Şimdi Ara

Metallica - Hardwired...To Self-Destruct (38. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
1.119
Cevap
9
Favori
29.731
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
5 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 3637383940
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Kısa yapsalar suç, uzun yapsalar suç

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >
  • sızdırıldığını görünce yerimden fişek gibi fırlayıp 2 şarkı dinledim. ama böyle olmazdı, markete koştum, içecek ve atıştırma zulalayıp bir oturuşta (birkaçta zıplayışta) bitirdim albümü. sonuçta boynum incindi. hayvan gibi kafa sallatıyor. şarkılar güzel-kötü o ayrı. ama fazla enerjik. kamyon çarpmışa döndüm, kendime gelmek için soğuk duşa girdim.

    edit: şarkılar dinledikçe güzelleşiyor, hem de çok.
    Metallica - Hardwired...To Self-Destruct



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Guest-73A8A7D1E -- 16 Kasım 2016; 2:32:12 >
  • Öncelikle şunu söylüyüm, yapsınlar 1 saatlik şarkı kurtulalım. Kitap okumak gibi geliyor MetallicA'mın şarkıları.

    2- Albümün (singleları katmazsak) en güzel parçası Now That We're Dead.

    Genel sıra: 1_Moth 2_Now That 3_Atlas, Rise!

    3- Albümü ilk dinlediğimde beğenmemiştim ama şimdi çok güzel geliyor. James ve Lars akmışlar. Rob hala ton olarak Jason'ı aratıyor ama onu da bassların sesini açıp kapatmaya çalışmışlar aradaki farkı. Kirk'ün sololarının hepsi birbirine benziyor. Wah'ına da başlayaccam artık 50 yaşına geldi hala ''VAAAAAHH VAAAAAHH VAVAVAVAHHHH'...

    4- Benim için Met. albümlerinin sırasını değiştirecek gibi bir albüm.


    Sıralama: 1_Black 2_RTL 3_AJFA 4_Load/Reload 5_MOP 6_HTSD 7_KEA 8_St. Anger 9_Garage INC. 10_DM

    Ekstra bilgi: Paraya kıyıp deluxe edition alacağım.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Rad-diculous -- 15 Kasım 2016; 1:39:0 >
  • Birazdan #AskMetallica adında bir canlı yayın başlayacak.




    Ekleme:

    Garage Inc. gibi bir albüm daha yapıp yapmayacakları soruldu ve Kirk yapabileceklerini söyledi. Bunun dışında aile yaşantısı, kişisel meselelerle ilgili sorular vardı.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 16 Kasım 2016; 18:1:46 >
  • Teşekkürler.

    Dream No More için çekilen videoyu beğendiğimi söyleyemem ama Confusion için çektikleri video güzel olmuş. Tüm şarkılara video çekeceklerini duyurduklarında hepsinin ilk iki video gibi düşük bütçeli olacağı düşünülüyordu fakat The Day That Never Comes'ın videosunu andıran bir video çekmişler.
  • Türkiye saatiyle akşam 20.00'de Dream No More ile başlayan ve saat 22.00'de Confusion ile devam eden video dizisinin her iki saatte bir video yayınlanarak devam edeceği açıklanmış. Ayrıca bunlara Lords Of Summer için bir video da dahilmiş.


    quote:

    Wednesday, November 16

    9:00 AM PST – “Dream No More” (Directed by Tom Kirk) - Gshow Globo, Brazil
    11:00 AM PST – “Confusion” (Directed by Claire Marie Vogel) - Rolling Stone, USA
    1:00 PM PST – “ManUNkind” (Directed by Jonas Åkerlund) – Bravewords, Canada
    3:00 PM PST – “Now That We’re Dead” (Directed by Herring & Herring) – Pitchfork, USA
    5:00 PM PST – “Here Comes Revenge” (Directed by Jessica Cope) – Triple M, Australia
    7:00 PM PST – “Am I Savage” (Directed by Herring & Herring) – Ro69.JP (Rockin’ On), Japan
    9:00 PM PST – “Halo On Fire” (Directed by Herring & Herring) – BiLD/Metal Hammer, Germany
    11:00 PM PST – “Murder One” (Directed by Robert Valley) – Le Parisian, France

    Thursday, November 17

    1:00 AM PST – “Spit Out The Bone” (Directed by Phil Mucci) – NME, England
    3:00 AM PST – “Lords of Summer” (Directed by Brett Murray) – Aftonbladet, Sweden


    Kaynak:https://metallica.com/blog/news/435961/hardwired-comes-early-to-video




  • ManUnKind'ın videosu yayınlandı.

  • Now That We're Dead'in videosu yayınlandı.

  • adamlar seriye bağladı
  • albümü gerçekten sevdiniz mi? benim dinleyesim gelmiyor bi türlü ısınamadım...
  • Yaşım 46,yaklaşık 30 senedir sıkı bir metal ve Metallica hayranı idim.!!

    İdim diyorum çünkü Son albüm tam bir facia bence

    En kötü albümleri olmuş.St anger a kızmıştık ama o albüm bile bir metal albümü idi ve mumla aratmışlar.
    Eskiler bilir,Metallica klip cevirmeye bile karşı idi." Biz müziğimize Ticari bakılmasını istemeyiz bizi görmek isteyen konserlerimize gelir,gelemeyen Müziğimizi dinler vsv " derlerdi..

    Son albüm ve tanıtım şovlarına bakınca Para tabiki tatlı artık işi iyice Ticari ye dökmüşler..
    Albümdeki rifler,davul atakları sıradan ve hep aynı.Sıkı bir Hetfiled hayranı olarak vokalistlğini hadi yaşına bağlayayım diyeceğim ama o Hetfield kudurukluluğu ve isyanı bu kez hiç bir şarkıda Ritm olarak YOK..! yok işte gitmiş .
    Solo ları zaten ben ANd justice for All dan sonra hiçbir albümde kaale bile almıyorum çünkü Kirk gitarist değil..!!

    Wahh Wahh pedal tanıtıcısı resmen adam..ELinden alın o pedalı oturup ağlar hiçbir şey çalamaz

    Koneserlerine bakın adam hep yanlış çalıyor mutlaka parçalarda hemen Wah Waha bağlıyor.Hiçbir yaratıcılık ,doğaçlama vsvs yok adamda..
    Benim tüm beklentim Hetfield üzerine idi bu albümde ama O da artık yaşlanmış sanrırm Rifflerinden bu belli..!

    Açıkçası hiç dinleyesim gelmedi albumü coğu parcayı atlayarak dinledim..

    Tabi tercih meselesi herkesn zevkine Saygı duyarım o ayrı..! Gercek metal ,Thrash metali HALA d,nlemek isteyen seven varsa benim gibi Açsın Testament son albümünü dinlesn.

    Aynı nesil gruptur bilenler bilir, DİNLEYİN solistin müthiş gücüne yorumuna,DİNLEYİN inanılmaz davul ataklarını,rhytm gitarlarını ve
    gercek gitarsitlerden ALEX Scolnick usta'yı..

    Çizgilerinden hiç sapmamış adamlar..Şiddetle tavsiye ederim.O albümden sonra Metallica POP geliyor insana..




  • hocam sakin olun adamlar bize 20 yıl önce hep en güzel müziği biz yapacağız diye bir taahhüt vermediler, kızacak bir şey yok. isterlerse ninni söylesinler :) seven dinler işte


  • bu da düştü
  • Hocam sakiniz merak etme

    Kimsenin kızdığı falan yok sadece kendi yorumumu yazdım.
    herkes istediğini dinler ,dinlemez..
  • Tüm videolar yayınlanmış. Açıkçası birkaç tanesi dışında pek hoşuma gitmediler. Tüm şarkılara video çekmek yerine birkaç tane ve daha özenli, güzel videolar yapılabilirdi.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 18 Kasım 2016; 4:6:57 >
  • Jimmy Fallon ve The Roots ile birlikte Enter Sandman'i çalmışlar.




    https://www.facebook.com/FallonTonight/videos/10154764200303896/




    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 17 Kasım 2016; 23:10:58 >




  • Türkçe olarak dört farklı inceleme yapılmış. Hem beğenenler, hem de beğenmeyenler var.


    quote:

    Metallica 8 yıllık bekleyişin ardından yeni albümünü yayımladı.

    Metallica, bir çok metal dinleyicisi için yeri çok ayrı ve derinlerde olan bir grup. Bunun ötesinde, internet ve sosyal medya bazında bana göre tartışmasız en ateşli kitleye sahip olan grup. Bu iki sebepten ötürü grubun yeni albüm yapması büyük bir heyecan ile bekleniyordu. Ve nihayet bu yılın ikinci yarısında beklenen haber geldi ve Metallica`nın 10. stüdyo albümü "Hardwired... To Self-Destruct" duyuruldu. 8 yıllık sabırsız bekleyiş nihayet son buluyordu.

    İnanın bana, albümün duyurulmasından itibaren tüm grup üyeleri tarafından sarf edilen en ince demece kadar her şeyi okudum. Bu sebepten ötürü albüme dair beklentilerim gerçekten çok üst seviyedeydi. Metallica'nın hayatımdaki yeri ve önemini derinlemesine anlatmayacağım. İlk dinleyişte hit olduğunu düşündüğüm parçaların tamamının gerçekten metal dünyasında büyük kitleler tarafından sevilen parçalara dönüştüklerini bu işin içine girdiğim günden bu yana gözlemliyorum. "Hardwired... To Self-Destruct" ile ilgili söyleyeceğim ilk şey, her bir parçanın birer hit parça adayı olduğu. Albümü ilk dinleyişimde çok fazla ön plana çıkan parça olmadığını düşünmüştüm ancak daha sonra fark ettim ki, her biri esasında hit olmaya aday. Mükemmel bir albüm.



    Albüm öncesinde yayınlanmış üç adet single parça vardı. Bunlar sırasıyla Hardwired, Moth Into Flame ve Atlas, Rise! idi. Hardwired, Metallica'dan beklenmeyecek kadar hızlı, bana göre Slayer etkileri içeren ve kısa bir parçaydı. Çok heyecan vericiydi. Moth Into Flame, Death Magnetic ile hayatımızın içine giren "modern Justice albümü" tabirini karşılayan bir parçaydı. Atlas, Rise! ise bu üç parçanın en iyisiydi. Ancak bu parçanın tonu stüdyo kaydında sıkıntılı. Yarım ton düşürülmüş versiyonu ile canlıda daha vurucu bir parça haline geliyor. Kesinlikle çok güçlü bir parça. Live versiyonunu dinleyin.

    Lars Ulrich albüm genelinde çok cüretkar bir performans sergilemiş. Fazlaca twin pedal kullanan bir Lars Ulrich ile karşı karşıyayız. Elbette bu kendisi için sıkıntı yaratacak bir durum, zira konserlerde bu performansı yakalayamıyor. Hardwired'ın live versiyonunu dinlediyseniz son sekansta yaşadığı düşüşleri görebilirsiniz. Tüm bunlara rağmen Lars'ın geri adım atmaması beni şaşırttı.



    James Hetfield, bir vokalist olarak dinlemekten en çok keyif aldığım kişi. Ne söylese dinletecek bir vokalist. Aynı zamanda riff yazmak konusunda ne kadar kabiliyetli olduğunu tartışmaya gerek yok. Ne eksik, ne fazla... Papa Het yapması gereken neyse onu yapmış bu albümde.

    Kirk Hammett'ı en çok eleştirdiğimiz nokta nedir? Çok fazla wah pedalı kullanması. Evet, bu albümde de kullanmaya devam ediyor fakat bu durum rahatsız edici bir düzeyde değil. Tam dozunu bu kez tutturmuş. Bence kendisine yapılan eleştirilerden de biraz ders çıkartarak kendini tamamen wah pedalına emanet etmemiş. Sololarını yazarken Lars'ın da kendisini yönlendirdiği videolara rastlıyorduk, belki de Lars vermiştir bu kafayı. Bilemiyoruz. Yine sadece pentatonik gamlarla kurulmuş sololar çalmış. Genel olarak iyi bir iş çıkarttığını söylemekte fayda var.

    Rob Trujillo için söyleyeceklerimiz James Hetfield ile hemen hemen aynı diyebiliriz. Rob son yıllarda Metallica grubunda canlıda performansı en yüksek seviyede olan kişi. Albüm performansında da üzerine düşen görev neyse yerine getirmiş. Manunkind'ın introsu ile albüme imzasını atmış. Bu tarz bir imzayı geçmiş albümde Suicide and Redemption'da atmıştı. Bas gitaristlerin için bu tarz ufak imzalar ve dokunuşlar önemlidir.



    Confusion isimli parça ile Am I Evil hissiyatı yaratmışlar. Şarkı çalmaya başlayınca direkt olarak aklımıza Am I Evil'ın efsane introsu geliyor. Parçanın ana riff'i kesinlikle James Hetfield'ın 25 sene önce yazabileceği tarzda bir riff. Saygıyla önünde eğiliyoruz.

    Halo On Fire, albümün en önemli iki hit parçasından biri. Yayınlanan üç parçanın akabinde yayınlanması planlanan parça zaten bu parçaydı. Video kliple birlikte gelecektir. Sert bir intro ve clean bir verse kısmı ile gerçek bir Metallica parçası. Metallica nedir, sorusuna yanıt olarak verilebilecek bir parça. James Hetfield'ın vokalinin iki yönlü olarak çalıştığı ve hem cleande hem de distortion'da harikalar yarattığı bir kayıt. Son dönemde James Hetfield'ın çok sevdiği nakarat altına gitarlı ezgi yürüme modasını kullandığı ve gerçekten de çok güzel kullandığı bir parça olmuş.



    Albümde bir adet tribute parça yer alıyor. Evet, Lemmy Kilmister için James Hetfield tarafından yazılan "Murder One". Bu isim, Lemmy'nin en çok sevdiği sahne amfisinden geliyor. Amfinin adını, şarkıya isim yapmış James baba. Albümün şüphesiz en iyi parçası. Halo On Fire'dan burun farkı ile önde bana göre, sebebi ise parçanın üzerine yüklenen anlam ve duygu yoğunluğu. Hem albümü önemli kılan bir parça, hem de kendi başına zaten çok büyük önem ifade eden bir parça. Lemmy Kilmister mevzu bahis. Clean intro ile sertleşen Metallica parçaları istisnasız her zaman güzeldir. Bu parça da öyle. Ayrıca çok tatlı bir riff'e sahip.

    Spit Out The Bone hit olma aday. Albümün en hızlı parçası. Bağlasan durmaz. Amerikalılar nasıl derler? "Killer". Evet bu parça tam olarak killer bir parça. Konserde dinlemeye sabırsızlanıyorum.



    Albümün direkt olarak değinmediğim 3 parçası kaldı. Bunlar Confusion, Here Comes Revenge ve Am I Savage?. Her biri dinledikçe sevilen parçalar. Klişe terimleri kullanmayı sevmiyorum ancak bunları tanımlayacak başka cümle bulamıyorum. Eğer bu 3 parçayı başka gruplar yapmış olsa "masterpiece" seviyesinde parçalar olarak yorumlanma ihtimalleri var. Metallica yaptığı için ise albümün hafif topu olarak kalıyorlar. Ben sevdim. İlk başta da söylediğim gibi her bir parça hit parça olma potansiyeline sahip.

    Hardwired... To Self-Destruct bana göre 8 yıllık bekleyişin değdiği bir albümdür. Metallica'yı ilk 4 albümle kıyaslamak büyük bir gaflettir. Zira o 4 albüm gibi yeni bir Metallica albümünün gelme ihtimali neredeyse yok. Her ne kadar James Hetfield'a göre Metallica henüz en iyi albümünü yapmamış olsa da, biz buna pek inanmıyoruz. Death Magnetic ayarında bir albüm gelse yeter düşüncesindeydi esasında. Bu albüm Death Magnetic'ten fersah fersah önde.

    Metallica'ya bok atmanın matah bir şey olduğunu zanneden über metalhead arkadaşlarımızın yorumlarına kanmayın. Taş gibi albüm.

    Türk Gitar Puanı: 4,5/5


    Kaynak:http://turkgitar.net/index.php/albumler/item/4574-metallica-hardwired-to-self-destruct




    quote:

    Baba yadigârları arasındaki kimlik arayışı.

    Hayatımda dinlediğim ilk metal grubunun, 1991′den bu yana bu müziği dinlememin, solumamın, yaşamamın sebebi olan bir numaralı grubun yeni albümünün incelemesinden merhaba.

    METALLICA; çeyrek asırlık eski dostum… Demek tekrar birlikteyiz.

    METALLICA’nın benim için ne ifade ettiğinden bahsetme gereği duymuyorum. Gayet net: şu anda bu cümleyi okuyorsanız METALLICA sayesindedir.

    Metal tarihindeki tüm gruplar içerisinde, albümlerini objektif değerlendirmesi en zor olan grubun METALLICA olduğunu düşünüyorum. Ya bu müziği dinlemeye METALLICA ile başlamış oluyor ve kalbimizde ona ayrı bir yer açıyor, yaptıklarını herhangi bir grup gibi değerlendiremiyor ve olduğundan daha yukarı çıkarıyoruz; ya da grubu bu şekilde yücelten kitleye tepki olarak, yahut çeşitli dış faktörlere kapılarak grubu olduğundan da kötü değerlendiriyoruz.

    Metal tarihinin en büyük grubu söz konusu olunca, bunun aksini düşünmek de zor. Seksenlerdeki tartışılmaz mükemmelliklerinin ardından doksanlarda saptıkları yol ve metal tarihini neredeyse tek başlarına değiştirmiş olmalarının akabinde yaptıkları tercihler; onları metal dünyasının gelmiş geçmiş en büyük hedef tahtasına dönüştürmeye yetti de arttı. Başta “St. Anger” ve “Lulu” olmak üzere adeta kaşınırcasına yaptıkları birtakım şeyler, bu hedef tahtasını daha da büyütmekten ve daha kolay nişan alınır hâle getirmekten başka işe yaramadı.

    Grubun konserlerinde adeta bu durumu onaylarcasına eskiye odaklanması ve son iki albümünü neredeyse tamamen pas geçmesi; METALLICA’nın ilk 15 yılını anlamlı, son 15 yılını ise anlamsız kılmak adına atılan adımlar gibiydi.



    Şunu kabul etmek lazım ki, “St. Anger” şokunun ardından gelecek şey, sadece prodüksiyonunun biraz daha iyi olmasıyla bile hayranların gözünde olumlu puan olacaktı. METALLICA’nın inanılmaz şekilde bunu başaramaması ve prodüksiyon namına “St. Anger”dan kötü olmasa bile pek çok açıdan sorunlu bir albüm olan “Death Magnetic”le dönmesi, METALLICA adına gerçek bir dönüm noktasıydı.

    “Death Magnetic” çeşitli ilginçlikleriyle ilk andan dinleyicileri çarpsa da, derine inildiğinde albümün eksiklerini avazı çıktığı kadar bağırarak ve olduğundan büyük gözükmeye çalışarak kapatmaya çalışan bir iş olduğu kabak gibi görülüyordu.

    Aradan geçen 8 yılın ardından, grubun nasıl bir şeyle döneceği konusunda kafalarda soru işaretinden ziyade temenni vardı. Bu temenni müzikal olmaktan ziyade prodüksiyonla ilgiliydi; grubun sayısız hayranı, “Gözünüzü seveyim şu albümü düzgün kaydedin” diye adeta yalvarıyordu.



    Yeni albüme adını veren “Hardwired” hiç beklenmedik bir anda ortaya çıktığında yapılan yorumlar, yazının başında bahsettiğim ayrıklık durumunu net şekilde ortaya koymuştu. Bir kısım dinleyici şarkının sound’unun jilet gibi olduğunu iddia ederken, diğer bir kısımsa bir an bile duraksamadan kaydın bok gibi olduğunu söylüyordu. Müzikal olarak da kutuplaşma sürüyor, bir taraf METALLICA’nın eski günlerine dönmesini kutlayacak kadar gaza gelirken, bazıları ise şarkının en ufak bir olumlu yanının olmadığını öne sürüyordu.

    Konu METALLICA olunca dinleyici yorumları ve bakış açıları o kadar kutuplaşıyordu ki; insan adeta dinlediği şeyi, kafasında oluşan fikirleri sorguluyordu. “Objektif olarak doğru bir yorumlama mı yapıyorum, yoksa iki kutuptan birine kapılmamak adına gerçek düşüncemi oluşturamıyor muyum?”

    METALLICA’yı kendimi tanıdığıma yakın düzeyde tanıyan bir insan olarak bu ikilemden çıkış noktamı bulmam da tam bu soru sayesinde oldu.

    “Objektif olarak doğru bir yorumlama…”

    “Objektif olarak doğru…”

    “Objektif…”

    Durum şu ki; konu METALLICA, yani belli bir yaş grubunu bu müzikle tanıştıran grup olduğunda, ortada objektif bakma diye bir zorunluluk olması pek de mümkün değildi. Mümkünlüğünü geçtim, olması bile gerekmiyordu. METALLICA başka bir şeydi. Hayatımızı değiştiren, ciddi anlamda bizi biz yapan pek çok şeye yön veren bu müziğin kapılarını bize ilk açandı. Dolayısıyla METALLICA’dan bahsederken birtakım duyguları, yaşanmışlıkları, kazanımları, zamanları dışlayıp grubu sadece o sırada ürettiği müzikle değerlendirmek mümkün değildi.



    Burada çok özel anlara fon müziği olmuş, manevi önem taşıyan, bize gerektiğinde güç vermiş bir gruptan bahsetmiyoruz. Burada insanların şu anki karakterinin, duruşunun, varlığının şekillenmesini sağlamış bir gruptan bahsediyoruz. Kimileri için; onları bu müzikle tanıştırması vesilesiyle kendilerini yetiştiren anne babaları gibi karakterlerine, düşünce yapılarına, hayata bakışlarına yön vermiş bir gruptan bahsediyoruz. Bu yüzden de muazzam miktarda insan için METALLICA; “sözleri şöyle, müziği böyle, prodüksiyon fena değil, grup bu albümde şunu yapmaya çalışmış, notum da şu” denecek bir grup olamaz. Böyle bir şey mümkün değil.

    Tüm bunların ışığında, gelin şimdi “Hardwired… To Self-Destruct”tan bahsedelim.

    “Hardwired… To Self-Destruct”; “Master of Puppets” gibi saf bir thrash metal albümü değil.
    “Hardwired… To Self-Destruct”; “Metallica” gibi bir heavy metal albümü de değil.
    “Hardwired… To Self-Destruct”; “Load” gibi hard rock’vari bir albüm de değil.

    “Hardwired… To Self-Destruct”; METALLICA’nın bu üç özelliğini bir araya getiren ve bunu neyse ki son iki albümden çok daha iyi bir prodüksiyonla sunan bir albüm. İçinde thrash metal de var, BLACK SABBATH’vari bir doom metal de, belki de daha önce hiç olmadığı kadar yoğun bir NWOBHM de. Şarkılarda Cthulhu referansları da duyuyoruz, politik mesajlar da. Grup bize her yanından bir şeyler sunuyor ama bunu “hatırlar mısınız biz zamanında böyle şeyler yapmıştık siz de çok beğenmiştiniz, aslında şu anda da bize çok kızmayın çünkü o güzel şeyleri de yine biz yapmıştık” diyerek yapmıyor.

    Ne acayiptir ki METALLICA bunu, bu sefer suçu başkalarına atarak yapıyor.



    Albümün 2 CD’den oluşacağı ilk açıklandığında biraz endişelenmiştim. Grubun “Death Magnetic” benzeri 2 saatten uzun bir albüm yapması ihtimali beni ziyadesiyle tedirgin etmişti. Neyse ki “Hardwired… To Self-Destruct”, 77:29′luk süresiyle son dört METALLICA albümünden çok da uzun bir süreye sahip değil, hatta tek CD’lik “Load”dan 1,5 dakika daha kısa. Bu korkumun sebebi elbette ki METALLICA’nın 2000 sonrasındaki en büyük derdi olan kendini editleyememesi ve özellikle “Death Magnetic”te ayyuka çıktığı üzere epik olacağım diye şarkıları süründürürcesine uzatmasıydı. “Hardwired… To Self-Destruct” bu açıdan çeşitli sorunlar barındırsa da, “Death Magnetic” kadar göstermelik bir arka arkaya rif ekleme durumu içermiyor.

    Hardwired ile albümü agresif biçimde açan METALLICA, 3. single’ı Atlas, Rise! ile NWOBHM etkilenimlerini yansıtıyor ve tekil hâlde fazla bir öne çıkarlıkları olmasa da bir araya geldiklerinde albüm içinde ortalamanın üstüne çıkan bir şarkı sunuyor. Bu şarkıdaki IRON MAIDEN etkileri, “Hardwired… To Self-Destruct”ın en iyilerinden olduğunu düşündüğüm Moth into the Flame’de de görülüyor. Bu ikisinin arasındaki Now That We’re Dead ise çok da bir şey sunduğunu düşünmediğim, bana pek bir şey hissettirmeyen bir şarkı. “Load” döneminde yazılmış ama kullanılmamış gibi duruyor ve epey düz bir karakter barındırıyor.



    Cthulhu’yu duyduğumuz ve James’in seksenlerdeki vokallerini anımsatan vokal yorumlarıyla dikkat çeken nispeten karanlık Dream No More, ilk CD’nin iyileri arasında. Akılda kalıcı ve misal bir Now We’re Dead’in aksine, kendine özgü bir karakter oluşturmayı başarıyor. Vokal namına eski dönem METALLICA’yı anımsatması nedeniyle yer yer bana METALLICA’dan ziyade EVILE havası verdiğini de söylemem gerek (Interception gibi interception be kardeşim).

    İlk CD’yi kapatan Halo on Fire’a geldiğimizdeyse bana kalırsa albümün en iyi 2 şarkısından biriyle karşılaşıyoruz. 8:15′lik süresiyle “Hardwired… To Self-Destruct”ın en uzunu olan Halo on Fire; albümdeki en değişken, en çok farklı şey yapmaya çalışan, James’in yıldızlaştığı bir şarkı olarak karşımızda duruyor. Clean verse bölümleri, patlayan nakaratları ve 3:30 sonrasındaki “Garage Inc.” medley tadındaki gitgelleriyle kesinlikle iyi bir şarkı. Eşlik edilesi pek çok yeri olan, melodik riflerle vokalleri gayet iyi harmanlayan ve uzun süresini hissettirmeyen bir çalışma. Albümdeki kimi 6 dakika civarı şarkılarda bile “artık bitse iyi olur” hissini yaşarken Halo on Fire’da bu tarz bir “e hadi tamam artık” yaşamamak gayet iyi. Şarkının 6. dakikadan sonra KVELERTAK’vari bir coşkuya sapması da başka bir sevimlilik.

    İkinci CD’ye geldiğimizde karşımıza çıkan Confusion ve Rob Trujillo’nun da yazımına katıldığı ManUNkind ile birlikte, “Hardwired… To Self-Destruct”taki orta tempoluğun albümün genel bir karakteri olduğunu kanıksamaya başlıyoruz. Hardwired’ı duyunca “ooOOOOooooOOOOoo Kill ‘em All gibi mi olacak acabaaağğğ???” hissiyatının neredeyse hiç başlamadan sönmesi ve özellikle 2. CD’yi bu orta tempoluğun domine etmesi albümün bu noktada zorlandığı, hatta can çekişir gibi olduğu hissettiriyor. Tempo değişimi olmayınca, şarkıların birbirlerinden ayrıştırılırlıkları da azalıyor ve yazıma hiç katılmayan Kirk’ün kopyala yapıştır soloları sayesinde özellikle sololara bağlanma, solo ve solodan çıkış kısımları epeyce aynılaşıyor.



    Here Comes Revenge’in son derece formülize yapısı ve ardından gelen Am I Savage? ile birlikte albümün enerjisinin iyice düştüğünü görüyoruz. METALLICA eli yüzü düzgün temiz bir albüm yaratmış olsa da, Hardwired’la, Moth into Flame’le ve Halo on Fire’la oluşan heyecan ve beklenti; 2. CD’nin ilk dört şarkısında epey bir sönüyor. Yaklaşık yarım saat süren bu orta tempolu benzer şarkı formu, bence “Hardwired… To Self-Destruct”a dair en büyük sorun. Grup bu bölümü hareketlendirecek, dinleyiciyi içine girdiği durgunluktan çıkaracak hiçbir şey yapmaya çalışmıyor. Albümdeki genel “eskilere öykünme, ataları yad etme” hissi çerçevesinde, albümün ikinci CD’sine yedirilmiş gizli bir BLACK SABBATH anması mı var acaba diye düşünülebilecek düzeyde bir ağırlık söz konusu.

    Tüm bunların üstüne DIAMOND HEAD’i de es geçmeyelim tadındaki Am I Savage? ve açıklandığı üzere Lemmy ve MOTÖRHEAD için yazılan Murder One da gelince; “Hardwired… To Self-Destruct”ın özellikle ikinci yarısı kesinlikle içselleştirilebilecek bir METALLICA sunmuyor. Gruptan size bir şey ifade edecek, sizin için önem taşıyacak şarkılar bekliyorsunuz, ancak şarkıdan şarkıya bunun imkânsız olduğunu, zira METALLICA’nın bizzat bu şarkıları size değil, başkalarına yazdığını hissediyorsunuz. Bu açıdan bakınca “Hardwired… To Self-Destruct”ı içselleştirmek, sizin için değer ifade eden bir yere koymak gerçekten çok zor ve bu da albümü içine girmeden, hep dışarıdan bakarak değerlendirmek gibi bir sıkıntıyı doğuruyor.

    Bu baba yadigârları sandviçini kapatan son şarkıya geldiğimizde ise neyse ki grubun tempoyu yükselttiğini görüyoruz. Spit Out the Bone albümün en thrash metal şarkısı olmasının yanı sıra değişken rifleriyle de en azından nefes aldırıyor. Son yarım saatte yaşanan kısmi daralmanın ardından, pek de akıl alıcı bir içeriği olmayan Spit Out the Bone bile bir şükür vesilesi oluyor. Bu şarkıda bile araya bir IRON MAIDEN melodisi sokuşturuluyor, hem de solonun orta yerine, “Kirk bi müsaade et abi” dercesine, adeta bir komiklik unsuruymuşçasına.



    Böylece albüm bitiyor.

    Peki sonuçta “Hardwired… To Self-Destruct” nasıl bir albüm?

    “Hardwired… To Self-Destruct”ın en yakın durduğu METALLICA albümü, bir notası dahi METALLICA tarafından yazılmayan “Garage Inc.”. Grup IRON MAIDEN^dan BLACK SABBATH’a, MERCYFUL FATE’ten NWOBHM’nin demirbaş gruplarına çok genel bir heavy metal perspektifi sunuyor ve bunu Hardwired ve Spit Out the Bone gibi iki thrash özellikli şarkı arasında sandviçliyor.

    Bu yüzden de “Hardwired… To Self-Destruct” dağınık bir albüm. Açıkçası biraz kimliksiz, biraz fazla aynı, biraz fazla dışa bağımlı. Ancak benim adıma albümün değerini düşüren asıl şey bunların hiçbiri değil.

    Bence “Hardwired… To Self-Destruct”ın belli bir değerin üzerine çıkamayacak oluşunun sebebi, albümün empati kurulabilir olmayışı. Albümün bir METALLICA hayranının kendisiyle özdeşleştirip anlamlar yükleyeceği çok az şey sunuyor olması. Başta bahsettiğim “METALLICA olduğu için objektif bakması zor” durumunu dahi yaratmıyor oluşu.

    Albümün gerçek hakkı aslında 7 ama METALLICA olduğu için 9 veri-

    Ahah yok yok, öyle bir durum bu sefer yok. Maalesef yok.

    7/10


    Kaynak:http://www.pasifagresif.com/2016/11/metallica-hardwired-to-self-destruct/




    quote:


    Bundan yaklaşık on veya onbir yıl önce herkesin beynine “ilk dört albüm” şeklinde yerleşen o mâlum söz öbeği benim de beynime kazınmıştı. Ride The Lightning, Master Of Puppets ve …And Justice For All gibi albümlerle kendimden geçerken bir yandan ham bir müzik olgusuyla Kill ‘Em All‘un agresif yapısıyla da boğuşuyordum. Dinleyici olarak standartlarımı geliştirmeye başladıkça Metallica albümleri kafamda daha iyi oturmaya başlıyordu. Özellikle Thrash Metal’i genel hatları itibariyle çözdükçe Ride The Lightning favori albümüm haline gelmeye başlamıştı. Kendimi Old School Thrash furyasına kaptırdığım günlerde Kill ‘Em All’un değerini de kavramıştım. Müzik algımın değiştiği her geçen gün Metallica’yı yeniden keşfediyordum. Sanki koca diskografi benimle beraber gelişiyordu. Tabi o zamanlar bu bahsedilen albümlerin yanında Black Album, Load, Re-Load, Garage Inc. ve St. Anger‘ın esamesi bile okunmamıştı. Poser tartışmalarına meze oluyorduk yani. Gel zaman git zaman yüzlerce kez dinlenilen “ilk dört albüm” beni Metallica diskografisinin içerisinde kör etmesinin yanı sıra, genel olarak metal müzik algımı da köreltmişti kısa bir süreliğine. Hayatınızda dinlediğiniz en kaliteli, en iyi besteleri içeren, her parçasında üstüne bir şeyler katabilen ve böylelikle hiçbir parçasını birbirinden ayıramadığınız bir albümü düşünün. O albümün bir ömrü vardır. Müzik canlı ve dinamik bir olgudur. İlk dinlemeye başladığınız andan itibaren beyninizin içerisinde doğan “mükemmel albüm” fikrini besleme ihtiyacı duyarsınız. Yeni doğmuş bebeğin ne kadar çok uykuya ve yemeğe ihtiyacı varsa, o albümü siz de bir o kadar dinlersiniz. O fikir büyüdükçe albümü dinlediğiniz periyotlar da seyrelir ve bir noktadan sonra o albüm bir “nostalji” ve “klasik” halini alır. Artık ayda bir eski günleri yad etmek için açarsınız o albümü. Bu noktada “ilk dört albüm”ü büyütüp büyütüp öldürdükten sonra farklı ufuklara doğru yol aldım. O günden sonra içimde bütün türlere hakim olma gibi bir istek vardı, kendime bunu hedef olarak koyup engin bir denize bodoslama dalış yapmıştım. İşte asıl o günden sonra Metallica gibi bir grubun özünde barınan değerini anlamış oldum.

    Metallica’nın dünyanın en büyük metal müzik grubu olmasının sebebi emin olun sadece 80’li yıllarda ortaya koydukları muazzam “ilk dört albüm” hikayesine dayanmıyor. Metallica için bunun dışında daha büyük bir olgu var. Black Album’u hala daha her ay yüzbinlerce satmalarının daha farklı bir sebebi var. Her ne kadar Load, Re-Load ve St. Anger yerin dibine sokulsa da dinlenme istatistiklerine ve satış rakamlarına baktığımızda “Ulan kim dinliyor o zaman bu albümleri?” sorusunu yöneltebiliyorsak bunun daha farklı bir sebebi var. Metallica insanların dönemsel olarak ne istediğini çok iyi biliyor ve bunu kendi yetenekleri dahilinde harmanlayarak piyasanın nabzını hiç bırakmıyor. Metal müziğin agresif ve “ne istediğini tam olarak bilmeyen ama gelecek vaad eden” 80’ler piyasasına dört bombasını bırakarak klasikleşme dönemini sağlama almalarının yanı sıra 90’larda metal müzik agresifliğinden biraz ödün vererek globalleştiğinde gavur tabiriyle en “catchy” ve “grungy” albümlerini yayınlayarak bu konuda bir üst basamağa daha çıktılar. Dönemlerin getirdiği ihtiyaçlara bakmanız yeterli. 93′ ve 00’ yılları arasında metal müziğin görünürdeki piyasası ufaktan bocalama dönemine girdiğinde yine nabzı tutan grup Metallica oldu ve bunun için yemediği küfür de kalmadı. St. Anger’ın Metallica diskografisinin en kötü albümü olduğunu kabul ediyorum fakat 2000-2005 yılları arasında metal müziğin görünür yüzünün ne kadar rezil rüsva bir hal aldığını da göz önünde bulundurmanızı tavsiye ederim. Sonuç olarak bugüne kadar çoğumuz Metallica albümlerini dönemsel bağlamını atlayarak ele aldık ve “Master Of Puppets’ı yapan adamlar St. Anger’ı nasıl yapar ya?” gibi cümlelerin ve “Hiçbir şey ilk dört albüm gibi olmayacak o yüzden sonrasında çıkan bütün albümler kötü” cümlelerine kendimizi hapsettik. Şimdi bunları kulağımıza küpe yapalım ve Hardwired… To Self Destruct’a biraz daha yanaşalım.

    Ben şahsen yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü Load, Re-Load ve St. Anger üçlüsünü severim. Çünkü yukarıda bahsettiğim bağlamda ele aldığınızda albümlerin içerisinde parlayan cevherleri rahatlıkla keşfedebilirsiniz. Çünkü bu albümlerde hala Metallica’dan başka grupta duyamayacağınız ‘özel’ anlar mevcut. Bende bu film Death Magnetic‘de koptu. Metal müzik dinlemeye başladığımdan itibaren güncel olarak yakalayacağım ve “Oha Metallica yeni albüm çıkarıyormuş” heyecanına kapılabildiğim bir albüm olan Death Magnetic, Metallica’nın ne kadar farklı tarzlarda albüm ortaya koyarsa koysun kendi cevherini yitirmeme çabasından yoksun, klasikleşmiş dönemlerine modern fırça darbeleriyle ve berbat ötesi bir prodüksiyonla bende büyük bir yara açtı. Şimdi ise sekiz yıl bekledik ve yukarıda anlattığım her şeyin karar aşamasına geldik. Hardwired… to Self-Destruct oldukça uzun bir aradan sonra Metallica’nın muhtemelen Black Album’den beri çıkardığı en iyi albüm ünvanını hak ediyor. Hardwired… to Self-Destruct, James Hetfield ve Lars Ulrich’in önceki albümlerde yaşadıkları dönemsel sıkıntıların ötesinde, ki metal müziğin bence özellikle 2010’dan sonra büyük bir dirilişe geçtiği bir dönemdeyiz, Death Magnetic’de aksini yaptıkları gibi kendilerini sınırlamadıkları bir albüm ve en önemlisi ise bahsettiğim o “cevher”leri barındıran bir albüm. Yalnız şimdiden uyarayım, baştan sona kamyon gibi Thrash Metal bekliyorsanız üzülürsünüz, bu albüm muhtemelen Metallica’nın şimdiye kadar çıkarttığı en “çeşitli” albümü.

    Birinci Disk


    Albümü döndürmeye başladığınızda ilk single Hardwired ile karşılaşıyorsunuz. Parça ilk yayınlandığı günden itibaren büyük tartışma konusu olmayı becermişti bile. Bir taraftan “çok bodos, tekdüze” diğer taraftan “İşte eski Metallica, ne güzel buram buram Kill ‘Em All kokuyor!” yorumları geliyordu. Parça beni yorumsuz bırakmıştı. Bildiğin nötr hissediyordum. Giriş kısımlarında anlattığım meselelerden yola çıkarak değerlendirmeye koyduğumda Death Magnetic’in tekdüzeliğinin yanında bu parça oldukça iyi kalıyordu. Uzunluğu, beste yapısı ve agresifliği oldukça yerinde bir parça. Fakat hala “parçanın özellikle şu kısmını çok beğendim” gibi spesifik yorumlara açık olduğunu düşünmüyorum. Tam olarak bir albüm açılış parçası desek yerinde olur herhalde.

    Şimdi şunu itiraf edeyim “Atlas, Rise!“ı üçüncü single olarak yayınlandığı gün dinlediğimde sevmemiştim. Kendini tekrar eden yapısını bir türlü sindirememiştim. Fakat bugün albüm içerisinde yeniden dinlediğimde içerisinde barındırdığı NWOBHM yapısını daha iyi algılayabildim. Sadece nakaratında bulunan Iron Maidenvari melodiyi değil, iyi bir NWOBHM dinleyicisiyseniz parçanın main-riff’inde yatan Saxon veya Angel Witch tarzı agresifliği de hissetmişsinizdir. “Die as you suffer in vain” derken arkadan gelen harmonik gitarla beraber oluşan muhteşem uyumu fark ettiyseniz James Hetfield’ın vokalinin şaşırtıcı derecede “çok iyi” olduğunu da fark etmişsinizdir ve bu gerçek albümün sonuna kadar değişmiyor. James Hetfield son yılların en iyi performansını ortaya koyuyor.

    Zaten single olarak yayınlanan ilk iki parçadan sonra “Now That We’re Dead” ile resmi olarak Load diyarlarında bir gezintiye çıkıyoruz. Hardwired ile ortaya çıkan agresif hava Atlas, Rise! ile beraber mid-tempo bir hale gelirken Now That We’re Dead ile daha farklı bir havaya bürünüyor. Parça kendisini geliştiren bir yapıya hakim olmasına rağmen ilk diskin içerisinde boğuluyor. Albüm bu noktada hem beklenmedik bir tür farklılığına gidiyor ki çeşitlilik sinyallerini şimdiden veriyor, hem de bütünlük açısından daha farklı bir resim çizeceğini söylüyor. Parçaya geri dönersek, muhtemelen ilk diskin en arka planda kalan parçası diyebiliriz.

    Moth Into Flame ikinci yayınlanan single olarak single’lar arasında en beğendiğim parça olmuştu. Bir Metallica dinleyicisi ne ister? Akılda kalıcılık, agresif-melodik kombinasyonunu sağlayan riffler, güzel bir nakarat ve bir solo. Bir de çay. Şekersiz. Hardwired’dan sonra tempoyu yine yukarı çeken Moth Into Flame Metallica’nın dinamik yapısını son on yıl içerisinde yansıtan en iyi parça olmuş diyebiliriz. Bu parçada ayrıca sık sık hissedeceğimiz James Hetfield’ın acayip iyi vokal düzenlemesinin örneğini de görüyoruz. Müziğin bütününde hiç sırıtmayan vokalleri notaya dökmek konusunda Hetfield’ın üstüne birini bulmak gerçekten zor.

    Cthulhu waking, dreaming no more! İşte albüm burada beni oldukça şaşırtıyor. Çünkü Metallica bildiğiniz Doom Metal yapıyor? Dream No More’u dinlediğim anda aklıma başka bir şey gelmedi. Parçanın girişinde çoğu doom grubunun klasikleşmiş “gitara şöyle bir aynı notadan tekrar tekrar abanalım da milletin suratı erisin” olayını bile yapmışlar çünkü. Kim bilir belki Crowbar‘a albüm kapaklarıyla bu yüzden selam çaktılar. Bazı noktalarda Crowbar atmosferi bile hissedebiliyorsunuz her ne kadar gitar sludge tonlarında olmasa bile.

    Albüm hala şaşırtmaya devam ediyor, ilk diskin sonundaki Halo On Fire albümde en sevdiğim parça oldu. Progresif yapısıyla öne çıkan parça aynı zamanda Kirk Hammett‘ın da üç tane solosuyla öne çıktığı bir parça. Albüm içerisinde tek parçada en çok riff’i barındıran Halo On Fire aynı zamanda Hetfield’ın her ne kadar eskisi gibi olmasa da kirli tonda çıkışlarını da barındırıyor, en sağlam performansını da bu parçada duyuyoruz. Harmoniyi ve tekniği çok iyi bir şekilde birleştiren parça birinci disk için mükemmel bir kapanış parçası. Ek olarak size yukarılarda bahsettiğim cevheri yakaladığım parça da özellikle bu parça oldu.



    İkinci Disk

    İkinci diski başlatmadan önce ilk diskin şaşkınlığını hala üstümden atamamıştım. Çünkü bu kadar farklı bir yelpazede tür eriten bir albüm beklemiyordum. Hatta Moth Into Flame ve Hardwired’ı single olarak vererek insanları büyük bir thrash beklentisine sokan grup herkesi ters köşeye yatırdı muhtemelen. Öyledir ki ikinci diske bu çeşitliliğin daha nasıl boyutlara varacağını merak ederek başladım. Halo On Fire gibi, evet sanırım bu terimi kullanacağım, epik bir parçanın ardından gelen Confused beklentimin altında kaldı böylelikle. Klişe bir kalıba oturtulan parça birinci diskin gölgesi altında kalıyor ve aynı hayal kırıklığı bir sonraki parçayla da devam ediyor.

    ManUNkind özellikle Robert Trujillo‘nun parça yazımında katkısı olması sebebiyle merak edilenlerden bir tanesiydi. Beklenen bir şekilde oldukça hoş bir intro bizi karşılıyor. My Friend Of Misery’i anımsatan bu intronun ardından bir ballad beklentisine girerken aniden karşımıza King Nothing‘in Load’daki diğer parçalarla çorba yapılmış hali çıkıyor. Bir de parça ismini çok mü düşündüler acaba?

    İkinci disk bende tam bir umutsuz vaka halini alacakken Here Comes Revenge devreye giriyor. Parça ismi de oldukça manidar bu noktada. Burada en çok dikkatimi çeken parçanın sahip olduğu o Carcassvari riff. Hani o gitar riff’ini alıp çok rahat bir melo-death parçası yapabilirsiniz. Aynı zamanda bir soft pasaj bir chorus şekline devam eden yapısı parçanın sürükleyiciliğini sağlayan kilit nokta olmuş.

    Yine bizi yumuşak bir giriş karşılıyor, yine ballad beklentilerine giriyoruz fakat aksine albümün en ağır parçalarından biriyle karşılaşıyoruz. Bu parçada da yine bir Hetfield şov ile karşı karşıyayız. Kapasitesini sonuna kadar zekice kullanıyor. Sizin de “Am I Savage?” sorusunu duyduğumuzda “YES I AM” diyesiniz geldi mi? Ayrıca Kirk Hammett’ın bir diğer başarılı solosunun bu parçada olduğunun düşünüyorum Halo On Fire’ın yanında. Solodan önce giren gitar riff’i de Metallica’dan ilk defa duyduğumuz bir şey olsa gerek. Son parçalara doğru geldikçe “metal” dozu da giderek artıyor.

    Murder One ile Am I Savage’dan kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu iki parça özellikle “gülle” ağırlığında diyebiliriz. Barındırdıkları riffler kafanıza çekiç gibi iniyor. Heavy Metal’i bayağı bir damardan alıyoruz. Ek olarak en baştan beri bahsetmek istediğim Black Sabbath etkisine de değineyim. Fark ettiyseniz albümün başından beri bu tarz sağdan sola savuran parçalarda müthiş bir Tony Iommi etkisi hissedebilirsiniz. Black Sabbath’ın da Metallica’nın çoğu albüm yazım sürecinde büyük etkisi olan bir grup olduğunu göz önünde bulundurursak Hetfield ve Ulrich Black Sabbath etkisini hiçbir zaman kaybetmeyecek gibi gözüküyor. Ayrıca parçanın Lemmy Kilmister‘a ithafen yazıldığını da not düşelim.

    İki ağır toptan sonra defansımızı alt üst eden grubun bizi neye hazırladığını şimdi anlayabiliyoruz. Spit Out The Bone ile etkili bir son vuruş yapmak isteyen Metallica uzun yıllardır içerisinde sakladığı Thrash Metal cevherini ortaya çıkarıyor ve çoğu dinleyici için ilk dört albümün nostaljisini bir nebze de olsa yaşatabilecek bir parça ortaya koyuyor. Hardwired ve Moth Into Flame’den sonra üçüncü hızlı parçasında Metallica’dan yıllar yıllar sonra duyabileceğiniz en yaratıcı gitar riff’i, Lars’tan oldukça iyi bir davul performansı, Hetfield’ın zaten baştan sona ortaya koyduğu mükemmel vokali ve parçanın dinamiğini koruyan ve devamlılığını aksatmayan bir soloyla grup albümüne son noktayı koyuyor.


    ÖZET

    Hardwired... To Self Destruct, Metallica'nın son on yılda ortaya koyduğu en iyi ve en renkli albüm. Oldukça ilginç bir şekilde birçok türü içerisinde barındıran fakat bunu yaparken agresifliğini ve ağırlığını da ortaya koyan, tekdüzelik içermeyen aksine harmonik gitarlar bile barındıran, özellikle Lars'ın daha öncelerde çok defa yaptığı, parçaların bütünlüğünü ve akışını bozan ani ritim yükselişlerinden, gereksiz double bass'lerden ve dümdüz abanmalardan kaçındığı, James Hetfield'ın yaşına rağmen en iyi performanslarından birini verdiği, şaşırtıcı bir biçimde Kirk Hammett'ın wah pedalıyla çok fazla cirit atmadığı ve Robert Trujillo'nun da kariyerinin en iyi katkısını koyduğu bir albüm. Özellikle prodüksiyonun da oldukça iyi olduğunu belirtmeliyim. Kulak kanatan Death Magnetic'den sonra Rick Rubin prodüktörlüğünde oldukça temiz, dinamik ve bütünlüklü bir sound karşımızda. Albümde en sevdiğim üç parça da sanırım şu şekilde olur: Halo On Fire, Dream No More, Spit Out The Bone

    Metal Till Death Notu: 8.0



    Kaynak:http://www.metaltilldeath.net/metallica-hardwired-to-self-destruct/




    quote:


    Metallica 8 sene sonra geri döndü. 10. Stüdyo albümü Hardwired… To Self-Destruct, çıkışından günler önce sızdırıldı. 8 senelik bekleyişten ve merak uyandıran single parçalardan sonra kendimizi tutamadık, biz de dinledik.
    Her yeni albümünde farklılıklar yaratan Metallica, yıllar geçtikçe sadece metal tarihinin değil, müzik tarihinin de en önemli grupları arasına katıldı ve böylece her dinleyici kitlesinden hayran edindi. Bu da grubu her türlü dinleyiciyi memnun etme çabası içerisine sürükledi. Load & Reload, klasikçilerin tadını kaçırsa da benim gibi milyonlarca insan için birer başyapıt oldular. St. Anger genele bakıldığında hiçbir yere oturmasa da bence grubun geçirdiği tatsız dönemlerden sonra yapabilecekleri en iyi terapi, en iyi dışa vurumdu. Death Magnetic ise her açıdan müthiş bir içeriğe sahip olsa da prodüksiyon konusunda büyük sıkıntılara girmiş, kuru gürültü patlamasına maruz kalmış ve iyi-kötü tartışmalarının odağı olmuştu. İyiydi fakat doyuramıyordu.

    Metallica daha sonra kendi prodüksiyon şirketini kurdu ve ipleri tamamen eline aldı. Bu sebeple yeni albüm Hardwired… To Self-Destruct bir ilk olma özelliğini taşıyor. Peki, bunca senelik beklentileri karşılıyor mu? Bence evet.



    77 dakikalık bu albüme parça parça kısaca değinmek ve daha sonra genel bir değerlendirme yapmak daha doğru olacaktır. Ayrıca her şarkıda nelerin anımsatıldığını, nelerden ilham alındığını az çok yorumlamak gerekir çünkü genel değerlendirmeyi bu çerçeveden oluşturmak daha sağlıklı bir bakış açısı oluşturacaktır. Hakkında yazılanları okumadan önce düşündüklerim şöyle:

    Dinleyiciye sunulan ilk parça olan Hardwired ile enerjik bir Metallica çıkıyordu karşımıza. Tam bir Slayer agresifliğiyle bezenmiş sert bir parçaydı ve James Hetfield’ın aynı sertlikteki vokal etkisi tatmin ediciydi fakat bir sorun vardı. Şarkı çok kısaydı ve solo neredeyse yoktu. İlk izlenim olarak soru işaretleriyle doldurulmuştu kafalarımız. Dinleyiciler arasında yine bir kutuplaşma mevcuttu.


    Yayınlanan ikinci parça Moth Into Flame ile kendimize gelmiştik. Riff konusunda Hetfield’ın yine cömert davrandığı, trafik olarak güzel kurgulanmış, şarkı sözü olarak eleştirel bir tavır takınmış ve tadında yazılmış solosuyla oldukça doyurucu bir şarkıydı. Beklediğimiz Metallica ufukta görünmüştü.

    Son single Atlas, Rise! ise Iron Maiden melodilerinden ilham almasına rağmen Metallica olduğunu yeterince kanıtlayan bir parçaydı. Nakaratta gitarın vokale yedirilmesinden geçişlere kadar hemen hemen her şeyiyle olmuştu.


    Bu 3 single’ın tek sorunu bitirilememiş olmalarıydı. Bitti gibi gözüküyorlardı ama bir yerden çevirip bir tur daha çalınıyorlardı. Albümü dinledikten sonra bu durumun sadece bu 3 parça için olduğunu fark ettim.


    Gelelim albümün geri kalan ¾’lük kısımdaki parçalarına…


    Now That We’re Dead’in girişini duyduğum ilk anda aklıma Amerikalı güreşçi Shawn Michaels’in ringe çıkış müziği geldi. Bir dönem sıkıntıdan Youtube’da güreş videoları izlemiş olduğum gerçeğini de burada su yüzüne çıkartmış oldum ama konumuz bu değil elbette. Şarkı Black Album ve …And Justice For All karması bir biçimde başlıyor. Oldukça sağlam bir iskelet üzerine kurulmuş parçanın özellikle solodan sonraki kısmı müthiş bir etki bırakıyor. Konser setlistlerinde yer almasını beklediğim bir parça olmuş. Her ne kadar eski günleri anımsatsa da tam bir canlı performans şarkısı.



    Dream No More ile en başta Sad But True’yu anıyoruz. Sonra biraz biraz Devil’s Dance tınıları geliyor kulaklara. Hetfield vokalde yüksek tonları zorlamış, az çok Load & Reload dönemini anımsatıyor. Önceki şarkılara kıyasla biraz zayıf kalmasının sebebi de Metallica’nın kendisinden çok fazla ilham almasıdır. Kendini tekrar eder gibi gözükmelerindense Iron Maiden’dan ilham almış olmalarını tercih ederim. Cthulhu’nun seneler sonra konu edilmesi ise hoş bir detay olmuş.

    Albümün ilk yarısının son parçası Halo On Fire, yavaşlığıyla dikkat çekiyor. Clean vokalle başlayıp nakaratta kirli vokale evrilen bir Hetfield dinliyoruz. Parça progresif bir etkiyle ilerliyor ve riff konusunda oldukça çeşitli. Albümün ikinci yarısındaki progresif etkiye bir alıştırma gibi adeta. Bir bütün olarak bakıldığında oturaksız imaj sergiliyor. Çünkü parçaların birleştirilme şekli çok kopuk olmuş ama bu bütünü oluşturan parçalar kendi içerisinde oldukça etkili. Özellikle 6. dakikadan sonra giren kısımda Fade To Black gibi müthiş bir seyirci korosu oluşturulabilir. Kaldı ki Fade To Black’i fazlasıyla anımsatıyor. 8:15’lik süresiyle göz korkutsa da nasıl geçtiğini pek anlamıyorsunuz. O açıdan harika. Her ne kadar kopuk olsa da gelecek konserlerin demirbaşlarından biri olmalı diye düşünüyorum.




    İkinci kısmın ilk şarkısı Confusion, albümün öncesine göre oldukça yavaş ve oldukça progresif olmuş. Am I Evil? davulunu Cyanide davulu ile harmanlamış bir Lars Ulrich var bu sefer karşımızda. Soloların gereğinden uzun tutulduğunu düşünüyorum fakat yorucu değil. Kişisel yorumum kaliteli bir parça olduğu yönünde ama ilk kısma oranla bambaşka bir kimliğe sahip. Herkesi memnun etmeyecektir.

    ManUNkind ise albümde Rob Trujillo’nun yazımına ortaklık ettiği tek şarkı. Çok güzel bir bass girişiyle başlıyor. Tekrar eden ritimlerden oluşması biraz can sıkıcı olmuş. İsmi kadar kötü olmasa da şimdilik albümün en zayıf şarkısı olduğunu düşünüyorum.

    Here Comes Revenge’in hemen başında Harvester of Sorrow’ı hatırlayıp güzel bir giriş kısmına atlıyoruz. Vokallerin başladığı kısımda ise Thorn Within etkisi hissediyorum. Ana ritmi genel itibariyle Beyond Magnetic’teki ritimler gibi. Tabii ki yine Black Album döneminden esintilerle karşılaşmamız mümkün. Lars’ın doyurucu davul tonları, Kirk’ün özlediğimiz solosu, James’in mütemadiyen “Revenge” bağırışları ve Rob’un doygun bassları ile aslında ideal bir Metallica parçası.

    Am I Savage? ile yine, yeniden Iron Maiden’a doğru bir koşu gidip geliyoruz ve hemen ardından Load & Reload moduna bürünüyoruz. Yine kişisel bir yorum yaparak albümün öncesine oranla geri planda kalsa da biraz matematiksel şarkı olduğu için albümden ayrı tutulması gerektiğini ve yeterli olduğunu düşünüyorum. Sevdiğim bir diğer nokta ise çok kesin bir şekilde sonlanması.

    Murder One ise herkesin bildiği gibi Lemmy anısına yazılmış bir şarkı. Sanitarium girişini çok güzel hatırlatıyor. Sözlerinde de Lemmy ile alakalı referanslar fazlasıyla kullanılmış. Bir anma şarkısı olduğu için çok fazla didik didik etmenin anlamı yok. Kaldı ki ikinci kısımdaki en etkili parçalardan biri.

    Ve son parça Spit Out The Bone. Her şeyiyle mükemmel, sert, hızlı, gümbür gümbür… Albümü başladığı gibi bitiriyor. İkinci kısmı ilk kısma bağlayan ve albümün bütünlüğünü kurtaran tek parça olduğunu düşünüyorum. Lars’ın davulda yarattığı harikalar her ne kadar konserde yapamayacak olsa da özlediğimiz şeyler. Kısa da olsa bass solosu çok güzel düşünülmüş. Gitar solosu tam anlamıyla ilk dönemlere ışık tutuyor. Vokaller ise hakikaten beklentilerin çok üzerinde. Muazzam bir altın vuruş.



    Gelelim genel değerlendirmeye. İlk başta da dediğim gibi, şarkıları anımsattıklarıyla ele almak önemliydi çünkü bu defa gerçekten her dönemi kapsayan bir Metallica albümüyle karşı karşıya olduğumuzu ve böylece her türden dinleyiciyi tatmin ettiklerini düşünüyorum. Özellikle Load ve Reload dönemi hayranlarından biri olarak albüm süresince çok sık bu albümleri anımsamış olmaktan mutluyum. Iron Maiden konusuna gelince… Tüm eleştiriler bir yana; başyapıtlarını ortaya koymalarından onca sene sonra, 50’li yaşlarını devirmiş, ununu elemiş ve eleğini asmış, ne yaparsa eleştirilere kurban edilecek bir şeyi bulunacak ve yine ne yaparsa yapsın milyonlarca dinlenecek sanatçı ve grupların halen daha birbirlerinden etkilenmesi ve ilham alması çok güzel, çok özel bir şey. Kaldı ki burada Metallica ve Iron Maiden gibi devlerden bahsediyoruz. NWOBHM etkileri olumlu sonuç vermiş.

    Yeni bir başyapıt beklemenin ise her dev grubun yeni albümünde belirttiğim gibi yanlış olduğunu düşünüyorum. Öncelikli olarak yaş faktörü olmak üzere, dünyadaki müzik çeşitliliğinin her geçen gün artması buna olanak sağlamıyor. Yapabilecekleri en iyi şey bu albümdeki gibi geçmişlerine ufak bir selam durmak olacak. Evet, bir şarkı için kendilerini tekrar ettiklerini söyledim fakat bunu yaparken yeni şeyler denedikleri gerçeği var ortada. Her şeyden biraz kullanmış olmaları son derece doğru bir hareket. Farklı metal türlerini de harmanlayabilmiş olmaları etkili olmuş.
    Death Magnetic’in prodüksiyon faciasından sonra ilaç gibi gelen bir ses mevcut. Yıllar sonra duyduğumuz en doygun davul tonları, Lars’ın kendini aşıp hiçbir masraftan kaçınmadan terinin son damlasına kadar efor sarf etmesi bir albüm için oldukça sevindirici. Konserleri artık kabullendik… Riff fabrikası James’in aynı zamanda vokallerdeki performansı da son senelerdeki durumunu düşününce olağanüstü olmuş. Şarkı sözü konusunda ise zaten eline su dökülmez. İçindekileri çok güzel dökmüş ve çok güzel seslendirmiş. Bass gitar ise hak ettiği değeri görmüş ve gün geçtikçe daha çok görecek gibi. Gitar sololarına baktığımızda da Kirk’ün hayati organı haline gelmiş wah pedalını dozunda kullandığı görülüyor ama ağızları açık bırakacak, başına dönüp tekrar tekrar dinlenecek bir solonun olmaması üzücü.

    Albüm hakkında yazılanları okuduktan sonra düşüncelerime paralel birçok yorumla karşılaşmış olmak da ayrıca sevindirici oldu. Metal Hammer’ın da Shawn Michaels referansını görünce bu konuda yalnız olmadığıma sevindim.
    İlk dönem Metallica’cısı olmak yerine her dönem Metallica’cısı olmayı denemek lazım. Hepsinin kendine özgü bir güzelliği var fakat ön yargılar bu güzellikleri görmeyi engelliyor. Birtakım eksiklikleri olsa da 8 senelik bekleyişin sonunda böyle bir albümle karşılaşmış olmaktan çok mutluyum. Siz de mutlu olun. Gözlerinizi kapatın ve kesin bir yargıya varmadan önce 77 dakikalık bu albümü birkaç defa dinleyin.



    Puan: 8/10




    Kaynak:http://sertsesli.com/metallica-hardwired-to-self-destruct/



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 18 Kasım 2016; 4:58:20 >




  • Metallica - Hardwired...To Self-Destruct



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 18 Kasım 2016; 4:8:28 >
  • Silinsin.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Hümiyettin -- 18 Kasım 2016; 5:4:25 >
  • 
Sayfa: önceki 3637383940
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.