Şimdi Ara

OLAYA GELİN (2. sayfa)

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
132
Cevap
0
Favori
2.467
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
2 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • ayet olarak cevaplamak gerekirse orada inzal olanın(nuzul edenin) hu denen eril öğenin özü olan dna olduğu anlaşılmalıdır.

    kuran(guran) bir ayettir oradaki şahıslaşan zamir kitabı değil bizatihi kendisini beyan ediyor dersek hu en içten dua yuvarlak yazım içten duanın şekil kazanmış hali olarak okunur. şu an dna şeklinde tanımlanan husus. böylece dilediği kimseyi derken ki kasıt da ayetten ayrı değildir.

    dna ve onun ayetleri de mevcut olduğundan buradaki hu kitaba hürmetsizlik değil.

    ..............................

    insanın göremdiği ışık fazları duyamadığı frekanslar ve algı dışı olduğundan bu sürçleri akledemeyen yönleri var. körüz sağırız ve akledemiyoruz. şimdi ama ayette ilah bana körsün sağırsın akledemezsin diyor küstüm diyemez de denebilir, ancak denmeyedebilir.

    toplam düşünüşte bir kısım hallerin anlamı bakımından kalpte örtü perde olması gibi dekoratif özelliklerimiz de var.(bu şakaydı az önce cemi seyrettim ondan kaldı)

    örtü perde esasen gölge-siyahlık bir şekilde düşününce kalpteki kirli kan gibi düşünülmelidir. gerçeği anlamanıza engel örtü kirli yani oksijensiz kana misaldir. beyin oksijensiz kalınca fotosenteze başlarız( cem'den devam ettim)

    ........................

    o esnada akledemezsiniz gibi düşünün. ilah hakkında illa ki negatif düşünüşe sebeb olamayacak nitelikte bir yaratılış devinimimiz vardır yani.

    .......................

    ebed ilminde dna suretinin sonradan goran yani arabi-ibrani karmasına uğramış bir versiyonu var. arapça guran olan yapı ibrani vurgusu ile(farsi-slav kökende dahil) hal değiştiriyor.

    yani kitapta guran (goran) zaten sorumlu olan ayet-nesne bakımından hayat sahibi kılınmış şey olarka okunabiliyor. guran da inenden ayrıksı bir yapı şeklinde anlatılagelmiş.

    .......................

    sorunun özü şahısla ilgili değil denebilir. müşahhaslaşmayla ilgili. ayetlerin özünün müşahhaslaşmadığı ancak bir kısım sebeblerle indirlen inzal edilen dna nın bunu yaptığı apaçık biliniyor zaten.

    bu apaçıklık ne demek? şimdi adama deseniz ki siz evladınıza ayetullah demişsiniz. adam da he ne olmuş kardeş dese ben tartışma bitmiştir der kaçarım. ama siz cesur bir insansınız ve dediniz ki bu ne ayettir ne ALLAHU dur teala. sözünüz ve olay apaçık. peki adam anlıyor mu? hayır hani apaçık ayetlerdi diyor musunuz?

    diyemezsiniz. çünkü anlamıyor. türkiye de 2252 tane ayetullah isminde adam var. ismin analizini yapan bir sayfa var. ayetullah ismi kuranda geçiyor mu demiş cevaben hayır demiş? ayeh,ayetuke elle- allahu ...... onlarca ayet var. nasıl geçmez? ancak mantık şu; adamın adı elham olmasa da şakir olsa yırttı yani.

    apaçık değildir. misli görülmemiş şekildedir. bu da ayrı bir konu.

    ..............................

    yanlış anlama meselesi herkese yönelik bir şey. insanların büyük bir kısmı yanılgı içinde.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi HADO77 -- 10 Kasım 2017; 18:10:0 >




  • az önce başka bir konuda da aynı meseleler olduğu için kopyala yapıştır yapıyorum


    Kur'an- Kerim'de ''müteşabih'in bulunması


    Allah-u Teala bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor.'' sana kitabı indiren O'dur. Onun bir kısım ayetleri muhkem olup kitabın esasını teşkil ederler. Bir kısım ayetleri de müteşabihtir. Kalplerinde hastalık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onları te'vil etmek arzusuyla kitabın müteşabih olanına tabi olurlar. İlimde ilerlemiş olanlar ise, biz kitaba iman ettik, tümü Rabbimizden gelmedir, derler. Bunları ancak akıl sahipleri düşünür.'' Al-i İmran 7

    Ben çelişki olarak olarak görmüyorum. Kurana bütünüyle inanmak gerekir. Direkt mealine bakarak yorumda bulunmak yanlış anlaşılmalara yol açabilir.. Tefsir denilen bir şey var. Ayetin iniş zamanı-iniş sebebi, vs. bunları öğrenmek gerekir.

    Kimisi mesela Kur'an size yeter ayetini alıp sünneti terk ediyor. Ama Kuran da Peygamber'e de itaat edin yazıyor. Sizin ki de bu hesap gibi.


    Mezhep kelime olarak gidilecek yol, görüş manasına geliyor.

    Dini konularda da itikadi mezhepler-siyasi mezhepler-fıkhi mezhepler var. Görüş olarak birisi mantıklı gelip seçersin, tamamen farklı olanı seçersen de kendi mezhebini oluşturmuş olmaz mısın?

    //Müslümanların İhtilaf Etmesinin Sebeplerine gelelim:( Fıkhi konularda )

    Müslümanlar itikat, siyaset ve fıkıh konusunda bir takım mezheplere ayrılmışlardır. Bu ayrılmanın sebeplerini açıklamaya geçmeden önce. şu iki hususu belirtelim
    1- Bu ihtilaf, dinin özüne yönelmemiştir. Örneğin. Allah'u Teala'nınbirliği, Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın elçisi olduğu, Kur'an Allah tarafından indirildiği ve Hz. Peygamberin en büyük mucizesi olduğu, Kur'an'ın Müslümanlar tarafından kuşaktan kuşağa mütevatir olarak aktarıldığı hakkında; bir de beş vakit namaz,zekat,oruç, hac gibi temel farzlarda ve bunların ifa ediliş şekilleri hakkında ihtilaf olmamıştır.

    Genel bir ifade ile, dinin temel prensiplerinden biri hakkında veya din bilgisinin zorunlu olarak ortaya koyduğu içki,domuz ve hayvan leşi yasağı, mirasın temel kaideleri gibi konularda ihtilaf olmamıştır. İhtilaf, dinin rükünleri ve genel prensipleri dışında kalan konularda olmuştur.

    Hakkında kitap ve sünnetten bir nass bulunmayan konu üzerinde yapılan fıkhi ihtilafın şer olmadığını belirtmeliyiz. Tersine bu ihtilaflar, kitap ve sünnetten çıkan manalar ve bunlardan çıkarılan ölçüler üzerinde derin çalışmalar yapılmasına vesile olmuştur.Bu tür ihtilaf bölünmeye neden olmamış yalnızca görüş ayrılığı olarak kalmıştır. ( Mezhepler Tarihi Kitabından alıntıdır )//

    Ayrıca bahsettiğim mezhep imamları da ben bu mezhebi oluşturdum benim görüşümden gelin diye kimseyi zorlamamıştır. Ebu Hanife'nin kendi öğrencilerinin bile bazı konularda farklı fikirler ortaya koyduğu görülmüştür.İmam Şafii sahih bir hadis bulursanız o benim mezhebimdir demiştir.. Bu uğurda işkenceler görmelerine rağmen doğru bildikleri yoldan sapmamışlardır. Öyle iki kitap okuyup görüş bildirmemişler. Hayatlarını bu uğurda geçirmişlerdir, ders almışlardır vs vs.

    Kaldı ki ateistler de bir çok konuda birbirleriyle uyuşmuyor. Daha yeni ensest ilişkiyi normal gören ve karşı çıkan iki ateist birbirleriyle yazıştı.İnsanların hepsinin aynı şeye inanmasını bekleyemeyiz.

    Siz istiyorsunuz ki herkes aynı şeye inansın. Öyle olsaydı cennet cehennem neden olsun ki diye düşünüyorum. Sadece cennet olduğunu düşündüğümde ise bu dünya da yaşamaya ne gerek var sorusu ortaya çıkar. Hadi doğdun diyelim yaptığın kötülükler ne olacak. Nasıl olsa bi cezası yok. Ve yahut iyi insan oldun sana kötülük yapıldı dünya da bu kötülüğü kimin yaptığını bilemiyorsun ya da kötülük yapana ceza verecek güçte değilsin. Sormayacak mısın o zaman yaratıcı niye bu şekilde yarattı diye. Kim bilir belki sende o zaman nasıl olsa bi cezası yok bende bu yoldan giderim o zaman diyeceksin.

    Kötülüğün olmadığını da düşündüğüm de iyiliğin olmayacağını düşünüyorum. Ya da iyiyi bulamayız, anlayamayız.Direkt cennette gitsek bu sefer orda hepimiz aynı şeyleri yaşamış olacağız. O zaman oraya da cennet dememiz ne kadar doğru bilemedim.
    Bana bu dünya da yaptıklarımdan dolayı cenneti kazanmak daha mantıklı geliyor.

    Şu kötülük olmasaydı, şu hastalık olmasaydı, şu ibadet olmasaydı gibi yaşamı insan için düşünemiyorum. Ağaçlar için olabilir mesela. Sorumlu değiller. Özgür iradeleri yok. Büyüyorlar yazın yeşerip kışın dökülüyorlar , bazıları meyve veriyor zamanı gelince yanıyorlar,kesiliyorlar,yakılıyorlar.


    mesajım burda bitmişti.



    buna ilaveten: yukarda bahsettiğin okuyan herkes inanmalı yazmışsın. İslamı araştırıp müslümanlığı tercih eden bi dünya insan var. Bütün insanlar aynı olamaz ki. bunda insanların bu dünyaya aşırı bağlanmaları, eskiden kopamayışları,inatları, cimriliği vs bir sürü etken var.

    maddeler halinde yazdıklarına ise araştırıp daha sonra yazacağım inşallah.




  • HADO77 kullanıcısına yanıt
    dnakres D kullanıcısına yanıt
    Hocam Kur'anı okudum bazı hadislere baktım ve dinden çıktım.Ben kendim anladığım kadarıyla böyle bir dinin olacağına inanmıyorum.Bana ne kadar anlatmaya çalışırsanız çalışın bu ayetleri,hadisleri kabul edemem.Kendi düşünceme göre bu dinin neresinden tutsam elimde kalıyor.
    Ben kendi VİCDANIMI Tanrım olarak görüyorum artık.Bu saatten sonra Tanrı varsada beni doğru yola iletmesini istemem o denli dinsiz oldum yani.Ben daha da iflah olmam çevremdeki insanların deyimiyle ben zaten kendime,kendi aklımla bir yol çizdim.Bu tartışmayı daha uzatırdım da Din bilgimin eksikliğinden dolayı olsa gerek Hado77' yi anlayamıyorum .

    Artık yeni açacağım konularda konuşmaya devam ederiz.İyi günler.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-874E38824 -- 11 Kasım 2017; 18:53:13 >




  • gelelim kadınlarla ilgili aklınızın almadığı meselelere



    aşağıdaki linkte cariyelikle ilgili açıklayıcı bir mesaj var. sanırım bu meseleyi çokça yerde görmüş olmalılar ki yazdığınızın aynısını ilk başta yazmışlar.



    https://sorularlaislamiyet.com/cariye-kimdir-efendisi-cariye-ile-cinsi-munasebet-kurmak-istedigi-zaman-cariyenin-red-etme-hakki-var



    Cariyelikle ilgili açıklamalar beni tatmin ediyor. İnsanların alışmış oldukları bir şeyi pat diye hemen kaldırılmıyor. İçki de durum böyleydi mesela. Bir de müslüman olan kadınların cariliyeliği söz konusu olmadığını biliyorum. Bulunduğun yerde sadece müslüman olanlar da olmadığına göre cariyelik daha münasip geliyor olabilir.Belki başka bir dinden adam ele geçirip herkese pazarlayabilir , kötü davranabilir. İslam da şartlar daha uygun geliyordur zira bi çok köle de bu dine girmiştir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 2. madde ye bu şekilde açıklama yapılmış. Hz.Aişe nin hayatını anlatan kitapları okuduğumda da bu konuşmayı hatırlıyor gibiyim ama sizin gibi düşünmeme neden olacak bir şey hatırlamıyorum. Belki aşağıdaki linkte ki gibi açıklama olmuştur. Bir de Hz. Aişe de bir insan onu Peygamberler gibi görmemeniz lazım.



    https://sorularlaislamiyet.com/hz-aise-peygamberimize-hitaben-vallahi-rabbin-senin-arzunu-hemen-yerine-getirdigini-goruyorum-dedigi

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 3. Madde'nin cevabını geçiyorum. Bunun için oldukça fazla cevap verilmiş zaten bunun anlanmasınını ve sık sık dile getirilmesine hayret ediyorum. Sizin gibi okuyup araştıranlardan çok yeni yeni öğrenmeye başlayanların sorması gereken bir mesele.



    Zaten hicretten önce kendisine bu davadan vazgeçmesi için istediğin kadar kadın verelim, mevki verelim denmesine rağmen bunu kabul etmemiştir.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 4. Hz.Zeyd meselesini siz normal karşılamışsınız bazı ateistlerin bunu normal karşılamadığını okumuştum başka bi yerde. Zaten bu evliliğin olmasını isteyen de Hz. Muhammed. Halasının kızını nikahlamış. İsteseydi önceden kendisine alabilirdi.



    Aralarında problem olduğundan dolayı ayrılmış bulundular. Peygamberin çekinme gibi bir durumunun olmasını neden sorun edilsinki. O da diğer insanlar gibi çekinebilir, üzülebilir, kızabilir, ağlayabilir, gülebilir,

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Din muslumanlara değil eskiden yahudi isevi putperest olan bir kavme inmiştr.



    Bu açıdan mevcudu açıklarken yapılmaması gereken hataları yapmamak lazım.



    Hepsi muslumandı denen guruh zaten eskiden zikredilen rasullere benziyor.



    Bu toplumda cariyelik kolelik çoklu evlilk var olabilir. Bu toplum islam toplumu değilken sorgulanması gereken isevi putperest yahudi geleneğidir.



    Bu geleneği ustlenmek elbette akıl karı olmadığı gibi islamı tanımlama konusunda da manasız bir tutumdur.



    ......................

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 5. madde için açıklamalar



    https://sorularlaislamiyet.com/islam-dini-kadinlari-dovulmesine-izin-veriyor-mu-nisa-suresi-34-ayette-gecen-dovun-ifadesini-nasil





    Bu devirde çevremde baktığımda ise daha beter durumlarla karşılaşıyorum. Kıza toplum içerisinde bağırır, hunharca öper okşar, sonra gider bunu çevresine ballandıra ballandıra anlatır. Küçük düşürür dalga geçer . Bunları da unutmamak lazım

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • 6- kadınlara miras öncesinde yoktu bile. öncelikle buna bi bakalım. erkeklerin fazla pay alması ise bi çok şeyin erkek tarafından yapılması.



    şu devirde kadınların da çalışıp para kazandığı halde bir çok masrafın erkekler tarafından beklendiğini gördüğümüze göre adil olmayan bir durum göremiyorum.





    bazı konularda eşitlik adil olmuyor. Erkeğe boşanma hakkı veriliyorsa kadına da mehir veriliyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 7. madde



    https://sorularlaislamiyet.com/kadinin-dininin-ve-aklinin-eksik-oldugu-konusunda-bir-hadis-i-serif-oldugu-dogru-mudur-eger-dogruysa



    8. madde içinse cennete girdiğin an zaten hoşnutsuzluk olmuyor. Oranın mahiyetini tam olarak kavramamız mümkün değil. Cennete girdim hani bana erkek yok mu demek saçma geliyor.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • 9. İslam bize 4 tane kadın alın diye zorlamıyor zaten okuduysanız. 4 'e çıkarmamış aksine 10dan 12den indirmiştir.



    Adaletli olman kaydıyla bir de. 4 kadını birden memnun etmenin ne kadar zor olduğunu bilirsiniz zaten. üstelik buna maddi imkan da gerekir. Yine o dönemde bütün kadınları boşamanın da kadın için zararları oluyor.



    yine ayette nikahsız yaşamayın deniyor ve bir kişi ile evlenilmesini tavsiye ediyor. Buna karşı çıkan bir sürü de ateist var. kimene alan razı veren razı tarzında.





    10. madde de ne sorduğunuzu anlamadım. mesele hakkında ters yönden ilişki yasaklanıyor normal yönden istediğiniz şekilde yaklaşın şeklinde açıklama okuduğumu hatırlıyorum . ters ilişkinin de genellikle zrarlı olduğunu duyduk zaten.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • dnakres D kullanıcısına yanıt
    Hocam şuanda müsait değilim bende yarın cevaplayacağım.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Adam diyor ki Allah neden değişecek dinler göndermiş. Ben de diyorum ki insanlar Allah'ın gönderdiği dini nasıl da değiştirmiş. İşte bakış açısı farkı. İnsan görmek istemezse, amuda kalkıp öyle bakar, görmek istediğini görür.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • dnakres D kullanıcısına yanıt
    Merhaba hocam.

    Şimdi başlayalım isterseniz.


    Paylaştıklarımı sonuna kadar okuyun kaynakları felan vardır.Yok bu yalan böyle bişey yok felan demeyin kabul etmem kaynağı var.

    Okuduğum kitaplardan alıntılıyorum....

    Kölelik :

    İSLAM ŞERİATI, KÖLELİĞİ KALDIRMAK DEĞİL, SÜRDÜRMEK
    AMACINA DAYALIDIR

    Hemen belirtelim ki bu yukardaki iddialar, baştan aşağı yalandan
    ibarettir. Çünkü ne Kur’an "özgür" insan tipi yaratmak istemiştir, ne
    Muhammed köleliği yok etmeyi kendisine amaç edinmiştir ve ne de kölelik
    kurulusu Türkler yüzünden sürüp gitmiştir. Aksine köleliğin Tanrısal (ve
    dolayışıyla doğal) bir kuruluş olarak iş görmesine ve 1400 yıl boyunca hiç
    kalkmamacasına sürüp gitmesine sebep olan, doğrudan doğruya İslam şeriatı
    olmuştur. Bu düzenin kurucusu olan Muhammed, biraz ilerde örnekleriyle
    göreceğimiz gibi, ömrü boyunca köleler edinmiş, savaşlarda ele geçirilen
    esirlerin paylaşılması sırasında kendi payına düşen kölelere sahip olmuş,
    kendi hizmetinde ve arazilerinde köleler çalıştırmış, köle satın almış, köle
    satmış, ona buna köleler hediye etmiştir. Söylendiğine göre sahip bulunduğu
    kölelerin sayısı 60 ilâ 80 arasında olmuştur. Öldüğü zaman, mallar,
    hurmalıklar ve araziler yanında, hizmetinde tuttuğu köleleri de ailesi
    efradına miras bırakmıştır. Bu itibarla sorulmak gereken soru sudur:
    köleliğin kaldırılmasını kendisine amaç edinen bir din hiç köleliği “doğal” bir
    kuruluş olarak yerleştirir mi? Ya da kendisini böyle bir dinin “peygamberi”
    olarak tanıtan bir kimse hiç köle edinerek, ya da kullanarak başkalarına kötü
    örnek olma yolunu tutar mı?
    Gerçek şu ki, İslam şeriatı, köleliği kötü gözle görmek ve kaldırmak
    şöyle dursun fakat doğal bir kuruluş bilmiş ve genel olarak insan varlığını
    "özgür" değil "kul" olarak görmüş ve kulların da kendilerine ait kulları
    bulunduğunu kabul ederek köleliğin hiç kalkmamacasına sürüp gelmesine
    vesile olmuştur.
    Gerçekten de Kur’an’a göre insanlar "hür" ve "köle" olmak üzere yasam
    sürerler. "Köle" insan, başkasının mülkü sayılan, onun hizmetinde olan, onun
    tarafından yönetilen, alınıp satılabilen insan demektir (dişi köleye "cariye"
    denir). Köle olmayan, ya da kölelere efendilik yapanlar ise “hür” sayılırlar.
    Ancak ne var ki Kur’an’ın "hür" olarak tanımladığı insanlar dahi aslında
    gerçek anlamda hür (özgür) olmaktan uzaktırlar: gökten indiği söylenen
    buyrukların uygulayıcısıdırlar; yani özgür iradeye sahip olarak is görme
    olasılığından yoksundurlar. Çünkü Kur’an’a göre Tanrı insanları (ve cinleri)
    esas itibariyle kul diye yaratmıştır. "Kul" sözcüğü Kur'an'da "abd" olarak
    geçer ki esas itibariyle "köle" anlamındadır. Her insan Tanrı’nın kölesi olmak
    üzere yaratılmıştır, şu bakımdan ki Tanrı’nın buyruklarına göre "güdülüp
    yönetilir". Zariyat Suresi’nde şöyle yazılı:
    "Cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır." (K.
    Zariyat 56)
    "Bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır" sözlerini: "Buyruklarımı
    yerine getirmeleri için yaratmışımdır" şeklinde anlamak gerekir. Nitekim
    Bakara Suresi’nde şu var:
    "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin! Ki
    'Ona karsı gelmekten korunmuş olabilesiniz." (K. Bakara 21)
    Sayısız denecek kadar çok bu buyruklar arasında Tanrı’ya tapmak ve
    ibadet etmek, gibi olanlar yanında kişinin ve toplumun (devletin) tüm
    yaşantılarını, en ince noktasına varıncaya kadar düzenleyen hükümler vardır.
    Fakat Tanrı’nın bu “kul”ları arasında, kullara “kulluk” (kölelik) edecek
    olanlar da vardır; çünkü Tanrı, o sinirsiz keyfiliği içerisinde, istemiştir ki
    insanlardan bir kısmı, diğer bir kısmına kölelik etsin. Nitekim Kur’an’da,
    köleliğin doğal bir kuruluş olduğunu ortaya vuran hükümler vardır ki
    (örneğin Nahl 75) birazdan özetleyeceğiz. Fakat şimdilik şeriatçının kölelik
    konusundaki diğer iddialarındaki isabetsizliklere değinelim.
    Bu iddialardan biri şöyle: “Kölelik Araplar arasında yerleşik bir kuruluş
    idi. Eğer Tanrı köleliği bir anda kaldırmış olsaydı, halk ayaklanır, kargaşalık
    olurdu.”
    Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir iddia, Tanrı’yı “acz” içerisinde,
    “güçsüz” bir “Yaratan” imiş gibi gösterip Tanrı fikrini zedelemekten başka bir
    ise yaramaz. Zira iktidarına sinir bulunmayan ve her şeyi dilediği gibi yaratıp
    dilediği sekle sokabilen bir Tanrı’nın, kölelik gibi kötü bir kurulusu, sırf halk
    ayaklanır endişesi ile yasaklamadığını söylemek, O'nun iktidarını ve
    yüceliğini inkâr demek olur
    Öte yandan toplum düzenini sağlamak üzere en sert ve amansız cezaları
    öngörmekten geri kalmayan (örneğin şarap içimini yasaklatan, ya da hırsızın
    bileklerinin kesilmesini emreden) bir Tanrı’yı: “Köleliği yasaklarsam
    toplumda kargaşalık çıkar" mazeretine sığınmış gibi göstermek, Tanrı fikrini
    küçültmekten başka bir şey değildir.
    Yine aynı şekilde: “Tanrı köleliği savaş esirleri sistemiyle sınırlamak
    istedi, bu nedenle tüm olarak yasaklamadı. Amacı devrim (niteliğini) taşıyan
    düsturlar koyarak kökten kaldırmaktı” şeklindeki iddianın da tutar bir yönü
    yoktur, çünkü Kur’an’da kölelik, ne savaş esirlerine münhasır bir kuruluş
    olarak ele alınmıştır ve ne de ortadan kaldırılmak amacına dayatılmıştır.
    Kur’an’a göre Tanrı, insanlardan bir kısmını "efendi" ve bir kısmını da "köle"
    şeklinde tutmuş olmakla övünür (K. Nahl Süresi, ayet 75)
    Şeriatçının: “İslam köleliği, insanlık haysiyetini çiğnetici bir kuruluş
    olmaktan çıkardı” şeklindeki iddiasına gelince, bu da yalandan ibarettir, zira
    İslami emirlere göre köleler, köle olmayanlara oranla pek çok hususlarda
    aşağı kılınmışlardır. Örneğin kölelerin (ve cariyelerin) ibadet hakları ve
    hukukî sorumlulukları az olduktan gayri efendilerinin onlara karsı cezai
    sorumlulukları da pek sinirlidir. Cinayet isleyen birisine karsı kısas
    uygulandığı halde, cariyesini öldüren kişiye uygulanmaz ve bu kişi kısas
    olarak öldürülemez; zira Kur’an’a göre kısas: “Hür ile hür, köle ile köle ve
    kadın ile kadın'dır." (K. Bakara 178; Maide 45). Köle (ya da cariye) öldüren
    kimseye "ta'zir" (azarlama) cezası uygulanır.
    Yine bunun gibi hür kadınlara zina isnat eden kimse, bu isnadını dört
    tanık ile ispatlayamazsa kamçı dayağı cezasına çarptırıldığı halde, cariyeye
    zina isnat eden kimse, ispat edemediği takdirde böyle bir cezaya uğramaz,
    sadece azarlanır, ve ahiret cezasını bekler. Öte yandan cariyesine hâksiz yere
    zina isnat eden kimse, bu yeryüzünde ceza görmez; sadece kıyamet gününde
    dövülür.
    6
    Bundan başka cariyeler haccetmekle zorunlu değillerdir; yabancı
    erkekler önünde örtünmekle, “cilbab” giyinmekle de yükümlü değillerdir.
    Sosyal durumlar bakımından da aşağı kılınmışlardır. Örneğin hür bir
    kadınla evli olan erkek cariye edinebilir fakat onunla evlenemez. Cariyeye
    gelince o da sahibinin izni olmadan evlenemez.
    Yine bunun gibi, bir kaç kadınla evli bulunan bir erkek, kadınlarını
    nöbet sırasına göre dolaşmakla görevlidir. Ancak gecelemede “Hür kadına
    kuma olan cariyenin hakkı, hür katinin yarısıdır.” 7
    Öte yandan köleler, tıpkı ergenlik çağına girmemiş kimseler gibi,
    efendilerinin yanına girebilmek için üç kez izin isteme durumundadırlar.
    Kur’an’da şöyle yazılı:
    “Ey müminler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz), ve
    içinizde henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce,
    öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza
    gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar,
    mahrem (kapanmamış) halde bulunabileceğiniz üç vakittir...” (K 24 Nur 58).
    Söylendiğine göre bu ayet şu vesileyle inmiştir: Bir öğle vakti
    Muhammed, bazı hususlarda Ömer b. Hattâb ile görüşmek ister. “Müdlic”
    adındaki bir sahabe ile haber göndererek Ömer’i huzuruna” çağırtır. O sırada
    Ömer öğle uykusuna yatmıştır; muhtemelen üstü de açıktır; yani orası burası
    görünmektedir. Müdlic odaya girince uykuda bulunan Ömer’i uyandırır.
    Fakat Ömer bundan hoşlanmaz ve kendi kendine: “Keşke böyle zamanlarda
    izinsiz girmek yasaklansa!” diye mırıldanır; ya da gönlünden böyle bir şey
    geçirir. Uykudan uyandırılmanın verdiği hoşnutsuzlukla kalkar Muhammedin
    yanına varır. Fakat bir de görür ki az önce gönlünden geçirdiği temenniye
    uygun olmak üzere Tanrı, Muhammed'e yukardaki ayeti göndermiştir.
    Anlaşılan o ki Tanrı, Ömer’in uykudan uyandırılması olayı vesilesiyle
    kölelerin izinsiz olarak efendilerinin yanına girmelerini sakıncalı bulmuş, ve
    Ömer’in temennisi doğrultusunda iş görmüştür.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-874E38824 -- 13 Kasım 2017; 13:30:58 >




  • dnakres D kullanıcısına yanıt
    Kölelik (Cariyelik):

    ŞERİAT SİSTEMİNDE KÖLE (VE CARİYE), EFENDİSİNİN
    MUTLAK TASARRUFU ALTINDA BİR “MAL”, BİR “EŞYA”
    NİTELİĞİNDE
    Kur’an’ın çeşitli ayetlerinde köle'den (ya da cariye'den) söz edilirken
    çoğu kez "mal", "eşya", "alınıp satılabilen şey" anlamlarına gelen deyimler
    kullanılmıştır; köle sahibi kimseler ise "mal/eşya sahibi kimseler" olarak
    gösterilmişlerdir. Örneğin Rum Suresinde "Milku'l-yemin" yani “sağ elin satın
    aldığı, sahip olduğu köleler" diye yazılıdır (Bkz. . Rum 28; Ayrıca bkz. Nur 31,
    33, 58; Ahzab 55; Nahl 71). Nahl Suresi’nde "memlûk" yani "Birinin malı olan
    köle" deyimi yer alır (K. Nahl 75). Nisâ Suresinde "Rakabe" yani "sahibi
    bulunduğu köle" diye yazılıdır (Nisa 92; Ayrıca bkz. Maide 89; Mücadele 3;
    Beled 13). Bakara Suresinde "Rikâb" yani "sahip bulunduğu köleler" diye
    geçer.
    Bundan anlaşılan şu: köle (cariye), öyle bir yaratıktır ki efendisinin
    mutlak tasarrufu altındadır. Efendisi onu dilerse ömrü boyunca köle olarak
    hizmetinde kullanır, dilerse bir mal gibi satar, ya da dilerse ömrü boyunca
    kendisine hizmette bulunmak üzere azat eder.
    Öte yandan Muhammed, iman sahibi erkeklere, köle kadınları "cariye"
    (odalık) olarak şehvet aracı şeklinde kullanma olasılığını sağlamıştır.
    Arapların kadına ne kadar düşkün olduklarını bildiği için, şu veya bu nedenle
    kadınsız kalmasınlar diye bu yolu düşünmüştür. Gazali bu konuda şöyle der:
    "Arap kavminde şehvet galip olduğu için, sâlih olanları da daha çok
    evlenme ihtiyacı duyarlar... Kalbin huzurunu sağlamak ve zinayı önlemek için
    cariye ile evlenmek mubah olmuştur..."
    11
    Bundan dolayıdır ki Muhammed Kur’an’a bu olasılığı sağlayacak
    hükümler koymuştur. Örneğin Nisâ suresinde, "imanlı hür" kadınlarla
    evlenmeye gücü yetmeyen Müslüman erkeklerin, kendi elleri altında
    bulundurdukları cariyeleri alabilecekleri yazılıdır:
    "İçinizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse,
    ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden
    alsın..." (K. Nisâ 25).
    Yine bunun gibi, birden fazla kadınla aynı zamanda evlenemeyecek
    durumda olan erkeklere, bir kadın ve ayrıca diledikleri sayıda cariye alabilme
    olanağını sağlamıştır. Kur’an’ın Nisâ suresinde şöyle yazılı:

    11 Gazali, İhyâu ‘Ulumi’d-Din, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1975, c. II, s. 79.
    “...beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.
    Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz
    cariyeler ile yetinin...” (K. Nisâ 3).
    Şehvet ihtiyacını gidermek üzere cariye alma olasılığını Muhammed,
    sadece başka erkekler bakımından değil fakat kendi ihtiyacı bakımından da
    öngörmüş ve Kur’an’a bu doğrultuda ayetler koymuştur. Örneğin on bir
    kadınla aynı zamanda evli bulunduğu sırada artık başkaca kadın almaması
    için (velev ki güzelliği hoşuna gitmiş olsun) Tanrı’dan vahiy indiğini
    söylerken cariyelerin bu sınırlama dışında bırakıldığını eklemiştir. Ayet
    şöyle:
    “(Ey Muhammed!). Sağ elinin satın aldığı cariyeler hariç, bundan böyle
    (şimdiye kadar aldığın kadınlardan) başka hiçbir kadın, güzellikleri hoşuna
    gitse bile, sana helâl olmaz. Karılarını başka karılarla değiştirmen de
    (öyle)....” (K. 33 Ahzâb 52)
    Bundan başka bir de erkeklere evli kadınlarla evlenme yasağını
    koyarken evli cariyelerle evlenme olasılığını tanımıştır: çünkü cariye her
    hususta kullanılabilecek bir maldır. Nisâ suresindeki ayet şöyle:
    “Sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram
    kılınmıştır..." (K. Nisâ 24).
    Her ne kadar bu ayette sözü edilen cariyelerin savaş esiri olarak ele
    geçirilmiş kadınlar olduğu ve bu kadınların evliliklerinin kendiliğinden,
    tutsaklık nedeniyle, kendiliğinden bozulmuş sayılacağı belirtilirse de,
    söylemeye gerek yoktur ki insan haklarına ve ahlakiliğe terslik bakımından
    cariyenin savaş esiri olup olmamasının fark yaratmaması gerekir. Tutsak
    alınan bir katini, sırf kocası düşman kesimindedir diye, bir başka erkeğin
    koynuna sokmanın ne adâletle ve ne de insafla ilgisi vardır.
    Yine her ne kadar cariyelerin fuhşa zorlanmasını önlemek için
    Muhammed’in: “cariyelerinizi fuhşa zorlamayın” (Bkz. K. Nisâ 33) şeklinde
    hükümler yerleştirdiği kabul edilirse de, bu hükümlerin uygulama gücünden
    yoksun bulunduğu anlaşılmaktadır. Örneğin cariyesini fuhşa zorlayan ve
    bundan kazanç sağlayan kimseye belirli bir ceza getirmemiştir. Getirmek
    şöyle dursun fakat efendisinin isteği üzerine cariyenin böyle bir ise gönüllü
    olarak katlanması halinde bu davranışın bağışlanabilir sayılacağını
    bildirmiştir. Nisâ suresine koyduğu ayet söyle:
    “Dünya hayatinin geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen
    cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa, bilsin ki Allah hiç
    şüphesiz onu değil, zorlanan kadınları bağışlar...” (K. Nisâ 33)
    Görülüyor ki cariye sahibi kimse "iffetli kalmak isteyen" cariyesini fuhşa
    zorlayacak olursa, belli her hangi bir dünyevî cezaya çarptırılmayacaktır.
    Sadece gelecek dünyada Tanrı onu bağışlamayacaktır. Fakat eğer cariye
    "iffetli" kalmak istemez ise, onu fuhşa sürükleyen efendisi için,
    bağışlanmamak dahi söz konusu olmayacaktır.




  • quote:

    Orijinalden alıntı: dnakres

    2. madde ye bu şekilde açıklama yapılmış. Hz.Aişe nin hayatını anlatan kitapları okuduğumda da bu konuşmayı hatırlıyor gibiyim ama sizin gibi düşünmeme neden olacak bir şey hatırlamıyorum. Belki aşağıdaki linkte ki gibi açıklama olmuştur. Bir de Hz. Aişe de bir insan onu Peygamberler gibi görmemeniz lazım.



    https://sorularlaislamiyet.com/hz-aise-peygamberimize-hitaben-vallahi-rabbin-senin-arzunu-hemen-yerine-getirdigini-goruyorum-dedigi

    Allah HZ. Aişe ve Muhammedin diğer eşlerini müminlerin annesi olarak adlandırmıştır :

    33/AHZÂB-6: Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitab’ına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır.


    Hz aişe'nin bu sözünü anlatan yazı :


    Karılarından Aişe, Muhammed'e şöyle diyor:

    -"Ma era rabbeke illa yüsariu hevake" (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu't-Tefsir/33/7,Kitabu'n-Nikah/29;Diyanet yayınlarından Tecrid, hadis no:1721;Müslim, e's-Sahih, Kitabu'r-Rıda/49,hadis no:1464;İbn Mace Sünen, Kitabu'No:-Nikah/57, hadis No: 200; Ahmed İbn Hanbel,6/134,158)

    Nedir bu sözün Türkçesi?

    "Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum." (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi. 7/402)

    "Rabbin Teala (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkuna müsaraat ediyor. (Çeviri: Kamil Miras, Diyanet Yayınlarından)

    Aişe'nin sözü dilimize şöyle de çevrilebilir:

    "Bakıyorum da, senin Efendi Tanrın , yalnızca senin şeyinin keyfini (hevanı) yerine getirmek için koşuyor."

    Hadiste, efendi tanrının yalnızca Muhammed'in hevası için koştuğu açıkça belirtiliyor.

    Heva: İnsanın arzusu, isteği. Ama buradaki herhangi bir arzu, istek değil; cinsel istektir söz konusu olan. Çünkü buradaki konu, cinsel isteğin üzerinde durulduğu bir konu. Ayrıca "heva" söylendiğinde ilkin bu kavramda kullanılır. Rağıp da, heva için : "Meylun'nefsi ile'eş-şehveti" (Bkz. Müfredat, Heva) diyor. Yani "nefsin şehvete eğilimi."

    Rağıp, aynı yerde, hevanın "şehvete eğilimli olan nefsin kendisi için de söylenebileceği"ni belirtiyor.


    Aişe neden böyle diyor?

    Muhammed'in çok karısı var. Yaşlanmış olan Sevde Bint Zema'nın dışında hepsi genç, hepsi güzel. Ve hepsi de cinsel istekli. Adalet olsun diye, Muhammed'in bunlarla cinsel birleşmesi sıraya konmuştur. Sevde'nin dışında kimse, sırasını başkasına kaptırmak istemiyor. İşte bu böyleyken, "ayet" geliyor; durumu değiştiriyor:

    Muhammed'in "heva"sı, "adalet"in önüne geçiyor:

    Muhammed'in kadın seçimi, cinsel alandaki isteği, hadisteki sözcüğü ile hevası, adalete baskın geliyor ve sıra Muhammed'in isteği doğrultusunda, ayetle bozuluyor. Ahzap suresinin 51. Ayeti şu sözlerle başlıyor:

    -"(Ey Muhammed!) Onlardan (yani karılarından) dilediğini geriye bırakır, dilediğini öne alabilirsin..."

    Ne demek bu?

    Hadis ve yorumlara göre şu demek:

    -"Ey Muhammed! Artık nöbet, sıra zorunlu değil senin için. Nöbeti, sırası gelse bile, dilediğin karınla cinsel birleşmeyi erteleyebilir, ondan önce dilediğin karınla yatabilirsin."

    Sözün özü: Kuran'ın tanrısı, Muhammed'in, karılarıyla olan cinsel ilişki düzenindeki işini kolaylaştırıyor. İlişkiyi sıraya koyma zorunluğunu kaldırıyor. "Hangi karınla ne zaman yatmak istersen özgürsün" diyor.

    İşte bunun üzerine Aişe dayanamayıp o sözü söylüyor:

    -"Görüyorum ki senin Efendi Tanrı'n, senin şeyinin keyfini ..."

    Aişe, bu durumu daha sonra, Ahzap'ın 51. Ayeti gelince anladığını; 50. Ayet geldiğindeyse bunu pek anlayamadığını ve o nedenle, 50.ayette, Peygambere kendini (hem de mehirsiz olarak) verebilecek kadından söz edilince şu tepkiyi gösterdiğini belirtiyor:

    -"Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan etsin?" (Tecrid, hadis no:1721)




  • Son kısımdan gidelim. Diyelim ki eski zamanda bi kadı idiniz. Bi cariye beni fuhşa surukluyor diye efendisine ithamda bulundu. Şahitlerde bunu kabul etti. Ne yapardınız?



    ..............



    Dosya incelemesi nasıl yapılır? Ceza Kanunu okuduğunuzda birden suçlu olduğunuza mı kanaat getiriyorsunuz yoksa dosya haline gelmiş bir olay mı gerekiyor?





    ..............



    Ben hukuku yeni baştan yazabilecek nitelikte biriyim diyelim. Yenisini yazmak bir birikim gerektirir bu birikim konu islam hukuku olursa nerden gelirdi? Bu gelen yere nazaran kişinin islam olmadığı anlaşıldığında hukum neye göre kurulurdu?



    Kısaca usul hukukunuz nedir?



    .................



    Kitapta vahiy bir rasule yapılır deniyorsa arıya da vahyeder ne demek?



    Yani nahleti rasulullah mı dememiz gerekiyor?



    Vahiyden ne anlamalıyız?



    ..............



    Diyelim ki inşa denen varlığın bir kısım hususları hayvani bir tutum sergiliyorsa hangi rasulun tarıkı uzre yargı oluşturulur?



    İnşa değil insan olacak.



    Aile kurumu kısır doyun turemesi gibi hususlarda vahyin kaynağı bir arı olabilir mi?



    ................



    Bir arı bir insan bir de melek uçağa binmiş bunlardan insan ben de uçabilirim demiş. Sizce bu fıkradaki temel (basic) kim?



    ................



    Rasul denince aklınıza kim geliyor?

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >




  • dnakres D kullanıcısına yanıt
    Demek ki verilen cevaplar insanları tatmin etmiyor Müslümanları tatmin ediyor.

    "İstediğin kadar kadın verelim, mevki verelim denmesine rağmen bunu kabul etmemiştir." demişsin Adam zaten istediği kadar kadın almış meviki olarak peygamber daha ne olsun ?
  • dnakres D kullanıcısına yanıt
    Böyle ayet inerse tabi araları bozulur.

    Hikayesi :


    Zeyneb Bint Cahş, Muhammed'in oğulluğu Zeyd'in karısıdır. Zeyd'i Muhammed kcndisine "oğul" edindiği için herkes ondan "Muhammed'in Oğlu (Zeyd Ibn Muhammed)" diye söz eder.

    Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zenneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e. Bir kadına Muhammed'in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed'in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Zeyd durumu ögrenir öğrenmez Muhammed'e gidip konuşur.

    Zeyd:

    -Karımdan ayrılmak istiyorum.

    Muhammed:

    -Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı?

    Zeyd:

    -Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı.Onun iyilikten başka birşeyini görmedim. (Zeyd' in eşini boşamak istemesinin nedeninin Müslümanların dediği gibi geçimsizlik değil de Muhammed' in onu arzu etmesi olduğunu ispatlayan cümleler)

    Muhammed:

    - Öyleyse karını bırakma, Tanrı'dan kork!

    Muhammed "karını bırakma" derken, gerçekte sevdiği Zeyneb'in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın.

    Ama bu isteğini ve sevgisini içinde gizliyordu.

    İşte bunun üzerine, Ahzab Suresinin 37. ayeti gelir. (Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyân, 22/10-II.) "Tabakatu İbn Sa'd"da daha geniş olarak yer alan bu aktarmayı, doğubilimciler ele alıp eleştiri konusu yapıyorlar diye, gerçekleri örtme ya da ters yüz etme pahasına da olsa İslam'ı kurtarma çabasına girişmiş görünenler "iftira" diye niteliyorlar. Bu öykü, yüzyıllar boyu "hadis" kitaplarında ve tefsirlerde yer ala gelmiş olduğu halde. Şimdi ayete bakalım. Ayetin anlamı şöyle: (Çeviri, Diyânet'in)

    "Ey Muhammed! Allahın nimet verdiği ve seninde nimetlendirdiğin kimseye: "Eşini bırakma, Allah'tan sakın!' diyor; Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kesti- ğinde onu seninle evlendirdik. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir." (Ahzâb, ayet: 37.)

    Bu ayette anlatılanlar:
    1- Muhammed, Zeyd'e "karısını boşamamasını" söylerken içinde bir şey saklıyordu. Bunu da sonradan Tanrı açığa çıkaracaktı. Muhammet'in içinde sakladığı neydi?

    Yukarıdaki öyküye göre, bu sorunun iki karşılığı olabilir:

    1- Muhammed'in içinde sakladığı şey, Zeyneb'e olan aşkıyla birlikte, Zeyd'in onu boşaması ve kendisini almasına olanak sağlamasını istemesiydi. Yukarıdaki öyküyü "uydurma ve iftira" diye niteleyenlerse; Muhammed'in içinde sakladığı ayette bildirilen şey için şu karşılığı veriyorlar: Onun sakladıgı şey, yalnızca, Zeyd'in karısının boşanması ve onunla kendisinin evlenmesi isteğiydi.
    Oysa bunlar hep iç içe şeyler. Çünkü Muhammed Zeyneb'e tutulmuşsa, kocasının onu boşamasını ve kendisinin almasını istemesi doğaldı. Bu yoldaki isteğini gizlemesiyle aşkını da gizlemiş oluyordu.
    2- Muhammed'in içindekini gizlemesine, insanlardan korkup çekinmesine yol açıyordu.

    Peki bu korkuya, çekinmeye yol açan neydi? Yani Muhammed, içindekini açığa vurduğu zaman insanların ne yapacaklarını düşünüyordu ki, onun korkusunu taşıyordu? Bu soruya şu karşılık veriliyor: Muhammed, oğulluğunun karısını almaya kalkıyor diye dedikodu yapılmasından çekiniyordu. Çünkü gelenek, böyle bir duruma elverişli değildi. Oğulluğun karısıyla evlenmek çirkin karşılanırdı. (Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu't-Tefasir, 2/527-528 ve öteki tefsirler.)
    Öyküye göre şu karşılık da verilebilir: Muhammed, hem Zeyd'den, hem de öteki insanlardan çekiniyordu. Başkasının, üstelik de "oğulluğu"nun karısına göz koyduğu için... Bir süre bu nedenle durumu açığa vurmamıştı. Ama sonra, "ayetin gelişi" sorunu çözmüştü.

    3 - Muhammed'in, oğulluğundan boşanan Zeyneb'i alması bu yönde herkese bir kapı açmasına yöneliktir.

    Ayette ileri sürülen gerekçe bu.Yani, herkes oğulluğunun boşanan karısıyla rahat evlenebilsin diye Muhammed'in Zeyneb'le evlendirildiğini açıklıyor.' Bu açıklama karşısında da bir soru beliriyor:

    - Bu evlilik olmadan da soruna çözüm getirilemez miydi? Örneğin, bir ayetle, herkese böyle bir yola gitmenin "helal" olduğu bildirilirdi; sorun kalmazdı. Neden bu çözüm yolu seçilmedi de, ille de Muhammed'in Zeyneb'le evlendirilmesi gerekli görüldü? Bu sorunun karşılığı yok.

    (Admin' in Notu: Turan Dursun'un buraya kadar anlattığı öykünün devamını Arif Tekin' in "Kuran'ın Kökeni" adlı kitabın 166. sayfasından itibaren görelim:

    ".. Muhammed, Zeyd' i çağırıp bu ayeti (ahzap, 37) anlattıktan sonra ona şu görevi veriyor: "Git Zeynep' e bu olayları anlat ve onu bana iste.. Zeyd, kapıya varınca içeri giremiyor ve yüzünü çevirerek, -kendi anlatımına göre-ter içinde, sanki dünya başına yıkılmış gibi bir ruh hali içinde kendisinin Muhammed'in elçisi olduğunu ve onu istemeye geldiğini söylüyor. Zeynep ise o sırada hamur işi yapmaktadır. Zeyd'i dinledikten sonra olumlu yanıt vermiyor ve "düşünmem lazım" diyerek ibadet odasına çekiliyor. Zeyd, bu olumsuz haberi Muhammed' e bildirince Muhammed artık buna dayanamıyor ve doğruca Zeyneb'in evine giderek ona el koyuyor. Gerekçe, o sırada inen Ahzab Suresi'nin 37. ayetindeki "Ey Habibim, Zeyneb'i biz sana nikahladık" cümlesidir. Artık bu ayete dayanarak ne Zeynep'e mehir ücretini veriyor, ne evlenme için şahit tutuyor ve ne de Zeynep'in akrabasından izin alıyor. Bu sırada Muhammed 58 yaşında Zeynep ise 35 yaşında idi. Üstelik Muhammed'in yanında şu hanımları vardı:

    1)Aişe (12 yaşında)
    2)Hafsa (23 yaşında)
    3)Ümmü Seleme (30 yaşlarında)

    Olay burada da bitmiyor. Muhammed'in Zeyneble evlenmesinden kısa bir süre sonra (Hicri 6. yıl) Zeyd, Muhammed tarafından üst üste 6 küçük savaşa-baskına gönderiliyor. Bunlar şunlardır:

    1) Beni Süleym 2) İys 3) Taraf 4) Hisma 5) Vadi'l Kura 6) Ümmü Kirfe.

    Zeyd, bunların hiç birinde vurulmayarak başarıyla dönüyor. Sonunda Muhammed Zeyd'i tarihte "Mute Savaşı" olarak bilinen savaşta 3000 kişilik Müslüman ordusuyla yaklaşık 100.000 kişilik Rum ordusunun karşısına çıkarıyor. Üstelik Halit Bin Velid gibi daha usta bir komutan var iken. Zeyd bu sefer öldürülüyor.




  • 
Sayfa: önceki 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.