Şimdi Ara

Marksizm-komünizm hakkında (14. sayfa)

Bu Konudaki Kullanıcılar:
3 Misafir - 3 Masaüstü
5 sn
322
Cevap
0
Favori
7.679
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
5 oy
Öne Çıkar
Sayfa: önceki 1213141516
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • "MİLLİLİK" VE ENTERNASYONALİZM


    Bu meseleye girmeden önce millilik ve enternasyonalizm hakkında Marks ve Engels'in görüşleri üzerinde kısaca duralım.
    Marks ve Engels, somut durumların somut tahlilini yaparken, proletarya devrimine kapitalist ülkelerin bütünü açısından bakmışlardır. Marks ve Engels, proletarya ve dünya emekçilerinin kurtuluşunu, her şeyden önce Avrupa'da ve Amerika'da proleter enternasyonalizminin -I. Enternasyonal'in- iktidara gelmesine bağlamışlardır. Onlar dar milli sınırlar içinde, millet çerçevesinde devrim mücadelesinin hapsedilmesine daima karşı çıkmışlardır. Onlara göre, proletaryanın devrimci mücadelesinin amacı, burjuvazinin çizdiği sınırları aşmak ve ulusların enternasyonalizmini gerçekleştirmektir; proleterlerin vatanı yoktur, onların vatanı enternasyonaldir. [9*]

    "Proleterler, bütün ülkelerde bir tek ve aynı menfaatin; bir tek ve aynı düşmanın, bir tek ve aynı savaşın karşısındadırlar; proleterlerin çoğu daha şimdiden tabi olarak milli peşin hükümlerden sıyrılmışlardır; onların bütün hareketleri, temel bakımından insancıl ve milliyet karşıtıdır. Milliyeti yalnız proleterler ortadan kaldırabilirler." (Marks)

    Fakat bu, her ülkede proletaryanın o sınırlar çerçevesi içinde kendi burjuvazisi ile savaşarak, milli iktidarını kurmaması anlamında yorumlanmamalıdır. Tam tersine, her ülkenin işçi sınıfı, sınıf olarak her şeyden önce kendi ülkesinde iktidarı ele alabilecek şekilde teşkilatlanmalı, kısa ve uzun vadeli taktiklerini, mücadele zemini olarak kabul ettiği ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi şartlarına, yani sosyal yapının tutarlı analizine, hal ve şartların doğru değerlendirilmesine dayandırmalıdır.
    Bu açıdan proletaryanın sınıf mücadelesi, içeriği bakımından değil, sadece formu bakımından millidir.
    Lassalle'cilerin etkisi altında kaleme alınmış olan Gotha Programı'ndaki "İşçi sınıfı, bütün uygar ülkelerin işçilerinin ortak çabası olan gayretinin zorunlu sonucunun, halkların uluslararası kardeşliği olacağını bilerek kurtuluşu için ilk önce bugünkü ulusal devlet çerçevesi içinde çalışır" metnini meseleyi dar ulusal açıdan aldığı için eleştiren Marks bu konuda şunları söylemektedir:

    "Komünist Manifesto'nun ve daha önceki sosyalizmin tümünün tersine, Lassalle işçi hareketini en dar ulusal açıdan kavramıştır. Program tasarısında Lassalle'in bu yolu izlenmektedir ve bu, Enternasyonal'in eyleminden sonra yapılmaktadır!
    Besbelli ki, işçi sınıfı, mücadele edebilmek için sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke ayrı ayrı bu sınıf mücadelesinin sahnesidir. İşte işçi sınıfının mücadelesi bu anlamda ulusal nitelik taşır, muhtevası bakımından değil, ama Komünist Manifesto'nun da dediği gibi 'şekil bakımından' ulusal" (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s: 36)

    İşte Marks ve Engels enternasyonalizm ve "millilik" ilişkisini bu şekilde ele almaktadır.
  • PROLETARYA DEVRİMİ,
    TEK ÜLKEDE Mİ, BÜTÜN AVRUPA'DA Ml?


    Kapitalizmin dengesiz gelişmesinin henüz tam anlamıyla tespit edilmesine imkan olmayan tekel öncesi dönemde, Marks ve Engels, tek bir ülkede devrimin zaferinin kesinleşmesinin imkansız olduğunu, bir dünya çapında krizin hemen ertesinde, bütün kapitalist ülkelerin proletaryasının birlikte kurtuluşunun söz konusu edilebileceğini söylemişlerdir.
    Marks dar ulusal sınırlar içinde bir proleter devriminin tamamlanmasının imkansız olduğuna örnek olarak, 1849 Haziran'ındaki Fransız proletaryasının bozgununu göstermektedir:

    "İşçiler... Fransa'nın ulusal sınırları içinde bir proleter devrimi tamamlayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat Fransa'nın üretim şartları, dış ticaretiyle, dünya piyasasındaki durumuyla ve bu piyasanın kanunlarıyla belirlenmiştir. Fransa, bunları, bütün Avrupayı içine alacak ve dünya piyasasının despotu İngiltere üzerinde tepkisi olan bir devrimci mücadele olmaksızın nasıl parçalayacaktı?" (Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, s: 48. italikler bize ait)

    Marks, görüldüğü gibi bu yıllarda, dünya devriminin -Avrupa devriminin- başlangıç noktası olarak İngiltere'yi görmektedir. Marks'a göre, Fransa'daki mevcut siyasi krizin bir çözüme ulaşması ve proletaryanın yönetime geçebilmesi için, bütün dünyayı sarsan bir krizin olması ve bu kriz döneminde, İngiltere'de bir proleter devriminin patlak vermesi şarttır:

    "....Fransız toplumunun içindeki sınıflar mücadelesi, bütün ulusların karşi karşıya geldiği bir dünya savaşı halinde genişler. Dünya ölçüsünde bir çözüme ancak dünya pazarına hakim olan ulusun, yani İngiltere'nin başına, bir dünya savaşı dolayısıyla, proletaryanın geçmesi sonucunda yaklaşmak mümkündür." (Karl Marks, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri. s: 132)

    1847-50 yılları arasında Kıta Avrupa'sında sürekli devrimin olacağını zanneden, sonra bunda yanıldıklarını söyleyen Marks ve Engels'in devrim teorilerinde, görüldüğü gibi 1850'de ihtilâlci inisiyatif değil de, ekonomik ve sosyal determinizm ağır basmaktadır. Onlara göre Avrupa devrimi üretici güçlerin gelişme seviyesi en yüksek -objektif şartları en olgun- ülke olan İngiltere'den başlayacaktı.
    1850 yılında İngiltere'de yerleşen Marks ve Engels uzun bir süre İngiltere'ye bu gözle baktılar. (Dünya devriminin başlangıç noktası olarak gördüler). Fakat 1850'lerden sonra, hızla İngiliz işçi hareketi küçük-burjuva reformizmine, trade-union'cu bataklığa yöneldi; ve yavaş yavaş işçi ile işveren arasında ortalama bir zümre, işçi aristokrasisi doğmaya başladı. Bu aristokrasinin sınıf mücadelesini, kapitalizmin isteklerine uygun bir yöne kanalize etmeyi iyi kötü başardığını gören Marks ve Engels, İngiltere'den ümitlerini keserek, tekrar bütün dikkatlerini Kıta Avrupa'sına çevirdiler. Paris Komünü hareketinde Fransız işçisinin hunharca ezilmesinden sonra, Marks ve Engels, bütün ümitlerini Almanya' daki mücadeleye bağladılar. Ve Almanya'daki proletaryanın muhtemel bir zaferini, dünya devriminin başlangıcı olarak gördüler.
    Özetlersek, Avrupa devrimini bir bütün olarak gören Marks ve Engels'e göre ilk muzaffer proletarya devrimi üretici güçlerin gelişme seviyesinin az çok yüksek olduğu bir Avrupa ülkesinde olacaktı. Yani Marks ve Engels'in devrim teorilerinde ekonomik ve sosyal determinizm ağır basmaktadır. İhtilâlci inisiyatifin rolü daha talidir. Fakat devrim mihrakının batıdan -İngiltere'den- yavaş yavaş doğuya doğru kaymasına paralel olarak ihtilâlci inisiyatifin nispi önemi de artmaktadır. (Ancak daima belirleyici yön, ekonomik ve sosyal determinist yöndür).
  • Reavero kullanıcısına yanıt
    https://www.youtube.com/watch?v=KA-B-GHjPnE

    Dünya'nın özellikle fakir çoğu turistik yerinde olduğu gibi Küba'da da hırsızlık son derece yaygındır. Bir de şu saçma sapan yazıları koyup durmayın artık. Kimse okumaz bunları. İlla koymak istiyorsanız link verin.
  • EMPERYALİST DÖNEM MARKSİZMİNİN DEVRİM TEORİSİ


    SERBEST REKABETÇİ KAPİTALİZMİN
    TEKELCİ KAPİTALİZME DÖNÜŞMESİ


    Fransa ve Prusya savaşından ve onu takiben Paris Komünü hareketinden, 20. yüzyılın başlarına kadar, kapitalizm nispeten barışçı bir gelişim içine girdi. Bu döneme, barış dönemi de diyebiliriz.
    Bu evre, kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiği, kamçıladığı ve burjuva anlamda refahı sağladığı, tek kelime ile kapitalizmin gürbüzleştiği bir evredir. Fakat, her gelişen, güçlenen şey gibi kapitalizm de bu süre içinde, kendi zayıflığını, çürüklüğünü de geliştirdi ve güçlendirdi. Bir başka deyişle, kapitalizm bir yandan yükselirken öte yandan hızla kokuşmaya, asalaklaşmaya, tekelleşmeye yöneliyordu.
    Bu dönem, bireysel kapitalizmin hızla ortadan kalktığı, tekellerin, kartellerin ve tröstlerin ekonomiye hakim olduğu, serbest rekabetçi kapitalin hakimiyetinin, finans kapital tahakkümüne dönüştüğü bir dönemdir.
    Lenin, serbest rekabetçi kapitalizmin finans kapitalizmine dönüşme sürecini üçe ayırmaktadır: (Lenin bu süreci 1860'dan başlatıyor).

    "... tekellerin tarihindeki belli başlı evreler şöyle beliriyor: 1) Serbest rekabetteki gelişimin en yüksek noktaya eriştiği 1860-1880 yılları: Bu dönemde tekeller henüz güçlükle farkedilebilen birer çekirdek halindedirler; 2) 1873 krizini izleyen ve kartellerin büyük gelişme dönemi olan yıllar; ancak bunlar yine de birer istisna halindedirler; kararlı ve sağlam bir durumları yoktur henüz. Geçici bir nitelik gösterirler; 3) 19. yüzyılın sonundaki yükseliş ve 1900 - 1903 krizi dönemi; bu dönemde karteller bütünüyle ekonomik hayatın temellerinden biri haline geliyor, kapitalizm emperyalizme dönüşmüştür..." (Emperyalizm, s: 29)

    1857-60 dünya ekonomik krizinden sonra kapitalizm tam bir refah (boom) dönemine girdi. Bilim ve teknikteki o zamana kadar görülmemiş buluş ve gelişmeler, kapitalizmi hızlı bir gelişme ve yükselme sürecine soktu.
    Bilim ve tekniğin en son buluşlarını sanayiye uygulayarak onu hızla geliştiren kapitalizm, büyük çapta üretimi dev tesislerle geliştirdi ve yaygınlaştırdı. Üretim hızla merkezileşip yoğunlaştı. Giderek bankalar, o güne kadarki aracı görevlerini bir yana iterek, bizzat ekonomiye yatırım yapan dev tekellere dönüşmeye başladı.
    Kartellerin, tröstlerin ekonomik hayata hakim olmaya başlamasının, özellikle bankaların sanayiye el atmasının sonucu, küçük ve orta teşebbüsler hızla ortadan silinmeye başladı. Holding sistemi aracılığıyla büyük tekeller ekonominin tek hakimi haline geldiler. Ve böylece kapitalizm, yeni bir çağa, finans kapital çağına girdi.

    "Üretimin yoğunlaşması, bundan tekellerin doğuşu, sanayi ile bankaların kaynaşması, iç içe girmesi: İşte mali sermayenin oluşum tarihi ve bu kavramın (finans kapital kavramının) özü." (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, s: 60)

    Ve bu gelişmenin doğal sonucu, serbest rekabetçi dönemde belirgin olmayan kapitalizmin dengesiz ve kesikli gelişiminin, bütün çıplaklığı ile ortaya çıkması, iyice belirginleşmesidir.
    "Teşebbüslerin, endüstri dallarının ve farklı ülkelerin eşitsiz ve kesintili gelişmeler içinde olması kapitalist rejimde kaçınılmaz bir olaydır." (age, s: 77) Bu eşitsiz gelişim tekellerle birlikte ekonomide muazzam bir sermaye fazlası yarattı. Kapitalizm, endüstriye uygun şekilde tarımı geliştiremediği ve de kâra göre üretim daima bir tüketim eksikliği -halk kitlelerinin açlığı ve yoksulluğunun hızla artmasından dolayı- yarattığı için, bu fazlalık zorunlu olarak, sömürge ülkelere kanalize edildi. Emtia ihracına dayanan eski tip sömürgecilik politikası, yerini sermaye ihracına dayanan emperyalist sömürgeciliğe bıraktı. Dünya bir avuç tekeller tarafından paylaşıldı.
    "Sermaye ihraç eden ülkeler, dünyayı, kelimenin mecaz anlamıyla, aralarında bölüşmüşlerdir. Ama mali sermaye kürenin doğrudan doğruya bölüşülmesine yol açıyor." (age, s: 83). Ve dünyanın bütün ülkeleri "dünya mali sermaye işlemleri zincirinin halkalarını meydana getiriyorlar."
    Bütün bunlar olurken, teknikteki ve bilimdeki o zamana kadar görülmemiş olan yenilikler ve buluşlar [10*] kapitalist ülkeler arasındaki düzey farklarını kapatmaya uygun ortamı hazırlıyordu. Bu ortam içinde daha geri bir kapitalist ülke, sıçramalı gelişme ile ileri bir ülkeye yetişiyor ve bölünmüş olan dünyanın yeni güçler dengesine göre "daha adil" bölüşülmesini istiyordu. Bunun, kapitalistlerarası yeniden paylaşım savaşlarına yol açması kaçınılmazdı.
    Emperyalist, aşamada kapitalizmin dengesiz ve kesikli gelişmesi, tekellerarası anlaşmazlıkları derinleştirip şiddetlendiriyordu. Bunun doğal sonucu, emperyalist cephede yarıklar açılması, ve bu açılan gediklerde sosyalizmin zaferinin mümkün olmasıdır.

    "Emperyalizmin neden can çekişen kapitalizm olduğu, sosyalizme geçit teşkil ettiği kolayca anlaşılabilir; kapitalizmden doğup gelişen tekel, artık kapitalizmin ölümüdür. Ve onun sosyalizme geçişinin başlangıcıdır." (Lenin)

    Ve artık tarihsel bir dönem geride kalıyordu. Tarih yeni bir sayfasını çeviriyordu. Bu yeni sayfanın başlığı proleter devrimleri çağıdır. "Barış" dönemi artık geride kalıyordu. Artık proleter devrimcilerinin dünyayı yorumlamaktan değiştirmeye geçecekleri, her şeyin alt üst olacağı, kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlarını yaşamaya başlayacağı dönem başlıyordu.
    Marks ve Engels'in 1840-50 döneminde geldiğini zannettikleri "beklenen an" artık gelmişti.
  • MARKSİZMİN "ORTODOKS" TAHRİFİ
    VE
    LENİNİST DEVRİM TEORİSİ


    Rekabetin tekele dönüştüğü bu dönem sonundaki enternasyonal örgüt, İkinci Enternasyonal'dir. Kapitalizmin burjuva anlamda refahı sağladığı, bu "barış" döneminde, Avrupa'daki İkinci Enternasyonal partileri, parlamenter yollardan büyük başarılar sağladılar. Özellikle Almanya'daki işçi partisi dev seçim zaferleri kazandı. (Pek çok seçim bölgesinde oyların %50'sinden fazlasını aldı.)
    Bu dönem, bütün barış dönemlerinde olduğu gibi solda pasifist ve sağ eğilimlerin palazlandığı bir dönemdir. Kazanılan parlamenter zaferler, İkinci Enternasyonal'in bütün partilerinin başını döndürdü. Bu dönemin hep böyle devam edeceğini zannederek hiç savaş döneminin hazırlıkları ile uğraşmadılar.
    İkinci Enternasyonal'in pasifizmini Stalin şu şekilde özetlemektedir:

    "Bu devre, kapitalizmin nispeten sakin bir gelişme devri, emperyalizmin felaketli çelişkilerinin henüz açıkça belirmeye vakit bulamadığı; işçilerin ve sendikaların ekonomik grevlerinin az çok 'normal' bir şekilde geliştiği; seçim mücadelesinin ve parlamento gruplarının 'baş döndürücü' başarılar sağladığı, legal mücadele şekillerinin övgüleri ile göklere yükseltildiği ve legalite yoluyla kapitalizmin yenileceğine inanıldığı bir çeşit savaş öncesi devre idi. Bir kelime ile bu devir, İkinci Enternasyonal partilerinin kendilerini besiye çekip semizlendikleri ve devrimi, kitlelerin devrimci eğitimini ciddi surette düşünmek istemedikleri bir devir idi." (Leninizmin İlkeleri, s: 17)

    Hayatının son yıllarında, bu kötü gidişi gören Engels, İkinci Enternasyonal reformizmi konusunda Wilhelm Liebknecht ve Kautsky'i uyarmaya çalıştı. Engels, 1891'de Erfurt Programının Eleştirisi'nde bu "barışçıl geçiş"e ilişkin pasifist ve parlamenter hayalleri sert bir dille eleştirdi.
    Ama Engels'in bütün eleştirisi ve uyarıları sonuçsuz kaldı: İkinci Enternasyonal partileri parlamentarizmin batağına iyice saplandılar. İşte 1900 yıllarında, proleter devrimler çağının başında, Avrupa solunun durumu böyle idi.
    II. Enternasyonal'in partileri, kapitalizmin barışçıl bir gelişme gösterdiği yükselme döneminde elde edilen seçim zaferlerinin sarhoşluğu içinde, kapitalizmin bu yeni dönemini hiç ama hiç anlamadılar. Geçici bir devre olan bu "barış dönemi"nin devam edeceğini zannettiler.
    Bu partiler, somut durumların somut tahlilini bir yana bırakarak, Marksizmin bir eylem kılavuzu olduğunu ve tarih içinde zenginleşip derinleştiğini unutarak Marks ve Engels'in tekel öncesi dönem için öngördüklerini bir dogma olarak aldılar. Hatta Marks ve Engels'in istisna şartlar için söylediklerini bile genelleştirdiler; tam bir dogmatizmin içine düştüler.
    Marks ve Engels'in tekel öncesi döneme ilişkin önerilerinin "ortodoks" yönden muhafaza edilmesi, yani dondurulması, onların objektif durumlarına uygun düşüyordu. Ve bu dogmatizm, aynı zamanda onların ihanet ve korkaklıklarına bir ideolojik kılıf oluyordu. Marks ve Engels'in kapitalizmin üretici güçleri henüz geliştirdiği, onlara ters düşmediği yükselme dönemine ilişkin, "evrim dönemine ilişkin", öngörmüş oldukları devrim teorisini, çalışma tarzını ve taktiklerini, kapitalizmin genel bunalımlar dönemine, sosyalist devrimler dönemine uygulamaya çalışıyorlardı.
    Marks ve Engels, tek ülkede, dar milli sınırlar içinde bir proletarya devriminin olamayacağını söylememişler miydi? Devrim, Marks ve Engels'in önerilerine göre, gelişmiş kapitalist ülkelerde, "zamandaş" olarak, dünya devrimi şeklinde patlak vermeyecek miydi? İlk proletarya devrimi, üretici güçlerin en gelişmiş, objektif şartların en olgun, demokrasinin ve proletaryanın kültür düzeyinin en yüksek olduğu ülkede başlamayacak mıydı? O yüzden üretici güçlerin gelişme seviyesi düşük olan bir ülkede yapılacak olan her ihtilâlci teşebbüs, tıpkı 1849 Haziran yenilgisi gibi, tıpkı Paris Komünü yenilgisi gibi, bozgunla sonuçlanmaya mahkumdu. Bu bakımdan üretici güçlerin olgunlaşmasını beklemek şarttı.
    Ayrıca bu partiler Marks ve Engels'in başka tarihi şartlar için ileri sürdüklerini bu şekilde dogmatikleştirmeleri bir yana, "istisnai" durumlar için öngördüklerini de genelleştiriyorlardı. Marks'ın nüfusun çoğunluğunu proletaryanın teşkil ettiği İngiltere'de proleter devriminin barışçıl yollardan zafere erişmesinin mümkün olduğuna ilişkin şartlı sınırlamasını genelleştirerek, proletaryanın devrim yapabilmesi için nüfusun çoğunluğunu teşkil etmesinin şart olduğunu ileri sürüyorlardı. Onlara göre proletarya nüfusun çoğunluğunu teşkil edecek ve oyların çoğunluğunu alarak iktidara gelecekti.
    II. Enternasyon'in partileri işte, proleter devrimleri çağında Marks ve Engels'i böyle yorumluyorlardı.
    II. Enternasyonal pasifistleri, Marksizmi bu şekilde dogmatikleştirirlerken, Marksizmi eylem kılavuzu olarak kabul eden Lenin, somut durumların somut tahlillerini yaparak, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi sürecini yakından izliyordu. (Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması kitabını 1916'da yazmıştır; fakat Lenin'in 1900'lerden itibaren yapmış olduğu bütün tahliller, emperyalist dönemin çelişkilerinin doğrudan analizine dayanmaktadır.)
    Lenin'e göre, dönem Marks ve Engels'in dönemi değildi; kapitalizm yeni bir safhaya girmişti. Kapitalizm Marks ve Engels'in 1947-50 dönemi arasında girdiğini zannettikleri sürekli ve genel bunalımlar dönemine, can çekişme sürecine artık girmiştir. Ve Lenin tekelci dönemde iyice belirginleşen kapitalizmin dengesiz ve kesikli gelişimini doğru gözleyerek, bundan tek ülkede sosyalizmin zaferinin mümkün olduğu sunucunu çıkardı:

    "... kapitalizmin gelişmesi, farklı ülkelerde hiç de muntazam olmayan bir şekilde yürümektedir. Meta üretimi sisteminde başka türlü de olamaz. Bundan da reddedilemez bir şekilde şu çıkıyor ki, sosyalizm bütün ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz. Önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacak, ötekiler ise bir süre burjuva ya da burjuva öncesi dönemde kalacaklardır." (Proletarya Devriminin Savaş Programı, Sosyalizm ve Savaş, s: 61)

    Lenin, "ekonomik ve politik gelişmenin eşit oranda olmaması kapitalizmin kesin kanunudur. Bundan sosyalizmin, önce kapitalist ülkelerin pek azında, hatta bir tanesinde mümkün olduğu sonucu çıkar" diyor. Marks ve Engels'in "devrim bütün ülkelerde birden patlak verecektir" şeklindeki önerisinin emperyalist dönemde eskidiğini belirtmektedir. Lenin'e göre, Marks ve Engels'in bu eskimiş önerisini, dogmalaştırarak tekrarlayan II. Enternasyonal parti ve sözcüleri, burjuvaziye hizmetten başka birşey yapmamaktadırlar:

    "Kendilerini çok akıllı sayanların ve üstelik sosyalist geçinenlerin, devrim bütün ülkelerde birden patlak vermedikçe iktidarın mücadele ile ele geçirilemeyeceğini iddia edenlerin her türlüsünü biliyoruz. Bu adamlar, bu gevezeliklerle devrime sırt çevirdiklerini ve burjuvazinin yanına geçtiklerini sezmiyorlar. Çalışan sınıfların uluslararası oranda devrim yapmalarını beklemek, herşeyin bekleyiş içinde donakalması demek olur. Bu saçmalıktır." (Bkz. 4. Baskı, Cilt: 27, s: 336, Lenin'den aktaran Stalin: Sağ ve Sol Sapmalar, s: 220)

    Leninizme göre, proletarya devrimine o ülkenin iç gelişmesinin bir meselesi olarak bakıp, üretici güçlerin gelişmesinin yeterli olup olmadığının tetkiki artık geride kalmıştır. Emperyalist dönemde, herhangi bir ülkede devrim şartları, üretici güçlerin gelişme seviyesine bağlı değildir. Çünkü emperyalist ekonomik otarşiyi yıkarak, milli özel ekonomileri, dünya ekonomisi denilen bir zincirin halkaları haline getirmiştir. Ve sistemin bütünü açısından, bütün ülkelerde devrimin objektif şartları mevcuttur. Bu yüzden ilk proletarya devrimini kapitalizmin en gelişmiş olduğu, demokrasinin ve kültür seviyesinin en yüksek olduğu ülkede olacağını beklemek yanlıştır. Marks ve Engels'in tekel öncesi dönem için doğru olan bu önerisi, emperyalist dönemde, artık eskimiştir. Ve Leninizme göre, ilk proletarya devrimi, kapitalizmin ve demokrasinin en gelişmiş olduğu şu veya bu ülkede değil, emperyalist zincirin en zayıf olduğu ülkede yapılacaktır:

    "Emperyalist zincirin en zayıf olduğu yerde sermayenin cephesi yarılacaktır; çünkü proletarya devrimi, dünya emperyalist zincirinin kırılmasının sonucudur ve devrime başlayan ülkenin sermayenin cephesini yaran ülkenin, kapitalist anlamda daha gelişmiş ülkelere oranla daha az gelişmiş olması, bununla beraber kapitalizmin çerçevesi içinde bulunması pekala mümkündür." (Stalin: Leninizmin İlkeleri, s: 32)

    II. Enternasyonal partilerinin ileri sürdükleri "barışçıl geçiş" teorisi de, Lenin'e göre yanlıştır. Kapitalizm can çekişme dönemine girdiği için, bürokrasi ve militarizmini iyice güçlendirmiştir. Sosyal devrimin emperyalist dönemde tek yolu vardır, o da "şiddet yoluyla bürokratik ve askeri makineyi" parçalamaktır. Marx ve Engels'in tekel öncesi dönemin İngiltere ve Amerika'sı için öngördüğü barışçıl geçiş tezi, tekelci dönemde eskimiştir, geçersizdir.
    Diyor ki bu konuda Lenin:

    "Bugün,... Marx'ın bu sınırlaması geçerli değildir. Amerika gibi İngiltere de, Anglo-Sakson özgürlüğünün (militarizm ve bürokratizm yokluğu) dünyadaki bu en büyük ve en son temsilcileri de, her şeyi kendilerine bağımlı kılan ve herşeyi kendi ağırlığı altında askeri ve bürokratik kurumların, kan ve çirkef dolu Avrupai bataklığı içine boylu boyunca battılar. Şimdi Amerika'da olduğu gibi, İngiltere'de de, 'bütün gerçek halk devrimlerinin ilk şartı' (...) 'hazır devlet makinasını' kırmak, parçalamaktır." (Devlet ve İhtilâl, s: 52)

    Leninist devrim teorisinde, işçi sınıfının zayıf olduğu, nüfusun büyük çoğunluğunu köylülerin teşkil ettiği bir ülkede, emperyalist zinciri parçalamak mümkündür. Burada köylülerin devrimci potansiyelinin, proleteryanın ve partisinin yönetiminde harekete geçirilmesi temel alınmaktadır.

    " ... Bilindiği gibi, Lenin, proleterlerin köylülüğe karşı olan münasebetinde Marx kuramını tamamlamış ve geliştirmişti." (G. Dimitrov, Partinin Gelişmesinde Başlıca Devreler, Halk Cumhuriyetine Doğru, s: 124)

    Lenin'in devrim teorisinde, ihtilâlci inisiyatifin rolü (emperyalist dönemin özelliklerinden dolayı) Marx ve Engels'inkilerine kıyasla çok daha ağırlıklıdır. Emperyalist dönemde, devrimlerin maddi temelleri hazır olduğu için, meseleyi çözmek ihtilâlci inisiyatifin uygun zamandaki atılımına kalmaktadır.
    Bilimsel sosyalizmin devrim teorisinde köylülerin rolü arttıkça, devrim mihrakı Doğu'ya kaydıkça volantirist yön ön plana çıkmaktadır.
    II. Enternasyonal partilerinin devrim yapmaya niyetleri olmadığı için, köylülerin ihtilâlci potansiyellerini kanalize etmek, köylüleri proletaryanın saflarına kazanmak diye bir meseleleri yoktu. Onlar, devrimi köylülerin çoğunluğunun proleterleşeceği, proleteryanın nüfusun çoğunluğunu teşkil edeceği bilinmeyen bir zamana ertelemişlerdi. II. Enternasyonal'in "ortodoks" düşüncesine göre, köylüleri tüm olarak burjuvazinin ordusu içinde düşünmek gerekir. Bu düşünceye göre, "köylüler bütünüyle ancak bir gıda ürünleri sağlayıcısıdırlar" ve çıkarları proletarya ile zıttır. Bu şekilde toplumu birbirine zıt iki renge boyamak II. Enternasyonal oportünizminin, klâsik "ortodoks" anlayışından başka birşey değildir.
    II. Enternasyonal pasifistleri, yukarıda kısaca özetlediğimiz bütün oportünist tezlerini, Marx ve Engels'e dayandırıyorlardı. Onlar Marksizmde neyin kesin olduğunu hiç ama hiç anlamış değillerdi. Onlar Stalin'in deyişle, Marksizmin özünü -somut durumların somut tahlilini- bir yana bırakarak, Marksizmi donduruyorlardı.
    Emperyalist dönemin ilk yıllarında sadece Lenin ve Bolşevikler Marksizmin özüyle lafızlarını birbirinden ayırarak, Marksizmin özünü muhafaza ederek, hayatın yeni gerçekleri karşısında derinleştirip, zenginleştiriyorlardı.
    1900'lerde diyordu ki Lenin:

    "Marks'ın teorisini tamamlanmış, değişmez bir bütün olarak görmüyoruz. Aksine olarak düşünüyoruz ki, bu teori sadece bilimin köşe taşlarını yerleştirmiştir; eğer sosyalistler hayatın kendilerini aşmasını istemiyorlarsa bu bilimi her yönden derinleştirmelidirler. Düşüncemize göre Rus sosyalistleri için Marks'ın teorisini bağımsızca iyice işlemek özel olarak zorunludur."
  • MARKSİZMİN "ORTODOKS" TAHRİFİ
    VE
    LENİNİST DEVRİM TEORİSİ (II)

    LENİNİST KESİNTİSİZ DEVRİM TEORİSİ VE MENŞEVİZM


    20. yüzyılın başında, kapitalizmin emperyalizme dönüştüğünü gözleyen Lenin'e göre, Marks'ın 1847-50 dönemi arasında geldiğini zannettikleri an, "büyük mücadele anı" artık gelmişti. Artık "burjuvazi ile proletarya arasındaki savaş bütün Avrupa'da gündemdedir". Ve Lenin, Marks ve Engels'in 1850 Almanya'sı için öngördükleri sürekli devrim teorisini, Rus proletaryasının devrim teorisi olarak ilan ediyordu.
    1840-50 dönemi arasında, Marx ve Engels, bu devrim teorisinde gerçekten yanılmışlardı. Çünkü onlar, 1847 dünya ticaret bunalımı ile kapitalizmin genel ve sürekli buhranlar dönemine girdiğini zannetmişlerdi. Oysa kapitalizm o çağda yükselme dönemindeydi. Dolayısıyla Avrupa'da bir proleter devrimi olması imkansızdı. Bu nedenle, Almanya'daki demokratik devrimin başını proletarya çekse bile, Avrupa'da zamandaş patlak veren proletarya devrimleri olmadığı için, proletarya, devrimi sürekli kılamazdı. Almanya'da proletaryanın burjuva demokratik aşamadan durmaksızın sosyalist devrim aşamasına geçebilmesi için, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde iktidarı ele geçirmiş olan muzaffer proletaryanın yardımı şarttı.
    Oysa, şu anda (emperyalist dönemde) kapitalizm sürekli bunalımlar dönemine girmiştir. Avrupa proletaryasının iktidara gelmesi için objektif şartlar sistemin bütünü açısından olgunlaşmıştır. Bu yüzden Marx ve Engels'in 1856'lardan sonra vazgeçtikleri bu devrim teorisi, kapitalizmin sürekli ve genel bunalımlar döneminde, Rusya gibi, gecikmiş burjuva demokratik devrimin eşiğinde olan bir ülkenin proletaryasının tek ve doğru devrim teorisidir.
    Yani, Lenin'e göre Marx ve Engels'in bir Avrupa devrimi bekledikleri yılların (1840-50 yıllar) Almanya'sının durumu nasılsa, 20. yüzyılın başında, Çarlık Rusya'sının durumu da öyleydi. Bu benzerliğe ilişkin diyor ki Stalin:

    "Rusya'nın ve Lenin'in başına gelen, 1840-50 arasında Almanya'nın ve Marx ve Engels'in başına gelmiştir." (Leninizmin İlkeleri, s: 15)

    Yine Stalin Manifesto'daki Almanya'da olacak olan burjuva demokratik devrim, proletarya devriminin başlangıcı olacaktır sözüne dikkati çekerek şunları söylemektedir:

    "20. yüzyıl başları Rusya'sı için aynı şeyleri söylemek gerekir; ancak Rusya, 1840-50 Almanya'sına oranla gelişmenin daha yüksek bir noktasında idi. Rusya, bu devrimi, ileri bir Avrupa çerçevesi içinde ve (İngiltere ve Fransa şöyle dursun) Almanya'dakinden de daha gelişmiş bir proletarya ile yapmak zorundaydı; ve herşey bu devrimin, proletarya devriminin mayası ve başlangıcı olacağını gösteriyordu.
    Daha 1902'de, henüz Rus devriminin hazırlık günlerinde, Lenin'in Ne Yapmalı? adlı eserinde geleceği önceden gören şu sözleri yazması tesadüf değildi.
    'Tarih, bizi (yani Rus Marksistlerini, J.Stalin) herhangi bir ülkenin proletaryasının karşılaştığı hemen yerine getirilmesi gereken görevler içinde en devrimcisi olan acil bir görevle karşı karşıya getirmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi, sadece Avrupa irticaının değil Asya irticaının da en güçlü kalesinin yıkılması, Rus proletaryasını, uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü durumuna getirir.' (c: IV, s: 382)" (Leninizmin İlkeleri, s: 15-16)

    Rus proletaryasının, uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü durumuna gelmesinin nedeni, Çarlık Rusyası'nın had safhaya ulaşmış olan bütün zıtlıkları bağrında toplaması, bir başka deyişle emperyalist zincirin en zayıf halkası olmasıdır.

    "İşte bunun için Rusya'nın emperyalizmin çelişkilerinin kesin sonucunu erecek olan çatışma konusu olması gerekiyordu; bu, sadece bu çelişkilerin Rusya'da özellikle rezilce, özellikle tahammül edilmez şekilde belirmesinden ötürü değildir; sadece Rusya'nın, Batı'nın mali sermayesini, Doğu'nun sömürgelerine bağlayan batı emperyalizminin başlıca desteğini teşkil etmesinden ötürü de değildi; fakat bunlarla birlikte, emperyalizmin çelişkilerini, devrimci yoldan çözümlemeye sahip gerçek kuvvetin yalnız Rusya'da bulunmasından ötürüydü. Dolayısıyla, Rusya'da devrimin bir proleter devrimi olması zorunlu idi [11*] ve bu devrimin gelişmesinin daha ilk gününden zorunlu olarak uluslararası bir karakter alması ve sonuç olarak emperyalizmi ta temelinden sarsması gerekiyordu." (Stalin, Leninizmin İlkeleri, s: 14)

    Bu değerlendirişin doğal sonucu, Rus proletaryası birbirinden farklı iki savaşı tek bir süreç içinde yürütecekti:

    "Burjuvazi ile proletarya arasındaki savaş, bütün Avrupa'da gündemdedir. Bu savaş çoktan Rusya'ya da ulaştı. Çağdaş Rusya'da, devrime muhtevasını veren, savaş halinde iki güç değildir, fakat heterojen ve farklı iki sosyal savaştır. Birinci savaş, bugünkü otokratik düzenin bağrında verilmelidir ve köleliğe dayanır; öteki ise gözlerimiz önünde doğan, geleceğin burjuva demokratik düzeninin içinde yer alan savaştır. Biri özgürlük için (burjuva toplumunun özgürlüğü için), demokrasi için, yani halkın mutlak egemenliği için bütün halkın verdiği savaştır; öteki, toplumun sosyalist örgütlenmesi için proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği sınıf mücadelesidir.
    Şu halde, karakterleriyle, amaçlarıyla ve kavgada kesin bir tavır takınmaya yetenekli sosyal güçlerin bileşimi bakımından tamamen farklı iki savaşı aynı zamanda yürütmek gibi zor ve ağır basan bir görev sosyalistlere düşüyor." (Lenin, Sosyalizm ve Köylüler, İşçi-Köylü İttifakı, s: 15) [12*]

    1905 Rus burjuva devrimi arifesinde bolşevik devrim perspektifi işte buydu. [13*]
    Bu perspektifin ayırdedici özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:
    1) Leninist kesintisiz devrim teorisi, kapitalizmin can çekişme döneminin devrim teorisidir. Bu teori, sadece kapitalizmin genel bunalımının başlangıcındaki Çarlık Rusyası için değil, bütün emperyalist kapitalist gelişme sürecine girememiş, dolayısıyla sömürge ve yarı-sömürge olan ülkeler için de geçerlidir.
    2) Leninist sürekli devrim teorisi, Marx'ın sürekli devrim teorisinden daha da ileride köylülerin devrimci potansiyelinin devrim doğrultusunda kanalize edilmesine dayanır. Bu teoriye göre, köylü ordusuna, emperyalist dönemde proletarya kumanda edebilir. Ve devrimi kesintisiz kılmak isteyen proletaryanın görevi bu orduya kumanda etmektir.
    3) Çarlık Rusyası gibi bir ülkede burjuva demokratik devriminin sosyalist devrime dönüştürülebilmesi için, iktidara geçmiş olan Avrupa proletaryasının yardımı şarttır.
    II. Enternasyonal'in Rusya kolu olan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin menşevik hizbinin devrim perspektifi, II. Enternasyonal'in resmi devrim anlayışının doğal bir sonucu olarak, Bolşevik perspektifin tam tersiydi.
    II. Enternasyonal'in "ortodoks" anlayışına göre, ilk proletarya devrimi, kapitalizmin ve demokrasinin en gelişmiş olduğu, proletaryanın nüfusun çoğunluğunu teşkil ettiği bir ülkede patlak verecekti. Ve bu ülkede patlak veren devrim, öteki ülkelere sıçrayacaktı. Böylece dünya devrimi zamandaş olacaktı.
    Bu düşünceden hareket eden menşevizme göre 1900'lerde bir dünya proleter devriminin patlak vermesinin objektif şartları olgun olmadığı için ve de henüz, proletaryanın iktidarı ele geçirdikten sonra gerekli olan yönetici kadroları tam oluşmadığından, Rusya'daki demokratik devrime proletaryanın önderlik etmesi düşünülemezdi. Bu şartlar olgunlaşıncaya kadarki süre içinde Rus liberal burjuvazisi burjuva devrimini yapmalı, proletarya da ona destek olmalıdır. Beklenen an gelene kadar, "batı tipi bir demokratik ortamda" Rus proletaryası, parlamenter mücadele metoduyla güç toplardı (güçlenirdi).
    Bolşeviklerin sürekli devrim teorisi saçma ve anarşist bir teoridir. Bu teori Marx ve Engels'in 1840-50 dönemi arasındaki yanılgılarından hareket etmektedir. Daha sonraları, Marx ve Engels, bu konuda yanıldıklarını söyleyerek, bu teoriyi terketmemişler miydi? Ve Marx 1859'da yayınladığı Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın Önsöz'ünde yapmış olduğu devrim tanımı ile bu teoriyi mahkum etmiyor muydu?
    Proletarya ancak tek bir devrimle uğraşabilir; o da kendi öz devrimi olan sosyalist devrimdir. Bunun için burjuvazinin kendi devrimini yapmış olması, kapitalist üretimi geliştirmiş olması şarttır. Üretici güçler olgunlaşmadan, proletarya nüfusun çoğunluğunu oluşturmadan, burjuva toplum ve düzeni Rusya'ya yerleşmeden, proletaryanın iktidarı diye bir şey söz konusu olamaz.
    Menşevizmin Rus proletaryası için öngördüğü devrim teorisi de budur.
    Her iki teori, bir sonraki bölümde üzerinde duracağımız gibi, bolşevik ve menşevik parti anlayışı ve çalışma tarzının temeli olmuştur.
    Dünyayı ayrı yorumlayanların, değiştirme araçlarının da ayrılacağı açıktır!
  • BOLŞEVİKLERİN VE MENŞEVİKLERİN PARTİ ANLAYIŞLARI


    Leninist sürekli devrim teorisi, proletaryası zayıf olan bir ülke, ihtilâlci inisiyatifin, çeşitli imkanları -bu imkanların en önemlisi köylülerin devrimci potansiyelidir- devrim için kullanmasına dayanır.
    Belli bir tarihi aşamanın sınıfsal karakteri ile, bu aşamadaki sınıfların rolü arasındaki farklılık, bu teorinin temelidir. Bu farklılık, Leninist derim teorisindeki volantirist yanın ağır basmasının doğal sonucudur.
    Marx ve Engels'in devrim teorilerinde -o zamanın somut şartlarından dolayı- ekonomik ve sosyal determinist yön, volantirist yöne nazaran daha ağır basar. Leninist teoride ise, politikanın, ekonomiye oranla belirleyiciliği ağır basmaktadır. Yani ihtilâlci inisiyatif temelidir. (Temel olması tek başına belirlemesi demek değildir).

    "Politika ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir. Politikanın ekonomiye nazaran önceliğini kabul etmemek olmaz. Aksini düşünmek, Marksizmin ABC'sini unutmak demektir." (Lenin, cilt 42, s: 278, Fransızca baskı)

    Leninist devrim teorisindeki ihtilâlci inisiyatife, politikaya öncelikle ağırlık vermek düşüncesi Leninist parti anlayışını da biçimlendirmektedir.
    Lenin'e göre, proletaryanın, işçiler örgütü ve devrimciler örgütü olmak üzere iki tip örgütü vardır.

    "İşçilerin örgütü ilk olarak, mesleki bir örgüt olmalıdır, mümkün olduğu kadar gizlilikten uzak, açık olmalıdır. Buna karşılık devrimciler örgütü, herşeyden önce ve başlıca mesleği devrimci eylem olan adamları kucaklamalı..." (Lenin, Ne Yapmalı, s: 340)

    Bu anlayışa göre proletarya partisi, tamamen profesyonel devrimcilerden oluşmalıdır. Parti, profesyonel devrimcilerin oluşturduğu bir savaş örgütüdür. Bu profesyonel devrimciler, "toplumdaki mevcut düzen ile bütün bağlarını koparmış, sadece boş gecelerini değil, bütün ömürlerini devrime adamış ve asgari marksist formasyondan geçmiş, belli konularda uzmanlaşmaya yönelmiş kişilerdir." Ve başlangıçta bu profesyonel devrimcilerden oluşmuş olan partide sınıfsal köken ayrımı yapılamaz: "Böyle bir örgütün özelliği karşısında, işçiler aydınlar arasında ve hele ayrı aynı meslekler arasında, her türlü fark silinmelidir. Besbelli ki bu örgüt, pek geniş tutulmamalı ve mümkün olduğu kadar gizli olmalıdır". (Lenin, Ne Yapmalı, s: 140)
    Görüldüğü gibi, başlangıçta parti ile sınıf arasındaki ilişkiler daha çok objektiftir; yani ideolojiktir. Partinin öncülüğünün temeli ideolojiktir. Başlangıçta önemli olan Lenin'in deyişiyle, parti üyelerinin işçi veya öğrenci olması değil de profesyonel devrimcilerden oluşmasıdır. Profesyonel devrimcilerin teşkil ettiği savaş örgütünün objektif olarak proletaryanın devrimci iradesini temsil etmesi esastır. Ve proletaryaya bilinç bu örgüt aracılığıyla dıştan iletilecektir. Çünkü bu örgüt, sosyalist hareketi temsil etmektedir. "Devrimci Sosyal Demokrasi, proletarya örgütüyle [mesleki örgüt kastediliyor] ayrılmaz surette bağlantılı Jakobenleri temsil eder." (Lenin)
    Bu örgüt yarı-askeri nitelikte olan bir örgüttür. Yani, demokratik merkeziyetçilik ilkesinde demokratik yan değil de, merkeziyetçi yan ağır basmaktadır. (Bu, burjuva demokrasisi olmayan bütün ülkeler için geçerlidir).

    "Devrimci Sosyal Demokrasi'nin örgütlenmedeki ilkeleri demokrasiye karşı hiyerarşik yapı, veya diğer deyişle, otonomiye karşı merkeziyetçiliktir. Bunlar eyyamcıların savunduklarının tam tersi ilkelerdir. Sonuncuların savundukları ilke tabandan yukarı tırmanmak istediği için, en uzaktaki otonomiye ve demokrasiye varıncaya kadar var... Fakat Devrimci Sosyal Demokrasi iktidar mücadelesini yukardan başlattığı için, bölümlerin karşısında merkez teşkilatı haklarını ve tam iktidarının genişletilmesini savunur." (Lenin, Bir Adım İleri, Adım Geri)

    Lenin'in "Bize bir savaş örgütü verin, Rusya'yı altüst edelim" dediği parti örgütünün niteliği ve işlevi budur.
    Fakat bu şekilde savaş örgütünün ilkelerine göre kurulmuş olan bir partinin, savaş örgütü olabilmesi için, geniş proleter kitlelerini mücadele içinde kucaklaması şarttır.
    İlk etapta, işçilerin çoğunlukta olması gerekmiyordu. Önemli olan sınıfsal köken durumu ne olursa olsun,.örgütün profesyonel devrimcilerden oluşmasıdır. Fakat ikinci etapta, işçilerin mutlak bir çoğunluğu teşkil etmesi şarttır. [14*] 1902'de partinin dar tutulmuş bir azınlık örgütü olması gerektiğini söyleyen Lenin, 1905'de parti örgütü içinde "yüzbinlerce işçinin" yer alması gerektiğini söylemektedir.

    "Üçüncü Kongre'de, Parti Komitelerinde her iki aydına karşılık sekiz işçi bulunası gerektiği arzusunu ifade etmiştim. Artık bunun da modası geçti. Şimdi, Parti örgütlerinde, Sosyal Demokrasi'ye bağlı her aydına karşılık, birkaç yüz Sosyal Demokrat işçi bulunması arzu edilir." (Aktaran; Clif, Rosa Luxemburg, s: 58)

    Parti, proletaryanın siyasi kitle partisi haline dönüştüğü zaman, partinin savaş örgütü olmasından bahsedilebilir. Ve bu savaş örgütünün üyeleri ikili karaktere sahiptir:

    "Lenin, Partinin yapısının ve kuruluşunun iki kısımda meydana gelmesi gerektiğini ileri sürüyordu: a) Önde gelen parti işçilerinden esas olarak profesyonel ihtilâlci, yani parti çalışması dışında hiçbir işle uğraşmayan ve gerekli teorik bilgiye, tecrübeye, örgütsel pratiğe ve çarlık polisiyle dövüşme ve ellerinden kurtulma ustalığına sahip olan işçilerinden meydana gelen sıkı bir düzenli kadro; b) Yüzbinlerce emekçinin sevgi ve desteğini kazanan geniş bir mahalli parti örgütleri ağı ve çok sayıda parti üyesi." (SBKPT, s:353)

    İşte Bolşevik parti anlayışı budur.
    Proletarya devrimi ile burjuva devrimi arasına bir Çin Seddi sokan, proletaryanın devrimci atılımını kapitalizmin ve demokrasinin Rusya'da gelişeceği, proletaryanın nüfusun belli bir çoğunluğunu teşkil edeceği bir zaman ertelemiş olan menşevik devrim teorisi, parti konusunda da olduğu gibi yansıyordu.
    Menşeviklere göre, Rus işçi sınıfı henüz zayıf ve cılızdı. Gizli kurulan RSDİP ise, proletarya ile organik bağlar kurmuş değildi. Sadece, "ilkelerde işçileri temsil eden" aydınlardan oluşmaktaydı. Bu yüzden bu parti henüz gerçek proletarya partisi sayılamazdı. (Görülüğü gibi menşevik anlayış, örgütlenmenin ilk aşamasında işçilerin çoğunlukta olmasını şart koşmaktadır).
    Burjuva devrimi Rusya'da belli bir burjuva yasallığını getirecekti. İşçiler bu burjuva özgürlüğünden yararlanarak bir araya gelebilirlerdi. Biraraya gelen işçiler kendi sendikalarını, örgütlerini ve partilerini oluşturacaklardı. Devrimci aydınların görevi sadece bu oluşuma yardımcı olmaktır. Profesyonel ihtilâlcilerin partisi diye bir kavram, çoğunluğun devrimi olan sosyalist devrimi savunan marksistlere ait olamazdı. Bu kavram, azınlık devriminin devrimcileri olan Jakobenlere, küçük-burjuva devrimcilerine aitti. Bu, komplocu Blanquistlerin partisi olabilirdi ama, devrimi kitlelere dayandırmak zorunda olan çoğunluğun devrimini yapmak isteyenlerin olamazdı. Hele proleter kökenli olmayanların profesyonel devrimci adı altında proletaryayı temsil etme ve onlara bilinç götürme iddiaları tamamen marksist olmayan düşüncenin mahsulüdür. [15*]
    Mihri Belli'ye göre, ilk etapta proletaryayı bilinçlendirecek ve örgütlendirecek olan, profesyonel devrimciler değildir. (Bütün bunlar için bkz, Mihri Belli, Milli Demokratik Devrim, s: 49-50-51-52).
    Mihri Belli bir sosyalist aydın (!) olarak, bu anlayışa hayatının düsturu olarak sonuna kadar sadık kalmıştır. Bu yüzden hayatı boyunca proletaryanın bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi meselesi ile hiç ama hiç uğraşmamıştır; çünkü onun ekonomist anlayışına göre, proletarya kendi kendine bilinçlenecektir. Proleter kökenli olmayan sosyalistlerin görevi, ona dıştan bilinç götürmek değildir.
    O zaman, bu anlayışa göre, Mihri Belli gibi proleter kökenli olmayan sosyalistlere (!) düşen görev, proletaryanın dışındaki devrimci sınıfları, mesela, küçük-burjuvaziyi bilinçlendirmek ve örgütlendirmektir. Ve Mihri Belli de bütün politik hayatı boyunca bu görevi başarıyla yerine getirmeye canla başla çalışmış bir "sosyalisttir". Bu konudaki çalışmaları için, Yazılar adlı kitabına bakmak kafidir.
    Proletaryanın yönetimi, en demokratik yönetimdir. Onun partisi de en demokratik bir partidir ve en demokratik şekilde aşağıdan yukarı kurulur.
    1905 burjuva devriminin oluşturacağı özgürlük ortamında, sadece işçiler değil, halk kitleleri de geniş tutulmuş, "non-partizan" sovyetler içinde örgütlenmelidirler. Bu kendi kendini yöneten belediyelerin ve işçi örgütlerinin temsilcileri "kurucu meclis"e geçiş olan Milli Kongre'yi oluşturacaklar. Böylece gerçek anlamda bir burjuva parlamenter ortam Rusya'ya yerleşecek, yerel, kendi kendini yöneten belediyeler seçimlerine katılan proletarya, halkı yanına çekecekti. Ve bu yüzden parti bütün işçilere ve sosyalist aydınlara açık olmalıdır, geniş tutulmalıdır.
    İşte menşevik örgüt anlayışı da budur.
    Görüldüğü gibi bu iki farklı örgüt anlayışı, farklı iki devrim anlayışının sonucundan başka birşey değildir.
  • 1905 DEVRİMİ VE LENİN'İN ÖNGÖRDÜĞÜ
    DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ


    Lenin'in öngördüğü demokratik devrimi karakterize eden unsurlar şunlardır:
    1) Emperyalist dönemde, tarihi ileriye götüren lokomotif, proletaryadır. Bu yüzden Rus liberal burjuvazisi, artık tarihi kaçırmıştır. Burjuva devriminin önderi, sonuna kadar tek devrimci sınıf olan proletaryadır.

    "Proletarya durumu gereği, en ilerici ve biricik tutarlı devrimci sınıf olduğundan, Rusya'da, genel demokratik devrimci harekette baş rolü oynamalıdır." (RSDİP'nin III. Kongre Kararı, İki Taktik, s:80)

    2) Demokratik halk devriminin temel güçleri işçiler, köylüler ve şehir küçük-burjuvazisidir.

    "... Çarlık üzerinde kesin zaferi gerçekleştirebilecek olan biricik güç halktır, yani -eğer temel büyük güçleri ele almıyorsak, şehir ve köy küçük- burjuvazisini bu temel güçler arasında dağıtıyorsak (çünkü küçük- burjuvazi de 'halktir')- proleterler ve köylülerdir." (Lenin, İki Taktik, 2. baskı, s:58)

    3) Devrimci temel güç birliği işçi-köylü ittifakıdır.
    Bu işçi-köylü ittifakı konusunda biraz duralım. Lenin, Çarlık Rusya'sındaki kırlık bölgeyi tahlil ederek, devrimci politikayı şu şekilde tespit etmektedir:

    "Gerçekte, yakın ve uzak amaçları ile, karşımızda üç ayrı sosyal sınıf vardır; büyük toprak sahipleri, varlıklı köylüler -ve kısmen orta köylüler- ve nihayet proletarya. Böyle bir durumda, proletaryanın görevinin iki yön taşıması zorunludur... Köy burjuvazisi ile her türlü kölelik zihniyetine karşı, tarım feodallerine karşı; kent proletaryası ile birlikte köy burjuvazisine ve tüm öteki burjuva unsurlara karşı; işte köy proletaryasının ve onun Sosyal Demokrat ideologunun izleyeceği 'siyasi çizgi!'." (Proletarya ve Köylüler, İşçi-Köylü İttifakı, s: 10)

    Ve Lenin, yoksul köylü ve tarım proletaryasına sosyalist devrimle kurtulacaklarını belirterek, onların örgütünün proletarya partisi olduğunu söylemektedir:

    "... RSDİP, proletaryanın sınıf partisi, köy proletaryasının bağımsız sınıf olarak örgütlenmesi yolunda, yorulmadan çaba gösterir, bir an bile unutmadan ki, tarım proletaryasına onun çıkarları ile köy burjuvazisinin çıkarları arasındaki çelişki bulunduğunu açıklamak ve ancak köylülerin ve şehirlerin proletaryasının burjuva toplumunun bütününe karşı ortak mücadelesinin, yoksul köylülerin bütün kitlesine yoksulluktan ve sömürüden gerçekten kurtarabilecek biricik devrim olan sosyalist devrimin zaferini sağlayabileceğini anlatmak onun görevidir." (age, s: 13)

    Lenin'in bu tahlillerinden sonra Rus Demokratik Halk Devrimindeki işçi-köylü ittifakı meselesi iyice aydınlığa kavuşmaktadır. İşçi-köylü ittifakı, parti içinde ve parti dışında olmak üzere ikilidir.
    Parti içinde şehir ve köy proletaryası ile yarı-proleter unsurlar ve yoksul köylü ittifakı söz konusudur. Orta ve varlıklı köylüler ile ittifak ise, parti dışında ve ayrı sınıf tabanları üzerinde olacaktır. Bir başka deyişle bu ittifak her iki tarafın sınıf partileri arasında olacaktır. Devrim işçi ve köylü partisinin güç birliği sonucu olacaktır. Fakat bu ittifakta egemen durumda olan proletaryadır. Bu ittifakı yönlendirecek, devrimde hegemonya kuracak olan parti, proletaryanın sınıf partisidir.
    Bu konuya ilişkin olarak diyor ki Lenin:

    "RSDİP'nin III. Kongresinde formüle edilen bizim taktik şiarımız ise, demokratik devrimci ve cumhuriyetçi burjuvazinin şiarları ile uygunluk durumundadır. Bu burjuvazi ve küçük-burjuvazi, henüz Rusya'da, büyük bir halkçı parti teşkil etmemektedir. Ama bu partinin unsurlarının varlığından şüphe etmek için ülkede şu anda olup bitenlerden hiçbir şey anlamamak gerekir. Bizim niyetimiz (büyük Rus devriminin başarılı olduğu bir durumda) sadece Sosyal Demokrat Parti tarafından örgütlendirilmiş proletaryayı değil, ama bizim yanımızda yürümesi pekala mümkün olan küçük-burjuvaziyi de yönetmektir." (İki Taktik, 2. baskı, s: 46)
  • DEVRİM ŞEHİRDEN KIRA DOĞRU BİR ROTA TAKİP EDECEKTİR


    Çarlık despotizmi, büyük şehirlerdeki silahlı proletaryanın ayaklanması sonucu devrilecektir. Ve devrim -yukarıdan aşağıya doğru- şehirden kıra doğru örgütlenecektir.
    Lenin şöyle demektedir:

    "Bu hareket şu anda daha şimdiden bir silahlı ayaklanma zorunluluğuna vardığına göre:
    Proletarya, bu ayaklanmada kaçınılmaz olarak en enerjik rolü oynayacağına ve proletaryanın katılmasının Rusya'da Devrimin kaderini tayin edeceğine göre;
    Proletaryayı silahlandırmak için ve aynı zamanda silahlı ayaklanmanın ve bu ayaklanmanın doğrudan doğruya önderliğinin planlarının hazırlanması için en enerjik tedbirlerin alınması ve bu maksatla gerektiğinde özel parti militanları gruplarının teşkili." (İki Taktik, s: 80-81)

    Lenin'e göre, bu ayaklanmada proletarya baş rolü oynayacaktır ve devrim, geniş ölçüde işçi milis kuvvetlerinin ve işçi ordusunun [Kızıl Ordunun] ayaklanması sonucu zafere erecektir. Fakat işçi sınıfının zaferi sağlayabilmesi için köylülerin desteği şarttır.

    KURULACAK OLAN İKTİDAR TEMEL GÜÇLERİN İKTİDARI OLACAKTIR;
    İŞÇİ VE KÖYLÜ DEVRİMCİ DİKTATORYASI

    "Devrimin çarlığa karşı kesin zaferi; proletarya ile köylülerin devrimci diktatörlüğüdür." (Lenin, İki Taktik, s: 58)

    Burada oldukça önemli olan bir konu üzerinde kısaca duralım: İki Taktik'i dikkatli okuyan bir okuyucu görecektir ki, Lenin, köylüleri ve şehir küçük-burjuvazisini temel güçler arasında bir kere saymaktadır. Ve bunun dışında devamlı olarak devrimde temel güç olarak sadece proletaryadan bahsetmektedir.
    Ayrıca, Leninizmin İlkeleri'nde, Stalin, demokratik devrim aşmasında temel güç olarak sadece proletaryayı saymakta, köylülükten ise yedek güç diye bahsetmektedir.
    Acaba Lenin, o paragrafta köylüleri ve şehir küçük-burjuvazisini temel güçler arasında yanlışlıkla mı saydı? Yoksa bu bir kalem sürçmesi midir?
    Değil elbette. Lenin'in o paragraftaki formülasyonu ile kendisinin ve Stalin'in yapmış oldukları öteki formülasyonlar arasında bir uyuşmazlık veya çelişki yoktur, tam bir uygunluk ve ayniyet vardır.
    Mesele şudur; köy ve şehir küçük-burjuvazisinin de temel güçlerinin içinde olduğu demokratik halk devrimi, şehirlerde halkın silahlı ayaklanmasıyla zafere erişecektir. Bu ayaklanmada proletarya sınıf katılması olarak en enerjik ve aktif rolü oynayacaktır. Proletarya halk kitlelerini kendi safına çekerek, silahlı ayaklanması sonucu iktidarı ele geçirecek ve işçi-köylü devrimci diktatoryası böylece kurulmuş olacaktır.
    Görüldüğü gibi bu devrimin temel kitle kuvveti işçi sınıfıdır. Köylülerin devrimdeki rolü, sınıf katılması olarak ikinci derecedendir; nispidir.
    "Proletarya temel güçtür, köylülük yedek güçtür" şeklindeki Lenin'in ve Stalin'in formülasyonu devrimin ağırlık merkezinin şehirler olması ve bunun sonucu olarak devrimin temel kitle gücünün proletarya olmasından dolayıdır.
    Aynı durum, Mao'nun, Yeni Demokratik Devrim'inde sınıfların mevzilenmesine ilişkin formülasyonunda vardır. Mao'nun Yeni Demokratik Devrim formülasyonunda bazen "temel güç köylülerdir", bazen de "işçiler, köylüler ve şehir küçük-burjuvazisidir" denmektedir. Bu ilk bakışta çelişkili gibi gözüken formülasyon, tıpkı Lenin'in formülasyonu gibi çelişkili değildir. Mao, "köylüler temel güçtür" derken, elbette şehirli küçük-burjuvazinin, özellikle de proletaryanın devrimde rolünü küçümsememektedir.
    Bu şekilde formüle etmesinin nedeni devrimin, halk savaşı izlenerek kırlardan şehirlere doğru bir rota izlemesindendir; yani devrimin odak noktasının farklılığından dolayıdır. Kırlardaki halk kitlesi köylüler olduğu için, devrimin temel kitle gücü köylüler olmaktadır. Devrimin temel kitle kuvveti köylüler olduğu için de, "proletarya önder güçtür, köylüler temel güçtür" formülasyonu yapılmaktadır.
    Rus Demokratik Halk Devrimi ile, emperyalizmin işgali altındaki sömürge ve yarı-sömürge ülkeler arasındaki temel fark budur.
    Bu faklılık son derece önemlidir. Her iki formülasyonun öngördüğü devrim anlayışı, örgüt anlayışı ve çalışma tarzı temelden farklıdır. Ve bu farklılık şu veya bu ikinci derecede bir farklılık değil, ideolojik-politik ve eylem çizgimizi tayin eden esas faktördür. (İlerki bölümlerde bu konu üzerinde etraflı bir şekilde duracağız)
    Kesintisiz devrimin, İki Taktik'teki formülasyonu, emperyalizmin işgali altındaki Türkiye için de öngörülmektedir. Doktor Hikmet Kıvılcımlı açıkça, İki Taktik'teki formülasyonu, Türkiye'nin sınıfsal orijinalitesine uygulamaya çalışmaktadır.
    Bu sonuca Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın,kitaplarındaki tahlillere bakarak varmaktayız. Şöyle ki; Dr. Hikmet Kıvılcımlı kitaplarında:
    1) İşçi Partisinde işçilerin mutlak çoğunlukta olması şart koşulmaktadır. Ayrıca proletaryanın sınıf partisinin dışında bir köylü partisinin varlığına veya varolması gerektiğine işaret edilmektedir.
    Bu konularda diyor ki Dr. Kıvılcımlı:

    "Halk Partisi henüz bir Köylü Partisi olmaktan çok uzaktır." (Halk Savaşının Planları, s: 19)
    "Ancak kimi şehirlere ve kasabalara dek ve tek tük köylere dek benekleri atmış bulunan TİP teşkilatının ve TİP yedeğindeki örgütlerin içine pek çok işçi yurttaşlar da girip çoğunluğu ve güdümü bilfiil ele almadıkça, İşçi Partisi henüz bir PROLETARYA PARTİSİ olmaktan uzak kaldığını görmezlikten gelmemelidir." (Keza, s: 19, italikler bize aittir)
    "Örgütte işçi sınıfı üyelerini sayıca ağır bastırmak." [lazımdır] (Oportünizm Nedir?, s: 11, altını biz çizdik)

    2) Devrimci mücadelenin temel alanı olarak şehirleri seçmesi bunun doğal sonuçları olarak, sınıf mevzilenmesinin de temel güç olarak proletaryayı alması ve onun ideolojik değil, fiili önderliğini savunması. (Yani sınıf katılması olarak proleterlerin devrimci temel kitle kuvveti olması). (Bkz. Halk Savaşının Planları, s: 188-189)
    Oysa marksist-leninist kesintisiz devrim teorisi, İki Taktik'teki formülasyonundan günümüze kadar hayatın çeşitli değişiklikleri karşısında değişmiş, yeni deneylerden zenginleşip derinleşmiştir. İçinde bulunduğumuz dönem, kapitalizmin bunalımının başlangıç dönemi değildir. Türkiye de Çarlık Rusyası gibi dünyanın 5-6 büyük sömürgeci ülkesinden bir tanesi değil, tam tersi ne emperyalizmin işgali altında bir yarı-sömürgedir.
    Marksist-Leninist sürekli devrim teorisini, İki Taktik'teki formüasyonla sınırlandırıp dondurarak, onu her dönem için geçerli evrensel bir model olarak alıp, ülkenin sınıfsal orjinalitesine uygulamaya kalkmak, bundan sonraki bölümlerde etraflı bir şekilde göstereceğimiz gibi kişiyi bir sağ-sapma içine sokar.
    Lenin'in İki Taktik formülasyonundaki modele yakın ele alışı Mihri Belli'de de görmekteyiz. (Mesela, CHP'yi köylü partisi ve de Ecevit'i köylü lideri olarak ilan etmesi, şehirleri temel alması, vs.)
    Fakat Mihri Belli'yi belli bir yere oturtmak gerçekten güçtür. Çünkü onun belli bir çizgisi; kendi içinde tutarlı bir rotası yoktur. Bazen, işçi sınıfının öncülüğünü mutlak bir gerçek olarak ele almak dogmatizmdir derken, bazen de işçi sınıfının öncülüğünü, fiili bir öncülük olarak ele almaktadır. Yine bazı yazılarında Filipin demokrasiciliği şartları altında proletaryanın partisi kurulamaz derken, bir başka yazısında aynı şeyleri söyleyenleri rahatlıkla sağ oportünizmle suçlayabilmektedir. Bir yazısında MDD aşamasında işçi sınıfının ideolojik önerliğinin esas olduğunu söyleyen bir devrimcinin yazısını tahrif ederek; akıl almaz bir hokkabazlıkla buradan işçi sınıfı olmadan devrim yapılmak istendiği sonucunu çıkartırken, öte yandan işçi sınıfı olmadan da küçük-burjuvazinin önderliğinde devrimin olabileceğini rahatlıkla söyleyebilmektedir!..
    Bunlara sayısız örnekler katmak mümkündür.
    Kısacası, Mihri Belli'nin ne dediği belli değildir. Belli olan tek şey belirsizliğidir. Aslında Mihri Belli, kendinden başka hiç kimseye ve hiçbir şeye (Bilimsel Sosyalizm ve onun kurucuları da dahil) inanmayan, "kerameti kendinde bulan" bir "sosyalist"tir.
    O küçük hesapların peşinde tam bir "reel-politiker"dir. (Burjuva anlamda gerçekçi politikacıdır). Ve her reel-politiker gibi, avareliğin zirvesinde, serseri mayın gibi dolaşmaktadır!
  • EVRİM AŞAMASI, DEVRİM AŞAMASI


    Marx ve Engels'teki evrim aşaması, devrim aşaması ve ihtilâlin objektif şartları meselesi, Lenin'in tahlillerinde iyice açıklık kazanmaktadır. Bunda şüphesiz, Lenin'in yaşadığı dönemin, proleter devrimleri çağı olmasının ve Lenin'in iki devrim tecrübesi geçirmesinin büyük rolü vardır.
    Lenin'e göre, emperyalist dönemde, bütün ülkelerde kesintisiz devrim anlayışı içinde proletarya devrimlerinin objektif şartları vardır. Üretici güçlerin dünya çapında ulaşmış olduğu seviye devrim yapmak için olgundur. Hazır olarak var olmayan devrimin subjektif şartlarıdır. Leninizmin temellerini bir bakıma devimin subjektif şartlarının hazırlanması teşkil eder. [16*] Bu gerçeğin kavranmasının meselenin özü olduğunu ileriki bölümlerde göreceğiz.
    Lenin, Marx ve Engels'in evrim ve devrim aşamaları ayırımında, somut durumların faklılığından dolayı değişiklikler yaptı.
    Marx ve Engels'e göre, dünya çapında devrimin objektif şartları olgun olduğu zaman, sosyalistlerin dili Fransızca olmalıdır.
    Bilindiği gibi emperyalist çağ, dünya çapında devrimlerin objektif şartlarının olgun olduğu çağdır. Düz mantığa göre, Marx ve Engels'in önerilerinin doğal sonucu bu dönemde sosyalistlerin görevi sürekli Fransızca konuşmaktır, durmadan, yılmadan, devamlı taarruz etmektir! (Trotskist düşünce bir bakıma buna dayanır).
    Ama diyalektik mantık için durum böyle değildir. Dünya devrimi asla zamandaş olmayacaktır. Önce bir veya birkaç ülkede olacaktır. Bu yüzden her ülkenin proletaryası, kendi sınırları içinde aşamalı bir mücadele vermelidir. Çünkü her ülkenin proletaryasının kurtuluşu, ülke proletaryasının eseri olacaktır. Devrimler ne ithal edilebilir, ne de ihraç edilebilir.
    Bir ülkede devrimin objektif şartlarının olabilmesi için, kapitalizmin dünya çapındaki genel bunalımından başka, o ülkenin kendi milli bunalımını da yaşaması gerekmektedir.
    Leninist ayrıma göre, devrim aşamasında olunabilmesi için a) proletaryanın bilinç ve örgütlenme seviyesinin devrim için yeterli olması gerekir. (Devrimin subjektif şartlarının uygun olması gerekir). b) Ezeni de, ezileni de etkileyen bir milli bunalımın olması şarttır. [17*] Bu milli bunalım, kapitalizmin genel bunalımının çelişkilerinin o ülkeye en keskin bir şekilde yansımasından başka birşey değildir.
    Devrim aşaması, kısa bir andır. Evrim aşaması uzun bir süreçtir.

    EVRİM DÖNEMİ

    Evrim döneminin devrimci hitap dili, Almancadır. Almanca konuşma döneminde ihtilâlci atılıma yer yoktur. Bu dönemin devrimci çalışma tarzı proletaryayı bilinçlendirmek, örgütlendirmek, proletarya ile öncüsünün bağlarını sıklaştırmak, emekçi halk kitlelerini proletaryanın saflarına kazanarak devrim için eğitmektir.
    Eğer proletarya partisi kurulmuş ise, devrmci çalışma o partiyi proleter siyasi kitle partisi haline getirmek; çeşitli mesleki örgütler aracılığıyla kitlelerle organik bağlarını sıklaştırmak, proletaryanın ve emekçi halkın sınıf bilincini yükseltmek, demokratik muhalefetin en solunda yürüyerek, hakim sınıfları yoğun politik propaganda ile teşhir etmektir.
    Eğer, proletarya partisi henüz kurulmamış ise, ana görev proletaryanın öncü müfrezesini oluşturmaktır. Proletaryanın sınıf partisinin olmadığı bir evrede, devrimci durumun olması halinde bile proleter devrimci dil Fransızca olamaz!
    Bu dönemin proleter devrimci çalışma tarzını Lenin, şu şekilde özetlemektedir:

    "Propaganda ve bilinçlendirme, bilinçlendirme ve propaganda o sırada objektif şartlar tarafından gerçekten en ön plana itilmişti. Bütün ülkeye hitap eden haftalık olarak yayınlanması ideal gibi gözüken bir siyasi gazetenin yayınlanması için çalışma, o zaman devrim hazırlığı çalışmasının temel taşı olarak görünüyordu (ve Ne Yapmalı meseleyi böyle koyuyordu). (Silahlı aksiyon yerine) yığınların bilinçlendirilmesi şiarı, (yöresel ayaklanmalar yerine) ayaklanmanın sosyal ve psikolojik şartlarının hazırlanması şiarı, o sırada devrimci-sosyal demokrasinin biricik doğru şiarlarıydı." (İki Taktik, s: 79, ikinci baskı)

    1905-1907 yenilgisinden sonraki ricat taktiğini ise Stalin şu şekilde anlatmaktadır:

    "1907-1912 devresinde Parti ricat taktiğine geçmek zorunda kaldı; çünkü devrimci eylem yavaşlamıştı, devrim cezri vardı ve taktik zorunlu olarak bu olguyu dikkate almalıydı. Sonuç olarak mücadele şekilleri ve örgüt şekilleri gene değişti. Duma'yı boykot yerine Duma'ya katılma; aleni parlamento dışı eylem yerine Duma'da müdahaleler ve çalışma, genel siyasi grevler yerine özel ekonomik grevler ya da basbayağı hareketsizlik." (Leninizmin İlkeleri, s: 83)

    Görüldüğü gibi, evrim dönemlerinde parlamentoyu boykot etme, genel siyasi grevlere gitme, silahlı eylemin her türüne başvurma metodları devrimci değildir. Bu dönemde bu metodlara başvurma sol oportünizmden başka birşey değildir. Devrimci çalışma metodları, başta proletarya olmak üzere emekçi kitleleri bilinçlendirme, propaganda, özel ekonomik grevler ve demokratik muhalefettir.

    DEVRİM AŞAMASI

    Devrim aşamasında proletarya partisinin çalışma tarzı ve şiarları tamamen değişir. 1905 Devrim aşamasında Lenin, evrim aşmasının şiar ve taktiklerine ilişkin şunları söylemektedir:

    " ... şimdi olaylar bu şiarları aşmış bulunuyor, çünkü hareket ilerleme kaydetmiştir; bu şiarlar artık eskidir, kullanılmış ve hizmetini tamamlamış eşyadır." (İki Taktik, 2. baskı, s: 79)

    Bu yirmi yılı, bir güne sığdıran bu kısa dönemi çok iyi değerlendirmek gerekir: "İhtilâl, saatinin alelade, alışılagelen saatlerden farklı olduğunu, tarihin hazırlanması saatlerinden farklı olduğunu ve ihtilâl saatlerinde yığınların ruh haletinin için için kaynamasının, inancın eylem olarak ifadesini bulduğunu" iyi anlamak gerekir.
    Bugünler, yığınların koro halinde ihtilâl türkülerini söylediği nadir günlerdir. Dönem, artık ihtilâlci atılımın dönemidir. Bu dönemde kitleler tek bir dilden anlamaktadırlar: O da Fransızcadır. Ve bu dili konuşmak da başlı başına bir sanattır... Fransız yüreği veya Rus devrimci atılımının rolü burada önem kazanmaktadır. Bu atılımdan yoksun evrim dönemlerinin nice başarılı devrimci, nice ulema devrimcisi bu dönemde acizliğin, korkaklığın ve ihanetin bataklığında kulaç atar.
    Bu kısa dönem de ayrıca kendi içinde geçiş devresi, taktik taarruz devresi ve stratejik taarruz devresi olmak üzere üçe ayrılır.

    a) Geçiş devresi Fransızcası:
    Evrim döneminin hemen bitiminde başlar. Devrim dalgasının yavaş yavaş yükseldiği ve kitleleri sarsmaya başladığı ve kitlelerin inancının kitlesel eylemlere dönüştüğü evrenin Fransızca konuşma taktiğidir.
    1905 Devrim döneminde, Fransızca hitabın bu aksanı şöyle idi; mahalli siyasi grevler, nümayişler, genel siyasi grev ve Duma'yı boykottur.
    Bu dönemin Bolşevik taktiğini Stalin şu şekilde açıklamaktadır:

    "Nümayişler ve tezahüratlarla öncüye sokak eylemlerini öğretmek ve aynı zamanda cephe gerisinde sovyetler ve cephede asker komiteleri vasıtasıyla ihtiyatları öncüye bağlamak." (Leninizmin İlkeleri, s: 85. Bu aktarılan kısım, 1917 Devrim döneminin geçiş devresi Fransızca konuşma taktiğidir)


    b) Taktik Taarruz devresi
    Bu kısa devre, öncünün şehir eylemlerini öğrendiği dolayısıyla halk kitlelerine önderlik etmeyi becerebildiği ve halk kitlelerine ayaklanmanın doğru taktiklerini öğrettiği devredir. Bu evre, halkan devrimci potansiyelinin iyice yükseldiği, devrim dalgasının en üst seviyeye yaklaştığı, öncünün son hücum öncesi taktik taarruzlarının yoğunlaştığı evredir. Bu devrede başlıca amaç, düşman saflarında yılgınlık ve panik yaratmak, karşı-devrim cephesini dağıtmak ve yarıklar açmaktır.
    1905 Devriminin taktik taarruz devresinin devrimci taktikleri, barikat savaşları (sokak savaşları) ve şehir gerillasıdır. Şehir gerillası, şehir proletaryasından oluşmaktadır.
    Şehir gerillasının çeşitli görevlerinden bir tanesi olarak halk kitlelerine ayaklanma taktiklerini öğretmesi konusunda Lenin, Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler yazısında şöyle demektedir:

    "Aralıktan beri bütün Rusya'da süregelen gerilla savaşı ve korkunç şiddet hareketleri elbette bir ayaklanmanın doğru taktiğini öğrenmede kitlelere yardım edecektir."


    c) Stratejik Taarruz Devresi,
    Nizami Orduya Geçiş ve Ayaklanma:
    1905'in 10 Haziran'ında Lenin diyor ki:

    "Parlamalar-gösteriler-sokak çarpışmaları, devrimci ordu birlikleri: İşte halk ayaklanmasının gelişimindeki aşamalar bunlardır. Artık son aşamaya ulaştık."

    İktisadi ve politik buhran iyice derinleşmiş ve en üst seviyeye çıkmıştır. Artık beklemek, Lenin'in deyişiyle, cinayettir. Ve ayaklanma gündemin artık birinci maddesi olmuştur. Stratejik taarruz nizami ordu ile, düzenli ordu ile yapılır. Son hücum için önce dağınık olan bütün güçler bir araya toplanır, Kızıl Ordu yaratılır. (Kızıl Ordu da proleter ordusudur). Barikat savaşları ve şehir gerilla taktiği artık yerini Kızıl Ordu'nun ayaklanma taktiğine bırakmıştır.
    Ekim ayaklanmasının taktiğini Lenin şu şekilde çizmektedir:

    "... ayaklanmayı marksistçe, yani bir sanat gibi anlamak için aynı zamanda, bir saniye kaybetmeksizin, ihtilâl müfrezelerinin genel kurmayını örgütlemeli, güçlerimizi taksim etmeli, güvenilir alayları en önemli noktalara göndermeli, Aleksandra tiyatrosunu kuşatmalı, Pier Paul kalesini işgal etmeli, genel kurmay heyetini ve hükümeti tutuklamalı, askeri öğrencilere ve vahşi tümene karşı, düşmanın şehrin hayati merkezlerine girmesine izin vermektense ölmeye hazır müfrezeleri göndermeliyiz; silahlı işçileri seferber etmeli, onları en son ve amansız mücadeleye çağırmalı, aynı zamanda telefon ve telgrafı işgal etmeli, bizim ihtilâl genel kurmayımızı telefon merkezine yerleştirmeli ve onu telefonla bütün fabrikalara, bütün alaylara, bütün silahlı mücadele merkezlerine, vb. bağlamalıyız." (Marksizm ve İhtilâl, Nisan Tezleri ve Ekim Dersleri, s:167-168)

    İşte sovyetik ayaklanma bu şekilde bir süreç izler. Elbette hayat hiçbir zaman şu veya bu şemalandırmaya harfiyen uygun akmaz. Her soyutlama ve şemalandırma gerçeğin bir kısmını ihmal eder, bir kısmını ise, ister istemez abartır. Fakat teorik tahlil, hayatın giriftliğini ve çok yanlılığını kolay anlaşılır hale getirerek, eylem kılavuzluğu görevini yerine getirir.
    Bu yüzden bu şemalandırmamızdaki dönemleri mekanik bir şekilde birbirinden ayrı şekilde değil de, bir sürecin, birbiri içine girmiş iç halkaları olarak görmek gerekir.



    Dipnotlar


    [1*] Devrim kavramı, burada proletarya devrimi veya proletaryanın hegemonyasında demokratik devrim anlamında kullanılmaktadır.
    [2*] Sosyalist devrimde proletarya diktatoryasını; demokratik devrimde ise halk diktatoryasını kurar.
    [3*] Halk siyasi bir kavramdır. İçinde bulunulan devrimci aşamaya göre bir araya gelen, çıkarları mevcut hakim sınıflara karşı olan sınıfların kompozisyonudur.
    [4*] Marks ve Engels'e göre, eğer bir politik devrim, sosyal dönüşümü sağlarsa, o, aynı zamanda sosyal bir devrimdir. Sağlamazsa politik devrim olarak kalır. Manifest'in 1888 tarihli İngilizce Baskıya Önsöz'deki komünist işçi tanımı şöyledir: "İşçi sınıfının politik devrimlerin yetersizliğine inanmış ve toptan bir sosyal değişmenin zorunluluğunu ilan etmiş olan her bir kesimi kendisine komünist diyordu." (Manifesto, s: 24)
    [5*] Bu ölçü çağımızdaki yarı-sömürge, sömürge ülkelerdeki, sözde ilerici, anti-emperyalist, özde ise emperyalizmin bir iktidar değişikliğinden başka birşey olmayan bir yönetim yenilenmesi ile, gerçekten ilerici, milliyetçi, bir küçük-burjuva devrimci iktidarını ayırdetmekte de geçerlidir.
    [6*] Aktaran, Pomeroy, Gerilla Savaşı ve Marksizm, s: 52
    [7*] Sosyal Bunalımın Derinleşmesi: Toplumda emekçilerin fakirleşmesinin son haddine varmasıdır. Yani burjuva toplumunda sınıflar kutuplaşmasının derinleşmesidir. Üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin gelişmesine iyice köstek olmasıdır.
    [8*] Trotçki'nin Marks'a dayandırmaya çalıştığı sürekli devrim teorisinin özü, Kaba Komünistler'den Gottschalk ve Weitling'lere aittir. Yani Trotçkist sürekli devrim teorisi, Marksist bir teori değildir.
    [9*] Bu, Marks'ın vatanseverliğe karşı olduğu anlamında yorumlanmamalıdır. Marks ve Engels'e göre proletarya, vatanı tehlikeye düştüğü her zaman ve her yerde en önde dövüşmüştür. Ve de dövüşmelidir. O açıdan sonuna kadar milli olan tek sınıf proletaryadır. İşçilerin vatanı yoktur diyen Marks, bir işçi hükümeti olan Paris Komünü hakkında şunları söylüyor: "Komün, böylece Fransız toplumunun bütün sıhhatli unsurlarının gerçek temsilcisi ve dolayısıyla Fransa'nın gerçekten milli hükümeti oluyordu. Aynı zamanda bir emekçi hükümetin ve emeğin kurtuluşunun cesur savaşçısı olarak sözün tam anlamıyla enternasyonal bir mahiyete sahipti." (Fransa'da İç Savaş, s: 86, italikler bize ait).
    Bu arada Prusya ordularının istilasi karşısında vatan ve millet bayrağını yükselten, vatanı kahramanca koruyan Fransız burjuvazisi değil, proletaryasıydı. "Paris'in mütecaviz Prusya'ya karşı zaferi, Fransız emekçisinin, Fransız kapitalistleriyle devletin parazitlerine karşı zaferi olacaktı. Milli görevler ile sınıf menfaatleri arasındaki bu ihtilafta, milli savunma hükümeti (burjuva hükümeti) bir milli ihanet hükümetine dönüşmekte bir an bile tereddüt etmedi." (age, s: 46, italikler bize ait)
    [10*] Planck'ın "Quantum Teorisi", Einstein'ın İzafiyet Teorisi modern atom fiziğinin temel taşlarını oluşturdu. Ayrıca, endüstride seri üretim (Ford'un otomobil seri üretimi), elektrikli ve içten yanmalı motorların kullanılışının genişlemesi, vs.
    [11*] Burjuva demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştürülmesi, tek bir süreç içinde iki devrimin yapılması kastediliyor.
    [12*] Görüldüğü gibi, Leninist kesintisiz devrimin özü, emperyalist dönemde, burjuva demokratik devrimini tamamlamamış bir ülkenin sosyalistlerinin, karakterleriyle, hedefleriyle ve ittifaklarıyla tamamen birbirinden farklı iki devrimin savaşını tek bir süreç içinde vermesine dayanmaktadır. Bir başka deyişle, emperyalist dönemde, bütün bu ülkelerde bu devrimi zafere götürecek tek güç proletaryadır. Yani demokratik devrimin önderi sadece proletarya olabilir. Ve de emperyalist dönemde burjuva demokratik devrimi yapan bir ülke şartları ne olursa olsun, sosyalizme gider.
    Bu devrimin özü budur. Bu tez Lenin'den bu yana ileriki bölümlerde göstereceğimiz gibi derinleşip zenginleşmiştir.
    Emperyalist dönemde, dünya konjonktüründeki durum ne olursa olsun, demokratik devrimini yapmış bir ülkenin önünde bir yol kavşağı değil, bir tek sosyalizme giden yolun olduğuna, Türkiye'de bilimsel sosyalizm adına karşı çıkanlar vardır. Meşevizmin bir başka ifadesi olan bu görüşün temsilcilerinden birisi ve bu görüşü en iyi formüle eden kişi, Mihri Belli'dir. Mihri Belli'ye göre, meseleyi bu şekilde (Lenin'in koyduğu şekilde) koymak kaderciliktir. Ve demokratik devrimin tek bir öncüsü olduğunu ve bu öncünün de proletarya olduğunu söylemek iddiacılıktır. Meseleyi pazarlık konusu yapmaktır; devrimde burjuvazi öncü olamak, ama pekala küçük-burjuvazi öncü olabilir. (Bkz. Türkiye'de Karşı-Devrim, Türk Solu, Sayı: 64, s: 21. Aydınlık, Sayı: 9, s: 270, vs.)
    [13*] Yazının amacını dikkate alarak, sürekli devrim teorisinin sosyalist toplumdan sınıfsız topluma kadar devam eden, kültür ihtilâli sürecini tahlilimizin dışında tutuyoruz.
    [14*] Bu ilke, halk savaşı vermek zorunda olan ülkeler için geçerli değildir. Bir başka deyişle, bu ikinci etapta örgütte işçilerin mutlak bir çoğunlukta olması bu ülkeler için geçerli değildir. Eğer halk savaşı verilecekse kırlık bölgelerdeki geniş yoksul köylüleri kucaklamalıdır. Partili emekçiler arasında köylüler işçilerden nicelik olarak daha ağır basar bu ülkelerde. Bu, Leninist parti anlayışının zaman içinde derinleşmesinin, devrim teorisindeki volantirist yönün daha ağır basmasının tabii bir sonucudur.
    [15*] Bilincin içten iletilmesi meselesi ile Çin seddi teorisi aynı ideolojik bütünün parçalarıdır. Burjuva devrimi ile sosyalist devrim arasına Çin seddi sokanlar her zaman ve her yerde, değişik laflarla bilincin dıştan iletilmesine karşı çıkarlar. Bu sadece 1900'lerin Çarlık Rusya'sındaki ekonomistlere ve de sonradan bu görüşü kabul etmiş olan menşevik hizbine özgü değildir. Menşevizm, emperyalist çağın her döneminde ve her ülkede şu ya da bu kılıkta solda daima yaşama imkanı bulmuş olan oportünist bir akımdır. Örneğin Türkiye'de Çin seddi teorisyenlerinden Mihri Belli de bilincin dıştan iletilmesine karşı çıkmaktadır. Mihri Belli'ye göre bilincin dıştan iletileceğini söylemek yanlıştır. Hem Lenin, Kautsky'den aktardığı bu düşünceden bir kere o da çok kısa olarak bahsetmiş, bir daha hiç bahsetmemiştir (yani Lenin, sonradan bu düşünceden vazgeçmiştir!). Bu görüşe göre, Lenin bilincin dıştan iletilmesini değil, içten iletilmesini savunmuştur (!).
    [16*] Devrimin subjektif faktörünü hazırlamanın Leninizmin temeli olmasına ilişkin Dimitrov şunları söylemektedir: "Partimiz Bolşevik Partisinin ve ölmez Lenin'in önderliği altında, Entemasyonal'in kurulmasına katıldı. Yeni bir program beyannamesi kabul etti ve proleter devrimini, belirsiz geleceğe ait bir gaye olarak değil, objektif şartları olgunlaşmış bulunan, halledilmesi devrimin subjektif faktörüne, yani bizzat Partinin devrimi teşkilatlandırmak ve idare etmek hazırlığına ve kabiliyetine bağlı olan bir görev olarak kavradı." (Partinin Gelişmesinde Başlıca Devreler, Halk Cumhuriyetine Doğru, s: 129)
    [17*] Lenin, milli bunalımı (devrimci krizi) şu şekilde tahlil etmektedir: "Marksistler için, devrime elverişli bir durum olmaksızın bir devrim imkansızdır, üstelik her devrimci durum da bir devrime yol açmaz.Genel anlamda bir devrim durumunun belirtileri nelerdir? Şu üç ana belirleyiciyi sıralarsak bizce yanılmış olmayız: 1. Hakim sınıflar için bir değişiklik yapmaksızın hakimiyellerini sürdürmek imkansız hale geldiği zaman, 'üstteki sınıflar' arasında şu ya da bu şekilde bir buhran olduğu zaman; hakim sınıfın politikasındaki bu buhran, ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve kızgınlıklarının ortaya dökülmesini sağlayacak bir gedik açtığı zaman, bir devrimin olması için çoğu zaman 'alttaki sınıfların' eski biçimde yaşamak 'istememeleri' yeterli değildir, 'üstteki sınıfların da' eski biçimde 'yaşayamaz hale gelmeleri' gerekir. 2. Ezilen sınıfların sıkıntıları ve ihtiyaçları dayanılmaz hale geldiği zaman, 3. Yukarıdaki sebeplerin sonucu olarak barışta soyulmalarına hiç seslerini çikartmadan katlanan ama, ortalığın karıştığı zamanlarda hem buhranm yarattığı şartlarla ve hem de bizzat 'üstteki sınıfların' bağımsız tarihi bir eyleme sürüklemeleriyle kitlelerin faaliyetinde oldukça büyük artış olduğu zaman.
    Sadece tek tek grupların ve partilerin değil, münferit sınıfların iradesinden de bağımsız olan bu objektif değişmeler olmaksızın, genel kural olarak, bir devrim imkansızdır.Bu objektif değişikliklerin hepsine birden, devrim durumu denilmektedir." (V. İ. Lenin: Sosyalizm ve Savaş, s: 118-119)
  • Reavero kullanıcısına yanıt
    Koktencilik böyle birşey...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Komünist manifesto, yayınlandığı tarihte Avrupa için büyük anlam ifade ediyordu. Dünyanın gelmiş geçmiş en etkileyici metinlerinden birisidir.
    Günümüzde ise Avrupalı ve veya gelişmiş ülkelerdeki çalışanların kazandığı haklar itibarı ile bu ülkelerde herhangi bir karşılığı yoktur.
    Adam basit bir işle bile iyi eğitim, sağlık, organize şehirler ve stabil bir hayata sahip olabiliyor. Üç beş aylık çalışması karşılığı dünyayı gezebileceği bir arabası, motorsikleri pasaportu, değerli paraları oluyor. Zincir hikayesi buralarda sona erdi. Sıfır faiz gibi islami bir hedefin ötesine geçip ateist deist hristiyan halleriyle negatif faize bile ulaştılar.
    Asıl dertler bizim gibi gelişmemiş ülkelerde.
    Sosyal adaletsizlikten, bozuk düzenden beslenen yeteneksiz beceriksiz vasıfsız kişileri Range Roverlarından inip valeye anahtarı verirken gördüğüm anlarda işveren bir kapitalist olarak komünizm hasreti çekiyorum diyebilirim.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi cemsinan -- 22 Mayıs 2019; 13:45:7 >
    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Reavero kullanıcısına yanıt
    Türkiyeden bahsetmiyorum AB ülkeleri madem burjuva demokratik devrimini tamamlamış komünizme geçişleri nasıl olacak ayrıntılı açıkla bakalım.

    MARX VE ENGELS'DE DEVRİM KAVRAMLARI
    şu yazıyı biraz okudum ilericilikten barıştan yana olduğunu çıkardım savaş diyip duruyorsun nerede geçiyor?
  • Communist kullanıcısına yanıt
    SSCB demokratik devrimini tamamlamış ülkelerde barışçıl geçişin mümkün olduğunu savunuyordu.
    Dünyada ilk barışçıl geçiş örneği 4 Eylül 1970´te Sosyalistlerin Unidad Popular ile SSCB desteklediği Şilide Salvador Allende'nin iktidara gelişi idi.

    4 Mart 1973'de yeniden seçilen Allende, yeni bir Sosyalist Şilinin doğduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

    Yapılan Bazı Reformlar
    Yerli Halka 70000 hektar tarım arazisi verildi.
    Ekonomi üç yıl içinde %7.7 büyüdü
    Çift hanelerde olan işsizlik %3 oldu.
    Başlıca doğal kaynaklar millileştirildi.
    Kırsal kesimde sendikalaşma hızlandı.
    Birinci ulusal bilim kongresi düzenlendi

    1973 Ağustos´unun sonunda Allende tarafından silahlı kuvvetlerin başkomutanlığına getirilen General Augusto Pinochet
    ülkenin karışık durumundan yararlanarak 11 Eylül 1973 tarihinde bir darbe girişiminde bulundu.
    Bunu yaparken CIA'nin yoğun desteğini gördü.
    Bu durum, batılı devletlerde serbest seçimlerle iktidara gelen Marksist bir devlet başkanına yapılan tek antikomünist darbedir.
    11 Eylül 1973'de General Pinochet önderliğindeki silahlı kuvvetler yönetime el koydu.
    Önce Şili hava kuvvetleri başkanlık sarayı La Moneda'yı bombaladı,
    daha sonra ise kara birlikleri saraya girdi.
    Darbe sırasında başkan Allende intihar mı etti, savaşarak mı öldü hala bilinmiyor.

    Yaklaşık 200 bin kişinin ülkeyi terk ettiği, binlerce kişinin işkence ile veya sahte çatışmalar vasıtasıyla öldürüldüğü askeri rejim Pinochet’in tüm sistem üzerinde tam olarak söz sahibi olduğu bir sistemi oluşturmuştur. Cunta içinde rakipsiz kalan Pinochet, Allende döneminde yapılan kazanımları ortadan kaldırmıştı.

    Şili örneği sosyalizme barışçıl geçişin kolay olsa da devam ettirebilmenin zorluklarını göğüsleyebilmenin çesareti ve yürekliliği gerçek Marksist öğreti ile mümkündür.

    Vahşi Emperyalizmin saldırılarını çoğrafyamızda görmekteyiz.

    Bırakalım barışçıl geçişi nasıl ve ne zaman yapacağına AB halkı kendi karar versin.

    22.05.2019 tarihli 10:58:14 DEVRİMİN TANIMI başlıklı ve .... devamı 11:15:57 EVRİM AŞAMASI, DEVRİM AŞAMASI başlıklı
    mesajlarım 85 sayfalık buroşürdür.Tamamını aktarmaya çalıştım.
    Devamı niteliğinde iki broşür daha vardır.
    Bu broşürü bir solukta okumanı tavsiye etmem.Beş on cümle okuyarak yorum yapılabilecek bir broşür değildir.
    Altını çizerek 3-5 defa okuman gerekebilir.

    Biz anarşist veya goşist değiliz. Marksizm hiç bir zaman savaştan yana olmadı.
    Biz savaş dediğimiz zaman ekmek savaşı da anlarız,Dünya savaşı da.
    Bizim savaşımız emeğimizin karşılığını alma savaşıdır.
  • Reavero kullanıcısına yanıt
    quote:

    Senin sandığın gibi bu işler savaşsız olmaz.

    bak burada ne demişsin.

    hep şili den bahsetmişsin o tarihte şili AB kadar gelişmişmiydi?

    quote:

    Bırakalım barışçıl geçişi nasıl ve ne zaman yapacağına AB halkı kendi karar versin.

    AB nin komünizme geçişini rüyanda görürsün, zira AB nin geçmesi demek tüm dünyanın geçmesi demek olur. türkiyenin geçmeside kübadan fazla farkı olacağını sanmıyorum. en azından japonya gibi hem dünyayı tamamen etkilemeyecek hemde göz ardı edilmeyecek bir ülkenin geçmesi başlangıç olabilir.
  • Allende! Burada!

    Güney Amerika ülkesi Şili’de seçimle başa gelen sosyalist hükümet, 45 yıl önce bugün CIA destekli bir darbeyle devrildi. 1970 seçimlerinde Unidad Popular (Halk Birliği) adlı koalisyonla seçimi kazanan Devlet Başkanı Salvador Allende, bombardıman altındaki başkanlık sarayı La Moneda’da 11 Eylül 1973’te hayatını kaybetti. Dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissenger’ın çabalarıyla tezgâhlanan darbe sonrası Şili, 17 yıl, ABD destekli diktatörlüğe mahkûm edildi.

    11 Eylül Salı, 1973, Santiago… Devlet Başkanı Salvador Allende ölmeden hemen önce, vericileri bombalanmakta olan Magallanes Radyosu’ndan halka şöyle sesleniyordu: “Yaşadıklarımızdan ders çıkartmanızı diliyorum: Yabancı sermaye, emperyalizm, gericilikle birlikte silahlı kuvvetlerimizin kendi geleneğini bozmasına varan koşulları hazırladılar.” Şili’de yabancı sermaye, emperyalizm ve gericiliğin ortaklığı, ABD’nin emperyalist dış politikasındaki sürekilik nedeniyle, bugün de önemli bir ders niteliğinde.


    ABD ne istiyordu?

    ABD’nin Sovyetler Birliği’ni bahane ederek körüklediği komünizm korkusunun temelinde, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika’daki doğal kaynakların ve iş gücünün kendi sermayesinin hizmetinde olduğundan emin olma arzusu yatıyordu. Şili ekonomisini büyük Amerikan şirketleri kontrol ediyordu ve bunun sürekliliği için ABD, CIA üzerinden, 1960’lardan beri sağcı iktidarları destekliyordu.

    Şili’de aktif ABD şirketleri, telekominikasyon ve enerji alanındaki IT&T, madencilik alanındaki Anaconda ve Kennecott’tu. IT&T’nin daha sonra, Allende’ye karşı CIA’le işbirliği ortaya çıkacaktı.

    1970 seçimlerinde Unidad Popular koalisyonu altında Salvador Allende, Devlet Başkanı seçildi. Şili’de tüm bu şirketleri karşılıksız kamulaştırma ve tarım alanlarının yeniden dağılımına dair sözler veren bu solcu iktidar, ABD sermayesinin kârını tehlikeye atacaktı. ABD’nin amacı Şili’yi kendi sermayesine açmaktı. Şili Drdusu da buna hizmet edecekti.


    “Ekonomiyi bağırtın” talimatı

    Allende’nin seçilmesi sonrası, Ulusal Güvenlik Danışmanı Kissinger’ın ABD Başkanı Nixon’a yazdığı bir not, bu amacı net şekilde ortaya koyuyordu. Kissenger’a göre tehlikede olan sadece milyarlarca dolarlık ABD yatırımı değildi. “Eğer Şili’deki kaynakların yeniden dağılımı konusunda başarılı olursa, diğer ülkeler de aynı şeyi yapar” diyordu. ‘Tehlike’ büyüktü. Ertesi gün Nixon, Ulusal Güvenlik Konseyi’ne politikalarının Allende’yi devirmek olduğunu söyleyecekti. Nixon, CIA’e “ekonomiyi bağırtın” talimatını verdi.

    Nixon’un talimatı üzerine, CIA Şilili iş çevrelerini ekonomik yıkım programı sürdürmelerini sağladı. Sağcı muhalefet ve sermaye iş birliği içinde çalıştı, hükümet karşıtı grevler örgütlendi, CIA’in fonladığı muhalefet partileri sokaklarda eylemler yaptı.

    Sağcı eylemler

    Walden Bello, 1972’de Santiago’da bu eylemleri izleyenlerden biriydi. The Nation’daki makalesinde gösterileri şöyle anlattı: “Büyük çoğunlukla beyaz, sağcı olan kalabalıkların yüzerine baktım, İtalya ve Almanya sokaklarını ele geçiren faşist ve Nazi eylemlerindeki aynı öfkeli yüzleri hayal ettim. Röportaj yaptığım sağcıların çoğu Hıristiyan Demokratlardı, hemen hemen hepsi sola düşmanlık konusunda sabit fikirliydi.”


    Diktatör Pinochet’ye ABD’den para aktı

    Marksizm-komünizm hakkında


    11 Eylül 1973’te General Pinochet liderliğindeki ordu, yönetimi ele geçirdi. Darbeden sonra Kissenger, Nixon’la ilk telefon konuşmasında, darbe için “mümkün olduğu kadar iyi şekilde koşulların yaratıldığını” söyleyecekti.

    Darbenin ardından Pinochet’e ABD’nin “yakın işbirliği isteğine” dair bir not iletildi. Pinochet hiç vakit kaybetmeden, ABD’nin istediği adımları attı ve ülkeyi ABD sermayesine, Chicago Boys’un (Chicago Üniversitesi’nde eğitim gören, serbest pazarı savunan bir grup Şilili ekonomist) emrine açtı.

    James Petras, 2006 tarihli makalesinde olanları şöyle anlattı: “Washington gücünü yeniden kurdu, büyük mülk sahiplerini ve dış politikadaki hâkimiyetini olumsuz etkileyen kanun ve politikaları tersine döndürdü. (Latin Amerika’daki) Tüm yeni diktatörlükler, milliyetçileri, sosyalistleri, demokratları ve popüler muhalefeti bastırmak karşılığında, ABD hükümetinden büyük fon aldılar. Dünya Bankası ve IMF kredilerinden de kolayca yararlanan bu ülkelerde büyük borç döngüleri böylece başlatılmış oldu. Her bir rejim; Küba ve Bağlantısızlar Hareketi’yle ilişkisini kesti, tüm uluslararası forumlarda ABD’yle hizalandı. Askeri rejimler, ekonomiyi özelleştirme, işçiler lehine yasaları feshetme, toprak paylaşımı programlarını tersine çevirme, yerel pazar için üretime karşılık serbest pazar ithalata dayalı büyüme yoluna girdi…”



    Allende’nin kuzeni anlatıyor…

    Salvador Allende, iktidara geldiği gibi, yönetimi emekçi kitlelerden yana programlara yönlendirmiş; ABD’nin sahip olduğu bakır madenleri kamulaştırma, tarım reformu, çocuklara süt dağıtma programı, asgari ücretin yükseltilmesi gibi adımlar atmıştı.

    Faşist darbe, tüm bu politikaları tersine çevirdi. Darbenin hemen ardından solculara yönelik operasyonlar başlatıldı, ölüm karavanları, Allende yanlısı mahalleleri dolaşarak sosyalistleri infaz etti. Binlerce kişi toplama kamplarına gönderildi, işkence tezgâhlarından geçti, kaybedildi. Ülke sessizliğe gömülmüştü…

    Büyük Şair Pablo Neruda, darbeden yalnızca 12 gün sonra hayatını kaybetti. 25 Eylül’de kaldırılan cenazesinde en çok hissedilenlerden biri bu büyük sessizlikti. Salvador Allende’nin kuzeni Yazar Isabel Allende de oradaydı. Yıllar sonra katıldığı bir söyleşide o günü anlatacaktı:

    Salvador Allende 11 Eylül 1973’te askeri darbeyle devrildi. Başkanlık sarayından çıkışta çekilen fotoğraf son fotoğrafıydı. İleriki yıllarda kamuya açılan CIA belgelerinde, Şili’deki CIA bölge şefliğinin solu itibarsızlaştırmak ve bölmek için bir dizi siyasi operasyonu yürüttüğü ifade edildi. Nixon, Allende karşıtı operasyonlara CIA’e 10 milyon dolar bütçe verdi.

    “Cenazeye çok az kişi katılabildi. Onun partisinden kişiler (Komünist Parti), solcular, arkadaşları ya tutaklanmıştı ya da bir yerde saklanıyorlardı. İsveç Büyükelçisi oradaydı… Uzun siyah bir pardösünün içinde çok uzun bir adam… Ellerinde otomatik silahlarıyla askerler, mezarlığa kadar giden yol boyunca dizilmişlerdi… Büyükelçi’nin pardösüsüne tutunup arkasında durdum, kimse onu vurmaz diye düşündüm…

    Başlangıçta cenaze korteji sessizdi. Sonra bir noktada, çevredeki bir inşaattan işçilerin haykırışı duyuldu: Yoldaş Pablo Neruda! Herkes karşılık verdi; Burada!

    Sonra başka biri bağırdı; Yoldaş Salvador Allende! Burada!”


    @Ö. Şahin Keyif 11 Eylül, 2018
  • Tek bir yazıya bakıyorsun eleştirdiğini hiç okumadan sanıyorsun.
    Bu yazıda Sovyetlere eleştiri vardır.Ne olduğunu senin beyninin algılama kapasitesi almaz.
    SSCB yaptıkları abd yanında devede kulak.

    ABD tezgahladığı 12 eylul 1982 biz yaşadık. 680 bin kişi tutuklandı. on binlerce kişi yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.Çocuk yaşda Erdel Eren idam edildi.
    En az yüzbin kişi kara acımasız işkenceye uğradı.

    Sonuç işçi hakları yerle yeksan edildi.
    Sendikalar sayesinde bu günkünden çok daha fazla ücret alabilen işçi hakları yok edildi.
    Sendikalar ulaştıkları işçi sayısı oranı 1/4 indi sarı sendikalara revaçta oldu.
    Doğudan milyonlar batıya göç ettirildi. Topraklar kime peşkeş çekilir bilinmez.
    Sonuç sigorta hastanesine erkende olsa gidebilir.Randevu alabilirdin.
    Gir www.hastanerandevu.gov.tr adresine kaç bölüme randevu alabiliyorsun gör.

    Ülkede sendika kalmadı.
    En basitinden 5000 kişinin çalıştığı türkcellde sendika yok.
    Bir sene 5 sene 10 genç kızları çalıştırıp sorgusuz sualsiz kapı önüne koyuyorlar
    Vestel ona keza işçilerin alayı Taşarona çalışıyor


    Aslolan sonuçta
    emekli maaşı 1800 tl -
    asgari ücret 2020 tl
    ülkedeki Açlık sınırı 2500 tl

    İşte ABD tezgahladığı 1980 kanlı depotluğunun günümüz Türkiyesi sonuçları

    1980 kalkışma vardı söylemi yapma o kalkışmadaki aktörlerin kimler olduğunu silahların hangi iktidar tarafından bu günün hangi taşaron partisine verildip gençlere öğrencilere işçilere kıyıldığı hafızalarımızda.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi Reavero -- 23 Mayıs 2019; 9:57:11 >
  • 
Sayfa: önceki 1213141516
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.