Şimdi Ara

Sir Balık LOL Hikayeleri Devam Ediyor

Daha Fazla
Bu Konudaki Kullanıcılar: Daha Az
2 Misafir - 2 Masaüstü
5 sn
132
Cevap
14
Favori
6.096
Tıklama
Daha Fazla
İstatistik
  • Konu İstatistikleri Yükleniyor
3 oy
Öne Çıkar
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
Giriş
Mesaj
  • Y E N İ . H İ K A Y E L E R



    EZREAL -Zoraki Kaşif- (Uzun zaman önce Khanjui'ye verilmiş bir söz)

    Bazı insanlar yetenekli doğar. Bazıları ise zeki. Bazıları ise sadece şirin olur. Çok azı ise bu özelliklerden bir kaç tanesine birden sahip olarak doğar. İster kader ister şans diyin; Ezreal bu özelliklerin hepsine sahip olarak doğdu. Daha el kadar bir bebekken bakmaya doyulamayacak kadar güzeldi. Yaşıtları henüz emeklerken o yürüyordu; yaşıtları okumayı öğrendiğinde ise Ezreal kasabanın kütüphanesinde tozlu kitaplara dalmıştı. Hiç bir kitap, okudukça artan merakına fayda etmiyordu. Bu arada sınıfları üçer beşer atlayarak geçiyor ve her girdiği sınıfın en başarılısı oluyordu. Her aşırı zeki çocuk gibi o da normal çocuklarla arkadaş olamıyordu. Sınıfın erkekleri top peşinde koşuştururken, kızlar kendi aralarında dedikodu yapıp sınıfın yakışıklı çocuklarına cilve yapıyorlardı. Bunların hepsi Ezreal'e çok boş geliyordu. Yalnızlık ruhunu boğuyordu. Topu 5 metreden her seferinde isabetli bir şekilde atabiliyordu ama bu onu ucube gibi göstermekten başka bir işe yaramıyordu. Çocuklar bir kaç oyundan sonra onu kovmuşlardı. Görünüşüne hayran kalmış kızlarla konuşacak tek kelime bulamıyordu, düşünce dünyaları farklıydı. Tüm kasaba onu tanıyor aynı zamanda tanımamazlıktan geliyordu. Yetenekleri Ezreal için bir kusura dönüşmüştü. Babası bile normal bir çocuğu tercih edeceğini söylemişti, abisi ise bir kardeşi olmamasını yeğlerdi. Sadece annesi; annesi ona her konuda güveniyordu. Bu küçük kasabayı aşıp önemli misyonlar edineceğine inanıyordu. Annesi oğlunun yalnızlığına her zaman ilaç olmaya çalışmıştı. Ezreal her zaman sıradan bir kasabalı olan annesinin yalnızlığına çare olma konusunda başarsız olduğunu düşünürdü yine de her zaman çabası için saygı duyardı. Ta ki annesi ölene kadar. Bir hafta içinde hastalıktan solup ölen annesinin soğuk elini tutarken karar vermişti. O gece Ezreal annesinin ruhu için son kez dua edip çantasına bir kaç günlük erzak ve birkaç giysi attıktan sonra kimseye görünmeden kasabadan çıktı ve sabahın ilk ışıkları ile birlikte arkasına son bir kez dönerek büyüdüğü kasaba ile vedalaştı.

    Tüm gün yürüdükten sonra Ezreal yorulmuş ayaklarını dinlendirip küçük bir ateş yakabileceği bir barınak aramaya başladı. Kasabadan epey uzaklaşmıştı. Yine de piltoverın bu huzurlu topraklarında hiçbir kaygı taşımıyordu. Burada düşman olmazdı. Ailesi de onu aramazdı, belki yokluğunu bile farketmemişlerdi. Yine de içinden ''en azından kilerdeki elmalı turtanın yokluğunu farketmişlerdir'' diye düşündü. Yüzünde uzun zamandır ilk kez tebessüm belirdi. Artık yoldan uzaklaşmış ve ormanın içlerine girmişti. İnsanlarla ilgili bir kaygısı kalmamıştı. Özgürdü, huzurluydu. Ezreal uzaklarda bir su şırıltısı duyunca o tarafa doğru yöneldi. Sonunda küçük bir nehir ve mağara ile karşılaştı. Küçük bir mağaraydı. Bir kaç çalı çırpı toplayıp mağaranın önüne yığdı, yapraklar ile kendine yatak yaptı. Yabanda geçireceği ilk gece için heyecanlıydı. Küçük bir ateş yaktı, çantasından bir kaç peksimet çıkarıp karnını doyurdu ve beklediğinden daha rahat olan organik yatağına uzandı. Uykuya dalması sadece bir kaç saniye sürdü. Ormandaki sivrisinekler ve kurt ulumaları bile huzurlu uykusunu bölemedi.

    Uyandığında etrafı oldukça aydınlıktı, gözkapaklarından sızan ışıktan bunu anlayabiliyordu. Önce güneşin doğmuş olduğunu düşündü. Fakat bu ışık güneşten daha parlak ve beyazdı. Etrafı dolduran cıvıltılara kulak verdi. Bunlar kuş cıvıltısı değildi. Daha ince bir sesti ama pek çok kaynağı vardı. Ezreal bunun hayatı boyunca duyduğu en güzel ses olduğuna karar verdi ve gözlerini açıp sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Göz bebeklerinin küçülüp kör edici ışığa alışması bir kaç saniye aldı. Ve karşısında üzerine ay ışığı vuran inci taneleri gibi bembeyaz parlayan binlerce kelebek vardı. Manzara karşısında nefesi kesildi. Hayatı boyunca gördüğü en güzel şeydi. Uzanıp işaret parmağını yavaşça yaklaştırdı. Kelebeklerin biri meraklı bir şekilde uçtu ve parmağına dokundu. Gövdesi bir kelebek için oldukça uzun ve büyüktü. Dört tane dokungaçı vardı. Ve gümüş rengi parıltılar saçıyordu.Ezreal meraklı canlıyı incelerken birden tüm kelebekler hızla kanat çırpıp heyecanlı bir şekilde hareket etmeye başladılar. Ezreal onları korkuttuğunu düşünüp üzüldü. Ama kelebekler kaçmak yerine birbirlerine yaklaşıp bir siluet oluşturmaya başladı. Ezreal'ın gözlerini neredeyse kör edecek bir ışık patlaması oldu ve kelebekler tek bir vücutta kayboldu. Ezreal karşısındaki canlının kadın mı erkek mi olduğunu söyleyemedi. İnsan olduğunu bile sanmıyordu. Bir insan siluetine sahipti ancak kelebekler gibi o da parıldıyordu ve sanki rüzgar ile dalgalanıyordu. Ezreal şaşkınlığını üzerinden atamadan siluet konuşmaya başladı.

    -Uyan küçük adam, dünyanın sana ihtiyacı var. dedi berrak sesiyle.

    Ezreal uyandığında sabah olmuştu. Gördüğü garip rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. Kalkıp nehir kenarına gitti. Elini yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalıştı. Soğuk su fayda etmişti. Eşyasını toplamak üzere mağaraya gittiğinde çalı çırpıdan oluşan yatağında bir pırıltı gördü. Gidip pırıltının kaynağı olan heykelciği eline aldı. Rüyasındaki gibi kendi pırıltısı yoktu. Güneş ışığının üzerine vurması sayesinde farketmişti. Ezreal gümüş olabileceğini düşündü ama gümüş olmak için fazla hafifti. Şekli tıpkı rüyasında görüp kelebek sandığı şeylere benziyordu. Ama şimdi dikkatlice baktığında kelebek olamayacağını farketti. Gövdesi bir kelebek için fazla büyüktü. Kanatları tek parça değildi. Ezreal böyle bir canlıyı daha önce hiç görmediğine emindi. Emin olmadığı şey ise heykelciğin nasıl elinde olduğuydu. Heykelciği daha önce hiç görmemişti. Rüyasından gelen bir cismi tutuyor olabilir miydi? Gördüğü şey rüya mıydı? Ve şimdi ne yapacaktı? Ezreal bu soruların cevabını düşünürken bir şeyler atıştırmaya karar verdi...

    ***









    -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    Konulardan birine bir yorum yazmıştım. Epey beğenilmiş anladığım kadarı ile. Bende bunun gibi bir kaç tane daha yazarak konu açmayı düşündüm. Aklıma geldikçe eklerim. Şampiyon isteğinde bulunursanız söz vermeyeyim ama bir şeyler yazmayı denerim. Sizde yorum atarsanız katkıda bulunmuş olursunuz. Bu yazdıklarımın oyundaki Lore ile alakası yoktur. Tamamen kendi uydurmamdır. Amaç laf olsun torba dolsun;

    Öncelikle şu beğenilen yorumla başlayalım;

    Trundle bir zamanlar miniondı. Fakat bazı minionlar kötü doğar. Trundle da onlardan biri idi. Sylarion köyünde yaşayan bu minion zamanla hırsızlık yapmaya başladı. Faili meçhul cinayetler işlenmeye başladı. Trundle zekiydi. Hiç bir iz bırakmadı. Ama dürüst Demacialılar şüphelenip Trundle'ı köylerinden kovdu. Trundle köy köy gezdi. Hepsinden tek tek kovuldu. Sonunda bir mağara bulup geceyi geçirmek için içeri girdi. Fakat mağara aslında bir troll iniydi. Troller tarafından saldırıya uğrayan Trundle mağaranın derinliklerine, trollerin koca vücutları ile geçemeyecekleri yerlere kaçmak zorunda kaldı. Orada gücünü ve cesaretini topladı. Korkusunu yendi. İçindeki öfkeyi güce dönüştürdü. Gece saklandığı delikten çıkıp troller uyurken onları öldürdü. Mağara artık sadece onundu. Fakat bir sorun vardı. Gece olmuştu ve hava çok soğuktu. Karanlıkta yakacak bulamazdı. Trollerden birinin karnını deşti. Isınmak için içine girip uyudu. Fakat troll kanının aslında bir zehir olduğunu, temasının bile kötü sonuçlar doğuracağını bilmiyordu. Sabah uyandığında su içmek için mağaranın yakınındaki nehre eğildi. O zaman yansımasını gördü. Çirkin bir yaratığa dönüşmüştü. Neredeyse bir trolle benzemişti. Öfkesi ve içindeki kötülük daha da güçlendi. Mağarasından çıkıp yeryüzündeki tüm güzel yüzleri parçalamaya yemin etti. Ama bilge ejderha tüm bu olanları büyü gücü sayesinde görmüştü. İnsanların ölmesini istemeyen ejderha, kızı Shyvana aracılığı ile Demacia komutanı Garen'e mesaj gönderdi. Bu mesajda Trundle'ın lig için büyük bir tehlike olduğu ve ilk görüldüğü yerde öldürülmesi gerektiği yazıyordu. Yöntem ise basitti. Ejderha nefesini bir rün içine hapsetmişti ve Garen'e ulaştırmıştı. Bu rün sayesinde minionlar yakılıp hızlı bir şekilde öldürülebiliyordu. Rünü, zıplayıp Trundle ile savaşmak için hazırlanan Pantheon'a veren Garen tahtına oturup beklemeye başladı...

    Şimdi merak edebilirsiniz. Garen niye tahtta oturuyor diye;

    738 yılında Demacia içindeki isyanlar iyice artmıştı. Noxus destekli asiler her fırsatta Demacia askerine pusu kuruyordu. Kral III Jarvan bu isyancılara karşı sert bir tavır koymuyordu. Büyük bir savaşa girmek, asker kaybetmek ve hatta sarayından çıkıp bir birliği yönetmek istemiyordu. Fakat bu isteksizliği bazı önde gelen komutanları rahatsız ediyordu. Garen bunlardan biri idi. Güçlü komutan gizlice diğer komutanlarla anlaşıyordu, en büyük destekçisi Xin Zhao idi. Hatta başarısını garantiye almak için Demacia dışındaki bazı büyük savaşçılar ile anlaştı. Pantheon ve İrelia en güvendiği savaşçıları olmuştu. Bir gece Garen ve destekçileri 250 kişilik bir kuvvetle Jarvan'ın sarayını basarak tahta el koydular. Bu olay Demacia Darbesi olarak anılır tarihte. Kral öldürüldü. Ama gelmiş geçmiş en iyi elçi olan Poppy, bir konuda Garen ile anlaştı. Kralın küçük oğlu Jarvan IV, Garen tarafından eğitilecek ve zamanı geldiğinde tahtın varisi olarak kral olacaktı. Kralın hastalanıp öldüğü ve varis Jarvan IV büyüyene kadar Garen'in tahta geçeceği ilan edildi. Böylece halktan gelebilecek tepkiler engellenmişti. Garen ilk iş olarak orduyu toplayıp asilere karşı mücadele etmeye başladı...
    Farkettiyseniz hikayelerin ucunu açık bırakıyorum. İsterseniz siz tamamlayabilirsiniz bunları

    Gelelim en sevdiğim şampiyona;

    Fizz bir zamanlar mutlu bir balıktı. Hayat ile ilgili hiç bir kaygısı yoktu, yakın arkadaşı köpek balığı ile yaşıyordu. Taa ki deniz kızı Nami'yi görene kadar. Namiyi gördüğü anda aşık olan Fizz ondan başka bir şey düşünemez olmuştu. Uzun süre aşk acısı çeken Fizz sonunda Namiye açıldı. Fakat Nami aynı şeyleri hissetmiyordu. Güzel deniz kızı bu zavallı balığı üzmeden bunu söylemenin bir yolunu aradı. Klişe bir cümle kurarak ''ayrı dünyaların yaratıkları olduklarını'' söyledi. Fizz sebebini sorduğunda sudan çıkıp bir kayalığa oturdu ve denizkızları karada yaşayabilirken balıkların yapamadığını söyledi. Fizz boynu bükük bu sevdadan vazgeçmeye karar verdi. Fakat ertesi gün Nami ile Urf'u birlikte görünce çok kıskandı. Çok üzülen Fizz günlerce yemek yemeden, ölü gibi dolandı. Bir balıkçı ağına takılıp ölmeyi umut etmeye başladı. Sonunda tatlı su ile kafayı çektiği bir günde Nami'nin çıktığı kayalığa zıpladı. Ölmeyi beklemeye başladı. Günler geçti. Kurumuş, acıkmış, güçsüz düşmüş Fizz niye ölmediğini bir türlü anlamadı. Bir Druid atasözü ''aşktan güçlü bir sihir yoktur'' der. Bu sihir Fizz'i hayatta tutmuş, daha iyisi kara yaşamına uyum sağlamasını sağlamıştı. Sonunda güçsüz bir şekilde ayağa kalkan Fizz etraftaki meyveler ile beslendi. Çevikliğinden bir şey kaybetmemişti. Şehre giderek çalışmaya başladı. Çevikliği ve kıvraklığı sayesinde neredeyse her türlü işi beceren Fizz, Namiyi unutamamıştı. Urf'a beslediği öfke her gün arttı. Bir gün Lig'e yeni kayıtlar açıldığında listede Urf'un adını gördü. Biriktirdiği paralar ile bir silah alan Fizz lige katıldı. Amacı Urf'u öldürmekti. İlk fırsatta arkadaşı köpekbalığının yardımı ile Urf'u öldüren Fizz suçu Warwick'in üzerine attı. Herkes kurt yerine bu şirin balığa inandı. Fizz,Nami'nin de lige katılması ve Urf'un ölmesi ile birlikte sevdiğine kavuştu. Fakat işlediği cinayeti asla unutamadı. Urf'u öldürdüğü nehire her girdiğinde zıplayarak oradan kaçmak istedi ve bir daha asla suya giremedi.

    Bir de oynamasam da görüntüsünü çok sevdiğim Brand hakkında bir şeyler yazalım;

    Brand normal bir çocuk gibi görünse de yetenekli olarak doğmuştur. Ateşi bükme yeteneğini erken yaşta farkeden Brand, Element Bükücüler Okuluna katılır. Hırslı ve sabırsız bir öğrencidir. Bir kaç kez gördüğü hava bükücü Janna'dan hoşlanır. Bir gün toplu derslerden birinde öğretmenlerden biri ilk karşılaşmaya hazır olduklarını söyler ve iki gönüllü ister. Kendini Jannaya göstermek isteyen Brand hemen gönüllü olur. İkinci gönüllü su bükücü Gyratrod olur. Öğretmen suyun ateşe karşı avantajlı olduğunu ve Brand'e çekilmesini söyler. Fakat Brand kararlıdır. Karşılaşmadan çekilmez. Doğal olarak su bükücüsüne kaybeden Brand, kendini Janna'nın gözünde küçük düştüğünü düşünerek hiddetlenir. Karşılaşmadan sonra arkası dönük olan ve tebrikleri kabul eden su bükücüsüne saldırır. Gyratrod'u yakan ve ağır yaralayan Brand kendini disiplin kurulu önünde bulur. Okuldan atılan Brand öfkesini içine atmak zorunda kalır. Okuldan atılınca kendini eğitmeye başlar. Okulu yok etmeye yemin etmiştir. Fakat yeterince güçlü olmadığını ve ne kadar güçlense de bir su bükücüsünü yenemeyeceğinin farkındadır. Araştırma yaparken parşomenlerden birinde su ile sönmeye ateşe dair bir büyü bulur. Fakat bu sihir kara büyü ile yapılmaktadır. Kara büyü öğrenmeye karar veren Brand, ünlü büyücü Veigar ile görüşür. Veigar'ı kandıran Brand ondan öğretmeni olmasını ister. Kötü kalpli büyücü Veigar, Brand'e kara büyü öğretir. Fakat kara büyü güçlü olduğu kadar tehlikeli bir büyüdür. Büyücünün kara büyü ile gücünü aşan hareketler yapması çok kötü sonuçlara neden olabilir. Bu sözlere kulak asmayan Brand, ustasına teşekkür edip kendini geliştirmeye başlar. Fakat sabırsız Brand zarar görmektedir. Haddinden büyük bir büyü deneyen Brand kendi büyüsü tarafından yaralanır. Fakat şanslı bir şekilde ölmez. Sadece tüm hayatı boyunca alev alev yanacak şekilde lanetlenir. Bu lanete karşın çalışmayı sürdüren Brand'in bükücülere karşı öfkesi artmıştır. Onları öldürmeye lige katılarak başlamaya karar verir...

    Diana;(illfeel hatrına)

    Diana, Noxus topraklarının kuzeyinde, karla kaplı, soğuk ve çorak arazilerinde bir madende doğdu. Güneş bu topraklarda tanınmıyordu. Bazı geceler ay olurdu. O kadar... Zifiri karanlıkta doğar ve büyürdü bu insanlar. Çünkü yaşadıkları topraklar kurtlar, büyük kediler, ayılar ve en korkuncu da Gar adı verilen kanatlı hayvanlar ile doluydu. İnsanlar ava çıkmak dışında(büyük gruplar halinde güvenli bölgelerde yapılırdı) toprağın altında yaşarlardı. Madende patlayıcı gazların alev alma ihtimaline karşı çok acil bir durum olmadıkça ateş yakılmazdı. Bir de Garlar vardı tabi. Sıcağın olduğu yerde Gar olurdu. Garın olduğu yerde ölüm... Bu insanlar içlerinde doğdukları karanlık ve soğuk ile yaşamaya alışmışlardı. En karanlık gecede bile bir kedi kadar iyi görebilirlerdi. Soğuk tenlerine işlemezdi. Hızlı ve çevik savaşçılardı. ''Ayı kadar güçlü olmazsın ama ondan daha hızlı olabilirsen onu yenebilirsin'' diye bir atasözleri bile vardı bu insanların. Doğanın gücüne saygı duyar, çıkarttıkları madenleri yeraltından taşıyıp Noxus'a satarlardı, böylece hiç bir bitkinin yetişmediği topraklarına yemek götürürlerdi. Fakat bu çevik savaşçılar ne kadar ısrar edilse de Noxus için savaşmayı kabul etmediler. Her hayata saygı duyan bir inançları vardı. Ne var ki içlerinden biri, bir kız çocuğu savaşmaya istekliydi. Diana adlı bu kız kendi insanları arasında saygı duyulan bir tarikata üyeydi. Bu tarikat Ay Rahibelerinden oluşuyordu. Her on yılda bir tane doğan bu yetenekli savaşçılar alınlarındaki ay sembolü ile tanınırlardı. Hayat onlara aydan başka tapacak bir şey vermemişti çünkü. Diana lige katılmak istediğinde halkı tepki gösterdi. Fakat o kararlıydı. Bir maden alışverişinde Noxuslu adamlardan Leona ismini duymuştu çünkü. Güneşin asil savaşçısı demişlerdi saygı ile. O günden beri öfke ile doluydu Diana. Halkının destanlarında bulmuştu güneş ismini. Gar kanı kadar sıcak ve göz acıtan büyük sarı şey. Güneşin savaşçısını yenerek Ay'ın kutsallığını göstermeyi takıntı haline getiren Diana bir gece tek başına çıktı yola. Günlerce yürüdü. Ve güneşi gördü soğuk toprakların bittiği yerde. Gördüğü anda nefret etti bir kez daha. ''Şeytan alevi'' diye fısıldadı. Koşmaya başladı. Yeşil ormanlardan geçtikçe daha çok şaşırıyordu. Her şey farklı idi onun için. Fakat dönmeyi asla düşünmeden devam etti yoluna. Lige geldiğinde ilk iş olarak Leonayı buldu. Meydan okudu. O kadar yolu tek bir kişi için gelmişti. Güneşin olduğu yerde Ay, Ayın olduğu yerde Güneş olamazdı. Biri batmadan diğeri doğamazdı. Ve bu ikisinin kavgası -gün doğumu ve gün batımı- her zaman kırmızı ile bulanırdı. Savaş başladığında sadece gökyüzü değil, yer de kırmızı ile kaplanacaktı...

    Lee Sin; Erynch'den istek

    Lee Sin küçükken normal bir çocuktu. Küçük bir köyde ailesi ile birlikte yaşıyordu. Fakat hayat onun için çok farklı planlar kurmuştu. Tüm olacaklar Lee Sin'in bir Druid ile karşılaşması ile başladı. Ormanda odun kesen Lee Sin arkasında öksüren birini duydu. Arkasını döndüğünde yüzünde ve kollarında rünler olan, cılız bir adam ile karşılaştı. Adam tek cümle söyledi ''Dünya için çok şey yapacaksın evlat, fakat hiç birini göremeyeceksin.'' Elini tek bir kez sallayan adam yok olmuştu. Etrafı arayan Lee hiçbir ayak izi bulamadı. Lee Sin bu kehaneti öleceği şeklinde yorumladı. İçine kapanan Lee Sin bir türlü bu düşünceyi kafasından atamıyordu, günlerce odasına kapandı. Ailesi Lee'nin durumuna çok üzülüyordu. Köyün ileri gelenlerinden biri olan babası, Lee ile konuşmaya çalıştı. Başarılı olamayan adam çareler aramaya başladı. Lee Sin ile konuşmaya pek çok garip insan geldi. Cadılar, bilgeler, köy büyükleri ve hatta bir Yüce Rahip. Lee Sin hiç birine bir şey anlatmadı. Druid'in kehanetini bir sır olarak tuttu. Ailesini kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Böylece öldüğünde onun için üzülecek birini bırakmayacaktı. Evden gitme planları yapmaya başladı. Bir kaç gün içinde hazırlıklarını gizlice tamamladı, kaçmaya hazırdı. Gece evden çıkmaya karar verdi. Fakat o akşam evin önünde bir at daha durdu. Lee Sin son konuşacağı bilgenin bu olduğunu düşündü. Bilge odasına girdiğinde diğerlerinden farklı olduğunu hemen farketti. Yürüyüşü bir kaplanı andırıyordu. Dengeli ve güçlü basıyordu. En az 150 yaşında olmasına rağmen hiç yorulmamış gibi dinç görünüyordu. Göz göze geldiklerinde Lee Sin, adam içini okuyormuş gibi saçma bir fikre kapıldı. Yaşlı adam elini uzattığında Lee irkildi. Fakat el bir yıldırım gibi omzunu yakalamıştı bile. Adam hala Lee'nin gözlerinin içine bakıyordu. Sonra yüz hatları birden yumuşadı. Bir saniye içinde sanki 10 yıl yaşlandı. Eli Lee'nin omzundan kaydı. Arkasındaki sandalyeye oturdu ve rahatlatıcı, yavaş bir tonda konuşmaya başladı. ''Gitmeye şimdiden hazır olduğunu görüyorum ama içinde büyük bir sıkıntı var.'' Lee Sin adamın bunları nasıl bildiğini anlamak için etrafına bakındı. Kaçacağını belli eden hiç bir şey yoktu etrafta. Sessiz kaldı. Adam tekrar konuşmaya başladı. ''Sıkıntı dünyadaki yüklerin en ağırıdır çocuğum, paylaş benimle'' dedi. Lee Sin sözde kehaneti anlatmak için büyük bir istek duydu. Anlatmaya başladı. Fakat konuşan o değildi.
    Yaşlı adam onun yerine başlamıştı konuşmaya. '' Ormandaki Druid'i anlatmakla başlayabilirsin'' dedi. Lee Sin artık şaşkınlığını gizleyemiyordu. Tam ağzını açıp ''nasıl'' diyecekti ki evin kapısı çarpılarak açıldı. Birinin yere düştüğünü duydular. Annesinin çığlığı sessiz geceyi yırttı. Kapıya koşan Lee Sin 5 siyah pelerinli savaşçı ile karşılaştı. Babası yerde yatıyordu. Kafasından kan geliyordu. Annesi babasının yanına çömelmiş, bir şeyler mırıldanıyordu. Lee Sin ocağın yanındaki maşaya davranamadan yaşlı adam iki bıçak fırlatmış ve saldırganlardan ikisini öldürmüştü. Lee Sin maşayı alıp saldırganlardan birine doğru salladı. Saldırgan kılıcı ile saldırıyı kolayca savuşturdu. Sonra ince kılıcı ile Lee Sin'in boynuna doğru hamle yaptı. Lee Sin eğilerek saldırıdan kurtulmaya çalıştı. Fakat çok yavaş kalmıştı. Kılıç havada sesler çıkararak Lee Sin'in yüzüne indi ve dünyasını kararttı.
    Lee Sin uyandığında taş bir zeminde yatıyordu. Gözlerini açmak istedi. Yapamıyordu. Felç kaldığını yada öldüğünü düşünmeye başladı. O sırada yanında bir ayak sesi duydu. Konuşmak istedi ama sadece bir hırıltı çıkarabildi. Elini gözlerine götürdü. Sargılı idi. Gözlerini kaybettiğini anladı. Yaşlı adamın sesini duydu. ''Ailen için üzgünüm evlat'' dedi. Demek ki annesi ve babası ölmüştü. Lee Sin tekrar bilincini kaybetti. Tekrar uyandığında yanındaki kadın Shaolin Tapınağında olduğunu ve artık orada onur üyesi olduğunu söyledi. Lee Sin ise Druid kehanetini düşünüyordu.
    Yaşlı adam ile sonraki görüşmesi bir kaç hafta sonra gerçekleşti. Saldırganların Ölüm Tarikatına bağlı savaşçılar olduğunu söyledi. Bu savaşçılar, usta kiralık katiller olarak eğitilirdi. Lee Sin ailesini öldürenleri bulmak için bu tarikat ile hesaplaşmalıydı. Fakat bunun imkansız olduğunu düşündü. Lee Sin yaşlı adamdan kendisini öldürüp acısını son vermesini istedi. Gözleri olmadan intikam alamayacağını söyledi. Fakat yaşlı adam bunu büyük bir öfke ile karşıladı. Lee Sin'e kehanette bahsedilen son 3000 yılın en büyük savaşçısı olduğunu ve kutsal görevinin yeni başladığını söyledi. Lee Sin'i ikna eden yaşlı adam Lee ile aylarca çalıştı. Başlarda kendini duvarlara vurup kendini yaralamaktan öteye gidemeyen Lee Sin, zamanla sesleri duyarak hareket etmeyi ve hissederek dövüşmeyi öğrendi. Ailesini öldüren ve kendisini kör bırakan insanlardan öcünü almak için artık hazırdı. Ama Ölüm Tarikatını yok etmeden önce onların yerini öğrenmesi gerekiyordu. Lee Sin onları bulamayacağı için geriye tek seçenek kalıyordu. Ölüm Tarikatı Lee Sin'i bulmalıydı. İsmini dünyaya duyurmak ve kendisini öldürmek isteyenlere bulunmak için lige kayıt oldu. Ne var ki tek başına savaşmayacaktı. Lige gelecek katilleri beklerken bir çok ninja ile arkadaş oldu ve onların saygısını kazandı. 9 Ölüm Savaşçısı geldiğinde Lee Sin'in arkasında 4 ninja arkadaşı vardı. Ne var ki bu 5 büyük dövüşçü için sınavları yeni başlıyordu.

    Jayce; (24google tarafından yazılmıştır)
    Jayce Piltover’ın en soylu ailesinin erkek çocuğuydu.Ona doğuştan bahşedilmiş bir zekası vardı.Öğretmenleri de bunun farkındaydı ve onun uğraş alanlarına göre onu yönlendirmek istemekteydiler.Jayce silahlara ilgi duyuyordu.Sürekli silah çizimleri yapıyordu ancak bu silahları yapamıyordu.Öğretmenleri ona Piltover Silah Akademisine gitmesini tavsiye etti.Ebeveynleri de bunu onaylayınca Jayce silah tasarımlarını hayata geçirmek için Piltover Silah Akademisine kayıt oldu.Burada silah tasarımlarının inceliklerini öğreniyordu.Ve yine öğretmenlerinin gözüne girmeyi başarmıştı.Yaptığı silahlar o kadar iyiydi ki sonunda Caitlynn da bu silahlardan bir kısmını istemişti.Kendisi ile gurur duyuyordu.Ancak Jayce bu tür silahlarla oyalanmak istemiyordu.Jayce öncelikle silah tasarımını hazırlamaya başladı.Yapmak istediği şey tek bir silahtan iki farklı güce sahip iki silah yapmaktı.Ancak bu silah sürekli dönüşüm içinde olacağı için gücü hiç tükenmeyen bir malzemeye ihtiyacı vardır.Bunun üzerine Jayce Piltover’dan ayrıldı ve tüm Dünya’yı gezmeye başladı.Sonunda Dünya’nın başlangıcından beri var olan Anivia ile tanıştı. Anivia sonsuz bir bilgiye sahipti.Jayce ona silahı için gerekli olan malzemenin yerini sorduğunda Anivia bilgi karşılığında kendisi için Athene'nin Lanetli Kadehini Swain’den çalmasını istedi.Jayce tereddütte kaldı.Swain’i koca Noxus ordusunun arasında bulup onun eşyasını nasıl çalacaktı ? Anivia’ya bunu nasıl yapabileceğini sordu …

    Anivia ona yakın zamanda çıkacak bir Noxus-Demacia savaşından bahsetti.Bu savaş başlamadan önce efsaneler liginin tatil edileceğini söyledi.Jayce bunu duyunca çok sevindi.Anivia ona şans diledi ve Jayce Demacia topraklarına doğru yola düştü.Demacia ülkesine ulaştığında savaş hazırlıklarının başladığını gördü.En başta muhafızlar onu ülkeye almadı ancak o orduya katılmak istediğini söyleyince Garen’in yanına götürdüler.Burada Garen ile saatlerce konuştu.Silah yapımında usta olduğunu ancak savaşmayı tam olarak bilmediğini söyledi.Garen ise sevinç içindeydi.Çünkü Jayce ile ordunun silah bakımından Noxus’lulara karşı üstünlük sağlayabileceğini düşündü.Daha sonra Jayce ile savaşmayı öğretmesi şartıyla anlaşma yaptılar.Jayce 1.5 ay burada savaş eğitimi aldı.Yakın dövüş ve nişancılık konusunda ustalaştığında artık her şey tamamdı.Jayce savaşa çıkmadan önce neden Noxus’a geldiğini Garen’e anlatmak istedi.Yanına gitti ve her şeyi anlattı.Garen hiçbir şey demedi.Savaş planlarını getirdi ve uzun uzun haritaya bakarak Swain’i nasıl bulup etkisiz hale getirebileceğini düşündü.Garen ordunun ortasında bulunan Swain’e karşı bir taktik uygulayabileceklerini söyledi.Jayce’e bu taktiği anlattı ve Jayce’i içten içe bir sevinç kapladı.Garen Jayce’in hizmetine 15 kişiden oluşan bir Yıldırım Birliği verdi.
    2 gün sonra savaş hazırlıkları tamamlandı ve ordu savaş alanına doğru hareket etmeye başladı.Savaş alanına vardıklarında çoktan Noxus ordusu hazırlıklarını yapmış ve Demacia birliklerini bekliyordu.Garen,Noxus ordularına bağırdı ve aralarından en güçlülerin çıkıp kendisiyle düello yapmasını istedi.Noxus ordularının baş kumandanı kahkaha attı ve Darius’u işaret ederek onu düelloya yolladı.Her şey istendiği gibi gidiyordu.Duello başladı ancak iki tarafta birbirine dokunamıyordu.Garen defansif kalarak karşı tarafı oyalıyordu.Plan buydu aslında.Jayce’in Noxus ordularının arkasına geçmesini bekliyordu.Ve geçtiği anda Darius’a öyle bir hamle yaptıki Darius ağır bir şekilde yaralandı.Ve bu hareketten sonra savaş başladı.Jayce ve birliği Noxus savaş kıyafetlerini giyip Noxus için savaşıyormuş gibi yaptı.Swain’in bulunduğu yere geldiği anda Swain’i koruyan askerleri yere serdiler ve Swain’e doğru saldırmaya başladılar…


    Nunu (Bligzer istedi) Freljord bölgesinin Güneyinde babası ile yaşayan küçük bir çocuktu. Annesini doğumda kaybeden Nunu, oduncu olan babası tarafından büyütülmüştü. Hayatını huzurla sürdüren Nunu'nun huzuru babasını hastalanması ile kaçtı. Babası hastalanınca; Nunu köyün yaşlılarından olan şifacıya gidip yardım istedi. Bu kadın hastaları, yetiştirdiği şifalı bitkiler ile iyileştirmesi ile ünlüydü ve büyük bir şifa bilgisi vardı.
    Eve gelip Nunu'nun babasını kontrol eden yaşlı kadın yüzünü buruşturdu. Dönüp Nunu'nun elini sıktı ve babasının fazla yaşamayacağını söyleyip gitti.
    Bir kaç hafta sonra babasını kaybeden Nunu hayatını kendi başına sürdürmek zorunda kalmıştı. Babasının mesleğini sürdürmeye karar veren Nunu en iyi baltalarını alıp yola koyuldu. Tehlikeler ile dolu Frejlord ormanında ilerlerken gözü bir parıltıya takıldı. Buz kristallerinden oluşmuş parlak küreyi eline alan Nunu gözünü küreden alamıyordu. O sırada arkasından bir ses duyan Nunu baltasını tek eliyle kavrayarak arkasını döndü. Gördüğü şey iki buçuk metre boyunda, elinde 2 metrelik bir balta olan kırmızı bir yaratıktı. Nunu dehşetle baltasını yere düşürdü. Fakat diğer eliyle küreyi hala sımsıkı tutuyordu. Yaratık derin ve hırıltılı bir sesle konuştu. ''O yumurtayı bana verirsen ölmene gerek kalmaz.'' Nunu küreyi uzatmaya başladı. Sonra korkudan düşünemediğini farkedip, yaratık tam küreyi alacakken geri çekti. ''Yu...yumu...murta mı dedin'' diye sordu sesinin korkudan titremesine engel olamayarak. Yaratık sinirlenmişti. ''Evet, yıllardın peşinde koştuğum ve sonunda öldürdüğümü sandığım ama yanıldığım canavarın yumurtası. Şimdi ver onu bana!'' Fakat Nunu ters bir şeyler olduğunu anlamıştı. Yumurtaya baktı. Bu kadar güzel bir şey bir canavar yumurtası olamazdı. Arkasını dönüp koşmaya başladı. Yaratığın ayak seslerini duyabiliyor ve daha kötüsü hissedebiliyordu. Yaratık her zıplayıp yere bastığında yer sallanıyordu. Nunu ölümün yaklaştığını hissedebiliyordu. Ama aniden zaman ve içindeki her şey yavaşladı. Nunu arkasına baktığında sanki bir küreye girmiş gibi hissetti. Bulunduğu yerde hava çok daha soğuk ve ağırdı. Yaratıkta bunu farkedip durdu. Alanın içerisine girmek istemiyordu. Nunu neredeyse yaratığın korktuğunu düşündü. O anda yer bir kez daha sarsıldı. Bu sefer sarsıntı arkasından değil önünden gelmişti. Nunu kafasını çevirdiğinde beyaz bir dev ile karşılaştı. Nunu arkasındaki yaratığın hırıltılar çıkararak uzaklaştığını duydu. Elinde tuttuğu yumurtada bir hareket hissetti. Buz devi yumurtayı Nunu'nun elinden çekip aldı. Yere koydu ve Nunu'nun anlayamadığı bir şeyler söyledi. ''Çekilin'' dedi soğuk bir ses. Nunu sesin geldiği tarafa döndüğünde hayatında gördüğü en güzel kadını gördü. Buzdan bir tacı olan kraliçeydi bu. Elinde büyük bir yay vardı. ''Çekilin'' diye tekrarladı daha sert bir sesle. Buz devi Nunu'yu sırtladı ve geri çekildi. Nunu ters görüyordu. Fakat yine de görmüştü. Yumurta bir anda buzdan bir kuşa dönüştü. Kuş saf kristal gibiydi. Dağlardan daha eski ve taşlardan daha sağlam görünüyordu.
    Nunu; Anivia, Willump ve Ashe ile böyle tanıştı. Willump bir Yetiydi. Anivia kendisine tekrar güç toplayacak zamanı kazandırdığı ve yaratığa teslim etmediği için Nunu'ya teşekkür etti. Nunu hikayesini ve kimsesi olmadığını anlatınca Anivia'nın sesi yumuşamıştı. ''Artık biz varız'' demişti. Sonraki bir kaç ay, Freljord sarayında kalan Nunu; Ashe, Anivia ve özellikle Willump ile çok iyi arkadaş oldu. Willump ve Nunu tüm günü beraber geçiriyorlar ve hatta aynı odada kalıyorlardı. Günün birinde Nunu, Ashe'nin yanına çağrıldı. Anivia ve Ashe lige katılacaklarını ve Nunu ile ayrı kalacaklarını söylediler. Nunu çok üzülmüştü. Lige onlarla beraber katılmak istedi. Fakat lig çocuklara göre bir yer değildi. -En azından ateşi kontrol edebilen ve istediği zaman güçlü ayıcıklar çağırabilen kızlar dışında.- Fakat Willump homurdanarak Nunuya destek çıkınca sorun çözülmüş oldu. Güçlü Yeti Nunu'yu her türlü tehlikeden koruyabilirdi. ''Eh şu kibritçi kızı bir görelim bakalım'' diye neşeyle atıldı Nunu. Babası öldüğünden beri ilk kez kendini güvende ve mutlu hissediyordu.

    Singed (ErnoNemecek yazdı)

    Singed, Noxus'un kan kokan , kurak ve karanlık topraklarında doğdu. Her Noxuslu çocuğa yapıldığı gibi Singed'de kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi için küçük yaşta ailesi tarafından sokağa atıldı. Bir çocuğun Noxus sınırları içinde hayatta kalabilmesi için diğer terkedilen çocukların kurmuş oldugu gruplardan birine katılması şarttı fakat Singed hiç bir grup tarafından kabul edilmedi , çünkü o diğerlerinden farklıydı; 8 yaşında olmasına rağmen kafasında sadece bir kaç tane saç teli vardı, ayrıca çelimsiz ve savaş sanatlarına dair hiç bir becerisi yoktu. Artık kötülük yuvası Noxus'ta tek başınaydı. Ne yapacağını düşünmeden yola koyuldu ve bir mağara buldu , açlığını ormanda bulduğu yabani meyvelerle bastırıyordu , kendini vahşi hayvanlardan korumak için meşe ağaçlarından bir kalkan yaptı , uzun yıllar bu şekilde yaşadı , bazen şehre gidip çöplerden işe yarar şeyler bulmaya çalışırdı bu sırada çevredeki Efsaneler Ligi söylentilerini de işitiyordu. Bir gün çöpleri karıştırırken büyük bir deney tüpü ve simya ile ilgili bir kaç kitap buldu , kitaplarda işe yarar bir çok bilgi vardı, en göze çarpanı ise zehirli bir karışımdı. Singed bir kaç gün sonra soğuğun ve açlığın etkisiyle hastalandı , önceden kitaplarda görüp yaptığı ilaçlardan bir tanesini eline alıp içti ama ancak bayılmadan bir kaç saniye önce içtiginin aslında zehirli karışım olduğunu fark etmişti. Uyandığında üzerindeki hastalıktan eser kalmamıştı, tam tersi zehirli karışım Singed'i bir savaşçı kadar güçlü ve atik kılmıştı ama Singed kendini kanıtlamak zorundaydı. Çöpten bulduğu büyük tüpe karışımı doldurdu , kalkanını aldı ve Lige doğru yola koyuldu. Lige vardığında orada lanetlenmeden önce simya ile uğraşan Warwick ile tanıştı , Warwick diğerleri gibi Singed'i dışlamıyordu. Bu şekilde Singed, Warwickten bir çok şey ögrendi.. Ve bir gün Warwick , Singed'e Urf cinayeti ve kendisine atılan iftiradan bahsetti...

    Yorick (SideBlast istedi)

    Yorick Mori, Valoran Anıt Mezarlarında çalışan bir mezarcı idi. Yalnız yaşardı. İnsanlar her zaman Yorick'in garip biri olduğunu düşünürdü. Zaten Yorick de insanları pek sevmezdi. Hiç arkadaşı yoktu. Yine de Yorick insanlara hep nazik davranırdı. Aynı şekilde insanlarda Yorick'e. Garipliğini yaptığı işe bağlarlar ve karşılaştıklarında selam vermekten kaçınmazlardı. Yorick'in hiçbir dostu olmadığı gibi hiçbir düşmanı da yoktu.
    Günlerden bir gün Yorick her zaman yaptığı gibi mezarlarla ilgileniyordu. Bir anıt-mezara girdi. Bu mezarda Sinatrix adında bir büyücü yatıyordu. Bu güçlü ve kadim büyücünün yüzyıllar önce bir ayin sırasında öldüğü söylenirdi. Mezarlıktaki en eski mezarlardan biriydi. Ve toprağının değişme zamanı gelmişti. Sık sık yağan yağmur zamanla toprağı verimsizleştiriyor ve toprak kum olmaya başlıyordu. Bu yüzden Yorick her on yılda bir mezarların üst kısmındaki toprağı yenilerdi. Küreği ile toprağı alıp arabaya doldurmaya başladı. Epeyce bir derine indi. Son bir kaç kürek vurup işini bitirecekti ki bir çatırtı geldi. ''Tabutu kırmış olmalıyım'' diye düşündü Yorick. Pek önemsemedi. Geçen yüzyıllar içinde tabutta kalacak bir kemik bile olmadığını düşündü. Fakat küreğin olduğu yerden bir gaz çıkmaya başladı. Bu gaz yükselerek bir silüet şeklini aldı. Hayalet Yorick ile konuşuyordu. Yaptığı son ayinin ölümsüzlüğe ulaşmak amacı taşıdığını anlattı. Fakat ayin tamamlanamadan yardımcısı büyücüyü öldürmüştü. Bedenini ve içindeki ruhu tabuta koyup büyü ile mühürlemişti. Böylece güçlü büyücü ölümsüz olamayacaktı. Yorick bu ruhu salarak büyük bir hata yaptığının farkına vardı. Hayalet bile olsa büyücü onu korkutuyordu. Büyücü, Yorick'e tabutu açmasını emretti. Yorick açtığında hiç bozulmamış bir beden ile karşılaştı. Göğsünde bir kitap tutuyordu. Büyücünün talimatları ile kitabı alan Yorick okumaya başladı. Kitapta pek çok büyünün yapılışı yazıyordu. Büyücünün söylediği sayfada ise tek bir büyü yazılıydı. Bu büyü serbest bir ruhu ait olduğu bedene yerleştirmek için kullanılıyordu. Yorick nasıl büyü yapacağını anlamamıştı. O sıradan bir mezarcı idi. Fakat bunu hayalete söylemekten korkuyordu. Bu yüzden hayalet gerekli malzemeleri temin etmesini söylediğinde karşı çıkmadı. Yorick, büyü gerçekleşmediğinde hayaletin pes edeceğini ve gideceğini umuyordu. Kasabaya indi ve yaşlı bilgenin yanına gitti. Kör kadın şifalı bitkilere, iksirlere ve her türlü büyü malzemesine sahipti. Yaşlı kadın kuşkulanmasın diye neredeyse her şeyden biraz aldı Yorick. Kadın şaşırmış görünüyordu ama yine de soru sormadı. Malzemeler ile hayaletin yanına dönen Yorick büyüyü nasıl yapacağını sordu. Hayalet ''sen yapmayacaksın, ben yapacağım'' diyerek Yorick'in üzerine hareket etmeye başladı. Yorick kalbinde bir acı hissetti. Acı hissettiği son şeydi. Büyücü Yorick'in bedenine girerek büyü için gerekli olan her şeyi hazırladı, Yorick kendi bedeninde hapsolmuş gibiydi. Hiç bir şey hissetmiyordu. Fakat büyücünün o an aklından geçen şeyleri okuyabiliyordu. Ölümsüzlük büyüsünü hazırlayan büyücü büyünün tamamlanması için Yorick'in bedeninden çıkıp bedeni ile birlikte çizdiği sihirli rünün içine girmesi gerekiyordu. Büyücü, kendi bedenine girmek için Yorick ile ayrıldı. Kontrolsüz kalan mezarcının bedeni çuval gibi yere yığılmıştı. Yorick yavaş yavaş kontrolün kendisine geçtiğini hissetti. Yaptığı işin ne kadar yanlış olduğunu artık daha net görüyordu. Bu büyücü ölümsüz hayatı boyunca pek çok kötülük yapabilirdi. Bu arada büyücünün ruhu kendi bedenine girdi. Büyücü kalkıp rüne doğru yürümeye başlamıştı. Yorick bu büyüyü engellemeliydi. Kalkıp büyücüye doğru koşmaya başladı. Büyücü, Yorick'i farketmişti. Döndü. Elini açıp bir kaç kadim sözcük mırıldandı. Yorick uçarak arkasındaki duvara çarptı. Büyücü ölümsüzlük büyüsünü yapmaya başlamıştı. Gökyüzünden gelen bir ışık büyücünün üzerine düşüyordu. Yorick kalktı. Küreğini sımsıkı kavrayarak tekrar atıldı. Büyücü tekrar büyü yaptı. Fakat Yorick bu defa hazırlıklı idi. Kürek ile büyüyü yansıttı. Büyü kürekten yansıyıp büyücüyü fırlattı ve duvara çarptı. Büyücünün kafasından kan geliyordu. Yorick büyüyü durdurmak için rünü bozmak istedi. Fakat büyü o anda tamamlandı. Yorick içine inanılmaz bir gücün dolduğunu hissetti. Duvara çarpıp incittiği yerlerin acısı geçiyordu. Bu sırada büyücü ölmekteydi. Ölmeden önce bir kaç kadim sözcük daha söyledi. Yorick büyük bir sıkıntı ile doldu. Büyücü son nefesini verdiği an ise büyük bir acı göğsüne yerleşti. Yorick yere kapaklandı. Ancak bir kaç gün sonra uyanabildi. Büyücü ölmeden önce Yorick'i lanetlemişti ve Yorick'in ölüzsüz hayatını zindana çevirmişti. Yaşadığı her saniye Yorick için acı demekti. O gün ölmek istedi. Fakat başaramadı. Kalbine bir bıçak saplaması bile hiç bir işe yaramadı. Her an çektiği acıdan dolayı kamburu çıkmış, yüzü kırışmış ve dünyanın en mutsuz insanına dönüşmüştü. Kasabadaki yaşlı kadın bunun çok büyük bir büyü olduğunu ve bozacak güçte birini tanımadığını söyledi. Yorick çok güçlü bir büyücü bulmalı ve kendisini öldürtmeliydi. Bunun için lige katılmaya karar verdi. Ligde bir çok güçlü büyücünün olduğunu duymuştu. Belki kara büyüde usta olan Veigar yada bir başkası onu öldürebilirdi. Kendisini öldürecek kişi için çalışmaya, savaşmaya hazır bir şekilde yola koyuldu...
    -Herkes lige birilerini öldürmek için katıldı, fakat sadece bir kişi ,Yorick , herkesten farklı olarak kendini öldürmek amacını taşıyordu.

    Voli ayısı ve Kenan (Blitz,Viktor ve Heimerdinger içerir) (TheNuggetThief Voli istemişti, diğerlerini kimse istemedi )

    Volibear tıpkı türdeşleri gibi henüz gençken ailesinden ayrıldı. Freljord'un soğuk ve zorlu topraklarında tek başına yaşayabilmeliydi. Bir gün yine balık ve fok avlayarak karnını doyurmak için mağarasından ayrılmıştı. Epey bir ilerlemişti. Bir ren geyiğine ait izler bulmuştu. Eğer bir tanesini avlayabilirse bu kış uykusunda ihtiyaç duyacağı tüm besini sağlayabilirdi. Sık sık havayı koklayan Voli hiç bir yabancı koku almamıştı. Fakat kulakları metalik bir ses duyuyordu. Güçlü koku duyma yeteneğine güvenerek izleri takip etmeyi sürdürdü. Metalik ses yükseldi ve bir anda Voli'nin altında statik bir alan oluştu. Voli ne olduğunu anlayamadan felç geçirdi.
    ***
    Kennen her zaman yaramaz bir çocuk olmuştu. Ailesi her fırsatta bu durumdan yakınırdı. Çok hızlıydı. Köyünde ondan daha iyi taş atan ve sapan kullanan kimse yoktu. Son göç mevsiminde pek çok göçmen kuş avlamıştı. Biten göç mevsimi Kennen için can sıkıntısı demekti. Diğer çocuklar ile oynamaktan hoşlanmazdı. Oyunlarını kolay bulurdu. Bu yüzden taş atmak ve balık yakalamaya çalışmak için göle gitti. Balıklar, Kennen'dan daha hızlı olan pek az canlı türünden biriydi. Gölün kenarına oturmuş ve gözlerini suya dikmişti. Suda bir kıpırdanma oldu. Kıpırdanmanın olduğu yerde hiç bir canlı yok gibi görünüyordu. Kennen dikkat kesildi. Suda bir kez daha kıpırdanma oldu. Kennen arkasında robotik bir ses duydu. Bir anda kendini demir bir pençenin içinde buldu. Devasa, sarı bir robot onu çekiyordu. Kennen yere iner inmez kaçmak için hamle yapacaktı ki robotun saldığı elektriksel akım Kennen'ı çarptı. Ne olduğunu anlayamayan Kennen'ın bayılmadan önce gördüğü son şey kendisine doğru gelen demir bir yumruktu.
    ***
    Kennen ve Voli iki ayrı kafeste uyanmıştı. Kalın demir parmaklıkları olan kafesler sağlam görünüyordu. Kennen ve Voli kendi kafalarında nerede olduklarını ve nasıl kurtulacaklarını düşünürken ince ve cırtlak bir ses duydular. Sesin sahibi gövdesi ancak kafası kadar olan küçük bir adamdı.
    ''Benim adım Heimerdinger. Bunlar da arkadaşlarım, aynı zamanda eserlerim; Blitz ve Viktor. Buraya sizi eğitmek ve güçlü savaşçılar olmanızı sağlamak için getirttim.''
    Tutsaklar, ilerleyen günlerde Heimerdinger'ın delice fikirlerini anlamaya başladılar. Profesör onları kötülüğe karşı güçlü hizmetkarları yapmayı planlıyordu. Voli'den güçlü ve dayanıklı, Kennen'dan ise hızlı ve çevik olmasını bekliyordu. Voli için bir zırh, Kennen'ın fırlatma için shurikenler bile hazırlamıştı. Böylece iyi bir ikili olacaklardı. Çalışmayı ve tutsak kalmayı reddettikleri an ise elektrik ile işkence görüyorlardı. Bu zorlu şartlara rağmen Voli ve Kennen iyi arkadaş olmuşlardı. Kafesten kafese gizlice konuşuyor, yiyeceklerini paylaşıyorlardı. Kaçmanın bir yolunu bulmalıydılar fakat onları yakalayan iki robot buna izin vermezdi. Bir fırsat kollamaya başladılar. O fırsat bir işkence sırasında ellerine geçti. Profesör onları elektrik ile kırıp köle haline getirmeyi planlıyordu. Bu yüzden Voli ve Kennen sık sık şoka maruz kalıyordu. Fakat o gün elektrik akımını üreten aletlerden biri arızalanmıştı. Her zamankinden daha güçlü bir akım ikiliye çarptı. Bu güçte bir akım tesisin gücünü azaltmıştı. Işıklar söndüğünde acıyla kıvranan ikili bunun tek fırsatları olduğunu gördüler. Kalkıp kaçmaya başladılar. Vücutlarında halen akım dolaşıyordu. Hatta bu akım Voli'nin zırhını ve Kennen'ın shurikenlerini elektrik ile yüklemişti. Çıkışa ulaşan ve kurtulduklarını düşünen Voli ve Kennen iki icat ile karşılaştı. İcatlar onlar köşeyi döndükleri anda ateş topları yağdırmaya başladı. Kennen ve Voli bir an göz göze geldi. Birbirlerini anladılar. Ya buradan kurtulacaklardı yada denerken öleceklerdi. Voli icatlardan birine doğru 4 ayak üstünde koşmaya başladı. Ateş topları zırhından sekip düşüyordu. Voli icatlardan birini tutup fırlattı, duvara çarpan alet kullanılamaz hale geldi. Kennen ise bu arada koşarak ve sağa-sola sekerek ateş toplarından kaçıyordu. Shurikenlerinden birini yeterince yakına geldiğinde fırlattı. Shuriken icadın namlusuna girip infilak etmesine sebep oldu. Böylece iki arkadaş tesisten kaçmayı başardılar. Fakat profesör peşlerini bırakmayacaktı. Kennen ve Voli kendilerini eğitmeye devam etmek ve vücutlarında birikmiş elektriği kullanmayı öğrenmek için lige doğru yola koyuldular. Orada yeni arkadaşlar ve müttefikler bulmayı umuyorlardı. (Kennen, Shen ve Akali ile; Voli ise Freljord'lu Ashe ile arkadaş olacaktı.) Profesör ve iki robotu ise kaçakların peşinden gitmeye başladılar...


    Cho'gath, Rengar, Nidalee ve Kha'zix (NDS Cho'gath istedi, Bloody Knife Rengar istedi ama ''evrim geçiren bir kedi'' diyemedim ya la)

    Cho'gath her şeyin ölü olduğu bir yerde doğdu. Yeraltı dünyasının pis ve kuytu köşeleri onun yuvasıydı. Yeraltı dünyasının efendisi, hayatları boyunca kötü şeyler yaparak sonsuza kadar işkence görmeyi hak eden insanlara işkence etmesi için onu bizzat yaratmıştı. Bu insanlar pis ve karanlık çukurlarda pek çok acı çekiyordu. Bu acıların çoğu fizikseldi. Fiziksel acılar geçicidir. İnsan en kötüsüne bile alışabilir. Fakat bazı acılar vardır ki fiziksel olarak kılınıza zarar gelmese bile dünyadaki tüm işkencelerden daha korkunçtur. Cho'gath işte bu acıların kaynağı olması için yaratılmıştı. Gücünü efendisinden alıyordu. Gözlerine bakan birinin tüm güzel anıları zehirlenir, çığlığını duyanların ruhları korkunç bir acı ile dolardı. Tek bir ısırığı bir ruhu sonsuza kadar yok edebilirdi.
    ****
    Büyük Rün Savaşları yıllarca devam etmiş, pek çok büyücü ölmüş, daha fazlası ise büyücüler tarafından öldürülmüştü. Bu büyücülerden bazıları ( özellikle Noxus için savaşanlar) kara büyü ve nekromansi kullanmıştı. Kara büyü doğası gereği büyüyü yapan kişiye, büyü yapılan kişiye ve hatta büyünün yapıldığı yere büyük zararlar verirdi. Kara büyücüler bu bedeli acı çekerek ve hatta bazı organlarını feda ederek ödemişlerdi. Bu güçlü büyüler yeryüzüne ve doğaya da pek çok zarar vermişti. Nekromansi ise kara büyüden bile beterdi. Ruhlarını satan ve yeraltı dünyası ile iletişim kuran büyücüler zaten zarar görmüş olan yeryüzünde kapanmayacak geçitler açılmasına sebep oldular. Bu geçitlerden geçen pek çok yeraltı yaratığı dünyada hapsoldu. Bunlardan biri ve belki de en korkuncu Cho'gath'tı.
    ****
    Açılan yarıktan yeryüzüne çekilen Cho, Kızılormana yani şimdi ki ismi ile Karanlıkormana yerleşti. Cho'gathın varlığı ile lanetlenen orman günler içinde öldü. Kırmızı yapraklı, uzun ve sağlam gövdeli ağaçlar kurudu, zehirli sarmaşıklar ve dikenli çalılar türedi. Ormana giren insanlardan pek azı dışarı çıkabildi. Çıkabilenler ise asla gittikleri gibi dönmediler. Bazıları derin yaralar almış bazıları ise yaşadıkları korku ile çıldırmıştı. Yaratıcısından uzak kalıp büyü gücü zayıflamasına rağmen Cho'gath hala çok güçlüydü. Orman bir süre sonra kimsenin girmediği lanetli bir yer haline dönüştü. Yıllar içerisinde sadece bir kaç genç ve cesur savaşçı ormanı bu lanetli yaratıktan kurtarmak için ormana girdi. Ama hiç biri geri dönmedi. Fakat bu durum değişmek üzereydi.
    ****
    Nidalee gecenin kör karanlığında kendi nefesini dinliyordu. Amazon halkının en iyi avcısıydı. Bu avcı insanlar kaplan kadar güçlü ve çita kadar hızlı olmaları ile tanınırdı. Gerçi hiç bir kaplan yada çita onlar kadar başarılı avlanamazdı. Ne var ki nice güçlü ve tehlikeli canavarlar avlamış Nidalee bile görevinin zorluğunun farkındaydı. Bu ormanda can vermiş parlak zırhlı şövalyeler ve genç geyik avcılarından daha tecrübeli olsa da korkuyordu. Her an tetikteydi. Mızrağını sürekli sımsıkı tutuyor ve dikkatinin dağılmasına asla izin vermiyordu. Uzaktaki leşçi sinekleri göremese bile vızıltılarını duymaya başlamıştı. Yüz metre kadar ileride olmalıydılar. Pas kokusundan anladığı kadarıyla ''ölü bir şövalyenin zırhına yuvalamış olmalılar'' diye düşündü Nidalee. Sabah devam etmeye karar verip üç sessiz ve seri adımla yanındaki ağaca tırmandı. En üst dallardan birine kıvrılarak uyudu. Yarın büyük gün olabilirdi.
    ****
    Sabahın ilk ışığı ile Nidalee uyanmış ve hazırlanmıştı. Ormanın derinliklerine gelmişti artık. Her geçen dakika tehlike artıyordu. Nidalee yoluna devam etti. Bir kaç iz bulması uzun sürmedi. Bunlar izden ziyade büyük çukurlardı. Çapı üç kulaç kadar olan bu izler Cho'gath'tan başkasına ait olamazdı. Nidalee'nin kalp atışları hızlandı. Bir kaç saniye boyunca aklını boşaltıp dikkatini topladıktan sonra izleri takip etmeye başladı. Bir karıncanın bile izini sürebilecek Nidalee için bu kraterleri takip etmek pek zor bir iş değildi. Bir kaç saat sonra canavara yetişmişti bile. Canavar toprağı titreterek ve önündeki her şeyi yıkarak ilerliyordu. Nidalee derin bir nefes aldı ve savaş çığlığı atarak saldırıya geçti. Cho bir saniye durup çığlığın ne taraftan geldiğini kestirdi ve döndü. Soğukkanlılık ile Nidalee'nin biraz daha yaklaşmasını bekleyip tükürdü. Nidalee canavarın tükürmesini beklemese de son anda yana sıçramayı başardı. Arkasında bir çatırtı oldu. Cho'gath'ın binlerce dişi vardı. Bu dişlerin her gün onlarcası kopup yerini daha keskin olan dişlere bırakırdı. Bu sürekli döngü içerisinde Cho düşen dişlerin bazılarını ağzında biriktirip ihtiyaç duyduğunda avına doğru tükürürdü. Yarım kulaç uzunluktaki bu dişler yarılarına kadar ağaca saplanmıştı. Nidalee eğer son anda yana sıçramasa o dişlerin vücudunu parçalayacağından emindi. Ama bir Amazon savaşçısını alt etmek için bir kaç dişten fazlası gerekirdi. Nidalee başka bir tükürüğe maruz kalmamak için sağa sola sıçrayarak ilerlemeye devam etti. Yeterince yaklaşmıştı. Mızrağını saplamak için gerinirken Cho'gath cüssesinden beklenmeyecek bir hızla Nidalee'den önce hamle yaptı. Canavarın koca çenesi büyük bir hızla kapanırken Nidalee eğilmeyi başarmıştı. Canavar çenesini kapadığında çıkan ses tüm ormanda yankılandı. Bu arada Nidalee çevik bir şekilde takla atarak canavarın altından geçmiş ve arkasında doğrulmuştu. Mızrağını tüm gücüyle canavarın sırtına sapladı. Cho'gath acı bir çığlık attı. Bu çığlık o kadar korkunçtu ki Nidalee kanının çekildiğini hissetti. Cho'gath arkasını dönerken sert dikenlerle kaplı boynunu savurdu. İç ürpertici çığlık ile donakalan Nidalee bu saldırıdan kaçamadı. Karnında bir acı hisseden Nidalee 8-10 metre uçup bir kayaya çarptı ve yere düştü. Elini karnına götüren Nidalee bir sıcaklık hissetti. Cho'gath'ın dikenli derisinin açtığı yaralardan her saniye bol miktarda kan kaybediyordu. Yaralar çok derin değildi ama yine de artık ne kaçabilir ne de savaşabilirdi. Yerden mızrağını aldı ve ona dayanarak ayağa kalktı. Ölümü ayakta karşılamak istiyordu. Cho'gath avının işini bitirmek için harekete geçti.
    ****
    Ölümü kabullenen Nidalee gözlerini kapayıp beklemeye başladı. Ne bir ışık ne de hayatı ve sevdikleri gözünün önünden geçiyordu. Sadece karanlık vardı. Cho'gath'ın ayak sesleri ormanda yankılanıyordu. Nidalee hızlanan kendi kalp atışlarını duyabiliyordu. Korkmuyordu ama heyecanlıydı. Görme duyusu kapanınca diğer duyuları güçlenmişti. Cho'gath'ın ezdiği kuru otların kokusu geldi burnuna, nefesini işitmeye başladı. Yaklaşmış olmalıydı. Bir hışırtı daha vardı. Bu sesi Cho'gath mı çıkarıyordu? Bir ayının pençelerini ağaca sürterek sivrileştirmesi canlandı gözünde. Ses aynıydı. Kopan ağaç kabuklarının sesini duyabiliyordu. Ve hışırtı bir anda kesildi. Nidalee merakına yenilip gözlerini açtı. Cho'gath ile arasındaki mesafe azalmıştı. Canavar yavaş ama emin adımlarla gelmeye devam ediyordu. Arkasından ondan daha hızlı bir nesne vardı.
    Nidalee önce kuş zannettiği şeye dikkatli bakınca onun aslında bir silah olduğunu farketti. İki demir küre bir zincir ile birbirine bağlanmıştı. Avı hareketsiz bırakma üzerine kurulu bir av silahıydı bu. Cho'gath'ın kafasına yüksek bir sesle çarptığında Nidalee başka bir şey farketti.
    Cho'gath'ın arkasındaki ağaç da hareket ediyordu. Koca ağaç büyük bir gürültü ile Cho'gath'ın üzerine yıkıldı. Cho'gath ağacın altında ezilerek çöktü. Ağacın kesildiği yerde Cho'gath'ın saplanmış dişlerinden bazıları görülüyordu. Nidalee ağacın kendi kendine yıkılma ihtimalini düşünürken ağaçların arasından bir yaratık fırlayarak aklındaki soru işaretlerini sildi. Yaratık Cho'gath'ın üzerine çıktı ve son darbeyi vurmak için hazırlandı. Nidalee mutlu sonun yaklaştığını düşünüyordu. Fakat bu bir son olmadığı gibi mutlu da değildi. Çünkü aniden başka bir yaratık havada belirdi. İlk gelen yaratık durumu farkına varıp üzerine gelen saldırıyı kolayca püskürttü. İkincisini beklemeye başlamıştı ki Cho'gath olan biteni farkedip eline geçen fırsatı kullanarak üstündeki yaratığı üzerinden attı. Yaratık tıpkı Nidalee gibi kendini havada buldu ve Nidalee'nin yanındaki ağaca çarparak yere düştü. Sonradan gelen yaratık pençelerini (normal pençelerden farklı olarak dirseğinden başlayan ve bir kılıç gibi uzanarak sivri bir şekilde bitecek şekilde evrimleşmişti) yerdeki yaratığa yönelterek zıpladı. Nidalee yaratığın kanatları olduğunu o zaman fark etti. Bu kanatlar uçmasını sağlamasa da çok uzun mesafeleri hızla zıplamasına olanak sağlayabilirdi. Bu az önce bir anda meydana çıkmasını açıklıyordu. Koyu renk derisinin yardımıyla gölgeler içinde hızla hareket ederek görünmemeyi başarmıştı. Nidalee yaratığın mükemmel bir avcı olarak yaratıldığını düşündü. Fakat düşüncelerine ayıracak zamanı yoktu. Çünkü yerdeki yaratık hayatını kurtarmıştı ve Nidalee için borcunu ödeme sırası gelmişti. Kendini toparlayıp yaralarına aldırmadan iki yaratığın arasına girdi. Sonradan gelen yaratık bu hareketi beklemiyordu. Nidalee kolayca yaptığı saldırıyı pençesini mızrağının ucuyla kenara iterek savuşturdu. Mızrağının tersi ile yaratığın kafasına hızlı bir saldırı yaptı. Kafasına darbe yiyen yaratık sersemledi. Bu sırada Nidalee mızrağını bir sopa gibi savurarak tüm gücüyle yaratığın gövdesine vurdu. Bu darbe bir insana vurulsa kaburga kırıklarına ve ölümcül yaralanmalara sebep olabilirdi. Fakat mızrak yaratığın sert kabuğunda sanki bir tahtaya çarpmışçasına sekti. Yine de yaratık bu beklemediği savunmadan etkilenmişti. Bir adım geri çekildi. Nidalee ile göz göze geldiler. Sonra geldiği gibi ormanın derinliklerine girip kayboldu. Nidalee yaratık gidince Cho'gath'a döndü. Fakat Cho'gath çoktan kalkmış ve geri çekilmeye başlamıştı. Yediği darbeler onu çok zayıflatmıştı. Eski cüssesi ve heybeti ortadan kaybolmuştu. Ama Nidalee'nin onu kovalayacak ve takip edecek gücü kalmamıştı. Kan kaybediyordu ve kafasında müthiş bir ağrı vardı. Nidalee yerdeki baygın yaratığa döndü. Onu ve kendini olabildiğince hızlı tedavi etmesi gerekiyordu. Çok yakında yeni düşmanı ve Cho'gath ile tekrar karşılaşacağını düşündü.
    ****
    Nidalee baygın yaratığı çalılara kadar güç bela sürükledi. Yaralarına göz attı. Ciddi yaralar almamıştı neyse ki. Nidalee yaratığın vücudunda bir çok eski yara izi gördü. Yaratık deneyimli bir savaşçı olmalıydı. Nidalee çalıların baygın yaratığı gizleyeceğini umarak ormana girdi. Şifalı bitkiler arıyordu. Biraz fellas kökü ve bir tutam tesmikotu ile dönebildi. Ormanda canlı kalabilmiş çok az bitki vardı. Yaratığın yanına küçük bir ateş yaktı. Yanından ayırmadığı yemek kaplarından birine matarasından su doldurup ateşin üstüne koydu. Bulduğu şifalı otları suya attı ve kaynatmaya başladı.
    Fellas yaprakları güzel ve keskin bir koku yaymaya başlamıştı. İnsanın içini temizliyor ve acısını azaltıyordu. Sudan bir kaşık alarak üfleyerek kendi yaralarının üzerine damlatmaya başladı. Bir kaç dakika sonra kendini çok daha iyi hissediyordu. Sıra yaratığa gelmişti. Sudan bir kaşık daha aldı ve yaratığın yanına gitti. Yaratığın omzundaki çiziğe bir damla su damlattı. Aynı anda yaratık Nidalee'nin kolunu kavradı. Yaratık o kadar sert kavramıştı ki kaşık Nidalee'nin elinden düştü. Yaratık bu sırada pençesini tehditkar bir biçimde Nidalee'nin boğazına dayadı. Nidalee şaşırmıştı ve kendini salak gibi hissediyordu. Yaratık ise daha da şaşkın bakıyordu. Nidaleeyi ilk kez yakından görme fırsatı bulmuştu. Bu sırada Nidalee hala hayatta olmasını yaratığın şaşkınlığına bağladı. Fazla zamanı olmayabilirdi.
    ****
    Boşta olan elini yavaşça havaya kaldırdı. Zararsız olduğunu göstermek istiyordu. Zaten istese de şu durumda yaratığa zarar veremezdi. Mızrağı uzakta kalmıştı. Yaratık havayı kokladı. Sonra ateşe baktı. Tekrar döndüğünde Nidalee'nin kolunu kavrayan pençesini açmıştı. Yaratık yine de dikkatli davranıyordu. Nidalee ayağa kalktı ve bir adım geriledi. Yaratık da ayağa kalktı ama kalkarken yüzü kırıştı ve zar zor doğruldu. Nidalee ise kendini iyi hissediyordu. Yaralı yaratıktan rahatça kaçabileceğinden emindi. İki adım ötesinde duran mızrağını alırsa kaçmasına gerek bile kalmazdı. Nidalee aklında olasılıkları tarttı ve Ortak Lisan'da;
    - ''Yaraların'' dedi. Kelimenin üstüne basarak söyledi ve parmağıyla önce yaratığın omzundaki yarayı sonra ateşin üzerindeki karışımını işaret etti. Yaratığın zeki olmasını ve anlamasını umuyordu.
    - ''Ortak Lisan'ı biliyorum'' dedi yaratık.
    Gırtlaktan gelen hırıltılı bir sesi vardı ama konuşuyordu işte. Nidalee bu yaratık hakkında bilmediği daha çok şey olduğunu düşündü.
    ****
    Yaratık Nidalee'nin yaralarını yıkamasına izin verdi. Bu sırada birbirlerine hikayelerini anlattılar. Yaratığın adı Rengar idi ve Güneydeki büyük çöllerin ötesindeki bilinmez topraklardan geliyordu. Rengar yaşadığı Alienos ülkesi ile Predon ülkesinin yüzyıllardır devam eden savaşından bahsetti(AvP ) Kuşaklar boyunca süren bu mücadele iki ırkında adaptasyonlar geçirerek farklılaşmasını sağlamıştı. Chogath'ı öldürmeye çalışırken Rengar'a saldıran canavarın adı Kha'zix idi ve Predon ülkesinden geliyordu. Hem Rengar hem Kha'zix, Cho'gathı öldürüp kendi ülkelerini şereflendirmek ve karşı ülkeye psikolojik üstünlük kurmak için çabalıyordu. Cho'gath'ın peşine sabah düşmeye karar verip bir kaç saat nöbetleşe uyumaya karar verdiler. Hem Nidalee hem Rengar şifalı otların etkisi ve nöbet tutan birinin olmasının verdiği rahatlık ile uzun süredir yapamadıkları kadar iyi uyudular.
    ****
    Şafakla birlikte uyanıp Chogathın bırakmış olduğu izleri takip etmeye başladılar. Bir kaç saat sonra izler Nidalee ve Rengar'ı şaşırtarak ormanın dışına çıktı. Chogath zayıflamış bedenini güçlendirmek ve beslemek için lige doğru ilerliyordu. Nidalee ve Rengar onu sonuna kadar takip edeceklerdi. Kha'zix ise Rengar'ın peşini bırakmayacaktı. Bu dörtlü birbirleriyle bir kez daha ligde karşılaşacaktı...

    Graves (Requast istedi)

    Malcolm Graves şehrin dışındaki bir aile çiftliğinde doğdu. Mutlu bir çocukluk geçirdi. Kardeşi Richard ile çok iyi anlaşırdı. Ne var ki büyüdükçe başlarına kötü şeyler gelmeye başladı. Graves 15, kardeşi 10 yaşındayken annesi hastalandı ve öldü. Artık iki kardeşe bakacak sadece babaları kalmıştı. Nazik ve dürüst biri olan babaları hayat arkadaşını hiç unutamadı. Çocuklarını üzmemek ve rahat yaşamalarını sağlamak için bahçede eskisinden fazla çalışıyor, eve gelip yemek hazırlıyor ve sürekli gülümsüyordu. Ama Graves bu gülümsemenin sahte olduğunu biliyordu. Çünkü zavallı adam tüm gece ağlıyordu. Babasının odasına bitişik oda da yatan Graves geceleri babasının hıçkırık seslerini duyuyordu. Sabahları ise yastığını sırılsıklam buluyordu. Graves bundan ne babasına ne de alt katta yatan kardeşine bahsetti. Babasına yardımcı olmak için okuldan arta kalan zamanında çiftlikte çalışıyordu. İki yıl sonra Graves çiftlik işlerini tek başına idare edebilecek kadar öğrenmişti. Babası ise bu süre zarfında iyice çökmüştü. Geçen zaman acısını azaltmak yerine özlemini arttırmıştı. Saçları beyazlamış, yüzü kırışmıştı ve artık nadiren gülümsüyordu. Her şeye rağmen iki oğlunun tüm isteklerini yerine getirmeye çalışırdı. Tek eğlencesi Cumartesi akşamları bir kaç arkadaşı ile poker oynayıp içki içtikleri kasabaya gitmekti. Çiftlik işlerinden fazla para kazanmadıkları için haftada bir veya iki haftada bir gidebiliyordu. Asla sarhoş olmaz ve eve geç gelmezdi. Ama bir Cumartesi gecesi öyle olmadı.
    ****
    Tüm gece uyumayan Graves ertesi sabah babasını aramaya karar verdi. Fakat o evden çıkmadan babasının arkadaşlarından biri olan Thomas atıyla dört nala çiftliğe geldi. Kötü haberi o verdi. Babası ve arkadaşları her zaman gittikleri Yaşlı Jo'nun Yerinde içki içerlerken içeri mafya fedaileri girmiş ve Yaşlı Jo'dan haraç istemişlerdi. Graves Yaşlı Jo'yu tanırdı. Onurlu bir adamdı. Haraç vermeyi kabul etmeyince fedailer etrafa kurşun yağdırmıştı. Yaşlı Jo karnında vurulmuştu ama durumu iyiye gidiyordu. Graves'in babası ise onun kadar şanslı değildi. Mermilerden biri kalbine gelmişti. Ölmemişti ama fazla da zamanı kalmamıştı. Graves atlardan birini alıp uyuyan kardeşini evde bırakarak babasının kaldığı Thomas'ın evine doğru yola çıktılar. Vardıklarında babası uyanıktı. Graves babasının elini tuttu. Babası konuşmaya çalışsa da ağzından tek çıkan kuru bir öksürük eşliğinde bir kaç damla kandı.
    - ''Bizi merak etme, başımızın çaresine bakarız.'' dedi Graves. Babasının huzur içinde ölmesini istiyordu.
    - ''Kendi başlarına olmayacaklar, bize emanetler'' dedi Thomas arkasından.
    Graves'in babası başını salladı ve gülümsedi. Bir kaç dakika sonra son nefesini verdi. Odadan çıkarken Thomas, Graves'in elini tutup avucuna bir kaç altın sıkıştırdı. Graves ne kadar itiraz etse de altınları geri vermeyi başaramadı.
    Eve gittiğinde kardeşine her şeyi anlattı. Ağlamaya başlayan kardeşinin görüntüsüne dayanamayıp üst kata çıktı. Babasının beylik tüfeğini bulup çıkardı. Eline alıp intikam yemini etti. Babasının ölümünden sorumlu olan herkesin cezasını kendi eliyle kesecekti.
    ****
    2 yıl içinde hayatlarını bir düzene koymayı başarmışlardı. Bu iki sene boyunca her gün intikam planları kurmuştu Graves. Babasının tüfeğini onarmış ve geliştirmişti. Her gün kardeşinden gizli ormanda atış talimi yapıyordu. Ayrıca babasını öldürenlerin kim olduğunu da öğrendi. İntikam alması sandığından zor olacaktı. Mafya şehri yönetiyordu. Her işten pay alıyorlardı. Yaşlı Jo ve Thomas gibi haraç vermeyen çok az kişi vardı ve sayıları git gide azalıyordu. Şehir suç ile dolup taşıyordu. Tüm bu mafyanın başında Twisted Fate denen adam vardı. Eski bir dolandırıcı ve kumarbaz olan bu adam zamanla zenginleşmiş ve şehri kendine esir etmişti. Şehirde ondan başka yönetici yoktu. Ne Demacia ne Noxus ne de başka bir güç bu kokuşmuş kasabayı topraklarına katmamıştı. Kasaba unutulmuş ve kendi halinde çürümeye bırakılmıştı. Haritalar da bile görünmüyordu. Graves intikamını tek başına alamazdı. Yardıma ihtiyacı vardı. Önce kardeşine anlattı. Kardeşi hemen kabul etti. Eski okulundan ve çevresinden çok güvendiği bir kaç kişiye anlattı. Hepsi kabul etti. Kardeşinin de arkadaşları ile 10 kişi kadar olmuşlardı. Silaha ihtiyaçları vardı. Çocuklardan biri silah getirmişti. Yani beş kişiye bir silah düşüyordu. Graves ve arkadaşları araştırmaya başladılar. Mafyanın silah teslimatlarını takip etmeye başladılar. Ve artık bir planları vardı. Graves ve Richard ilk göreve çıkacaklardı. İkisi silah deposunu soyarak gruba silah sağlayacaklardı. Bir gece mafyanın küçük silah depolarından birine saldırdılar. 4 nöbetçiyi bıçaklarla sessizce etkisiz hale getirip depoyu soydular. Artık silahları ve cephaneleri vardı. Alacaklarını aldıktan sonra depoyu havaya uçurmayı ihmal etmediler. Ertesi gün kasaba gazetesinde bu olay bir kaza diye geçti. Kimse saldırıdan haberdar olmamıştı. Ses getiren eylemlere ihtiyaçları vardı. Küçük grup cesaret kazanmıştı. Mafyanın yapacağı her işten haberdar olmaya çalışıyorlardı. Uyuşturucu teslimatı yapılırken ateş açıp kaçtılar, mafyaya ait kumarhaneleri basıp etrafı yıkıp döktüler, mafya fedailerini sokakta tek yakalayıp öldürdüler. Artık mafya para kaybediyordu. Grup her işe çomak sokup ortadan yok oluyordu. Maskeli saldırganların kim olduklarını bir türlü öğrenememişlerdi. Esnaf artık haraç vermiyor yada olabildiğince aksatıyordu. Güç kaybeden Twisted Fate'in haraç vermeyen tek bir dükkan ile uğraşabilecek gücü yoktu artık. Grup her başarılı eylemin ardından çiftlikte toplanıyor ve kutlama yapıyordu. Bir yıl böyle geçti.
    ****
    Yine bir eylem yapacaklardı. Twisted Fate'in yakın adamlarından birinin olduğu at arabasının önünü kesip delik deşik etmeyi planlamışlardı. Yolun ıssız bir bölümünde hazırlıkları tamamladılar. Arabanın kaçta geçeceğini biliyorlardı. Pusuya yattılar. Arabanın önünü kesip mermi yağdırdılar. Graves ateş kes emri verdikten sonra arabanın yanına gitti. Fakat vurmak istedikleri adam arabada yoktu. Bu saldırıyı bekliyorlardı. O an da bir silah sesi duyuldu. Twisted Fate'in adamları tepeden aşağı iniyorlardı. Twisted Fate saldırıyı öğrenip tuzak kurmuştu. Bir arkadaşının vurulduğunu gördü. Diğerleri hemen biraz önce mermi yağdırdıkları arabaya siper aldılar. Çatışma başladı. Ama Twisted Fate'in adamları daha kalabalıktılar. Şimdiden 4 arkadaşını kaybetmişti Graves. Geriye 6 genç ve kardeşiyle kendisi kalmıştı. Graves en azından denedim diye düşündü. Bu arada yanındaki arkadaşı vuruldu. Twisted Fate'in adamları adım adım yaklaşıyordu. Graves kardeşini düşündü. Kendisinden utanıyordu. Onun ölümüne sebep olacaktı. Tepeden gelen silah sesleri onu kendine getirdi. Tepeden gelen başkaları Twisted Fate'in adamlarını iki ateş arasında bırakmıştı. Graves ve arkadaşları umutlanarak siper aldıkları arabanın arkasından çıkıp mafyanın gücünü erittiler. Onlara yardım eden grupla tanışma vakti gelmişti. Graves en öndeki adamı tanıyordu. Bu Yaşlı Jo idi! Arkasında Thomas ve babasının diğer arkadaşları vardı. Hepsinin elinde eski püskü beylik silahları vardı. Yaşlı Jo ve grubu bir süredir Graves ve arkadaşlarını takip ediyor ve gizlice yardım ediyorlardı. Graves kaynağı belirsiz mafya işi ihbarlarını şimdi anlamıştı. Mücadele eden tek grup kendileri değildi. Ve şimdi birleşme zamanları gelmişti. Graves ve Yaşlı Jo zamanla mafyadan geri kalanları bitirdiler. Fakat Twisted Fate hiç bir yerde bulunmadı. Graves intikamını hala tam olarak alamamıştı. Kasabanın yeni mafyası olmuşlardı. Haraç toplamıyorlardı. Suça tamamen karşıydılar. Kendi sahip oldukları mülk gelirleri sayesinde güvenliği sağlamışlardı. Kasaba eskiye oranla daha iyi bir yerdi. Zaten bir kral gelip tahtını kasabaya koysa ne farkederdi? Krallar, hükümetler yüzyıllardır vergi adı altında haraç toplayıp, polis yada asker adını verdiği fedaileri ile toplumu kontrol etmiyor muydu? Oysa kasaba artık çok daha özgürdü. Graves mutlu olmaya bile başlamıştı. Taa ki bir gün kasabada işlerini bitirip eve döndüğünde kardeşinin cesedi ile karşılaşana kadar. Kan tüm odaya yayılmıştı. Kalbinde bir bıçak yarası vardı. Bıçak yarasının içine tek bir kart sıkıştırılmıştı, yarısı dışarıda duruyordu. Bu bir jokerdi. Graves yarısı kana bulanmış kartı aldı. Arkasında bir not vardı;

    ''Ligde görüşmek üzere.''
    Sevgiler ile Twisted Fate...

    Yazıyordu notta. Graves artık sadece bir baba değil bir de kardeş kaybetmişti Twisted Fate yüzünden. Tek ihtiyacı olan şeyi, babasının tüfeğini, alıp lige doğru tek başına yola koyuldu. İç cebinde kardeşinin kanına bulanmış kart vardı. Twisted Fate son kartını oynamıştı. Sıra Graves'e gelmişti...






    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi sir balık -- 29 Mayıs 2014; 0:29:04 >







  • Hayal gücün çok genişmiş daha yaz +rep

    < Bu ileti tablet sürüm kullanılarak atıldı >
  • Emek var.
    Takip.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Bir arada ben yazayım bu tür bir yazı

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Issizler ordusu tuzlayi birakip foruma geldi

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • çok beğendim konuyu eline sağlık
  • oha baya iyiymiş reserved

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Güzel yazmışsın diğer hikayeleri bekliyorum.
  • İyimiş.

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: Ferilan

    Issizler ordusu tuzlayi birakip foruma geldi

    Çalışma şartları çok kötü, sigorta yok. Bir baret veriyorlar yallah. CEO yaptılar da ben çalışmadım sanki.
  • Güzel olmuş.
  • AHAHHAHA brandınki avatardan çalıntı keşke brand yerine zuko koyaymış
  • geçen işte fizz le konuşuyoruz dedi bu aralar nami çok şişmanladı artık balık yemi yememesi lazım

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • takip diana bekliyorum ^^ brandde son hava bukucu filminden esinti gordum

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Hikayeler yaratici. Takip...

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • quote:

    Orijinalden alıntı: illfeel

    takip diana bekliyorum ^^ brandde son hava bukucu filminden esinti gordum

    Sen istersin de yapmaz mıyım! Diana eklendi.
  • quote:

    Orijinalden alıntı: sir balık

    quote:

    Orijinalden alıntı: illfeel

    takip diana bekliyorum ^^ brandde son hava bukucu filminden esinti gordum

    Sen istersin de yapmaz mıyım! Diana eklendi.

    guzel olmus cok,sondaki sozler cok iyi eline saglik

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • lee sin pls

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Ahri
    Akali
    Alistar
    Amumu
    Anivia
    Annie
    Ashe
    Blitzcrank
    Brand
    Caitlyn
    Cassiopeia
    Cho'Gath
    Corki
    Darius
    Diana
    Dr. Mundo
    Draven
    Elise
    Evelynn
    Ezreal
    Fiddlesticks
    Fiora
    Fizz
    Galio
    Gangplank
    Garen
    Gragas
    Graves
    Hecarim
    Heimerdinger
    Irelia
    Janna
    Jarvan IV
    Jax
    Jayce
    Karma
    Karthus
    Kassadin
    Katarina
    Kayle
    Kennen
    Kha'Zix
    Kog'Maw
    LeBlanc
    Lee Sin
    Leona
    Lulu
    Lux
    Malphite
    Malzahar
    Maokai
    Master Yi
    Miss Fortune
    Mordekaiser
    Morgana
    Nami
    Nasus
    Nautilus
    Nidalee
    Nocturne
    Nunu
    Olaf
    Orianna
    Pantheon
    Poppy
    Rammus
    Renekton
    Rengar
    Riven
    Rumble
    Ryze
    Sejuani
    Shaco
    Shen
    Shyvana
    Singed
    Sion Fighter
    Sivir Carry
    Skarner
    Sona
    Soraka
    Swain
    Syndra
    Talon
    Taric
    Teemo
    Tristana
    Trundle
    Tryndamere
    Twisted Fate
    Twitch
    Udyr
    Urgot
    Varus
    Vayne
    Veigar
    Vi
    Viktor
    Vladimir
    Volibear
    Warwick
    Wukong
    Xerath
    Xin Zhao
    Zed
    Yorick
    Ziggs
    Zilean
    Zyra

    pls




  • Bu konu devam etmeli !!
    Takip.
  • 
Sayfa: 12345
Sayfaya Git
Git
sonraki
- x
Bildirim
mesajınız kopyalandı (ctrl+v) yapıştırmak istediğiniz yere yapıştırabilirsiniz.