti. Çin'in desteklediği Uygur-Karluk-Basmıl bağlaşmasının Ötüken'e yönelik sürekli saldırıları, İpek Yolu'nun kilit noktası olan Çungarya'nın Çin'in denetimine geçmesi ve batıda On Ok budununu hakimiyetine alan Türgişlerin gün geçtikçe güçlenmesi neticesinde II. Göktürk Kağanlığı çöküşe sürüklendi. Bilge Kağan'ın, danışmanı Tonyukuk'u ve küçük kardeşi Kül Tigin'i kaybetmesinden sonra zehirlenerek ölümü üzerine yerine geçen Tengri Kağan çocuk yaştaydı. Onun kağanlığına karşı gelen Ozmış da ülkeyi toparlayacak güçte değildi. Nihayet Uygurlar 745'te Ötüken'e girerek Göktürk Kağanlığına son verdiler.



    İdare Ve Ordu [değiştir]
    Yazıyı taşıyan en eski belge Kızıl şehrinde bulunuyor.
    Yazıyı taşıyan en eski belge Kızıl şehrinde bulunuyor.

    Devleti Kağan ünvanlı hükümdar yönetirdi. Kağan'da Bilgelik, Alplik ve Erdemlilik özellikleri aranırdı. İl denilen ülkeyi bilgili, kahraman, özü sözü doğru, erdemli devlet başkanı yönetirdi. Kağan'ın vazifeleri arasında savaş gücüyle devleti kurma ve düzene koyma, yeni alınan yerlere iskan, töre yani kanunları düzenlemek, halkı doyurup giydirmek vardır.Ülke geniş bölge teşkilatı gereğince Doğu ve Batı olmak üzere ikili devlet sistemine göre idâre edilirdi.

    Kağanın eşine Katun denirdi.Kağandan sonra gelen yüksek rütbe Yabguluktur'. Göktürkler, devlet idaresinin en soylu, tecrübeli Türk boylarının elinde kalmasına dikkat etmişlerdir.Önceleri sayısı bir olan Yabgu’ya, devlet genişledikçe ihtiyaç çoğalmış, Batı Türkistan gibi bölgelere de yenileri atanmıştır. Şehzadelere Tigin veya Tegin, Şad; eşlerine de Konçuy adı verilirdi. Tiginler, genel valilik, başkomutanlık gibi önemli memuriyetleri yaparlardı. Boy hükümdarına Kan (Han) denmektedir. Tarkan, Çur, Apa, Tudun, büyük memuriyetlerdendir. Göktürk ordusu, yükselme döneminde Asya’nın en güçlü askeri kuvvetiydi. Ordunun üçte ikisi süvari, biri de piyadeydi. Akınlarda ve savaşlarda süratli hareket etmek esastı. Gece ve gündüz sıkı yürüyüşle yol alan ve atlarına nöbetle binen Türk süvarisi, hiç ümit edilmedik anda, hiçbir haber alma şansı bırakmadan düşman ordusuna saldırırdı. Savaşta düşman asker miktarı yüzbinleri bulursa, Türk ordusu kırdırılmazdı. Bozkır taktiği ile ilk önce geri çekilinirdi. Merkez üssünden ayrılan düşman, vurkaç ve gerilla savaşı ile yıpratılıp, ani baskınla yok edilirdi.Göktürklerin bayrak ve tuğlarının tepesinde altından yapılmış kurt başlı heykel bulunurdu. Tuğ ile davul da bağımsızlık sembolleriydi. Göktürklerin başkenti Ötüken’dir. Burası Orhun Irmağı ile Selenge Irmağı'nın Tarim kolu arasında, ormanlar içinde bitki örtüsü ve suyu bol bir şehirdi. Ötüken’den başka Barshan, Çargelen-Çumgal, Çaldıvar, Atbaş, Şirdakbeg, Nanageldi, Fergana, Yassıkugart, Çikircik başlıca Göktürk şehirleridir.

    Göktürklerde karar, seçim, insan ve hayvan sayımı için ziyafetli devlet meclisi mahiyetinde Kengeş Meclisi toplanırlardı.

    Sanat Ve Edebiyat [değiştir]
    Göktürk İmparaturluğu Başkenti Ordu-Balık'da Kale hendek kalıntıları
    Göktürk İmparaturluğu Başkenti Ordu-Balık'da Kale hendek kalıntıları

    Orta Asya'da yapılan araştırma ve kazılarda Göktürkçe yazılı eserler bulunmuştur. Para, taş ve ağaç üzerine yazılan metinlerden, para ve taşlar üzerine yazılanlar günümüze kadar gelmiştir.İlk Türk abidelerinde yazılara altıncı yüzyılda rastlanmıştır. Bunlar kısa metinlerdir. Elde kalan Bengü Anıtları, Orhun Yazıtları veya 'Türük Bengü Taşları' da denen üç büyük yazıttır. Taşların üzeri oyulmak suretiyle yazılmıştır. Bu yazıtlar; Göktürk Kağan'ı Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Bilge Tonyukuk adlarına yazılıp, dikilmiştir. Yazıtlar kireç taşına yontularak yazıldığından zaman ve açık havanın tahribatına maruz kalıp, bozulmuştur. Bu yüzden bazı satırları ve birçok kelimeleri okunamaz durumdadır. Kül Tigin kitabesi, içlerinde en az tahribata uğrayanıdır.

    Orhun abidelerinin yazıldığı Göktürk alfabesi 38 harflidir.Türklerin milli alfabesi olan bu yazı sisteminde 4 sesli, 9 birleşik, 25 de sessiz harf bulunmaktadır.Kelimeler birbirinden iki noktayla ayrılır. Türklerin İslam dinini kabülünden önce yazılan Orhun abideleri, muhteva olarak Türk tarihi ve kültürü bakımından önemlidir. Abidelerde; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman idare mekanizmasının iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün Türk birliğini zedeleyip, şahsiyetini kaybettirdiği, hitabet sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir.Türk milletinin en zor şartlarda bile içinden kuvvetli şahsiyetler çıkıp, ülkeyi kurtarıp, devleti yeniden kurup, güçlendirdiği anlatılan abidelerde, devlet tecrübesi yanında Türklüğün, istiklal fikrine yer verilmiştir.Ayrıca bu, kağanların millete hesap vermesidir.

    Bilge Kağan abidesinde bugünkü dille şöyle denmektedir:

    Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir.

    Ey Türk Milleti! Kendine dön.Seni yükseltmiş Bilge Kağanı’na, hür ve müstakil ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün.

    Milletin adı, sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiyle bitesiye çalıştım...

    Bu kağanlık sadece Asya tarihini değil Türk siyasi tarihini ve aydınlatan anıtlar bıraktı, Orhun yazıtları. Göktürkler'in Göktanrı olarak adlandırılan bir inanca sahip oldukları tarih araştırmacıları tarafından dile getirilmektedir. Orhun yazıtları bu görüşü doğrulamaktadır. Müslüman olmadan önce tarihte ilk kez Türk adını devlet adı olarak kullanmış Göktürklerin dini Göktanrı diniydi.




  • Uygurlar




    Uygurlar (Uygurca: ئۇيغۇر Uyghur, Çince: 维吾尔 / 維吾爾; pinyin: Wéiwú'ěr), çoğunluğu Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde yaşayan Müslüman Türk halkıdır. Dilleri Uygurca'dır ve Türk dilleri ailesinin bir üyesidir.

    Uygur halkı, Çin içerisinde kendi geleneklerini ve kültürlerini sürdüremediklerinden yakınmaktadır. Uygurlar, her ne kadar özerk bir cumhuriyete sahip olsalar da, Çin egemenliğine girdiklerinden beri yavaş yavaş asimile olmaktadırlar




    Uygur devleti, Kutluk Bilge Kül Kağan tarafından 744 yılında kurulmuştur. Başkentleri Karabalasagun'du. Uygurlar Minami dinine inanmaktaydılar. Uygurlar, din değiştiren ilk Türk devletidir. Göktanrı dininden, Mani dini'ne geçmişlerdir. Bu din, Hıristiyanlık ve Budizm karışımı bir dindir. Hayvani gıdalar yemeyi yasaklayan, savaşçılık duygusunu zayıflatan kurallar içerir. Bu yüzden, Türklerin yaşam tarzına uygun düşmemiş ve Uygurların zayıflamasına neden olmuştur.

    Uygurlar, Çin ile dostça ilişkiler kurmuş, ticareti geliştirmiştir. Böylece, köyler ve kasabalar gelişerek kalabalık şehirler haline gelmiştir ve bu nedenle ilk yerleşik hayata geçen Türk devleti, Uygur Devleti olmuştur. Bunun sonucunda tarım ve mimari gelişmiştir. Tahta harflerle matbaacılık yapan Uygurlar, kağıdı da kullanmışlardır. Bu sayede yeni bir alfabe oluşturmuşlardır. Bu alfabe 14 ila 18 harften oluşur. Uygurlar, kendi dinleri dışında diğer dinlere de hoşgörülü davranmıştır. Uygurlar, Mani dininin terimlerini Türkçe'ye çevirerek ulusal kimliklerini koruma uğraşısı içinde olduklarını göstermişlerdir.




    Özellikleri

    1. Tapınak yapımına önem verilmesi
    2. Karabalgasun Yazıtları'nın dikilmesi
    3. Mani dini'nin kabul edilmesi
    4. Yerleşik hayata geçilmesi




     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




    Doğu Türkistan:

     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••




  • teşekkürler magnum
  • 2 ADET.................OSMANLI SAVAŞ KILICI
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    1 ADET..................KARADENİZ KAMA.....40 CM(kınsız hali)
    1 ADET..................ÇERKEZ KAMA.......54 CM (kınsız hali)
    1 ADET................. AFYON KAMA...DEV..52.5 CM (kınsız hali)
    1 ADET................. RUM PALA.......63 CM.1885
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    1 ADET................. YATAĞAN.......75.5 CM(kınsız hali)
    1 ADET................. KAFKAS SALDIRMA..60.5 CM(kınsız hali)
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    3 ADET................. OSMANLI KAMA SALDIRMA
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    1 ADET.................OSMANLI SÜVARİ KILICI
    1 ADET.................ALMAN SÜVARİ KILICI
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    2 ADET................. ALTIN YAZILI BIÇAK
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••


    Osmanlı Kılıçları
     ••••TÜRK  ve OSMANLI TARİHİ KULÜBÜ ••••



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Çöl Gezer -- 9 Mayıs 2008; 14:32:41 >




  • 
Sayfa: önceki 1415161718
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.