Şimdi Ara

Sebebi bilinmeyen şeylerin mistik yorumlanması

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
10
Cevap
0
Favori
369
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
1 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 1
Giriş
Mesaj
  • Sebebi bilinmeyen bir şeylerin, mistik yorumlanmasını tartışacağız.
    Yine bir klişe olarak başlamalıyım ki, İnsanoğlu tarih boyunca açıklama getiremediği şeylerin arkasında hep bir mistik gücün olduğuna inanmıştır. Şimşeğin çaktığını anlayamamış, bunu kendi uydurduğu Zeus'a vermiş, yer sarsınları anlayamamış bunu da Poseidon'a nakletmiştir.
    Bu argüman günümüzde hala öne sürülen bir görüştür, çünkü hala "bu nasıl oluştu?-bu nasıl böyle oldu?" diyerekten bir yaratıcının varlığını kanıtlama girişimi oluyor.
    Bilinmezlik, bir şeyin varlığı veya yokluğu hakkında söz sahibi olamaz ve bundan bir anlam çıkarmak yanlış olur.

    Örnek verecek olursak Güneş sistemindeki düzenin fark edilip bir anlam çıkarılması(sebebini bilmeden) bence doğru bir tutum değildir.

    Bu tutumun doğru bir görüş olduğunu düşünen var mı?







  • Evrende neden düzen var bilimin konusu değil felsefenin konusudur. Zira evrende düzen olmasa bilim olmaz. Bilim bazı şeyleri sorgulamadan kabul eder. Nedensellik gibi.

    Zira fizik sabiti bulacağız diyelim.

    Topu aynı koşullarda havadan bıraktığımda farklı bir hareket varsa düzen yoktur. Ama hep aynı.

    Ama diyeceksin bu gün o kanunların sebebini biliyoruz. Neden değişmediğini vb. Burada döngüsellik sorunu olur.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • İNSN ZHNİ BŞLKLARI DLDURUR

    Yukarıdaki cümlede bazı harfler eksik ama cümlenin ne demek istediğini anlarız. Aslında film seyrederken de beyin ardarda gelen fotoğrafları bir bütün olarak algılar hatta görme işlemi de böyledir. Aradaki boşlukları yok saymak veya tamamlamak üzerine kuruludur.
    Çakan bir şimşeği herkes görmüştür ama onu çakan Zeus'u kimse görmemiştir. Şimşek hakkında hiç bilgisi olmayan bir kişi onu birisinin atması gerektiğini düşünüp hiç görmediği halde Zeus'a bağlayabilir. Çünkü doğa nasıl boşluk kaldırmaz ise insan zihni de kaldırmaz.
    Bir süre sonra 'Böyle yıldırım çakan bir varlık isterse bana da zarar verebilir' düşüncesi hasıl olur ve bu varlıkla iyi geçinmek kanaatine varılır. O varlık artık insanileştirilmiştir. İnsanüstü yetenekleri olmasına karşın insani duyguları vardır intikam gibi. Bu tüm dinlerde rastlanan bir temel direktir yani tanrıyı fiziksel ve duygusal olarak kendi seviyemize indirmek.Bazı dinlerde tanrının belli bir şekli yoktur. Bunları diğerlerinden bir tık ileride kabul edebiliriz.
    İnsanların beyin kapasitesi geliştikçe diğer hayvanlardan farklı olarak farkındalık duygusu ortaya çıkmıştır. Farkındalık duygusu bilinmezliği kaldıramaz.İnsan zihni bilinmezliği bir şekilde bilinir yapmak zorundadır. Merak duygusu da buradan kaynaklanır.
    Farkındalığın getirdiği bir diğer duygu gelecek kaygısıdır. Nasıl ki bir bebek başkasının bakımı olmadan büyüyemez, atılan bir taş mutlaka yere düşer ise kendiliğinden oluşmuş bir düzenin yine her an kendiliğinden bozularak üzerlerine bir felaket gelebileceği düşünülür.
    Aynı durum ile ilgili İki örnek verebilirim:

    1) Güneş sistemi kendi kendine oluşmuştur ve 800 milyon yıl sonra kendi kendine yok olacaktır.
    2) Güneş sistemi tanrı tarafından oluşturulmuştur ve o istediği zaman yok edecektir.

    İlginç olarak 1 numaralı seçenek insanda daha çok kaygı oluşturur. Halbuki hiç kimse 800 milyon yıl yaşamayacaktır. Fakat diğer seçenekteki tanrının bizi seviyorsa bunu yapmayacağını düşünür ve daha rahat oluruz.




  • öncelikle herkesin herşeyi bilmesi gerekmez. farklı sosyokültürel yapıda olan insanlar kendilerince çevresini yorumlarken bulundukları sosyal katmanlardan yararlanır.

    alt tabaka-işçi kesimi evrenin düzenini tanrıya bağlayacaktır. orta tabakada nispeten bilimsel yorumlar çıkacaktır. üst tabakada ise artı değeri elinde bulunduran burjuva mutlaka bilimsel temellere dayandıracaktır.

    bence burada bir sorun yok. yeterki din yerinde ve zamanında kullanılsın bir zararı olmaz.
  • Ben sebebini söyleyeyim. İnsanlar bilinmezlikler hakkında birtakım inançlar beslemekten zevk alır. Çünkü bu bir gizemdir, gizemler hayal güçlerini besleyebilir, umutlarını canlandırabilir ya da seni bu sıkıcı, monoton, sorunlarla dolu hayattan uzaklaştırabilir. Dolayısıyla bu da hayatı katlanılabilir hale getiren etkenlerden biridir. O yüzden insanlar gizemi severler. Gizem şaşırtır, heyecanlandırır, hayal kurdurtur, insan merakını diri tutar. Yıldırımı + - yük ile enerji atlaması sonucu oluşan ark ile açıklamak mı daha çok tüyleri diken diken eder yoksa bunu Thor adlı tanrı yapıyor demek mi? Bilimsel açıklama birçok kişiye sıkıcı gelebilir ve çoğunlukla gerçekler sıkıcıdır ancak böyle fantastik hikayeler insanları büyüler ve onları gerçekliğin sıkıcılığından kurtarır ve uzaklaştırır.

    İnsanların tanrıları överken kullandıkları sıfatlara, cümlelere ve ruh hallerine bakın. Tanrıları ve gizemleri istemelerinin altındaki sebepler işte orada yatmaktadır. Bu inançtan ziyade bir arzu, bir temenni gibi bir şey. Aslında insanların davranışları o kadar da anlamsız değil.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Kartal Göz -- 10 Eylül 2017; 16:31:4 >




  • bence çaresizlik ve bu çaresizliğin çözümsüzlüğü alakasız şeyler arasında bağ kurdurtur.

    çaresiz kalan insan bunun arkasında mistik bi gücün olduğunu ve bu durumu oluşturan ve belki de halletmesi gerekenin o olduğunu, halletmese bile mistizminden yola çıkarak bunda bi neden olduğunu düşünür.

    çocuğu sakat olup bu durumun tıpça çaresiz bi hal olarak değerlendirilmesi halindeki inanç ile 2 nin karesinin 4 etmesine duyulan inanç bence alakasız olsa da bağ kurma çabasıdır.

    aynı şekilde devre açık 1 devre kapalı 0 denirken varların aleminde devrenin bi zamanlar kapalı olduğuna inanç da bu minvaldedir.

    bu inançların kökeninde bi zamanlar var olmayanın bi zaman varmış gibi gözüktüğü bi alemin varlığı esas alınırsa, insanın varlığı bi kısım bağsız veya alakasız da olsa neden sonuçları ürettiği görülecektir.

    insanın yaratılışı, kainatın yaratılışı, atomun yaratılışı vs. bunlar insanla bağ kurduğu oranda anlamlıdır ve alakalı gibi gözükür.

    halbuki alakasızdır denebilecek örnekler de mevcuttur.

    mistizmi ilahi güce bağlamakla insana bağlamak arasında denetlenebilir bi fark var. insanın mistizmi bi şekilde kontrol altına alınabilir gibi gözükürken ilahın mistizmi ise bilinemezlik unsurları içeriyor.

    bu açıdan determinist düşüncede sonucu belli eylemi yapanın aslında sonucu istemediği alem ilahın mistizmine kayar.

    çocuk sakat doğar bu bilinemez bi şey değil. veya deprem olur bu da bilinemez bi şey değil.

    çocuğun sakat doğacağını bile bile ya da deprem olacağını bile bile insan bu işleri yapmaz mesela çocuk doğurmaz veya ev inşa etmez. şimdi yaptığı eylemdeki sonucun bilinemezliği denen şeyde muhattabın ilahi güce kayması sonucu bakımından çaresizliğin ifadesi olarak anlamlıdır.

    bence çocuğun sakat doğmasında kusuru olmasa da hatası olan ya da deprem mahalline ev kuran kimse hatalıdır. ancak bu mistizmde suçu ilahi mistizme kaydırma çabası mesela bi annenin çaresizliği ile bir değildir.

    yani mistizm annecan bi çaresizlikle alakalı olduğu gibi mesela doldurma metoduyla yapılmış kıyı şeridinde ev yapan müteahhitle de ilgilidir.

    ilmin mistizmden kayarak salt insana yönelimindeki çaresizliği ise bence sorumlu denen öğeyi insan yapması bakımından tartışmayı sonlandırır. dnası bozuk ya da uyumsuz çiftin evliliği, deprem olasılığı yüksek yere gerekli şartları taşımayan bina inşası gibi sorunlar anlaşılabilir sorunlardır.

    ilim bi gelişimse, aynı ilim zeus çoktan öldü diyebilmeli bence.

    ilimsel olarak ilahi mistizmin daha çok kainat ve insan denen türün yaratılışı konusundaki tutumu önemlidir. yani bunu ilah yaptı demesi mümkün iken çıkış noktası bakımından bunu yapan köken insan veya insanı oluşturan elementler olmalı diyebilir. zira varlığından sonuca gitmektedir.

    insanın mistizmi bana göre kainat ve organik doku karışımı bi unsur taşımaktadır. bu husus taşın betonun can kazanmış hali gibi ise mesela motorlu araçlar ilimsel olarak mistizme en yakın üretimler olmalıdır. robotik veya sibernetik oluşumlar gibi.

    temel olarak diyni mistizmin ve ilmi mistizmin bi çaresizlik sonucu oluştuğunu söylesek ortak buluşma alanı sibernetik bi yapı olurdu diye düşünüyorum.

    insansı ya da hayvansı ya da bitkimsi sibernetik oluşumlar bu açıdan ortak noktalar olmalıdır.

    insan denen öğeyi ortadan kaldırma çabasında ilahi mistizmin yapısı ile ilmi mistizmin ortak noktası bana göre insana karşı çaresizliğin ifadesi olmalıdır.




  • Bir şeylerin oluş nedeninin bilinmesi onun tanrıyla olan bağlantısının olmadığına işaret değildir. Bu da bir görüş açısıdır

    < Bu ileti mini sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: erkurt02

    Bir şeylerin oluş nedeninin bilinmesi onun tanrıyla olan bağlantısının olmadığına işaret değildir. Bu da bir görüş açısıdır

    Fikrinize katılıyorum fakat bir şeylerin oluş nedeninin bilinmesi tanrıyı gereksiz kılıyor sadece. Var yada yok diye bir şey belirtmiyor. Var yada yok diye görüş belirtmemesi şüpheden kaynaklanıyor. Mesela "tanrı, müdahaleleri doğa yasalarıyla yapıyor" dersek, gözlemle sınanamayan veya bunu yanlışlayamadığımız bir fikir üretmiş oluruz.
  • P1 (Problem) - TT (Tentative Theory: Geçicilik Teorisi) - EE (Error Elimination: Hata Eliminasyonu) - P2 (Problem)

    Bilim problemle başlar , problemle biter.Peki o zaman sorun mu önce gelir, yoksa kuram mı?Göz önünde bulundurulması gereken konu pratik sorunların, bir şeyler yanlış gittiği için, organizma beklenmedik bir durumla karşılaştığı için doğduğudur. Oysa organizma, daha önce içinde bulunduğu çevreyle uyum içindedir. Organizmanın bu uyumu, kuramın bilinç öncesi haline tekabül eder. Sorun kabul edilen durum da bu olaya nispetle ortaya çıktığı için, her sorun kuram yüklüdür. Bu durumda, ilk kuramlar – yani sorunların ilk kesin olmayan sonuçları- ve de ilk sorunlar, birlikte doğmuş olur (Popper, 2006: 189-190). Kısacası kuramlar, problem çözerken oluşur ve bu yönleriyle insan zihninin ürünüdür.

    İlkin bir düşünce yahut kuram vardır, buna “tez” denir. Böyle bir tez çoğu kere karşıcılık doğurur, karşı düşünce veya hareket ise “anti tez”
    olarak adlandırılır, birinciye yani tez'e karşı yönelmiştir. Tez ve anti tez arasındaki çatışma bir çözüme varıncaya kadar sürer, bu çözüm bir anlamda, her birinin değerini tanıyarak ve ikisinin de doğru yanlarını koruyup sınırlılıklarından kaçınarak tezin de, anti tezin de ötesine gider. Böylece üçüncü bir adım olan “sentez” meydana gelir. Bir kere erişilince sentez kendisi de yeni bir diyalektik üçleme için ilk adım olabilir.

    Deneme yanılma yöntemi temel olarak, yaşayan varlıklar tarafından çevreye uyma süresince kullanılan yöntemdir.Bu yöntemin başarısı, denemelerin sayı ve çeşidine bağlıdır, ne kadar çok denersek, çabalarımızdan birinin başarılı olması o kadar olanaklıdır.İnsanlar bir sorun karşısında ya bir kuram ileri sürüp bu kurama bağlı kalarak ya da ileri sürülmüş böyle bir kuramın güçsüzlüğünü görünce onunla savaşarak tepki gösterirler.Deneme ve yanılma yöntemiyle açıklanan bu yöntem savaşı, insan düşüncesindeki temel problemin belirgin olarak algılanmasına neden olmaktadır. Bu ideoloji savaşının
    olmadığı durumlarda ise dogmacılık su üzerine çıkmaktadır. O, deneme ve yanılma yöntemi daha bilinçli olarak geliştirildiği takdirde “bilimsel yöntemin” özelliklerini kazanacaktır.

    Bilgin, belli bir sorunla karşılaşınca yaklaşık olarak bir çift çözüm, bir kuram ortaya atar. Bilim bu teoriyi benimsese bile geçici olarak benimser. Bilginlerin ortadaki kuramı eleştirmek ve denemek için hiçbir şey esirgememeleri, bilimsel yöntemin en açık niteliğidir. Eleştirme ve deneme el ele gider; çürütülebilir noktaların ortaya çıkarılması için kuram pek çok yönden eleştirilir. Kuramın denenmesi bu zedelenebilecek noktaların mümkün olan en ağır incelemelere açıklanmasıyla ilerler. Bu, tabiatıyla yine deneme ve yanılma yönteminin bir çeşididir. Kuramlar geçici olarak ortaya konur ve denenir. Deneme sonucu kuramın yanlış olduğunu gösterirse, bu kuram atılır. Deneme ve yanılma yöntemi esas itibariyle bir eleme (elimination) yöntemidir. Başarısı başlıca üç şarta bağlıdır: Yetecek kadar çok sayıda kuramın sunulması, sunulan kuramların yeteri kadar çeşitli olması ve yetecek ağırlıkta denemelerin yapılması. Bu yolla, şanslıysak, en uygun kuramın yaşamasını ve daha az uygun olanların ayıklanmasını sağlar.




  • 
Sayfa: 1
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.