Şimdi Ara

Şapka Kanunu Hakkında?

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
124
Cevap
0
Favori
12.418
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
0 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • ...

     Şapka Kanunu Hakkında?


    Şapka Devrimi'nin, Atatürk’ün Cumhuriyet devrimleri arasında önemli bir yeri vardır. İlklerden olması hem halkın nabzını ölçmüş hem de diğer reformlara zemin hazırlamıştır. Atatürk'ün Kastamonu’ya düzenlediği gezide şapkayla halkın arasına girmesinin ardından, şapka giyilmesi hakkında kanun çıkarılmıştır.


    -------------------------------------------------------------------------------------------------------
    Şapka Kanunu'nun ileri sürülen gerekçeleri

    Kurumsal değişim gerçekleştirmiş bütün devrimlerin kültürel değişimi de beraberinde getirmiş olması, Atatürk reformlarının da hareket noktasını oluşturmuştur. Reformların kültürel alandaki yansımaları, Cumhuriyet öncesi dönemde onlara karşı çıkışın temel nedenlerinden biri olmuştur.

    Şapka kanununun, Cumhuriyet dönemindeki reformlar içinde ilklerden olması, daha sonra yapılacak reformların sembolik bir öncüsü olduğunu göstermektedir. Şapka kanunu yoluyla halk, psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı. Muhtemelen şapka kanunu, tepkileri ölçecek bir barometre işlevi görecek, bu sayede toplumun reformlara tahammül sınırı ölçülerek, reformların çapı ve düzeyi tespit edilecekti. Kıyafet, kendi başına insan davranışına da etki edebilirdi. Kıyafetin taşıdığı sembolün anlamı insanın psikolojisine etki ederek onu yönlendirebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Reformcu devlet adamlarının bakış açısından mistisizmle ve kadercilikle özdeşleşmiş doğu kıyafetleri giyen bir toplumun, o kıyafetleri giydiği sürece, kendisiyle özdeşleşen ruh halini terk etmesi mümkün olmazdı. Batının ruh halini ve davranış biçimini benimsemenin yollarından biri, batı insanının psikolojisini temsil eden giysileri giymekti.

    Atatürk Devrimi, “tümden değişim” i başlattığı için, diğer bazı siyasi devrimlerden ayrılır. Sadece iktidarın değişimini ya da ekonomik ilişkilerin yeniden düzenlenmesini hedefleyen devrimlerden ayrılarak; hem bunları, hem de toplumu, hatta toplumdaki bireyin anlamını, ilişkilerini, düşüncesini, davranışını yani kısacası özünü değiştirmeyi amaçlamaktadır.

    Atatürk’e göre şapka; çağdaş olma, evrensel medeniyete katılma, kafaların içini hurafelerden kurtarıp bilimsel düşünceye açma yolundaki çabaları destekleyen ve simgeleyen bir adımdı. Atatürk, yüzyıl önce halka benimsetilen fesi, Türklük veya İslamlık simgesi olarak görmeyecek kadar tarih bilgisine sahipti.

    Falih Rıfkı Atay da bu konuda şunları söylemiştir: “ Mustafa Kemal, bir tatlı su Türk'ü değildi. Fes ve şapkanın medeniyet demek olmadığını elbet biliyordu. Fakat, başlık değiştirmenin din ve iman değiştirmek olmadığını göstermek istedi”. Orhan Koloğlu da Şapka devriminin kafanın dışına değil içine yönelik olduğunu ifade etmiştir.

    Şapka devriminin temel felsefesini günümüz mantığı ile kavramak oldukça zordur ve bu yüzden hatırı sayılır bir grup tarafından “Gardrop Devrimi” olarak isimlendirilmiştir. Kıyafet devriminden önce sarık, fes ve peçe, halk tarafından âdeta İslâmiyet’in bir parçası olarak kabul edilmekteydi ve laik bir ulusun kıyafetini, dinsel inançlara bağlamak uygun görülmemişti.

    Bununla birlikte, demokratik bir ülkede kıyafetlerin devlet tarafından belirlenmesi aslında bunun demokratik bir devrim olmaktan çok Türk ulusunu onları bekleyen ve islam devleti mazisi ile pek uyuşmayacak yeni bir geleceğe hazırlanması olarak görülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.


    Atatürk, kişinin maddi yaşam koşullarını değiştirip düşünce tarzına şekil vermenin yanısıra, “düşünce tarzını” değiştirerek maddi yaşam koşullarını geliştirmek ve uygarlığa eriştirmek yolunu dener.

    Atatürk’ün şapka devrimini yapmaktaki maksadını şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Bayların ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen ‘fes’i atarak onun yerine, bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu.

    Şapka giyilmesi hakkındaki kanunun gerekçesinde, Adliye Encümeni Mazbatasında bu durum kesin olarak belirtilmiştir: “Türklerle batı milletleri arasında bir “alamet-i farika” olan mevcut serpuşun değiştirilerek yerine medeni ve modern toplumların müşterek serpuşu olan şapkanın giyilmesi gerekiyor.”

    Atatürk bu konuda Nutuk’ta der ki: “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes, kafalarımızın üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.

    Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşında sivil giyindiğinde çoğu kez “kalpak” takardı. Diğer “Kuvay-ı Milliyeciler’in” de Mustafa Kemal’e uymalarıyla kalpak, Anadolu’dan ve “Ulusal Savaş”tan yana olanların bir tür simgesi olmuştur. Bununla birlikte, 1. Büyük Millet Meclisi'ndeki “İkinci Grup” üyeler arasında fes ve sarık da oldukça yaygındı.

    Şapka devriminin gerekçelerinden birinin de bu olduğunu varsayabiliriz.

    Şapka devrimine bir de ulusalcılık açısından bakmak gerekiyor. “Ulus devlet” temeli üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde “ulusal” başlık bulunmuyordu. Mustafa Kemal 19 Mayıs günü Samsun’a vardığında onu karşılayan halkı gözlemleyen bir İngiliz subayı, şu gözlemleri not etmişti: “Karşılamaya gelen halkın kiminin başında fes, kimininkinde kalpak, kimininkinde sarık, kimi başına bir bez parçası bağlamış; kiminin sırtında aba, kiminde cepken, kiminde yelek; kiminin bacağında şalvar, kiminde pantolon, kiminde uzun beyaz külot; kiminin ayağında çarık, kiminde yemeni, kiminde iskarpin, kiminde potin… Demek ki bunlar henüz ulus değil!...”

    Mustafa Kemal, bir ulus olmanın dış görünüş konusunda de çağdışı baskılardan özgürleşmeyi zorunlu kıldığını biliyordu.

    Burada asıl sorun ulus-devlet oluşturma çabasıdır. Çünkü bireysel irade, ulusal iradenin temel taşıdır ve ulus devlette; ulusal irade ile bireysel irade arasında ikinci derecede bir otorite kabul edilmez. Farklı dinsel kimliği ifade eden giysiler, toplumun “milli duygu” etrafında birleşmesi yönünde bir engel sayılmakta, kaynaşmayı önlediği kabul edilmektedir.

    Şapka devrimiyle ulus-devlet oluşum süreci tamamlanabilir, oluşturulan ulusal üst kimlik aile toplumdaki bütün bireyler, dinsel ayrımlardan arınarak, ulusa ait olma duygusunu yaşayabilir.

    Fesin yasaklanması ve yerine şapkanın konmasıyla; gerek değişik din ve mezhepten, gerekse değişik görüşten yurttaşlar arasında Müslüman-Müslüman olmayan ayrımı yapılması da son buldu.

    Cumhuriyet reformlarıyla gelen şapka ve kravat, moda unsuru olmanın ötesinde; dinsel, etnik ve toplumsal (kentli-köylü) farklılıkları eritip ortadan kaldıran bir nitelik kazanmış ve devlete sadakati gösteren bir laiklik üniforması haline gelmiştir.

    Şapka Kanunu:

    Şapka, şapka devriminden önce yer yer kullanılmaya başlanmıştı. Tanzimatla başlayan, Meşrutiyetle artan “Batıcılık” akımının etkisiyle, özellikle İstanbul Pera’da, levantenlerin ve gayrı müslimlerin öncülüğünde pantolona, iskarpine, yeleğe, gömleğe rastlanmaktaydı. Hatta şapka giyen müslüman türkler de vardı.20.yy.ın başında Osmanlı’nın parçalanmasının son aşamasında propaganda aracı olarak, örneğin Balkanlar'da, şapkanın fese zaferi ve üstünlüğü gündemde tutuluyordu. Oysa arada sırada Türk, Arap, Hint'li müslümanların batıyı ziyaret edenleri, kafalarına şapka geçirmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı. 2. Dünya Savaşı sırasında başkumandan vekili Enver Paşa’nın orduya güneş siperlikli “Enveriye” adı verilen bir başlık getirmesi, değişim yolunda ilginç bir adımdı. Kurtuluş Savaşı sırasında da Milli Mücadelecilerin, Atatürk’ün modalaştırdığı yan çevrilmiş kalpak kullanmaları, fesin modasının geçmekte olduğunun işaretiydi.

    Hakkı Kılıç, 1915 yılında yazdığı “Son Cevap” adlı risalesinde, şapka giymenin hiçbir sakıncasının olmadığını belirtmiştir. 2. Meşrutiyet’in batıcı düşünürlerinden Abdullah Cevdet ise laikliği, latin harflerini, kadın haklarını açıkça savunmuş, Sirkeci’de şapka ile gezmiştir.

    Mustafa Kemal’in şapka devriminden çok önceleri (7-8 Temmuz 1919), Erzurum ve Sivas Kongresi arasında Mazhar Müfit ile bir mülakatı bize, şapka konusundaki görüşlerini yansıtır. Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendiriyor, Sivas Kongresine sunulacak belgeleri hazırlıyorlardı. Yine böyle bir gece Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyorlardı. Paşanın aklına Mazhar Müfit geldi. Emir eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı. Bir ara Süreyya bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti: “ Paşam, başarıya ulaştıktan sonra da iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ve devrimler yapmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz ?” Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da, “Şimdi not et bakalım”, dedi. “Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Şimdi yaz:
    Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.
    İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
    Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.
    Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”
    Bunu duyunca Mazhar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa, “neden durakladın?” diye sordu. “Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var.”
    “Bunu zaman tayin eder, sen yaz.
    Beş: Latin harfleri kabul edilecek.”
    “Paşam yeter, yeter. Cumhuriyet ilanını başaralım, üst tarafı kolay.”
    Mazhar Müfit, bundan sonra defterini kapayarak koltuğunun altına aldı ve ayağa kalkarak, “Paşam sabah oldu”, dedi. “Siz oturacaksanız hoşça kalın.”


    Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, şapka devrimini çok önceleri tasarlamış ve bunu gerçekleştirmek için uygun zamanı beklemiştir. Gazi, bu çeşit devrimlerle entelektüel Jön Türkler zamanında yalnız düşünce alanında kalmış olan planlarını gerçekleştirmişti.

    Doğu ve Güneydoğu’daki isyanların bastırılmasından sonra Mustafa Kemal Atatürk yurdun her tarafından gelen heyetleri kabul ediyordu. Bu heyetlerin bir kısmını İsmet İnönü’ye havale ederken, Kastamonu’dan gelen heyeti haber aldığında, “bu heyetle ben görüşeceğim” dedi. Saffet Arıkan, anılarında, Atatürk’ün şapka devrimini Kastamonu’da gerçekleştirme kararını ve bunun sebebini kendi sözleriyle şöyle özetliyor: “Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar; ya üniformayla veya fesli, kalpaklı sivil elbiseyle görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, Türkiye beni öyle görür, yadırgamazlar. Üstelik, bu vilayetin hemen hepsi, asker ocağından geçmişlerdir, itaatlidirler, munistirler. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.” der.

    İlk denemeyi kendisi yaptı. Gazi çiftliğinde beyaz bir Panama şapkası giyerek, traktör üstünde resim çektirdi. M. Kemal Atatürk, 23 Ağustos 1925'te sekiz gün sürecek Kastamonu gezisine başlamış, İnebolu, Devrekani, Taşköprü, Seydiler, Küre ve Daday ilçelerini ziyaret etmiştir.

    Sembolik düzeyde laikleşmenin bir gereği olarak devreye sokulan şapka devriminin Kastamonu’dan başlatılması da bir plan dahilinde gerçekleşir. Çünkü eğer düşündüğü olursa, Anadolu’nun bu mutaassıp şehrinde görünümünü halka kabul ettirebilirse, diğer bölgelerde kabul ettirmek daha kolay olacaktır. Bunun için şapka devrimini İzmir’den başlatma tekliflerine, İzmirlilerin şapkaya alışık olduklarını, dolayısıyla orada şapka giymenin pek anlam ifade etmeyeceğini, dikkatlerin daha çok giysileri ve şapkası üzerinde yoğunlaşacağına inandığı bu Anadolu şehrini seçtiğini belirtir.

    Kastamonu halkı, gece bir fener alayı yaparak Gazi’nin evi önüne gelmiş, Gazi de onları selamlamıştır. Ertesi gün belediye dairesinde Kastamonu halk teşekkülleri ve kazalardan gelen heyetlerin kabulü sırasında Gazi ile şehir esnafından bir terzi arasında şapka devriminin ilk açık söylenişi sayılması gereken şu konuşma geçti:

    Gazi - (terziye elbisesini göstererek) Bu elbiseler, ucuz ve düz milletlerarası kıyafet mi?
    Terzi ve diğer esnaf – Evet milletlerarasıdır.

    Gazi – İşte görüyorsunuz, bu elbiseler ucuzdur, basittir, yerli malıdır. Aynı elbise kumaşından bir de kumaş serpuş yaparsınız.

    Gazi – (esnaftan başka birine) Fesini gösterir misin?
    Fesin üstünde bir sarık vardı, altından da bir takke çıktı.


    Gazi devam etti: “İşte takke, üzerinde fes, onun üstünde de ağbani sarık… Bunların hepsinin ayrı ayrı parası yabancılara gidiyor. Bunu söylemekten maksadım şudur: Biz her açıdan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gördük, bunun sebebi dünyanın durumunu anlayamayışımızdır. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Şunun bunun sözüne önem vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslam alemine bakın. Zihniyetlerini fikirlerini medeniyetin emrettiği değişim ve yükselişe uydurmadıklarından ne büyük felaket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en nihayet son felaket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak, bu, idaremizdeki değişimdendir.Artık duramayız, ne olursa olsun ileri gideceğiz, çünkü mecburuz. Millet açık olarak bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız kalanı yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu koruyup sürdüreceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır!”
    Gazi Kastamonu’dan İnebolu’ya geçti. Türk ocağında, milli kıyafetin iyileştirilmesi için bütün memleketi kapsayan bir hitapla daha açık, daha kesin sözlerini söyledi:

    “Efendiler, Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, gerçekte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi size diyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır; medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla, medeni olduğunu göstermek zorundadır. Kısacası medeniyim diyen Türkiye’nin gerçekten medeni olan halkı baştan aşağı dış vaziyetiyle de medeni ve olgun insanlar olduklarını fiilen göstermek zorundadırlar. Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolayca anlasın. Bu açıklamalarımı, bir sualle yöneltmek istiyorum, soruyorum:

    “Bizim kıyafetimiz milli midir? (Hayır sesleri)

    “Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (Hayır, hayır sesleri)

    “Size katılıyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.”

    “ O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? (Hayır, hayır, asla sesleri)

    Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? ve “bu çamurun içinde cevher gizlidir fakat anlayamıyorsunuz”? demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak gerekli ve doğaldır. Cevherin korunması için bir kutu lazımsa, onu altından veya platinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına alıklığına hükmetmekte hala tereddüt mü edeceğiz?
    Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta “siperi şemsli serpuş”, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine “şapka” denir.
    Şapkaya itiraz edenler vardır. Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?”
    Gazi, İnebolu’dan tekrar Kastamonu’ya geldi. Bu arada bazı kazaları ziyaret etti. Her yerde yeni devrim ve reform esasları üstünde fikirleriyle halkı aydınlattı. Kastamonu’da Halk Fırkası bahçesinde, halktan binlerce insanla tekkelere, zaviyelere, dervişler ve tarikatlara dair konuşurken söz şapkaya geldi:

    “İnebolu’da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi görüleceğinden burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi, bizim de milli bir kıyafetimiz varmış, fakat inkar edilemez ki taşıdığımız kıyafet o değildir. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu acayip kıyafete girip dünyayı kendisine güldürür mü? Devlet memurları ve bütün millet kıyafetlerini düzelteceklerdir. Sağlık açısından ve her açıdan denenmiş medeni kıyafeti giyeceğiz. Bunda tereddüde gerek yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur.”
    İşte şapka devriminin ilk uygulama safhası böyle geçti ve bu nutuklar, devrimin ilk beyannameleri kıymetini aldı [16]. Artık “şapka” sözcüğü ağızdan çıkmıştı. Haber ajansları bu demeçleri yurdun dört bir yanına yaydılar. Gazi, Ankara’ya dönüşünde şehrin dışında, görevlilerden kurulu bir grup ve dostları tarafından karşılandı. Hepsinin başında şapka vardı. Yunus Nadi’nin şapkasını beğendi ve yoluna devam etmeden önce kendisininkiyle değiştirdi.

    O günden sonra, toplumun üst tabakalarında moda çabucak değişti. Şimdi bunun yasa yoluyla bütün millete yayılması gerekiyordu Konu Millet Meclisine bir kanun teklifi olarak getirildi.

    Önce bir kararnameyle, din işleriyle görevli olmayanların dini kıyafet ve işaretle dolaşması yasaklandı. 1 Eylül 1925’te Ankara’ya dönen Mustafa Kemal, 2 Eylül 1925’te Bakanlar Kurulunu toplayarak üç önemli kararname çıkarttı:
    1. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kararname,
    2. İlmiye sınıfının kılığına ilişkin kararname,
    3. Devlet memurlarının kılığına ilişkin kararname

    25 kasım 1925'te TBMM’de “Şapka Kanunu” kabul edildi. Şapka Giyilmesi Hakkında Kanun'un maddeleri şunlardır:

    Kanun no: 671(25. 11. 1925)

    Madde 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel idare ve bütün kurumlara mensup memur ve müstahdemler, Türk ulusunun giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet engeller. Madde 2. Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. Madde 3. Bu kanun Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar kurulu tarafından icra edilir .

    Meclisten çıkan yasayla bütün erkeklerin şapka giymesi istendi, fes giymek suç oldu. O sırada ülkede yeteri kadar şapka yoktu, binlerce insan ya açık başla ya da Avrupalı şapkacıların piyasaya sürdüğü çeşitli başlıkları giyerek dolaşıyordu. Ancak yerli şapka fabrikaları tam randımanla çalışmaya başladıktan sonra herkes şapka bulabildi. Fabrikalar halk için kumaştan, kopçalı kasketler yaptı. Böylece namaz kılarken secdeye yatabiliyorlardı. Ayrıca, kasketi ters giyenler de vardı. Kastamonulu terzilerin hepsi kasket terzisi oldu.

    Şapka kanununun uygulanması ile birlikte başta Atatürkçü öğretmenler olmak üzere, pek çok aydın Kıbrıs Türk’ü de şapka giymeye başlamıştır. Bu arada lise talebeleri de şapka giymek istediklerini ilgililere duyurmuşlardır


    Şapkaya karşı çıkanların tepkileri ve gerekçeleri, Atatürk’ün bunlara cevabı ve alınan önlemler:
    Şapkaya tepkiler din örtüsü altında geldi. Yenilik karşıtları gülünç denebilecek iddialar ileri sürerek, İslam savunucusu rolü üstlenerek şapkayı Atatürk’ün, dolayısıyla genç Cumhuriyetin “dinsizliğini” belgeleyen en önemli delil olarak ileri sürdüler. Şapka devrimi, 1925 yılından beri muhalif kitlelerin sembolü haline gelmiş, Atatürk devrimlerini benimsemeyenler, geleneksel yapının devamından yana olanlar, din adamları ve "gerici" çevreler, şapkayı batılılaşmanın, dolayısıyla Hıristiyan kültürünün simgesi olarak değerlendirmişler, şapka giymeyi de İslam’dan çıkmak, Hıristiyanlaşmak, hatta dinsizleşmek olarak yorumlamışlardır. Oysa ki Atatürk tüm devrimlerinde olduğu gibi, Türk toplumuna “çağdaş olan”ı göstermek ve iddiaların aksine başa örtülen şeyin dinle herhangi bir ilgisi bulunmadığı gerçeğini topluma anlatmak amacındaydı:

    “(...) Şapka giydirdim anlasınlar ki insan, kisve ile din değiştirmez ve dini, herhangi bir kisveye alet etmez! Kısa bir zamanda bunu anlayacaklardır. Din ile kisvenin farkının ne olduğunu idrak edeceklerdir. Ben bu hesapları bir “gardrop” mevzuu üzerinde duracak kadar basit görmüş veyahut üzerinde durarak, onu inkılap kabul etmiş bir insan değilim. Şapka giydikten sonra bu iş ayrı, o iş ayrı diyecekler. Anlayacaklar ki, şapka giymekle kimse dinini değiştirmez”. Atatürk, “ Din ve şapka arasında bir bağlantı yoktur” dese de onun gibi düşünmeyenler halkı örgütleyip “şapka geldi, din elden gidiyor” yaygarası çıkardılar

    Halkın şapkaya tepkisinin diğer bir nedeni ise şapkanın biçiminden kaynaklanıyordu. İslam’da ister sivil, ister asker kesiminden olsun, baş giysilerinde kenar çıkıntısı bulunmazdı. Zira bu çıkıntı, namaz kılarken müminin alnının yere değmesine engel oluyordu. Bir başka söyleyişle şapka, namaz kılmanın, yani Müslüman olmanın işareti olarak algılanmaya müsait bir başlık değildi.

    Şapka Kanun Tasarısı, Büyük Millet Meclisince görüşülürken, taslağın Anayasaya aykırı olduğunu ileri süren Bursa milletvekili Nurettin Paşa’ya zamanın adalet bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) şu yanıtı veriyordu: “Hürriyetin nasibi, irticanın elinde oyuncak olmak değildir… Ülkenin çıkarlarına olan şeyler hiçbir zaman Anayasaya aykırı olamaz, olmaması belirlenmiştir (mukayyettir).”

    Bu kanun elbette hemen benimsenmedi. Şapka Kanununun çıkmasıyla birlikte Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane gibi illerde protesto olayları yaşandı İstiklal Mahkemeleri, TBMM’nin çıkardığı laiklikle ilgili iki yasaya karşı yükselen tepkileri kovuşturmaya başladı. Bunlar, şapka iktisası (giyilmesi) ve tekke ve zaviyelerin seddi (kapatılması) kanunlarıydı. Yasaya göre, şapkadan başka bir başlık giymekte direnmenin cezası üç aya kadar hafif hapis iken, kanunu protesto hareketleri, sistemin meşruluğuna karşı yönelen idamlık suçlar sayıldı . Şapka, İstiklal Mahkemelerinin en önemli konusu haline geldi.

    Aslında Cumhuriyetin ilanı, hilafetin kaldırılması, şer’iye mahkemelerinin kapatılması, hıyanet-i vataniye yasasına “dinin politikaya alet edilemeyeceği”nin eklenmesi gibi girişimler yüzünden kabaran tepkiler, şapka olayını bahane ettiler Din adına resmi binaların duvarlarına asılan ve halkı, yeşil sancak altında gösterilerde bulunmaya çağıran pankartlar, bu davranışı körüklemişti. Emniyet kuvvetleri ve mahkemeler, öfkeyi bastırmak için var güçleriyle çalışmaya başlarlar. Şapka aleyhinde olanlar veya her ne gerekçeyle olursa olsun şapka giymeyenler mahkemeye sevk edilir. Birçok kimse sürgün veya on-onbeş yıla varan hapis cezalarına çarptırılır. Rize’de 8, Maraş’ta 7, Erzurum’da 4 kişi idam edilir. Bir başka kaynakta da, Rize’de 8, Sivas’ta 3, İskilip’te 2, Menemen’de 28, toplam 78 kişinin idam edildiği geçmektedir

    Mustafa Kemal Atatürk, şapka devriminden sonra şu görüşleri belirtmiştir: “Baylar, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte ve İstiklal mahkemelerinin çalışmakta bulunduğu süre içinde yapılan işleri göz önünde getirecek olursanız, meclisin ve ulusun güven ve inancının tam yerinde kullanıldığı kendiliğinden anlaşılır. Yurtta girişilen büyük ayaklanma, cana kıyma eylemleri ortadan kaldırılarak, sağlanan dirlik ve düzenlik, elbette kamuyu sevindirmiştir. Baylar; ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının simgesi gibi görülen “fes”i atarak; onun yerine, bütün uygar ülkeler halklarının kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan, anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu. Bunu, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte bulunduğu sırada yaptık. Bu yasa yürürlükte olmasaydı yine yapacaktık. Ama buna, yasanın yürürlükte oluşu da kolaylık sağladı denirse, bu çok doğrudur. Gerçekten, Takrir-i Sükun Yasasının yürürlükte bulunuşu, kimi gericilerin kamuoyunu geniş ölçüde ağulamasına (zehirlemesine) olanak bırakmamıştır. Gerçi bir Bursa milletvekili, bütün yasama görevi boyunca hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve hiçbir zaman mecliste ulus ve Cumhuriyet yararlarını savunmak için bir tek söz bile söylememiş olan Bursa milletvekili Nurettin Paşa, yalnızca şapka giyilmesinin, “temel haklara, ulusal egemenliğe ve kişisel dokunulmazlığa aykırı işlem” olduğunu ileri sürmüş ve bunun, “halka uygulanmamasını sağlamaya” çalışmıştır. Ama Nurettin Paşa’nın ulus kürsüsünden alevlendirebildiği bağnazlık ve gericilik duyguları, en sonu birkaç yerde ve birkaç gericinin, İstiklal Mahkemelerinde hesap vermeleriyle söndü.



    -------------------------------------------------------------------------------

    Şimdi şunu söylemek istiyorum;

    Şu an milyonlarca insan bu kanunu çiğniyor.Polisler ve memurlar bile!

    Kaldırılmalı...







  • Öyle bir kanun var mı Türklerde?

    Saçma geldi bana.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi C.C.C.P. -- 21 Nisan 2008; 12:47:30 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: C.C.C.P.

    Öyle bir kanun var mı Türklerde?

    Saçma geldi bana.



    Aslına oldukça mantıklı bir nedenle çıkarılmış bir kanun. Bu yazıyı okumadan önce bende senin gibi düşünüyodum. Artık aslında ne kadar önemli bir kanun olduğunu görebiliyorum.
  • Ya insanların zorla sen bunu takıcaksın şöyle giyineceksin demeleri bence çok saçma mantığım almıyor
  • quote:

    Orjinalden alıntı: SurlarÖnünde

    Ya insanların zorla sen bunu takıcaksın şöyle giyineceksin demeleri bence çok saçma mantığım almıyor


    Şapka kanununun, Cumhuriyet dönemindeki reformlar içinde ilklerden olması, daha sonra yapılacak reformların sembolik bir öncüsü olduğunu göstermektedir. Şapka kanunu yoluyla halk, psikolojik olarak değişime hazırlanacaktı. Muhtemelen şapka kanunu, tepkileri ölçecek bir barometre işlevi görecek, bu sayede toplumun reformlara tahammül sınırı ölçülerek, reformların çapı ve düzeyi tespit edilecekti. Kıyafet, kendi başına insan davranışına da etki edebilirdi. Kıyafetin taşıdığı sembolün anlamı insanın psikolojisine etki ederek onu yönlendirebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Reformcu devlet adamlarının bakış açısından mistisizmle ve kadercilikle özdeşleşmiş doğu kıyafetleri giyen bir toplumun, o kıyafetleri giydiği sürece, kendisiyle özdeşleşen ruh halini terk etmesi mümkün olmazdı. Batının ruh halini ve davranış biçimini benimsemenin yollarından biri, batı insanının psikolojisini temsil eden giysileri giymekti.

    Şu paragrafı okumanı tavsiye ederim. Çünkü gayet mantıklı şeyler yazıyor. Senin sorunununda cevabı bence.




  • quote:

    Şimdi şunu söylemek istiyorum;

    Şu an milyonlarca insan bu kanunu çiğniyor.Polisler ve memurlar bile!

    Kaldırılmalı...

    hala yürürlükte ise bence de kaldırılmalı artık gerek yok sonuçta
  • Eskiden gerekliymiş ama şu an gereksiz.Çağ işte, ayak uydurulamıyor her vakit...
    Atatürk'ün ileri görüşlülüğü sanırım biraz tıkanmış burada.Giyim kuşam her daim gelişiyor zaten, bunda kimsenin bir suçu da yoktur; vesselam.
  • quote:

    Orjinalden alıntı: F22 Raptor

    Eskiden gerekliymiş ama şu an gereksiz.Çağ işte, ayak uydurulamıyor her vakit...
    Atatürk'ün ileri görüşlülüğü sanırım biraz tıkanmış burada.Giyim kuşam her daim gelişiyor zaten, bunda kimsenin bir suçu da yoktur; vesselam.



    Ama Atatürk'ün amacı o değildi zaten orda yazdığına göre. İnsanların reforma ne kadar kolay alışabileceklerini ölçmek ve fes, sarık gibi şeylerin dini bir şey olmadığını insanlara anlatmaktı. Aslında şimdiyede lazım ya böyle bir şey neyse...Bence gayette ileriyi görmüş. Hemde harbiden baya bi ileriyi görmüş. Şimdiki durum belli.




  • Birazda laiklik ile baglantılı bir reform.Bugün Milli güvenlik yazılısında cıkmıstı

    Şapka kanunu ile birlikte sarık ve cüppeler sadece ibadet alanları icinde kullanılmaya başlanmış.

    Aslında şapka kanunu diyince insanın aklına basit bişi gibi geliyor ama cok önemli bir yer tutuyor inkılaplar icin.Mesele önce TBBM'nin açılması (1920) sonra saltanatın kaldırılması (1922) ve daha sonrada cumhuriyetin ilanı (1923) gibi bişey buda.Diger inkilaplara zemin hazırlamak.

    Pat diye bir yenilik getirmek o kadar kolay olmuyor o dönemlerde.Çünkü halk o kadar cahil ki; Celal Bayar cumhurbaşkanı oldugu dönemde anadolu köylerini gezerken bir yaşlı adamın Celal Bayar icin ''yeni padişah bu mu?'' sorusunu soracak kadar...
  • Şimdi değil zamanında binlerle ifade edilen insanlar İstiklal Mahkemelerinde haksız yere sadece 'şapka' giymeyi red ettikleri için aslılarak katledildi.

    İskipli Atıf hoca bunlardan yanlız biridir. İstiklal mahkemesi hakimi ''Hoca. şu başındaki sarıkta çaput, bu şapkada. Onu çıkarıp bunu giysen ne olur'' dediğinde Atıf hoca aynen ''“Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki (ay-yıldız al) bayrak da çaput, ingiliz bayrağıda.lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız'' der.

    Elbette bazı şeyler hakkında hüküm verirken o zamanın şartlarını, koşullarını düşünmek gerekir.Ona göre ve ona uygun hükmetmek gerekir.
    Ancak kendi görüşümce; Özgürlük ve Demokrasi, insanlara bir şey giydirmek değildir, insanları soymakta değildir. ÖZgürlük kimsenin ne giyip ne giymeyeceğine karışmamaktır.




  • quote:

    Orjinalden alıntı: El-Cezeri

    Şimdi değil zamanında binlerle ifade edilen insanlar İstiklal Mahkemelerinde haksız yere sadece 'şapka' giymeyi red ettikleri için aslılarak katledildi.

    İskipli Atıf hoca bunlardan yanlız biridir. İstiklal mahkemesi hakimi ''Hoca. şu başındaki sarıkta çaput, bu şapkada. Onu çıkarıp bunu giysen ne olur'' dediğinde Atıf hoca aynen ''“Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki (ay-yıldız al) bayrak da çaput, ingiliz bayrağıda.lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız'' der.

    Elbette bazı şeyler hakkında hüküm verirken o zamanın şartlarını, koşullarını düşünmek gerekir.Ona göre ve ona uygun hükmetmek gerekir.
    Ancak kendi görüşümce; Özgürlük ve Demokrasi, insanlara bir şey giydirmek değildir, insanları soymakta değildir. ÖZgürlük kimsenin ne giyip ne giymeyeceğine karışmamaktır.



    yorumunun ilk paragrafını okudugumda inanmadım ve dedım kı kendı kendıme illa bır sebebı vardır bu adamlarının asılmasının.derken 2. paragraf benı haklı cıkardı .




  • quote:

    Orjinalden alıntı: F22 Raptor

    Eskiden gerekliymiş ama şu an gereksiz.Çağ işte, ayak uydurulamıyor her vakit...
    Atatürk'ün ileri görüşlülüğü sanırım biraz tıkanmış burada.Giyim kuşam her daim gelişiyor zaten, bunda kimsenin bir suçu da yoktur; vesselam.


    eskiden gerekliymiş şimdi gereklı değil demıssın.
    bende diyorum ki 1400 yıl once gereklı olup uygulanmıs ama şimdi hala bunları uygulamakta direten milyonlarca insan var.sence 70-75 yıl oncesi mi eski yoksa 1400 yıl oncesı mı
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ist_eco


    quote:

    Orjinalden alıntı: F22 Raptor

    Eskiden gerekliymiş ama şu an gereksiz.Çağ işte, ayak uydurulamıyor her vakit...
    Atatürk'ün ileri görüşlülüğü sanırım biraz tıkanmış burada.Giyim kuşam her daim gelişiyor zaten, bunda kimsenin bir suçu da yoktur; vesselam.


    eskiden gerekliymiş şimdi gereklı değil demıssın.
    bende diyorum ki 1400 yıl once gereklı olup uygulanmıs ama şimdi hala bunları uygulamakta direten milyonlarca insan var.sence 70-75 yıl oncesi mi eski yoksa 1400 yıl oncesı mı

    insan eliyle yapılan ile üstün bir güç tarafından konulan yasaların kişiler üzerindeki etkisinin farklı olduğunu anlamadınız galiba.hangisinin doğru olduğu konusu da görecelidir bir kez girilince bir sürü tartışma çıkıyor ben bu kadar diyeyim




  • askeriyenin yaptığı anayasadan ne beklenirdiki zaten... bizim çağdaş bir anayasaya ihtiyacımız var... buda mesleği ne olursa olsun Prof. lerin hazırlayacağı ve halkın oylayacağı bir anayasa olmalı...
  • quote:

    Orjinalden alıntı: ist_eco


    quote:

    Orjinalden alıntı: El-Cezeri

    Şimdi değil zamanında binlerle ifade edilen insanlar İstiklal Mahkemelerinde haksız yere sadece 'şapka' giymeyi red ettikleri için aslılarak katledildi.

    İskipli Atıf hoca bunlardan yanlız biridir. İstiklal mahkemesi hakimi ''Hoca. şu başındaki sarıkta çaput, bu şapkada. Onu çıkarıp bunu giysen ne olur'' dediğinde Atıf hoca aynen ''“Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki (ay-yıldız al) bayrak da çaput, ingiliz bayrağıda.lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız'' der.

    Elbette bazı şeyler hakkında hüküm verirken o zamanın şartlarını, koşullarını düşünmek gerekir.Ona göre ve ona uygun hükmetmek gerekir.
    Ancak kendi görüşümce; Özgürlük ve Demokrasi, insanlara bir şey giydirmek değildir, insanları soymakta değildir. ÖZgürlük kimsenin ne giyip ne giymeyeceğine karışmamaktır.



    yorumunun ilk paragrafını okudugumda inanmadım ve dedım kı kendı kendıme illa bır sebebı vardır bu adamlarının asılmasının.derken 2. paragraf benı haklı cıkardı .



    Bende aynen öyle oldu. Zaten, bildiğim kadarıyla, imamlar falan dışında sarık, cübbe giymek yasaktı. Bu adamda bayrağımıza çaput diyebiliyosa, bu adam, Türk bayrağını kaldır İngiliz bayrağını koy diyebiliyosa, zihniyeti bellidir ve Türkiye'ye zararlı biri olduğuda bellidir. Bunları diyebiliyosa vatan hainidir benim gözümde.




  • Sevgili Aziz kardeşlerim,

    Verdiğim sadece bir misal, bir temsil idi. İskipli Atıf Hoca örneğinde ise tamamen yanlış anşalıldığı kanısındayım.Elbette bu tamamen benim hatam.

    Şöyleki; malum zamanda çıkarılan şapka,kıyafet kanunu ile insanların zorla kılık kıyafetlerine müdahalede bulunuluyor. Karşı çıkanlar ise ya senelerce mahkum edliyor yada idam ediliyorlardı.

    Atıf Hoca bir din adamıdır.İmamlığıda vardır. Kendi devrinde ise sarık giymesi (ozamana göre) gayet tabiidir. Bazı şeyler vardırki bazıları için sembol teşkil eder. Atıf hoca için ise sarığı, yaşam tarzının bir sembolüdür.
    Mahkeme başkanı(Ali Çetinkaya) ona '' şu kafandakide çaputtur, şu şapkada. Onu çıkarıp bunu giysen ne olur'' der ve Atıf hoca çok güzel bir noktaya dikat çekerek ''Evet biliyorum, ancak hey’et-i hakimin (hakim heyetinin) arkasındaki bayrak da çaput, ingiliz bayrağıda.lütfen o bezi kaldırınız da yerine bir İngiliz bayrağı asınız'' Der ve hakim susar kalır.(Benim atladığım ve yanlış anlaşılmaya sebebiyet veren nokta)diyip heyetin yanlış düşüncesini bu örnekle vurgular.

    Şimdi burada Atıf hoca şunu demek istiyor. Madem yabancıların tarzı olan şapkayıda, benim giydiğim sarığıda bir görücek bir zihniyette iseniz. Ozaman size göre şu Şanlı bayraktta bezdir, ingiiz bayrağıda. Onu çıkarıp şunu assanız ne olur?


    Kel Ali namıyla maruf İstiklal mahkemesi hakimi Ali Çetinkaya en sonunda çıldırarak öldü. İskipli Atıf hocanın iade-i itibarı için bir teklif hazırlandı ve alt komisyonda benimsendi ve halen meclise getirilmesi bekleniyor.Aradan yaklaşık 70 sene geçti. Fakat Atıf hoca gibi binlerce insanın idamına sebep olan şapka kanunu hala yürülüktedir.

    Olayı (benim ifade eksikliğimden kaynalanan) yanlış anlaşılmalarla yorumlamayınız.(hatam için özür dilerim.)



    ---------

    Burada ben ne sarığı öneriyorum nede şapka giymeyi eleştiriyorum. Benim lügatımda ÖZGÜRLÜK DEMAKRASİ denilen kavramlar, ne kimseye bir şeyler giydirmek nede birşeyler çıkarmaktır. Aslolan kimsenin ne giyip ne giymeyeceğine karışmamaktır.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi El-Cezeri -- 23 Nisan 2008; 21:52:44 >




  • Ben aslında anladım orda adamın ne demek istediğini. Ama senin gibi şu şapkada yabancı işi, ingiliz bayrağıda fln olayına aynı şekilde bakmadım. Ben düşündümki, o adam onu bu sarık bizim dinimizin simgesidir, sen onu şapkayla bir tutuyosan, bu bayrakta İngiliz bayrağıyla aynıdır o zaman gibi bir şey ifade etmiş. Bunu düşündüğüm içinde üstünde durmadım ve direk bu adamın bayrağa hakaret ettiğini söyledim. Belki senin gibi belki benim gibi. Benim gibi düşündüde öyle dediyse, Atatürk zaten sarığın dini simge falan olmadığını bildiği ve insanlarada bunu anlatmaya çalıştığı için şapka devrimini yaptı. İşte bundan dolayı pek üstünde durmadım. Ama senin gibi düşündüysede, kim bilir...
  • @Arukard
    Evet, doğal olarak ortaya çıkan bu yanlış anlaşılmanın tek sebebi, benim eksik ifade kullanmam. Ve bundan dolayıda büyük hicap duyuyoorum.

    Zaten mevzu Atıf Hoca değil.Sadece aklıma gelen bir misal idi.

    Dediğiniz gibi, her şey gibi bu mevzuununda zamanın şartlarına göre düşünülmesi yorumlanması gerekir.
    Dar bakış açımla, mantıklı bulmadığım ve sonuçlarını talihsiz bulduğum bir kanun...



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi El-Cezeri -- 23 Nisan 2008; 22:24:21 >
  • quote:

    Orjinalden alıntı: El-Cezeri

    Şimdi değil zamanında binlerle ifade edilen insanlar İstiklal Mahkemelerinde haksız yere sadece 'şapka' giymeyi red ettikleri için aslılarak katledildi.




    Bir insan sırf şapka giymeyi reddettiği için, sarık cübbeyle(kime ne zararı varsa atalarımız hepsi öyleydi) dolaşmak istediği için asılıyorsa ben o mahkemedilerin insan olduğuna inanmam.
  • Bi örnek vercem konuyu başka tarafa çekmek için değil bu örnek sadece bu konuyla alakalı bi örnek olduğu için.

    Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın sadece kendi görüşlerini savundular diye asılmasına çok iyi, iyi yaptılar, Türkiye için zararlıydılar, komünistlerin hepsi asılsın vs gibi yorumlar yapan zihniyetin,(El-Cezeri sözüm sana değil) bu kişilerin asılmasına tepki göstermesi ve bunun demokrasi dışı olduğunu savunmaları çok şaşırttı beni.
    Bunları konuyu başka tarafa çekmek için yazmadım lütfen yanlış anlaşılmasın.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Lokomatif Portakal -- 24 Nisan 2008; 15:26:45 >
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.